Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 24

 

🪷

 

 

"Peki şuradakinin adı ne?"

 

"Yadigar." Dedi Hayri. Siyah bir attı baktığım. Diğer atlardan uzakta takılıyordu. Buradaki bütün atların isimlerini öğrenmeye çalışıyordum ama çok at vardı. Hem de çok. "Neden diğerlerinin yanında değil?"

 

"O biraz huysuzdur, hanımım. Diğer atlarla uyuşmaz."

 

Kaşlarımı çatarak Hayri'ye baktım. "Hayri!" Dedim. "Hanımım ne be!? Sensin hanımım!"

 

Hayri tepkime güldü. "Nil diyecektim." Dedi. Ona kötü kötü baktıktan sonra Yedigar'ın olduğu tarafa doğru ilerledim. Bu cesaretin sebebi atlarla aramda çit olmasıydı.

 

Hayri'yle biraz sohbet etmiştik. Çocukluğundan beri burada çalışıyordu. Annesi babası da buralarda hep çiftliklerle ilgilenmiş. Onlar yaş alınca birçok iş Hayri'ye kalmış. Okula da gitmiş ama hiç sevmemiş. Okuldan hep kaçarmış. Babası da bu okumaz deyip çiftlik işlerinde kullanmış.

 

Hayri, benden büyüktü. Aramızda bariz bir yaş farkı yoktu o yüzden ona abi demek gibi bir girişimde bulunmamıştım. Lakin o bana hanımım deyip duruyordu ve ben deliriyordum. Düşünmeyi keserek dikkatimi çeken ata yoğunlaştım. Yadigar kendi halinde otluyordu. Yakındaki çitin önünde durduğumda bana bakmış, kayda değer bir şey görmese gerek otlanmaya devam etmişti.

 

Dirseklerimi çite yasladım ve yanağımı da kollarıma yaslayarak ata bakmaya devam ettim. Oldukça dinç görünüyordu. Kendini sineklerden korumak için simsiyah kuyruğunu sallayıp duruyordu. Yüzümde buruk bir gülümseme belirdi.

 

Annem atları çok severdi. Anlattığına göre simsiyah ve kocaman bir atı vardı. Adı Kömür'dü. Ona bindiğinde özgürlüğü hissedermiş. Hiç hissetmediği kadar. Annemi atının üstünde hayal ettim. Başına bağladığı siyah şalı at koştukça rüzgara takılıp savruluyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Mutluydu.

 

Keşke gerçekten de hayallerimdeki kadar mutlu olabilseydi.

 

"Nilüfer."

 

Yüzümdeki gülümseme soldu. Gözlerimi açtım ama duruşumu bozmadım. Sesinden tanıdığım Çınar yanımda durup ellerini çite yasladı. Yan gözle gördüğüm kadarıyla boklarından arınmıştı.

 

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Duş aldığı için olsa gerek saçları nemliydi. Hayri, minik bir izin isteyerek yanımızdan uzaklaştığı sıra Çınar sormuştu.

 

"Ne yapıyorsun burada?"

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Atlara bakıyorum."

 

Sessiz kaldı. Benim gibi bir süre atları seyretti. Anladığım kadarıyla bana olan siniri dinmişti.

 

Belki de sakinmiş gibi yapıyordur?

 

Olabilir.

 

Hemen test etmek için konuştum. "Bokçuk."

 

Bana yan bir bakış attı. Ona seslendiğimi biliyordu. Genişçe sırıttım. "Ne? Bence bu isim sana yakıştı."

 

Sert bir nefes verdi. "Sen bir gün benim gerçekten elimde kalacaksın da... hadi bakalım."

 

Sinir bozucu bir şekilde sırıtmaya devam ettim. Test ettiğim üzere öfkesi dinmişti. Aksi takdirde şu an koşuyor olurduk. "Hiçbir şey yapamazsın." Dedim neye güvendiğimi bilmiyor olsam da. Elini kaldırdığı an gözlerim büyüdü. Kendimi korumak için geri çekildiğimde bana şaşkın şaşkın baktı. "Nilüfer." Dedi o sıra. "Sana gerçekten vuracağımı falan mı düşünüyorsun?"

 

Biraz düşündüm. "Yaniii... neden olmasın?"

 

Kaşlarını çattı. Gözlerimin içine dikkatle bakarken konuştu. "Sana vurmam." Dedi, düşündüğüm şeyden rahatsız olduğunu da belli ederek. Omuz silktim. "Biri benim yüzüme bok atsa ben ona vururdum." Dedim rahat rahat, sanki olay bu kadar basitmiş gibi.

 

Bıkkın tavrı yüzüne yansıdı. Giydiği siyah hırkanın bir kolu hafif eskimiş, rengi solmuştu. Üstelik hırka ona küçüktü. Neden bunu giymişti?

 

"Ben sana vurmam." Dedi. "Ne yaparsan yap."

 

Gözlerimi kıstım. "Neden o zaman peşimden beni öldürecek gibi koşuyordun?"

 

"Sana yaptığını ödetmek için fiziksel bir tepkiye girmemiz gerektiğini düşünmüyorum."

 

Söylediği beni güldürdü. "O ne biçim bir cümle be?" Omuz silkti. Kendini beğenmiş bir tavra bürünerek üzerindeki hırkayı çekiştirdi. "Şey..." dedim onu süzerken. "Bu sana biraz büyük olmuş."

 

Kendi üstüne baktıktan sonra omuz silkti. "Hayri'nin eskilerinden. Bulamadım giyecek başka bir şey."

 

Ay bir de açıklama yapıyor bu...

 

Elini ensesine attı. "Gerçi kulübede vardı ama uzak biraz buraya. Tek başına bırakmak istemedim seni." Ona ısınacaktım ki devam ederek buna mani oldu. "Çiftliğimi yıkmandan korktum."

 

Ona sen bir bokcuksun bakışı atarak önüme döndüm ve atlara odaklandım. "Havalara bak, sanki ejderhası var."

 

Kendini beğenmiş bir tavır sergiledi. "Ejderham yok ama atlarım var."

 

Kahretsin! Çok havalıydı!

 

Havasını söndürmem lazımdı!

 

"Sen, atların ve boklarıyla muazzam bir çiftsiniz."

 

Bir sabır çekti. "Matematiğin bile yok." Dedi üsten üsten. Ne alakaydı şimdi? Tam soracaktım ki benden önce davranarak başka bir şey sordu. "Burayı sevmedin mi?"

 

Ona ters bir bakış attım. "Neyini seveceğim? Boklarını mı!?"

 

Gözlerini devirdi. "Kızım o işin raconu. Bir işe başlıyorsan en alt mertebeden başlayacaksın."

 

"Ben yine iyiyim bence, sen direk bok olarak başlamışsın."

 

Elini kaldırdı ve o an saçımı çekti. "Düzgün konuş abinle." Kaşlarımı çatarak saçlarımı elinden kurtardım ve çektiği yeri ovdum. Gerçi acımamıştı ama...

 

"Gayet düzgün konuşuyorum."

 

Hafif kirli sakallarını ovarak yeniden sabır dilendi. Uzun boyu ve geniş omuzlarıyla tam bir wattpad boya benziyordu ama kadere bak ki bu beyefendiyle kan bağımız vardı.

 

"Bir şey soracağım, şimdi sen ağasın ya," kafasını sallayarak devam etmemi bekledi. "Ama Seyfi Bey de ağa. Şimdi evde kimin sözü geçiyor? Kavga ederken, ben bu evin ağasıyım mı diyorsunuz?"

 

Derin bir nefes aldı. "Genelde evde olmadığım için öyle uğraşlara girmiyorum." Dedi ve devam etti. "Ama bazı istisnalar işte." Sessiz kaldım. Yemek masasında amcasıyla olan küçük tartışmadan bahsediyor olmalıydı. Biraz düşündüm, düşünülecek zaten çok şey vardı ama fırsatım azdı. Sormam gereken sorularımı sormalıydım. Sonra düşünürdüm.

 

"Peki, şu Bursa'da yaşayan amcan, o nasıl biri?"

 

Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Normal."

 

Zeki.

 

Çok zeki.

 

Acayip zeki.

 

Ona malmış gibi baktığımda açıklamayı uygun gördü. "Aile meselelerinden uzak durur genelde. Orada kendi işi gücü var. Çocuklarıyla ve kendi hayatıyla ilgilenen bir adam işte. Söyleyebileceğim pek bir şey yok."

 

"Peki, neden burada yaşamıyorlar?"

 

"Kendi tercihleri. Sakin bir çekirdek aile."

 

O adamı da merak ediyordum. Aile fertlerimin hepsini merak ediyordum. Lakin bu heyecanlı bir merak değildi. İntikam isteyen bir meraktı.

 

"Çocukları kaç yaşındaydı?"

 

"Birisi benimle yaşıt. Diğeri de iki yaş küçüğüm. Erkek ikisi de."

 

"Aranız nasıl?"

 

"Uzak." Dedi. "Çocukken de anlaşamazdım onlarla. Şimdi hiç konuşmuyoruz."

 

Gözlerim kısıldı. "İsimleri neydi?"

 

Biraz fazla sormuş olmalıydım ki Çınar şüpheyle bana baktı ama soruma da cevap vermişti neticede. "Mahir ve Mustafa."

 

"Şu Canan Hanım'ın oğlu peki, o nerede?"

 

Tek kaşını kaldırdı. Art arda ailesi hakkında bunca soruyu sormama şaşırmıştı. Ne yalan söyleyeyim ben de şaşırmıştım. "Bilmiyorum." Dedi. "Tarık değişik bir tiptir."

 

Meraklandım. "Nasıl yani?"

 

"Çok gezer. Dağcı zaten. Tek başına dağlarda yatar kalkar. Kimse aylarca ona ulaşamaz, sonra hiç ummadığın bir anda sırtındaki çantayla çıkar gelir. Çok kalmaz, bir gece sonra tekrar tüyer ve kimse yine nerede olduğunu bilmez."

 

Eğlenceli ve özgür ruhlu bir kuzenim vardı demek. Harika.

 

"Ne yapıyor ki dağlarda?"

 

Bence büyük bir merak konusuydu bu. Aylarca ne yapıyor olabilirdi?

 

Omuz silkti. "Bir fikrim yok."

 

"Onunla da pek yakın değilsiniz anlaşılan."

 

"Küçükken iyi anlaşırdık. Büyüyünce garip garip hallere büründü. Ben de peşine düşmedim. Geldiğinde görüşürüz, o kadar."

 

Bunlar değerlendireceğim bilgilerdi. Sormam gereken bir ton daha soru vardı ama daha fazla onu işkillendirmek istemedim. O yüzden ilk amacıma yani abime odaklandım.

 

"Ya sen, sen neler yapıyorsun? Çocukluğundan beri o konakta mıydın?"

 

Kafasını iki yana salladı. "Hayır, yatılı okullarda okudum çoğunlukla."

 

"Neden ki?"

 

Omuz silkti. "Öyle, boş ver."

 

"Yatılı okul çok zor." Diye mırıldandım kendi kendime ama duymuştu. "Sen nereden biliyorsun?"

 

"Ben de kaldım." Nefeslendim. "Annem öldükten sonra yani. Devlet yurduydu."

 

Ona bakmadığım için tepkisini yorumlayamadım. Önümdeki çite biraz daha yaslanarak tüm ağırlığımı verdim. Sessizlik oldu. Kendi acılarımızda birbirimizi düşündük belki de o an.

 

Şimdi fark ediyordum da Çınar aile fertleriyle pek yakın değildi. Hatta uzak diyebileceğim bir ilişkileri vardı. Her ne kadar Canan hanım ve diğerleri Çınar'ı kucaklasa da o sanki bundan rahatsız oluyor, sürekli kaçıyordu.

 

Uzun süredir merak ettiğim bir şey daha vardı. Sorarak sessizliği bozdum.

 

"Sen burada mı çalışıyorsun?"

 

"Evet." Dedi sadece. Kaşlarımı çattım. "Çınar, sen psikopat falan mısın?"

 

Gözlerini bana çevirdi. "Ne alaka?"

 

"Her sabah, tek kırışıklık bile olmayan takım elbiselerinle geldiğin yer gerçekten burası mı? Boklu at çitliği? Arabana kurşun geçirmez camları yapmanın sebebi de atların çiftelerinden korunmak mı?"

 

Burnundan sert bir nefes vererek güldü. Kafasını iki yana salladı sonra. "Buraya uzun zamandır gelmiyordum, Nilüfer. Birkaç gündür önemli işlerim vardı. Bazı görüşmelerim... Burası, benim tek nefes aldığım yer. Genelde evde veya şehirde değilsem buradayımdır."

 

Burası benim tek nefes aldığım yer... cümlesine takıldım. Sormak istesem bile kendimi o an o kadar cesaretli hissetmedim.

 

"Burası sadece senin mi yani?" Diye sordum merakla. "Evet."

 

"Nasıl bu kadar büyütebildin peki? 2-3 kuruşla olacak şey değil."

 

"Aileden kalma. Atlarımız, hayvanlarımız zaten vardı. Ben de işi büyütmeye karar verdim. Bir iki krediyle hallettim."

 

Düşündüm.

 

Gözlerim hafifçe büyüdü. Benim ailem zengin miydi şimdi?

 

Hemen miras davası açmam gereken konular vardı. Hem, belki atlardan biri de benim olurdu. Pis pis sırıttım, bence yapmalıydım. Kesin Nuran'ın yüreğine inerdi.

 

"Klasik bir çiftçisin yani?"

 

Bıkkın bir bakış...

 

"Ben klasik demezdim."

 

"Neden?"

 

"Çünkü benim için burası bir çiftlikten daha fazlası."

 

Şimdi bir espri yapardım ama... bakışı hiç elverişli değildi. Hem bu kendini beğenmişlik de ne oluyordu?

 

"Aman ne büyük başarı, aileden kalma demedin mi sen? Hazır koltuğa oturmuşsun işte."

 

Omuz silkti. Bana tip tip baktıktan sonra cevap verdi. "Evet, oturdum. Bir sıkıntı mı var?"

 

Bu sefer ben omuz silktim. Sıkıntı büyüktü de anlayacak şahsiyet yoktu. "Yok. Zaten bana ne?" Dedim ilgisiz bir tavırla. Üstelemedi ama bir soru sordu.

 

"Sen... ne yapıyordun? Buraya gelmeden önce yani?"

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Küçük bir büroda çalışıyordum ama buraya gelince ara vermek zorunda kaldım."

 

"Küçük bir büroda çalışarak o arabayı nasıl aldın?"

 

Dudağımın kenarı ukalaca yukarı kıvrıldı. "Banka soydum." Dedim gayet kendimi beğenmiş bir tavırla. Çınar yüzüme tip tip baktığında ofladım. "Ay aman, çalıştım kazandım. Sana ne?"

 

"Neden tersleyip duruyorsun? Seni tanımaya çalışıyorum."

 

Gözlerimi kırpıştırdım. Duraksadım. Onu terslediğimin farkında bile değildim ki, otomatik olarak gelişiyordu sanki. Üstelik o benim her sorumu yanıtlamıştı, daha ılımlı olmam gerekiyordu. Ayrıca bu iş karşılıklı bir işti. Ben onu terslediğim an o da beni daha büyük bir şekilde tersliyordu. Lakin bugün terslememişti... garipsemiştim. Derin bir nefes aldım ve ona doğruyu söyledim. "Avukatım ben."

 

Yüzüme tip tip bakmaya devam etti. Şaka yaptığımı sanıyordu. İnanmadığını gördüğümde umursamadan atlara döndüm. "Bu, bir şakaydı?" Dedi sorgular gibi. Kafamı iki yana salladım. "Hayır. Hukuk okudum. Avukat oldum. Tek başıma."

 

Bu sefer o gözlerini kırpıştırdı. "Benimle dalga geçmiyorsun değil mi Nilüfer?"

 

"Neden seninle dalga geçeyim mesleğim hakkında Çınar?" Diye sordum ters bir tavırla.

 

Yüzüne değişik bir ifade kondu. "Nasıl ya? Kızım sen nasıl hukuk bitirmiş olabilirsin, beş dakika yerinde durmuyorsun ki. Oturup ders çalıştığını hayal edemiyorum."

 

Ne kadar sinir bozucu olsa da söylediklerine hak veriyordum. Kimse benim şu tiple ve kişilikle avukat olduğuma inanmazdı. Yine de kırılmıştım. Çünkü, bana inanan bir abim olmasını isterdim. Hayallerimde ki gibi.

 

Hiçbir şey bizim hayallerimizdeki gibi olmadı.

 

Olmayacak da galiba.

 

"Şaşırttın beni." Dedi düşünceli bir şekilde. Sonra gülümsediğini gördüm. "Sevindim de."

 

Tek kaşımı kaldırdım. "Neden?"

 

"Kendi başına ayaklarının üzerinde durabildiğin için."

 

O ayaklar kaç kez kırıldı bilemezsin.

 

O ayaklar kaç kez yeniden birbirine kaynadı bilemezsin.

 

Asıl acı veren ayaklarımın kırılması değildi kalkmak için verdiğim çabaydı. Her defasında vazgeçmek üzere olmamdı. O bunların hiçbirini bilemezdi. "Baksana belki de yalan söylüyorumdur." Dedim sırıtarak ki o an kaşlarını çattı. "Yalan mıydı?"

 

Güldüm. "Hayır."

 

Olumsuzca kafasını iki yana salladı. "Çok güzel, bir mesleğinden şüphe etmediğim kalmıştı."

 

Ona aldırış etmeden Yadigar'a baktım. "Ne isterdim biliyor musun?" Cevap vermesini beklemedim. "Birinin mezuniyet gecemde heyecanla beni izlemesini ve ben diplomamı alırken fotoğraflarımı çekmesini, sonra birlikte fotoğraf çekilmeyi... ama maalesef o ana dair hiç fotoğrafım yok. Aklındaki şüphelerle yaşamak veya bana inanmak zorundasın."

 

"Sana inanıyorum." Dedi aniden. Birkaç saniye yüzüme baktı. "Yanında olmayı isterdim." Dedi. Gerçekten ister miydi? İsteseydi gelmez miydi? Gelmemişti.

 

Alayla güldüm. "Ama değildin." Dedim tek solukta. "Sana ihtiyacım olan birçok an vardı. Hepsi geçti. Büyüdüm ben. Artık sana ihtiyacım yok. Buraya neden geldiğimi sormuştun ya hani..." derin bir nefes aldım. "Annem için geldim. Ona bir söz verdim. Seni bulacağıma ve seveceğime dair."

 

Seni buldum ama sevmiyorum. Sözümü tutamadım anne, üzgünüm.

 

Ama deniyorum.

 

"Nilüfer." Dedi, bana bakmıyordu. Yadigar'a bakıyordu. "Kendini şanssız hissediyorsun değil mi?" Sorusu hoşuma gitmemişti. Cevap vermemi beklemedi. "Suçlandın. Kovuldun. Kendini yalnız hissettin. Ama tüm bunlara rağmen sen annemleydin. 16 yıl. Ben annemle 16 yıl geçirebilmek için her şeyimi verirdim." Duraksadım. Bu hikayede canı yanan sadece ben değil miydim yoksa? "Geriye kalan ömrümü bile." Yutkundum. Yadigar'daki gözlerini bana doğru çevirdi. "Ben belki seni anlayamam. Acı çektiğini biliyorum, seni kendimle kıyaslayamam. Kıyaslanacak hayatlar yaşamadık biz. Ama şu var ki; sen anne diyememenin ne demek olduğu hiçbir zaman bilmeyeceksin." Buruk bir gülümseme sundu bana. "Ve ben, her ne kadar kıskansam da, bu duyguyu bilmediğin için senin adına mutlu olacağım."

 

Kaçıp gitmek istedim o an. Bir ata binip rüzgarla yarışmayı, yüzüme vurulan gerçeğin içimden çıkıp gitmesini...

 

Annem olmadan büyümek istemezdim. Annemsiz bir hayatı düşünemezdim. Çınar, annemsiz bir hayat yaşamıştı. Onu anlayamazdım ama o da beni anlayamazdı.

 

Gülümsemeye çalıştım. "Ben de, annem kanlar içinde yerde yatarken hissettiğim çaresizliği bilmediğin için mutlu olacağım Çınar."

 

Bir şey söylemesini beklemedim. An itibariyle kendimi fazlasıyla kötü hissediyordum. Biraz zamana ve yalnızlığa ihtiyacım vardı. Arkamı ona döndüm ve ellerimi cebime koyarak yürümeye başladım.

 

Arkamdan seslendi. "Nilüfer?" Durmadım. Bu ismi bana annem söylemeliydi. Ben annemi çok özlemiştim. Neden bana sürekli bu isimle sesleniyordu? Bana sürekli annemi hatırlatıyordu. O günü. Öldüğü günü...

 

Arkamdan adım seslerini duydum. Kaçıp gitmek istiyordum gerçekten, gelmesin istiyordum! Ben bu istekleri gerçekleştiremeden Çınar kolumu tuttu. Dursam da ona bakmadım. "Sonra konuşalım." Dedim bıraksın diye. "Şimdi konuşmak istemiyorum."

 

Konuşmadı. Beni kendine doğru çevirdiğinde sendeledim, toparlanmama gerek kalmadan kollarını bana doladığında geçmişimden vurulmuş gibi hissettim. Bir süre anın gerçekliğini kavrayamadım.

 

Çınar bana sarılıyordu.

 

Hayır.

 

Abim bana sarılıyordu.

 

Zaman mı durmuştu? Belki de ölmüştüm. Çünkü bir daha annemin verdiği o güveni hissedeceğimi düşünmezdim. Gözlerimin dolmasına engel olamadım.

 

Beni geçmiş değil bu an parçalara ayırıyordu. Annemi hissediyordum. Yüzüm abimin göğsüne yaslıydı, kolları bedenimi sıkıca sarmıştı ama ben ona sarılamadım. Sarılmayı çok istedim. Ona sarılmayı zaten annemden sonra en çok ben istemiştim. O zaman neden hareket etmiyordu kollarım?

 

"Özür dilerim." Dedi fısıltıyla. "Yanında olamadığım her saniye için." Tutmaya çalıştığım göz yaşlarım yanağıma doğru usulca aktı. Gözlerimi kapattım. Ona yine sarılamadım ama bu an benim için bir ömre bedeldi.

 

Ben hep bu anın hayalini kurmuştum ama hiçbirinde böyle hissetmemiştim. Hiçbirinin bu denli beni sarsacağını düşünmemiştim. Hiçbirinin bu kadar güzel olabileceğini...

 

Gözlerimi daha sıkı kapattım ve derin bir nefes aldım. Annem gibi değildi kokusu ama annem gibi sıcacık hissettiriyordu. Güvende hissettiriyordu.

 

🪷

 

Yaşadığım en unutamayacağım ve benim için garip olan o andan sonra ikimiz de sakinleşmiştik. Belki de bu duygusal yoğunluğun sonucuydu, emin değildim. O andan sonra pek konuşmamıştık. Ben ortalıkta saf saf dolanmıştım. Biraz yalnız kalmak istemiştim. O ise... bilmiyordum. Genelde gözümün önündeydi fakat ne yaptığı hakkında bir fikrim yoktu.

 

Çiftliğe çoktan akşam çökmüştü. Gece hayvanları etrafa şarkılarını söylüyordu. Atları ahırlarına almışlardı. Şanslı pislikler benim temizlediğim, cillop gibi yaptığım ahırlarda yatacaklardı bugün.

 

Abim bir ara, atlara bindirmeyi teklif etmişti ama anında karşı gelmiştim. Dokunmaya korktuğum hayvanların üstüne binemezdim. Hem biraz daha alışmam lazımdı yoksa atın üstünde fenalık geçirirdim.

 

Neyse ki abimin sık sık buraya geldiğini öğrenmiştim. Bu da demek oluyordu ki peşine takılacak ve onu hayattan bezdirecektim.

 

Gezmekten yorulduğum sıralarda biraz Kübra'yla konuşmuş olan biteni üstün körü anlatmıştım. Memnundum çünkü abime Kübra gibi bir düşman kazandırmıştım. Muazzam bir histi.

 

Tüm bunlar olurken tabi ki yemek yemiştim aksi takdirde öte tarafa uğrardım. Şimdi yine acıkmıştım ve abim ortalıkta görünmüyordu. Ne zaman gideceğimize dair bir fikrim de yoktu. Açık alanda yürürken ağaçların arasında olan büyük taşlar dikkatimi çekti. Gidip birine kuruldum ve sabahtan beri aklımda olan bir meseleyi halletmek adına telefonuma sarıldım.

 

Barış'ı aradım ama açmadı. Bu durum omuzlarımın düşmesini sağladı. Müsait değildi yoksa açardı. Açardı. Açardı.

 

Mesaj kısmına girdim. Bir açıklama yapmalıydım yoksa içime dert oluyordu.

 

Barış müsait misin?

 

Müsait olsaydı zaten telefonunu açardı, aptal!

 

Doğru. Yazdığım mesajı sildim ve yeniden denedim.

 

Bugün olanlar için üzgünüm. Affet beni.

 

Neden çocuğu aldatmışsın gibi davranıyorsun?

 

Sil. Sil!

 

Barış, bugün bir yanlış anlaşılma oldu. Niye o kadar sinirlendin anlamadım gerçi, ben bir şey yapmadım ki! Çınar yaptı! Boka sokacaktı beni!

 

Adam zaten bu yüzden kızdı. Tekrar mı sinirlensin istiyorsun!?

 

Sert bir nefes aldım. Mesajı yine sildim. Of, ne yazacaktım ya? Her şey çok mantıksız geliyordu gözüme. Yazma işini erteleyip telefonu kenara bıraktım.

 

Of Barış Of! Seninle çocuğum olursa adını Savaş koyacağım!

 

Tövbe.

 

Ne dedim ben... kafamı iki yana salladım. Bilinçaltım iyi değildi. Bilinçaltımın psikolojisi bozulmuştu. Kendimi sakinleştirerek düşüncelerimi dağıttım. O sırada Çınar'ı gördüm. Bir yere doğru gidiyordu. Beni görmemişti.

 

Genişçe sırıttım. Sessizce oturduğum yerden kalktım ve ağaçların ardından ona yaklaşmaya başladım. Sağa sola bakıp duruyor ve ofluyordu. Yüzü endişeli duruyordu ama oralı olmadım.

 

Ona tam anlamıyla yaklaştıktan sonra ağacın ardından bağırarak üstüne koşmaya başladım. "Lan-!" Bağırdığım için korkmuş, üstüne koştuğum için gerilemiş, ne yaptığımı anlamadığı için de kalçasının üstüne düşmüştü. Durup dizlerime vura vura gülmeye başladım. "Yüzünü görmeliydin!" Dedim hâlâ gülmekten boğulurken. "Off! Çok komiksin Çınar ya!"

 

Bana yerde mala bakar gibi baktı bir süre. Şu saniyelerde ne düşündüğünü o kadar merak ediyordum ki. Gülmeyi keserek, gülmekten yorulduğum için derin bir nefes aldım. Gözümden yaş gelmişti resmen.

 

Göz yaşımı bir elimle silerken Çınar birden ayağa kalktı. Kalktığı gibi de kolunu boynuma doladı. Ne olduğunu anlayamadan birkaç adım ilerledik. "Atayım mı lan seni buraya?!" Diye sorduğunda zar zor önüme baktım. Gözlerim büyüdü.

 

Bok dağı!

 

Ahırdan çıkarılan bokları burada biriktiriyorlardı.

 

Geri çekilmeye çalışsam da bırakmadı. "Atayım mı? Çırpınışlarını zevkle izleyeyim mi ha!?"

 

"Ya bırak beni! Manyak!"

 

"Manyak demek?" Beni ileri doğru ittirdiğinde kocaman bir çığlık attım. "Dur! Dur yapma! Öyle demek istemedim!"

 

Boynuma sardığı kolunu biraz daha sıkılaştırdı. Tamamen yere doğru eğilmiştim resmen. "Durmam için bir sebep söyle." Dedi keyifle. Hemen söze daldım.

 

"Kan bağımız var!" Bence gayet yeterliydi. Olumsuzca diline şaklattı. "Etkilenmedim."

 

"Eğer bana bunu yaparsan hayatından tüm renkler silinir, ben de silinirim; hayatından!"

 

Düşünüyormuş gibi mırıldandı. "Yok bu da etkilemedi."

 

Kaşlarımı çattım. Saçını başını yolacaktım. Yakacaktım buraları yakacaktım! Son umut dilimden bir cümle çıktı. "Ben senin kardeşinim!"

 

Duraksadı. Sonra beni bıraktı. Dikleşerek yüzüne düşmana bakar gibi baktım. "Deli misin sen ya? Ben oraya girersem nasıl çıkayım? Öldürmek mi istiyorsun sen beni?"

 

Omuz silkti. "Yo." Dedi rahat rahat. Gözlerimi devirdim. Sonra sordum. "Ne aranıyordun sen burada, baya telaşlıydın."

 

"Ne arayacağım Nilüfer, seni arıyorum."

 

Şaşırdım. "Aa, niye?"

 

"Gözüm üstünde değilken başıma bir iş açma diye."

 

Alındım. Gücendim. Parçalandım yani.

 

Onu görmezden gelerek arkamı döndüm. Ne, o sarılmadan sonra her şey değişecek falan mı sanıyordu? Tabi ki değişmeyecekti!

 

Kendime yeni bir hobi edinmiştim ben. Abimle uğraşma habisi. Abimi delirtme hobisi. Abimi sinirden köpürtme hobisi.

 

Yani çok eğlenceliydi bir kere, tamam bazen ters tepiyordu falan ama sonuçta eğleniyordum.

 

"Nereye gidiyorsun?" Diye sordu arkamdan gelirken. Alt dudağımı sarktım. "Bilmem. Sürteceğim sağda solda." Ona omzumun üzerinden bir bakış attım. "Bir sorun mu var?" Diye sorduğumda yüzünü gökyüzüne kaldırdı ve ellerini iki yana açtı. "Allah'ım! Ben ne günah işledim ya Rabbim?"

 

Kıkır kıkır gülerek yürümeye devam ettim.

 

Söylenmeye devam etse de arkamdan gelmekten vazgeçmedi. Etrafı izledim bir süre. Bu çiftlik kocamandı. Bir yanda orman, bir yanda geniş araziler vardı. Arkamızda çiftlik binaları, onun arkasında bir kafe... hatta burada turistler için küçük bir otel bile vardı.

 

Anladığım kadarıyla da fazlasıyla turist geliyordu. Birlikte ağaçların altında, bazen düzlük alanda yürüdük. Genelde konuşmuyorduk ki bence en iyisi buydu. Çünkü biz konuşmaya başladığımız an kavga ediyorduk. Kavga etmediğimiz anlar oldukça nadirdi.

 

En sonunda yorulduğumda daha doğrusu tuvaletim geldiğinde durmuştum. Ben durduğum için Çınar da durdu. "Çınar." Dedim ona doğru dönerek. Mırıldandı. "Hm?"

 

"Buralarda tuvalet vardır değil mi?"

 

Düz bir bakıştan sonra eliyle etrafı gösterdi. "Burada her yer tuvalet."

 

Düz bir bakış da ben attım. "Şaka yapma, tuvaletim geldi benim."

 

Yine düz bir bakış attıktan sonra iki avucunu birleştirerek önüme doğru uzattı. Yüzümü buruşturdum. "Of iğrençsin!"

 

"Ne yapayım kızım, ormanın ortasında bana tuvalet soran sensin!"

 

"Ama çişim var!"

 

"Geri dönelim o zaman."

 

Hayatta tutamazdım. O kadar yol gelmiştik. Kafamı hızlı iki yana salladım. "Olmaz! Tutamam!"

 

"Lan ne yapayım o zaman?"

 

Ayaklarımı yere vurdum. "Of çok kötüsün! Hastayım ben! Tutamam gidene kadar!" Derin bir nefes aldı. "Tamam gel şu kuytu köşede hallet işini."

 

Of rezillik resmen!

 

Şaşırdık mı?

 

Hayır...

 

"Ama olur mu öyle?" diye sordum çaresizce. "Olur olur." Kolumu tuttu ve beni yürütmeye başladı. Ağaçların sık olduğu kuytu bir köşeye gelip durduk. "Al sana tuvalet." Yaprakları gösterdi. "Bak konfor bile var."

 

Ağlamak istiyordum şu an. Ofladım. Yapmak zorundaydım. Hastalığımın en çekilmez tarafı buydu. Sık sık tuvalete çıkma ihtiyacı duyuyordum ve bu hayatımı inanılmaz şekilde olumsuz etkiliyordu.

 

"Şey ama sonra ellerimi nasıl yıkayacağım?"

 

"Yakında bir dere var. Oraya gideriz."

 

Kafamı salladım. Uyanmıştım bir an. "İyi arkanı dön." Kafasını sallayarak benden uzaklaşmaya başladı ki o an bağırdım. "Ya dur! Nereye gidiyorsun?"

 

Sabırla bana döndü. "Ne yapayım Nilüfer ben mi tutup yaptırayım!?"

 

Kaşlarımı çattım. "Ya hayır! Uzaklaşma çok. Ya biri gelirse?"

 

"Gelmez." Dedi ve olduğu yerde arkasını döndü. "Buradayım ben, hallet hadi."

 

Halledecektim mecbur. Gösterdiği yere çekine çekine giderken yine konuştum. "Bakma sakın." Bir sabır çekti, onun dışında cevap vermedi. Daha fazla tutamadığım için işimi hızlıca hallederek kıyafetimi düzelttim. Gerçekten bok gibi bir gün ve bok gibi bir hastalıktı. Bıkmıştım bu şeyden!

 

Derin bir nefes alarak Çınar'a doğru gittim. "Hallettim." Bir şey söylemedi. Dalga geçer diye düşünmüştüm oysa. "İyi, hadi gidelim o zaman."

 

Söylediği gibi 50 adımlık bir mesafede dere vardı. Tatlı tatlı akıp gidiyordu suyu. Ellerimi yıkayarak kendimi az da olsa rahatlattım.

 

Suyla biraz oynamayı da ihmal etmedim. İçi o kadar duruydu ki, her şey görünüyordu. Tertemizdi.

 

"Tamam mısın?" Diye sordu Çınar. Kafamı sallayarak ayaklandım. Ona doğru döndüğümde yüzüme patlayan flaşla gözlerim kamaştı. "Hey! Ne yapıyorsun?"

 

Omuz silkti ve telefonunu cebine attı. "Hiçbir şey." Dedi umursamaz bir şekilde. Kaşlarımı çattım. İfşalarımı toplayıp sosyal medyada yayma ihtimali yüzde kaçtı?

 

Neyse canım ben her halimle güzeldim.

 

Çınar eliyle yolu gösterdi. Ona ters ters bakarak önünden geçtim ve yürümeye başladım. Tabi bu çok uzun sürmedi çünkü yolu bilmiyordum. O yüzden Çınar'ın önüme geçmesine izin vererek onu takip ettim.

 

Tek sıkıntı oldukça yavaş yürümemdi. Sırf bu yüzden Çınar durup durup beni bekliyordu. En sonunda dayanamamış olacak ki konuştu. "Nilüfer! Yürüsene kızım! Arkandan mı iteyim? Onu da mı ben yapayım??"

 

Ona bakmadım. "Yoruldum." Dedim sadece. Gerçekten yorulmuştum. Genelde spor yapan bir insan olsam da henüz değerlerim ve sağlığım yerine oturmuş sayılmazdı. Bu yüzden şekerim olmadık yerlerde oynuyordu.

 

Aramızdaki mesafeyi aşarak önüme geldi. "Yürüyemeyecek bir halde misin?" Diye endişeyle sorduğunda kafamı iki yana salladım. "Yürürüm. Yoruldum sadece." Oflamalı bir nefes verdi. Bir iki adım öne gitti ve arkası bana dönükken yere çöktü.

 

Ne yapıyordu?

 

"Ne yapıyorsun?"

 

"Toprakla ilişkiye giriyorum Nilüfer! Ne yapıyorum sence? Atlasana sırtıma."

 

Gözlerim büyüdü. "Sırtına mı?"

 

"Sırtıma!" Dedi bastırarak. Yani... bana hava hoştu. "Emin misin?" Diye sordum yine de. "Lan bin işte!"

 

Tamam.

 

Ona doğru yaklaştım ve arkasından kollarımı boynuna doladım. Anında bacaklarımı kavrayarak ayağa kalktı. Neyse ki güçlü kuvvetli bir abim vardı. Ben de oldukça zayıf bir hatundum.

 

"Dana gibisin." Dedi tam yürümeye başlamışken. Gözlerim büyüdü. Hakaret resmen! "Sensin dana! Zayıfım bir kere ben."

 

Sessiz kaldı. Kollarımı biraz daha boynuna doladım. Boğmam yok mu?

 

Yok.

 

Doğru. İyilik ediyor adam.

 

Yanağımı omzuna yaslayarak etrafa bakınmaya başladım. Lakin yine ağzım durmamıştı. "Bugün atlara binemedim." Dedim üzüntüyle. "Binmek istemedin." Dedi direk. "Bineyim de kalbim yerinden çıksın değil mi?"

 

"Niye çıksın Nilüfer, tutardım ben."

 

Tutardı. Nedense artık bu sözü bana güven veriyordu. "Ama kocamanlar, korkarım."

 

"Tamam, bir daha ki sefere beraber bineriz."

 

"Gerçekten mi?"

 

"Gerçekten."

 

Abi gibi abi.

 

Muzırca sırıttım. "Aslında gerek yok, sana bindim sonuçta." Deyip bir kahkaha attığımda Çınar ellerini bollaştırdı. Beni bırakacağını sandığım için boynuna abandım. "Ya dur! Düşerim!"

 

"Düzgün konuş o zaman." Kafamı salladım. "Tamam." Dedim üstüne. Sustum sonra. Bırakırdı falan, hiç güvenemiyordum yani.

 

Yolumuzda sessizce giderken bu sefer o sormuştu. "Nil? Sevgilin var mı?" Asla anlamlandıramadığım soruya basit bir cevap verdim. Kafamı iki yana salladım. "Yok. Neden?"

 

"Hiç. Öylesine sordum. Olmaması iyi."

 

"Niye iyiymiş?"

 

"Yani, seninle sevgili olup kendini yakacak insan var mı sanmam. Varsa da akli dengesi yerinde değildir herhalde." Kaşlarım çatıldı.

 

Bize dediklerini duydun mu?

 

Duydum.

 

Ne yapacağız?

 

İntikam alacağız.

 

O yürümeye devam ederken hafifçe dikleştim ve omzunu ısırdım. Anında bağırdı. "Lan! Yabani! Ne yapıyorsun!?"

 

"Isırıyom!"

 

Elleri bollaştı. "Nilüfer bak fırlatırım seni yere! Dur adam akıllı!"

 

Bana ne?!

 

Durmayacaktım. Bu sefer saçını çektim. "Aa! Nilüfer! Bırak lan!" Sendeledi. Düşmesinden korktuğum için hemen bıraktım. Korktuğum onun düşmesi değildi, sonuçta üstünde ben vardım ve canım gayet tatlıydı. Boynuna rahatsız edici derecede sıkı bir şekilde sarıldım. "Sözünü geri al o zaman!"

 

"Şaka yaptım şaka!" Dedi bıkkın bıkkın. "Alınma her şeye."

 

Bana ne!

 

Sen söyleyince alınıyorum.

 

Derin bir nefes alarak tutuşumu normalleştirdim. Bu sefer sordum. "Senin var mı peki, sevgilin yani?"

 

"Benim de yok."

 

Biz iki sapmışız meğer. Ne kadar da benziyoruz.

 

"Niye yok? Evlenecek yaşı geçiyorsun."

 

"Nasip kısmet. Senin niye yok?"

 

Kendimi beğenen bir tavırla gülümsedim. "Benim kriterlerim yüksek şekerim, seçiciyimdir."

 

Hah, der gibi ağzının içinden homurdandı. "Bulamıyorum demiyorsun da."

 

"Niye bulamayacakmışım be? Cillop gibi kızım." Omzuna doğru asıldım biraz. "Benim gibi bir kardeşe sahip olduğun için otur kına yak eline."

 

Sessiz kaldı. Birkaç saniye sonra sordu. "Peki hiç oldu mu sevgilin? Hoşlandığın ya da?" Kafamı salladım. "Evet, oldu. Orta okuldayken bir çocuğu çok beğeniyordum. Ama o beni beğenmiyordu galiba."

 

"Sikerler." Diye fısıldadı Çınar birden. Boğazını temizleyerek sesini yükseltti. "Çok üzülüyor muydun?"

 

"Yok. Ama beni üzseydi döver miydin onu?" Duraksadım. "Yani yanımda olsaydın."

 

"Döverdim." Dedi hiç beklemeden. Sırıttım. "Dövemezdin bence." Dediğimde adımları duraksadı. "Bal gibi de döverdim. Bundan sonra aşık olduğun herkesi döveceğim."

 

"Neden, manyak mısın sen?"

 

"Hayır, abinim."

 

Yutkundum. Kollarımı boynuna daha sıkı doladım. Tutunmak için değil sarılmak için.

 

"Nilüfer." Dedi o sıra. Bu sefer ben mırıldandım. "Hm?"

 

"İyisin değil mi?"

 

Kafamı salladım. "İyiyim."

 

"Emin misin? Kriz geçirmezsin değil mi? Aslında aldığın kalorilere dikkat etmiştim, fenalaşmaman gerekiyordu."

 

Fenalaşmamıştım ki. Yorulmuştum sadece. Yine de bunu ona söylemedim. Çınar Havayolları beni sırtında geri çiftliğe getirdiğinde kafe tarafına geçmiştik direk. Onda ne aradığını bilmediğim glokometreyle şekerimi ölçmüştü ve sürpriz son;

 

Şekerim normaldi.

 

Bana bu yüzden bir süre saymış sövmüş bense onu sırıtarak izlemiştim. Çiftlikten çıkmadan yemek de yemiştik. Aslında evde yeriz demiştim ben ama o öğünlerimin saatini geciktirmeyeceğimizi vurgulayıp durmuştu. Şimdi ise arabadaydık. Konağa gidiyorduk ve benim asıl heyecan duyduğum şey kucağımdaki baklava kutusuydu. Çiftliği görünce unutmuştum baklavaları.

 

"Bugün eğlendin mi?" Diye sordu Çınar. Ona ters bir bakış attımsa da görmedi çünkü araba kullanıyordu. "O kadar eğlendim ki. Özellikle seni boka bularken."

 

"Hatırlatıp durma şunu bak arabayı sen içindeyken duvara çarparım."

 

Kıkırdadım. Ne kadar bok gibi bir gün olsa da eğlenmiştim. Unutamayacağım bir gün olmuştu. Abimle unutamayacağım bir gün, bir sürü anı! "Çınar." Dedim sessizce.

 

"Hm?"

 

"Teşekkür ederim."

 

"Ne için?"

 

Bana anılar verdiğin için.

 

Omuz silktim. "Hiç. Öylesine." Ona bakmayı keserek kucağımdaki baklavalara döndüm.

 

Derin bir iç çektim. Resmen istediğim kadar yiyebilecektim!

 

🪷

 

Bölüm sonu!!

 

Beğendiniz mi?

 

Düşünceleriniz?

 

Çınar?

 

Nil?

 

Sarılmaları?🥹

 

🍭

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYIN

 

🍭

 

İnstagram; Zeynepizem

 

 

Loading...
0%