Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

İstek üzerine küçük bir şarkı listesi;

 

🍬BLOCK3- Güzel ve İddialı

🍬Hande Yener- Mor

🍬Sıla- Acısa da Öldürmez

🍬Can Yüce-Aklım Gider Aklına

🍬Adamlar-Yanmış İçinden

🍬Adamlar-Tın tın

🍬Kurtuluş Kuş- Es deli deli🩷

 

Bir de eklemezsem ayıp ederiz dediğim bir şarkı var;

 

🪷Müslüm Gürses-Nilüfer🪷

 

Şimdilik bu kadar. İlerleyen bölümlerde yine güncelleme yaparız.

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

BÖLÜM 27

 

🪷

 

 

 

"Ciddi misin Nilüfer?"

 

Oldukça ciddiydim. Kafamı aşağı yukarı salladım. "Hayır." Dedi. "Buraya girmeyeceğiz. Başka bir yere gidelim." Kaşlarımı çattım. "Buna sen karar veremezsin." Dedim ve çenemi dikleştirerek konuşmaya devam ettim. "Hem gelmek isteyen sendin, beğenmediysen git."

 

Sıkılgan bir nefes aldı. "Beğenmemekle alakası yok. Burası sana uygun bir yer değil."

 

Omuz silktim. "Bunu nereden biliyorsun? Beni tanımıyorsun ki. Belki ben gerçekten de her geceyi meyhanelerde geçiren biriyimdir."

 

Evet, bir meyhanenin önündeydik.

 

"Hayır." Dedi itiraz ederek. "Öyle biri değilsin."

 

Evet değildim ama istisnalar kaideyi bozmazdı. İçeriye doğru hareketleneceğim sıra kolumu kavradı. "Nilüfer, emin misin?"

 

Kafamı salladım. "Eminim. Gelmek istemiyorsan git."

 

"Gelmek istemesem bile seni böyle bir yerde tek başına bırakacak değilim."

 

Abi gibi abi.

 

"Öyleyse hiçbir sorunumuz kalmadı." dedim ve meyhanenin girişine doğu ilerledim. Abim de el mecbur ardımdan gelmeye başladı. Eski bir binanın en alt katında bulunan meyhane Antep'in geleneksel motifleriyle süslenmişti. İçeri girdiğimiz an yüksek sesli bir müzik bizi karşıladı. Girişten sahneye doğru giden küçük bir yol vardı ve masalar da ona göre yerleştirilmişti. Bir çalışan güler yüzüyle bize bir masa gösterdi. Bunu yaparken abime biraz fazla etmişti ama bunun nedeninin para kazanmak için olduğunu biliyordum. Mekanın yarısından çoğu doluydu. Ki daha da dolacağına emindim çünkü saat daha erkendi.

 

Sahnede güzel bir kadın güzel sesiyle şarkı söylüyor arkadaki orkestra ona eşlik ediyordu. Garson yanımıza geldiğinde hemen konuştum. " Bize rakı getirin. Ortayı da mezelerle donatın lütfen." Garson kafasını sallayarak gitmek üzereyken abim lafa daldı. "Hayır, rakı falan içmeyeceksin." Kendimden emin bir şekilde cevap verdim. "İçeceğim."

 

"Sen bize meyve suyu getir kardeşim." Kaşlarım anında çatıldı. "Saçmalama! Meyve suyu içmek isteseydim markete giderdim!"

 

"Asıl sen saçmalama! Sarhoş olup başıma kalamazsın!"

 

"Allah Allah paşama bak ya! Sana kal diyen mi var!? Çık git o kadar rahatsız olacaksan!"

 

"Lan nereye gidiyorum seni bırakıp!? Hastasın hasta! Kendine gel!" Yanaklarımı şişirerek ofladım. "Öleyim ben o zaman! Hastayım diye hiçbir şey yapamayacak mıyım?!"

 

Çınar derin bir nefes aldı. "Bak abicim, alkol kullanamazsın. Bunda bir anlaşalım tamam mı? Ayrıca hastalığın sadece zararlı şeylerden seni uzaklaştırıyor. Bu taraftan bakalım olaya. Rakı içmek hayatına hiçbir katkı sağlamayacak."

 

Bir an kendimi beş yaşındaki çocuk gibi hissetmiştim. Ay bir de tane tane anlatıyordu. Tamam haklıydı ama off işte! Ne diye hastaydım ki ben! İstediğim hiçbir şeyi yapamıyordum.

 

"Şey abi, ben şimdi size ne getireyim?" Diye sordu garson. Bir an onun varlığını unutmuştum. Abim yanıt verdi. "Alkolsüz ne varsa getir kardeşim."

 

"Ne varsa mı abi?"

 

"Evet."

 

"Emin misin abi, çok şey var?"

 

"Lan getir işte!"

 

Zengin adam velhasıl. Garson yanımızdan gittiği an konuştum. "Bak ben ödemem ha!" Dedim kendimi sağlama alarak. Bu şimdi deccal tarafını ortaya çıkartır hesabı bana kitlerdi. Hiç belli olmazdı yani. Abim bana olumsuzca baktıktan sonra kafasını iki yana salladı.

 

İlk kez meyhaneye gelmemiştim ama burada ilkti. Hem Antep'in gelenekselliği sağ olsun mekan fazla güzel dekore edilmişti. Masaların üstünde onlara has bir örtü vardı. Kırmızılı siyahlı...

 

Ben sessizce etrafı izlerken abim de beni izliyordu. Dakikalar içinde de masada yer kalmayacak şekilde mezeleri, içecekleri... yani mekanda ne varsa dizdiler. Abim birkaç tane mezeyi geri göndermiş, masayı dikkatlice inceledikten sonra yememe müsaade etmişti. Geri gönderdiği şeyler genellikle şekerimi oynatabilecek ve bana etki edebilecek şeylerdi. Bu kadar dikkat ediyor olması hoşuma gitmişti.

 

Gözüme kestirdiğim çiğ köfteden ağzıma attıktan sonra pişman olmam aynı saniyeleri buldu. "Çınaaar!"

 

Kaşları çatıldı. "Ne oldu?"

 

"Bu çok acı Çınar! Ben bunu nasıl yiyeceğim!?"

 

Önüme içinde ayran olan bakır bardağı uzattı. "İç şunu." Ayranı kana kana içtim. Dilimdeki yanma hissi az da olsa gittiğinde derin bir nefes alabilmiştim. Normalde çiğ köfteyi çok severdim ama bu kadar acı olanı değil. Köfte yerine biberi yoğurmuştular galiba.

 

Çiğ köftelere kötü kötü bakarken Çınar tabağa uzanmış ve yanımızdaki boş masaya koyarak benden uzaklaştırmıştı. "Ya ama yemek istiyordum!"

 

"Bir tane daha yersen ağlamaya başlayacaksın. Bu kadar acı yemek yemen doğru değil." Ofladım. Omuzlarım düştü. "İstediği her şeyi yiyememek ağır gelirmiş insana." Dedim ve ayranı fondipledim.

 

Çalan arabesk şarkıya uyum sağladım. Bir süre sonra alkol kullanmamış olsam da kafam güzelleşmişti. Benim kafam hep güzeldi. Bunun için alkole ihtiyaç duymamıştım hiçbir zaman.

 

Yanımdan geçen garsona bir işaret verdiğimde masamıza geldi. Bakır bardağı ona uzattım. "Sek olsun!"

 

"Af buyur abla?"

 

"Ayran ayran! Fulle!" Garson bana garip garip baktıktan sonra abime baktı. Abimden onay aldıktan sonra yanımızdan ayrıldı. "Neden bana garip garip baktı?" Diye sorduğumda Çınar sahte bir gülümseme sundu. "Acaba neden?" Gözlerimi kıstım ve tüm sorunun onda olduğuna kendimi ikna ettim. Yani sonuçta insanlara tip tip bakan oydu.

 

Çalan müziğe enteresan hareketlerimle eşlik ederken yan masadaki amcaları bana bakarken yakalamıştım. Onlara dil çıkartarak arabesk şarkıya diskodaymış gibi eşlik etmeye devam ettim.

 

Kim derdi ki bu kızın öz babası şu an hastanede yatıyor?

 

Ben demezdim.

 

Demeyecektim de çünkü o benim babam değildi. Hareket etmeyi keserek masadan birkaç şey atıştırdım. İlk kez yediğim mezelerin tadı çok güzeldi. Ekmeğin arasına sürüp yemelikti.

 

"Abartma Nilüfer. İlaçların yanımızda değil."

 

Yine ofladım. İstediğim şeyleri yiyememek o kadar kötü bir histi ki bunu anlatmaya yetecek kelimem bile yoktu. Nefsimi zar zor kontrol altına almayı başararak yemeyi kestim ve sahnedeki ablayı izlemeye başladım.

 

Uzun, rengarenk bir elbise giymişti. Hafif kiloluydu, yüzüne yapılmış makyaj oldukça göze batıyordu. Sahneyi izlemeye devam ederken sordum. "En sevdiğin renk ne Çınar?"

 

"Renk mi?"

 

Kafamı salladım. "Bilmem. Siyah herhalde." Dedi emin olmayan bir tavırla. Sonra sordu. "Senin?" Genişçe gülümsedim. "Beyaz." Gözlerinin içine baktım. "Ne kadar da benziyoruz değil mi?"

 

"Sorma."

 

Dikkatimi sahneye geri verdim. Ablamız o kadar içten söylüyordu ki biraz sonra ağlamaya başlayabilirdim. Gerçi zaten ben her an ağlayacak gibiydim de neyse.

 

"Nilüfer."

 

"Hm?"

 

"Bana çocukluğuna dair bir anı anlat."

 

"Eğer sonra sen de anlatacaksan anlatırım."

 

"Anlaştık."

 

Hemen düşünmeye koyuldum. Neden bilmiyordum ama aklıma o an tek bir anı geldi. "Altı yedi yaşında falandım galiba. Tam emin değilim ama küçüktüm baya. Evimizin olduğu mahallede cadı gibi bir kadın vardı. Ben top oynuyordum diğer çocuklarla. Sonra çocuklardan biri topu kadının camından içeri attı. Cadı bir çıktı evden, diğer çocuklar kaçtı ben kaçamadım." Elimle acısını hatırlamış gibi kulağımı tuttum. "Kulağımı bir çekti var ya, koparacak sandım."

 

"Annen bir şey yapmadı mı?"

 

Omuz silktim. "Annemin hiç haberi olmadı ki. Hep çalışıyordu o. Çok geç gelip çok erken çıkıyordu evden."

 

"Sen tek mi kalıyordun evde?"

 

Kafamı salladım. "Evet. Annem çalışıyordu. Çok çalışıyordu." Yüzünü bile göremezdim ki ben annemin doğru düzgün. "Hastalığımı öğrendikten sonra daha da çok çalışmaya başladı. Ben sabah okula giderken annem evde olmazdı, geri geldiğimde de olmazdı. Her defasında annemi bekleyeceğimi söylerdim ama küçükken uykusuzluğa dayanamaz uyurdum."

 

Önündeki rakıdan bir yudum içti. Evet ben ayran içiyordum ama o rakı söylemişti kendine. Pislik.

 

İçimdeki kasveti yok ederek gülümsedim. "Dur ben cadı kadını anlatıyordum sana. Benim kulağıma öyle yaptıktan sonra kadına bir bilendim var ya böyle bir düşman oldum anlatamam!"

 

"Küçücük yaşta ne yapmış olabilirsin ki?"

 

Şeytanca gülümsedim. "Camlarını kırdım. Ayakkabılarını çöpe attım. Alışveriş poşetlerini yırttım. Dışardan topladığım çöpleri evinin kapısının önene yığdım. Sonra kadın benden kurtulamayacağını anlayınca taşındı."

 

Bana bir süre baktıktan sonra güldü. "Sen manyaksın."

 

"Evet o yüzden benimle iyi geçin."

 

Kafasını belli belirsiz salladı. Sonra önündeki rakıyı kafasına dikti. Abimle konuşmamız gereken konular vardı. Mesela sigarası ve dur duraksız içtiği rakısı gibi. Gerçi şu an karışmama müsaade etmezdi ama ben yapacağımı biliyordum. "Evet sıra sen de. Hadi sen anlat."

 

Masada duran rakıdan bardağına doldurdu. Üzerine su ekledikten sonra odağını bana verdi. "Yaş yedi." Dedi. "Babam annemden başkasıyla evlendi." Başka bir şey de söylemesine gerek kalmadı. Bardağına uzandım ve bana engel olmasına izin vermeden bir yudum aldım. Gerçi bir şey söylemedi. Bardağını önüne geri bıraktım. "Yaş yedi." Dedim onun gibi. "İlk kez kriz geçirdim. Evde kimse yoktu. Neredeyse ölüyordum."

 

Bardağı kafasına dikti. Bitirmesin diye bileğini tuttum. "Yavaş." Elinden bırakmadı ama dudaklarından çekmişti. "Kim buldu seni?"

 

"Kübra." Kaşları merakla çatıldı. "Kübra?"

 

"Ev arkadaşım. Eskiden apartmanlarımız yan yanaydı. Komşuyduk. Sonra ben yetimhaneye gidince ayrıldık." Ben onu unutmuştum. Annemden sonra zaten pek kendimde sayılmazdım. Bir tek abim vardı zihnimde. Diğer her şey sanki benim için soyutlanmıştı.

 

Umutla gülümsedim. "Sonra o beni buldu biliyor musun? Yetimhaneden son kaçtığım defada. Benim için hayat yeniden başladı."

 

Zorlu bir hayat. Her defasında dişlerini bedenime saplayan bir hayat ama her şeye rağmen buradaydım işte. Abimi bulmuştum. Birlikte rakı içiyorduk. Ben çoğunlukla ayran içiyor olsam da beyazgiller familyasındandı sonuçta hepsi. Aynı şey sayılırdı.

 

"Seninle yaşıt mı?" Kafamı iki yana salladım. "Yok, benden iki yaş büyük o. Babası savcıydı. Okan abi, bize çok yardım etmişti. Küçükken bana çok büyüleyici gelirdi. Sanırım hukuk okumamın ikinci sebebi Kübra'nın babası."

 

"Birinci sebebi ne?"

 

"Annem."

 

Derin bir nefes alıp verdi. Gözlerinde tanıdık bir şey vardı. Hani kalpte sarsıcı bir şey olur da üstesinden nasıl geleceğini bilemezsin ya, işte öyle bir bakış. "Nilüfer ben bir şey sormak istiyorum." Dedi. Kafamı usulca salladım. Tam konuşacağı sıra gözü bir şeye takıldı. Kaşları aniden çatıldığında baktığı yere bakmak adına kafamı çevirdim.

 

Kalbim tekledi.

 

"Şu siktiğimin herifi neden sana bakıp duruyor?"

 

Akif Baysal.

 

Ona baktığımı gördüğü için sırıtmış ve o iğrenç bakışlarıyla rakısını yudumlamıştı. Bedenimin her köşesine iğne batırılıyormuş gibi irkildim. Burada olduğumu nereden biliyordu? Nasıl bu kadar yakınıma gelebilirdi?

 

"Lan!" Diye gürledi birden Çınar. Abime doğru döndüm. Tam ayağa kalkacaktı ki koluna tutundum. "Çınar, gidelim!" Öfkenin yerleşmiş olduğu gözlerini gözlerime çevirdi. "Gideceğiz." Keskin gözlerini Akif'e geri çevirdi. "Ama önce şunun gözlerini çıkartıp eline vereceğim."

 

Kafamı iki yana salladım. O tek gezmezdi. "Yapma! Gidelim diyorum." Kaşları biraz daha çatıldı. "Tanıyorsun değil mi sen bu pezevengi?"

 

Yutkundum. Er ya da geç öğrenecekti zaten. "Evet ama anlatacağım söz veriyorum." Kafasını iki yana salladı. "Gerek yok. Ben öğrendim her şeyi."

 

Dudaklarım bir açılıp bir kapandı. "Barış mı söyledi?"

 

"Barış ne alaka?" Dedi tükürür gibi. "Ben öğrendim."

 

"Dur. Nasıl ya?"

 

"Asıl sen dur." Dedi ve kalktı. Gözlerim büyüdü. Ondan önce davranarak önüne geçtim. "Çınar ne olur gidelim! Bak, o tek gezmez, boş gezmez!" Gözlerini kıstı. Elini koluma koydu ve kenara çekilmemi sağladı. Ama koluna sarıldım. "Ya Çınar!! Duymuyor musun sen beni!? Gidelim şuradan!"

 

"Nilüfer, bırak kolumu." Kafamı iki yana salladım. "Ölsem bırakmam. Artık yeni uzvun benim!"

 

"Nilüfer-"

 

"Nolur! Nolur gidelim! Bak ilaçlarım yanımda değil! Bayılır kalırım burada! Gerçekten ölürüm! Öleyim mi istiyorsun!?"

 

"Lan abuk subuk konuşma!"

 

"Gidelim o zaman!"

 

Sert bir nefes verdi. Akif'in olduğu tarafa baka baka konuştu. "Ben senin belanı sonra sikeceğim. Dur sen."

 

"Çınar!"

 

Kolunu elimden kurtararak cüzdanında ne var ne yoksa masaya bıraktı. Sonra kolumdan tutarak beni kendine doğru çekti ve kolunu omzuma atarak beni tamamen kendine yasladı.

 

Kendimi güvende hissettim. Akif'le aynı mekanda olmamıza rağmen. Eskiden olsaydı on kez ölmüş dirilmiştim herhalde. Meyhaneden çıktığımızda derin bir nefes aldım. Belki Akif'in varlığından korkmamıştım ama abime bir şey olur diye korkmuştum. Hem bu korku diğerinden daha kötüydü.

 

Sessizce biraz yürüdük. Sorgusuna kendimi hazırlamaya başladım çünkü sormak için an kolladığını biliyordum. Arabayı park ettiğimiz yere geldiğimizde omzumdaki kolunu çekti ve karşısına geçmemi sağladı. "Şimdi, dökül."

 

Gözlerine kaçamak bir bakış attım. Anlatmadan önce aklıma takılan şeyi sordum. "Sen nerden biliyordun?"

 

"Sabah telefonunu odada bıraktın. Aldım ve son aramadan numarayı buldum. Sonra numaranın kime ait olduğunu buldum. Sonra da seninle olan alakasını buldum."

 

Ağzım açık kalmıştı. Bu profesyonellik efbiay da yoktu. Yani ne diyeceğimi bilememiştim. "Şimdi şu olayı adam akıllı anlatacak mısın yoksa ben gidip o pezevengin belasını belliyim mi?"

 

Derin bir nefes alıp verdim. "Tamam, anlatacağım." Gözlerinin içine baktım. "Ama sakin kalacağına söz ver." Kafasını salladı. "Söz."

 

🪷

 

"Siktim lan seni! Gelmişini geçmişini siktim! Ar damarını götüne sokmaz mıyım lan ben şimdi senin?!!"

 

"Çınar, dur! Çınar!"

 

Ay gidiyordu bu! Gidiyordu!

 

İMDAT! İMDAT!!

 

"Çınar!" Peşinden koştursam da asla durmadı. Yarım saat önce çıktığımız meyhaneye alacaklı gibi girdi. Akif'in oturduğu yere ilerledi ama masa boştu. "Nerede lan bu piç?!" Yanımızdan geçen bir garsonu yakaladı. Garson neye uğradığını şaşırırken Çınar sordu. "Nerede!?"

 

"Ki-kim ne-nerede abi?" diye sordu titrek bir şekilde. "Yarım saat önce burada oturan dallama nerede!?"

 

"O sizden sonra çıktı abi." Dedi genç çocuk korkuyla. Çınar'ın koluna tutundum. "Dur artık ya! Bir dur!"

 

Garsonu bıraktı. Etraftaki herkes bize bakarken o Akif'in az önce oturduğu yere bakıyordu. "İki kez elimden kurtuldun. Üçüncüde bakalım seni benim elimden kim alacak!?"

 

"Çınar!"

 

"Ne var Çınar, Çınar!"

 

"Bağırma! Öfkene hakim ol! Ne yapmaya çalışıyorsun ya! Allah Allah!"

 

"Öfkeme hakim olayım, ha!? Bu benim öfkelenmemiş halim! Sen daha abini tanımıyorsun! Bu benim var ya en sakin halim!"

 

Çaresiz bir şekilde ofladım. "Çınar." Dedim elinden her şeyi alınmış bir çocuk gibi. "Anlamıyor musun? O çok tehlikeli biri." Sert bir nefes verdi. Söylediğimi duymazdan gelerek kolumu tuttu. "Yürü. Daha bana bunu şimdiye dek anlatmamanın hesabını vereceksin."

 

Bir şey diyemedim. Meyhaneden çıktık. O önden gidiyorken ben bir adım arkasındaydım. Tuttuğu kolumu bırakmadığı için şu an resmen sürükleniyordum. Bu sefer arabanın yanına gitmeden durmuştuk. Kendini tutamamıştı galiba. Bir hışım bana döndü. "Yani ben anlamıyorum. Böyle bir şeyi ne diye saklarsın ki? Ben senin abinim. İlk bana gelmen gerekirdi Barış'a değil."

 

"Barış'a gitmedim ben, polise gittim." Dedim bastıra bastıra. "Üstelik şu tepkin ne kadar doğru bir karar verdiğimi kanıtlıyor!"

 

Öfkeyle saçlarını çekiştirdi. "Kafayı yedirteceksin bana! 50 kez sormadım mı kızım ben sana!? Paylaş dedim, yanındayım dedim, kardeşimsin dedim! Sonra olay patlayınca ben mi suçlu oluyorum lan!? Gözümün önünde-" Nefeslendi. "Bak gözümün önünde diyorum! Sana nasıl baktığını fark ettim, aklından geçenleri okudum diye ben mi suçlu oluyorum!?"

 

Tamam, haklıydı ama yine de bağırmasını istemiyordum. Ses tonu kalbime çarpıyordu. "Sakin olacak mısın?" Diye sordum onun aksine oldukça kısık bir ses tonuyla. "Olmuyorum sakin falan! Gitmiş polise anlatmış! Benim karışmama hiç gerek yokmuş!" Diye diye arkasını döndü ve saydırmaya devam etti. "Eşek başıyım ya ben! Sen git ona buna anlat derdini zaten!"

 

Gözlerim doldu. Genzim sızladı. Arkasından bir adım attım. "Çınar." Dedim ama sesim çıkmadı sanki.

 

"Sonra bana neden öfkeleniyorsun diyorsun! Empati yapmıyorsun diyorsun! Sen böyle devam ettikçe ben hiçbir şey yapmayacağım artık!" Öfkesini haykıra haykıra benden uzaklaşmaya devam etti. Ardından gitmedim. O an kendimde o gücü bulamadım. Nefesim boğazımı tıkamıştı.

 

Haklıydı. O söylendikçe yaptığım yanlışı daha net fark ediyordum. Çınar benim abimdi. Üstelik birçok kez özür dilemiş, beni mutlu etmeye çalışmıştı. Hatta baklava bile almıştı.

 

Ama ne yapabilirdim benim daha önce hiç abim olmamıştı ki. Farklı düşünmüştüm. Beni suçlayacak sanmıştım. O adam yüzünden buraya geldiğimi düşünür diye korkmuştum. Çınar bunların aksine gerçekleri söylemediğim için sinirlenmişti. Belki de bu siniri kırgınlıklarını saklamak içindi.

 

Ona güvenmediğimi sanıyordu.

 

Çınar arabanın olduğu sokağa dönüp de gözden kaybolduğunda dolan gözlerimden sessize yanaklarıma yaşlar aktı. Yavaş yavaş yürümeye başlamışken arkamdan duyduğum adım sesleri ürpermemi sağlamıştı. Sokakta benden başka kimsenin olmaması gerilmemi sağladı. Kendimi hiç güvende hissetmiyordum.

 

Hızlanacaktım ki aniden boğazıma bir şey sarıldı. Gözlerim korkuyla büyüdü. Daha ne olduğunu anlayamadan dudaklarıma elini bastırdı arkamdaki. Kurtulmaya çalışsam da başarılı olamadım çünkü çok güçlüydü. Kulağıma doğru fısıldadı. "Akif Beyin selamı var." Kalın ses tonu hücrelerimi bile etkiledi. Baştan sona titredim. Korku arttıkça arttı.

 

Akif Baysal. Şimdiye dek bana yaptığı her şey. Gözlerindeki o insan dışı bakış. Hayır.

 

Adamın elini ısırdım ve çığlık attım. "Çınar!" İsmini söyler söylemez soluğumu kesti. Beni zorla geriye doğru yürütmeye başlamışken debelenip duruyordum. Hayır! Hayır! Akan göz yaşlarıma artık daha farklı duygularla yenileri eklendi. "Bırak beni!" Homurdanarak söyleyebildiğim kelimelerin etkisi olmadı. "Rahat dur!"

 

Hayır!

 

Abim neredeydi!? Abim beni kurtarırdı.

 

Dirseğimin arkasıyla adamın kafasına geçirdim. Beklemediği darbe onu sarstı. Ellerinden kurtularak ileriye doğru koşmaya başladım. "ABİ!"

 

Çok ilerlememe izin vermedi. Saçlarımdan kavrayarak beni geri çektiğinde keskin bir acı hissettim. Çığlık bile atamadan yeniden dudaklarımı eliyle kapattı. Bir arabanın tekerleklerinden çıkan sesi duydum. Hayır! Hayır böyle bitmemeliydi. Böyle olmamalıydı!

 

Gözyaşlarım arttı. Abim gelmiyordu. Ona ne zaman ihtiyacım olsa hiç gelmemişti ki zaten. Hiç olmamıştı ki. Yine gelmeyecekti.

 

Yalnız başımaydım. Her zaman olduğu gibi.

 

Ama bu benim alışkın olduğum bir şeydi. O adamın eline düşmeyecektim. Düşersem beni öldürürdü. Biliyordum. Ne zaman karşılaşsak gözlerinden bir katil üzerime atlıyor ve beni parçalara bölüyordu.

 

Direncimi kaybetmedim. Aksine daha çok çırpındım. Saçlarımın acısı da umurumda değildi. Kurtulmaya çalışırken bir başka yabancı adamın sesini duydum. "Ufacık kızı zapt edemedin!"

 

Beni tutan adam söylenene sinirlenmiş gibi saçlarımı bıraktı ve bedenimi sertçe yere itti. Her tarafımda acı hissettim. Ruhum da bile.

 

Sürünerek geriye gitmeye başladığım sıra adamın yüzünü görebilmiştim. Üzerime eğilerek çenemi sıkıca kavradı. "Eğer karşı koymaya devam edersen bu sokak mezarın olur."

 

Yutkundum. "DOKUNMA!" diye haykırdım yüzüne karşı ve elini ittim. Bunu yaptığım an yüzüme sert bir darbe indi. Yerde oturuyor olsam bile darbesi ile bedenim sağa doğru savurmuştu. Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi çok zor tuttum. Ona karşı gelemiyordum.

 

Her şey bitmişti.

 

"NİLÜFER!"

 

Bana sadece abim Nilüfer derdi.

 

Kafamı kaldırarak sokağın başına baktım. Bana doğru koşan abimi gördüm. Dikkatimi veremedim. Adam, "Kalk lan ayağa!" Diyerek saçımı kavradığında acı dolu bir çığlık atmıştım. Direnecektim. Sonuna kadar. Ölecek olsam bile.

 

"LAN!" Diye gürledi Çınar. Ona bakamıyordum ama bana doğru koştuğunu biliyordum.

 

Sesini duyduğum diğer adam konuştu. "Bırak kızı arabaya bin! Yakalarsa feriştahını siker." Benden bir iki metre uzakta siyah bir araba vardı. Arabanın kapısı açıktı ve konuşan kişi orada hazır bekliyordu. Yüzü karanlıktan dolayı görünmese de ses tonunu aklıma kazımıştım.

 

Adam beni bıraktı. Dizlerimin üzerinde yere düştüm. O koşarak arabaya bindiği sıra bedenime sıcacık kollar sarıldı. "Abicim!" Zorlukla yutkundum. Araba asfaltta tekerleklerini yakarak gaza bastı. "Nilüfer, abim bak bana!" Tekerleklerden çıkan ses zihnimi kamufle etti. Anlık olarak Çınar'ın sesi gitti. Konuştuğunu görebiliyordum ama duyamıyordum.

 

Beni göğsüne doğru çekti. Sıkıca sarıldı. Benimki kadar hızlı atan kalp sesini işitmeye başladım. Sonra onun sesini de işittim. "Özür dilerim! Özür dilerim! Allah beni kahretsin! İyi misin? Allah aşkına iyi olduğunu söyle! Abicim bir şey söyle!"

 

Beni korumuştu. Gözlerim yandı. Sonra her kıvılcım abimin göğsüne damlamaya başladı. Abim gelmişti! Beni bırakmamıştı.

 

"Abi." Dedim hıçkırarak ağlamaya başlamışken. Zaten hızlı atan kalbi daha da hızlandı sanki o an. Göğsündeydim. Güvendeydim. Sırf bunu bildiğim için daha çok ağlamaya başladım.

 

"Abim!" Dedi, saçlarımın üzerini öptü. Acıyan yerleri. Hıçkırdım. "Saçlarımı çekti." Dedim şikayet ederek. "Onun kafasını koparacağım!" Dedi yemin eder gibi. "Sana dokunan ellerini koparacağım, kardeşim! Yemin ederim." Gözlerimi sıkıca kapattım. 8 yaşındaydım. Mahalledeki çocuklardan biriyle kavga etmiştim. O ablasına beni şikayet etmişti. Ablası bana çok kızmıştı. Ben çok ağlamıştım. Kızdığı için değil kavga ettiğim çocuğu kimseye şikayet edemeyeceğim için. Abim yanımda olmadığı için.

 

Saçlarımı sevdi. Acıyan yerleri iyileştirmeye çalışıyor gibiydi. Ona biraz daha sokuldum. Kalbim infilak etmiş gibi atarken kelimeleri toparlayabildim. "Gelmeyeceksin sandım."

 

"Geldim." Dedi anında. "Bir daha seni arkamda bırakıp gidersem Allah benim belamı versin!" Yutkundum. Nefeslerim yavaşça düzene girerken ağlamayı bir an olsun bırakmamıştım.

 

Geri çekilerek gözlerimin içine baktı. Gözlerinde gördüğüm endişe kalbimi sardı. Ellerini acıtmayacak şekilde yanaklarıma yerleştirdi. "İyi misin abicim?" Kafamı aşağı yukarı salladım. Tüm bedenimi esir eden korku dışında sorun yoktu. Ve tabi bir de... ilacımı almamıştım! "İlacım!" Dedim zorlukla.

 

Çınar, beni gözleriyle onayladı. "Tamam." Dedi güven verici bir ses tonuyla. "Şimdi hastaneye gideceğiz."

 

İç çekişlerim konuşmama engel oluyordu. Cevap veremedim. O sıra bakışları dudağımın kenarına kaydı. Zorlukla yutkundu. "Hadi, gel." Dedi kendini kontrol altında tutarak. Kalkmak için hareketleneceğim sıra beklemediğim bir şey yaparak beni kucağına aldı. Karşı gelmek yerine sıkıca boynuna sarıldım. Anlık olarak durmuş olan göz yaşlarım yeniden akmaya başladı. Arabanın gittiği yola baktım. Kapkaranlıktı. Çok karanlıktı. Eğer gelmeseydi o karanlığın içinde olacaktım.

 

Abime daha sıkı sarıldım. Bu hayatta tutunabileceğim ondan başka kimse yokmuş gibi abime sarıldım. O da beni daha sıkı kavradı. "Korkma." Dedi. Artık korkmuyordum. "Yanındayım." Artık yalnız değildim.

 

🪷

 

BÖLÜM SONU!

 

Beğendiniz mi??

 

Düşünceleriniz?

 

Biz abi dedik🥹

 

Bu bölümü iple çekiyordum, artık aramızdaki her şey daha şeffaf olacak. Biz kalın bir duvarı aştık🥹

 

Çınar?

 

Nil?

 

Tahminleriniz var mı??

 

🍭

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYIN

 

🪷

 

İnstagram; Zeynepizem

 

 

Loading...
0%