Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. BÖLÜM 🪷

@zeynepizem

Pamuk ellerr yıldızaaa!!

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 25

 

🪷

 

Çınar'la eve geri döndüğümüzde vakit geç olsa da diğerlerini bahçede otururken bulmuştuk. Seyfi Bey o sıra Çınar'la konuşmak istediğini söylemiş ve ikisi de dışarı çıkmıştı. Peşlerine takılmak istemiltim ama gibi bir girişimde bulunamamıştım çünkü ev halkı yanlarına geçip oturmamı istemişti. Şimdi de kamelyanın altında ev halkıyla birlikte oturuyordum ve bu durumdan gerçekten nefret etmeye başlamıştım.

 

Nuran'a ek olarak Şirin de durmadan bana kötü kötü bakıyordu. Galiba beni öldürmek istiyorlardı. Bence öyleydi. Tabi ben buna izin verir miydim?

 

Katiyen hayır ve asla!

 

Nuran'ın saçını yolduğum gün hakkında bir şey söylememiş ve yapmamış olmasına şaşırıyordum ama galiba şu sıralar yastaydı. Malum antika tabağı artık yoktu.

 

Canan hanım uzun sürelik sessizliğine son vererek konuştu. "Ne yaptınız bugün kızım? Sabah gittiniz ses seda çıkmayınca merak ettik."

 

Canan hanım tam sol çaprazımda oturuyor onun yanında ise Lavin oturuyordu ve ne kadar yorgun olduğunu görebiliyordum. Gözlerinden resmen uyku akıyordu. Nuran cadısı kızı biraz yüzünü görelim diyerek kamelyaya zorla oturtmuştu resmen. Neyse ki Volkan'ı bir şekilde okul bahanesiyle kurtarabilmiştim.

 

Tam karşımda oturan Nuran'a bakarak, evet artık Nuran'dı çünkü ona olan saygımı tamamen kaybetmiştim. "Çiftliğe gittik." Dedim kısaca. Şirin bunu duymayı beklemiyor gibi şaşırdı. "Ne yani Çınar abim seni çiftliğe mi götürdü?"

 

Çınar abim?

 

Tamam, abi demesi normaldi ama ses tonu normal değildi. Böyle sesinin altından bana diyordu ki, gel saçlarımı yol, ağzıma tıka.

 

Yapardım, hiç sorun değildi.

 

Tek kaşımı sorguyla kaldırdım. "Evet." Dedim. "Niye şaşırdın?" Omuz silkti. "Çınar abim, oraya herkesi götürmez de ondan."

 

Abim.

 

Sakin ol kızım, o daha küçük. O daha ergen. Yapma, sakin ol.

 

"Neyse ki ben herkes değilim." Dedim gözlerinin içine bakıp sahte bir gülümseme sunarak. Nuran hemen araya girdi. "Teselli etmek için götürmüştür."

 

"Beni neden teselli etmesi gereksin ki Çınar'ın?"

 

Beni baştan sona süzdü ve iğrenç bir şeymişim gibi bakarak burun kıvırdı. "Yaptığın ayıptan sonra!" Dedi dikte ederek. "Neyse ki Seyfi'yi sakinleştirebildim yoksa sana ne yapardı Allah Kerim!"

 

Gür bir kahkaha attım. "Seyfi Beye söyleyin de teke tek bir maç yapalım. Benim için çok zevkli olur."

 

Bana dokunduğu an mahkemede bulurdu kendini. Darbın ve hakaretin maddi cezadan hapse kadar yolu vardı. Ve ben hapse girmesi için gerçekten elimden geleni yapardım. Onca seneyi boşuna okumamıştım.

 

"Ayrıca bence teselliye ihtiyacı olan sizsiniz. Malum saçlarınız elimde kaldı ya."

 

Nuran cadısı söylediğimden dolayı gözlerimi büyüttü. Konuşacağı sıra hemen yanımda oturup genelde sessizliğini koruyan Dilan hanım lafa girdi. "Konuştuk abla bunları, tekrar ağzımızın tadı bozulmasın." Dedi konuyu kapatmak istediğini belli ederek. Sonra bana döndü. "Değil mi Nil?" Omuz silktim.

 

Eğer üzerime gelirse üzerinden geçerdim.

 

Nuran kaşlarını çattı. Dilan Hanım'a kötü kötü baktıktan sonra kızına döndü. "Okul nasıl gidiyor kızım?" Diye sordu midemin kalkacağı bir şirinlikle.

 

Şirin, gülümsemeye çalıştı. "İyi, anne. Bölümüm biliyorsun ki çok zor, yakında vizeler başlayacak. Bu yüzden biraz stresliyim."

 

Stresli miydi? Buradan hiç öyle görünmüyordu da.

 

"Başarılı kızım benim!" Dedi Nuran. Eklemeye ve yağlamaya devam etti. "Baban da seninle gurur duyuyor. Hele şu üniversiteyi başarıyla bitir gör bak o zaman nasıl hediyelere boğacak seni."

 

Sırf bana inat olsun diye şu cümleleri kurmuyorsa ben de başka bir şey bilmiyordum.

 

"Yaa anne, babama söyle araba alsın. Ama ben bekleyemem 2 yıl daha. Zaten başaracağımı biliyor ne gerek var beklemeye?"

 

Onlar kendi aralarında konuşmaya devam ederken Lavin'le göz göze geldim. Ne kadar yorgun görünse de bana gülümsediğinde ben de ona gülümsedim. Düşündüğümün aksine kardeşlerime kanımın bu kadar çabuk kaynamasını beklemiyordum.

 

"Nil!" Diyen Şirin'e döndüğümde Lavin'le göz temasımız kesildi. "Sen üniversitedeyken hangi bölümü okudun? Daha doğrusu bir üniversite okudun mu? Öyle laf arasında geçti de merak ettik."

 

Eminim ki laf arasında geçmiştir.

 

İçten içe zaferle doluştum. Resmen günlerdir bu anı beklemiştim. Dilan hanım sessiz kaldığım için araya girdi. "Herkes üniversite okumak zorunda değil, Şirin." Demişti korumak istiyor gibi. Şirin omuz silkti. "Ama yengecim o sizin zamanınızda öyleydi. Şimdi üniversite okumayanı işe bile almıyorlar."

 

Derin bir nefes alıp verdim ve araya girdim. "Aslında ben üniversite okudum." Dedim kendimden emin bir şekilde. Şirin bana acıyarak baktı. "Yaa!" Dedi bir de üzülüyormuş gibi. "Hangi bölümdü?"

 

Dudağımın kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. "İyi bir bölümdü. Yüzde yüz bursla girdim hem." Dedim gülümseyerek. Yüzde yüz kısmını bastırarak söylemiştim yaptığı patavatsızlığın farkına varsın diye. Yine de omuzlarını dikleştirerek bana kafa tuttu. "Hâlâ okuduğun bölümü söylemediğine göre çok da yüksek bir bölüm değildi demek ki."

 

Lan oğlum ben avukatım, diye yüzüne karşı bağırmak istedim ama yapmadım. Bu hissi burada harcamayacaktım. Hem avukat olduğumu öğrenirlerse davranışları değişebilirdi. Onları gerçek yüzleriyle görmek istiyordum. Beni, güçsüz görürlerse yüzlerini daha çabuk ortaya çıkartırlardı.

 

"Kamu yönetimi." Dediğimde gülmemek için kendini bastırdığı için ağzından değişik bir ses çıkmıştı. Bir saniye, kamu yönetimin neyi vardı da gülüyordu acaba???

 

Kaşlarımı çattığımda kendini toparlayarak boğazını temizledi. "Yani, güzel tabi. Herkes sağlık alanında yükselecek değil ya, aileye bir hukukçu da lazımdı."

 

Bence bu aileye gerçek bir adalet lazımdı.

 

"Şirin." Dedi, duymayı beklemediğim bir ses arkamdan. Çınar'ın sesiydi bu. Omzumun üzerinden ona baktığımda tam arkamda olduğunu gördüm, sadece kamelyanın dışındaydı. Ne ara gelmişti? Kapının açıldığını duymamıştım.

 

"Hoş geldin Çınar abicim. Biz de okullardan konuşuyorduk." Dedi Şirin şirin olmayan bir ses tonuyla. Çınar usulca kafasını salladı ve gözlerimin içine baktı. O sırada Şirin konuşmaya devam etti. "Biliyor musun Nil Kamu yönetimi okumuş." Çınar tek kaşını sorgularcasına kaldırdı. Doğal olarak sorguluyordu çünkü ona hukuk okuduğumu söylemiştim.

 

"Ne güzel." Dedi gözlerimin içine baka baka. Canan hanım araya girdi. "Amcan nerede oğlum?" Çınar omuz silkti. "Ne bileyim?" Canan Hanım duraksadı. "E beraber çıktınız ya evden." Dedi durumu anlamaya çalışıyor gibi. "Ben sigara içeye çekildim, eve gelmediyse bilmiyorum." Dedi Çınar. Sesinde bir bıkkınlık vardı. Ne konuşmuşlardı bilmiyordum ama sinirli görünüyordu. Gözleri Lavin'e döndü. "Sen niye uyumadın hâlâ?" Diye sorduğunda yanıtı veren Nuran'dı.

 

"E sohbetimize katılmak istedi, çocuk." Şaşkınlıkla Nuran'a baktım. Onu buraya zorla oturtturan kendisiydi. Çınar, Nuran'a bir şey demedi ve kardeşiyle muhatap oldu. "Yeter bu kadar muhabbet. Git uyu." Lavin anında ayaklandı. "Tamam. İyi geceler." Derken sesinde bir şükür ve teşekkür vardı. Koşturarak kurtulmanın verdiği enerjiyle eve girdi.

 

Lavin'in ortadan kayboluşunu izledikten sonra üzerimde olan bakışlara döndüm. Abime.

 

"Nil, sen de yorulmuşsundur." Gözleriyle yukarıyı, yani odanın olduğu katı işaret etti. "Hadi." İtiraz etmeden ayağa kalktım. "İyi geceler." Dedim bunu ortaya söylemiş olsam da asıl muhatabım Dilan hanımdı. Cevap beklemeden kamelyadan çıktım ve evin merdivenlerinin olduğu kısma ilerledim. Çınar da ev halkına bir selam verip arkamdan gelmeye başladı. İkinci kata çıktığımızda dayanamayarak sordu. "Kamu mu? Kamu nereden çıktı?"

 

Ona aldırış etmeden ikinci katı jet hızıyla geçtim. Korkut Bey'le karşılaşmamak için halden hale giriyordum resmen. Kendi odamızın bulunduğu kısma geldiğimizde kolumdan yakalayarak odaya girmeme engel oldu. "Sana soruyorum."

 

Olduğum yerde ona taraf döndüm. Gözlerinin içine bakarak merdivenlerde sorduğu soruyu duymamış gibi sordum. "Ne?"

 

"Kamu okuyorum demişsin? Bana yalan mı söyledin?"

 

Dişlerimi birbirine bastırdım. Acaba neden ilk aklına gelen şey yalan fikriydi? Hayır, ona şimdiye dek yalan söylediğim falan da yoktu. Bana güvenmemesini normal karşılıyordum ama bu kadar güvenmemesini değil.

 

"Sana yalan söylemedim. Onlara da söylemedim. Yan dal yaptım okurken. Bu kadar."

 

Kaşlarını çattı. "Huk-" elimle aniden ağzını kapattığım da susmak zorunda kaldı. "Bağırma! Ne bağırıyorsun??" Kaşlarını çatarak dudaklarının üzerine bastırdığım elimden kurtuldu. O konuşmadan ben konuştum. "Kimseye hukuk okuduğumu ve avukat olduğumu söylemeyeceksin! Duydun mu?!" Fısıldıyor olsam da oldukça sert bir şekilde konuşmuştum. Cevap vermesini beklemeden odaya girdiğimde arkamdan geldi.

 

"Neden?" Dedi ve o sırada kapıyı kapattı. Ona cevap vermek yerine valizime yöneldim. "Hem niye hâlâ yerleştirmedin eşyalarını sen?"

 

Omuz silktim. "Fırsatım olmadı." Dedim yalnızca ve valizimi açarak içinden geceliklerimi aldım. "Nedenini söylemedin? Neden saklıyorsun böyle bir şeyi? Gururla söylemen gerekiyor."

 

Valizimi kapatırken cevap verdim. "Benimle gurur duymasını istediğim kişiler ailen değil, Çınar."

 

Sensin.

 

Sadece sen.

 

"Onların da ailen olduğunu ne zaman kabul edeceksin?"

 

"Hiçbir zaman!"

 

Önüme doğru bir adım attı. "Bu evde kalıyorsun, Nilüfer. Öyle ya da böyle kabul etmek zorundasın. Bu gerçeği görmezden gelerek, yok sayarak ortadan kaldıramazsın. Kimden, neyden kaçıyorsun?"

 

Burun kemerimi sıktım. "Kimseden kaçmıyorum."

 

"Ama yüzleşmiyorsun."

 

Gerçekten kolay mı sanıyordu? Şu an psikolojik olarak ne kadar yıprandığımın farkında değildi belki ama ben düşmek üzereydim. Zar zor tutunuyordum. Onların yüzünü gördükçe tutunduğum ip yıpranıyordu ve biliyordum ki o ip bir gün kopacak ve ben yere çakılacaktım.

 

"Seninle tartışmak istemiyorum Çınar. Başa dönmeyelim."

 

"Bunları konuşmak zorundayız. Her istediğin zaman arkanı dönüp gidemezsin." Derin bir nefes aldım ve tam gözlerinin içine baktım. "Ne öğrenmek istiyorsun?" Diye sordum açıkça.

 

"Kafandan geçen ne varsa her şeyi." Dedi bir anda. Omuzlarımı dikleştirdim. Harekete geçerek çantamı elime aldım ve içinden avukat kimliğimi çıkarttım. Yüzüne doğru kaldırarak gösterdim. Aklında bir şüphe kaldıysa yok olsjn diye. "Onlara avukat olduğumu söylemedim çünkü bunu öğrendikleri an tavırlarının değişeceğini biliyorum. Onlarla mesleğimle değil kendim olarak savaşmak istiyorum. Beni istediğin kadar yadırgayabilirsin, korkak olduğumu söyleyebilirsin ama umurumda değil. Korkut beyle yüzleşmeyeceğim. Onu görünce bile midem bulanırken bunu yapmayacağım."

 

Çınar sert bir nefes aldı. "Nilüfer." Dedi yapma der gibi. Umurumda değildi. Yapacaktım. "Bana babanı savunursan bir daha yüzümü göremezsin!" Dedim aniden yüksek bir sesle. Bunu söylemeyi beklemiyordum. O da beklemiyordu. Sustu. Ben de daha fazla uzatmadan kimliğimi çantama tepip bir kenara bıraktım ve elimdeki geceliklerle odadan çıktım.

 

Odada iki girişin olması işimi kolaylaştırıyordu. Katta bulunan banyoya girdim. Kısa bir duş aldım. Bakımımı yaptım ve iğnemi de vurarak odaya geri döndüm. Yarı kuruttuğum saçlarım nemliydi.

 

Çınar beklediğimin aksine uyumamıştı. Üzerine pijamalarını geçirmiş koltuğa oturmuş bir şekilde telefonuyla uğraşıyordu. Ben odaya girdiğim an telefondaki gözlerini kaldırarak ilgisini bana verdi. Onu görmezden gelerek kendimi yatağa bıraktım. O an konuştu. "Sormayacak mısın?" Diye sormuştu. Tek kaşımı kaldırdım. "Neyi?"

 

"Amcamla ne konuştuğumu."

 

Omuz silktim. "Amcanla ne yaptığın beni ilgilendirmiyor. Hem ne derler bilirsin, aile meselelerine karışılmaz."

 

"Nilüfer-" lafını kestim. "Tartışmak istemiyorum."

 

"Seninle tartışmadan konulamıyoruz ki Nilüfer."

 

"Konuşmayalım öyleyse."

 

Kaşlarını çattığını hissetsem de ona bakmadım. "Neden tersleyip duruyorsun? Yanlış bir şey mi yaptım? Sabah iyiydik. Ne oldu birden?"

 

Derin bir nefes alıp verdim. Nuran, canımı sıkmıştı. Gözümün içine baka baka kızıyla ilgilenmesi zoruma gitmişti. İçimdeki nefret artmıştı ve ben gerçekten sınırdaydım. Gülerek bir şeylerin üstünü kapatmak bir yere kadardı. Bazen yaşadıklarım katlanılamaz geliyordu. Çevremdeki herkesi boğazlayıp son olarak da kendi kafama sıkmak istiyordun.

 

"Bir şey olmadı." Dedim sadece. Sessiz kaldı. Ona konuşma fırsatı vermeyen bendim ama konuşsun da istiyordum.

 

Yatağa serilmiş saçlarımı biraz daha dağıtarak hemen kurumaları için kendi haline bıraktım. "Bu koca evde başka oda yok mu gerçekten?" Beklemeden yeni bir soru sordum. "Bu odanın karşısında bir oda daha var. Kullanılmıyor belli ki."

 

"O odada kalamazsın." Dedi aniden ki sesinde duymayı beklemediğim bir netlik vardı. "Kalacağım demedim zaten, kilitli olduğu için merak ettim."

 

"Etme." Dedi. "Kullanılmayan eşyalar var sadece." Konuyu kapatmak istediğini fark ederek sustum.

 

"Oda işini ayarlamaya çalışacağım." Dedi Çınar. Tavana bakmaya devam ettim. "İyi olur." Diye ekledim.

 

"Ben senin abinim, benden neden rahatsız oluyorsun?" Diye sorduğunda duraksamıştım. Gözlerimi kırpıştırarak derin bir nefes çektim içime. "Seni yalnızca iki haftadır tanıyorum, Çınar. Hatta henüz iki hafta olmuş bile sayılmaz."

 

"Yine de abinim." Dedi bastırarak. Bu gerçeği benden duymak istiyor gibiydi ama daha çok beklerdi.

 

"Yani?" Diye sordum ona yandan bir bakış atarak. "Yanisi benden rahatsız olmamalısın."

 

"Sorun bu değil. Adam gibi bir yatakta yatmak istiyorum, özelim olsun istiyorum doğal olarak."

 

Derin bir nefes aldı. "Halledeceğim dedim. Uzatma." Kaşlarım çatıldı. Ben yetişkin bir kadındım ve ne olursa olsun o da iki haftadır tanıdığım bir erkekti. Her şey bu kadar yeniyken özel alanlarımıza bodoslama girmek doğru değildi. İlişkimizi sarsıyordu.

 

Şu an inanılmaz bir nefret duyuyordum ve ister istemez bu Çınar'a yansıyordu. Ona şu durumda hissettiklerimi anlatamayacağıma göre yapabileceğim tek şey itmekti.

 

"Şekerini ölçtün mü?" Diye sorduğunda kafamı sallamakla yetindim. Gözlerimi kapattığım sıra ayaklandığını hissederek yeniden araladım. Dolaptan ceketini aldı. "Nereye gidiyorsun?"

 

Bana bakmadan yanıt verdi. "Özel alan zırvalıklarını dinlemeyeceğim bir yere." Dedi ve cevap vermemi beklemeden teras kısmının kapısından çıktı. Çıktığı kapıya birkaç saniye baktıktan sonra ofladım.

 

Yataktaki yastığı alarak yüzüme kapattım ve sessiz bir çığlık attım.

 

🪷

 

Duyduğum telefon sesiyle gözlerimi açtığımda yatakta sağa doğru dönerek homurdandım. Telefonum çalıyordu ama açmak istemiyordum. Uykum vardı.

 

"Nilüfer!" Diyen Çınar'ı da duydum. Ben uyurken odaya geri gelmiş olmalıydı ama umurumda değildi. "Aç şu telefonu yoksa kıracağım bak!" Oflayarak doğruldum ve gözlerimi açmadan çalan telefonuma uzandım. Komidinde telefonu ararken bir şeyler yere düşse de umursamadım. Sonunda telefonu aldığımda telefon çalmayı kesmişti.

 

İçimden bir küfür savurup yüzümü yastığa gömdüm ama uykuya tekrar dalamadım. Zaten telefon tekrar çalmaya başladı. Gözlerimi açtım. Çınar homurdandı. Onu daha fazla rahatsız etmek istediğim için bir süre daha çalmasını bekledim sonra dizlerimin üstünde doğrularak yatağa oturdum.

 

Telefonu kim olduğuna bakmadan açıp kulağıma yasladım. "Sonunda avukat!" Dedi karşı taraf. Baştan sona titredim. Üzerimde kalan uyku yok olup gitti ve yerine anlamsız bir tedirginlik yerleşti. "Günaydın demek için aradım. Ne zamandır konuşamıyorduk."

 

Yutkundum. "Sen!"

 

"Ben tabi! Hayatımı mahvetmişken öyle kolay kurtulacağını mı sanıyorsun?"

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Koltukta uzanan Çınar'ın doğrulduğunu görebiliyordum ama dikkatim onda değildi. "Ne oldu, dilini mi yuttun yoksa? Mahkeme salonunda şakıyorsun oysa."

 

"Yanlış bir şey yapmaya kalkma." Dedim ve ekledim. "Bu sefer tazminatla kurtulamazsın."

 

Telefonun ucundan gür bir kahkaha attı. "Daha hiçbir şey yapmadım avukat. Hiçbir şey! Şimdiye dek yaptıklarım yapacaklarımın tazminatıydı. Arkanı iyi kolla." Telefon kapandı ama kulağımdan indiremedim. Dıt, sesini bir süre dinledim. Beni transtan çıkartan şey yatağa oturmuş ve elleriyle kollarımı kavramış Çınar'dı. "Nilüfer!" Dedi gür bir sesle. "Ne oldu?" Endişesi yüzünden okunuyordu. Yutkunarak telefonu kulağımdan indirdim. "Hiçbir şey." Dedim ezberden.

 

Çınar, çenemi kavrayarak ona bakmamı sağladı. "Ne demek hiçbir şey Nilüfer? Dondun kaldın. Kimdi o?!"

 

Açık açık tehdit edilmiştim. Göğsüme rahatsız edici bir his yükleniyordu. Tek başıma olsaydım ağlardım ama Çınar'ın burada olması beni engelliyordu.

 

"Hiç kimse." Dedim ellerinden kurtularak. Aniden yataktan kalktım ama o da ardımdan kalktı. "Nilüfer." Dedi bastırarak. "Başın dertteyse bunu bana söyle." Derin bir nefes alıp verdim. "Başım dertte falan değil. Karşı taraf beklemediğim bir şey söyledi. O yüzden şaşırdım."

 

"Bu kadar yani?!"

 

"Bu kadar."

 

Kıyafetlerimi alarak odadan çıktım. Hızlı bir şekilde giyindim ve odaya geri dönmek yerine aşağıya indim. Telefonum odada kalmıştı ama odaya girersem Çınar beni sorgulayacaktı ve ben şu durumda hiç çekemeyecektim onu. İkinci kata geldiğimde gözüm Korkut beyin odasına takıldı. Kapı yarı açıktı ve içeriden sesler geliyordu. İstemsizce kapıya yaklaştım. Dilan hanım içerideydi. "...bilmiyorum." demişti kısık bir ses tonuyla. Korkut bey konuştu. "Çınar'ın haberi var mı?" Sesi sertti.

 

Dilan hanım cevap verdi. "Var. Olaylar olurken o da vardı."

 

"Ve hiçbir şey yapmadı mı o hayta?"

 

"Olay o kadar büyümedi bey. Sesleri duydun zaten. Sonra dışarı çıktılar. Gerisini bilmiyorum ben."

 

Korkut beyin aldığı sert nefesi işittim. "Kızıma bir şey yapmasınlar, Dilan! Bu yatağa mahkum kalmış olmam susacağım anlamına gelmez."

 

Lavin'den bahsediyor olmalıydı.

 

"Aman diyeyim Korkut, Seyfi abiyle zıtlaşma." Aile meseleleri... dinlememem gerekiyordu ama dinleyecektim. "O benimle zıtlaşmasın! Yatağa düştük diye ağalık ona kaldı ama herkes biliyor ki bu işten bir şey anladığı yok."

 

Dilan hanım sessiz kaldı. Bir süre konuşmadılar ve sonunda sessizliği bitiren Dilan hanım oldu. "Bugün Volkan'ın okulda gösterisi var."

 

Unutmuştum. Bateri çalacaktı doğru ya. Ama davet edilmemiştim. Omuzlarım düştü. Neyse. Dinlemeye devam ettim. "Senin de gelmeni çok istiyor Volkan. Bu seferlik kırmasan-"

 

"Bu halde gelemeyeceğimi bilmezmiş gibi konuşma."

 

"Tekerlekli sandalyeyle-"

 

"Olmaz dedim. Videosunu çekersin izlerim. Oğlum beni anlayacaktır."

 

Kaşlarım çatıldı. Gitseydi ölür müydü? İyice sinirimi bozmak istemediğim için merdivenlerden inerek en alt kata geldim. Mutfaktan duyduğum seslerle oraya yöneldim. İçeride Lavin ve Volkan vardı. Volkan 6'lı yemek masasına oturmuş Lavin ise kahvaltılık hazırlıyordu. Beni fark ettiğinde gülümsedi. "Günaydın, abla." Ben de genişçe gülümsedim ve içimdekileri yansıtmayarak enerjik bir şekilde konuştum. "Günaydıın!!"

 

Volkan gözlerini kaçırsa da mırıldanarak bana cevap vermişti. "Kahvaltıyı niye sen hazırlıyorsun?" Diye sordum Lavin'e. "Annemden başka kimse uyanmadı daha. Yardım etmezsem yoruluyor."

 

"Diğerleri neden yardım etmiyor?" Diye sorduğumda sessiz kaldı. O da durumun farkındaydı. Yanına doğru giderek doğradığı domatesi ve bıçağı elinden aldım. "Dersin ne zaman başlıyor?" Diye sordum. Yaptığım hareketi anlamasa da bana cevap verdi. "Bugün 11’de başlayacak stajım, dersim yok." Kafamı olumlu bir şekilde salladım. "Çok güzel. Şimdi gidip uyuyorsun o zaman."

 

Şaşırdı ve aynı zamanda panikledi. "Yok! Olmaz annem kızar."

 

"Annen kızmaz." Dedim, Dilan hanımı az çok tanımıştım. "Odana gidiyorsun ve kapıyı kilitleyip uyuyorsun Lavin. Hayde!!"

 

"Ama-"

 

"Bak bana lafımı tekrar ettirme tersim çok pistir."

 

Kendine engel olamayarak güldü. "Tamam." Dedi ama hâlâ emin olamamıştı. "Birisi bir şey söylerse ablam öyle dedi dersin." Gülümsedi. Yorgun bakan gözleri ışıl ışıl parladı ve hemen ellerini yıkadı. "Gideyim o zaman ben." Dediğinde kafamı salladım. "Kapıyı kilitlemeyi unutma." Dedim arkasından. Beni onayladı ve mutfaktan çıkıp yukarıya gitti. Mutfakta kalan Volkan'a döndüğümde göz göze geldik. "Okula geç kalmıyor musun?" Diye sorduğumda kafasını iki yana salladı. "Bugün gösteri olduğu için dersleri iptal ettiler." Kafamı anladım dercesine sallayarak tezgaha döndüm.

 

Heyecandan uyuyamamıştı anlaşılan.

 

Tezgahtaki kahvaltılıkları toplayarak dolaba geri koydum. "Sana tost yapayım mı?" Diye sorduğumda kısa süre sessiz kaldı. "Yok. Annem gelir zaten şimdi." Dedi sonra kısık bir ses tonuyla.

 

Omuz silktim. "Peki." Diyerek dolaptan bana lazım olacakları aldım ve bol kaşarlı bir tost yaptım kendime. Volkan bu süre zarfında gitmemiş oturduğu yerden beni izlemişti. Tostu tabakla birlikte masaya koyduğum sıra bir süre üzerinden buharlar çıkan tosta baktı.

 

Açsın işte çocuğum neden inat ediyorsun, aa!

 

"Yemek istemediğine emin misin?" Diye sorduğumda kafasını olumlu anlamda salladı. Yahu bu evde utanması ve çekinmesi gereken ben değil miydim? Bu çocuğa ne oluyordu?

 

Tezgahtan bir tabak daha alarak önüne yerleştirdim ve kendi tostumu ikiye bölüp yarısını onun önündeki tabağa koydum. Bol kaşarlı olan tarafı koymuştum hem de. "Gerek yoktu."

 

"Gerek yok muydu? Tostuma tazmanya canavarı gibi bakıyordun, şapşal."

 

"Şapşal mı? Tazmanya canavarı mı?" Kaşlarını çattı, sonra indirdi ve tabağına bıraktığım tostun yarısını eline aldı. "Hiç de öyle bakmıyorum." Derken tostan büyük bir ısırık almıştı.

 

Şapşal.

 

Güldüm ve karşısındaki sandalyeye oturup kendi tostuma odaklandım. Hâlâ beni gösterisine davet etmesini bekliyordum ama etmeyecek gibiydi. Dilan hanım mutfağa gelip bizi gördüğünde gülümsemişti. "E bekleseydiniz ya biraz, kahvaltıyı hazırlayacaktım ben." Dediğinde kafamı iki yana salladım. "Bugün kahvaltı yok. Tost yiyeceğiz. Size de hazırlayayım mı isterseniz?"

 

"O ne demek şimdi?" Diye sordu anlamamış gibi. Ayağa kalktım ve oturduğum sandalyeye oturmasını sağladım. "Duydunuz. Bugün kahvaltı yok."

 

"Ev halkı ne der? Olmaz öyle şey." Yerinden ayaklanmaya çalıştı ama omuzlarından tutarak geri oturttum. "Ne derlerse desinler. İki saat önceden kalkıp kimseye kahvaltı hazırlamak zorunda değilsiniz."

 

"Bak ben seni anlıyorum kızım ama bu evde işler öyle yürümez." Kaşlarımı çattım. "Artık böyle yürüyecek efendim. Bir itirazınız mı var?"

 

Bana cevap veremedi. Ben de tezgaha dönüp bir ekmek kestim. "Tostunuz neyli olsun?"

 

"Sen zahmet etme ben yapayım."

 

"Olmaz. Bugün ikiniz de kendinizi gösteriye vereceksiniz. Ev işlerini boş verin."

 

"E kızım ben yapmazsam kim yapacak?"

 

"Canan hanım ve Nuran yapsın. Elleri kolları tutuyor."

 

"Orası öyle ama-"

 

"Aması yok. Tostunuzu neyli seversiniz?"

 

"Annem karışık yer." Diye atıldı Volkan. Aferin len sana! Seni kendim gibi yetiştireceğim sıpa!

 

"Oğlum!" Diye uyardı annesi onu, aralarında anne oğul atışması başlasa da o tarafla ilgilenmeden tostunu hızlı bir şekilde hazırlayıp önüne bıraktım. "Afiyet olsun."

 

"Böyle sana ayıp oldu ama?"

 

"Niye canım, 2 haftadır sizin yemeklerinizi yemiyor muyum ben? Asıl size ayıp olmuş hatta." İçten bir şekilde gülümsedi. "İçecek bir şey ister misiniz?"

 

"Yok kızım sağ ol. Otur hadi, soğudu zaten tostun." Volkan'ın yanındaki sandalyeye oturdum ve tabağımı önüme çektim. Dilan hanım yemeye başlamadan konuştu. "Eline sağlık." Dedi ve tosttan bir ısırık aldı. Ben zaten yarım olan tostu iki üç ısırıkla bitirdim ama kalkıp gitmedim.

 

Volkan, hâlâ davet etmemişti çünkü. Etsin istiyordum. Etmezse gitmezdim, gitmek istiyordum.

 

Kapıdaki hareketlilikle bakışlarım o yana döndü. Çınar içeri girmişti. "Günaydın." Dedi herkese hitaben. İlk karşılığı Volkan verdi. "Günaydın abi!" Çınar kısaca göz kırptı ve tezgaha ilerleyip kendine sürahiden su doldurdu.

 

"Kahvaltı hazırlayayım mı?" Diye sordu Dilan hanım ama anında karşı çıktım. "Hayır! Eli kolu var kendi hazırlasın." Çınar gülecek gibi oldu ama kendini tutarak Dilan hanıma döndü. "Sağ olun Dilan hanım, kendim hallederim." Bana baktı. "Kardeşimin de söylediği gibi. Elim kolum var sonuçta." Omuz silkmekle yetindim ve gözlerimi üzerinden çektim.

 

Çınar, telefonla konuşmak için dışarı çıkmış, biz de tamamen tostlarımızı bitirmiştik. O sıralarda nihayet ki Canan hanım ve Nuran da uyanmıştı. Nuran mutfağa girer girmez bize ve boş masaya baktı. "Kahvaltıyı niye hazırlamadın Dilan?" Diye sordu ketum sesiyle. Araya daldım. "Aslında biz hazırladık ve kendi kahvaltımızı yaptık." Dolabı gösterdim. "Bakın eşyalar orada. Hem biliyor musunuz canınız ne çekiyorsa yapabilirsiniz." Onların şaşkınlığıyla ilgilenmeden masaya döndüm. "Dışarıya çıkmaya ne dersiniz? Bugün hava çok güzel."

 

Volkan anında ayaklandı ama Dilan hanım için aynı şey geçerli değildi. Nuran'ın bakışları kadını kıstırmıştı resmen. Kalktım ve kalkar kalkmaz Dilan hanımı da kaldırdım. "Siz gidin çocuklar." Dedi Dilan Hanım o sıra. "Ben yardım edeyim."

 

Gözlerimi büyüttüm. "Yardım edecek bir şey yok bence. İki yumurta kırmayı beceremiyor değiller." Kapıdaki Nuran'a baktım. "Değil mi?" Nuran burnundan sert bir nefes verdi. Affederdi ama kırmızı görmüş öküze benziyordu. "Siz çıkın, ben geliyorum." Dedim Dilan hanıma, kararsız kalsa da ısrarcı bakışlarım sayesinde mutfaktan çıkmışlardı.

 

Mutfakta Nuran ve Canan Hanımla kaldığım sıra gözlerimi Nuran'ın gözlerime diktim. "Bundan sonra böyle. Dilan Hanımı hizmetçin gibi kullanmana izin vermeyeceğim." Kaşlarını çatarak üzerime doğru bir adım attı. "Sen dağdan gelip bağdakini mi kovuyorsun?"

 

"Yo kovmuyorum." Dedim açıkça. Kovmuyordum ki. Alakası yoktu.

 

Gözlerimin içine dik dik baktı. "Çok oluyorsun." Dedi. "Alırım seni ayağımın altına."

 

"Ay alsanıza! Lütfen alın!"

 

Yanından geçerken omzuna sertçe çarptım. Arkamdan homurdandı. "Ben sana yapacağımı biliyorum." Dedi ama dönüp bakmadan yukarı çıktım ve kaldığım odaya girerek ilacımı vurdum. Telefonumu ve çantamı aldıktan sonra odanın teras kısmından koşturarak aşağıya indim.

 

Dilan hanım ve Volkan kamelyada oturuyordu. Berivan babaanne de oradaydı ve Volkan hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu. Çınar ise kamelyanın içine geçmemiş dışarıdan tahta kısma dirsekleri yaslamış Volkan'ı dinliyordu. Yanlarına doğru gittim. Volkan beni gördüğünde sustu. Dilan hanım gülümsedi. Ben de ona gülümsedim ve konuştum. "Muhabbetiniz bol olsun. Ben çıkıyorum."

 

Çınar araya girdi. "Nereye gidiyorsun?" Ona cevap vermeden kamelyadakilerle vedalaştım. Çınar kendi kendine homurdandı. Sokak kapısına yürüyecektim ki Volkan seslendi. "Nil... abla?"

 

Döndüm ve geniş bir gülümsemeyle ona baktım. Gözlerini kaçırdı. "Şey. Bugün ki gösteriye... yani istersen gelebilirsin."

 

Yes be! Yes!

 

Bozuntuya vermeden sakince sordum. "Saat kaçtaydı?"

 

"Öğlenden sonra 3'te." Dedi kafamı salladım. "Gelmeye çalışacağım." Tekrar konuşmak yerine vedalaştık ve sokak kapısından çıktığım an yerimde zıpladım. "Yaşasın!" Hoplaya hoplaya arabama doğru giderken Çınar'ın sesi beni durdurdu. "Orada dur bakalım!" Durdum ve omzumun üzerinden ona baktım. "Ne vardı?"

 

Üzerime doğru geldi. "Nereye gidiyorsun?"

 

"İşim var."

 

"Nilüfer, söylesen ölür müsün?!"

 

Kaşlarımı çattım ve yüzüne karşı diklendim. "Ölürüm!" Bir şey söylemesine izin vermeden koşarak arabama bindim ve gazı kökledim.

 

🪷

 

Karakolun önüne geldiğimde öncelikle bahçeyi, sonra camları sonra da nöbetçilerin yüzlerini taradım. Neyse ki hiçbirinde Barış yoktu. Temkinli adımlarla ilerleyerek kapının önünde bekleyen bir polis memuruna yaklaştım. "Merhaba?" Dediğimde kafasını çevirerek bana baktı. "Buyurun?"

 

"Mirza'yı görmek için gelmiştim. Nerede olduğunu biliyor musunuz?" Gözlerini kısarak düşündü. "Mirza komiserimi mi soruyorsunuz?" Kafamı salladım. "Evet."

 

"İçeride, girebilirsiniz." Dedi ama girmedim. "Şey peki Barış. Barış Başkomiseriniz?" Kaşlarını çattı ve bana şüpheyle baktı. En sonunda gözleri büyüdü. "Siz yoksa Barış başkomiserimin yavuklusu musunuz!?"

 

Of bir de bu kalmıştı başıma. Gülmeye çalışarak kafamı salladım. "Barış başkomiserim yok. Göreve çıktılar ama Mirza komiserim içeride." Minik bir teşekkür ettim. Barış'ın olmaması benim için bir şanstı.

 

Karakoldan içeri girdim. Evrak işleriyle uğraşanlar, belge götürüp getirenler derken yanımdan geçen kadın bir polis memuruna Mirza’yı sorduğumda yukarıda olduğunu söylemişti. Hızlıca 2. Kata çıktım ve odaların bulunduğu tarafa ilerledim. Burada hem odalar hem de masa başı çalışan polis memurları vardı. Bir masaya oturmuş elindeki çayı yudumlayan Mirza'yı gördüğümde gözlerim büyüdü ve hızla ona doğru ilerledim. "Mirza!"

 

İsmini duyduğu an bana döndü ve içtiği çayı dışarı püskürttü. Diğer memurların da ilgisini çektiği için teşekkür edecektim. Oturduğu yerden kalkıp çay bardağını masaya bıraktı. Çatık kaşlarla üzerime geldi. "Barış başkomiserim yok." Dedi, kafamı salladım. Yüzündeki yaralar iyileşmişti ama hâlâ gözünün altında ufak bir morluk vardı.

 

"Biliyorum. Sana geldim."

 

Bana mal mal baktı. "Af buyur?"

 

"Yani benim bir şikayetim olacaktı." Kaşları ciddiyetle çatıldı. "Barış başkomiserim?"

 

"Hayır! Onun öğrenmemesi gerek. Yardım edecek misin?"

 

"Ne işler çeviriyorsun bilmiyorum ama başımı yakarsan ben de seni yakarım!"

 

"Ya beni sadece bir vatandaş olarak düşünemez misin!? Buraya polise sığınmaya derdimi anlatmaya geldim!" Kaşlarını kaldırdı. Sonra derin bir nefes aldı ve kenardaki boş masalardan birini gösterdi. "Geç şöyle." İlerledim ve masanın önündeki sandalyeye oturdum, o da tam karşıma geçti.

 

"Seni dinliyorum."

 

Boğazımı temizledim. Öncelikle bu ilçede başka karakol yoktu ve buraya gelmekten başka şansım da yoktu ama Barış beni tanıdığı için de ona gitmek istememiştim. Üstelik son olanlardan sonra ona gitmeye çekinmiştim çünkü aramama geri dönmemişti. Ben de en mantıklı kişinin Mirza olduğunu düşünmüştüm çünkü o daha beni tanımadan korumak isteyen biriydi.

 

"Nil? Konuşacak mısın? Devlet memurunu meşgul etme." Gözlerimi devirdim. "Çay içiyordun az önce." Omuz silkti. "Ne olmuş?"

 

Sorusunu umursamadan ciddiyete büründüm. "Tehdit ediliyorum." Kaşları çatıldı. "Bak şaka falan kaldıramam ben bir daha! Yalan söylüyorsan ciddiyim kötü olur."

 

"Böyle bir yalanı neden söyleyeyim?!"

 

"Bilmiyorum abisine bir insan neden belalım diye iftira atar?"

 

Ofladım. "Mirza yardım edeceksen et, yoksa beni başka bir polis memuruna yönlendir!" Ciddiyetimi fark ettiğinde duraksadı. Hiçbir şey söylemeden önündeki bilgisayarı açtı ve biraz uğraştıktan sonra bana döndü. "Sendeyim."

 

"Akif Baysal." Dedim net bir şekilde. "8 ay önce bir davaya girmiştim. Boşanma davasına. Kendisi müvekkilim kocası oluyor. Davayı kazandığım için hakim ikisini boşamaya karar verdi ama Akif bu durumu kabullenmedi. Evliliklerinin benim yüzümden bittiğini düşünüyor. Hatta bu yüzden, duruşma sonrası bana saldırdı."

 

"Sen avukat mısın?" Diye sordu. Kafamı salladım. "Evet." Bu duruma şaşırdığını fark ettim ama bir şey söylemek yerine işine odaklandı.

 

"Sana saldırdı derken?"

 

"Yumruk attı. Gözümü hastanede açtım. Sonra darp edildiğime dair belgeler hazırladım ve onu dava ettim. 1 ay boyunca davayı geri çekmem için yalvardı. Adam statülü biri. Hem eşinden boşanıp hem de adının bir darp olayında geçmesini mantıken istemedi. Ama ben davayı geri çekmedim ve duruşma oldu. Duruşmayı yine kazandım. Yüksek bir tazminatla cezalandı. Sonra her şey bitti diye düşündüm, işime kaldığım yerden devam ettim ama kısa bir süre sonra bilinmeyen numaralardan mesajlar aldım, tehdit edildim. Bunu ilk başlarda umursamamıştım ama sonradan karşıma da çıkmaya başladı. Bulduğu köşede sıkıştırıyordu. Öyle böyle derken numaramı falan değiştirdim buraya geldim ve şimdi yine karşıma çıktı."

 

"Nasıl?"

 

"Önce mesaj attı. Bu sabah arayıp bizzat kendisi tehdit etti. Şahıs hakkında şikayetçi olmak istiyorum." Kafasını salladı. "Kimliğini alabilir miyim?" Cüzdanımdan kinliğimi çıkartıp ona uzattım. Birkaç dakika işlemlerle uğraştı, ben de sessizce onu bekledim. İşleme geçerken bildiğim her şeyi her ayrıntısıyla anlattım. O sıra bize çay bile söylemişti. Çayımı yudumlarken sonunda kafasını bilgisayardan kaldırdı.

 

"Tamamdır." Dedi. "Olay artık bizde. Ama yine de sen dikkat et. Tek başına dışarıya çıkmamaya çalış. Yanında mutlaka güvendiğin biri olsun." Kafamla onu onayladığımda derin bir nefes alarak tamamen bana odaklandı. "Nil." Dedi. "Bunu neden Barış başkomiserime söylemiyorsun?"

 

"Özel bir ayrıcalık istemiyorum."

 

"Ama elinde sonunda Barış başkomiserim bunu öğrenecek. Tüm dosyalar onun elinden geçer." Omuz silktim. "Öğreneceğini zaten biliyorum. Tek istediğim her şeyin olması gerektiği gibi olması. Üstelik bu adam Barış'la aramda bir şey olduğunu fark ederse kullanmaktan çekinmez." Kaşları çatıldı. "Umarım anlatabilmişimdir." Kafasını salladı. Ayağa kalktım ve elimi ona uzattım. O da ayaklandı. Uzattığım elimi tutarak hafifçe sıktı. "Yardımın için teşekkür ederim."

 

"Görevimiz." Dedi, elimi geri çektim ve başka bir şey söylemeden çıkışa doğru döndüm ki o an merdivenlerden çıkan Barış'ı görmemle hızlı bir şekilde Mirza'nın oturduğu masanın altına girdim. "Nil? Ne yapıyorsun?"

 

"Sus! Sakın burada olduğumu belli etme!"

 

"Nil! Saçmala çık oradan!"

 

"Çıkmam! Belli edersen Barış'a yalan söylerim ve seni atar!"

 

"Allah Allah!"

 

"Ya sussana anlayacak!" Sustu. Adım seslerinden yanımızdan geçtiklerini anlamak zor değildi. Durdular. Barış konuştu. "Mirza?"

 

Off! Ne diye saklanmıştım ki ben! Bu yaşta niye böyle şeyler yapıyordum!?

 

"Başkomiserim?"

 

"Bir sorun mu var?"

 

"Sorun mu? Ne sorunu? Sorun kim?"

 

"Kafan mı güzel lan!?"

 

Mirza hazır ola geçti. Gördüğüm tek şey masa ve Mirza'nın ayaklarıydı. "Yok." Dedi Mirza. Of, oyunculukta berbattı!

 

"Emin misin?"

 

"Eminim, başkomiserim!" Barış uzaklaşmaya başladığında derin bir nefes aldım. Mirza da aldı ve eğilerek bana baktı. "Çık şuradan! Deli misin nesin!? Başımı derde sokup duruyorsun!" Oflayarak çıktım. Kısaca koridora baktıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi doğruldum ve yoluma geri döndüm. Mirza arkamdan homurdandı. "Bir teşekkür et bari!" Elimi arkama doğru salladım ve koşturarak merdivenlere yöneldim. Tam kurtuldum derken karşıma Yunus çıktı.

 

"Ooo! Nil! Seni burada görmek ne büyük sürpriz! Biz de görevden yeni geldik! Barış başkomiserim odasına geçmiştir çoktan!"

 

"Ay sussana! Ne bağırıyorsun be adam!?"

 

"Ne oldu bir şey mi oldu?" Arkama baktı. Elini kaldırarak salladı. "Başkomiserim!" Diye seslendiğinde ağzına bir tane çakmamak için kendimi zor tuttum. Arkamdan tanıdığım bir ses yükseldi.

 

"Nil?"

 

Barış.

 

🪷

 

Bölüm sonu!!

 

Beğendiniz mi?

 

Düşünceleriniz?

 

Sonunda Barış'la karşılaşabildik🙂

 

Nil?

 

Çınar?

 

Volkan?

 

Dilan hanım?

 

🍭

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYIN

 

🍭

 

İnstagram; Zeynepizem

Loading...
0%