
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
🪷
ZEHİRLİ ŞEKER
BÖLÜM ÜÇ
Kalmaya karar vermiştim. Beni bu karara iten şey tam olarak neydi bilmiyordum. Sadece, abimin beni emanet ettiği bu insanları tanımak istemiştim. Belki bu bir riskti ama abimi tanıma şansını bir daha yakalayamayacağımı biliyordum. Buradan gidersem geri gelmezdim. Sonra kendime çok kızardım.
Barış, bana kalacağım yeri gösterdikten sonra gitmişti. Bu sefer bulunduğum odada kapı kilitli değildi. İstediğim zaman çıkıp gidebileceğimi söylemişti. Her ne kadar onlara güvenmiyor olsam da söylediklerini duymak beni rahatlatmıştı.
Barış, kardeşi olarak tanıdığım Aysel, kapı aralığından gördüğüm minik çocuk dışında bir de korumalar vardı evde. Başka kimseyi görmemiştim. Gerçi odadan duş almak adına çıkmıştım sadece, belki bana denk gelmemişti. Emin değildim.
Normalde, tanımadığım insanlarla dolu bir evde duş almak delilikti. Ancak ben günlerdir İstanbul'dan buraya geleceğim diye yollarda sürünüyordum. Hastalığımdan dolayı çok terlediğim için de banyo yapmak zorunda kalmıştım.
Benim asıl unutamayacağım şey duşumu hamamda yapmış olmamdı. Günlüğüme filmlerde gördüğüm bu şeyi eklemeyi unutmayacaktım. Hamam büyük değildi, filmlerdeki gibi de değildi ama sonuçta hamamdı. Hızlıca duş aldıktan sonra bana gösterdiği odaya gelmiştim. Bu kısa süre zarfında hiçbir çalışanı, ev ahalisinden birini veya korumaları görmemiştim.
Nemini aldığım saçlarımı taramadan arkama doğru ittikten sonra aynanın karşısına geçtim. Bu odada kocaman bir gardırop vardı. Öyle ki benim valizden dört tanesi buna rahatlıkla sığardı. Ortada kocaman bir yatak vardı, başlıkları ahşaptandı. Gerçi buradaki birçok şey ahşapla veya eskitilmiş eşyalarla doluydu.
Aşiretlerin eski takıntısı şaka mıydı?
Üzerime beyaz tavşanlı bir pijama takımı geçirmiştim. Uykum yoktu. Yönümü pencereye doğru çevirdim. Pencerenin önünde oturabileceğim kadar geniş bir alan vardı. Oraya çıkıp bağdaş kurabilirdim. Sanırım bu ev hakkında en sevdiğim şey pencerelerin önündeki kocaman çıkıntılardı. Gocunmadan oraya tırmanarak dışarıya göz gezdirdim.
Geniş avlunun bir tarafında üstü kapalı bir oturma alanı vardı. Tam karşıda küçük fıskiyeli bir havuz ve hemen onun yakınında bir kulübe vardı. Kulübe bu eve oranla oldukça küçüktü. Ne için kullandıklarını anlamak zordu.
Konağın kapısında iki adam bekliyordu. Sanki karıncanın bu konağa yanlışlıkla yolu düşse ters kelepçe takacaklardı hayvana.
Gözlerimi devirdim.
Filmlerde klişeleşmiş şeyleri kendi gözlerimle görmek bir yandan hoşuma gitse de bir yandan da eleştirilerime kurban gidiyordu. Mesela kimden korunuyorlardı ki? Anlamıyordum. Annem burada çok fazla aşiret kavgası olduğunu falan söylerdi ama bana bu da saçma geliyordu. Kan davaları, beşik kertmeleri, zoraki evlilikler ürpermemi sağlayan konulardı. Belki de daha önce hiç tanık olmadığım için algılayamıyordum ama bu tür şeylerin doğru olmadığını, birçok kadının bu yüzden mutsuz bir hayat yaşadığını biliyordum.
Birilerinin korunması gerekiyorsa bence onlar kadınlar olmalıydı. Evindeki kadını kendinden koruyamadığın sürece kapıya iki koruma koyarak gösteriş yapmanın bir anlamı yoktu.
İçim daralmıştı. Camın önünden hoplayarak indim ve kapının kenarındaki terlikleri ayağıma geçirdim. Odadan çıkmadan oyuncak tavşanımı kolumun altına almayı da ihmal etmedim. Ne olur ne olmaz diye yanımda tutuyordum. Kilidi açıp sessizce dışarı çıktım. Evet, kendimi güvende hissedebilmek için kapıyı içeriden kilitlemiştim. Evde çıt çıkmıyordu. Bu ev neden bu kadar sessizdi?
Soluk kırmızıya yakın bir renkte yanan gece lambaları koridorları aydınlatıyordu. O yüzden telefonumu kullanma gereği duymadım.
Barış, tüm eşyalarımı bana geri vermişti. O an bir ısınmış gibi olmuştum ama sonra ona ağa dedikleri aklıma geldiği için bu işten vazgeçmiştim. Çantamda, daha önceden ayarladığım sandviçler olduğu için yemek konusunda da sıkıntı çıkmamıştı. Merdivenleri sessizce indim. Etrafta korumaları fark edince duraksadım. Hamamdan çıkarken yoktular oysa, şimdi geri gelmişlerdi. Kaşlarım çatıldı.
Beni gören korumalar sorguyla bana bakarken ben onlara aldırış etmeden yerini öğrendiğim dış kapıya ilerledim ve evden çıkmayı başardım. Ayağımdaki terliklerle odanın penceresinden gördüğüm üstü kapalı oturma alanına doğru ilerledim.
Giriş kapısının önünde duran adamların bakışları üzerimdeyken pek rahat edemeyecek gibiydim ama bu o boğuk, yüz yıllar önsesinden kalmış odadan çok daha iyi olacaktı. Terliklerimi çıkartarak sedir halının üzerine bastım. Minderlerin birine bağdaş kurarak oturdum ve sonunda derin bir nefes aldım.
Hava serindi. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Bu saatte ev halkı uyuyor olmalıydı. Evdeki sessizliğin kaynağı bu olmalıydı. Gözlerimi kapatarak arkama yaslandım. Barış, bugün beni gaza getirmeseydi gidecektim. Geldiğim onca yolu, gelmeden önce kendimi ikna etmek için geçirdiğim onca geceyi yok sayarak. Kanımı yok sayarak.
Barış'a bir teşekkür borcum vardı sanırım.
Düşüncelerim dile gelmiş bir dua gibi Tanrı'ya ilişmiş olmalıydı ki onun sesini duydum. "Kız çocuğu?"
Gözlerimi açtım. Kafamı kaldırarak ona baktım. Üzerinde siyah eşofman takımı vardı ama bir takımın bu kadar seksi durması çok anormaldi. Saçları dağınıktı ve ayaklarında da terlik vardı. Ayakları çıplaktı. Onu tam anlamıyla inceledikten sonra konuştum. "Ben yirmi dört yaşındayım."
Gülümseyerek o da beni inceledi. "Buradan bakınca yedi yaşında bir kız çocuğuna benziyorsun."
Kaşlarımı kaldırdığım sıra gözleriyle kolumun altındaki tavşanı gösterdi. "Sana ne?" dedim ters ters. Yine güldü. "Tamam, bir şey demedim." Dedi. Bu dememiş hali miydi? Uyuz oluyordum bu adama baktıkça. Çünkü beni uyuz ediyordu.
Terliklerini çıkarttı ve sedir halıya bastı ayaklarını. Yanımdaki mindere benim gibi bağdaş kurarak oturduğunda tek kaşımı merakla kaldırdım. "Ne istiyorsun?" diye sorduğumda bana yan bir bakış attı. "Bir şey istemiyorum. Konak benim olduğu için çardağımda oturmaya geldim." Dedi.
Hayret bir şey.
Bakışlarımdan dolayı rahatsız olmuş olmalıydı. Burnunu çekti ve bedenini tümüyle bana taraf çevirdi. "Küçük bir çocuğa göre sert bakıyorsun."
"Ben küçük bir çocuk değilim. Ve emin ol her an seni boğazlayabilirim." Dedim açık bir şekilde. Zaten diken üstündeydim tanımadığım bir evde kaldığım için. "Şaşırmam. Bir kez denedin."
"Neyi denedim?"
"Beni boğmayı!"
Gözlerimi art arda kırpıştırdım. O söylediğini ne ara yaptığımı bilmiyordum. Omuz silktim. "Sen de beni odaya kilitledin!"
Kafasıyla beni onayladı. "Evet çünkü beni boğmaya çalıştın."
Yaptım mı öyle bir şey?
Yaptın.
Allah beni kahretmesin.
"Ben seni abim sanıyordum ya sana sarılmaya çalışıyordum. Sen yanlış anlamışsın."
Muzip bir ifade kondu yüzüne. "Tabi canım." Dedi ek olarak bir de. Yüzümü ona doğru yaklaştırarak tek kaşımı kaldırdım ve sorgulayıcı bir tavırla baktım. "Canım falan hayırdır, aşık mıyız?"
Gözlerini kırpıştırdı. Afallayan tepkisi gülmemi sağladı. Gülüşümü o haliyle izledi. Herhangi bir şey söylemesini beklerken hafifçe geri çekilmeyi uygun buldu. Boğazını temizledi. "Çok konuşuyorsun." Dedi beni tersleyerek. Çok konuştuğum falan yoktu. Söylediğini üzerime alınmadım.
Konuyu değiştirmeyi seçtim. Biraz onunla dalga geçebilirdim. Böylelikle ne kadar sabırlı olduğunu öğrenirdim. "Sen de ağa tipi yok biliyor musun? Tam mafya tipi var. Böyle olur ya ağır abiler falan. O şekil."
"Ben senin abin falan değilim. Bana abi deyip durma." Takıldığı yer beni şaşırtmıştı ama sanırım ona abi dememden rahatsız oluyordu. "Öyleyse sen de bana kız çocuğu deyip durma."
Yüzümü inceleyerek derin bir nefes aldı. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi yüzünü buruşturdu. "Hem mafya da nereden çıktı?" Boğazımı temizledim. "Şimdi şöyle, biz evinin önünde adam öldürmeye kalkıp silah doğrultan insanlara halk olarak mafya diyoruz."
"Unut o gördüklerini."
"Yoksa ne olur?" Gözlerini kısarak üzerime eğildi. Dudağında tehditvari bir gülümseme vardı. "Unuttururum."
Can güvenliğim yoktu resmen.
"Beni tehdit mi ediyorsun?"
"Asla." Ediyordu. Kaşlarımı çattım. "Bana öyle gelmedi." Dedim dik dik yüzüne bakarak. Derin bir nefes almayı tercih ederek yüzünü yukarıya kaldırdı. Açığa çıkan boynuna düştü gözlerim. Net bir şekilde belli olan adem elması benim de derin bir nefes almamı sağlamıştı.
"Seni tehdit ettiğim falan yok. Kafandan uyduruyorsun." Gözlerim kısıldı. Konuşmaya devam etti. "Korkma, sana bir şey yapacak değilim. Saçma sapan düşüncelerinle benim ayarımı bozan sensin. Beni boğmaya kalkışmasaydın seni o odaya kilitlemezdim. Ayrıca tüm odayı yerle bir etmişsin! Sağlam bir şey kalmamış!"
Kaşlarımı çatıldı. "Ne bekliyordun pardon da? 'Aa abim değilsin ama zavallı adama ettiğin eziyet ve onu neredeyse öldürecek olmanı ayakta alkışlıyorum!' dememi falan mı?" Nefeslendim. "Hem iyi oldu! Kilitlemeseydin beni odaya!"
Bana kısık gözlerle baktıktan sonra konuştu. "Kimseyi öldürdüğüm falan yok. Ters bir anıma denk geldin. Adam gibi yerinde dursaydın seni odaya falan kapatmazdım."
Ona sitem edeceğim sıra bakışları beni durdurdu.
Adam ağa, ağzını topla yoksa cesedini bile bulamazlar senin.
Bulamazlar di' mi?
Bulamazlar.
Yeterince hava almıştım. Üstelik birdenbire çok uykumun geldiğini hissettim. Tam ayaklanacaktım ki konuştu. "Nilüfer." Dedi, Nil demedi.
Donup kaldım. Nefesim boğazıma battı sanki. Sanki boğazımdan bir bıçak geçip ikiye yardı bedenimi. "Sen..." sesim kesilmiş boğazıma inat netti. "Nereden biliyorsun bu ismi?"
"Abin söyledi." Dedi, yüzümü yüzüne doğru çevirdim. Duyduğum isim bedenimi germiş kalbimi ağrıtmıştı. "Abim beni tanımıyor bile, kimliğimden sildirdiğim ismi nereden bilecek?"
"Neden sildirdin?"
"Soruma cevap ver."
"Önce sen." Dedi, aksini söylersem sen bilirsin deyip çekip gidecek gibi bakıyordu. "Sevmiyorum." Dedim yalnızca. "Çok uzun. Nil. Kısa. Öz. Düz."
"Sadece bu yüzden yani?"
"Sadece bu yüzden."
Usulca kafasını salladığında sorumu yeniledim. "Abim ismimi nereden biliyor?"
"Bilmiyorum." Dedi. "Kardeşin geldi dediğimde, Nilüfer mi, diye sordu."
Sert bir nefes aldım. Beni tanımadığına emindim ama belki annemden bir şeyler duymuştu küçük yaşta. Sonuçta ben annemin karnındayken o aklı başında bir çocuktu. Şimdi de otuz yaşında bir adam.
Büyümüştük. Ben onu biliyordum ama o beni bilmiyor olabilirdi. Eğer bilseydi beni bulmaya çalışmaz mıydı? Benimle aynı kanı taşıyan, aynı annenin parçası olan biri vardı bu dünyada ve ben o hayatımda olmadığı için hep eksik hissetmiştim.
Peki o eksikliğin kaynağı Çınar mıydı gerçekten yoksa kendi hayallerimde büyüttüm abim mi? Şu sıralar tek bir korkum vardı; Çınar'ın hayallerimdeki abime benzememesi.
"Nilüfer?" Dişlerimi birbirine bastırarak nefretle yüzüne baktım. "Nil benim adım!" sesimi ayarlayamamıştım. Etrafta yankılanmıştı ama umurumda değildi. Nil'di benim adım. Nil.
"Tamam." Dedi sesini sakin tutarak. "Nil." Göğsümü havayla doldurdum. Sıkıştığı yerden çıkmak istiyor gibi atıyordu ve bu canımı yakıyordu. Konuşacağı sırada gözleri ellerime kaydı ve kaşları çatıldı. "Sakin ol."
"Sakinim ben."
"Ellerin titriyor." Söylediğiyle ellerime baktım. Ellerimin titremesine alışkındım. Çok çabuk duygu değişimleri yaşardım ben. Çabuk sinirlenirdim. Kendimi tutamazdım. "Nil, iyi misin?"
Kafamı aşağı yukarı salladım. İyiydim ya, iyiydim. İyi olmaktan başka şansım yoktu. Boğazımdaki yumruyu gidermek için yutkundum. Tavanı ayakta tutmak için dikilmiş ahşap odunlardan birine tutundum ve ayağa kalktım. Benimle birlikte Barış da kalktı ama onu umursamadım. Hızlıca ayakkabılarımı giyinirken dengemin bozulmasıyla sendeledim. Kolumu sıcak bir el kavradı. "Yavaş." Dedi. Nefesini ensemde hissetmiştim.
Kafamı usulca salladığımda kolumu tedbirli bir şekilde bıraktı. Ayakkabılarımı doğru düzgün giymeyi başardım ve birkaç adım attıktan sonra merakla beni izleyen adama döndüm. "İyi geceler." Dedim ve yanıt beklemeden eve doğru ilerledim.
Arkamdan sakin adımlarla geliyordu. Eve girmek için yeniden ayakkabılarımı çıkartırken sesini duydum. "İyi geceler, kız çocuğu." Demişti. Gözüm seyirdi. Çıkarttığım ayakkabıyı yerden aldım ve aldığım gibi de kafasına attım. "Sensin kız çocuğu!" diye çemkirip içeri girdiğim sıra arkamdan güldüğünü duymuştum.
Komik miydi?
Hızlı adımlarla merdivenlerden çıkarak kaldığım odaya girdim. Kendimi yatağa bıraktıktan sonra tavşanımı göğsüme doğru aldım ve sıkıca sarıldım. Kulağına doğru fısıldadım. "Nil, benim adım." Dizlerimi kendime doğru çektim ve gözlerimi kapattım.
Uyku bir rüzgâr gibi gelip kondu üstüme. İnsan uyuyunca üstüne yel eser derdi annem. O yüzden hep uyurken üstümü örtmemi söylerdi. İnadıma örtmezdim. Gelip örtsün diye.
Annemi özlemiştim ve buraya gelip üstümü örtemeyeceğini biliyordum.
Yine de üşüyordum. Daha çok yumuldum. Belki üşüdüğümü hisseder diye düşündüm.
Hissederse gelir miydi?
Gelir. Hep geldi.
🪷
BÖLÜM SONU!!
YENİ BÖLÜM YARIN GELECEK🥰
BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ??
Vote ve yorumu unutmayın♥️
🍭
İnstagram; Zeynepizem
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 269.57k Okunma |
24.02k Oy |
0 Takip |
66 Bölümlü Kitap |