Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

24. bölüm 2 gün sonra gelecek.♥️

 

5 BİN🩷

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 23

 

🪷

 

 

 

 

Huzurlu uykumun bölünmesinin sebebi duyduğum bağırış sesleriydi. Her ne kadar kafamı yastığın dibine sokup duymazdan gelmeye çalışsam da olmuyordu. Ofladım. Açılmamak içim direnen gözlerimi açarak tavana birkaç saniye baktım. Neden bağırdıklarını bilmiyordum ama şu an keyfim çok yerindeydi. Yatakta uyumuştum. Öyle rahattı ki... hiç kalkasım yoktu.

 

İçten bir gülümseme yerleşti yüzüme. Uzun zamandır bu kadar rahat bir uyku çekmemiştim. Dün gece Çınar'la olan minik maceramızdan sonra eve dönmüştük. Onu en nihayetinde delirtmeyi başarmıştım. Yatağına ondan önce yatmıştım ve sahiplenerek onu koltuğa mahkum etmiştim. Yine. Kendime bir aferin.

 

Gözlerim koltuğa doğru kaydı. Tahmin ettiğim gibi Çınar odada değildi. Kargalar daha bokunu yemeden bu adam kalkıp nereye gidiyordu tam olarak?

 

Yatakta doğruldum. Bir de hâlâ devam eden şu gürültü vardı. Neden bağırdıklarını anlamak için kalktım ve odadan pijamalarımla terasa çıktım. Çıkar çıkmaz aşağıdaki kargaşa gözüme battı.

 

"Polisi arayın! Biri polisi arasın! Kaç bin dolarlık tabağım gitti!"

 

Kaşlarım çatıldı. Ne oluyordu be?

 

"Abla bir sakin ol, başka bir yere koymuşsundur." Dedi Canan Hanım. Lakin Nuran hanım kendini yerlere vura vura bağırmaya devam etti. "Onun başka bir yeri mi var!? Hep oraya koyardım! Sanki bilmezsin! Hırsız girmiş işte! Çalmışlar tabağımı! Seyfi! Yetiş Seyfi!"

 

Kaşlarım biraz daha çatıldı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bahçede onlar haricinde Dilan Hanım, Şirin ve Seyfi Bey vardı. Ve birkaç tanımadığım adam... çalışanlar olmalıydı onlar.

 

Arkamda bir hareketlilik hissettiğimde kafamı omzuma doğru çevirdim. Çınar'ı görmeyi beklemediğim için şaşırmıştım. "Aa, sen evde miydin?"

 

Kör müsün, der gibi bakarak yanıma geldi ve cebindeki sigara paketinden bir sigara çıkartıp dudaklarına yerleştirdi. Huysuz bir şekilde homurdandım. "Sana da günaydın."

 

"Gün ayalı çok oldu." Dedi sinir bozucu bir şekilde. "Bana yeni aydı." Dedim aynı onun gibi. Beni yok sayarak sigarasını yaktı. Aşağıdaki hareketlilik artınca yine oraya baktım.

 

"Polis! Biri polisi çağırsın!"

 

Çınar belki biliyordur diye ona sordum. "Ne oluyor?" Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Bilmem, ne oluyor acaba?" Tek kaşımı kaldırdım. Tepkisi şüpheliydi. Aşağıya tekrar baktım.

 

"Dün gece kontrol ettim de yattım! Mutfaktaki en yüksek dolaptaydı! Başka yere koymadım adım gibi eminim! Biri çalmış işte! Gözü olanın gözü çıksın! Alanın elleri kırılsın! Biri polisi arasın! İmdat!"

 

Gözlerim büyüdü.

 

"Has... siktir." Diye mırıldandım.

 

Hafiften sıçtık, sıvadık falan...

 

Başımı hiç oynatmadan gözlerimi çevirerek Çınar'a baktım. Acaba anlamış mıydı?

 

Anlamamış olsun. Ne olur!

 

Sırıttı.

 

Anlamış.

 

Yutkundum.

 

Bir an ne yapacağımı şaşırdım. Fena halde paniklemiştim. Bir de bunun üstüne Nuran cadısı beddua edip duruyordu.

 

Çok şükür ki beddua sahibini bulurdu. Bana işlemezdi. Yani... inşallah.

 

"Çınar." Dedim hiç hareket etmeden. "Hm?"

 

"Söyleyecek misin?"

 

Hafifçe bana yanaştı. "Söylemeli miyim?" Kafamı iki yana salladım. "Söyleme." Dedim bir çırpıda. Gözleri kısıldı. "Benim kazancım ne olacak?"

 

Yutkundum. Nuran Hanımın çırpınışları çok hoşuma gitmişti, o ayrı bir meseleydi ama eğer tabağını benim aldığımı öğrenirse başımı ağrıtırdı. İzlediğim kadarıyla da bu ağrı fazla büyük olacaktı.

 

"Ne istiyorsun?"

 

Düşünüyormuş gibi yaptı. "Bugün." Dedi tane tane. "Benim, her dediğimi yapman işime çok gelir mesela..."

 

"Kölem ol diyorsun yani?"

 

"Sen öyle isimlendirmek istiyorsan,"

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Çok kötüsün!" Dedim yumruğumu omzuna geçirerek. "Niye söylemedin ki?"

 

Omuz silkti. "Eğlenmek için." Dedi ve pis pis sırıttı. Yüzümü buruşturdum. "Şu yaptığını hayvan hayvana yapmaz Çınar."

 

"Söylesem ne olacaktı kızım, ben fark ettiğimde iş işten geçmişti."

 

"Ya ben yıkar yerine koyardım!"

 

Gözlerini büyüterek bana baktığında omuz silktim. "Ne var? Nurandan köpeğe mikrop geçmediyse köpekten Nuran'a hiç geçmez."

 

Acaba... bunu sesli söylemese miydim? Yengesiydi sonuçta.

 

Yutkundum ve ardından hemen gülümsedim. "Ne yapmamı istersin?" Diye sordum tatlı tatlı.

 

Sigarasından bir nefes çekti. "Hazırlan. Dışarı çıkacağız."

 

Tek kaşımı kaldırdım. "Nereye gidiyoruz?"

 

"Ben nereye istersem oraya. Hadi."

 

Açılıp ağzına geçirmem yok mu?

 

Yok.

 

Söylerse Nuran başıma iş açar. Kadını zaten dövmüştüm üstüne bu olay patlak verirse ne yapar eder beni evden attırırdı.

 

Başımı eğdim ve zavallı bir duruşla içeri girdim.

 

Başıma daha ne işler açacaktım acaba?

 

Gerçi… Nuran'ı düşündükçe kahkaha atasım geliyordu.

 

Oh olmuştu.

 

Bir gün gidip kıyafetlerini de yakacaktım.

 

🪷

 

Üzerimi hızlıca giyinip evden çıkmıştım. Çınar beni arabada bekleyeceğini söylemişti. Merdivenlerden aşağıya inerken ikinci katta karşılaştığım Korkut Bey'le duraksadım. "Nil." Dedi. Tekerlekli sandalyesini önüme doğru sürmeye başladığında aşağıya inen merdivenlere döndüm. "Acelem var." Dedim gelmesin diye.

 

Arkamdan konuşsa da dinlemeden koşarak aşağıya indim ve hiç ardıma bakmadan bahçeden dışarı çıktım. Evin önünde çalışır halde bekleyen arabaya bindim. Çınar ben kapıyı kapattığımda arabayı hareket ettirdi. Nereye gittiğimiz sormadım. Umurumda değildi şu an. Gözlerimi ileriye dikip düşündüm sadece.

 

Babamı.

 

Canımı sıkıyordu. Ona bağırıp çağırmak istiyordum ama konuşmak istemiyordum. Görmek istemiyordum. Babama karşı içimde hissettiğim tek şey nefretti. Öyle kalmalıydı. Ona acımak istemiyordum.

 

"Nilüfer?"

 

Abime bakmadan onu yanıtladım. "Evet?"

 

"Ne oldu?"

 

"Ne olmuş?"

 

"Bilmiyorum, sana soruyorum."

 

Omuz silktim. "Yok bir şey." Sormamasını dilesem de sordu. "Nilüfer, var bir şey. Ne oldu?"

 

Ofladım. "Bir şey olmadı. Gelirken Korkut Bey'le karşılaştım sadece."

 

Birkaç saniye sessiz kaldı. Bana baktığını fark ettiğimde ben de ona baktım. "Onunla konuşmaktan neden kaçıyorsun?"

 

"Canım onunla konuşmak istemiyor." Dedim ilgisiz bir tavırla. "Canın mı istemiyor yoksa cesaret mi edemiyorsun, Nilüfer?"

 

Gözlerinin içine baktım. "Sana ne Çınar?" Dedim suçlayıcı bir tavırla. "Canım ister konuşurum, canım ister görmezden gelirim, canım ister bağırırım. Sana ne?"

 

Derin bir nefes aldı. "Babama haksızlık ediyorsun." Dedi o an. Kaşlarım çatıldı. "Onun anneme yaptığı haksızlığın yanında benim yaptığımın lafı olmaz." Dedim net bir şekilde.

 

Sessiz kaldı. Bu sefer üstelemedi. Ben de önüme döndüm. Kollarımı göğsümde birbirine doladım ve yolu izlemeye başladım.

 

Nereye gittiğimizi fazlasıyla merak etsem de sormadım. Konuşasım yoktu. Araba evden çoktan uzaklaşmış daha önce hiç bilmediğim bir yola sapmıştı. Evdekileri bir kenara itmeye karar verdim. Bu ruh haliyle Çınar'ın kölesi olursam ikinci dakikadan katil de olurdum.

 

Etrafa meraklı gözlerle baktım. İşlek bir yerleşim yerinden geçiyorduk. İnsanlarla doluydu etraf. Konağın olduğu yer özel mülkiyet alanda kaldığından olsa gerek yabancılarla yüz yüze gelmemiştim.

 

"Nilüfer." Diye seslenen abime döndüm. "Arka koltukta bir poşet var. Alsana onu."

Şimdiden kölelik başlamıştı anlaşılan. Dediğini yaparak arkama döndüm ve söylediği poşeti aldım. Yeniden önüme döndüğümde konuştu. "Senin o."

 

Kaşlarım kavislendi. "Benim mi?" Dedim şaşkınlıkla. "Evet. Açsana."

 

Afalladım. Bana mı almıştı? Gözlerimi kırpıştırdım. Heyecanlanmıştım. Çünkü hiç beklemediğim bir olay yaşıyordum şu an. Heyecanımı belli etmemeye çalışarak poşetin ağzını açtım ve o an hevesim kursağımda kaldı. "Şaka mı yapıyorsun Çınar?!"

 

Bana yan bir bakış attı. "Hayır." Dediğinde öfkelendim. Ona bağıracağım sırada konuşarak lafı ağzıma tıktı. "Dün gözün kalmıştı. Yiyememiştin."

 

Bana aldığı şey baklavaydı. Yani tamam düşünmüştü falan da... lan oğlum ben diyabet hastasıydım!

 

"Dün yiyememiştim ama bugün de yiyemem. İlacımı daha yeni aldım ve kahvaltı etmedim. Bunu yersem gözümü hastanede açarım." Duraksadım. "Gerçi senin istediğin bu galiba!"

 

Sert bir nefes verdi. "Şimdi ye demedim zaten Nilüfer. Diyabetik baklava o. Şekeri de kalorisi de normal baklavanın yarısından daha az. Kahvaltıdan sonra yiyebilirsin."

 

Gözlerimi kırpıştırdım. Şaşkınlıkla sordum. "Gerçekten mi?"

 

Arabayı ara bir yola soktu ve sonra cevapladı. "Gerçekten."

 

Yaaa!

 

Ama... ama ben seni yerim!

 

Baklavayı yani.

 

Gözlerim dolu dolu olmuştu. Barışlardayken gerçekten yemeyi çok istemiştim ve o bunu fark edip benim için... şu an ona sarılmak istiyordum. Benim için bir şey yapmıştı. Abim. Benim için.

 

"İyi de sen bunu ne ara...?"

 

"Dün arkadaşımla konuştum yapması için, sabah gidip aldım."

 

Bedenimi ona doğru çevirdim. Benim için uğraşmıştı resmen. Benim için! Bunu hiçbir zaman unutmayacaktım. "Teşekkür ederim!" Dedim içten bir şekilde. Tavrım onu gülümsetti. "Rica ederim." Dedi benim aksime sakince.

 

Genişçe gülümsedim ve kucağımın üzerindeki poşete döndüm. Poşetin içinde baklava görselli bir kutu vardı. Görseli bile çok güzeldi. Yiyebilecek olduğumu bilmek daha çok canımın çekmesini sağlamıştı. Şimdi yemek istiyordum. Çok fena istiyordum. "Yerine koy onu. Kahvaltıdan sonra yersin."

 

Ne kadar karşı gelmek istesem de sağlığım için doğru olan yememekti. Kafamı salladım ve poşeti bağlayıp arka koltuğa koydum yine. Arabadan indiğimizde ona sarılacaktım. Çok içimden gelmişti şu an.

 

"Birlikte mi kahvaltı yapacağız?" Diye sordum merakla. Onaylayıcı bir şekilde homurdandı. "Nerden çıktı ki birdenbire bu? Ölüyor muyum yoksa?"

 

Bana ters bir bakış attı. "Saçma sapan konuşma. Ayrıca verdiğim kadar alacağım. Hiçbir şeyi beleşe yapmıyorum."

 

Gözlerimi kıstım. Bu işin içinde bir iş vardı. Yolun sonunu göremiyordum resmen ve bu benim canımı sıkıyordu. Korkutuyordu da. Neyse... yine de ana odaklanmak önemliydi. Sonuçta bana baklava almıştı. İstediğim gibi yiyebilecektim!

 

Araba kullanmıyor olsa boynuna atlardım. Ama araba kullanıyordu ve ben kullandığı arabanın içindeydim. O yüzden kendimi riske atamazdım.

 

"Biz şimdi nereye gidiyoruz?" Diye sordum dayanamayarak. "Çalıştığım yere." Dedi. Çalıştığı yer?

 

Nerede çalışıyor olabilirdi ki?

 

Her zaman çıkarken takım elbiseyle çıkıyordu evden. Riskli bir durum yok gibiydi.

 

Umarım.

 

"Nerede çalışıyorsun?"

 

"Gittiğimizde görürsün."

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Yaptığı yüzünden, bana baklava almıştı, heyecanlandığım için konuşup durasım geliyordu. "Nuran sence polise gider mi?"

 

"Bilmem. Güvenemiyorum."

 

"Hapse falan girmem değil mi?"

 

"Tabağı bulamayacaklarına göre..." bana baktı. "Hayır."

 

"Ya bulursalar?"

 

"Benim haberim yok dersin."

 

"Yalan mı söyleyeyim?"

 

"Ne bileyim Nilüfer? Öğrenmesini istiyorsan git söyle istemiyorsan söyleme, yakalanınca da inkar et."

 

"Ne tersliyorsun!?"

 

"Çok boş sorular soruyorsun çünkü."

 

Kaşlarımı çattım. "İyi." Dedim kafamı cama çevirerek. "Konuşmayacağım bir daha seninle!"

 

"Bir saat sonra göreceğim ben seni."

 

Gözlerim şüpheyle kısıldı. Valla bir felaket bekliyordum. Bana bu kadar iyi davranması hiç hayra alamet değildi.

 

🪷

 

"Oha!" Araba durduğu an aşağıya atladım. "Ay oha!" Arkamdan seslendi. "Yavaş." Duymazdan geldim.

 

At çiftliğine gelmiştik! Atlar vardı! Bir sürü!

 

Kendi etrafımda döndüm. Her tarafa bakabilmek için. Hemen karşıda koca bir ahır vardı. Ahırın önünde daha kocaman çitlerle çevrilmiş bir alan vardı ve orada atlar koşuyordu. Ben de koştum; çitlere doğru. Çitin önüne geldiğimde en üsten tutarak atlara baktım. Kocamanlardı.

 

"Daha önce hiç ata bindin mi?" Arkamdan gelen Çınar'ın sorusuyla kafamı iki yana salladım. "Bu kadar yakından bile görmemiştim."

 

Tam arkamda durduğunu hissettim. Bana en yakın olan at kahverengiydi. Kocamandı ve ağzına takılmış bir torbadan ot yiyordu. Çitin içinde sadece atlar yoktu onlarla ilgilenen insanlar da vardı.

 

"Hayri!" İrkildim. Çınar'ın seslenmesini beklemediğim için korkmuştum. Seslendiği kişi genç bir çocuktu. Koştura koştura önümüze geldi. "Oo abim! Hoş gelmişsin! Ne zamandır uğramıyordun, merak ettik valla." Genç çocuk bana baktı. "Siz de hoş gelmişsiniz!"

 

Gülümsedim. "Hoş bulduk." Dedim nazikçe. Çınar bir kafa selamı verdi. "Atlardan birini çeksene önümüze."

 

"Hemen, abim!" Dedi Hayri. Bizden uzaklaşarak atlardan birinin yularından tutarak olduğumuz çitin önüne doğru getirdi. Bir iki adım geri çekildiğimde Çınar'a çarpmıştım.

 

Ay kocamandı!

 

Çınar kulağıma doğru konuştu. "Sevebilirsin."

 

"Isırmaz değil mi?"

 

Arkamdan kıkırdadı. "Isırmaz." Dedi. Ata doğru bir adım attım. Aramızda çit vardı ama yine de gerilmiştim. Çünkü daha önce hiçbir ata bu kadar yaklaşmamıştım. Elimi yüzüne doğru kaldırdığımda huylanarak kafasını salladı. "Ay!"

 

Ufak çığlığım Çınar'ı ve genç çocuğu güldürdü. Alt dudağımı sarktım. "Sevmedi beni." Sesim ağlak çıkmıştı. Çınar arkamdan ata uzanarak başını eline yasladı. At, bu dokunuştan hiç huylanmadı. "Seni tanımıyor, garipsedi." Dedi açıklayarak.

 

"Abla yedirmek ister misin?" Diye sordu Hayri, elindeki kesme şekerleri bana doğru uzatıyordu o sırada. "Ama ya elimi yerse?" Hayri, gülmemek için kendini sıkarken Çınar koy vermişti bile. Hayri'nin elinden iki kesme şeker alıp atın ağzına doğru uzattı. At, Çınar'ın avucunun içindeki kesme şekerleri dudaklarıyla puflayarak yediğinde çıkardığı ses beni gülümsetmişti.

 

Çınar, Hayri'nin elinde kalan şekerleri de aldı ve bana uzattı. Elindeki kesme şekerleri aldım. "Avucunu açık tut, o kendi alır." Kafamı salladım. Avucumun ortasına yerleştirdim kesme şekerleri. Sonra ata baktım.

 

Ya elimi yerse...

 

Yemese bile ya yanlışlıkla ısırırsa?

 

Ağlarım. Gerçekten.

 

Çınar, ata elimi uzatmadığımı fark ettiğinde elini elimin altına yerleştirmişti. Onunkinden hayli küçük kalan elimi güven verici bir şekilde kavradı ve atın ağzına doğru yaklaştırdı. Elimi yer diye küt küt atan kalbimle sırtımı Çınar'a yasladım. Tek gözümü kapattığım sıra at elimdeki kesme şekerlere sert bir nefes verdi. Sıcak nefesini hissetmemle elimi geri çekmeye çalıştım ama Çınar izin vermedi.

 

Elimi yedirecek!

 

Biliyordum! Bir şey planladığını biliyordum!

 

Atın dudaklarını avucumda hissettiğimde çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Elime salyaları bulaştı, çok şükür ki kesme şekerleri yemiş elimi bırakmıştı.

 

Elimi geri çektim hızla ve elimde bıraktığı salyalardan rahatsız olduğum için avucumun içini Çınar'ın kazağına sürdüm. "Lan!" Dedi o sıra. "Mikrop seni!" Omuz silktim.

 

"Sensin o! Yaladı elimi resmen, ne yapayım!?"

 

"Ya sabır ya, sana insanlık eden de kabahat!"

 

Yine omuz silktim. Onunla ilgilenmeden ata baktım. Bu sefer elimi korkmadan başına koyup sevebilmiştim.

 

"Abi?" Dedi sorar gibi Hayri. Merakla beni göstermişti. Çınar konuşmadan ben konuştum. "Nil ben!" Elimi ona doğru uzattığımda ellerini iki yana kaldırdı. "Kirli ellerim abla, kusura bakmayasın."

 

Omuz silktim. "Bir şey olmaz." Abimin üzerine sileceğim ne de olsa. Ona uzattığım elimi tuttu. "Hayrı ben de." Kafamı sallayarak elimi geri çektim. "Memnun oldum." Dedim gülümseyerek. Çınar lafa girdi.

 

"Hayri, Nil benim kardeşim." Dedi. Hayri anlık bir duraksama yaşadı. "Kardeşin mi?" Bana baktı. Birkaç saniye sonra gözleri büyüdü. "Ferda Hanımım mı geldi!?" Diye sordu heyecanla. Şimdiye dek konuştuğum herkes annemi tanıyordu demek.

 

Hepsi de güzel tanıyordu...

 

🪷

 

Çiftlikte birçok çalışan vardı. Birçoğu atlarla ilgileniyor, birçoğu temizliği yapıyordu. Ahırların arka tarafında, 10 dakikadan fazla yürümek gerekiyordu, güzel bir kafe vardı. Ağaçların içinde, cıvıl cıvıl, oldukça ferah bir kafeydi. İki katlıydı. Altta da üste de açık alan yapılmıştı. Şu an üst katta ve terasın en kenarındaydık. Kahvaltımızı yapıyorduk ve her şey doğal olduğu için aşırı lezzetliydi. Sonsuza dek yiyebilirmişim gibi geliyordu.

 

Ortadaki tabakta son kalan peynir dilimine uzanacakken Çınar benden önce davranarak çatalını peynire batırıp tek lokmada ağzına attı. Kaşlarımı çattım. "Sen hep böyle uyuz musundur?" Çatık kaşlarımdan birisini kaldırdım. "Yoksa geçen köpekten kaçarken ısırıldın mı? Ondan mı kaptın bu uyuzluğu?"

 

O da kaşlarını çattı. Cevap vermediği için önümdeki zeytinlere uzandım ama ben yine uzanamadan tabağı kendi önüne çekmişti. "Ya! Ne yapıyorsun?!"

 

Omuz silkti. Yüzüne öfkeyle baktıktan sonra salamlara uzanmaya çalıştım ama onları da aldı. Bir çığlık attım. "Ya bıraksana yiyeceğim!?"

 

Çatalı bu sefer reçele uzattım. Bir işe yaramadı. Çıldıracaktım şimdi. Delirtiyordu beni. Salatalıklara uzanacaktım ki elini tabağın üzerine kapattı. Öfkem kafamı vurduğunda çatalı havaya kaldırdım ve kaldırdığım gibi Çınar'ın elinin tersine geçirdim. Acıyla bir çığlık attı. "Lan ne yapıyorsun!?"

 

"Asıl sen ne yapıyorsun!? Yemek yemeye çalışıyorum!"

 

"Yeterince yedin! Fazlası zararlı!"

 

"Hayır değil!"

 

"Zararlı! Yediğin her şeyin kalorisini hesaplıyorum!" Duraksadım. Birbirimize bir süre düşmana bakar gibi baktıktan sonra sordum. "Ne?"

 

Elini çekti ve çatalı batırdığım kısma baktı. Sonra kaşlarını çattı. "Ne batırıyorsun kızım çatalı!?"

 

"İzin vermiyorsun yememe! Bir lokma alacaktım ardı üstü!"

 

"Yok efendim alamazsın bir lokma falan! Kahvaltı sınırını doldurdun!"

 

Oturduğum sandalyede ayaklarımı yere vurdum. "Ya sen ne karışıyorsun!?"

 

"Karışacağım tabi! Bir de çatalı sokuyor! Kalk kız! Yeter sana bu kadar iyilik!!"

 

Ne?

 

Dur ne?

 

N'oluyor?

 

Ne diyor?

 

İmdat!

 

🪷

 

"İmdaaat!"

 

Ensemden tuttu. Tuttuğu gibi de beni ahıra itti. Ona yalvaran bir kedi gibi baktım. "Bunu yapamazsın! Bu yaptığın insanlık değil!"

 

"Gayet de yaparım." Dedi rahat rahat. Ayaklarımı yere vura vura mızmızlandım. "Ya bana ne?! Ne diye yapacakmışım!? Yapmıyorum!"

 

"Yapmıyorsun öyle mi!?" Diye sordu abartarak. "İyi ben yengeme gideyim o zaman."

 

Ahırı dolduran bir çığlık!

 

"Yapma! Bak yaparsan elimde kalır o kadın benim! Onu da kendimi de yakarım!" Öfkelendim bir an. "Yakarım ulan buraları yakarım!"

 

Beni umursamayarak kenardaki süpürgeyi önüme attı. "Sus! Kes! Pırıl pırıl yapacaksın buraları! Kaytardığını görürsem..." kafasını salladı, sen devamını biliyorsun der gibiydi. Burnumu çektim. O ahırdan çıkıp giderken arkasından baktım.

 

"Sen var ya! Bu dünyadaki en kötü insan falansın! Yasak Elma'daki Şahika'dan daha kötüsün! Şeytan kılıklı pislik!"

 

Olduğum yerde biraz daha tepindikten sonra hiçbir şey değişmediği için kendimi durdurdum. Etrafa baktım. Elimizde kocaman bir at ahırı ve bok yığını vardı. Bir kez daha tepindim, parçalayacaktım buraları, yıkacaktım! Ben burayı nasıl temizleyecektim!?

 

Nasıl temizleyecektim!!?!?!

 

Ağlamaktan gebermişim gibi burnumu çekerek yerdeki kalın süpürgeyi aldım. Kürek de vardı ama çok ağırdı. Uzayıp giden ahırlara baktıktan sonra kaderime boyun eğerek ağlaya ağlaya süpürmeye başladım.

 

Şaka gibiydi ama ben şu an resmen bok süpürüyordum.

 

Bok gibi bir gün.

 

Mecazi değil.

 

Bok gibi.

 

Kokuyordu burası! Bok gibi kokuyordu. Bir de pırıl pırıl yapacaksın diyordu! Bok yapardım! Görürdü o!

 

Benim adım Nil'di. Bu yaptığının ona bedelini ödetecektim.

 

Ağlaya zırlaya ahırlardaki bokları küreyip bir yere toplamaya başladım. Gözümden yaş akmıyor olsa bile beni duyan biri ağladığımı sanırdı. Of nefes alamıyordum! Çok kötüydüm! Çok fenaydım.

 

Atlara karşı artık koca bir ön yargım vardı. Bir hayvan nasıl bu kadar gübre çıkartabilirdi? Şaka gibiydi!

 

Giydiğim, ayaklarıma büyük gelen, sarı çizmelerle girdiğim at ahırından çıkıp diğerine geçtim. Bu küçük bölmelerin her birinde bir tane at oluyormuş, hepsinin özel yeri varmış. Bir kez daha kaderime isyan ederek bir başka bölmeye girdim. Gördüğüm manzarayla gözlerim büyüdü.

 

"Hoay maşallah!" Kafamı iki yana salladım. "Tövbe ya."

 

Yanımda getirdiğim küreği bok dağına daldırarak gücümün yettiği kadarıyla taşımaya başladım. Tam o esnada kirlenmemek için giydiğim tulumun içindeki telefonum çalmaya başladı.

 

Elimdeki sarı eldivenleri çıkartarak bacaklarımın arasına sıkıştırdım ve telefonu alıp arayana baktım.

 

Gözlerim büyüdü.

 

Barış arıyordu!

 

Kurtuluşum!

 

Hemen açıp kulağıma yasladım. "Barış!"

 

"Nil müsait miydin?"

 

"Barış yardım et!?"

 

Telefonun ucundan duraksadığını hissettim. "Ne oldu? İyi misin?" Kafamı iki yana salladım. "Hayır! Boka battım!"

 

"Ne?"

 

"Boka battım! Baştan aşağı boka battım! Yardım et!"

 

"Nil, neredesin? Tehlike de misin?" Ağlar gibi isyan ettim. "Beni alıkoydu! Bırakmıyor! Şantaj yapıyor!"

 

"Nil, neredesin!?" Diye bağırdı endişeyle telefonun ucundan.

 

"At çiftliğinde! Gerçekten boka battım!"

 

"Geliyorum tamam mı? Sakin ol. Kendini koruyabilecek bir yerde misin?"

 

Kafamı iki yana salladım. "Hayır, her an boğulabilirim."

 

Kokudan.

 

"Tamam, Nil. Bir şey olmayacak tamam mı? Korkma. Geliyorum." Konuşacaktım ki engel oldu. "Hemen konum at bana!" Telefon suratıma kapandı.

 

Gözlerimi kırpıştırdım. Bir saniye... has siktir! Lan beni yanlış anladı ya bu!

 

Barış'ı geri aradım ama açmadı. Açmadığına göre önemli bir şey olmadığını düşünmüştür diye düşündüm. Neyse, yine de konumu atacaktım. Belki gelirdi ve ben de şu işten sıyrılırdım.

 

Telefonumu cebime attım ve eldivenlerimi takarak küreğime sarıldım. Kendisiyle dünyalara sığmayacak bir ilişki içerisindeydik.

 

Küreği boka saplayıp ahırı temizlemeye başladım. Temizlik imandan derlerdi, atlar galiba imansızdı.

 

Yattığın yere de sıçmazdın yani!

 

🪷

 

Kendi kendime şarkı mırıldanarak bokları taşımaya devam ederken Çınar'ın sesini duymuştum. "Nilüfer?"

 

Küreğimle birlikte ahırdan çıktım. Çınar, bana baktı ben de ona. Onun bakışları yavaşça değişti sonra. Yüzü garip bir hal aldı ve en sonunda gür bir kahkaha attı.

 

"Bok gibiyim, lafının vücut bulmuş halisin Nilüfer."

 

Gözlerimi devirdim. "Sensin bok! Bokçuk!"

 

Gülmeye devam etti. "Bu yavaşlıkla devam edersen bugün bitiremezsin burayı ben sana söyleyeyim."

 

Ayaklarımı yere vurdum. "Ya ne yapayım!? Anca gücüm yetiyor!"

 

Ona küserek arkamı döndüm ve ahırdaki bir bölmeye girdim. Kendi kendime konuşarak küreği boka sapladım. "Hayır yani, bunu neden ben yapıyorum ki? Bana kimse bok atmayı öğretmedi! Ben ne anlarım bok temizlemekten!?"

 

Ağlak bir tonlamayla isyan ettim. "Hayır bir de koca koca boklar! Nasıl temizleyeyim!?"

 

Çınar bulunduğum bölmeye girdiğinde küreği bırakarak ona taraf döndüm. "Bari atmayı öğret! Ben hiç kürek kullanmadım!"

 

Sert bir nefes verdi. "Ver!" Dedi en sonunda ters ters. Küreği eline tutuşturarak çıkışın olduğu tarafa geçtim.

 

Çınar, bir ayağını hafifçe kırdı, diğeriyle destek aldı. "Bak şimdi, önce saplayacaksın." Küreğin ucunu boka sapladı. "Sonra ayağınla güç vereceksin." Dediğini yaptı. "Sonra tutup atacaksın."

 

Genişçe sırıttım. "Ya öyle mi?" Dedim masum masum. "Eline de çok yakıştı, bakıyorum da bu işte baya bilgilisin."

 

"Tabi ki bilgiliyim Nil, bu atların hepsi üstüme zimmetli benim. Gülü seven dikenine katlanır."

 

Bir de olgun olgun konuşuyor! Haspam!

 

"Kendin söyledin, bana zimmetli dedin! Ben ne alaka ya!? Ben ne alaka!? Bana bu atların yararı yok ki!? Niye temizliyorum boklarını! Bırak ben gideyim! Gerçekten çok yoruldum."

 

Kafasını iki yana salladı. "Hayır gidemezsin. O çatalın bedelini ödeyeceksin."

 

Gözlerimi kıstım. "Öyle mi Çınar?"

 

Kafasını salladı. "Öyle."

 

Derin bir nefes aldım. "O zaman bak bakalım gösterdiğin gibi yapabiliyor muyum?" Diyerek küreğe uzandım. Elindekini bana verdi. Söylediği gibi yaparak küreği boka sapladım, sapladığım gibi kaldırdım ve kürekle aldığım tüm boku Çınar'ın üstüne savurdum.

 

Çınar göğsüne çarpan bok kütlesiyle kalakaldı. Birazcık yüzüne de sıçramıştı. Şu an gözleri kapalıydı ama eğer açarsa ve beni burada görürse cesedimi çiğnerdi. Küreği bir kenara atarak ahırdan çıktım. Koşmaya başladıktan 5 saniye sonra arkamdan bağırmıştı.

 

"Öldürdüm seni Nilüfer!? Feriştahı gelse alamaz seni elimden!! Seni bokun içine yatırıp kürekle küremezsem ben de Çınar değilim ulan!"

 

Komşu delirdi! Komşu çıldırdı.

 

"İmdaat!" Dedim can havliyle bağırarak. Çoktan ahırdan çıkmış bahçeye geçmiştim. Önünden geçtiğim insanlar garip garip bana bakıyordu.

 

"Adam öldürüyorlar! Cinayet! Birisi yardım etsin! İmdaat! Cinayet cinayet!"

 

Tüm hızımla koşmaya devam ederken Çınar'ın sesini bastıran bir ses duydum. "Nil!"

 

Yüzümü sesin geldiği yöne çevirdim.

 

Barış!

 

Kahramanım!

 

Ona doğru koştum. "Barış! Yardım et!"

 

Ben ona gitmeden ona bana geldi. Bir araya geldiğimiz an kollarımı kavradı. Gözlerinde büyük bir endişe vardı. "Nil! İyi misin?" Kafamı iki yana salladım. "Öldürecek beni!"

 

Arkama baktı. Sonra anlık olarak afalladı.

 

"Gel len buraya!? Nereye kaçıyorsun!? Boka sokup sokup çıkaracağım kızım seni!?"

 

Yapardı. Biliyordum yapardı.

 

"Barış!" Kollarından sıyrılarak arkasına geçtim. "Yardım et." Dedim ağlar gibi. Gerçekten ağlamak üzereydim şu an. Beni öldürecekti. Öldürmese bile bayıltacaktı.

 

Yapacaktı!

 

Çınar sonunda nefes nefese bizim önümüzde durduğunda Barış'a baktı. "Sen ne arıyorsun lan burada?"

 

Barış omuzlarını kaldırıp indirerek omzunun üzerinden bana baktı. Sonra yeniden Çınar'a. Bu döngü 3 kez devam ettikten sonra gözleri bende sabitlendi. "Sen... sen ciddi misin Nil!?"

 

İrkildim. Bağırmasını beklemiyordum. "Ne diye bağırıyorsun sen şimdi bana?" Diye sordum masum masum. "Sana bir şey oldu sandım! Öyle bir konuştun ki aklım çıktı! Yani...!" Ters bir bakış... "Yaptığın iş mi?!"

 

Haa... aydınlandım resmen.

 

Elimle önüme gelen saçlarımı geri ittim. "Şey... ben bu kadar ciddiye alacağını düşünmemiştim." Suçlulukla gözlerimi kaçırdım. Sonra aklıma Çınar geldi.

 

"Ya yalan söylemedim ki. Baksana şuna öldürecek beni. Ne yapayım?" Barış, bana umutsuz bir vakaymışım gibi baktıktan sonra Çınar'a döndü. "Ya oğlum sen daha geçe- bok mu lan o?"

 

Çınar öfkeli bir şekilde homurdanarak bana uzanmaya çalıştı. Barış'ın koluna sarıldım. "Bir şey yap!" Dedim bağırarak can havliyle. Çınar bana ulaşmaya devam ederken Barış bağırmıştı. "Ya size gerçekten inanamıyorum!" Kolunu bırakarak geri çekildim. Şu an ondan yardım istediğim için yanlış yaptığımı düşünüyordum. "Şu haline bak! Ne bu!?" Eliyle Çınar'ın tipini göstermişti. Sonra bana döndü. "Hele sen! Sen benim aklımı mı çıkartmak istiyorsun!? Kardeşsiniz lan siz!" Tekrar Çınar'a döndü. "Bu kız beni niye canı çıkıyor gibi arıyor Çınar!? Ne yapıyorsunuz siz?!"

 

Çınar gözlerini büyüttü. "Lan canı çıkan o mu?! Halime bak!"

 

Mırıldandım. "Bok gibiyim, lafının vücut bulmuş halisin."

 

Çınar bana baktığı için sustum ve hemen kendimi korumaya aldım. "İlk o başlattı! Bana bok temizletti! Ben ne anlarım boktan! Şehirde büyüdüm oğlum ben! Hayatımda at bile görmedim ki bokunu göreyim!"

 

Barış sabırla bir nefes alıp verdi. "Yiyin birbirinizi!" Dedi, kafasını salladı. "Tamam mı? Öldürün! Parçalayın!"

 

Arkasını dönerek yolun kenarına çektiği arabasına yürümeye başladığında öylece gidişini izlemiştim. Barış, arabasına binip son hızla gitti. O süre zarfında bir kez bile arkasına bakmadı. Omuzlarım düştü. Gözlerimi kafamı oynatmadan Çınar'a çevirdiğimde onunla göz göze geldim.

 

Şüpheli bir tavırla sordu. "Sen niye Barış'ı aradın?"

 

"Ben aramadım." Dedim dürüstçe. Tek kaşını kaldırdı. "O öyle söylemedi ama?"

 

"Barış beni aradı. Boka battım dedim yanlış anladı."

 

Bedenini bana doğru çevirdi. "Barış, seni neden arıyor?" Diye sordu şüpheyle. Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bilmem, konuşmasına fırsat vermedim ki."

 

Gözleri kısıldı. Yüzüme biraz daha bakmaya devam ettiğinde yüzümü buruşturdum. "Of çekilsene! Bok gibi kokuyorsun!"

 

Ona arkamı dönüp bir şey söylemesine izin vermeden koşturmaya başladım. Hatırladığı için dövebilirdi

 

"Nilüfer." Diye bağırdı arkamdan. "Bunun bedelini ödeyeceksin."

 

Hadi be oradan! Bokcuk!

 

🪷

 

Bölüm sonuu!!

 

Beğendiniz mi?

 

Düşünceleriniz?

 

Barış tepkisinde haklı mı?

 

Nil?

 

Çınar?

 

🍭

 

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYIN

 

🍭

 

İnstagram; Zeynepizem

 

Karakterlerin aklımdaki modellerini instagramda paylaştım. Merak eden bakabilir🩷

 

 

 

 

Loading...
0%