Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

Wattpad de 100 Bin tıklanmayı aştık🥹 Burada 10 bin olmak üzere. Okuyan herkese teşekkür ederim. İyi ki varsınız🩷

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 29

 

🪷

 

2 GÜN SONRA

 

BARIŞ

 

"Başkomiserim! Kamera kayıtlarını bulduk." İçeri giren Mirza'ya kısaca baktıktan sonra elindeki laptopa yoğunlaştım. Günlerdir gözüme uyku girmemişti. Üst üste olan olaylar tüm dengemi bozmuştu. Üstelik ben böyleysem Nil'i düşünemiyordum.

 

Akif Baysal'ı sorguya almıştık ama bir şey çıkmamıştı. Savcılık emriyle herifi bırakmak zorunda kalmıştık. Nil'i kaçırmaya çalışanları bulana kadar o piç suçsuz sayılacaktı.

 

Ve sorun da buradaydı. 2 gündür o gece Nil'e saldıranlar hakkında elimize geçenler kayda değer şeyler değildi.

 

"Mirza eğer elinde adam akıllı bir şey yoksa vaktimi çalma." Dedim net bir şekilde. Çok işim vardı. Dikkatimi toplamalıydım. Eğer Nil'e bir daha zarar vermeye kalkarsa ve buna engel olamazsam kendimi affetmezdim. "Görmeniz lazım." Dedi Mirza bastırarak. Kafamı usulca salladım. Nil'e saldıran kişinin robot resmini kenara bırakırken Mirza laptobu tam önüme yerleştirdi.

 

Robot resimden çıkan kişi Suriye uyruklu bir adamdı. Şehirdışına çıkmış olma olasılığı yüksekti ama bu adamın duşarı çıktığını düşünmüyordum. Antep'te bir yerde gizleniyor ya da daha mantıklısı biri tarafından korunuyordu. Antep'e tüm giriş çıkışlarına devriyeler kontrol birimleri yerleştirilmişti. 2 gündür hiçbir haber yoktu.

 

"Her şey net bir şekilde görünüyor, başkomiserim. Kamera kaydı bir adamın evinin balkonunda kuşları için kurduğu düzenekten çekilmiş. Görüntü uzak ama ne olduğu anlaşılıyor." Dedi Mirza. Kafamı usulca salladım. O sokağın kamera kayıtlarını milyon kez incelemiştim ama hepsi neredeyse kör nokta sayılırdı. Görüntülerde elimize yarayacak hiçbir şey yoktu.

 

Mirza ekrandaki duraksatılmış videoyu oynattığında gözlerimi ekrana diktim. Boş ve karanlık bir yolu çekiyordu kamera, oldukça yukarıdan çekilmiş olsa da orası artık tanıdıktı. Olay yerinde yaptığımız incelemelerden dolayı beynime kazımıştım bu sokağı. Çok geçmemişti ki Çınar ve Nil göründü ekranda. Tıpkı bana anlattığı gibi hararetli bir kavga ettiklerini anladım. Sonra Çınar arkasını dönerek gitti. Nil geride kalmıştı. Çınar gözden kaybolduğu anda olaylar gerçekleşti. Sokağa bağlı bir ara yoldan siyah kıyafetli bir adam çıkmıştı ve anında Nil'in boğazına sarılmıştı.

 

Kaşlarımı çattım. "Evveliyatını siktiğimin orospu çocuğu!" Kendimi görüntüler karşısında tutmayı beceremiyordum. Ona zarar veriyorlardı. Saçını çekiyorlardı. Nil saçına dokunulmasını sevmezdi. Adamın ona attığı tokadı gördüğümde dişlerimi birbirine bastırdım. "Durdur!"

 

Mirza tuşa basarak görüntüyü durdurdu. "Yaklaştır." İstediğimi yerine getirdi. Şu dakikalarda Nil yere düşmüştü ve başındaki piç kurusu dikkatini Nil'in üzerinden çekip bir köşeye bakmıştı. "Şu köşeye, karanlığın olduğu yere." Ekranı köşeye doğru ilerletti.

 

Karanlıkta bir şey olduğu belliydi ama net değildi. "Görüntüyü netleştirebilir misin?" Mirza labtopu kendi önüne doğru çekti. Bilgisayarlardan Mirza kadar anlamazdım. O işini oldukça iyi yapardı. Temiz çalışırdı.

 

Görüntü 3 kez yenilendi. Karanlığı maske olarak kullanan şerefsizlerin de foyası ortaya çıktı. "Başkomiserim, plaka!"

 

"Hemen buluyorsun bunu bana!" Dedim ve ekledim. "Görüntülerin bir kopyasını temiz haliyle bana gönder." Mirza, kafasıyla beni onayladı ve labtopu kapatarak kolunun altına aldı. "

 

Plakanın sahte olması çok yüksekti ama arabayı bulabilirsek DNA örneklerinden yola çıkarak ilerleme kaydedebilirdik. Mirza, odadan çıkacağı sırada onu durdurdum. "Mirza."

 

"Başkomiserim?"

 

"Bu videoyu kim gönderdi?"

 

"Başkomiserim kimse göndermedi. Çınar Ilgazoğlu getirdi." Kaşlarım kavislendi. "Burada mı?"

 

"Burada."

 

Derin bir nefes verdim. Çınar'ın rahat durmayacağını zaten biliyordum. "Söyle içeri gelsin." Kafasını sallayarak odadan çıktı. Sonuca ulaşmamıza çok az kalmıştı ve korkum Çınar'ın her şeyi mahvetmesiydi. İkimiz de pek sakin tipler değildik ama mesleğim gereği kendimi tutacağım yeri bilirdim. Bilmek zorundaydım. Çınar'ın ise böyle bir derdi yoktu.

 

Robot resmi dosyanın içine koyarak kapağını kapattım. Çok geçmeden kapı açıldı. Çınar zaten genelde kapıyı çalmazdı. Oturduğum yerden kalktım ve masanın etrafından dönerek karşılıklı koltuklardan birine geçtim. "Kamera kaydını nasıl buldun?" Diye sordum direkt. Karşımdaki yere otururken konuştu. "Sizin yapacağınız yoktu. Kendim yaptım." Dişlerimi birbirine bastırdım. "Zorla mı girdin insanların evine?" Gözlerini kaçırarak masanın üzerindeki ıvır zıvıra baktı. "Gayet insancıl davrandım."

 

Bakışlarım parmak eklemlerine kaydı. Soyulmuştular. "Belli oluyor." Dediğimde gözlerini gözlerime dikti. "Adresi sen vermemişsin gibi konuşma." Evet, ben vermiştim. Milyon kez incelediğim sokakta o küçük ayrıntıyı gözden kaçıracak değildim ama- aması vardı işte.

 

"Ben memur adamım." Dediğimde güldü.

 

"Siktir oradan." Dedi. Sert bir nefes verdim. Duruşuna bakılırsa işler pek yolunda değildi. Derin bir nefes alarak sordum. "Bir ilerleme yok mu?" Kafasını iki yana salladı. "Dükkana gidip geliyor, başka bir bok yaptığı yok. Bir şekilde iletişime geçiyor olmalılar ama nasıl geçiyorlar bilmiyorum." Oflayarak yüzünü sıvazladı. "Bok herif her şeyi düşünmüş!"

 

"Bir açık olmalı."

 

"Nil'in geldiği gün bir şeylerden kuşkulandılar. Tüm açıkları kapatmışlar. Birinin onları araştırdığını biliyorlar artık."

 

"Çok zamanın kalmadı." Dedim. "Bu şekilde gidersen görevden alınacaksın." Kafasıyla bir onay verdi. "Biliyorum ama şu an beklemekten başka yapabileceğim bir şey yok. Nilüfer'i yalnız bırakıp şehirden ayrılamam."

 

Gözlerim kısıldı. "Nil'e biraz durumdan bahsetmeye ne dersin?" Diye sorduğumda kaşlarını çattı. "Neyi ne derim lan!? Devlet sırrı bu!"

 

Ben de kaşlarımı çattım. "Lan gidip kıza istihbaratçı olduğunu söyle demiyorum! Seyfi'nin ne bok olduğunu söyle. O herifin ne yapacağı belli olmaz. En azından haberi olsun."

 

Gözlerini kısarak bir süre yüzüme baktı. "Nilüfer'in adını ağzına alma." Dediğinde dişlerimi birbirine bastırdım. Yine başlıyorduk. Gözlerinin içine bakarak konuştum. "Nil." Dedim bastırarak. "Nasıl oldu?"

 

O da gözlerimi kıstı. Bir süre birbirimize kısık gözlerle baktık. Sonra sert bir nefes vererek omuz silkti. "Aynı. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyor." Dedi. Nil'le sabah konuşmuştum. Şen şakrak sesine rağmen içinde gizlediklerini duyabilmiştim. Nil'i ilk gördüğüm günü hatırlıyordum da aslında hiç fark yoktu. O zaman da korkusunu saklamıştı. Şimdi de saklıyordu.

 

"Şu orospu çocuğunun çıktığını söyledin mi?" Kafasını salladı. "Söyledim."

 

"Ne tepki verdi?"

 

"Güldü." Kaşlarım çatıldı. "Güldü mü?" Beni gözleriyle onayladı. "Biliyordum zaten, dedi." Dişlerimi birbirine bastırdım. Akif Baysal'a hiçbir şey yapmamıştım. İfadesini almıştım ve sonra zaten savcılık emriyle serbest kalmıştı. Ama bu onunla işimin bittiği anlamına gelmiyordu. Henüz kimliğimi cebimden çıkartmamıştım sonuçta.

 

"Eğer bir şey yapmayacaksan ben yapacağım." Diye lafa giren Çınar'a karşı kaşlarımı çattım. "Yap da sonrasında seni kodeste ağırlayalım ya da mezarlıkta." Kafamı sağa doğru yatırdım. “Hangisinde daha rahat edersin?

 

"Umurumda mı sanıyorsun? O piçin feleğini sikmeden rahatlayamam."

 

"Şimdi sırası değil. Eğer bir saldırı olursa direkt senden bilecekler." Sert bir nefes vererek güldü. "Çok da sikimdeydi."

 

"Çınar. Aklını başına topla. Boktan bir duruma düşürme kendini. Bir şey yaparsan mesleğini de tehlikeye atacaksın. Nil sana kendi yüzünden bir şey olduğunu düşünürse kaldıramaz. Onun bu denli korktuğu bir şeyi açık açık yapamazsın." Ofladı. Sıktığı yumruğunu dizine geçirdi ve sessizce küfretti. "Ne yapacağız ya!? O pezevenk elini kolunu sallaya sallaya çıktı buradan! Kardeşime onca yaptığından sonra tamam deyip kenara mı geçeceğim?!"

 

"Kimse sana geç kenara otur demiyor. Hareketlerine dikkat et. Şu an ki önceliğimiz Nil. Adamı takip ettiriyorum. Elbet bir açığını yakalayacağım."

 

Gözlerini şüpheyle kıstı. Bana böyle şüpheyle baktığında bir gerilmiyor değildim. Zaten hastanede Nil'le beni uyurken görmesin diye kılı kırk yarmıştım.

 

Olayı şehime çevirmeye çalıştım. "Çınar, karanlıkta yapılan şeyler yapılmamış sayılır. Neden biliyor musun?" Tek kaşını kaldırdı. "Çünkü kimse görmez."

 

Son söylediğimden memnun olmuş gibi sırıttı. "Ben de tam tanıdığım Barış nerede diyecektim."

 

"Tanıdığın Barış karakolun dışında. Bu konuyu konuşmak için yanlış bir yer seçtik." Burnundan sert bir nefes verdi. Kafasını iki yana sallayarak ciddileşti. "Bana emanetimi getir." Dediğinde sert bir nefes verdim.

 

"Yanlış bir şey yapma." Dedim son kez uyararak. "Barış." Dedi. "Bir kez daha beni uyarmaya kalkarsan ağzını burnunu kıracağım, aslanım." Sırıttım. Şimdi olmasa bile yakında olabilecek bir senaryoydu bu.

 

Boğazını temizleyerek toparlandı. "Neyse, benim çıkmam lazım. Nil evde yalnız." Kafamı usulca salladım. Konuşmaya devam etti. "Bu gece toplanalım diyorum. Nilüfer için de değişiklik olur. Evden çıkmıyor. Belki sen ikna edersin." Kaşlarım çatıldı. "Evden çıkmıyor mu?"

 

Kafasını salladı. "Odadan." Dedi kendini düzelterek. "Dün çıktı sadece." Onda da evlerinin önüne gidip dışarı gelmesi için mesaj atmıştım. O anı söylüyor olmalıydı. Nil, belli etmiyordu ama korkuyordu. Hem de fazlasıyla. "Tamam." Dedim. Bana hava hoştu. Dünden beri göremiyordum zaten yüzünü. Özlemiştim. "Saat ve mekan söyle."

 

"Bu akşam. Hüsnü abinin mekanında. Sekizde." Bir uykusuz gece daha. Nil'i göreceksem aylarca uyumasam da olurdu. Ayrıca bu olayı çözüme kavuşturmadan yastık yatak bana haramdı. "Tamamdır. Ayarlarız bir şeyler. Bizimkilere de söylerim." Beni onaylayarak ayağa kalktı. Gideceğini anladığım için ben de kalktım. Uzattığı elini sıkıca kavradım.

 

Çınar çocukluk arkadaşımdı. Birbirimizle dövüşe dövüşe anlaşırdık. Yakın zamanda tuttuğum güçlü ellerinin yüzümde güzel çalışmalar yapacağına emindim. Çünkü sonuçta Nil'in de söylediği gibi; kardeşimin biriyle olduğunu görseydim bir güzel döverdim. "Bıraksana lan elimi!" Boğazımı temizleyerek elimi geri çektim. Çınar bana ters bir bakış atarak yanımdan geçti. "Cins herif." Dedi bir de homurdanarak.

 

Sırıttım. İstediğini söyleyebilirdi. Boynum kıldan inceydi. Ne de olsa Çınar, Nil'in abisiydi. Nil, yarimdi. Yavuklum. Bu dedikoduyu karakola yayan belki oydu ama gerçeğe dönüştüren ben olacaktım. Sırıtışım büyüdü.

 

Çınar'ın çıktığı kapı tıklandığında kağıya döndüm. Mirza içeri girmeden konuştu. "Başkomiserim, plakanın kime ait olduğunu tespit ettik."

 

2 gün oyunca sakin kalmıştım ve bir başkomisere yakışır şekilde davranmıştım. Şimdi, hepsinin belasını sikecektim. Polis kimliğimi masaya bıraktım ve odadan çıktım.

 

🪷

 

NİL

 

Gözlerimi duyduğum melodiyle araladım. Anlık bir algılama sorunu yaşasam da sonradan telefonumun çaldığını anlamıştım. Yastığın altından telefonumu çıkartarak ekrana baktım.

 

O an tüm uyku uçup gitti. Yüzüme kocaman bir gülümseme kondu. Barış, arıyordu. Anında suratım düzeldi ve genişçe gülümsedim.

 

Yatağa geri yatarak telefonu açtım ve kulağıma yasladım. "Barış?" Sesim uyuduğum için boğuk çıkmıştı. "Nil." Dedi tatlı tatlı. "İyi misin?"

 

O günden sonra sürekli arayıp nasıl olduğumu soruyordu. Hatta dün direk evin önüne gelmişti. "İyiyim. Uyuyordum." Dediğimde sordu. "Bu saatte mi?"

 

Telefonu kulağımdan çekerek saate baktım. Öğlen ikiyi geçiyordu. Genelde gündüz uyuyan bir insan değildim ama iki gündür geceleri uyuyamadığım için uykusuz kalıyordum. "Uzanırken uyuyakalmışım."

 

"Uyandırdığım içim üzgünüm ama sesini duymak istedim." Duraksadım. Kalbim hızlanmıştı. Konuşmaya devam etti. "Abin buradaydı." Gözlerim büyüdü. "Ay yoksa sana bir şey mi yaptı?"

 

"Hayır. Abin bana neden bir şey yapsın?"

 

"Bilmiyorum abim her an herkese bir şeyler yapacak gibi hissettieiyor bana." Karşı taraftan güldü. "Artık abi diyorsun?" Dediğinde dudakalrımı birbirine bastırdım. "Evet." Dedim içli bir şekilde. "Biliyor musun Barış, abim bize gelmiş." O an duraksadım. "Biliyorsun tabi ki! Böyle bir şeyi bilmeme ihtimalin yok." Bu yüzden sürekli Çınar'ı dinlemem gerektiğini söylüyordu.

 

Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra konuştu. "Abinle aranda olanlara karışamam, Nil. Bu senin ve onun özeli." Doğru söylüyordu. O yüzden üstelemek yerine anlatmaya devam ettim. "Evet ama yine de yaşadıklarını bu kadar geç öğrenmek canımı sıktı. Hem onu olması gerektiğinden fazla suçladım."

 

"Sana söylediklerinim bedelini ödettin diyelim."

 

"Öyle mi diyelim?" Diye sorduğumda gülümsediğini hissetmiştim. "Evet, öyle diyelim. O evde kendine dikkat et, tamam mı?" Kafamı salladım. "Efiyorum merak etme. Abim zaten Seyfi ve Nuran'la konuşmamı yasakladı." Güldü. "Abinin sözünden çıkma. Bir şey olursa da beni ara."

 

Arardım. Hem de seve seve.

 

"Soruşturma hakkında bir ilerleme var mı?" Sessizlik oldu. Kaşlarkm istemsizce çatıldı. "Şimdilik yok." Dedi kuru bir ses tonuyla. "Her neyse, sen düşünme bunları. Bu akşam müsait misin?" Kafamı salladım. Sonra görmediğini anımsayarak konuştum. "Evet."

 

"Güzel. Akşam çıkıyoruz öyleyse."

 

Kaşlarım çatıldı. "Nereye?"

 

"Seni bizimkilerle tanıştırayım, dedim. Abin de gelecek hem. Evden birlikte çıkarsınız."

 

"Yok. Olmaz." Dedim panikle. "Ne demek olmaz?" Yutkundum. Olmasına olurdu da bu sıralar dışarı çıkmayı hiç istemiyordum. “Başka zaman yapsak?” Birkaç saniye sessizlik olduktan sonra konuştu. “Bu akşam yapalım. Hem müsaitmişsin.” Dedi. “Birkaç polis arkadaşımı da getireceğim. Mirza ve Yunus’u zaten tanıyorsun. Diğerleriyle de tanışmış olursun.”

 

Başka bir zaman olsa hevesle kabul edeceğim bu teklif bu sefer beni germişti. Benim yüzümden onlara bir şey olduğunu düşünmek bile istemiyordum. Yaşadıklarım ve öğrendiklerim hiçbir şeye heves bırakmamıştı.

 

“Barış, ben gerçekten teşekkür ederim ama pek iyi hissetmiyorum. Selam söylersin olur mu?” Nefes sesini işittim. Barış’ın sesinin dışında bazı yabancı sesleri duydum ama ne dedikleri anlaşılmıyordu. “Şimdilik kapatıyorum ama şansımı sonuna kadar kullanacağım.” Dedi. İşi çıkmış olmalıydı. “Görüşürüz. Kendine dikkat et.” Gülümsedim. “Görüşürüz. Sen de kendine dikkat et. Allah’a emanetsin.”

 

Telefondan başka ses gelmeyince kapattığını düşünerek kulağımdan çektim. O sıra konuşmuştu. “Sen de Allah’a emanetsin.” İçten bir şekilde gülümsedim. Annem, bu cümleyi bana çok söylerdi. Kendimi güvende hissederdim o böyle söyleyince.

 

Yine öyle hissetmiştim.

 

Telefonu yatağa bırakarak oturur vaziyete geldim ve ayaklandım. İç kapının önüne gelerek kapının kilidini açtım. Abim çzellikle tembih etmişti. Evde olmadığı zaman kapıları kilitlememi istemişti.

 

Kattaki banyoya geçerek elimi yüzümü yıkadım ve yeniden odaya geldim. Şekerimi ölçtükten sonra bacağımdan insülinimi vurdum ve eşyaları toplayarak ortadan kaldırdım.

 

Çok sıkılmıştım. Bu evden kendi isteğimle çıkmayacağımı düşünmezdim. Ama şimdi odadan bile çıkasım gelmiyordu. İki gündür sanki zaman geçmiyordu, duvarlar üstüme üstüme geliyordu; fakat dışarıya çıkamıyordum. Sadece dün Barış geldiği için kapıdan çıkabilmiştim ama zaten on dakikadan fazla kalmamıştı. Sonra içeri geçmiştim o da gitmişti.

 

Evdekilerle de iletişime geçmiyordum. O adamın abime yaptıklarını öğrendikten sonra çok üzülmüş ve sinirlenmiştim ama abim üst üste sözler verdirtmişti. Şimdilik sözümde duracaktım

 

Korkut Bey'i hastaneden çıkartmış eve getirmişlerdi. Duyduğum kadarıyla iyiydi. Dilan hanıma Volkan'ın çektiğim görüntülerini izletmiştim. Çok mutlu olmuştu gördüğünde. İzleyememiş olmanın içinde yara gibi büyüyeceğini düşünmüştüm. O yüzden az da olsa içini ferahlatmak istemiştim. Öyle de olmuştu.

 

Hem, fenalaştığımı duyduğunda benim için endişelenmişti. Dilan Hanım da kardeşlerim de. Hatta benim için iki gündür özenle yemek hazırlıyordu. Lavin'den kalorilerin nasıl hesaplanacağını öğrenmişti. Volkan ve Lavin birkaç kez odama gelmiş ve nasıl olduğumu sormuştu. Onlarla muhabbet etmek güzeldi.

 

Akif olayını kimse bilmiyordu ama ben de bir gariplik olduğunun farkındaydılar.

 

Bunun dışında diğerleriyle pek iletişime geçmemiştim. Birkaç kez de abim yemek getirmişti odaya kadar. Sağlıklı beslenmemi söyleyip duruyor ve bana kızıyordu.

 

Haklıydı ama hiçbir şey içimden gelmiyordu. Yemek yemek bile.

 

Bu durum canıma tak etmişti. Telefonu elime alarak Kübra'yı görüntülü bir şekilde aradım. Yatakta bağdaş kurarak telefonun açılmasını beklerken üçüncü çalışta açıldı. "NİL!" Diye bağırdığında kendime engel olamayarak güldüm. İş yerinde olmalıydı. Arkadan yoğun bir gürültü geliyordu. Buna rağmen telefonunu ağzına kadar sokarak bana baktı. O sıra gözlerini kıstı. Siyah sürmeli gözlerini gördüğümde gülümsedim. Doğal bir güzelliği vardı. Gerçi makyaj yapmayı da çok severdi ama bugün yapmamıştı.

 

"Gerçekten beni unuttuğunu sandım! Çıkıp taa buralardan Antep'e gelecektim." Diye konuşurken yürüdüğünü anlamak zor değildi. Konuşabileceği bir yere geçiyor olmalıydı.

 

"Unutmadım. Sadece çok şey oldu." Kaşları çatıldı. Müsait bir yere oturarak tamamen bana yoğunlaştığında derin bir nefes aldım. "Müsait miydin? Öyle dan diye aradım ama?"

 

"Bebeğim sana hep müsaittim." Derken gülümsüyordu. "Ne oldu? Her şey yolunda mı?"

 

Kafamı iki yana salladım. Gözlerim dolarken ağlamamak için kendimi zor tuttum. "Hayır. Hiçbir şey yolunda değil."

 

"Nil?" Sesi ciddileşmişti. "Ne oldu? Ne oldu anlat. O abin denen pislik mi kırdı yoksa seni? Bak oraya gelirim kafasını gözünü yararım o herifin!" Kendime engel olamadan güldüm. "Yok. Abimle aram iyi artık." Kaşlarını çattı. "O zaman?"

 

Yutkundum. "Akif Baysal." Dediğimde yüzündeki değişimi fark ettim. "Yine mi mesaj attı?" Kafamı iki yana salladım. "Hayır. Bu sefer direk karşıma çıktı. Sonra da adamlarıyla beni kaçırmaya çalıştı."

 

Söylediklerim kalbine inmiş olmalıydı ki bir an susup kaldı. Ki o sıra kapıya iki kez tıklandı. Gözlerimi telefondan çekerek kapıya döndüm. Abim içeri girdiğinde göz göze geldik. "Müsait misin?" Diye sordu, bu aralar pek bir beyefendiydi. "Gelebilirsin." Dediğim sıra Kübra transtan çıkmış olmalı ki bağırdı. "O it oğlu it seni kaçırmaya mı çalıştı!? Ulan ağzına sıçtığımın pezevengine bak! Cesarete bak! Ben, ben oraya geliyorum Nil! O abin olacak hıyarın bir işe yarayacağı yok!"

 

Ay! Sesi odada yankılanmıştı! Telefonu kapatmak için uzanıyordum ki abim benden önce davrandı ve telefonu alarak ekranı kendine doğru çevirdi. Kübra'nın çığlığını duydum. "Sen kimsin be!?"

 

"Nil'in abisiyim." Dedi abim. "Bana söz hakkı düşünce bir tanışalım dedim."

 

Telefonda kısa bir sessizlik oldu. Kafamı iki yana sallayarak ayağa kalktım. "Abi, ver şunu." Vermek yerine telefonu yukarıya doğru kaldırdı. "Evet, sizi dinliyorum." Dedi abim. "Neye dayanarak beni o hitapla andığınızı merak ediyorum."

 

Abimin kibarlık şaka mı?

 

"Of abi! Versene şu telefonu ya!" Vermedi. Ciddi ciddi vermedi. "Bir dur abicim. Şurada hanımefendiyle konuşuyoruz. Yüzüme de söylesin de duyayım." Kübra'nın sert nefesini duydum.

 

"Bana bak dağ ağası mısın nesin bilmiyorum ama o telefonu Nil'e ver. Ayrıca hıyarın teki olduğunu gayet yüzüne de söylerim. Hatta bugün, bak bugün diyorum uçak bileti alıyorum ve geldiğimde ciddi ciddi yüzüne söylüyorum! Anlaşıldı mı beyefendi!?" Sonunda atlayarak abimin elindeki telefonu çekip aldım ve ekranı kendime çevirdim. "Kübra?"

 

Az önceki sinirine rağmen oldukça minnoş bir ses tonu kullanarak konuştu. "Sen merak etme aşk bahçem. Oraya geleceğim ve seni o hıyarın ellerinden kurtaracağım." Çınar'ın öfkelendiğini fark ettiğimde hızlıca konuştum. "Tamam. Gelince şey ederiz. Hadi bay!" Dedim ve telefonu suratına kapattım. Derin bir nefes alarak abime döndüğünde çatık kaşlarıyla karşılaştım. "Gelsin gelsin." Dedi kafasını sallayarak. "Hıyar neymiş göstereceğim ben ona."

 

"Abi! Saçmalama. Kübra sinirle söyledi öyle. Geleceği falan yok. Sen de neden ateşe körükle gidiyorsun ya?"

 

"Körükle mi gidiyorum!? Bana söylediklerini duymadın mı!?"

 

"Duydum! Ama diyorum ya, o öyle birden patlayan bir tip. Sinirlenince her şeyi söyleyebilir."

 

"Ben bana söylediklerinin sinirle olduğunu sanmıyorum. Çok kişisel geldi."

 

Evet, aramızda geçen kavgaları abartarak anlattım ama abimin bunu bilmesine gerek yoktu.

 

"Yok canım! Daha neler?" Dedim gülümsemeye çalışarak. Kaşlarını biraz daha çattı ama sonra sert bir nefes vererek boş verdi. "Neyse!" Ceketini çıkartarak koltuğa bıraktı. "Neden geldiğimi de unuttum ya!" Diye bağırdı yine birden sinirle. Yerimden sıçradım. Abimin gerçekten öfke sorunu vardı. Ben kendimi sinirli sanırdım ama o benden daha beterdi.

 

"Ne bağırıyorsun?"

 

"Ne bileyim!?" Diye bağırdı. "Akıl mı bıraktı bende!?"

 

Sırıttım. "Şey mi demek istedin?" Tek kaşını kaldırdı. "Ney?"

 

"Aklımı aldı?"

 

Yanındaki yastığı bana fırlattığında bir çığlık attım. Az daha dünyayla arama büyük bir mesafe giriyordu. Neyse ki hızlı reflekslerim vardı. Şahaneydim.

 

Alttan alttan gülerek attığı yastığı yerden aldım ve nispet eder gibi yavaşça yatağa bıraktım.

 

"Sen neredeydin?" Diye sordum Barış'tan biliyor olsam da. Omuz silkti. "Karakoldaydım."

 

"Ne olmuş? Adamları bulmuşlar mı?" Kafasını iki yana salladı. "Daha değil ama bulacaklar. Onlar bulamazsa ben bulurum."

 

Kaşlarımı çattım. "Abi, başını derde sokacak bir şey yapma." Beklediğimin aksine gülümsedi. "Bir daha söylesene." Tek kaşımı kaldırdım.

 

"Neyi?"

 

"Abi, diyorsun ya." Genişçe sırıttığında burnumdan sert bir nefes vererek güldüm. "Yok öyle sana beleşe abi." Tek kaşını kaldırdı.

 

"Rüşvet diyorsun?"

 

Şeytanca sırıttım. "Hm-hmm."

 

"Ne istiyorsun?"

 

"Çok bir şey değil." Dedim gerçekten önemsiz bir şey gibi. Genişçe sırıttım. "Arabanı bir günlük bana vermeye ne dersin?"

 

Kaşları arşa kalktı. "Pardon?"

 

"Ya ver işte! Senin araban benimkinden daha güzel." Duraksadım. "Ha ama arabamı asla küçümsemiyorum bak. O benim göz bebeğim."

 

"Nilüfer, arabamı sana verirsem tek parça olarak geri alabileceğimi sanmıyorum."

 

"Ya neden öyle diyorsun?! Ben gayet iyi araba kullanıyorum."

 

"Ona şüphem yok. İstanbul'dan buraya tek başına gelmişsin ama bilerek arabamı gidip duvara çarpabilecek birisin sen."

 

Gözlerim kısıldı. Lanet olsun! Resmen beni tanıyordu!

 

Arabayı duvara çarpmayı mı düşünüyorduk?

 

Hayır, yani belki.

 

Neden?

 

Çünkü ilk gün beni yalnız bırakıp arabasıyla tozu dumanı birbirine katarak gitmişti. Ben bunun altında kalacak bir insan değildim.

 

"Vermiyorsun yani?" Diye sorduğumda kafasını salladı. "Vermiyorum." Üstelemeyerek konuştum. "Peki."

 

"Peki mi? Bu kadar mı?"

 

"Evet."

 

Bana şüpheyle baktıktan sonra kafasını iki yana salladı. "Bu akşam dışarı çıkalım mı? Barışlar da gelecek."

 

Omuz silktim. "Arabanı verirsen belki."

 

"Nilüfer."

 

"Ay tamam! Vermezsen verme!"

 

🪷

 

Konağın kapısını açarak içeri girdim. Herkes buradaydı ama umurumda değildi. "Abi!" Diye seslendim büyük bir çoşkuyla. Ona istediğim gibi abi diyebilmek çok güzeldi. Kamelyadaki bakışlar bana dönerken odanın balkonundaki abim kaşlarını çattı. "Nilüfer! Sen dışarı mı çıktın?"

 

Kafamı salladım. "Evet!" Dedim duysun diye bağırarak. "Aşağıya gelsene, sana bir süprizim var!" Görebildiğim kadarıyla elindeki sigarasını söndürdü ve merdivenlere dönerek aşağıya inmeye başladı.

 

Sabırsızca yerimde kıpırdadım. Çok beğenecekti. Önüme gelip durduğunda kolunu çekiştirerek kapıya doğru ilerlettim onu. "Hadi! Sana çok güzel bir hediyem var!"

 

Sorgulayan gözlerinden geçen şüpheye aldırış etmeden onu çekiştirmeye devam ettim ve siyah jeepinin önüne geldiğimizde durduk. Abim arabasına baktıktan sonra bana döndü. "Bana arabamı mı hediye ediyorsun, Nilüfer?"

 

Gözlerimi devirdim. "Hayır, aptal." Dedim burun kıvırarak. Abimin arabasının üstüne koyduğum tavşanımı alarak ona gösterdim. "Sana bunu hediye ediyorum." Dedim neşeyle. Kaşlarını kaldırdı. "Canından çok sevdiğin tavşanını mı?" Diye sordu.

 

Tavşanımı canımdan çok sevdiğim doğruydu ama yanlış bir kısım vardı. Bu benim tavşanım değildi. "Biz bunu annemle senin için yapmıştık." Dedim gözlerinin içine bakarak. "Annem, bu tavşanı bana emanet etmişti. Sana vermek için senelerce bekledim."

 

Gözleri yavaşça tavşanın üzerine düştü. Birkaç saniye tavşana baktı. "Benim mi?" Dedi afallayarak. Kafamı salladım. Yutkundu. "Annem, bana mı yaptı bu tavşanı?"

 

Kaşlarımı çattım. "Ya beraber yaptık diyorum ya! Ben de yaptım!" Gülümsedi. Elimdeki tavşanı alarak birkaç saniye öylece tavşana baktı. Ne yeceğini bilemiyor gibiydi. Genişçe gülümsedim ve konuştum. "Doğum günün kutlu olsun. İyi ki doğdun, abi."

 

Bir kez daha afalladı. Kimliğinde yazan doğumgünü farklıydı, yanlış yazılmıştı. Annem bunu zamanında bana söylemişti. Unutmamıştım. Zaten abimle ilgili anlattığı hiçbir şeyi unutmamıştım. Aslında onun doğum gününü çok daha güzel kutlamak istiyordum ama şimdilik elimden bu kadarı gelmişti.

 

"Sen, doğum günüm olduğunu nereden biliyorsun?"

 

"Annem söyledi. Annem senden bahsederken hep Emre diye bahsederdi. Buradaki herkes Çınar diyor diye ben de Çınar diyorum."

 

Gülümser gibi oldu. Tuttuğu tavşanı artık daha sıkı tutuyordu. "Nilüfer." Demişti ki sözünü kestim. "Dur, hediyelerim bitmedi." Dedim. Güldü. "Yine ne var?" Çok tatlıydı ama bu hediyemi beğenmeyecekti.

 

"Bunu daha çok seveceksin!" Dedim ve onu arabasının yan tarafına doğru çektim. "Ta da!!!"

 

Birkaç saye yaptığım sanata baktı. Arabasının üstüne taşla N♡Ç harflerini kazımıştım. "Nilüfer!" Dedi dişlerinin arasından. Gözü seğiriyordu. "Kaç Nilüfer!" Diye soludu. "Kaç! Yakalarsam seni fena yaparım!"

 

Gözlerimi büyüttüm ve ondan uzaklaşmaya başladım. "Ya ama sana tavşanımı bile verdim! Hem güzel değil mi? Arabana binerken hep beni hatırlayacaksın."

 

"NİLÜFER!"

 

Koşmaya başladım. Buna da hediye beğendiremiyorduk.

 

🪷

 

Bölüm sonuu!!

 

Beğendiniz mi bölümü?

 

Düşünceleriniz?

 

Barış'ın ağzından bölüm okumak hoşunuza gitti mi?

 

Çınar?

 

🤭🤭

 

Nil?

 

Barış?

💃🏻

 

Çınar'ın gerçek doğum günü 23 Ekim. Benim doğum günümle aynı💃🏻

 

Sizin doğum gününüz ne zaman?

 

🍭

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYINN

 

🍭

 

ÖPTÜM SİZİ KOCAMANN

 

İnstagram; Zeynepizem

 

 

Loading...
0%