Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

Birkaç gün bölüm atamayacağım. Bugün üniversiteme gidiyorum ve otobüs yolculuğu, yerleşme falan derken çok yorucu olacak. O yüzden kusura bakmayın🩷 bu bölümü bile otobüsteyken atıyorum🫠

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 31

 

🪷

 

En küçük amcam, ki adı Cahit’ti, iyi birisine benziyordu. Güler yüzlüydü. Tanışırken gayet sıcakkanlı davranmıştı. Bahçedeki yemek masasının etrafında tüm aile oturuyorduk. Hepsine göz gezdirdim. Cahit Beyin iki oğlu da buradaydı. İkisi de benden büyüktü. Büyük olan Mahir babasına benziyordu. Gür kaşları, keskin bir çene hattı vardı. Eğer yanlış anlamadıysam bir eczanede çalışıyordu.

 

Mahir’den iki yaş küçük olan Mustafa ise daha yumuşak yüz hatlarına sahipti. Babası gibi ela gözlüydü. Onun dışında babasına benzeyen bir yanı yoktu. Anneleri olan, Serap Hanım ise minyon bir kadındı. Ne kadar güler yüzlü olsa da onu sevmemiştim. Galiba genel olarak yengeleri sevmiyordum ben.

 

Nuran sağ olsun.

 

Yanımda oturan Çınar amcasına sarılmamıştı. Sadece el sıkışmıştılar ve durum kuzenleri için de geçerliydi. Üstelik ikisine de, özelikle Mahir’e, kötü kötü baktığını görüyordum arada. Ne yaşamışlardı bilmiyordum fakat abimin tavrı beni etkiliyordu. İstemsizce ben de onlara kötü kötü bakıyordum.

 

Seyfi Bey dışında diğer herkes buradaydı. Mutlu bir aile tablosunu mu izliyordum yoksa yapay bir tv karesini mi, bilemiyordum. Ayırt etmek zordu. Abim dönen muhabbeti boğaz temizlemesiyle kestiğinde herkes abime baktı.

 

“Niye geldiniz?” diye sordu birden pat diye. Abimin garip bir huyu olduğunu fark etmiştim. Gelene, niye geldin, diye soruyordu. Bana da sormuştu. Ortamda anlık bir gerilim yaşansa da Cahit Bey gülümseyerek beni gösterdi. “Nil’in geldiğini duyunca merak ettik. Gelip yeğenimi görmek istedim. Rahatsız mı etti bu seni evlat?” Konuşması İstanbul ağzıylaydı. Kelimelerini titizlikle seçiyor ses yanlışı bile yapmıyordu. Anlaşılan Cahit Beye büyük şehir yaramıştı.

 

“Genelde bu zamanlarda gelmezdiniz, amca. Bir sorun olup olmadığını merak ettim.” Dedi Çınar, sesinin altından bir iğne batırıyor gibiydi. Cahit bey gülümsedi. “Bir sorun yok. İşler hafiflemişken hem yeğenimi göreyim hem de memleket hasretini gidereyim dedim.” Gözleri bana döndüğünde dişlerimi birbirine bastırmamak için kendimi zor tuttum. Gülümsemeye çalıştım.

 

Adamın sıcakkanlılığına rağmen büyük bir rahatsızlık duyuyordum. O konuştuğunda içimde değişik bir his canlanıyordu. Ben bu adamı daha önce görmüş olabilir miydim? Ama görseydim hatırlardım. Görsel hafızam iyiydi.

 

“E kuzen anlat bakalım, hayat nasıl İstanbul’da?” Bu soruyu soran Mahir’di. Bakışlarımı ona çevirdim. “Boğucu.” Dedim tek bir kelimeyle durumu özetleyerek. Üzgünüm, Mahir, abim seni sevmediği için ben de sevmiyorum. “Hadi ya? Daha önce İstanbul’a gelmiştim. Geceleri güzeldir.”

 

“Öyle mi?” diye sordum bir şey söylemiş olmak için. Kafasını salladı. “Ben bir gece böyle tüm arkadaşları toplamıştım…”

 

Çınar boğazını temizledi. “Senin gecelerinden bize ne Mahir?” Mahir güldü. “Yapma be kuzen, şurada sohbet ediyoruz. Anladık kardeşini buldun ama o bizim de kardeşimiz sayılır.” Abimin masanın altında duran elini yumruk yaptığını fark etmiştim. Dik dik Mahir’e baksa da bir şey söylemedi. Mahir yeniden bana döndü.

 

“Değil mi abicim?”

 

Ne?

 

Bence de ne?

 

Çınar’ın üzerimdeki bakışlarını fark ettim. Sanki tepkimi bekliyor gibiydi. Mahir’e genişçe gülümsedim ve konuştum. “Ya ne kadar cana yakınsınız.” Dedim sahte bir kıkırtıyla. Abimin nefesleri sertleşti. Konuşmaya devam ettim. “Ama teşekkür ederim benim sadece bir tane abim var.”

 

Gerçi biraz katırlık var kendisinde ama işte güle seve dikenine katlanır. Ne yapalım?

 

Çınar derin bir nefes aldığında ona döndüm. Bana gülümsedi. Ben de ona gülümsedim ve çekinmeden başımı omzuna yasladım. Biraz hızlı gittiğimin farkındaydım fakat gülümsemesini gördüğümde içimden gelmişti. Elini kaldırıp beni kolunun altına aldığında konağa geldiğimizden beri içimde büyüyen kötü his yok oldu.

 

“Alıştınız mı hemen birbirinize?” diye soran Serap hanımdı. Doğrusunu söylemek gerekirse alışmamıştık ama deniyorduk. Birbirimize doğru adım atıyorduk ve bu sefer başarılı ilerliyorduk. “Niye öyle söylediniz ki?” diye sordum merakla. Sesinde ima vardı ve kuşkulanmamı sağlamıştı.

 

Mahir cevap verdi. “Çınar biraz huysuzdur da, annem ona şaşırdı.”

 

Mahir’in haklı olmasına içten içe yansam da omuz silktim. “Kişisine göre değişiyor demek ki.” Dedim gülümseyerek. Abim kolunu sıkılaştırdı o sırada. Söylediğim onu memnun etmiş gibiydi. Mahir gülümsedi. “E yarın ne yapıyorsunuz? Bir Antep gezisi yapalım mı? Şöyle tüm kuzenlerin toplanmasının şerefine.”

 

Şirin çayını höpürdettikten sonra ileriye atıldı. “Ay Mahir abi çok güzel olur! Küçükken hep toplanıp bir şeyler yapardık. Özledim o günleri.”

 

Benim onlarla özleyeceğim bir günüm olmadığı için sessiz kaldım. Biraz şey olmuştum… dışlanmış gibi hissetmiştim. Gerçi zaten zamanında dışlanmıştım ama ne bileyim düşünmek görmekten daha az can yakıyordu.

 

“Ben de özledim!” Dedi Mahir büyük bir enerjiyle ve bize taraf döndü. “E toplaşıyor muyuz o zaman?”

 

Hayır, hiç istemiyordum! Hem at binmeye gidecektik! Gitmeyecek miydik yoksa? Ama abim öyle söylemişti… sessiz kalarak cevabı abime bıraktım. “Siz toplaşın.” Dedi soğuk ses tonuyla. “Bizim kardeşimle başka planlarımız var.”

 

Rahat bir nefes aldığım sıra gözlerim yan yana oturan Volkan ve Lavin’e kaymıştı. Muhabbete katılmıyorlardı zaten ama şimdi gözlerinde bir burukluk vardı sanki. Volkan’la göz göze geldiğimizde gözlerini kaçırarak ablasına baktı. Aralarında sessizce konuştular. Dikleşerek abimin kolunun altından çıktım. Galiba kıskanmışlardı.

 

Abim sadece ailesine değil kardeşlerine karşı da mesafeliydi. Bunun nedenini merak ediyordum çünkü o ikisi tanıdığım kadarıyla zararsız ve tatlıydı.

 

“E planınıza bizi de ortak edin o zaman Kuzen.” Dedi Mahir sırıtarak. Mustafa’nın göz devirdiğini fark ettim. Abisine oranla sessizdi. Hatta çok sessizdi. Etrafa bıkkın bıkkın bakıyordu. Bir an önce şu ortamdan kurtulmak istiyor gibi.

 

Onu anlayabiliyordum.

 

“Planımız dört kişilik.” Dedim lafa atlayarak. O sırada abim bana garip garip baktı. Dört sayısına takıldığına emindim. Mahir’e geri döndüm ve genişçe gülümsedim. “Kusura bakmayın artık.” Mahir omuz silkti. “Olsun daha buradayız. Başka zaman yaparız.” Dedi ama bozulduğunu görebiliyordum. İsterse ağlayabilirdi de. Hiç umurumda değildi yani. Abimin düşmanı benim de düşmanım sayılırdı.

 

“Diğer iki kişi kim Nil?” diye soran kişi Dilan hanımdı. Gözlerimi büyüttüm. Yapay bir şaşkınlık! “A size söylemedik değil mi? Kusura bakmayın aklımızdan çıkmış Dilan Hanım. Biz yarın kardeşler olarak bir gün geçireceğiz de. Bir sorun olur mu?”

 

Volkan ve Lavin’in şaşırdığını gördüğümde onlara gülümsedim ve cevap vermesi için Dilan hanıma döndüm. O da şaşırmıştı. Çocuklarına kızar gibi baktı. “Keşke önceden söyleseydiniz.” Diye azıcık kızdığında lafa daldım. “Ben söylememeleri gerektiğini söyledim. Direk sizinle konuşmak istediğim için.” Dilan hanım belli belirsiz kafasını salladı. “İyi, peki, gidin bakalım.”

 

Gülümsedim. Şirin'in bana baktığını fark ettiğimde ona döndüm. Gıcık bir gülümseme sundum. O sırada telefonuma mesaj bildirimi geldi. Muhabbet dönmeye devam etse de ilgilenmeyerek telefonuma yoğunlaştım. Barış mesaj atmıştı. Gözlerim bir an parlasa da belli etmeden mesajlarına yoğunlaştım.

 

Barış

Kız çocuğu, ne yapıyorsun?

 

Siz;

Canım ailemle (!) oturuyorum.

 

Barış;

Pek halinden memnun değil gibisin.

 

Siz;

Çok mu belli ettim?

 

Barış,

Biraz.

 

Siz;

Sen ne yapıyorsun?

 

Barış;

Seni bekliyorum.

 

Gözlerimi kırpıştırarak birkaç saniye ekrana baktım. Ne anlamında söylemişti? Sen benim evleneceğim kadınsın, anlamında mı?

 

Siz;

Anlamadım?

 

Barış;

Kapının önündeyim.

 

Kalbim tekledi bir an. Buraya mı gelmişti? Niye gelmişti ki? Evlenme teklifi etmeye mi? Hayır, olmazdı. Şu an hiç hazır değildim.

 

Abartma istersen!

 

Kendime göz devirdim. Ekrana yeni bir mesaj düştü.

 

Barış

Gelmeyecek misin?

 

Sana gelmeyen ölsün Barış.

 

Siz;

Bekle.

 

Telefonu kapatarak dönen muhabbete kulak astım. Pek benlik değildi. Ayağa kalktığımda hepsinin bakışı bana döndü. “Müsaadenizle.” Diyerek abime baktım. Fısıldadım. “Biraz dışarıya çıkacağım.”

 

Kaşlarını çattı ama aksi bir şey söylemedi. “Uzaklaşma.” Kafamı usulca salladım. Sessizce konuşuyor olsak da masadaki herkesin bizi duyduğuna emindim. Oturduğum sandalyeyi geriye doğru ittiğim sıra Nuran sordu. “Nereye gidiyorsun gece gece?” Genişçe gülümsedim ve gözlerinin içine baktım. “Gelmek ister misiniz? Hayatınıza biraz renk katalım. Malum uzun zamandır Seyfi beyi göremiyorum buralarda.”

 

“Nilüfer.” Dedi abim uyarıyla ama omuz silktim. Nuran kaşlarını çattı. “Senin dilin çok uzadı! Bir ayar vermek lazım sana!”

 

“Aslında kendinize ayar verirseniz otomatik olarak benim de dilim ayarlanır.” Dedim ve sırttım. “Bilmem, anlatabiliyor muyum?” Onlara arkamı dönüp yürümeye başladığımda Nuran arkamdan bağırdı. “Terbiyesiz! Annen sana hiç mi bir şey öğretmedi!?” Attığım adım havada asılı kaldı. Beni durup durup neden annemden vuruyordu bu kadın?

 

Ölmek mi istiyordu? Eğer öyleyse yapardım.

 

“Yenge!” diye bağıran kişi Çınar’dı. “Lafını geri al!”

 

“Yengene laf edeceğine git kardeşine bir ayar ver! Benimle nasıl konuştuğunu görmüyor musun?!”

 

“Kaşınma o zaman!” dedi Çınar. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Öfkeyle konuşmaya devam etti. “Anneme bir daha laf ettiğini duyarsam yemin ederim işler değişir!” Onlara bakmasam bile Çınar’ın ayağa kalktığını anlamıştım. “Bunu hepinize söylüyorum!” dedi. Sesi o kadar gürdü ki kulaklarım çınlamıştı. “Annemin adını ağzınıza almayacaksınız! Hiçbiriniz! Duydunuz mu?!”

 

Yutkundum. Dolmuş olan gözlerimi kırpıştırarak göz yaşlarımı geri itmeye çalıştım. Saniyeler içinde abim kolumu kavradı ve beni kendisiyle birlikte yürütmeye başladı. Konaktan çıktığımızda kapıyı sertçe çarpmıştı. Birkaç adım daha ilerledik ve durduk. Kolumu bırakarak biraz daha yürüdü ve sessiz bir küfür savurdu geceye.

 

Boğazıma takılmış yumru büyüdü. Annemi savunmuştu. Annemizi.

 

Anne, duydun mu? Oğlun seni savundu. Korudu.

 

Çınar’ın sırtını izledim bir süre. Sert nefesler alıp veriyordu. Sakinleşmeye çalışıyordu sanki. Konuşmak istesem bile o an yapamadım. Bizim sessizliğimizi bozan Barış’ın sesi olmuştu. “Ne oluyor?” diye sormuştu. Yüzümü ona doğru çevirdim. Yüzümü gördüğü an kaşları çatıldı. “Yine mi kavga ettiniz?”

 

Kafamı iki yana salladım. Abim bize doğru döndü ve yüzüme bakmadan konuştu. “Nilüfer, Barış’ın yanından ayrılma.” Nefesimi tutarak ona doğru bir adım attım. “Nereye gidiyorsun?”

 

Omuz silkti. “Geleceğim bir saate.”

 

“Söz mü?”

 

Kaçırdığı gözlerini gözlerimle buluşturdu. “Söz, abicim.” Ona birkaç saniye baktıktan sonra kafamı olumlu anlamda salladım. İçinde yanan ateşe rağmen bana gülümsedi, sonra Barış’a bir baş selamı verdi ve arkasını dönerek bizden uzaklaşmaya başladı. Hemen telefonumu çıkartıp saate baktım. 23.19’du. Bir saate geri gelmesi gerekiyordu. Söz vermişti.

 

Gelmezse çok üzülürdüm.

 

Abim gözden kaybolduğunda Barış’a doğru döndüm. Aramızdaki mesafeyi kapatarak tam önüme geldi. “Nil?” dedi kırmaktan korkuyor gibi. “İyi misin?” Kafamı aşağı yukarı salladım. Aslında pek iyi değildim ama iyiymiş gibi yapabilirdim. Her zamanki gibi.

 

“Ne olduğunu bana anlatmak ister misin?” Gözlerinin içine bakarken yutkunmadan edemedim. “Şey isterim ama…” Söylese miydim ki? “Ama?” diye sordu devam etmem için. “Önce birazcık sarılabilir miyiz?”

 

Gözleri kısıldı. Tatlı bir gülümseme kondu yüzüne. “Birazcık olmaz.” Dedi. “Çok sarılalım.” Kollarını bana doğru açtığında rahat bir nefes aldım ve kollarının arasına girerek beline sarıldım. Başım çenesinin altında kalıyordu o yüzden tam olarak göğsüne girebiliyordum. Bana kollarını sıkıca dolayarak derin bir nefes aldı.

 

Ben de derin bir nefes aldım. Kokusu çok hoştu. Her sabah bu kokuyla uyanmak isteyecek kadar hoştu. Birkaç dakika sessizce sarıldık. Tek kelime etmedi, sadece iyi olmamı bekledi. Yüzümü kaldırarak yüzüne baktım. O da yüzünü bana doğru eğmişti. “Bu çok hoşuma gitti.” Dediğinde tek kaşımı kaldırdım. “Ney?”

 

Kollarını sıkılaştırdı. “Bu sarılma işi.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Şu an yüzümün kızardığına emindim. “Nil.”

 

“Hm?”

 

“Çok tatlısın biliyor musun?”

 

Bu bir aşk itirafı mıydı? Eğer öyleyse karşılıklı olması lazımdı.

 

“Sen de tatlısın.” Söylediğim onu güldürdü. Düşünüyormuş gibi hmladı. “Demek tatlıyım?” diye sorguladığında kafamı salladım. “Evet, özellikle yalandan sinirlendiğinde.”

 

“Yalandan sinirlenmek nasıl oluyor?”

 

“Hani kızıyormuş gibi yapıyorsun ya bazen, o zamanlar.” Derin bir nefes aldım. “Abim de bana bazen yalandan sinirleniyor. Bugün arabasına isimlerimizin baş harfini kazıdığımda biraz ciddi sinirlendi ama olsun.”

 

“Ne yaptın, ne yaptın?” diye sorduğunda genişçe gülümsedim. Geri çekildim ve elini tutarak onu abimin arabasının önüne doğru çekip yazdığım yazıyı gösterdim. “Bak.” Yazıyı gördüğü an gür bir kahkaha attı. “İnanmıyorum sana.” Kıkırdadım. “Çınar'ın kalbine mi indireceksin?”

 

Kafamı iki yana salladım. “Yok, hem hoşuna gitti bence. Güzel değil mi?”

 

“Çok güzel, Nil.” İçli bir nefes aldı. “Çok güzel.” Bunu söylerken bana bakıyordu. Hâlâ elini tuttuğumu fark ettiğimde utanarak geri çektim. Boğazını temizledi. "Benim arabama da yaparsın değil mi? Bu sanatı harcamamak gerek." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Arabana N ve Ç harleri mi kazıyayım?" Kafasını iki yama salladı. "N ve B harflerini kazı."

 

Ortasına da kalp koyayım değil mi???

 

Bakışlarımı fark etmiş gibi boğazını temizledi ve ensesini ovalayarak kaçırdığı gözleriyle sordu.

 

“Biraz yürüyelim mi?” kafamı salladım. “Olur.” Konağın olmadığı tarafa doğru yürümeye başladık. Kalbimin güm gümlerini duyabiliyordum. Öyle bir sessizlik oluşmuştu.

 

"Bana neler olduğunu anlatacak mısın?" Diye sordu kırmaktan çekiniyor gibi.

 

Omuz silktim. "Ailemle pek anlaşamıyorum." Dedim. "Hem bugün şu Bursa'daki Cahit Beyler gelmiş." Söylediğim onu şaşırttı. "Hadi ya? Cahit abi bu zamanda ayak basmaz normalde buralara."

 

"Söylediğine göre beni görmeye gelmişler."

 

"Bu güzel bir şey değil mi?"

 

Yüzümü çevirerek yüzüne baktım. "Orası öyle tabi ama ben onu pek sevmedim. Gerçi ben ailemde abim dışında kimseyi sevmiyorum. Kuzenlerimi de sevmedim."

 

"Onlar da mı gelmiş?" Kafamı salladım. "Cahit abinin bir yamuğunu görmedim ama çocuklarından hazzetmem."

 

"Neden? Abim de sevmiyor onları."

 

"Aslında tam bir nedeni yok. Kafalarımız uymuyor galiba. Küçükken de hep kavga ederdik." Kafamı, anladım, dercesine salladım. Acaba onlarla büyüseydim ben de mi sevmezdim, sürekli kavga mı ederdik? Bir fikrim yoktu. Aile, kavramı bende annemle can bulmuştu. Acaba, aile dendiğinde abimin aklına ilk kim geliyordu?

 

Konaktan çıkmadan önce yaşananlar aklıma geldiğinde telefondan saati kontrol ettim. 19 dakika geçmişti. Abimin gelmesine daha vardı. Ofladım. "Sanırım ya Nuran beni ya da ben Nuran öldüreceğim." Diye mırıldandım. Barış, bana baktı. "Ne söyledi?" Diye sordu. Kavga ettiğimizi tahmin etmesi zor değildi. "Annemden dem vurup duruyor. Saçlarını yolduğum günden beri zaten an kolluyor üstüme çıkmak için." Sert bir nefes verdim. "Ama izin verir miyim? Vermem." Kafamı hızlı iki yana salladım. "Neyse düşünmek istemiyorum o kadını. Sen ne için gelmiştin?"

 

"Seni görmek için." Dedi basit bir şekilde. Adımlarımı durdurarak ona doğru döndüm. "Beni görmek için mi?" Kafasını salladı. "Evet." Dedi. "Lokantadan kaçar gibi gittin. Konuşamadık."

 

Kaşlarım kavislendi. "Pijamalarlaydım." Dedim aklıma geldiği için yeniden sinirlenerek. "Tatlıydın." Dedi birden. Kal geldi. İkinci kez tatlı olduğumu söylüyordu. Bu sefer kesin aşk itirafıydı bu. "Yaa sahi mi?" Diye sorduğumda kafasını salladı. "Sahi." Dedi ve ekledi. "Ama yine de bir daha öyle dışarı çıkmasan daha iyi olur."

 

Gülmeden edemedim. "Abim zorlamadığı sürece pijamalarımla dışarı çıkma fantazim yok." Dediğimde gülümsedi. "Ben sana bir şey soracağım." Dedi. Tamamen ona yoğunlaşarak kafa salladım. Eli ensesine gitti. "İlk geldiğin günlerde, ben ağayla evlenmem, derken ciddi miydin?" Bu sözleri ben mi söylemiştim?

 

Allah beni kahretmesin.

 

Demek ki Barış bu yüzden bana açılmıyordu! Ret edeceğimi düşünüyordu!

 

Aptal.

 

Bu sefer kendime hak verdim.

 

"O zaman ciddiydim." Çünkü gerçekten ağa düşmanıydım. "Ama şimdi değilim." Düşmanlık Barış'la son bulmuştu. Gözleri parladı ve rahat bir nefes aldı. "Oh, iyi bari." Dediğinde genişçe sırıttım. "Neden iyi?"

 

Boğazını temizledi. Sonra gözlerini kaçırdı. "Yarın bir göreve çıkacağım ben. Birkaç gün çok yoğun geçecek. Seni göremeyebilirim. Telefonun açık olsun. Sana ulaşabileyim."

 

Konuyu nerden nereye getirdin be Barış.

 

Gülümseyerek kafamı salladım. "Çok yoruluyor musun?" Diye sorduğum sıra yeniden yürümeye başlamıştık. "İstanbul kadar yoğun değil." Dedi düşünceli bir şekilde. "Ama İstanbul'da kimse tanıdık değildi. Burada tanıdık olunca işleri zorlaştırıyorlar. Sıkıntılı durumlar."

 

"Peki neden polis oldun? Yani sonuçta ağasın. Ağa ve polis kelimelerini yan yana getirmek benim için hâlâ zor." Söylediklerim onu güldürdü. Biraz buruk bir gülüş olmuştu. "Babam doğduğum günden beri beni yerine geçmem için eğitiyordu. Töremizde böyledir. Toprak babadan oğula geçer. Her şeyi yakından görerek büyüdüm. Allah var, hiç istemedim ağa olmayı. O yüzden ret ettim. Babam da beni ret etti."

 

Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. "Ne?" Dedim anlamlandıramayarak. Omuz silkti. "Babam töresine bağlı bir adamdı. İlk erkek çocuğun yeri ayrıdır. Bu yüzden üstüme çok düşerdi. Bana el kaldırdığı bir an olmamıştır ama hiç ne istediğimi sormadı. Çekindiğim için söyleyemezdim. Çocukluk aklı işte." Dedi ve konuşmaya devam etti. "Sınava girdim annemin desteğiyle. Ankara polis akademisini kazandım. Babama söylediğimde elbette kabul etmedi. Bu evden gidersen bir daha geri dönemezsin, demişti."

 

Derin bir nefes aldı. "Gittim. İki yıl önceye kadar da geri dönmedim."

 

Bana diktiği ağacından bahsederken tek ettim demişti. Bu bir terk ediş sayılmazdı ki. Bu, kendi hayatına tutunmaktı. Eğer gitmeseydi kendini terk etmiş olacaktı.

 

Buraya babası öldüğünde geri gelmişti. O da aile hasreti çekmişti demek ki. Beni bu yüzden bu kadar içten anlayabiliyordu.

 

"Kardeşlerin?" Diye sordum merakla. Ben abimi hiç görmeden hasretine dayanamamıştım o nasıl dayanmıştı?

 

"Aysel okulu benim yanımda okuyordu. Annem de arada sırada babam olmadan herkesi toplar yanıma gelirdi. Birkaç gün kalıp giderdiler." Yüzünü yere doğru çevirdi. "Babamdan helallik alamadım." Dediğinde kalbim sızladı.

 

"Seni buralardan gittikten sonra hiç arayıp sormadı mı?" Kafasını iki yana salladı. "Annemden öğreniyordu. Babam inatçı bir adamdı. Ben adım atmadan o bana adım atmazdı. Şöyle de bir durum var ki ben daha da inatçı bir adamdım."

 

Onların inadı bitmek zorunda kalmıştı çünkü artık babası yoktu. Yarın yokmuşçasına yaşayanlara ölüm en büyük adaleti sağlıyordu. Haksız bir adalet.

 

"Başın sağ olsun, tekrardan." Üzülmüştüm. İçinde bir ukde olduğuna emindim. Pişmanlık duyuyordu belki de polis olmaktan.

 

"Dostlar sağ olsun." Dedi. Çekinsem de sormaktan geri durmadım. "Peki şimdi, iki işi bir arada nasıl götürüyorsun?"

 

Omuz silkti. "Ben sadece polisim. Ağalığı anam yapsın." Kıkırdadım. Çok tatlı söylemişti. "Hem Baran var. O hevesli böyle şeylere. Artık evde olduğum için zorlanmazlar."

 

Kafamı, anladım, dercesine salladım. "Biraz da sen anlat." Dedi o sırada. Gözlerimi kırpıştırdım. "Ne anlatayım?"

 

Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Mesela sevdiğin şeyleri anlatabilirsin."

 

Sana, seni mi anlatayım Çakır gözlüm?

 

Gülümsedim. Unutmaya çalışıyordu. Aslında ona sormak istediğim birkaç şey daha vardı ama canını yakmaktan çekindim. İçimdekileri ona yansıtmadım. "Ben çok şey seviyorum ama başlarsam bitmez."

 

"Bitmesin."

 

Aşık olmamız için bilerek yapıyor.

 

İyi de zaten aşık olduk ki!

 

Olduk.

 

Düşünüyormuş gibi hmladım. "Tavşanları severim. Bunu zaten biliyorsun. Beyaz rengini de severim. Pofuduk olan şeyleri de. Diğer hayvanları da severim." Dedim ve sordum. “Sen sever misin hayvanları?”

 

“Hm-hm. Köpekleri severim, sadakatli hayvanlardır.” Dedi. Evet, sadakatli hayvanlardı ama bazen korkutucu oluyorlardı. Kendimi durduramadan konuşmaya devam ettim. "Aslında ben de seviyorum ama bazen korkuyorum da.” Peşime takılan üç buldoktan sonra korkmamak elde değildi zaten. “Çiftlikte abim atları göstermişti bana. Onlar da çok güzeller. Ben daha önce yakından hiç at görmemiştim. Gerçi birçok hayvanı yakından görmedim ama seviyorum yine de. Beni mutlu ediyorlar." Ona yanaşma isteğimi bastırarak sordum. "Sizin hayvanlarınız var mı?"

 

"Bizim yok ama dedemin var." Gözlerim büyüdü. "Ya öyle mi? Neleri var?"

 

"İnekleri. Koyunları. Tavukları-" Bekleyemeden lafını böldüm. "Keçileri de var mı?”

 

"Keçileri de var."

 

"Ay ben hiç keçi görmedim biliyor musun? İnternetten biliyorum sadece." Söylediğim onu şaşırtmıştı. "Harbi mi?" Diyerek şaşkınlığını belli etti. Kafamı hızlıca salladım. "Evet. Şehirde büyüdüm ya ben bilmiyorum hiç böyle şeyleri. İnek görmüştüm ama çok uzaktan. Yakınına yaklaşamam zaten. Tavuk da gördüm, horoz da." Merakla sordum. "Buralarda tavşan var mıdır?"

 

İçten bir şekilde gülümsedi. "Vardır." Ben de gülümsedim. Umarım görebilirdim. Canlı bir tavşan görmeyi gerçekten çok istiyordum.

 

"Bu arada deden onca hayvana tek başına mı bakıyor?" Kafasını iki yana salladı. "Yok, teyzem yanında kalıyor dedemin. Normalde rahmetli ninemle bakıyorlardı hayvanlara ama o göçünce tek kaldı. Dedem de gelmiyor yanımıza, karısının hatıralarını bırakmazmış, onun öldüğü yerde ölecekmiş. Bu yüzden annemler sırayla gidiyorlar dedemin yanına. İkna etmeye çalışıyorlar ama pek becerebildikleri söylenemez."

 

Dedesiyle bir gün tanışmayı isterdim. Sevdiğinin hatıralarını terk etmeyen adam bu zamanlarda çok bulunmuyordu. Malum ben annemin üstüne evlenen bir babaya sahiptim. Bu yüzden merak etmiştim.

 

"Barış."

 

"Hm?"

 

"Etrafımızda koruma mı var?" Duraksadı. Bir an ne söyleyeceğini bilemedi sanki. "Fark ettin mi?"

 

Kafamı salladım. Yürüdüğümüz süre boyunca uzaktan takip ediliyorduk. Üstelik bugün Mesude sağ olsun iyice gözümü açmamı sağlamıştı. "Ben sokakta büyümüş bir çocuğum. Gözüm açıktır."

 

Gözüm açık kısmı yalandı, benim genelde aklım bir karış havada oluyordu.

 

Barış, derin bir nefes aldı. "Senin iyiliğin için." Dedi. Buna şüphem yoktu zaten. "Biliyorum ama bana söylemeni isterdim."

 

"Seni endişelendirmek istemedim." Beni korumaya çalıştığının farkındaydım, hatta bu çok güzel bir şeydi fakat gizli saklı işleri sevmezdim ben. Belki de bu durum avukat olmamdan kaynaklanıyordu, bilmiyordum. Her şeyi öğrenmek ve ona göre hareket etmek isterdim hep.

 

"Adamları bulabildiniz mi?" Diye sorduğumda kafasını salladı. "Bu sabah robot resmini çizdirdiğin adamı bulduk.” Dedi düşünceli bir şekilde. “Ama bir şey çıkmadı.” Kaşlarım çatıldı. "Nasıl çıkmadı?"

 

"Akif Baysal'a çalışmadığını söylüyor. İşin kötü tarafı o adama çalıştığını gösteren bir şey de yok elimizde."

 

"Ne demek yok!? İfadem var!"

 

"Somut delil gerekiyor. Adam..." duraksadı. Susmasını istemediğim için üsteledim. "Söyle!"

 

"Kafasının yerinde olmadığını söyledi. Amacı farklıymış. O yüzden seni... her neyse anladın sen beni."

 

Yumruklarımı sıktım. Akif tereyağından kıl çeker gibi işin içinden sıyrılmıştı resmen. Yine. "Bana neden söylemedin?"

 

"Nil odandan bile korktuğun için çıkmıyorsun zaten. Bir de bunu söyleyip daha kötü etkilenmeni istemedim."

 

Tamam bu konuda haklıydı ama yine de söylemeliydi. Sert bir nefes verdim. "İyi." Dedim omuz silkerek. "Geri dönelim mi?" Cevap vermesini beklemeden geldiğim yola geri döndüğümde hemen önüme geçerek beni durdurdu. "Nil. Alındın biliyorum ama kötü bir niyetim yoktu."

 

Genişçe gülümsememek için kendimi zor tuttum. Affederdim ki. "Kötü bir niyetinin olmadığını biliyorum... Sadece, böyle şeyler hiç hoşuma gitmiyor."

 

Kafasını salladı. "İlk ve sondu." Dedi. "Evin çevresinde 3 polis var. Ayrıca 2 polis de seni sürekli takip edecek." Gözlerim arşa kadar açıldı. "Yuh!" Dedim yükselerek. "Biraz abartmamış mısın Barış?"

 

Kafasını iki yana salladı. "Az bile. Tek istediğim güvende olman. İtiraz etme lütfen. Bu konu hakkında tartışmayalım." Birkaç saniye öylece yüzüne baktım. Bana bunca şeyi açıkça söylüyordu ama acaba neden hislerini tam olarak söylemiyordu? Artık açılabilir miydi? Yoksa ben pılımı pırtımı toplayıp kapısına gidecek 'Ben sana kaçtım.' Diyecektim.

 

Kafamı sakince salladım. "Pekala. Senin istediğin gibi olsun." Dediğimde rahat bir nefes aldı. Güven verici bir gülümseme sundu. "Bu işi kökünden çözeceğim, Nil." Dedi. "Güven bana." Ben de gülümsedim. "Sana güveniyorum Barış ama sorun bu değil. Lütfen kendini zora sokacak bir şey yapma. O adam çok tehlikeli."

 

"Ben bir polisim ve sadece yapmam gerekeni yapıyorum." Dedi gerçeği kabullenmemi istiyor gibi. Bu konuda haklıydı ama korkuyordum. Benim yüzümden birine bir şey olmasını kaldıramazdım.

 

"Tamam. Yine de dikkatli ol. Çok dikkatli ol."

 

"Merak etme. Ne olursa olsun günün sonunda sana geleceğim."

 

Şey... biz artık öpüşsek mi?

 

Yutkundum. Beni kendini aşık etmişti ve etmeye de devam ediyordu. Bu kadar kısa sürede birine aşık olabileceğimi düşünmezdim. Hele ki bir ağaya aşık olabileceğimi hiç düşünmezdim.

 

Olmuştum. Bunun geri dönüşü yoktu. Konuşacağım sırada telefonum çaldığı için irkilerek kendimi toparladım. Ekranda yazan yazıyı seslice okudum. "Abim arıyor." Açmamı ister gibi kafa salladı.

 

Telefonu kulağıma yaslayarak konuştum. "Abi?"

 

Kısa bir sessizlik oldu. Sonra abim konuştu. "Abicim, neredesiniz?" Etrafa kısaca göz attıktan sonra ona yanıt verdim. "Seni kovalayan köpeklerin oradayız."

 

"Sadece beni mi kovaladı kızım bu köpek? Seni de kovaladı." Omuz silktim. "Olabilir, en çok seni kovaladı sonuçta."

 

Güldüğünü duydum. Galiba kendini toparlayabilmişti. Onunla benzeyen bir yanımız vardı. Düşünce çabuk kalkıyorduk, yara nerede diye bakmadan. "Tamam, geliyorum ben. Gelirken şu pezevenklere de bir şeyler alayım."

 

"Neden hayvanlara küfrediyorsun ya?"

 

"Seviyorum abicim, küfretmiyorum." Dedi ve telefonu suratıma kapattı. Elimdeki telefonu önüme doğru çektim ve tip tip ekrana baktım. Sanki abim görüyormuş gibi. Verdiği sürenin dolmasına daha on beş dakika vardı. Sözünü tutacaktı. On beş dakikaya burada olurdu. "Ne diyor?" Diye sordu Barış. Telefonu cebime koydum. "Geliyormuş. Köpeklere yemek de getirecek."

 

Güldü. "Sizi kovalayan köpekler mi?" Kafamı aşağı yukarı salladım. Ona olayı anlatmıştım. "Yanlarına gidelim mi?"

 

"Olur." Dedi. Zaten uzak değildik. Sokağı döndüğümüz an büyük arsa karşımıza çıkacaktı. Birlikte yürüyerek çitlerin altına geldik. Çitlerin arasındaki delikten içeriye baktım ama köpekleri göremedim. "Oradalar mı?"

 

Barış çitin üstünden içeriye bakındı. Kafasını salladı o sıra. "Görmek ister misin?"

 

"İsterim de boyum yetmiyor ki."

 

Dudağının kenarı yukarı büküldü. Durduğu yerden arkama doğru geçti ve ellerini belime yerleştirdi. Kuvvet uyguladığında ayaklarım yerden kesilmişti. Böyle bir şey yapmasını beklemediğim için şaşkına dönmüştüm. Çitlerin üst tarafından tutunduğumda beni daha da yukarı kaldırdı.

 

Uzun olmak böyle bir şey demek ki... Her yer görünüyor.

 

"Görebiliyor musun?" Diye sordu. O kadar yakındı ki. Kalbim patlayacaktı şimdi. "Yok." Dedim görüyor olsam da. Bir çalının altında üst üste toplanmış yatıyorlardı. "Bak sağdaki çalının altındalar."

 

Sola döndüm. "Hani yoklar?"

 

"Sağ diyorum, Nil. Sola dönüyorsun." Gülmeden edemedim. Söylediği gibi sağa döndüm ve yeni görmüş gibi şaşırdım. "Aa ordaymışlar."

 

"Sen." Dedi kulağıma doğru. "Çok mu fenasın sanki?" Sırıttım. Anlamıştı. "Ne alakası var canım?"

 

Belimi daha sıkı kavradı. Artık neredeyse bana sarılıyordu. Ayaklarım yerden kesilmişti. Her anlamda. Kulağıma doğru konuştu. "Canım falan, hayırdır? Aşık mıyız?"

 

Gözlerimi büyüttüm. Gönderme yapıyordu! Benim lafımı bana satıyordu! İlk günkerde ona bu soruyu ben sormuştum. Bakışlarımı kıstım ve omzumun üzerinden hafifçe ona döndüm. Yüz yüze geldik. "Değil miyiz?" Diye sorduğumda bu sefer ona kal geldi.

 

Belimi bırakarak ona doğru dönmemi sağladı. "Nil." Dedi gözlerimin içine bakarak. Sırtım istemsizce çite yaslandığında aramızda mesafe bırakmadan üzerime doğru eğildi. "Bizim dışımızdaki herkes sevgili olduğumuzu sanıyor." Dedi, gözlerini kısmıştı. "Bu dedikoduyu artık gerçek yapmak zorundayız."

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Şey," dedim boğazımı temizleyerek. "Ben bu şeyin dedikodu olduğunu düşünmüyordum. En başından beri." Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. Çok güzel gülümsüyordu. Parmak uçlarımda yükseldim ve dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

 

Bunu yapmayı uzun zamandır istiyordum.

 

Ve

 

Çok

 

Güzel

 

Bir 

 

Histi.

 

Hafifçe geri çekildiğimde Barış elini belime doladı ve bedenimi bedenime yasladı. "Günaha davetsin yemin ederim." Dedi. Bu sefer o beni öptü ama benim ki kadar sakin ve masum bir öpücük değildi. Alt dudağımı dudaklarının arasına alarak özlemle öptüğünde tüm bedenimin baştan sona titrediğini hissettim.

 

Öpüşüyorduk!

 

Gerçekten!

 

Bir eli çenemi kavradı ve dudaklarımın öne doğru kıvrılmasına neden oldu. O an dişlerini dudaklarıma bastırdığında istemsizce inlemiştim.

 

Geri çekilerek gözlerimin içine baktı. "Nil." Yutkundum. "İyi ki geldin." Dedi nefesi yüzüme çarparken. Derin bir nefes aldım. "Bu sefer gerçekten hoş geldin."

 

Heyecandan ölecektim şimdi. Konuşacağım sıra kelimeler boğazıma dizildi.

 

"Nilüfer!"

 

Barış beni bıraktı. "Hay geleceğin zamanlamayı!" Diye saydırırken benden elektrik çarpmış gibi uzaklaşmıştı. Boğazını temizleyerek toparlanmaya çalıştı. Boynu kızarmıştı.

 

O, abimden mi korkuyordu?

 

Yüzümü sesin geldiği yöne çevirdim. Abim elinde bir poşetle geliyordu ve kaşları çatıktı. Derin bir nefes alıp verdim ve az önceki yakınlığımızı unutmaya çalışarak genişçe gülümsedim. Umuyordum ki bizi öpüşürken görmemişti.

 

"Ne oluyor burada?" Diye sordu abim yanımıza gelmişken. Omuz silkerek konuştum. "Kuçulara bakıyorduk." Dedim, bana yumuşacık gülümsedi ama bakışları Barış'a döndüğü an sert bir hal aldı. "Gördüm onu. Çok iyi gördüm."

 

Barış yutkundu. Abim poşeti elime tutuşturup Barış'a doğru yürümeye başladığında gözlerimi büyüttüm. "Abi!"

 

"Bak aslanım! Ben adam ne yaparım biliyor musun!?"

 

Of, öpüştüğümüzü mü görmüştü!?

 

Barış, kavuşamadan ayrıldık Barış!

 

Barış, geri gitmeden abimin karşısında dimdik durdu. Ben onun yerinde olsam kaçardım. Abimin koluna tutunarak onu durdurdum. "Ya dursana!"

 

"Durmuyorum!" Dedi ve kötü kötü Barış'a baktı. "Bir daha kardeşime o kadar yaklaşırsan bak yemin ederim derini yüzerim senin!"

 

Aydınlandım.

 

Öpüştüğümüzü görmemişti. Ve bu tepkisi sadece Barış'ın bana yakın olmasından dolayıydı.

 

"Abi-" demiştim ki Barış lafa girdi. "Boynum kıldan ince kardeşim." Dedi sırıta sırıta. "Lan!"

 

"Abi!" Diyerek önüne geçtim ve elime tutuşturduğu poşeti yüzüne doğru kaldırdım. Böylelikle otomatik olarak bana bakmaya başlamıştı abim. "Kuçulara ne aldın?" Sert ifadesini bozdu. Birkaç saniye nefeslendikten sonra gülümsedi.

 

"Mama alacaktım ama kapanmış. Ben de marketten kaşar ve salam aldım." Genişçe gülümsedim. "Kaşarı Nuran'ın tabağına koyalım." Dediğimde abim uyarı dolu bir bakış attı. "Nilüfer, abartma abicim."

 

Omuz silktim. Bu abartmamış halimdi. "Ne dedim ki?"

 

Barış şaşkınlıkla sordu. "Nuran'ın tabağı mı?" Kafa salladım. "Onun bir tane antika tabağı varmış ben onunla köpeklere yemek getirmiştim. Bilmeden yaptım ama gerçekten." Barış güldü. "Ciddi misin?" Diye sordu.

 

"Ciddiyim."

 

"Nuran Hanım bu yüzden karakola geldi demek." Duraksadım. "Bir dakika, Nuran karakola mı geldi?" Gülerken konuştu. "Evet. Tabağımı çaldılar diyerek ifade verdi." Gözlerimi kırpıştırdım. Şimdi etrafımızda polisler vardı, e Barış da polisti. Bu durumda ben de suçlu oluyordum.

 

Ters kelepçe takmaz dimi bu bize?

 

Emin değilim.

 

Kaçalım mı?

 

Etraftaki polisler ne olacak?

 

Barış'tan kurtulursak onlardan da kurtuluruz.

 

Doğru.

 

"Bu gece yaşanmamış gibi yapacağım merak etme. Ama kadının tabağını yerine götürsen iyi olur. Peşini bırakacağını sanmıyorum."

 

İşte aşık olduğum adam!

 

Duraksadım. Bir saniye, ne demişti o öyle? Gözlerimi kısarak yüzüne baktığımda boğazını temizleyerek lafını yeniledi. "Sadece bu kısmı! Diğer kısmı ölsem unutmam!"

 

Genişçe gülümsedim ve kafa salladım. "Diğer kısım ne lan?" Diye sordu abim ters ters. "Hiçbir şey değil, abi. Yeminle değil bak."

 

Gülmemek için kendimi zor tuttum. Az önce boynum kıldan ince diyen adamın bir anda ter dökmesi komik gelmişti.

 

Konuşarak dikkatleri üzerime çektim. "Tamam. Son bir kez köpekler yemek yesin de." Dedim abimi köpeklerin olduğu yere doğru iterek. "Sonra gerçekten götüreceğim tabağını." Antika tabağın içine kaşarları koydum ve köpeklerin olduğu yere doğru ittim. Kokuyu alır almaz geldiler ve salyalarını akıta akıta yemeye başladılar.

 

Oh, yarasındı!

 

🪷

 

Bölüm sonuu!!!

 

Beğendiniz mi bölümü?

 

Düşünceleriniz?

 

Sizce Çınar gerçekleri öğrenirse ne olur? 😂

 

NİL?

 

🩷

 

BARIŞ?

 

Küçük amcamız ve kuzenlerimiz hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

🍭

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYIN

 

🍭

 

Sonraki bölümde görüşürüz🥰

 

İnstagram; Zeynepizem

 

 

Loading...
0%