Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 22

 

🪷

 

Abimler geldiğinde saat akşam ona geliyordu. Esma teyze gençlerin içinde benim ne işim var deyip içeri gitmiş, ne kadar bize katılmasını istesek de kabul etmemişti. İnsanın eşini kaybetmesi kolay bir şey değildi. Annemden biliyordum. Ben yanında olsam bile o hep yalnızlık çekerdi. Babam, anneme yaşatılanlara göz yummuştu.

 

İşte bu yüzden benim hakkım babama helal değildi.

 

"Nil abla." Kafamı dönüp duran şişeden kaldırarak Lavin'e baktım. "Efendim?"

 

"Sen soracaksın." Dedi şişeyi göstererek.

 

Şişe durmuş.

 

Soru kısmı bana gelmişti. Cevap ise Volkan'a. Gözlerimi kırpıştırdım. "Pardon, dalmışım." Boğazımı temizledim. "C mi D mi?" Diye sordum. "C." Dedi hiç düşünmeden. Benimle pek göz göze gelmemeye çalışıyordu. Cesaret demesi benim işime gelmişti.

 

"Kalk Çınar'ın saçını çek." Dedim gayet rahat bir tavırla. Volkan şaşırdı. "Ne yapayım?" Diye sordu şaşkınlık. Çınar'a pis pis baktım. "Çınar'ın saçını çek. Elinde kalsın saç tutamları. Yoksa yapmamış sayılırsın."

 

Çınar özlerini kıstı ama bir şey söylemedi. Volkan Çınar'a baktıktan sonra bana döndü. "Başka bir şey yapsam?" Dedi gergince. Kafamı iki yana salladım. "Olmaz."

 

Yutkundu. Oturduğu yerden kalktı ve Çınar'a doğru gitti. Pis pis sırıttım. "Kusura bakma abi." Dedi Volkan ve bunu der demez Çınar'ın saçına asıldı.

 

"Lan! Yavaş!"

 

Volkan geri çekildi. Çınar'a hiç bakmadan bana doğru geldi ve baş parmağıyla işaret parmağı arasında sıkıştırdığı 3 tutam saçı bana gösterdi. "Oldu mu?"

 

Çınar'ın gözünün içine baka baka güldüm. "Oldu oldu. Harikasın."

 

Çınar ters ters ortadaki şişeye davrandı. "Sen benim elime düşeceksin elbet." Dedi tehditkar bir şekilde. Duymazdan geldim. Şişeyi sertçe çevirdi. Şişenin soru kısmı Barış'a cevap kısmı Baran'a geldi. Barış sinsice sırıttı. "C mi... D mi?"

 

Baran'ın yutkunuşunu duydum. "Şimdi C desem beni amuda bile kaldırırsın abi sen ama D desem..." duraksadı ve yutkundu. "C ulan C! Senden korkan senin gibi olsun!"

 

Barış sırıttı. "Git annemin misafir tabaklarından birini kır."

 

Baran yuhladı. "Abi sen ne istiyorsun?! Ne istiyorsun abi sen!? Annem öldürür beni!"

 

"Annem öldürmese ben öldüreceğim kardeşim, o yüzden hazıra konuyorum. Hadi bakayım, tabaklar seni bekler."

 

"Sen insan kılığına bürünmüş bir şeytansın!"

 

Barış şeytana pabucunu ters giydirecek bir ifadeyle sırıttı. Baran, oturduğu yerden kalktı. Sessizce eve girdi. Herkes suspus olmuş içeriden olacakları dinlemeye başlamıştı.

 

Saniyeler içinde bir şıngırtı duyuldu. Hemen ardından Esma Teyzenin çığlığı. Sonra da Baran'ın acı dolu bağırtısı.

 

Yüzümü buruşturdum. Acımıştım şu an ona. Hem de fazlasıyla. Barış gerçekten çok fena bir insandı. Baran ne zaman bağırsa Barış zevk almıştı. Oyun iki el daha döndü. Bu sefer Doğruluk söylendiğinden fazla hareket olmamıştı. Baran kıçını tutarak geri dönmüştü sadece.

 

Dönen şişenin cevap kısmı sonunda bana geldiğinde heyecanlandım çünkü soru kısmı Barış'a gelmişti. Derince gülümsedi. "D mi C mi?" Diye sorduğunda hemen cevapladım. "Cesaret!"

 

Kaşlarını kaldırdı, bak sen, der gibi. Kendimden emin bir şekilde omuzlarımı dikleştirdim. Birkaç saniye gözlerini kısarak düşündü, sonra şeytanca gülümsedi. "Çınar'a tokat at." Dedi o an.

 

Ben daha tepki veremeden Çınar konuştu. "Lan siz benden ne istiyorsunuz!?"

 

Utanmasam kalkıp Barış'ı öperdim. Hemen ayağa kalktım ve Çınar'ın önüne doğru gittim. Çınar bezgin bezgin bana döndü. "Eline koz geçti ya, kullan tabi."

 

Elbette kullanacaktım.

 

Çenesini kavradım ve hafifçe yüzünü dikleştirdim. "Şöyle dur." Dediğimde gözlerini devirdi ama kıpırdamadı. Bana söylediği, kalbimi kıran tüm sözlerini düşündüm. Elimi kaldırdım, vurmayacağımı düşünüyor olacak ki gözünü bile kırpmadı, ama ben kaldırdığım elimi şak diye yüzüne geçirdim.

 

Aldığı darbeyle yüzü sola doğru savruldu. Baran ona vurmuşum gibi ayaklandı. "Bundan sonra bacımsın!" Korku dolu gözleri beni güldürdü. Şaşkın bakışlara dönerek kafamı salladım. "Ne var? Vurdum işte." Hiçbir şey olmamış gibi tekrar kendi yerime geçtim ve oturdum.

 

Çınar'ın sıktığı dişleriyle sessiz bekleyişi son buldu. Öfkeyle bana baktı. "Bunun hesabını vereceksin." Dediğinde benim yerime Barış cevap verdi. "Bir hesap istiyorsan bana gel kardeşim, ben sana vurmasını söyledim."

 

Çınar, yavaşça Barış'a döndü. Kafasını, sen görürsün, der gibi salladı. Hiç oralı olmadım. Ben Barış'a bana bu zevki yaşattığı için teşekkür edecektim. İçimin yağları erimişti resmen. Gerçi şimdi birazcık da pişman olmuştum ama umurumda değildi. O sözleri bana söylemeden önce düşünecekti.

 

"E o zaman ben çevireyim." Dedi Aysel ve çevirdi de. Lakin o an onu boğazlamak istedim çünkü soru kısmı abime cevap kısmı da bana denk gelmişti. Yutkundum. Çınar'ın gözleri parladı. İşte şimdi elime düştün, der gibiydi.

 

"Doğruluk mu cesaret mi?"

 

Cesaret dersem kendimi boğazlamamı falan isterdi kesin. Ay bu beni kendime öldürtürdü. Cesaret diyemezdim. Asla diyemezdim. Ümüğüme çökerdi.

 

"Doğruluk." Dedim gözlerine bakarak. Birkaç saniye düşündükten sonra sordu. "Daha önce hiç dayak yedin mi?" Sert bir nefes verdi. "Eğer yemediysen oyun bittiğinde benden yiyeceksin çünkü."

 

Volkan'ın fısıltısını duydum. "Eyvah."

 

Gözlerimi Çınar'ın gözlerinden çekmedim. "Daha önce dayak yedim." Dedim açıkça. "Hem de birçok kez."

 

Kaşları çatıldı. Bunu söylememi beklemiyor gibiydi. "Anne terliklerinden bahsetmiyorum." Dedi Çınar, bahsettiğim şeyin bu olmasını diliyor gibi. Acı bir gülümseme sundum ona. "Annem bana vurmazdı." Dediğimde yutkundu. Herkes değişik bir gerilime tabi oldu. Dayak yemem mi sorundu yoksa annemden dayak yememem mi?

 

"Kim... o zaman?" Diye sordu Çınar.

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bir soru sorma hakkın var." Şişeye doğru eğildim ve çevirdim. Şişe döndü döndü ve sonunda Baran ve Lavin arasında durdu. Soruyu soran Baran'dı. Ona baktım. Az önceki gülen yüzü gitmişti. Bir süre bana bakmaya devam ettiği için konuştum. "Baran, sen soruyorsun." Dediğimde kafasını usulca sallayarak Lavin'e döndü. "D mi C mi?"

 

Lavin cevapladı. "Doğruluk."

 

"Ablanı sevdin mi?"

 

Gözlerimi kırpıştırdım. Bu soruyu beklemiyordum. Lavin'in bana baktığını hissettiğim de ben de ona baktım. Bana gülümsediğinde ben de gülümsedim. "Sevdim." Dedi gözlerimin içine saf duygularla bakarak. Gülümsemem büyüdü. Ben de onu sevmiştim. Her ne kadar ilk gördüğümde zoruma gitse de onlar benim kardeşimdi. Abimden sonra ailem diyebileceğim insanlardı.

 

"Ben de sizi sevdim." Dedim açık bir şekilde Volkan'a da bakarak. Volkan gözlerini kaçırsa da gülümsediğini görmüştüm. Yüzümdeki gülümseme gerçekti.

 

Tam o esnada telefonuma düşen mesajla dikkatim dağıldı. Elime telefonu aldım ve gelen mesaja tıkladım. Kayıtlı olmayan bir numaraydı.

 

> Buldum seni, avukat.

 

Yüzümdeki gülümseme yavaşça silindi. Zorlukla yutkundum. Okuduğum şeyi algılamaya çalışırken ismimi duydum. "Nil?" Gözlerimi Barış'a çevirdim. "Bir sorun mu var?"

 

Kafamı salladım. Benim adıma büyük bir sorun vardı. Ama onlara neydi? "Hayır." Dedim vücut dilimin aksine. Gülümsemeye çalıştım. "Yok."

 

"Emin misin Nil'cim. Yüzün bembeyaz oldu." Baran'a baktım. "Eminim." Dedim. "Hadi devam edelim." Üstelemediler. Fakat Barış'ın gözünden de Çınar'ın gözünden de yüzümdeki değişim kaçmamıştı.

 

Lavin'in çevirdiği şişe bu sefer abim ve Volkan arasında durdu. Volkan sordu. "D mi C mi, abi?"

 

Çınar umursamazca cevap verdi. "Cesaret."

 

Volkan gülümser gibi oldu ve o sıra bana baktı kısaca. "İçimizden seçtiğin birini öp, bir diğerine de tokat at."

 

Çınar genişçe gülümsedi. Fark etmiştim ki Volkan tam olarak abiciydi. Gözlerimi kısarak pis pis baktım ikisine de. Çınar oturduğu yerden kalkarak yakasını düzeltti. Sanki dünyanın en önemli işini yapıyor gibi. Yavaş adımlarla önüme doğru geldiğinde kaderime boyun eğdim. Ona yaptığım gibi çenemden kavrayarak yüzümü hizaladı. Ben hiç soğuk kanlı bir insan değildim. Alacağım darbeden korkuyordum ki Çınar bana vurursa ölme ihtimalim çok yüksekti. Gözlerimi sıkıca kapattım.

 

Birkaç saniye sonra yanağımda yumuşak ve ıslak bir şey hissettim. Gözlerimi o an açtım. Kocaman!

 

Abim, yanağımdan öpmüştü.

 

Ona vurmama rağmen bana vurmamıştı. Hatta öpmüştü. Geri çekilip şaşkın bakışlarımı gördüğünde göz kırptı. Ben onun aksine kaşlarımı çattım. "Bu da neydi?!" Diye sordum suçlayıcı bir tavırla. "Ne, neydi?"

 

"Niye öptün sen beni?"

 

"Kardeşim değil misin, öpemez miyim?"

 

"Ama ben sana vurdum!"

 

"O da senin hayvanlığın. Bir de bana ayı diyorsun."

 

Bir şey diyemeden önümden çekildi ve Barış'ın önünde durdu. Konuşmasına fırsat vermeden tokadı suratına geçirdiğinde gözlerim daha da çok büyüdü. Barış sola savrulan yüzüyle "Hay elinin ayarını...!" diye saydırmaya başladı ama edeceği küfür Lavin ve Aysel yüzünden olsa gerek içine gitti. "Seveyim!" Dedi bastıra bastıra. Elini yanağına yaslamışken Çınar genişçe gülümseyerek yerine geçti ve o sıra Volkan'ın saçlarını sevgiyle karıştırdı. Aferin, der gibiydi.

 

Tam olarak bir ittifak kurmuşlardı resmen. Üzülerek Barış'a baktım. Acımış mıydı acaba?

 

Acımıştır tabi, hayvan gibi vurdu.

 

Ama beni öptü.

 

Evet.

 

Niye?

 

Bilmiyorum.

 

Ben de bilmiyorum.

 

Ben düşünmeye dalmışken telefonum bir kez daha titredi. Telefonun ekranını açmadan bildirimlerden okudum mesajı.

 

>Çok yakında görüşeceğiz.

 

Ayağa kalktım. Ani kalkışım tüm gözleri bana çevirdi. Bir an ne diyeceğimi bilemedim ama sonra toparladım. "Benden bu kadar. İlacımı alacağım. Siz devam edin."

 

Bir şey söylemelerini beklemeden kalktım ve hızlı adımlarla evin içine girdim. Yönüm mutfak oldu. Kendime soğuk bir su aldım ve bir sandalye çekerek oturdum. Peş peşe gelen iki mesaja tekrar baktıktan sonra sert bir nefes verdim.

 

Sudan birkaç yudum içtim. Umarım korktuğum başıma gelmezdi. Saatin kaç olduğuna bakmadan rehberde kayıtlı olan ismin üzerine tıkladım. Telefonu kulağıma yasladım, üçüncü çalıştan sonra telefon açıldı.

 

"Sonunda Nil ya! Sonunda aradın! Neredesin sen, meraktan çatladım."

 

"Sana da selam Kübra." Dedim alay ederek.

 

"Selam." Dedi. "Her şey yolunda mı? Şimdiye dek, arama diye söz verdirdin diye aramadım ama iki gün daha aramasaydın arayacaktım. Çok merak ettim seni."

 

Gülümsedim. Kübra, benim İstanbul'daki ev arkadaşımdı. En yakınım diyebileceğim, sırdaşım ve dostumdu. Ona yemin ettirmiştim ben aramadan aramasın diye, çünkü duygusal bir anıma denk gelirse geri dönmek için kendimi durdurmayacaktım.

 

"İyiyim, merak etme. Sonra uzun uzun konuşuruz, ben senden bir şey isteyeceğim."

 

"Ne zaman? Saat ver. Merakta kalıyorum sonra. Unuttun sandım bir ara beni."

 

Güldüm. "Seni unutacağıma kendimi unuturum." Dediğimde o da güldü.

 

"Seni dinliyorum." Dedi anında. Kübra mantıklı ve sağduyulu bir insandı. Benim aksime hep sakin kalırdı. Öfkesine yenik düşmezdi.

 

"Sana bir numara göndereceğim. Kime ait olduğunu bulabilir misin?"

 

Birkaç saniye sessizlikten sonra sordu. "Ne numarası Nil, ne oluyor?"

 

"Bilmiyorum. Bugün bilinmeyen bir numaradan iki mesaj aldım. Şu manyak olduğunu düşünüyorum."

 

"Nil!" Dedi aniden yüksek bir sesle. "Hemen polise gidiyorsun! Hemen, duydun mu!?"

 

"Sakin ol. Önce emin olayım."

 

"Hayır, emin falan olmuyoruz. Biz emin olana kadar sana zarar vermeye kalkabilir. Yarın ilk işin polise gitmek olacak, söz ver."

 

"Polise gitmek bir şeyi değiştirmez Kübra. Bilmiyormuş gibi konuşma. İki mesaj ardı üstü. Polis iki mesajla beni ciddiye alacak değil."

 

"Ne demek değil Nil!? Sana zarar verebilir diyorum!? Belki de çoktan yerini bulmuştur. Adamın eli kolu uzun. Bilmiyormuş gibi konuşma."

 

"Sen de Türk Cumhuriyeti'nin ceza kanunlarını bilmiyormuş gibi konuşma. Atacağım numarayı. Emin olduktan sonra polise giderim."

 

Ofladı. "Tamam, gönder. En kısa zamanda bulmaya çalışacağım ama bak söz ver. Dikkat edeceksin kendine. Sana daha önce ne yaptığını unutma."

 

"Tamam, merak etme. Teşekkür ederim."

 

"Etme. Sadece iyi ol. Ara beni. Merakta bırakıyorsun. Kendimi terk edilmiş gibi hissediyorum." Kıkırdadım. "Tamam arayacağım. Görüşürüz."

 

Vedalaştıktan sonra telefonu kapattım ve masaya bıraktım. Ellerimle saçlarımı geriye ittim. "Bir bu eksikti gerçekten." Dedim bıkkınlıkla. Gerçekten bela çekme makinesinden farksızdım. Öyle bir makine olsa benim yanımda şansı kalmazdı.

 

Mutfağın kapısında hareketlilik fark ettiğimde kafamı kaldırdım. Kaldırır kaldırmaz da Çınar'ı gördüm. Gözlerini kısmış bana bakıyordu. "Bir sıkıntı mı var?" Diye sordu bakışlarını değiştirmeden.

 

Kafamı iki yana salladım. "Hayır." Dedim ve devam ettim. "Ayrıca olsa bile seninle paylaşacak değilim."

 

Tek kaşını kaldırdı. O halde önüme doğru gelip karşımdaki sandalyeyi çekerek oturdu. Garip garip yüzüne baktım. "Konuştuklarını duydum."

 

Gözlerim büyüdü. "Sen benim telefon konuşmamı mı dinledin!? Şaka mısın ya sen!? Dinlemeni sorun etmeseydim yanınızdan kalkmazdım. Ne diye dinliyorsun sen beni!?"

 

"Abartma istersen?" Dedi rahat rahat. Kaşlarımı daha çok çatıldı. Ben konuşamadan masanın ortasına şeffaf bir cüzdan bıraktı. İçindekileri görebiliyordum ki insülin kalemi ve iğne uçları vardı. "İlacımı alacağım diye kalktın ama ilacını yanına almadın Nilüfer." Şeffaf cüzdanı gösterdi. "Getirdim ben de. Ve de ister istemez konuştuklarını duydum."

 

Hafifçe yüzüne doğru eğildim. "Ne kadarını duydun?"

 

"Polis. Numara. Ceza kanunu. Falan?"

 

Gözlerim büyüdü. "Sen beni baya baya bilerek dinlemişsin!"

 

Omuz silkti. "Boş ver şimdi onu. Sorun ne onu söyle."

 

"Yok sorun falan. Seni ilgilendirmez diyorum!"

 

Elini masaya vurdu hafifçe. "İlgilendirir!" Ben de vurdum. "Neden ilgilendiriyormuş!?"

 

"Çünkü sen benim kardeşimsin!"

 

"Allah Allah! Kardeşin olduğum şimdi mi aklına geldi? Başıma onca dert açılırken nerdeydin!? Annem öldüğünde neredeydin!?"

 

İkimiz de anlık olarak duraksadık. Gözlerinde gördüklerim söylediklerimden pişman olmamı sağladı. Dişlerinin arasından konuştu. "Beni. Bununla. Vurup. Durma."

 

Üzüldüm. Gözlerinde gördüklerime. Çok üzüldüm. Ama özür dilemedim. Dilemeyecektim.

 

Yutkundum. "Seni hiçbir şeyle vurduğum yok benim." Derin bir nefes aldım. "Şimdiye dek tek başıma hallettim. Yine hallederim. Anladın mı? Benim sana da ailene de ihtiyacım yok."

 

Büyüdüm ben. Büyüdüm! Bunu ona söylemek istedim. Küçükken ona çok ihtiyacım olduğunu, her gün onu sayıkladığımı söylemek istedim ama yapmadım. Çünkü büyümüştüm.

 

"Madem bana ihtiyacın yok..." dedi sesine yatırdığı duygu kırıntılarıyla. Sanki ben karşısında bir dilenciydim. Duyguları için dileniyordum da o bana duygularını çok görüyordu. "O zaman neden geldin Nilüfer?"

 

Sakın ağlama. Bizi böylesine kırmasına izin veremezsin.

 

Geriye doğru yaslandım ve omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bilmem." Dedim yüzüne bakarken. "Aptallık ettim galiba."

 

Derin bir nefes alarak yüzünü başka tarafa çevirdi. Sakinleşmeye mi çalışıyordu? Anlamaya mı? Bilmiyordum.

 

"Ben..." dedi ve durdu. Bana baktı. "Deniyorum tamam mı?" Sessiz kaldım. "Deniyorum ve sen durmadan bana iğnelerini batırıyorsun."

 

"Çünkü sen durmadan kalbimi kırıyorsun."

 

"Neye kalbin kırılır neye kırılmaz bilmiyorum. Seni tanımıyorum ki! Ne bekliyorsun benden?"

 

Kafamı iki yana salladım. "Hiçbir şey." Dedim. "Gerçekten hiçbir şey beklemiyorum ben senden." Gözlerimi gözlerinden çektim. "En azından artık hiçbir şey beklemiyorum."

 

"Ama artık ben bekliyorum." Ona baktım. Söylediğini anlamamıştım. "Böyle olmaz. Beni sürekli itip durma. Tamam, biliyorum kalbini kırdım. Yanlıştı yaptığım. Ama sen yanlışımı düzeltmeme bile fırsat vermiyorsun Nilüfer. Kaçıp duruyorsun. Birbirimizi anlayabilmemiz için konuşmamız gerekiyor."

 

Kafamı salladım. "Tamam, konuşalım. Hadi! Önce sen başla."

 

Dişlerini birbirine bastırdı. Sonra derin bir nefes aldı. "Gel seninle bir anlaşma yapalım." Tek kaşımı kaldırdım. "Ne anlaşması?"

 

"Günde 1 saat birbirimize bir yabancı gibi davranacağız. Yoldan geçen öylesine biri gibi."

 

Tek kaşımı sorguyla kaldırdım. "Bunu neden yapıyoruz?"

 

"Çünkü yabancıya bana davrandığından daha nazik davranıyorsun." Diye sitemle söylendiğinde elimde olmadan güldüm. Gülüşüme ayar olmuş olacak ki ters ters baktı. "Ne gülüyorsun?"

 

Omuz silktim. "Hiç, gözüme bir şey kaçtı."

 

"Yalanın batsın."

 

Daha çok güldüm. Sonra derin bir nefes alarak sustum. "Tamam, anlaştık."

 

Bir faciaya bakar gibi baktı. "Şaka mı yapıyorsun?"

 

"Hayır, sen şaka mı yapıyordun?"

 

"Evet!"

 

Kıkırdadım. Bu masadan öfkeyle, sinirle, kırgınlıkla falan kalkarım diye düşünüyordum ama şu an hepsi gitmişti.

 

"Çınar, seninle konuşmayı ben de istiyorum. Ama olmuyor işte. Zamana bırakalım bence. Çünkü ben seni artık abim olarak görmüyorum. Benim bir abim var; hayallerimde. Ve sen onu ilk gün paramparça ettin. Bana dilenci muamelesi yaptın. Biliyorum, sürekli bunu söyleyip durmamdan bıktın ama ben o gece sana duvar ördüm." Duraksadım. "Düşündüğümden çok daha kalın bir duvar." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Olmuyor yani." Nefesimin sıkıştığını hissettim. "Ama deniyorum. Gerçekten. O yüzden buradayım. Sen bana git diyene kadar da burada kalacağım."

 

Anneme verdiğim sözün hatırına...

 

Kafasını usulca salladı. Gözlerime değil masadaki ilaçlara bakıyordu. Birkaç saniye sessizce bekledik. En sonunda kafasını kaldırdı. Annemin hatırını bir kenara bıraktım. Ona sadece Çınar olarak baktım. Annemin oğlu olarak değil, sadece abim olarak.

 

Gülümsedim. "Yanağın kızarmış." Dedim. Gözlerini kırpıştırdı. Anlamaya çalışıyordu söylediğimi. "Sana vurdum ya Çınar, hani sen bir şey söylemedin."

 

Kafasını usulca salladı.

 

"Ödeştik." Dedim.

 

Kaşları sorguyla çatıldı. Kendimi açıkladım. "Sen de bana tokat atmıştın ilk gün, ödeştik işte." Sözleriyle attığı tokattan bahsediyordum.

 

Gözleri kısıldı. “Yani?”

 

“En baştan başlayalım. İlk kez tanışıyormuş gibi.”

 

🪷

 

Çınar Ilgazoğlu

 

Derdi bilenin dermanı çok olurmuş. Derdi bildim, dermanı kaybettim. Ben ne hale geldim?

 

Yaktığım sigaram içimi ısıtır mı bilmiyordum, ısıtsın istiyordum. Zaten şu dünyada içimi ısıtan başka bir şey kalmamıştı. Şu sigara bari bir işe yarasındı. Derin bir nefes çektim. Sigaranın ucu harlandı. Şöyle yanıp kül olsam ah etmezdim.

 

Annem ölmüştü.

 

Ben bunca sene ölümünün haberini almak için mi beklemiştim? Bunca sene...

 

Ben ona kızacaktım. Küsecektim. Yeri gelecek çekip gidecektim. Beni terk etmesinin acısını ondan çıkartacaktım. Ama ölmüştü... ben, benim hakkımı kime soracaktım?

 

Nedenini, nasılını bile bilmezken beklemek öyle ağır geliyordu ki... lakin bir şey de diyemiyordum. İsyan etsem kime edecektim?

 

Kardeşime mi?

 

Annemin yanında benden daha çok kaldı diye tüm nefretimi ona mı kusacaktım? Kusmuştum, gerçi. Suçlamıştım onu. Belki de kıskanmıştım. Annemle yaşamasına, annemle büyümesine.

 

Batırmıştım.

 

Derin bir nefes daha aldım. Yansın diye içim. Bir elimi korkuluğa yaslayarak aşağıda kalan bahçeye göz gezdirdim. Vakit geç olmuştu. Herkes uyumuş olmalıydı. Barışlardan döndükten sonra çocukları bırakıp dışarı çıkmıştım. Biraz nefes almak için, kafa dinlemek için, ne bileyim bir yol bulmak için.

 

Bulamamıştım, eve geri gelmiştim. Geldiğimden beri kimseyle de karşılaşmamıştım. Nilüfer de uyuyor olmalıydı. Benim odamda. Benim odam en üst kattaydı ve kimsenin en üst kata çıkmasına izin vermezdim. Nilüfer orada rahat ederdi. Bu aileye alışamayacağını biliyordum çünkü ben onlarla büyümeme rağmen alışamamıştım. Benimle kalması en doğru olandı.

 

Ne olursa olsun benimle kalmalıydı.

 

Bugün söyledikleri aklımdan geçtiğinde kaşlarım çatıldı. Dayak yediğini söylemişti, hem de birçok kez. Öğrenmem gerekiyordu. Her şeyi. Şimdiye dek yaşadığı ne varsa her şeyi...

 

İçimde ilk kez bu denli bir merak vardı. Ben normalde umursamazdım. Kendimden başka kimseyi. Volkan ve Lavin'i bile. Büyüdükten sonra zaten eve uğramış sayılmazdım. Lakin şimdi evden çıkasım gelmiyordu. Çünkü kardeşim buradaydı.

 

Öz kardeşim. Onun adını bile ben koymuştum. Annemin karnına yatıp kardeşimi hissetmeye çalıştığım anları hatırlıyordum. Onun bir an önce gelmesini öyle çok isterdim ki. Anneme hep ne kadar kaldığını sorardım. Bıkmadan söylerdi.

 

Sonra gitti zaten. Ben kardeşimi hiç göremedim. Terk edildim. Beni terk ettiler. Altı yaşındaydım. Babama değil anneme ihtiyacım vardı. Beni de yanına almalıydı. Benim de annemle büyümeye hakkım vardı. O, sadece Nilüfer'in değil benim de annemdi. O zaman neden sadece Nilüfer'e sahip çıkmıştı?

 

Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Bilmediğim şeylerin olduğunu biliyordum. Ama terk edilmenin o ağır duygusunu da içimden atamıyordum. Nilüfer'e belki de bu yüzden ilk gün bu kadar öfkeliydim. Birine, bir şeye hesap sormak istemiştim ve Nilüfer'i anlayıp dinlemeden hedef yapmıştım.

 

Pişmandım ama geç kalınmış bir pişmanlıktı bu. Yine de kardeşim artık buradaydı. Ben, ona git diyene kadar yanımda kalacağını söylemişti. O kelimeyi benden duyamayacaktı.

 

Boşa gitmiş 24 yılın acısı nasıl çıkardı? Çıkartmak istiyordum.

 

Belki de sadece sarılmak...

 

Aklıma amcamın söyledikleri geldi. Annemin ölüm haberini bana vermeye gerek duymamıştı. Onu öldürmek istemiştim. Gerçi yirmi dört yıldır bu isteğin kurbanıydım ama ilk kez bir şeye bu kadar yaklaşmıştım. Beni durduran şey yıllardır uğraştığım dosyaydı. Annem evden gönderildiğinde küçük olabilirdim ama aklım yerindeydi. Her şeyi hatırlıyordum. Yıllardır peşinde koştuğum gerçeğe adım adım yaklaşıyordum. Beni durduran şey ise Nülüfer’di. Eğer o gün gelmemiş olsaydı Seyfi Ilgazoğlu şimdi parmaklıkların arasındaydı.

 

Nilüfer geldiği gün, bilmeyerek çabaladığım her şeyin boşa gitmesine neden olmuştu. Amcama güvenmiyordum. Nilüfer’e zarar verebilirdi. O tehlikeli bir adamdı. O yüzden Nilüfer’i gözümün önünden ayırmayacaktım. İsterse benden nefret etmeye devam edebilirdi. Umurumda değildi.

 

Onun iyi olmasına ihtiyacım vardı.

 

Biten sigarayı korkuluğun üstündeki küllüğe bastırdım ve sigara paketinden bir sigara daha çıkarttım. Sigarayı dudaklarıma yerleştirdim, çakmağı çakacağım sırada gözüm bir şeye takıldı. Dudaklarımın arasındaki sigarayı çekip bahçeye dikkatle baktım.

 

Nilüfer, bahçedeydi.

 

Ne yapıyordu bu saatte bahçede? Şu an benim yatağımda uyuyor olmalıydı. Sigara paketini cebime attım ve içeri girdim. Hiç duraksamadan aşağıya indiğimde Nilüfer'i görememiştim. Nereye gitmişti bir anda? Dışarıya mı çıkmıştı? Ne işler çeviriyordu bu kız?

 

Dış kapıya yönelerek çıktığımda Nilüfer'i gördüm. Arkası bana dönüktü ve hızlı adımlarla evden uzaklaşıyordu. Kaşlarım çatıldı.

 

Sessizce arkasından ilerlemeye başladım. Bir süre dalgın dalgın yürüdü. Seslenip nereye gittiğini sormak istesem de söylemeyeceğini biliyordum. Boşuna kavga etmeye gerek yoktu.

 

Neredeyse on beş dakika yürüdükten sonra durmuştu. Beni görmesini istemediğim için sokak lambasının arkasına geçtim, gerçi bir direğin beni saklayacağını düşünmüyordum ama Nilüfer dikkatli bir insan değildi.

 

Sessiz sokakta konuşması duyuldu. "Çok beklettim mi?" Diye sormuştu. "Kusura bakma, aklımdan çıkmıştın. O kadar çok şey oluyor ki bir günde neyi düşüneceğimi şaşırıyorum."

 

Kaşlarım derince çatıldı. Kiminle konuşuyordu? Sevgilisi falan mı vardı? İyi de sevgilisi varsa bile ona kimsenin karışacağı yoktu ki... zaten izin vermezdi. Ne diye gecenin bir yarısı gizli gizli buluşuyordu?

 

"Sana bunu vermeye geldim."

 

Neyi? Neyi lan?! Neyi veriyorsun kızım? Tamam özgürsün falan da... bu kadarı da bana ters yani. Derin bir nefes aldım.

 

Sakinim.

 

"Şuradan ağzını sokabilir misin?"

 

Başlarım özgürlüğüne!

 

Direğin arkasından çıktım. "Lan! Ne yapıyorsunuz orada!?" Nilüfer beni görmeyi beklemediği için kocaman bir çığlık attı. Hiç umursamadan önüne yürüdüm. Bana korku dolu gözlerle bakması umurumda değildi. "Nerede o!?"

 

Gözlerini kırpıştırdı. "Çınar?" Dedi sorguyla. "Sen... sen ne arıyorsun-"

 

"Nerede dedim!? Ben adama ne yaparım biliyor musun, Nilüfer!? Ben adamı doğduğuna pişman ederim!"

 

"Ne diyorsun Çınar?"

 

"Başlatma Çınar'ına! Kardeşimsin lan sen benim! Tamam özgürsün falan da o kadar da uzun boylu değil!"

 

Nilüfer, sert bir nefes verdi. Kaşlarını çatmıştı. Aniden çıktığım için benden korkmuş olsa gerek eli kalbinin üstünde duruyordu. Bana birkaç saniye alık alık baktı. "Şu an seni anlamıyorum!" Dedi kafası karışmış gibi. Sert bir nefes verdim ve gözlerimi etrafta dolandırdım. Kimseyi göremesem de Nilüfer'i kolundan tutup kendime doğru çektim. Barışların evindeyken telefon konuşmasını dinlemiştim. Bana söylemediği bir sorunu vardı ve eğer bu durum onunla ilgiliyse burayı yakardım.

 

"Çınar, ne yapıyorsun?"

 

Etrafa bakmaya devam etsem de kimseleri göremedim. Nilüfer kolumun altından şaşkınca bana bakıyordu. Güvenliğinden emin olduğumda derin bir nefes alarak geri çekildim. "Asıl sen ne yapıyorsun kızım burada tek başına? Kiminle konuşuyordun?"

 

Gözlerini kırpıştırdı. Bana, garip garip baktıktan sonra eliyle bir yeri işaret etti. İşaret ettiği yere baktım...

 

Has... siktir.

 

Çitlerin arkasında parlayan iki çift göz görmemle irkilmem bir oldu. "Ananı! O ne lan!?"

 

Nilüfer'in kahkahası geceyi süsledi. Güzel gülüşüne rağmen kaşlarımı çatarak ona baktım. "Köpek, Çınar. Seni kovalayan köpek."

 

Aydınlandım resmen.

 

"Hadi ya..." çitlere yaklaşarak içeri baktım. Harbiden oydu. Bak şimdi öfkelendim. "Kızım sen gece gece niye geliyorsun köpeğin yanına!?"

 

Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Acıkmışlardır diye yemek getirdim."

 

Gözlerimi kıstım. "Gece saat üç! Sabahlar çuvala mı girdi!?"

 

"Sabah vaktim olmuyor ki, unutuyorum. Aklıma gelmişken getireyim dedim. O gün durumları kötüydü." Çitlere doğru baktı. "Aslında onları oradan almak lazım ama anne köpek bana henüz güvenmiyor. O yüzden ilk hedefim güvenini kazanmak."

 

Nilüfer...

 

Ah Nilüfer...

 

Bana döndü. "Bir saniye sen..." kaşları çatıldı. "Sen niye geldin?!"

 

Omuz silktim. "Benim de köpeği göresim geldi." Dedim gözlerini gözlerinden çekerek. "Hadi be oradan! Sen beni takip ettin! Hatta yetmedi sen benim baya baya biriyle konuştuğumu düşündün?! Ay inanmıyorum sana! Bir de nerede o diye soruyorsun! Sen gerçekten ayısın Çınar!"

 

"Ne var kızım!? Gece gece normal mi yaptığın sence, telefonla olan o garip konuşmandan sonra merak ettim."

 

Derin bir nefes aldı ve umutsuz bir vakaymışım gibi bana baktı. Kafasını iki yana salladıktan sonra beni görmezden gelerek çitin önüne eğildi. Karanlıktan dolayı fark etmediğim tabağı çitlere doğru itti. "Bak hadi, sok şuradan ağzını, ulaşırsın."

 

Yanına doğru gittim ve onun gibi yere çömeldim. Şimdi duyduğum konuşmalarını anlamlandırabilmiştim. Çitin arkasındaki köpek çitin arasından içi yemek dolu tabağa uzanmaya çalışsa da başarılı olamadı. Nilüfer ofladı.

 

"Sığar diye düşünüyordum, yazık yiyemeyecek."

 

"Kapıdan içeriye koysana." Dediğimde bana baktı. "Ya saldırırsa, kurtulamam ki ben. Yer beni bu."

 

Gülümseyecek gibi oldum. Yine de ciddiyetle devam ettim. "Ver ben koyayım." Karanlığa rağmen gözleri parladı. "Gerçekten mi?" Kafamı salladım. "Gerçekten."

 

Tabağı kavrayarak bana doğru uzattı. Elinden aldığımda dikkatimi bir şey çekmişti. Tabağın kendisi... lan bu yengemin tabağıydı.

 

"Nilüfer?"

 

"Hm?"

 

"Başka tabak yok muydu mutfakta?"

 

"Vardı. Ama bunu baya özenle koymuşlardı en yukarıya. O yüzden aldım." Haince sırıttı. "İnşallah önemlidir."

 

Kendime engel olamadan güldüm.

 

Bu tabak yengemin nesiller boyu antika olarak sakladığı tabağıydı. Biliyordum çünkü hep lafı dönerdi, özene bezene anlatır gösterirdi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Nilüfer'e gerçeği söylemedim. Ayağa kalktım ve çitin kapısına yaklaşıp usulca açtım. İçerideki köpek havladı o an.

 

"Sus lan it." Dedim kaşlarımı çatarak. "Hem yemek getiriyoruz hem de beğendiremiyoruz hanfendiye."

 

Sunum bile yapmışız! Antika tabakla.

 

Kapıyı tabağın sığacağı kadar açtım ve içeri bırakıp hemen geri çekildim. Aksi takdirde elim de yemek olabilirdi. Köpek önce yemeği kokladı sonra da yemeye başladı.

 

Yengem bu görüntüyü görse kalpten giderdi. Keşke görseydi.

 

🪷

 

Bölüm sonu!!!

 

Beğendiniz mi?

 

Düşünceleriniz?

 

Çınar?

 

Nil?

 

Baran?

 

Antika tabağı Nuran öğrenirse ne olur sizce ?

 

🍬

 

Vote

Ve

Yorumu

Unutmayın

 

Sonraki bölümde görüşelim🩷

 

🍭

 

Zeynepizem

 

İnstagram; Zeynepizem

 

 

Loading...
0%