Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

 

Arkadaşlar attığınız tüm yorumlara cevap vermeye çalışıyorum ama burada gözden çok kaçıyor, çoğu zaman bildirim bile gelmiyor. Cevap vermediysem görmemişim demektir, kusura bakmayın olur mu?♥️

 

 

Çok seviliyorsunuz🥰

 

 

7BİN♥️

 

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

 

ZEHİRLİ ŞEKER

 

BÖLÜM 26

 

🪷

 

"Evet, Nil. Seni dinliyorum."

 

Barış'ın odasındaydım ve o şu an elinde az önce verdiğim şikayet dilekçesini tutuyordu. Gözlerimi odada gezdirdim. Mirza'yı dost sanmış böğrüme basmıştım ama o bana ihanet edip her şeyi şakır şakır anlatmıştı.

 

"Neyi anlatayım, zaten önünde duruyor dilekçe."

 

"Nil! Böyle bir şeyi benden niye saklıyorsun!? Hayır, bir de saklanıyorsun!"

 

Gözlerimi gözlerine doğru kaldırdım. Birkaç gündür uyumadığını anlamak zor değildi. Masanın üstünde duran elini yumruk yapmıştı ve öfkesini bastırmaya çalışıyordu ama pek başarılı olduğu söylenemezdi.

 

Israrcı gözleri gözlerimin içine bakarken konuşmak zorunda kaldım. "Sana söylemek istemedim çünkü abime söyleyeceğini biliyorum."

 

Kaşlarını çattı. "Böyle bir şeyi abinden saklamak mantıklı mı peki?" Gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Değildi biliyordum ama beni gözünde sorunlu biri olarak görmesini istemiyordum. Zaten tanışalı ne kadar oluyordu ki? Gelirken belayı da peşimde getirmiştim ve onun için bela olmak istemiyordum.

 

"Sadece söyleme." Dedim sorduğu sorunun cevabını vermek yerine. "Kendi başımın çaresine bakıyorum. Bu konuyu büyütmeye gerek yok. Zaten yapmam gerekeni yaparak polise geldim."

 

Sesli bir nefes verdi. Gözlerimi kaldırarak ona baktım. Elini sıktığı için tuttuğu kağıdı buruşturmuştu. "Ne zamandır devam ediyor bu şey?" Diye sordu sertçe. "Birkaç gündür. Mesaj attı önce. Kondurmak istemedim, bu sabah da arayınca-"

 

"Ha bu elini yüzünü siktiğimin şerefsizi bir de seni aradı öyle mi?!"

 

Derin bir nefes aldım ve gözlerinin içine baktım. "Barış, polise geldim. Sana gelmedim. Bu olayı şahsi meselen haline getirme."

 

Kaşları derince çatıldı. Bakışları içime soğuk bir yel estirdi. Söylediklerimden pişman olmuştum ama bu meselenin ona veya bir başkasına zarar vermesini istemiyordum. Kübra benim ev arkadaşımdı ve o adam Kübra'yı bile rahatsız etmiş pisliğin tekiydi.

 

"Şahsi meselem haline getirmeyeyim?" Dedi sorar gibi dişlerinin arasından. Kafamı usulca salladığımda elinde tuttuğu kağıdı sertçe masaya bıraktı. "Çık dışarı o zaman." İrkilerek ona baktım. Söylediği beni dumura uğratmıştı. Gözlerimi kırpıştırdım. "Ne?"

 

"Duydun. Kendini sadece halktan biri olarak görüyorsan ve ben de bir başkomisersem senin bu odada olmaman gerekiyor. Şimdi çık."

 

Kalbime bir şeyin oturduğu hissettim ama tek kelime edemedim. Ağzım bir açılıp bir kapandı. Kelimeler birbirine çarptı durdu. Dik dik bana bakarken boğazımda kalan yumruyu yok etmek için yutkundum. Çantamın iplerini sıkıca tutarak ayağa kalktım. Ona bir daha bakmadan kapıya doğru ilerleyerek odadan çıktım.

 

Kalbimi kırmıştı. Hem de fena halde. Bu his canımı niye bu kadar yakıyordu?

 

"Nil?" Başımı kaldırdığımda Yunus'u gördüm. O da ben de ne gördüyse gülen yüzü solmuştu. "Sen iyi misin?" Kafamı usulca salladım. "Sonra görüşürüz." Dedim ve yanından geçerek omuzlarım düşmüş bir şekilde yürümeye başladım. Binadan çıkıp bahçeye indiğimde yönüm arabamı park ettiğim alan olmuştu. Sıkıca tuttuğum çantamı önüme alarak arabanın anahtarını bulmak adına içine göz attım. Kalbimdeki histen midir yoksa benim aptallığımdan mıdır bilinmez küçücük çantada anahtarı bulamıyordum!

 

Gözlerim dolmuştu ve ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Resmen beni kovmuştu.

 

Ayrıca bu salak anahtar neredeydi!? Gitmek istiyordum ben!

 

Sonunda çantamdan anahtarımı çıkarttığım an anahtar biri tarafından elimden çekildi. Şaşkınlıkla kafamı kaldırdığımda Barış'ı gördüm. "Bin araya, ben süreceğim." Gözlerimi kırpıştırdım. Anlamsızca ona bakarken elini belime yerleştirerek beni yürümem için itti. "Hadi." Hiçbir şey söyleyememiş bir anda kendimi yan koltukta bulmuştum. Barış benim arabamın şoför koltuğuna yerleşerek gaza bastı. "Barış?" Dedim. "Ne oluyor?"

 

"Madem resmiyette olayı yürütemiyoruz günlük hayatta yürütürüz. Şimdi bir yere gideceğiz ve bu meseleyi adam akıllı konuşacağız."

 

Dudaklarım bir açılıp bir kapandı. Benimle oyun mu oynuyordu? Aklımı aldığının farkında değil miydi? Kalbimi kırdığının!

 

Konuşmak istesem de konuşmadım. Hazırda bekleyen göz yaşlarımı geri göndermek için uğraşırken cama doğru dönmüştüm. Her nereye gidiyorsak gidene kadar oma taraf dönmemiş ve ağzımı da açmamıştım. Sonunda araba durduğunda insanların az olduğu bir sokakta olduğumuzu fark ettim. "İn." Dedi. Hayır yani sanki o in demese ben burada oturup kalacaktım!

 

Ya sabır!

 

Arabadan indiğimizde küçük bir çocuk parkının önünde olduğumuzu görmüştüm. Birçok çocuk parkta oyun oynuyordu. Barış, parka girmek yerine arabanın önene geçti ve kaputa yaslandı. Yanına giderek ben de kaputa yaslandım.

 

Kısa bir sessizlik yaşandı. Konuşmamakta kararlıydım. İlk o konuşacaktı. Yani, beni kovmak ne demekti? Onun yüzünden ağlayacaktım az daha!

 

"Nil?"

 

"Ne?"

 

"Ya diyorum ki senin ruhun yanlışlıkla abinin ruhuyla değişmiş olabilir mi?"

 

Ona yandan bir bakış attın. "Beni kovdun." Dedim konuşmamız gereken konuyu daha fazla ertelemeden. "Sen de bana değil polise geldiğini söyledin."

 

"E ama öyle. Yapılması gereken neyse polis yapmalı sen değil."

 

"Nil, ben de polisim ya hani!" Gözlerimi kaçırdım. Haklıydı. Ama abime söyleyecekti işte. Öğrenmesini istemiyordum. "Şimdi, anlat bakalım şu olayı."

 

Derin bir nefes aldım. Kaçışımın olmadığını net bir şekilde belli etmişti.

 

"Olayı biliyorsun zaten. Dilekçeyi okudun. Sizin evde oyun oynarken mesaj attı ilk kez. Beni bulduğunu söyledi. Yakında görüşeceğimizi falan. Sabah da arayıp tehdit etti. Öyle, ben de polise geldim."

 

Gözlerini kısmıştı. "Öncesi?" Dedi sorar gibi. "Sana zarar verdi mi?"

 

"İkinci duruşma sonrasında yani karısıyla boşandıkları davadan sonra yumruk yedim adamdan." Hızla bana döndü. "Ne?" Omuz silktim. "Öyle işte. Saldırdı bana."

 

"Ne demek saldırdı kızım, adliyedeki polisler ne bok yiyor?!"

 

"Bir anda oldu, Barış. Kimse böyle bir şey yapmasını beklemiyordu ki zaten polisler olmasaydı galiba beni orada öldürürdü. Gözündeki kararmışlığı çok net hatırlıyorum." Derin bir nefes alıp verdi. Oldukça derin bir nefes. "Sonra?" Diye sordu dişlerinin arasından.

 

"Sonrasını da biliyorsun. Şikayetçi oldum. Adliyede böyle bir işe kalkıştığı için ve ayrıca avukat haklarımdan dolayı normal bir darp davasından daha ağır oldu sonuçları. 2 yıl kesin yatar diyordum ama parayla yırttı pislik. Dava tazminata döndü."

 

"Bu olaydan sonra da peşini bırakmadı?" Dedi sorar gibi. Kafamla onu onayladım. "Sürekli karşıma çıkıyordu İstanbul'dayken ama buraya gelmemin sebebi o değil. Gerçekten değil!"

 

"Biliyorum Nil, anlatmaya devam et."

 

Yanaklarımı şişirdim. "Ben İstanbul'da ev arkadaşımla birlikte kalıyorum. O adam beni arkadaşımla bile tehdit etti. Onun yüzünden bir süre kendi evime bile gidemedim. Sonra zaten karşıma çıkıp durdu."

 

"Neden uzaklaştırma kararı çıkartmadın?"

 

"Çıkarttım. Parası çok. Her defasında yırtıyordu paçayı. Üstelik uzaklaştırma kararları bu tür olaylar için uzun süreli verilmez. Karar boyunca kendi yaklaşamadığından köpeklerini salmıştı bir kez üstüme." Kaşları çatıldı. "Köpekler?"

 

"Baya köpekler. Bildiğin Buldoglar falan. 3 taneydi hem de. O gün korkudan altıma bile ıslatmış olabilirim." Anlattıklarım gittikçe sinirlenmesini sağlıyordu. "Bu orospu çocuğu senin üstüne bile isteye yasaklanmış bir ırkı mı saldı?"

 

Kafamı salladım. "Beni yakalasaydılar öldürmüşlerdi büyük ihtimalle. Neyse ki yoldan geçenler yardım etti. Bir pastaneye saklanmıştım. Saatlerce çıkamadım oradan ya tekrar gelirseler diye."

 

Pastanenin sahibi de sağ olsun kalmam da sıkıntı yaratmamış ben gidene kadar kapatmamıştı dükkanını.

 

Boynunu sağa sola yatırdı. "Sonra?" Dedi yine. Anlatmaya devam ettim. "Bu olaydan sonra yine polise gittim ama bir işe yaramadı. Köpeklerin kendinin olmadığını söyledi hatta o saatlerde evinde olduğuna dair ispatlar bile sundu. Olan da bana oldu yani, polisler bana fazla takıntılı davrandığımı söyledi. Psikoloğa görünmem gerekiyormuş."

 

Kaşlarımı bu sefer ben çattım. "Hayır yani zaten canımı zor kurtarmışım! Adamın karşısında dil döküyorum bana söyledikleri psikoloğa git oluyor!" Kendimi sakinleştirerek konuşmaya kaldığım yerden devam ettim. "Bu olaydan sonra bir daha polise gitmedim o da her defasında daha da cesaretlendi. Evime girdi."

 

Barış yaslanmayı keserek tamamen bana döndü. "Sana bir şey mi yaptı?" Kafamı iki yana salladım. "İşten eve döndüğümde salonumun ortasında başı kopartılmış çiçekler buldum bir de not tabi. Açık açık ölüm tehdidi aldım anlayacağın."

 

"Ve polise gitmedin?!"

 

"Gitmedim. Çünkü her şeyi düşünmüştü. Kameraları bile halletmişti. Evime zorla girildiğine dair hiçbir işaret yok. Anlayacağın bir asılsız suçlama daha yapsaydım mesleğim tehlikeye girecekti."

 

"Nil sen kendini böyle bir tehlikeye nasıl atarsın? Seni öldürmekle tehdit etmiş bir adama susamazsın. O adam şu an elini kolunu sallayarak sokaklarda dolaşamaz."

 

Gözlerinin içine baktım. "Ne yapabilirdim Barış? Tek başımaydım. Polisin bile bana inanmadığı bir hayat yaşarken elimden oturup ölümümü beklemekten başka ne gelebilirdi!?"

 

Aniden kollarımı kavradı. "Sen ne dediğinin farkında mısın?!" Diye bağırdı yüzüme karşı. "Farkındayım! Ama sen bu dünyada tek başına bir kadın olmanın ne demek olduğunun farkında değilsin galiba!"

 

Onu iteceğim sırada bana engel olarak kollarını bedenime sardı ve bana sıkıca sarıldı. "Tek başına değilsin." dedi o an. Bu cümleyi birilerinden duymayı o kadar beklemiştim ki. Yalnız olmamayı. Ağlamamak için kendimi zor tutarken ona sığındım. "Ben halledeceğim." Dedi. "Bu saatten sonrasını ben halledeceğim."

 

Fısıldadım. "Başına bela olmak istemiyorum. O güçlü biri. Sırf bu yüzden mesleğinden bile olabilirsin."

 

"O haysiyetsiz güç nedir görmemiş." Dediğinde derin bir nefes aldım. "Tüm aşiretimi üstüne salayım da görsün." Duraksadım. "Ne?" Güldü. O gülünce ben de güldüm. Beni güldürmeye çalışıyordu. Bana daha sıkı sarıldı. "Kaba davrandığım için özür dilerim." Dedi. Beni kovması gerçekten de kaba bir hareketti ama affetmiştim. Burnumu çekerek konuştum. "Sorun değil."

 

"Bunu abine söylememiz lazım." Dediğinde hemen geri çekilerek karşı çıktım. "Hayır! Olmaz, söyleyemeyiz! Olmaz Barış!" Gözlerimin içine anlayışla baktı. Elini yanağıma yasladı. "Bak güzelim böyle bir durumda seni riske atamam. Abinin haberi olmak zorunda."

 

Değil. Değildi işte. Tutmaya çalıştığım göz yaşlarım yanaklarımdan akmaya başlamışken hıçkırdım. "Söylemeyelim, lütfen!"

 

"Nil." Dedi içli bir şekilde. Akan göz yaşımı sildi. "Yapma böyle. Neden söylemek istemiyorsun?" Omuz silktim. "Her şey zaten çok yeni. Durum böyleyken araya olmayan ilişkimizi yıpratacak bir şey sokmak istemiyorum. Buraya ondan yardım istemek için geldiğimi düşünecek. Ben kendi başımın çaresine bakarım. Söyleme!"

 

"Şu an saçmalıyorsun ama." Dedi açıkça. "Senin bir suçun yok. Böyle bir şeyi isteyerek aranıza sokmuyorsun Nil. Bu senin elinde olan bir şey değil." Orası öyleydi ama çekiniyordum. Beni anlamış gibi gözlerimin içine baktı. Akan göz yaşlarımı yeniden sildi. "O senin abin." Dedi bu söylediğini iyice aklıma kazımam gerekiyor gibi. "Abiler kız kardeşlerini korur. Ona seni koruması için izin ver. Geri çekilerek, saklayarak ilişkinizi ilerletemezsin. Kimse mükemmel değil Nil, Abin de değil ve o senin mükemmel biri olmanı beklemiyor sadece kendin olmanı bekliyor." Burnumu çektim. Şu an ikna olmuştum. "Tamam o zaman sen söyle. Ama böyle abartarak söyle. Benim tarafımdaymışsın gibi." Söylediğim onu güldürdü. Konuşmaya devam ettim. "Benim hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi."

 

"Çocuk gibisin yemin ederim." Omuz silktim. Öyleysem bile nolmuşkine?

 

Beni kolunun altına çekti. Dünden razı bir şekilde omzuna yaslandım. "Peki bir şey soracağım." Dedi o sıra. Sessiz kalarak sorusunu bekledim.

 

"Tüm bunlar yaşanırken seni bir anda buraya kaldırıp getiren neydi?"

 

Yutkundum. Doğrular boğazımı yaksa bile ondan çekinmedim. "Ölüm korkusuydu." Kolunun gerildiğini fark ettim. "O adamın beni öldüreceğini düşünüyordum. Hayatımın her köşesinde abim vardı, en azından hayali. Gerçekten onu görmeden ölmeyi istemedim. Hem o aileye sormam gereken bir hesabım vardı benim. Ölmeden yapmam gerek dedim ve geldim."

 

Beklemediğim bir şekilde saçlarımın üzerini öptü. "Sana ilk sorduğumda böyle söylememiştin."

 

"Çünkü karşında güçlü görünmek istemiştim."

 

Dudaklarını saçlarımdan ayırmadan derin bir nefes aldı. "Sen zaten güçlüsün. Tanıdığım en güçlü ikinci Kadınsın." Kaşlarımı çattım. İkinci mi?

 

İkinci mi!?? Yıkarım buraları yıkarım!

 

Kafamı kaldırarak yüzüne baktım. "Birincisi kim?"

 

"Annem."

 

Ha, tamam, sorun yoktu o zaman. Bence Esma teyzeyle oğlunu paylaşabilirdik. İyi bir kayınvalide olurdu kendisi. "Ne sırıtıyorsun?" Diye sorduğunda sırıttığımın bile farkında değildim. "Hiç." Dedim ve toparlandım.

 

Bence tam şu an bana evlenme teklifi etmeliydi. Tam şu an!

 

Evlenme teklifi için olsa gerek bir müzik çalmaya başladı. Aman Allah'ım gerçekten mi!?

 

Evet! Evet ediyorum!

 

"Nil, telefonun çalıyor."

 

"Ne?"

 

"Telefonun."

 

Hass ya!

 

"Haa telefon." Diyerek gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Hayallerim ilk kez böylesine felaket yıkılıyordu. Aşk olsundu ona. Telefonu çantamdan çıkartarak baktığımda abimin aradığını görmüştüm. "Eyvah! Gösteriyi unuttum!"

 

🪷

 

Okula geldiğimizde, ki Barış da benimle gelmişti, son anda gösteriye yetişmiştim ve yetişemeseydim büyük ihtimalle depresyona girerdim.

 

Büyük çaplı bir depresyon.

 

Küçük bir konferans salonundaydık ve gösteri henüz başlamamıştı. Sağımda abim varken solumda Barış vardı. Abim, Barış ve ben birlikte geldiğimiz için bizi sorgulasa da gösteriye geç kalacağımız için ondan kurtulmayı başarmıştım. Ama beyefendi başka yer yokmuş gibi gelip yanıma oturmuştu.

 

Gerçi yanım boşken başka bir yere oturduğunu görseydim üzülürdüm. Kafamı çevirerek ona baktım. Yakışıklı herifti velhasıl. Baya yakışıklı herifti ama ben de güzeldim. Hatta ondan daha güzeldim. Kafasını çevirerek bana baksa da ona aldırış etmeden incelemeye devam ettim. Aslında o da anneme benziyordu benim gibi. Özellikle gözleri. Abime baktığımda direk annemin gözleri düşüyordu zihnime. "Nilüfer?"

 

"Hm?"

 

"Ne yiyecek gibi bakıyorsun kızım suratıma?"

 

Ona dil uzatarak önüme döndüm. Verdiği sert nefesi duysam da oralı olmamıştım. Gösteri başlıyordu çünkü. Sahnenin ışıkları yandığında gözlerim hemen Volkan'ı buldu. Diğerlerinden daha arkada baterilerin olduğu kısımda oturuyordu. Eşek sıpası çok da yakışıklı duruyordu. Okulda ki birçok kızı peşine taktığına emindim. 4 kişilik bir gruptular. Bir gitaristleri vardı ve bir de solistleri. Birisi de saz çalıyordu. Solist olan kızdı, siyah uzun saçlarıyla ve giydiği kırmızı elbisesiyle çok tatlı görünüyordu. Diğer ikisi erkekti ve ikisi de Volkan gibi siyah giyinmişti.

 

Çalmaya başladıklarında kalbim anlamsız bir şekilde küt küt attı. Neden bu kadar heyecanlanmıştım bilmiyordum ama ilk kez böyle bir şeye şahit oluyordum. Ailemden birinin yaptığı bir etkinliğe. Gösteriyi öğrendiğim günden beri Volkan'dan beni ısrarla davet etmesini beklememin sebebi buydu. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım.

 

Hem, benim okul davetlerime kimse gelmezdi. Annem bile. Çünkü çok çalışıyordu. Çok çalışması lazımdı yoksa karnımızı doyuramazdı, beni okutamazdı.

 

Okulda bir kez kavga etmiştim. Annem o zaman gelmişti. Bana fena kızmıştı ama gelip beni savunduğu için çok mutlu olmuştum. Eve gittiğimizde terlik bile yemiştim lakin hiç ağlamamıştım.

 

Ben o günden sonra hep kavga ettim.

 

Senin kavgan insanlarla değildi.

 

Hayatlaydı.

 

Volkan'ın birçok videosunu çektim. Resmini de. Hatta tüm galerim artık Volkan'la doluydu. Tamı tamına 9 şarkı söylediler. 2 şarkıda Volkan soliste eşlik etti. Hem de bunu bateri çalarken yaptı. Gözlerinden okuduğum heyecanı benimkiyle yarışır cinsteydi. Onunla birkaç kez göz göze gelmiştik ve o anlarda bana gülümsemişti. Yani eğer ışık yanıltmadıysa banaydı gülümsemesi.

 

Bugünün anılarında çaktırmadan çektiğim abim ve Barış da vardı. Barış'ı bile daha rahat çekmiştim ama abim sorunlusu ona baktığım an fark ederek bana bakıyordu. Neyse ki güzel bir fotoğrafını yakalayabilmiştim de içimde kalmamıştı.

 

Kalabalık dağılmaya başlamışken abime dönerek merakla sordum. "Dilan Hanım ve Lavin nerede?"

 

Omuz silkti. "Lavin'in nöbeti olduğu için gelemeyecekti zaten Dilan Hanımı görmedim." Kaşlarım çatıldı. Ben de görmemiştim. Üstelik o kadar da bakmıştım etrafa. "Sen de numarası varsa arasana, Volkan soracak illaki."

 

"Aradım birkaç kez açmadı." Kaşlarımı çattım. Belki de sesten dolayı duymamıştır diyerek iyiye yordum bu durumu.

 

Barış'a döndüğümde duraksamıştım. O uyuyordu. Kollarını birbirine dolamış ve kafasını arkaya yaslamıştı. Kendimi birden ona üzülürken buldum. Çok yorgundu zaten, önce benimle uğraşmış ve Volkan'ın davetini kırmamak için de buraya gelmişti. Uyandırmak istemezdim ama uyanması lazımdı. Çünkü konferans salonundan çıkacaktık. Tam Barış'a sesleneceğim an Çınar bağırmıştı. "Uyumaya mı geldin lan buraya!? Hayırsız!"

 

Barış irkilerek gözlerini açtığı sıra küçük bir küfür de mırıldanmıştı. "Sesini soluğunu sikeyim Çınar."

 

Baya küçük bir küfür...

 

Evet. Evet öyle.

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir insan küfrederken nasıl bu kadar yakışıklı olabilirdi? Kahretsin! Ben bu adamı yerim!

 

Barış, ellerini ensesine doğru götürerek esnedi. "Ne oldu, bitti mi?" Kafamı salladım. "Bitti, 5 dakika oluyor." Derin bir nefes aldı. Elleriyle yüzünü ovdu. "Baya baya uyumuşum ya ben."

 

"Uyumakla kalmayıp horladın insanların içinde. Rezil herif!" Şaşkınlıkla abime baktım. Hayır efendim, hiç de horlamamıştı. Sesi bile çıkmamıştı çocuğun.

 

"Horladım mı? Harbi mi?"

 

"Harbi. Müzikten daha yüksekti sesin!"

 

Çınar'ın omzuna geçirdim. "Yalan söylüyor, horladığın falan yok." Barış gözlerini devirdi. Çınar, kaşlarını çatarak bana baktıktan sonra elini saçlarıma geçirdi ve saçlarımı karıştırdı. En nefret ettiğim şeyi yapmıştı şu an. "Ya dur yapma! Hiç sevmem saçıma dokunulmasını! Dokunma!"

 

Aşırı tepkim ikisini de şaşırtsa da oralı olmadan Çınar'dan uzaklaştım ve saçlarımı düzelttim. Ona kötü kötü bakarken gözlerini devirmişti. "Tamam kızım, ne canını almışız gibi bağırıyorsun?" Omuz silktim. "Saçıma bir daha dokunma." Dedim onun alayına aldırmadan. Kaşlarını çattığı sıra Barış araya girmişti. "Volkan nerede?" Konuyu kapatmak için sorduğu soruya tutunarak anın verdiği gerginlikten kaçtım.

 

Çınar kısa bir süre şüpheyle bana baktıktan sonra Barış'a cevap verdi. "Sahnenin arkasına geçti artist. Damlar birazdan." Söylediği gibi de oldu. Volkan saniyeler içinde sahnenin arkasından çıkmış merdivenleri inmek yerine direk zemine atlamış ve bizim olduğumuz yere doğru koşmaya başlamıştı. Çınar, ona taraf döndü. "Aslanım!"

 

Volkan'ın parlayan gözlerine ve abime baktım. Gözlerinde Volkan'dan gurur duyduğunu anladığım bir bakış vardı. Acaba birlikte büyüseydik benim de okuluma gelir miydi?

 

Gelirdi. Belki videomuzu bile çekerdi.

 

"Abi! Nasıldım?! İyi çalabildim mi?!" diye sordu heyecanla Volkan. Buruk bir gülümseme sunduğum sıra Barış'la göz göze geldik. Oturduğu yerden kalkmış tam arkamda durmuştu. Neden bilmiyordum ama bu yaptığı beni daha güçlü hissettirdi.

 

"Yaktın ortalığı." Dedi Çınar, Volkan'ın alnına dökülen saçlarını karıştırdı. Sonra kulağına doğru eğilerek fısıldadı. Ama ne dediğini duydum. "Şu soliste nasıl baktığını gördüm bu arada."

 

"Ya abi!"

 

Çınar sırıtarak geri çekildiğinde dayanamayarak ben konuştum. "Harikaydın! Bir sürü fotoğrafını çektim!" Volkan anlık duraksamış olsa da sonra genişçe gülümsedi. "Teşekkür ederim." Dedi nazikçe. Sıpa. Barış da bize destek çıktı. "Oğlum o nasıl bir çalmaktır? Annen seni neyle besledi, sen en son Aysu gibi dolanıyordun ortalıkta." Kıkırdadım. Birinci şarkıdan sonra uyukladığını bilsem de bozuntuya vermedim. Ayrıca bir an Volkan'ı Aysu gibi düşününce komik gelmişti. "Sağ ol Barış abi." Dedi Volkan ve Çınar'a döndü. "Abi annem nerde? Sahnedeyken de göremedim."

 

"Bilmiyorum ki aslanım, buralardadır."

 

"Arar mısın?"

 

Çınar cebinden telefonunu çıkarttığı sıra telefonu çalmaya başlamıştı. "Annen arıyor." Dedi ve Volkan'a göz kırparak telefonu açıp kulağına yerleştirdi. "Dilan Hanım?"

 

Karşı tarafı dinledi. Yüzü aniden değiştiğinde kaşlarımı çattım. "Ne!?" Diye sordu karşı tarafa. Kalbim bir an küt küt attı. Bir şey olmuştu. "Abi." Dedi korkuyla Volkan. Çınar derin bir nefes aldı. "Şimdi durumu nasıl?" Kafasını salladı. "Tamam, tamam geliyorum." Dedi ve telefonu kulağından indirdi.

 

"Ne olmuş? Ne olmuş?" Diye sordu Volkan. Çınar elini Volkan'ın omzuna yerleştirdi ve hafifçe üzerine eğildi. "Aslanım babam biraz rahatsızlanmış. Hastaneye gitmişler. O yüzden annen gelememiş."

 

Aldığım nefes boğazımda kaldı. Barış, sorgulayarak Çınar'a bakarken yumruklarımı sıkmıştım. Şu an ne hissetmem gerekiyordu? Hiç bilmiyordum.

 

"Nasıl? Babam iyi mi?!" Volkan ağladı ağlayacaktı. "İyi tabi aslanım. Ufak bir şey, merak etme tamam mı? Şimdi yanlarına gideceğiz zaten." Volkan hızla başını salladı. Gösteriyi falan unutmuştu. Gerçekten babasını çok sevdiğini gözlerindeki korkudan anlayabilmiştim. O benim de babamdı ama benim gözlerim de öyle bir korku yoktu.

 

Ben hiçbir şey hissetmiyordum.

 

Çınar bana taraf döndü. Gözlerimi yokladıktan sonra konuştu. "Nilüfer, istersen Barış seni eve bıraksın?" Dedi ne diyeceğini bilemiyor gibi. Kafamı iki yana salladım. "Gerek yok. Ben de geleceğim."

 

Merak ettiğim için değil. Sadece... kimi kandırıyordum?! Merak etmiştim! Hem de anneme ve bana yaptığı her şeye rağmen!

 

Okuldan hızlı bir şekilde çıkmış ve şehir hastanesine gelmiştik. Durumunun iyi olduğunu söylemişlerdi o yüzden hastaneden içeriye bile girmemiştim. Sadece, az da olsa içimi rahatlatmak adına gelmiştim buraya. Normalde onu bile yapmamam gerekiyordu ama engel olamıyordum işte duygularıma.

 

O, bunu hak etmiyor.

 

Biliyorum. Biliyorum sadece bu durumdan nefret ettim. Burada olmaktan da nefret ettim.

 

Oturduğum bank ağacın altında olduğu için batan güneş bana gelmiyor sadece dizlerime vuruyordu ışığını. Barış, bizimle hastaneye gelmişti ama çok kalamayıp işe dönmüştü. O yorgunlukla nasıl çalışacaktı bilmiyordum ama acilen imzalanması gereken dosyaların olduğundan bahsetmişti. Beni burada bırakmak istemediğini net bir şekilde görebilmiştim ve bunu görmek mutlu olmamı sağlamıştı. İyi olacağıma dair onu ikna ettikten sonra vedalaşmıştık.

 

Peki gerçekten iyi olacak mıydım? İşte orası muammaydı.

 

Düşünmemeye çalıştım. Düşündükçe her şeyden, başta kemdim olmak üzere daha çok nefret ediyordum.

 

Karşımdaki banka bir kadın ve bir çocuk oturuyordu. Annesi olduğunu anlamıştım. Onlara bakmamaya çalışıyordum ama gözüm sürekli oraya kayıyordu. Güzel görünüyorlardı. Rahatsız etmek istemediğimden telefonumu açıp uğraşmaya başladım. Çektiğim fotoğraflara bakarken abime denk geldiğimde durmuştum. Şaka bir yana abimin fotoğrafı vardı telefonumda. Kübra'nın olduğu mesaj sohbetini açtım ve yazdım.

 

Nil;

 

Kübraaaaa baaaak! Abime baaak!!

 

Kübra anında çevrimiçi olmuş ve yazmıştı.

 

Küboş;

Abine belediye baksın.

 

Ufak bir kahkaha attım. Gerçekten düşman olmuştu abime. Ona çok mu abartarak anlatmıştım acaba? Galiba öyle yapmıştım. Ve bundan asla pişman değildim. Birisi abime olan nefretini dinç tutmalıydı. Ben çabuk kanıyordum. Saftım galiba.

 

Küboş;

Ne yapıyorsun sen onu söyle, boş ver abini falan.

 

Üzmüyor seni değil mi?

 

Nil;

 

Yok. Akıllandı gibi. Peşimde dolanıyor, kardeşim de kardeşim diye.

 

Küboş;

Ona şunu göster.

 

 

Gördüğüm şeyle kıkır kıkır güldüm. Moralimi yerine getirmişti. Üzerimde bir gölge hissettiğimde kafamı kaldırarak yukarı baktım. "Neye gülüyorsun öyle kıkır kıkır?"

 

Abim gelmişti. Kübra'nın gönderdiği resmin üzerine tıkladım ve ekranda yalnızca resmi bırakarak ekranı ona doğru çevirdim. "Buna." Bir bana bir de resme baktı. Gözleri resimde bir süre oyalandı. Sinirlenmesini falan bekliyordum, mal gibi bakmasını değil.

 

"Bu kim?" Diye sorduğunda kaşlarımı çatarak ekranı kendime çevirdim. Gözlerim büyüdü. Kübra'nın ifşasıydı bu. Ekranı çevirirken yanlışlıkla resmi kaydırmıştım. Kübra güme gitmişti.

 

Bunu yaptığımı öğrense beni herhalde asardı.

 

Omuz silktim. "Kimse." Dedim ve telefonun ekranını kapattım. Derin bir nefes alıp verdi ve yanımdaki boşluğa oturdu. Sigara paketinden bir sigara çıkartıp dudaklarına yasladı. Sigarasını yakıp derin bir nefes çekti. Onu izlerken öylesine bir soru döküldü dudaklarımdan. "Ne zamandır sigara içiyorsun?"

 

Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Bilmem. Lisedeydim herhalde."

 

Gördüğüm kadarıyla çok içiyordu. Liseden beri içtiğini düşünürsek zehir çoktan içine işlemiş olmalıydı. Gerçi, zehir kimin içine işlememişti ki?

 

"Ben de lisedeyken kullanmıştım." Dediğimde yan gözle bana baktı. Bu sorgu dolu bir bakıştı. Kısık gözleriyle yüzüme bakarken konuştu. "Şu an kullanmadığını söyle." Sert sesine karşı omuz silktim. "Nilüfer."

 

"Ne var?"

 

"Kullanmıyorsun değil mi?"

 

"Kullansam ne olur?"

 

"Ne mi olur?! Sen hastasın. İçemezsin."

 

Ağzımdan sert bir nefes verdim. "Sen de kendini hasta etmeye çalışıyorsun galiba, liseden beri böyle içiyorsan?"

 

Duraksadı. "Bu tartışmaya kapalı. Şu an seni konuşuyoruz."

 

"Hiç de bile. Şu an seni konuşuyoruz."

 

"Nilüfer kullanıyor musun kullanmıyor musun!?"

 

"Kullanmıyorum. Küçükken anlamıyordum işin ciddiyetini." Kafamı iki yana salladım. "Daha doğrusu ölümün ciddiyetini." Soluklanarak yarısına gelmediği sigarasını söndürdü. Kısa bir sessizlik oldu. Akşam olmaya başlamış, batan güneş tamamen kendini gizlemişti.

 

"Durumu nasıl?" Diye sordum yüzüne bakmadan. Bu sorunun muhatabı Korkut Beydi. İsmini dilime almak istememiştim. Çınar, sormak istediğimi anlayarak cevap verdi.

 

"Bir şeyi yok." Kafamı usulca salladım. Fazla önemsiz bir şeymiş gibi dile getirmişti. Üstelik bu işin altında Nuran cadısı olabilirdi. Hastaneye geldiğimizde bakışları beni kuşkulandırmıştı.

 

Gerçi o adamın durumu önemli olsaydı da ilgilenmemeliydim. "İyi öyleyse ben gidiyorum. Bir şey olursa haber edersin." Kalkacağım sıra sordu. "Nereye gidiyorsun?"

 

Omuz silktim. "Sağda solda sürteceğim."

 

"Nilüfer, şöyle konuşmayı kes."

 

Gözlerimi kırpıştırdım. "Neden? Namusunuzu mu lekeliyorum?"

 

Kaşları çatıldı. "Bak! Saçmalamayı bırak artık. Ben senin düşmanın değilim. Benimle düşmanınmışım gibi konuşma."

 

"Seninle düşmanımmış gibi konuşmuyorum." Dedim dik dik yüzüne bakarken. "İnan bana seninle düşmanımmış gibi konuşsaydım ayrımı net bir şekilde fark ederdin."

 

"Ne istiyorsun Nilüfer?" Diye sordu sertçe. "Şu durumda gerçekten ne yapayım istiyorsun?"

 

"Hiçbir şey." Dedim sakince. "Sadece biraz empati yap."

 

"Sen yapıyor musun?" Diye sordu suçlayıcı bir şekilde.

 

"Yaptığım için buradayım." Dedim. "Ama sen yapmıyorsun. O senin baban, benim değil! Şu an ne hissettiğim hakkında hiçbir fikrin yok. Ve sen en kolay yolu seçip beni suçluyorsun."

 

Gözlerimize baktık. O an bir şeyi fark ettim. Birbirimize sığınamadığımız için, belki de buna cesaret edemediğimiz için itiyorduk. Aslında olayı bitirecek şey küçük bir sarılmaydı. Yine de ikimiz de bunun için harekete geçmedik.

 

Çınar, derin bir nefes alıp verdi. Gözlerini de kaçırdı o sıra.

 

"Babam seni görmek istiyor." Dedi ama bunu söylemekten rahatsız olmuştu. Omuz silktim. "Ne yapayım?" Diye sordum. "Bir gün babam ölürse pişman olacaksın." Dedi. "Onunla konuşmadığın için. Bu pişmanlığı yaşamanı istemiyorum." Ses tonu kırık camlar gibi şekil alıp kulaklarıma battı. "Babam iyi değil Nilüfer."

 

Göğsüm sıkıştı. Cam kırıkları kalbimi tek tek çizdi. Derin çiziklerdi bunlar. Üstelik iyileşmemiş yaraların üzerineydi.

 

"Belki, pişman olurum." Dedim nefesimi verirken. "Hatırlıyor musun, ben sana Korkut Bey gözümün önünde ölse kılımı kıpırdatmam demiştim." Kafasını usulca salladı. "Hatırlıyorum."

 

"O yalanmış. Korkut beyle konuşacağım ama konuşan ben olacağım. İçimde biriktirdiklerimi yüzüne vurmadan ölürse gerçekten de söylediğin gibi pişman olurum."

 

Sessiz kaldı. Bir şey söylemediği için ayağa kalktım ben de. Ki ben kalktığım an o da kalkmıştı. "Nereye gidiyoruz?" Diye sorduğunda anlamayarak duraksadım. "Nasıl nereye gidiyoruz?" Omuz silkti. "Normal."

 

"Babanın iyi olmadığını söyledin. Benimle gelme. Ben seninle aynı duyguları paylaşmıyorum."

 

"Yani?"

 

"Yanisi gideceğim yer şu an senin duygularına uygun değil." Kaşları kavislendi. "Hem baban ne olacak? Ya bir şey olursa sen gittiğinde?"

 

"Olsa ne yapabilirim, Nilüfer? Doktor muyum ben?"

 

"Ne bileyim Çınar. Destek olmak için yanında olmalısın. Yalnız bırakmamalısın. Aileler öyle yapar."

 

Kafasını salladı. "Evet. O yüzden ailemin yanında kalacağım." Ben de kafamı salladım. "İyi, sonra görüşürüz o zaman." Deyip yürümeye başladığımda arkamdan geldi. Adımlarım anında durdu.

 

O, beni mi kastetmişti?

 

Kendimi engel olamadım. Gözlerim dolmaya başladı. Yanımdan geçerken konuştu. "Hadisene. Yürümeyi de mi ben öğreteyim sana?"

 

Öğretsindi. Eğer o öğretecekse her şeyi unutmuş gibi yapardım. Hiç öğrenmemiş gibi.

 

Arkasından bir süre baktım. Sonra dolan gözlerime rağmen gülümsedim.

 

Abimi çok güzel bir yere götürecektim.

 

🪷

 

 

Bölüm sonuuu!!!

 

 

Beğendiniz miii??

 

 

Düşünceleriniz?

 

Nil?

 

 

Barış?

 

 

Çınar?

 

🍭

 

VOTE

VE

 

YORUMU

 

UNUTMAYINNN

 

🪷

 

 

İnstagram; Zeynepizem

 

 

Loading...
0%