Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

Gün içinde çok yoğundum, bekleyenler adına üzgün olduğumu söyleyeyim♥️ normalde bu saatte bölüm atmam ama sabah size süpriz olsun🥰

 

BU ARADA 30 BÖLÜM OLDUK🥹 SEZONA YAKLAŞTIK✨️

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 30

 

🪷

 

Kollarımı birbirine dolayarak sitemimi net bir şekilde belli etmeye çalıştım. Abim beni zorla evden çıkartmış ve arabasına bindirmişti. Ne kadar ayak diretsem de gücü karşısında etkisiz eleman rolü görmüştüm. Üstelik tehdit de etmişti. Eğer akşam onlarla gitmezsem arabasına yaptığım şeyi burnundan fitil fitil getireceğim demişti.

 

Yani gerçekten çok kırılmıştım. Ben o harfleri özenle saatlerce uğraşaracak çizmiştim. Hiç emekten anlamıyordu.

 

Bahçede yaşadığımız arbede ev halkının büyük merakına tabi tutulmuş bir süre ‘ne yapıyor bunlar’ bakışlarına maruz kalmıştık. Ama umurumda mıydı? Hayır.

 

“Biliyor musun sen ince ruhtan hiç anlamıyorsun! Gerçekten ayısın!” dedim gür bir ses tonuyla. Arabasına yaptığından sonra ondan bir yere kadar kaçabilmiştim. Sonra beni yakalamış omzuna atmış ve köpeklerin olduğu çitin içine atmakla tehdit etmişti. Bugün eğer onunla gitmeyi labul etmeseydim gerçekten beni köpeklere verecekti.

 

Caniydi. Cani.

 

Gerçi, bunu yaptıktan sonra beni yere indirip tavşanı için teşekkür etmişti ama hiç de rica etmemiştim. Bir de bana sıkıca sarılmıştı. Tam yelkenleri indirecekken kendimi son anda frenlemiştim.

 

Üstelik ben onlarla gitmemekle kararlıydım. Beni köpeklere atmasın diye kabul etmiştim o an ama sonra vazgeçmiştim.

 

"Ben saatlerce uğraştım arabanı güzelleştirmek için. Ne kadar zordu eğilerek güneşin altında çizim yapmak biliyor musun?" Diye sordum sitemle.

 

“Nilüfer, sus abicim. Zaten canım burnumda.”

 

“Canı burnunda olan benim! Pijama var üstümde! Sen beni bu halde lokantaya götüreceğini söylüyorsun! Kafayı mı yedin ya?! Beni rezil mi etmek istiyorsun sen?” Tavşanlı pijama takımım olayın ciddiyetini iyiden iyiye yüzüme çarparken Çınar umursamazca konuştu. “3 kez adam gibi davet ettim seni. 2 kez ısrar ettim. Bak bir kez de beni seviyorsan gelirsin dedim!” Vitesi arttırırken bana kısaca baktı. “Kabul etmediğine göre beni sevmiyorsun! Ben de seni bu halde götürüyorum o lokantaya işte!”

 

Oturduğum yerde çırpındım. “Gerçekten ağzını burnunu dağıtmak istiyorum Çınar!”

 

“Onu da yap! Vur ağzıma, dişerim kanasın, boğulayım da öleyim!”

 

“Sen beni çıldırtmak mı istiyorsun?! Pijamalarımlayım diyorum PİJAMALARIMLA!”

 

“Asıl sen beni çıldırtmak mı istiyorsun?!” Diye soludu yersiz bir öfkeyle. Kendimi soru cevaplarken titreyen ilk okul öğrencisi Poyraz gibi hissediyordum. Öyle bir akıma kapılmıştım. Olduğum yerde çırpınıp duruyordum ama bana mısın demiyordu.

 

Eşek herif!

 

“Sen var ya sen gördüğüm en ama en en en-”

 

“Sensin o!” dedi daha lafımı tamamlayamadan. Saçlarımı çekiştirdim. “Kriz geçirteceksin bana!” diye soludum. Umurunda değildi ki adamın. “Hastayım ben! İlacımı almadım! Bak ölür kalırım oralarda!”

 

“Ben aldım. Ayrıca çıkmadan şekerini ölçüp insülinini vurduk.” Kendimi acındırmak da işe yaramamıştı. O zaman elimde tek bir koz kalıyordu. O da küsmek. Görürdü o. Birkaç gün yüzüne bakmayacaktım işte! Ağlasın dursundu kıpımda.

 

Eşek!

 

10 dakikayı aşan bir sessizliğin ardından araba orta halli bir lokantanın önünde durmuştu. Bu arabadan çıkmayacaktım. Çınar, “Geldik.” Dese de oralı olmadım. Onu duymamış gibi yaparak kemerime daha sıkı sarıldım. Arabadan inerek önünden dolaştı ve benim olduğum tarafa gelip kapıyı açtı. “İnsene kızım.” Omuz silktim. Konuşmayacaktım da inmeyecektim de! “La havle…” diye mırıldandı. Oh olsundu!

 

“Bak inmezsen ben indiririm.” Yine omuz silktiğimde üzerime doğru eğilerek tutmama rağmen kemeri kolaylıkla açtı. Çırpınıp durmam bir işe yaramadı. Saniyeler içinde arabanın dışındaydım. Ayaklarımı öfkeyle yere vurdum. Bunu birkaç kez yaptım.

 

Pijama vardı üzerimde. Pijama!

 

Abim akli dengesi yerinde olmayan bir şahsiyetti artık gözümde. Yüzüne bok çarptığım gün minicik olan beyni de kendi kendini imha etmişti. O arabanın kapısını kapatırken kaçmak gibi bir girişime bulunabilirdim ki o saniyelerde beni bırakmıştı zaten ama korkum yüzünden yanından ayrılamıyordum.

 

Beni kendine mahkum etmişti.

 

Kendimi abimin etrafında dönüp duran bir sinek gibi hissetmem şaka mıydı?

 

Umarım şakadır.

 

Değil.

 

Abim arabayı kilitlediğinde bana doğru döndü ve genişçe sırıttı. Ben onun aksine huysuzca kollarımı birbirine doladım. “Hadi güzel kardeşim. İnsan gibi şu mekana girelim.”

 

Girmeyecektik.

 

GİİİİİİRRRRR MEEEEEE YEEEEE CEEEEEEEK TİİİİİİK

 

Kolumu tutarak beni yürütmeye başladığında sağımda solumda ne varsa tutunmaya kalkıştım. Amacım beni götürmesine engel olmaktı. Bir ara bir kadının çantasına tutundum. Kadın bizi hırsız sandığından çantasını benim değil abimin yüzüne geçirmişti. Hemen sonrasında da mekanın giriş tabelasına tutunmuştum ama tabela yerinden ne yazık ki çıkmıştı. O sıra abim biraz sinirlenmişti. Ama bana neydi?

 

Tam gardımı indirip mekana gireceğimi düşündüğü an da kapının kenarına tutunmuştum. Hâlâ da tutuyordum. “Nilüfer! Bak son kez uyarıyorum seni! Bırak şu kapıyı!”

 

“Asıl sen beni bırak! Manyak!” diye bir çığlık attım. Bu son direnişimdi. Abim son cephemi geçerse çok kötü şeyler olacaktı. Mesela, Barış beni böyle görecekti. Arkadaşları da görecekti. Arkadaşları beni sevmeyecek sonra Barış’a kötüleyecektiler. Sonra da Barış beni terk edecekti.

 

“Hayır! Hayır asla girmem ben buraya!” diye bir çığlık daha attım. Çığlığım mekanda yankılandığında bir an duraksadım. Benim dışımda kocaman yerde ses çıkmamasının sebebinin hislerimden kaynaklanan bir durum olduğuna emindim. Aksi olamazdı değil mi? Olmamalıydı! Utancımdan ölürdüm!

 

Korka korka başımı çevirdiğimde masaların birleştirildiğine ve oluşturulan kocaman yerdeki – çoğunlukla erkeklerin- bana baktığını görmüştüm.

 

Çınar. Çınar. Çınar senin tüm yapraklarını tek tek yolayım emi! Susuz kal! Kuru! Çınar!

 

Yutkundum. Yutkunuşumun sesi yankılandı. Ölüm sessizliği dedikleri şey buydu sanırım. Baştan sona utançla uyarılırken bu durumu nasıl toparlayabileceğimi düşündüm. Ve sonra toparlamayacağımı anlayarak bu işten vazgeçtim. Tam şu an bayılma numarası yapmam gereken yerdeydim. Kendimi bunun için hazırlarken abim kolumdan çekti ve anın getirdiği şaşkınlıkla ona yenildim. Cephemi aşmıştı. Beni tam vatanımdan namımdan vurmuştu. Masanın sonunda kucağında Aysu’yla bana bakan Barış’ı gördüm. Herkesin gözü üzerimdeyken sessizliği bozan bir ses duyuldu. “Yinge, maynak ni demek?”

 

Anan demek Aysu.

 

Tövbe. Esma teyzecim bu kişisel bir mesele değil.

 

Dudaklarımı gererek gülümsemeye çalıştım. “Aa!” dedim şaşırmış gibi yaparak. Daha ne kadar şaşırabilirdim gerçi? “Siz de mi buradaydınız?”

 

Aklını kaybetmiş biri.

 

O ben miyim ki?

 

Anan Nil.

 

Tövbe.

 

Ani bir hızla arkamı dönerek kaçmaya çalıştığımda abim boynumdan yakalamış ve beni yeniden kalabalığa çevirmişti. Beni kollunun altına hapsederek masaya doğru ilerledi. “Hayırlı akşamlar.” dediğinde bir an için kimseden cevap gelmedi. İnsanları nasıl bir transa soktuysam çıkamıyorlardı.

 

Neyse canım artık yapacak bir şey yoktu.

 

Abimin selamını alanların hoş geldiniz nidalarını duydum ama şu an için kimin sesi kime ait çözememiştim. Masada oturanlara göz gezdirdiğimde tanıdık yüzler gördüm. Mirza ve Yunus bunlara dahildi. Karakola gittiğimde gördüğüm ama konuşmadığım bir iki kişi daha gözüme çarpmıştı. Masanın çoğunluğu erkek olsa da hemcinsimden insanlar da vardı. Aysu’yu saymazsak tanımadığım 3 kadın vardı masada. Konuşmam gerektiğini fark ederek boğazımı temizledim.

 

“Pek muhterem ve değerli beyefendiler hanımefendiler az önce gördükleriniz yalnızca bir kurguydu.” Genişçe sırıttım. “Nil’in Karşılama Töreni.” Nerdeyse referans yapacaktım ama abimin tutuşu sertleştiği için bundan vazgeçtim. Masada ufak bir kıkırtı döndükten sonra ilk konuşan Yunus oldu. “Valla Nil bacım sakin bir giriş yapsaydın zaten o zaman şaşırırdım.”

 

Saçımı havalı bir şekilde kulağımın ardına ittim. Yüzümde inanılmaz büyüklükte bir yapaylık vardı. “Ayıptır söylemesi ama girişlerim genellikle unutulmazdır.” Dedim ve bu sırada Barış’a bakma ihtiyacı duydum. Onunla karşılaştığımız anı açıkçası ben unutamıyordum. Yüzündeki yarım gülüş onun da unutmadığı anlamına geliyordu. Kucağındaki Aysu’yla yanımıza geldi. Aysu ayaklarını çırpınır gibi salladığında Barış onu yere bıraktı. Üzerime doğru koşarken bağırdı. “Yinge!”

 

“Yingesi kurban!” diyerek kollarımı açtım ve sarılabilmesi için yere doğru eğildim. Kollarımın arasına giren minik bedenle içim sıcacık oldu. Onu düşündüğümden daha çok özlemiştim. Sıkıca sarıldığımda minik ellerini boynuma doladı. Aysu’yu kucağıma alarak ayağa kalktım. “Hoş geldiniz.” Dedi o sıra Barış sıcak bir gülümsemeyle.

 

“Pek hoş gelemedik ama hoş bulduk kardeşim.” Dedi abim yandan yandan bana bakarken. Ona dilimi çıkarttığımda Aysu güldü. “Yinge bize niye hiç gelmiyon? Abim yalnız kaldı.” Gözlerim büyüdü. Estağfurullah! Aklıma neler getiriyorsun Aysu?

 

“Gelirim yingesi kurban.”

 

“Ama gelmiyon. Abim hep yalnız yatıyo!” Abim birden öksürük krizine girdiğinde elimle Aysu’nun dudaklarını kapattım. “Sus kız!” Tepkime bir kahkaha attı. Onun bu eğlencesi benim cenaze törenim olabilirdi. “Barış! Ne diyor bu çocuk?!” diye yükselen abime karşılık Barış omuzlarını kaldırıp indirdi. “Aysu diyorsa doğrudur.” Dedi. Abim gözlerini büyüttü. Bir an Barış’a saldıracak sandım. Neyse ki masadaki birkaç kişi ayağa kalkmış ve abimi bir yere oturtmuştu.

 

Aysu’yu yere bırakırken sitemle soludum. “Canına mı susadın?!” Barış gözlerimin içine bakarak kafasını iki yana salladı. “Sana susadım.”

 

Az önce abimin girdiği öksürük krizine ben girdiğimde Barış hafif hafif sırtıma vurdu. “Merak etme birazdan geçer.” Dedi bir de üstüne. Ne söylediğinin farkında mıydı bu adam? Tamam ikimiz de bence birbirimize karşı boş değildik ama ilk kez bu kadar açık bir şekilde ifade etmişti. Hani bendeki de kalpti yani. “Gel sana arkadaşlarımı tanıtayım.” Diyerek sırtımdan hafifçe ittirdi. Boş sandalyenin sırtına tutundum ve genişçe gülümsemeye çalıştım. “Merhaba.” Dedim kısaca. Barış konuşmayı ele aldı. “Baştaki dörtlü karakoldan. Sırasıyla, Emir, Timuçin abi, Mert ve Berzan.” Onlara bir selam verdim. Selamıma karşılık olarak gülümsediler. Hatta Berzan yanıt verdi. “Memnun olduk yenge.”

 

“Ulan bir kez daha Nilüfer’ime yenge derseniz kafanızı uçururum!”

 

Oha abi.

 

Yaaa ama Nilüfer’im dediiii!!

 

Yerim!

 

Berzan, abimin çıkışına karşılık duruşunu düzelterek, “Pardon abi.” Dedi. Kafasını eğdiğinde gülüşünü saklamaya çalıştığını fark ettim. Barış arkadaşlarını tanıtmaya devam etti. “Mirza ve Yunus’u tanıyorsun zaten.” Kafamı salladım.

 

“Hoş geldin, Nil.” Dedi Mirza. Genişçe gülümsedim. Saftı falan ama seviyordum bu çocuğu. “Hoş bulduk.” Mirza’nın hemen yanında iki tane kadın oturuyordu. Geldiğimden beri fısır fısır birbirlerine dedikodu aktaran ikiliye baktığımı fark eden Barış onları da tanıttı. “Mesude bizim karakoldan, Sibel de Mirza’nın kuzeni.”

 

Onlara hiç güzel bir imaj çizemediğimin farkındaydım ve bu durumdan biraz utanmaya başlamıştım. Süslenmiş püslenmiş, güzel güzel kıyafetler giyerek gelmiştiler. Bir de benim kepazeliğe bakın. Tavşanlı pijamalarımla müthiştim. “Memnun oldum.” Dedim ikisine hitaben. “Biz de memnun olduk.” Dedi Mesude olduğunu düşündüğüm kadın. Siyah omuzlarının üzerinde biten saçlara, hafif kemikli bir burna ve yemyeşil gözlere sahipti. Biraz soğuk bir havası vardı ama ön yargılı davranmayacaktım. Gülümsedim.

 

“Hemen önlerinde ki de Vural. Abinle çocukluk arkadaşımız.” Ona da gülümsedim. “Memnun oldum Yen-” Öksürdü. “Yani Nil.” Diyerek toparladı ve hemen yanında oturan güzel kadını gösterdi. “Nişanlım Sema. İki hafta sonra düğünümüz var. Seni de bekleriz.”

 

Gözlerim parladı. “Ya gerçekten mi?” diye atıldım heyecanla. Bu heyecanımın neye olduğunu sorguladıklarını fark ettiğimde kendimi açıkladım. “Daha önce hiç Antep düğününe katılmamıştım da o yüzden merak ediyordum. Davetiniz için teşekkür ederim. Mutlaka geleceğim.” Boğazımı temizleyerek üzerime baktım. “Ama böyle değil. Gerçekten! Bu abimin yüzünden oldu! Ben böyle bir insan değilim!”

 

Tam olarak böyle bir insansın.

 

Bu seni hiç alakadar etmez.

 

Tanışacak başka kimse kalmamıştı. Masada Aysel’i göremediğim için sormadan edemedim. “Aysel nerede?”

 

“Annemle köye gittiler. Dedem biraz rahatsızlanmış.” O yüzden Aysu’yu buraya getirmişti demek ki. Bakacak kimse olmadığı için. “Durumu iyidir inşallah?” diye dile getirdim endişemi.

 

“İyi merak etme. Onun hastalığı huysuzluk.” Rahat bir nefes alarak güldüm. Dede beyle henüz tanışmamıştık ama ben kanımca çok iyi anlaşacağımızı düşünüyordum. Barış, sandalyeyi çekerek gözleriyle işaret etti. “Otur hadi.” Çektiği sandalyeye oturduğum sıra yanımdaki boşluğa oturmasını bekledim. Tam oturuyordu ki Aysu bağırdı. “Yingemin yanına ben oturcam abi!”

 

Abim oturduğu sandalyeden hızla kalktığında gözüm ona ilişti. “Barış, gel sen buraya otur. Aysu’ya ben yediririm.” Derken yüz ifadesi gülmemi sağlamıştı. Barış durumdan memnun olmadığını belli ederek nefeslense de abime karşı gelmedi. Abim, hevesle yanıma geldi ve oturup Aysu’yu da kucağına aldı. Kıkırdadım. Beni kıskanıyor olması hoşuma gitmişti. Hayatımda hep bu durumu sorgulamıştım ben. Acaba abim beni sevdiğimden kıskansaydı nasıl olurdu demiştim. Demek böyle oluyordu. Zevk verici.

 

“Nasılsın Nil?” diyen Mirza’ya çevirdim bakışlarımı. Yüzüme geniş bir gülümseme kondurdum ve saçlarımı omzuma doğru savurarak konuştum. “Gördüğün gibi çok güzelim.” Birkaç kıkırtı ve ayıplayıcı bakış birbirine karıştı ama umursamadım. Mirza kafasını usulca salladı. “Evet, görüyorum.” İmalı bir cümle. Üzerimdeki pijamalara büyük ihtimalle.

 

Battı balık yan gider.

 

Battı Nil yan gider.

 

Sırıttım. Garsonlar yemekleri servis etmeye başladığı dakikalarda Aysu ellerini bana doğru uzatmıştı. Bir an kucağıma gelmek istediğini düşünmüştüm ama omuzlarımın üzerindeki saçlarıma dokunduğunda ani bir hareketle sandalyeden kalktım. Bu hareketim Aysu’yu korkutmuş olmalı ki bana büyütmüş olduğu gözleriyle baktı. Gülümsemeye çalıştım. “Müsaadenizle ben bir lavaboya geçeceğim.”

 

Onlara arkamı dönerek bir garsondan lavabonun yerini öğrendim. Alt kata inen merdivenleri adımlarken içimdeki garip his canımı sıkmıştı. Durup dururken niye böyle olmuştu bilmiyordum ama Aysu’nun saçlarıma dokunmasından rahatsız olmuştum. Tamam, zaten saçıma dokunulmasından nefret ederdim ama Aysu ilk kez saçıma dokunmuyordu. Üstelik daha bebekti, bir zararı dokunmazdı ki bana.

 

Tuvalete girdiğimde kimsenin olmadığını görmek beni rahatlattı. Aynanın karşısına geçerek kendime baktım. Göğüslerimin altında biten koyu kahve saçlarımda göz gezdirdim. Hiç güzel görünmüyorlardı. Dağılmış ve yıpranmışlardı. Hiç güzel değildi. Hiç.

 

“Bırakın saçlarımı! Kesmeyin! Annem ördü onları bırakın!”

 

Kapının açılma sesini duyduğumda irkilerek zihnime çarpan seslerden arındım. Kimin girdiğine bakmadan ellerime köpük sıktım ve musluğun altına tuttum. Bir süre akmayan su sinirimi bozsa da sabırla bekledim. Sonunda otomatik titreyen ellerimi fark etti ve su akmaya başladı. Ellerimdeki köpüğü çok sıktığım için bir süre durulanması için yıkamaya devam ettim.

 

“Nil!”

 

Ellerimi sudan çektim. Aynadan arkama baktığımda Mesude’yi görmüştüm. “İyi misin?” diye sorduğunda kafamı hızlı bir şekilde sallayarak gülümsemeye çalıştım. “İyiyim. Dalmışım bir an.” Duvardaki peçeteliğe elimi okuttuğumda otomatikten bir miktar kağıt havlu çıktı. Yırtarak aldım ve ellerimi kuruladım. “Emin misin?”

 

Kaşlarım sorguyla havalandı. Tuvalete gelmiş olmasına rağmen tuvaleti kullanmamıştı. Aynada bile kendisine değil bana bakıyordu. Bakışlarımı fark ettiğinde boğazını temizleyerek lavaboya doğru yaklaştı ve ellerini suya tuttu.

 

Kısık bakışlarla onu izledim. Lavaboya eğildiği için gözüme beline taktığı silahı ilişti. Kaşlarım kendiliğinden çatılsa da bir şey söylemeden lavabodan çıktım ki ben çıkar çıkmaz Mesude de çıktı. Hemen yanıma gelerek bana gülümsedi. Ben gülümsemedim. Bu işte bir iş vardı ama henüz çözememiştim.

 

Hareketleri çok şüpheliydi.

 

Diğerlerinin yanına geri döndüğümüzde iyi olup olmadığımı sorgulayan gözlere inat kocaman gülümsemiştim. İyiydim. O kadar iyiydim ki yeniden gülmeye başlamıştım.

 

Yemekler gelmişti. Yemeğimi abimin gözetimi altından yedikten sonra, ki kendisi iki bardak su içirmişti zorla, ortamda dönen muhabbeti dinlemek yerine Aysu’yla uğraşmaya başlamıştım. Aysu’yu biraz korkuttuğum için onunla oynayarak kendimi affettirmeye çalışıyordum. Gerçi affetmişti ama ben davranışımı pek doğru bulmamıştım.

 

Ergen ergen triplere girmeme gerek yoktu. O seviyeyi çoktan aşmıştım ben. Çocuk değildim ki. Yirmi dört yaşında kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış bir kadındım. Yaşadıklarım kolay değildi ama hiçbir zaman kolay olmamıştı ki.

 

Ben, her zaman ölüm korkusuyla yaşıyordum. Şeker hastasıydım. Bu hastalığın bir tedavisi yoktu. Eğer dikkat etmezsem bir adım sonram belli değildi. Her zaman diken üstünde yaşamam gerekiyordu. Yediklerime dikkat etmem gerekiyordu, spor yapmam gerekiyordu, her zaman şekerimi ölçmeli ona göre kendimi hizaya sokmam gerekiyordu. Bir sürü şey yapmam gerekiyordu. Yoksa ölürdüm.

 

Ya da daha kötüsü olurdu. Felç kalırdım. Babam gibi. Dudaklarıma bir gülümseme kondu. Babam bana miras olarak tek bir şey bırakmıştı. O da hastalığıydı.

 

“Nilüfer.”

 

Gözlerimi sabitlediğim boş tabaktan çekerek abime baktım. “Timuçin abi sana diyor.” Dediğinde karşı tarafa dizilmiş oturan polislere baktım. Timuçin dediği hepsinden daha büyük duran otuzlu yaşlarının sonunda bir abiydi. “Affedersiniz. Dalmışım.” İçten bir şekilde gülümsedi. Samimi görünüyordu. “Çocukları çok mu seviyorsun diye sormuştum.” Gülümsedim. Kafamı salladım.

 

Çocukları da çocuk olmayı da seviyordum.

 

“Benim de bir kızım var. Arada karakola getiriyorum. Bir gün ayarlayalım da tanıştırayım seni.” Kıkırdadım. Polis memurlarına şakacıktan baskın yapardık. “Allah bağışlasın.” Dedim öncelikle. “Tanışmak isterim. Kaç yaşındaydı?”

 

“Yedi.” Dedi. Konuşacağım sıra Barış lafı ağzımdan aldı. “Bence de getir Timuçin abi. Nil’le kardeş kardeş oynarlar.” Gözlerim kısıldı. Bu çocuğa aslında fena sinir oluyordum ama işte kalp neye konacağını seçemiyordu. “Abla kardeş…” Dedim bastırarak ve Timuçin abiye döndüm. “…demek istiyor. Siz ona bakmayın.”

 

“Yinge!” diye bağıran Aysu’ya döndüm. “Efendim?”

 

“Benlen de oyna. Sude’yi sevmiyom ben. Onlan oynama.” Sude galiba Timuçin abinin kızının adıydı. Aysu’ya doğru eğildim. “Niye sevmiyorsun ki?” Omuz silkti. “Benlen küçügüm diye oynamıyor o. Sen benlen oyna. Onlan oynama.” Güldüm. “Tamam ablacım. Hadi gel oynayalım.” Gözlerini kocaman açtı. “Şimdi mi oynıycaz?” Kafamı aşağı yukarı salladım. Lokantada bizden başka iki üç masa daha doluydu ama onları kafaya takacak değildim. “En sevdiğin şarkı hangisi?” diye sorduğumda bir süre düşündü. Sonra beklemediğim bir cevap verdi. “Kop gel günahlayından.” Gözlerimi kırpıştırdım. “Ney?”

 

Şaşkınlıkla Barış’a baktım. Bu çocuğa ne dinletiyorlardı bunlar böyle?

 

Arabesk?

 

Şaka galiba.

 

“Kukulidir o.” Dedim Aysu’ya bakarken. “Abur cubur abur cubur! Oburluğun sonu budur! Karnın ağrır gurul gurul! Sağlığına yazık olur!” Dedim melodiyle. Aysu beni bir süre boş boş izledi ve sonra abime doğru dönerek kulağına fısıldadı. “Çınay, Yinge ne diyo?”

 

Masada yükselen kahkahalara karşılık düz düz baktım. Komik miydi? Ben burada Aysu’ya ayak uydurmaya çalışıyordum. Oturduğum yerden kalktığım an Çınar sordu. “Nereye?”

 

“Geliyorum şimdi.” Diyerek masadan uzaklaştım ve çalışanların olduğu kısma doğru gittim. Birisini bulduğumda müziği değiştirmelerini ve biraz da sesini arttırmalarını istemiştim. Çalışan beni onaylayarak gitti. Masaya gitmek için arkamı döndüğümde Mesude’yi dibimde görmemle yüreğim ağzıma geldi. “Mesude!” dedim dehşetle. “Ne yapıyorsun?” Omuz silkti. “Hiç. Bakınıyorum öyle.”

 

“Neye bakınıyordun? Bana mı?”

 

“Yok. İçerisini merak ettim. Biz polisiz ya şimdi. Hani aykırı bir şey olmasın. Halk yemek yiyor sonuçta burada.” Genişçe gülümsedim. Yapay olduğu gayet belliydi. “Seni Barış ayarladı değil mi?” diye sorduğumda anlık duraksamış sonra yalanlamıştı. Ama yer miydim? Yemezdim.

 

“Bak seni anlayabiliyorum ama bunu yapmana gerek yok. Lütfen rahatına bak.” İnkar etmeyi keserek derin bir nefes aldı. “Olmaz.” Dedi. “Sen nereye gidersen ben de peşinden geleceğim.”

 

“Sebep?!”

 

“Başkomiserimin emri.”

 

“Başkomiserinin başını koparacağım Mesude.” Dedim tatlı bir şekilde. Kafasını iki yana salladı. “Yapmazsın öyle bir şey. Sevgilin o senin. Hem senin güvenliğin için.”

 

Sevgilim...

 

Olur olur yerim.

 

“Onu anladık ama dibime girmene gerek yok. Zaten bir milyon tane polis var içerde. Kim bana ne yapabilir?” Omuz silkti. Dümdüz yüzü ve söz dinlemeyen tavrı beni hafiften delirtmeye başlamıştı ama sakin kalmayı başardım. Galiba söylediklerimi duymazdan geliyordu. Derin bir nefes alıp verdim. “Peki öyleyse ben gidiyorum.” Dediğim an hemen sordu. “Nereye gidiyorsun?”

 

“Gördükten sonra ‘Nil’in yaptı Mesudeee!’ diyebilmek için Barış’ın kafasını koparmaya.” Hızla yanından geçtim ve oturduğumuz yere doğru yürümeye başladım. Barış’a sesleneceğim sırada Aysu’yla birlikte az önce çaldırdığım şarkıyla oynadıklarını görmüştüm. Sinirim uçup gitti birden. Aysu, Barış’ın kucağındaydı ve genç bir kızmış gibi onunla dans ediyordu.

 

Tam bir baba adayı.

 

Mesude’nin arkamda durduğunu hissettiğimde ona yandan ters ters baktım. Hiç oralı olmadı tabi. Dümdüz suratıma bakmaya devam etti. Derin bir nefes alıp vererek yürümeye başladım. O sıra Aysu bağırdı. “Yinge!” Barış’ın kucağından inerek bana doğru koşmaya başladığında yere bir dizimi yaslayarak aynı boya gelmemizi sağladım. “Hadi oyniyak!” dediğinde kıkırdadım.

 

O kadar hareketli bir çocuktu ki ona bakınca kendi çocukluğum aklıma geliyordu. Ben de yerimde durmazdım çünkü. Bazen beni annem zorla koltuğa oturtur beş dakika boyunca kalkmama yasağı verirdi. Çünkü yorgunluktan bayılacağımı düşünürdü. Ama o beş dakikada bile yerimde durmazdım. Ayaklarımı, ellerimi, kollarımı sallardım.

 

Annem daha çok kızardı ama kıyamazdı da. O koltukta hiç beş dakika oturmamıştım. Sadece oturuyormuş gibi yapmıştım. Aysu kolumu çekiştirdiğinde kafamı toplayarak ona baktım. “Oynamıcak mısın?”

 

Gülümsedim. “Oynayacağım.” Çalan şarkı Antep’in havalarıydı. Aysu yerinde zıplamaya başladığında doğrularak onun zıplamalarına ayak uydurdum. Çığlık atarak gülüyordu. Ellerini tuttum. Birlikte zıpladık. Gülerek.

 

Tavşanlı pijamalarımla oldukça muazzam bir imaj çizdiğime emindim ama umurumda değildi. Çocuklar, yapma ayıptır, laflarıyla değil kahkahalarla büyümeliydi. Ki eğer bir çocuğun yanında onun gibi çocuk olamıyorsanız iş çoktan geçmiş demekti.

 

Bir süre Aysu’yla saçma sapan hareketler yaparak oynadık. Oynamaya da devam ederdik ama abilerimiz yanımıza gelmiş ve oyunumuza somak sokmuştu. Barış, Aysu’yu kucaklarken ona kötü kötü baktım ve yanımda duran abime döndüm. “Ya ne diye karışıyorsunuz siz bize?!” Sorduğum soruyla ilgilenmeden elinde tuttuğu su bardağını dudaklarıma yaklaştırdı.

 

Susadığım için itiraz etmeden elinden aldım ve içtim. “Çok terledin. Yeter bu kadar.” Ona dil uzattığımda kaşlarını çattı. “Nilüfer!”

 

Omuz silktim. “Bana ne ya?! Terlersem terlerim. Sen ne karışıyorsun?! Zaten zorla getirdin bari bırak da eğleneyim.” Sabırla bir nefes aldı. “Abicim ben sana eğlenme demiyorum ki. Eğlen ama yoruldun. Nefes nefesesin. Bak bir şey olacak.”

 

Omuzlarım üzüntüyle düştü. Kahrolası bir hastalığa sahipseniz çocuk olmak bile size yasaklanırdı. Abim kolunu omzuma attı ve beni kendine doğru çekti. “Hadi gel, oturalım biraz. Sonra da gideriz.”

 

Kolunun altında olmaktan memnundum ama memnun değilmişim gibi yaptım. Ona ters ters baktıktan sonra sordum. “Nereye gideceğiz?”

 

“Eve Nilüfer. Nereye olacak?”

 

O eve gitmek istemiyordum ama bunu ona söylemedim. Kafamı usulca salladım. Masaya geçtiğimizde herkesin yüzünde güller açıyordu. Mesude, hariç. O düz düz yüzüme bakıyordu. Bu kadının duygularını almış olmaları yüzde kaçtı?

 

Bir milyon falan…

 

Kemal’inden büyük bir ihanet yemiş olma ihtimali yüksekti. Vural lafa girdiğinde gözlerimi ona çevirdim. “Nil, biliyor musun abin küçükken çok haylaz bir çocuktu. Şimdi kontrol manyağına dönüştü gerçi ama ne yaparsın? Dost işte. Atsan atılmaz satsan satılmaz.” Odağımı tamamen sorusuna vererek kafamı iki yana salladım. “Hayır, bilmiyorum. Anlatır mısın?”

 

Masadaki herkesin yaşadığımız şeyleri az çok bildiğine emindim. Abimle yeni tanışmam gibi şeyleri. O yüzden zaten böyle bir soru almıştım. Vural keyifle lafa başlayacaktı ki abim lafını kesti. “Sırası mı Vural şimdi?”

 

“Neden sırası olmuyormuş kardeşim?” diye sordu ve bana döndü yeniden. “Bu abin var ya kümeslerden tavuk yumurtası çalıp kafamıza atardı hep.” Gözlerim duyduğum şey karşısında kocaman oldu. “Ne? Ciddi misin?”

 

Lafı Barış aldı. “O da bir şey mi? Bizim mahallede bir tane Necla teyze vardı-”

 

“Lan sussanıza oğlum size ne!” Abimin çıkışıyla ilgilenmeden Barış’a baktım. “Peki ya sonra?” Merakım Barış’ı gülümsetti. Barış, Çınar’a sırıtarak baktıktan sonra bana geri döndü. “Necla Teyze’nin tavuğunu çalmıştı.”

 

“Barış!” diye çıkıştı abim ama onu kimse dikkate almadı.

 

Barış gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı ve anlatmaya devam etti. “Sonra da gitmiş tavuğa pembe bir elbise giydirmiş.” Bunu duyduktan sonra dehşetle Çınar’a baktım. “Aman Allah’ım! Sen tavuklardan mı hoşlanıyorsun?!” Masada gür bir kahkaha tufanı koptu. Çınar dişlerini sıkarak konuştu. “Sekiz yaşındaydım Nilüfer. Çocuktum. Bu dallamalardan hayır görmeyince tavukla oynamışım demek ki.”

 

Güldüm. Hatta kahkaha attım. Çınar’a doğru eğilerek yüzünü mıncırdım. “Yaa yerim seni!” dedim uzata uzata. Huylanarak ellerimden kurtuldu ve arkadaşlarına ters ters baktı. “Bir şey daha anlatırsanız sizi keserim.”

 

Vural öne çıktı. “Ama dur şimdi kardeşim. Asıl bombayı patlatmadık.”

 

“Lan Vural! Düğüne iki hafta kalmışken zorlama istersen kardeşim!” Vural’ın bir an gözü korktu. Sonra yanında oturan Sema’ya döndü ve onu kolunun altına doğru çekti. “Kıskanma hayvan herif! Sen evde kaldıysan ben ne yapayım?!”

 

Vural, samimi ve eğlenceli biriydi. Onu sevmiştim. Hem bence bana daha çok abimin çocukluk anılarını anlatırdı. Anlatmasını isteyecektim.

 

Çınar, “Lan bak yiyeceksin şimdi sol gözüne yumruğu!” dediğinde Sema lafa girmişti. “Yalan mı Çınar? Otuz yaşına girdin hâlâ bekar bekar dolanıyorsun.”

 

“Sema sen de mi?” diye sordu inanamıyormuş gibi abim. Sema omuz silkti ve nispet eder gibi kafasını Vural’ın omzuna yasladı. Bu kızı da sevmiştim. “Çattık ya? Size ne hem? Ben bekar halimle mutluyum!”

 

Abimin bu söylediğini kimse önemsemedi. Sema parlayan gözlerini bana çevirdi. “Kız, abinden önce evlen de beraber nispet yapalım.” Kıkırdadım ama kırkırtımın boğazımda kalmasını sağlayan şey Çınar’ın beni kendine doğru çekip kollarının arasına sıkıştırmasıydı. “Yok evlilik falan! Saçma sapan şeyler sokmayın benim kardeşimin aklına!”

 

Timuçin abi lafa girdi. “Yuh oğlum, cebine sok istersen bir de.” Çınar omuz silkti. “Size ne ya? İşinize bakın!” İçten içe gülsem de dışıma huysuzluğumu yansıttım. Kollarından sıyrılarak yüzüne baktım. “Gerçekten evlenmeyi düşünmüyor musun sen?”

 

Çınar bir an afalladı sonra sert bir nefes verdi. “Konu neden benim ilişkilerim üzerinde dönüyor ki şu an?!” Diye sordu öfkeyle. Omuzlarımı, bilmiyorum, der gibi kaldırıp indirdim. Vural konuştu. “Ne yapalım kardeşim kimse senin gibi tavuğa aşık olup sonra da onu kesip yemiyor.”

 

Ay inanmıyordum!

 

Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken abim masada duran çay kaşığını Vural’a atmıştı. “Sussana lan!” Abimin omuzlarından tutarak bana bakmasını sağladığımda öfkesi yarım kaldı. “Abi!” dedim dehşetle. “Gerçekten o tavuğu yedin mi?”

 

Düz bir bakış ve tek bir kelime.

 

“Yedim.”

 

🪷

 

Gece, genel anlamda sakin bitmiş olsa da eğlenmiştim. Abimin arkadaşları güzel insanlardı. Gerçi hepsiyle konuşma fırsatım olmamıştı ama tanıdığım kadarıyla onları sevmiştim.

 

Vural’ın nişanlısı Sema’yla birbirimizin telefon numaralarını almıştık. Düğün hakkındaki ayrıntıları yazacaktı. Düğünlerine kesinlikle gitmek istiyordum. En çok merak ettiğim şeylerden birisiydi bu. Antep düğünleri!

 

Kafama takılan tek şey Mirza’ydı. Çok mutsuzdu ve hiç sohbetlere de katılmamıştı. Benim yüzümden mi diye düşünsem de öyle olmadığını anlamam kısa sürmüştü. Ona bir telefon geldiğinde Barış’tan izin alarak apar topar gitmişti.

 

Araba yavaşladığında dönerek abime baktım. Bu geceye asla istekli gitmemiştim ama beni kabuğumdan çıkartmıştı. En azından artık odama kapanmayacaktım. Kaldığım yerden devam edecektim. Hem abimin ilk aşkının bir tavuk olduğunu öğrenmiştim.

 

“Yarın ne yapalım?” diye sorduğunda omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Bilmem. Senin işin yok mu?” Kafasını salladı. “Var. Ama hallediyorlar.” Çiftlikte çok çalışan vardı gerçi. Kolay işi bulmuştu kerata. “İstersen birlikte gidelim yarın, çiftliğe?”

 

Gözlerimi kısarak ona baktım. “Bana bok attırmayacağın ne malum?”

 

Güldü. “Attırmayacağım.” Dediğinde biraz düşünüyormuş gibi yaptım. “Bir şartla gelirim.”

 

“Ne şartı?”

 

“Bana at binmeye öğreteceksin.” Kafasını salladı. Söylediğim şey onu mutlu etmişti. “Öğretirim.” Dediğinde genişçe gülümsedim. Atın üstüne çıkabilecek kadar cesaret gösterebilecek miydim bilmiyordum ama öğrenmek istiyordum. Hem, abim tutarım demişti.

 

Ona güveniyordum.

 

“Eğlendin mi bugün?” Kafamı aşağı yukarı salladım. “Beni pijamalarımla arkadaşlarına rezil etmiş olsan da eğlendim.” Omuz silkti. “Adam gibi kalkıp gelseydin sen de o zaman.” Ona kötü kötü baktım. “Sus, hem ben senden küstüm.”

 

“Lan niye? Yine ne yaptım?!”

 

“İlk aşkını yemişsin!”

 

“Ne?”

 

“Tavuğu diyorum.”

 

“Nülüfer! Bak beni sinirlendirme. Sekiz yaşındaydım diyorum!”

 

"Ben de sekiz yaşında oldum, hop diye birden 24 yaşına gelmedim ki. Ama yine de hiçbir tavuğa kıyafet giydirmedim Çınar. Hayır bir de yemişsin yani. Nasıl yersin?"

 

Gözlerini kıstı ve tip tip yüzüme baktı. Kendini zor tutuyor gibiydi. Gülmemi bastırarak konuştum. “Tamam tamam kızma hemen.” Genişçe sırttım. “Peki tadı nasıldı?”

 

“LAN!”

 

Arabadan canımı kurtarmak için hızla indim ve konağa doğru koşmaya başladım. “Nilüfer!” diye bağırdı arkamdan Çınar. Daha da hızlı koştum ve konağın kapısına vardım. Kapı beklemediğim bir şekilde açıktı. Elimi koyarak içeri doğru ittiğimde karşılaştığım kalabalık beni duraksatmıştı. Gözlerimi kırpıştırdım. Abim tam ardımda durduğunda sordum. “Bunlar kim?” Nefesi saçlarıma çarptı. “Amcamlar.”

 

“Amcanlar mı?”

 

“Bursa’daki.”

 

Of, nefret edilecek daha çok insan birikiyordu. Evdekiler yetmiyormuş gibi bir de bunlar çıkmıştı başıma.

 

Belki iyi insanlardır.

 

İsterseler kanatlı melek olsunlar. Hepsinden nefret ediyorum. Hepsinden.

 

🪷

 

Bölüm sonu!!

 

Beğendiniz mi bölümü?

 

Düşünceleriniz?

 

Diğer bölümde Barış'la ilgili çok güzel bir bölüm hazırlıyorum🤭(💋)

 

Kurguya yeni dahil olan karakterler hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

 

🍭

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYIN

 

🍭

 

İnstagram; Zeynepizem

 

 

Loading...
0%