Yeni Üyelik
35.
Bölüm

35. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

Yeni bölüm birkaç gün geçikecek🥹 derslerim son hızda başladı. Sezona kadar art arda bölümleri atmak istiyordum ama yetiştiremiyorum artık bir günde🫠

 

✨️

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 35

 

🪷

 

Bazı dostluklar aileden daha sıcak hissettirir. Öyle ki bir yerden sonra dostunuz aileniz oluverir.

 

Kübra benim için öyleydi.

 

Onun da kolay bir hayatı olmamıştı. Ki zaten kimin hayatı kolaydı ki? Bana kalırsa hiç kimsenin.

 

Kübra'nın babası Oktay amca, annem öldükten bir ay kadar kısa bir süre sonra trafik kazasında vefat etmişti. Kübra'nın annesini ise o doğduğu gün kaybetmişlerdi. Hiç, anne sıcaklığı görmemişti.

 

Annesiz büyümüş çocuklar hırçın olurdu. Kendi başlarına yetmeleri gerektiğini kimse belki söylemezdi ama hissederdiler. Ben, annem öldükten sonra anlamıştım onu. Küçükken çok kavga ederdik. Çünkü ben yaramazdım o da hırçındı ve ikimizde bir yerde birbirimize giriyorduk fakat ayrılmazdık. Kavga ederek büyümüştük. Ben kardeşliği Kübra'dan öğrenmiştim. Yeri geldiğinde bana ablalık etmiş yeri geldiğinde de annem gibi sıkıca sarılmıştı.

 

Kübra hiç değişmemişti. Küçükken de çatık kaşlı dolanırdı etrafta şimdi de öyle dolanıyordu. Lafını sözünü esirgemez, her şeyi kendi gözüyle görür ve ona göre hareket ederdi. Burnunun dikine giden bir yapıya sahipti.

 

Oktay amca, iyi bir insandı. Bize desteği çok olmuştu. Onu çok severdim. Sevdiğim herkesi kaybetmiştim bir anda. Yetimhanede kalmıştım. 2 yıl kadar kısa bir süre olsa da çok zordu. Çok soğuktu. Haksızlıklarla doluydu.

 

Orada, annemin özenle örüp sevdiği saçlarımı bile kesmiştiler.

 

Ben sadece annemi kaybetmemiştim onunla birlikte çocukluğumu da kaybetmiştim.

 

Hayatımın mahvolduğunu düşünürdüm, mahvolduğumu. Ama şimdi bir avukattım. Kendi ayaklarımın üzerinde duruyordum ve annem adına kendimle gurur duyuyordum. Bunun başta en büyük sebeplerinden biri Kübra'ydı. Babası öldükten sonra kolay kolay toparlanamamıştı ama sonra kaldıkları evlerini satmış parayla daha küçük ve geçindirebileceği bir ev almıştı.

 

Hayatını biraz düzene soktuktan sonra da gelip beni bulmuştu. 18 yaşında yurttan ayrıldığımda onun sayesinde daha çekilebilir bir hayatım olmuştu. En azından kalabileceğim bir evim. Birlikte çalışarak, kafelere, temizliklere giderek bir şekilde okumuş ve büyümüştük.

 

Büyümenin hiç bu kadar zor olacağını düşünmezdim küçükken. Zaten ben büyümek de istemezdim. Hep annemin bacağına yatmayı ve saçlarımı okşamasını isterdim. Bir de yaramazlık yapmayı.

 

Kübra'ya dün gece olanları anlattığımda bana çok kızmıştı. Çünkü ona zamanında söylememiştim. En başından beri söylemem gerektiğini biliyordum fakat çok yoğun çalışıyordu. Kafasını bir de benimle meşgul etmesini doğru bulmamıştım. Gerçi, o kağıtta yazanları düşünmek bile nefesimi hızlandırıyordu. Yaşanmamış gibi davranmak daha kolaydı.

 

Kübra, buz yasladığı ayağını ileriye doğru uzatarak ayak parmaklarını oynattı. Hemen sordum. "Daha iyi mi?"

 

Simsiyah saç tutamını kulağının ardına itti. O bir esmer güzeliydi. Hem de bana kalırsa en güzeli. "Evet, acısı dindi." Dedi. Kafenin içinde bir masada oturuyorduk. Abim de buradaydı ve tek yaptığı bizi dinlemek ya da Kübra'yla atışmaktı.

 

"Burada daha ne kadar duracaksınız? Kıyafetlerimi falan değiştirmem gerekiyor, böyle yola çıkamam." Dediğinde gözlerimi büyüttüm. "Ya hemen mi gideceksin?"

 

"Yarın sabah çıkmam lazım yoksa yetişemem." Omuzlarım düştü. Onunla Antep'i gezmeyi çok isterdim. Hem konaktakilerle de tanışırdı. Kübra benden daha çetincevizdi. Nuran cadısının başına bir prenses daha fena olmazdı.

 

"Buraya gerçekten iyi olup olmadığını merak ettiğim için geldim ve belli ki iyi değilsin, Nil. Yarın sen de benimle gel. Zaten fazlasıyla durdun burada." Ben cevap veremeden abim araya girdi. "Kardeşim, hiçbir yere gelmiyor." Demişti. Kaşlarını çatmış Kübra'ya bakıyordu. Kübra abime ters bir bakış attı. "Bunun kararını siz veremezsiniz." Diyerek bana döndü. "Onun söylediği hiçbir şeyi yapmak zotunda değilsin, Nil." Dediğinde kafamı sallayarak onu onayladım. "Biliyorum."

 

"Öyleyse geliyorsun?"

 

Yine cevap veremedim çünkü Çınar izin vermedi. "Gidecek misin!?" Diye sormuştu büyük bir endişeyle. Gideceğim, dersem bana engel olmayacağını biliyordum. Ama, gitmemi istemiyordu, gözlerinden okuyabiliyordum. Ona gülümsedim ve Kübra'ya döndüm. "Burada biraz daha kalacağım. Daha tüm ailemi tam anlamıyla tanımış sayılmam. Hem biliyor musun Bursa'da yaşayan Cahit Beyler geldi."

 

"Diğer amcanlar mı?" Diye sordu merakla. Kafamı salladım. "Hm-hm. Onları da biraz tanımak istiyorum. Yarın İstanbul'a dönersem her şey yarım kalacak."

 

Özellikle de Barış.

 

Bana anlayışlı bir gülümseme sundu. "Ama seni özlüyorum." Dedi alt dudağını sarkarak. "Ev çok sessiz." Genişçe gülümsedim. "Yakında geleceğim." Dedim. Gidecektim. Bu bir gerçekti ama ondan önce yapmam gerekenler vardı. Seyfi'yle bir hesaplaşmam. Babamla bir hesaplaşmam. Annemin hayatını mahveden kim varsa hepsiyle bir hesabım vardı benim. Rahat rahat uyku uyumalarına, hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmalarına izin vermeyecektim.

 

"Biraz da sen anlat. Neler dönüyor İstanbul'da?"

 

Bıkkın bir şekilde omuz silkti. "Her zamanki şeyler. Son vaka biraz canımı sıkıyor, o yüzden hemen gitmek istiyorum."

 

"Ne oldu?" Diye sordum merakla. Kübra, kısaca Çınar'a baktıktan sonra bana geri döndü. "Bir cinayet. Henüz kimin öldürdüğü belli değil. Otopsi yarın çıkacak. Sorgular da var. Çok sıkışık bir anda geldim. Sabaha kalmadan yola çıksam daha iyi olur."

 

"Sonra tekrar gelir misin peki?" Diye sordum hevesle. "İzin alarak ama, birkaç gün kalalım burada. Ben daha Antep'i hiç gezemedim. Bu ilçeden çıkmaya fırsatım olmadı."

 

"Şu davayı halledeyim izin alacağım." Kafamı usulca salladım. Kübra, bu sene savcı olmuştu. O yüzden ilk senesini başarıyla ve hatasız kapatmaya çalışıyordu. Ona güvenim tamdı. Beni yanılttığını hiçbir zaman görmemiştim.

 

Birlikte biraz daha sohbet ettikten sonra Kübra'yı kardeşlerimle tanıştırmıştım. Lavin ve Volkan'la. Volkan eskiye göre artık yanımda daha rahat konuşup sohbete katılıyordu. Lavin ise yine heyecanlı ve sevecendi.

 

Hep birlikte akşam yemeğini yemiştik. Kübra çiftlikten hiç hoşlanmamıştı ama hatırımı kırmamak için kalmıştı. Üstelik o atlardan benim kadar korkmuyordu. Çalışanların yardımıyla bir ata tek başına binmişti ve 10 dakika boyunca üstünde kalmıştı.

 

Bunlara ek olarak abimle bir sürü kez atışmıştılar.

 

Şimdi Kübra'yla yalnızdık. Tavşanların olduğu yerde oturuyorduk. Elimdeki tavşanı sevdikten sonra evine koyarak tekrar yerime oturdum. O sırada Kübra konuştu.

 

"Nil, yüzündeki maske hiç hoşuma gitmedi." Dedi, dönerek yüzüne baktım. "O konakta gerçekten neler oluyor? Neden böyle bir yola başvurarak olmadığın bir insan gibi davranıyorsun?"

 

Derin bir nefes aldım. "Aslında olmadığım bir insan gibi davranmıyorum. Sadece olmak istediğim biri gibi davranıyorum. Abimle daha iyi anlaşmaya başladık, biliyor musun? Ama benden sakladığı bir sürü şey var. Geçmişte dönen dolapları o konaktaki herkes saklıyor. Çınar'a neler yaptıklarını öğrenmek istiyorum fakat hiç kimse geçmişe dair konuşmuyor. Sanki hepsi neler yaptığını unutmuş gibi. Özellikle de Korkut bey, bana sürekli kızım diye hitap ediyor, bunu nasıl yapabiliyor? İnsanın biraz yüzü kızarır, ne bileyim rahatsız hisseder." Durdum. "Onların hiçbiri böyle hissetmiyor. Üstelik kardeşlerimin annesi Dilan Hanım da bir şeylere susmak zorunda kalıyor. Onu o eve zorla getirdiklerini düşünüyorum."

 

Beni dinlediğini belli etmek ister gibi mırıldandı. "Peki, Seyfi Ilgazoğlu? Ondan bir şey çıktı mı? Cenazeye geldiğini söylemiştin. Nedenini açıkladı mı?"

 

Kafamı iki yana salladım. "Hayır, onunla hiç konuşamadık ki zaten Çınar Seyfi'den uzak durmamı istiyor. Onun tehlikeli biri olduğunu söyledi."

 

"Nasıl tehlikeli?"

 

"Bilmiyorum. İşin sadece ev halkına kötü davranmakla bittiğini sanmıyorum. Belli ki karanlık işler peşinde. Şu Tarık denen kuzenimden de şüpheleniyorum. Çınar, onun dağlarda yatıp kalktığını söyledi."

 

"Terörle bağlantısı olduğunu mu düşünüyorsun?"

 

Omuz silktim. "Bilmiyorum." Dedim yine. "Sadece konu onlarken her şeyden şüphe duymam gerektiğini biliyorum."

 

"Peki şimdi ne yapacaksın?"

 

"Önceliğim abim. Onu tanımak istiyorum. Yirmi dört yıl boyunca ayrı kaldık ve bunun nedeni o evdekiler. Bizim de belki bir yerlerde suçumuz olmuştur. Birbirimize geç kaldık ama herkes yanlış yapabilir. Biz kendimize yaptığımız yanlışlarımızı affettik. Ama o evdekilerin yaptığı yanlışlar affedilecek şeyler değil."

 

Kafasını yavaşça salladı. Gözlerini kısmıştı. Bir şeyler düşünüyor olmalıydı. "Yeni gelen amcanlar ve kuzenlerin, onlar nasıl insanlar?"

 

"Kuzenlerimi sevmedim ama Cahit bey iyi birine benziyor. Yani Barış, onun ters bir hareketini görmediğini söyledi." Gözlerini büyüttü. "Şu Barış, onunla tanışmak istiyordum!" Dedi heyecanla. "Eniştemi görmem lazım!"

 

Kıkırdadım. "Biz öpüştük biliyor musun?"

 

"NE?!" Diye bağırdı. "Öpüştünüz mü!?" Elimle ağzını kapattım. "Yahu bir sussana! Ne bağırıyorsun kızım? Abim, enişteni öldürsün mü istiyorsun?"

 

Gözleriyle özür diledi ama sonra laf yetiştirmekten geri kalmadı. "Ona ne ki? Sen istediğini yapabilecek bir olgunluğa sahipsin."

 

"Evet, orası öyle ama Barış abimin en yakın düşmanı." Kaşlarını çattı. "Ne?" Diye sordu tekrardan. Kıkırdadım. "Dostu yani. İlk gün Barış, Çınar'ı tanıtırken düşmanım demişti."

 

Kübra kafasını iki yana olumsuzca salladı. Yüzünde bir ayıplama vardı. "Enişteme eksi bir puan veriyorum şu an." Güldüm. "O çok iyi biri." Dedim kalbimden geçirdiklerimi söyleyerek. "Beni mutlu ediyor."

 

İçten bir gülümseme sundu. "Mutluysan diğer hiçbir şeyin önemi yok." Bence de öyleydi. "Seni gerçekten özlemişim." Dedi, derin bir nefes alarak. "Bir buçuk aydır buradasın. Ne zaman gelmeyi düşünüyorsun İstanbul'a?"

 

"Ocak gibi. İstanbul'a dönmeden elime büyük bir koz geçirmem gerek. Onları mahkemelerde süründüreceğim. Sessizce çekip gitmeyi kendime yakıştıramam."

 

"Ben de sana yakıştıramam." Dedi. "Her zaman yanındayım biliyorsun. Aramızda kilometreler olsa da. Senin için elimden gelen her şeyi yaparım."

 

Gülümseyerek koluna sarıldım ve başımı omzuna yasladım. Bizim bizden başka kimsemiz yoktu. İki kişilik küçük bir aileydik. Yıllar üzerimizden geçmiş olsa da kopmamıştık.

 

"Senin hayatında biri var mı?" Diye sordum heyecanla. "Savcı Yekta Bey'le aranız nasıl?" İğrenirmiş gibi yüzünü buruşturdu. "Hatırlatma şu adamı bana." Dedi tiksinerek.

 

"Niye ki? Senden hoşlanıyordu?"

 

"Hoşlantı gelip geçici bir şey. Üstelik ben hiç de inanmıyorum ona. Böyle iyi. Kimsenin derdini çekemem."

 

Kübra, kısıtlanmaktan nefret ederdi. Bir kez bir sevgilisi olmuştu ve fazla kıskanç tavırlar sergilediği için Kübra ondan ayrılmıştı. O, nereye gittiği bile sorulsun istemezdi. Bu tarz durumlar Kübra'yı sıkıyordu.

 

Bir ara ben de Kübra gibi düşünüyordum ama Barış'la tanışınca işler değişmişti. Nerede olduğunu, nasıl olduğunu bilmek istiyordum ki onun da benim ne yaptığımı aynı oranda bilmeye hakkı vardı.

 

Belki de Kübra henüz doğru kişiyle tanışmıştı. Ya da tanışmıştı ve farkında değildi.

 

"Şu, Barış hem polis hem de ağaydı değil mi?" Diye sorduğunda kafamı salladım. "Aslında ağa değilmiş, zaten İstanbul'daymış 2 yıl önceye kadar. Babası vefat edince gelip buradaki işleri de yapmak zorunda kalmış."

 

"Şu Barış'ın soy ismi ne?" Diye sordu düşünceli bir şekilde. "Kutay." Dedim hemen. Sevgilimin soy ismini tabi ki de artık biliyordum.

 

"Barış Kutay." Dedi Kübra sessizce. Sonra gözlerini büyüterek bana baktı. "Nil, ben bu adamı tanıyorum!"

 

Kaşlarım kavislendi. "Nereden tanıyorsun?"

 

"Hatırlasana, Sezginlerin Davası. Avukattım o zamanlar, cinayeti Barış Komiser çözmüştü. Anlatıyordum ya sana, hiçbir delil yok diyordum!"

 

Gözlerim büyüdü. Hatırlamıştım. "Ama komiserdi o zamanlar. Başkomiser oldu demek. Enişteme bak be!" Güldüm. Ama buruk bir gülümsemeydi çünkü Barış'la daha önce tanışma ihtimalim vardı. Ben galiba Barış'a da geç kalmıştım. Keşke daha önceden tanışabilseydik.

 

Keşke.

 

"Gerçi, Barış Komiserle çok yüz yüze gelmedik ama davaya ben baktığım için her şeyiyle araştırmıştım. Aklımda kalmış." Sezginlerin davası Kübra'ya ün kazandıran önemli bir davaydı. Ben o sırada üniversite sondaydım ama Kübra davalarını benimle paylaşıyordu. Bilgi ve deneyim kazanabilmem için.

 

İçli bir nefes aldım. "Bugün onunla hiç görüşemedik." Dedim mutsuz bir şekilde. "İşi vardı."

 

"Bitince gelir." Dedi sıcacık bir tebessümle. "Üzülme." Kafamı usulca salladım. Biraz üzülmüştüm ama daha önceden karşılaşma ihtimalimiz varken karşılaşamamamıza.

 

"İlaçlarını düzgünce kullanıyorsun değil mi Nil?" Kafamı salladım. Şüpheyle göz gezdirdi yüzümde. "Emin misin? Gözlerim kızarık. Üstünde bir durgunluk var gibi."

 

"Ağaçta mahsur kaldığımda ağlamıştım, o yüzdendir." Kafasını iki yana salladı. "Glokometren yanında mı? Ölçelim bir."

 

"İyi de daha bir saat önce ölçtük ya?" Omuz silkti. "Tekrar ölçelim." Dedi ve ayağa kalkarak beni de kaldırdı. İtiraz etmedim, zaten birazdan giderdik. Geç olmuştu.

 

Yürüyerek kafenin olduğu tarafa geldiğimizde abim ve kardeşlerimi aynı masada otururken bulmuştuk. Muhabbet ediyorlardı. Abim bizi fark ettiği an kaşlarını çattı ama Kübra oralı olmadan glokmetrenin yerini sordu. Abim ayaklandı. "Ne oldu?" Endişeli sesi beni gülümsetti. "Bir şey olmadı. Gözlerim kızarık diye Kübra şekerimi ölçmek istedi."

 

Abimin kaşları biraz daha çatıldı. "Bir saat önce ölçtüm." Dedi kendinden emin bir şekilde. Kübra onu duymazdan gelerek beni bir sandalyeye oturttu. "Bu neyi değiştirir?"

 

Abim yanıma gelip Kübra'nın önüne geçti. "Saat başı yapılacak şey değil bu, hanımefendi. Kardeşimin kanı da sizin oyuncağınız değil."

 

Kübra kaşlarını çattı. "Biliyor musunuz? Kardeşim dediğiniz kişinin yanında sizden daha çok kaldım. Sadece yüzüne bakarak bile bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayabiliyorum Beyefendi. Bana karışmayın. Hatta mümkünse bize karışmayın." Abimin sinirlendiğini fark ettiğimde araya girdim. Kübra'yla kavga etmesini istemiyordum. "Abi, bir şey olmaz. Alışkınım zaten." Sert bir nefes vermekle yetindi. Kübra da o sırada parmağımdan kan alarak glokometrenin ölçüm yapmasını bekliyordu.

 

Saniyeler sonra ekranı abimin yüzüne doğru tuttu. Abim anlamsızca kaşlarını çattı. "Nasıl ya?" Dedi afallamış gibi. "Bir saat önce ölçtük. Kolorilerini de hesapladım. Bu kadar düşmemeliydi."

 

Kübra abime ters bir bakış attı. "Doğru düzgün hesaplayamamışsınız demek ki."

 

"Bakın hanımefendi bu sabah doktora gittik. Ne söylediyse onu yaptım. Burada bir yanışlık var." Abim bir anda bana döndü. "Nilüfer, bahçeden bir şey mi yedin?"

 

"Sabah elma yemiştim sadece."

 

"Elma düşürmez ki." Dedi sıkıntıyla. Volkan ve Lavin de yanıma gelmişti. "Abla, iyi misin?" Diye soran Lavin'e kafa sallayarak onay verdim.

 

"Stres yapıyorumdur belki. Dün korkmuştum."

 

"Ne oldu ki dün?" Diye soran Volkan'a abim yanıt verdi. "Hiçbir şey. Hadi toparlanın siz. Gideceğiz birazdan." İkisi de kafasını salladı. Kübra o esnalarda insülin kaleminin ünitesini ayarlıyordu.

 

"Daha önce böyle şeyler yaşıyor muydun, Nilüfer?" Abimin sorusuna karşılık kafamı belli belirsiz salladım. "Hastalığım ilk ortaya çıktığında çok dengesizdi ama ondan sonra hiç yaşamadım." Kaşları biraz daha çatıldı. "Neden aniden düşüyor o zaman? Bir saat önce normaldi. Yemeğini de yedin."

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bilmiyorum ki." Abim önüme doğru gelip diz çöktüğünde gözlerinin içine baktım. "Tekrar hastaneye gidelim mi?" Diye sordu sıcacık bir tonlamayla. Gitmek istemiyordum çünkü Kübra buradaydı ve saatler sonra gidecekti. Onunla geçirebileceğim vakti boşa harcayamazdım. Hem ilacımı alırsam bir şey olmazdı ki.

 

"Aynı şeyleri söyleyecekler zaten. Yarın kötüleşirse o zaman gideriz." İkilemde kaldı. Söylediğimi biraz düşündükten sonra kafasını sallayarak beni onayladı. Kübra'nın elindeki hazırda bekleyen insülin kalemini alarak kazağımı hafifçe yukarı kaldırdı. Kafede bizden başka kimse olmadığı için bu durumdan rahatsız olmadım.

 

İğne ucunu karnıma batırdı ve pistona basarak 10 saniye kadar bekleyip geri çekildi. "Bir saat sonra tekrar ölçelim. Ona göre hareket ederiz." Kafamı salladım. Sordu. "Eve gidelim mi o zaman, biraz dinlenirsin?"

 

Tam yanımda duran Kübra'ya baktım. Bana içten bir şekilde gülümsedi. "Gidelim." Dedi. "Ben yol ayrımından havalimanına geçerim." Gözlerimi büyüttüm. "Ya hemen mi gideceksin?"

 

Dudaklarını birbirine bastırdı. "Geldiğimden beri telefonum susmadı. Seni gördüm ya, şimdi içim rahat. Dosyalarımla daha dikkatli ilgilenebilirim." İstemiyor olsam da kafamı salladım. İşi önemliydi. Dur, gitme diyemezdim ki. "Tamam o zaman. Havalimanına kadar seninle geleyim."

 

Kafasını iki yana salladı. "Hayır, sen eve gidip dinlen. Ruh gibisin. Gözlerin durmadan kızarıyor ve bu benim canımı sıkıyor. Kendine dikkat et tamam mı?"

 

"Ederim ama seninle geleceğim. Sonra ben eve dönerim." İtiraz etmedi çünkü inadımı biliyordu.

 

🪷 

 

Abim, çocukları Hayri'yle eve bıraktırmıştı ve bizimle havalimanına gelmişti. Yolculuğu Kübra'nın arabasında yapmıştım çünkü onunla biraz daha vakit geçirmek istemiştim.

 

Kübra'yla vedalaşırken ona kocaman sarılmıştım. Birbirimizden ayrıldığımız an Kübra yanımda duran abime dönmüştü ve açık açık tehdit etmişti. Eğer kılıma zarar gelirse abimden bilecekti. Abimin verdiği tepkiyi anımsayınca gülümsedim. Kübra'yı kollarından tutmuş ve olduğu yerde çevirerek arkasından hafifçe ittirmişti. "Hadi hadi, yolcu yolunda gerek hanımefendi." Demişti bir de.

 

O uçağına bindiğinde abimin arabasına yerleşmiştik ve şimdi eve geri dönüyorduk Havalimanı bizim kaldığımız ilçeye biraz uzaktı.

 

"Uyu biraz, Nilüfer. Gittiğimizde kaldırırım ben seni." Kafamı iki yana salladım. "Uykum yok ki." Çok yorulmuştum, bedenimde de anlayamadığım bir durgunluk vardı ama uykum yoktu. "Çok yorgun görünüyorsun ama?"

 

Omuz silktim. "Bugün bir sürü iş yaptık. O yüzden yoruldum. Alışkın değilim böyle şeylere. Ama çok güzeldi. At binemediğim için hâlâ çok mutsuzum fakat eğlendim. Tavşanlarımı da çok sevdim."

 

Gülümsediğini gördüm. "Bir gün atlara korkmadan binceksin. Hatta Yadigar'a bile." Gözlerimi büyüttüm. "Ayy gerçekten mi?"

 

Gülümsemesi büyüdü. Arabasını kullanmak için şu an iyi bir halde değildim ama başka bir zaman kullanacağıma dair söz vermişti. "At binmeyi gerçekten öğrendiğinde Yadigar'ı sana vereceğim." Dedi, biraz daha şaşırdım. Hatta birazdan çok şaşırdım. "Nasıl? O senin atın değil mi ama?"

 

"Benim ama senin olacak." Birkaç saniye öylece yüzüne baktım. Şu an ona sıkıca sarılmak istiyordum ve sarılacaktım da. "Arabayı durdur!" Dedim çığlık atar gibi. Kaşları çatıldı. "Ne oluyor?"

 

"Çabuk durdur!"

 

Arabayı sağa çeker çekmez aşağıya indim ve arabanın önünden koşarak diğer tarafa geldim. Abim de o sırada arabadan inmişti. "Nilüfer-" demişti ki konuşmasına gerek kalmadan sıkıca boynuna sarıldım.

 

Anlık afallasa da sonradan kollarını belime doladı ve bana sarıldı. "Atını bana vermene gerek yok. Ben zaten binemem ama kalbini verdiğin için teşekkür ederim."

 

"Nilüfer..." dedi sadece ama başka bir şey söylemedi. Bu isim bazen birçok kelimeyi içinde barındırıyordu. Abim, kollarını sıkılaştırarak bana daha da sıkı sarıldı. Bizi birbirimizden ayıran şey çalan telefonuydu. "Affedersin abicim," dedi o sırada. Omuzlarımı önemli değil der gibi kaldırıp indirdim.

 

Cebindeki telefonunu çıkartıp baktığında kaşları çatılmıştı. Hiç bekletmeden açtı ve kulağına yasladı. "Evet?" Dedi bir dakika kadar karşı tarafı dinledi. "Üç gün mü?" Bir süre daha dinledi. "Emredersiniz." Dediğinde kaşlarım kavislenmişti.

 

Abim, emredersiniz mi demişti az önce yoksa benim kulaklarım yanlış mı duymuştu? Telefonu kulağından çekerek cebine yerleştirdi ve arabayı gösterdi. "Hadi gidelim, Nilüfer."

 

"Kiminle konuştun?"

 

Derin bir nefes aldı. "Önemli bir şey değil."

 

"3 gün, dedin. 3 gün sonra ne olacak?"

 

"Nilüfer,"

 

"Ya söyle!" Yüzünü yukarıya doğru kaldırdı ve birkaç saniye öylece bekledi. "Yurt dışına çıkacağım."

 

"NE!?" Sesim etrafta yankılansa da umursamadım. "Ne demek yurt dışına çıkacağım?"

 

"Kısa bir süre için. Belki bir hafta, bilmiyorum. Daha da kısaltmaya çalışırım."

 

"Ya ben ne yapacağım burada bir hafta?" Diye bir sitem ettim. "Ben o evde kalmam bir hafta! İstanbul'a giderim daha iyi." Dedim net bir şekilde. "Hiçbir yere gitmiyorsun." Dedi. "Seni o evde yalnız bırakacak değilim, Nilüfer."

 

"Nereye gideceksin ki? Neden gideceksin?" Elleriyle yüzünü kapattı ve ovdu. "Allah aşkına bir şey sorma bana." Dediğinde ayaklarımı yere vurdum. Soracaktım. Bana ne!

 

"Ben ne yapacağım burada?" Ellerini yüzünden çekerek gözlerimin içine baktı. "Kısa sürecek. Söz veriyorum." Dedi. "Ben gelene kadar da Barışlarda kalırsın."

 

Barışlarda mı?

 

Barışlar...

 

BARIŞ

 

🪷 

 

Abimle eve döndükten sonra hemen uyumuştum. Lakin çok uzun sürmemişti çünkü kan ter içinde kalmış şekilde saat gecenin ikisi gibi uyanmıştım. Şekerim yine düşmüştü. Birkaç gündür yaşadığım bu dengesizlik tüm bedenimi mahvetmişti. İştahım yoktu, ayağa kalkacak halim bile yoktu.

 

Çok bitkin hissediyordum ve abim hastaneye gitmemiz gerektiğini söyleyip duruyordu. Ama daha dün gitmiştik. Doktor aynı şeyleri söyleyecekti. Hiçbir şey değişmeyecekti. O yüzden ısrarla red etmiştim ama abim böyle devam ederse ısrarıma aldırış etmeyecekti.

 

Şu an köpüşlerin oradaydım. Buraya gelene kadar ter içinde kalmıştım. Bacaklarım o kadar ağrımıştı ki.

 

Etrafımda birileri vardı. Barış'ın bahsettiği polisler. İkisini net bir şekilde görebiliyordum ama diğer üçünü hiç görmemiştim. İşlerini gerçekten iyi yapıyorlardı anlaşılar. Ayrıca arkamdaki iki kişi de sivildi. Kimse bir polis tarafından takip edildiğimi anlamazdı.

 

Nuran'ın tabağına buraya gelmeden aldığım köpek mamasını boşaltarak kapıyı usulca araladım ve çitlerin içine doğru ittim. Artık onlara yemek verirken korkmuyordum. Hatta küçük köpüşlerden iki tanesini sevmiştim ve anneleri bir şey dememişti.

 

Duyduğum araba sesiyle doğrulacakken korna çaldı. Yüzüme geniş bir gülümseme yerleşti. Barış gelmişti. Arabayı tam önümde durdurarak içeriden çıktı ve çıkar çıkmaz da beni kendine doğru çekerek sıkıca sarıldı. Ben de ona sarıldım ve kokusunu içime çektim.

 

Özlemiştim. Kaç gündür doğru düzgün görüşemiyorduk. Dudaklarını saçlarımın üzerinde hissettim. Derin bir nefes çekti içine. "Çok saçma." Dedi o sıra. "Üç gündür nefes alamıyormuşum resmen." Kıkırdadım.

 

Fenaydı gerçekten.

 

Yüzümü yüzüne doğru kaldırarak sordum. "Beni özledin mi?"

 

"Neredeyse özleminden ölecektim."

 

Şımarıkça gülümsedim. "Yaa." Dedim mırıldanarak. "Ya." Dedi beni taklit ederek ve yüzüme doğru eğilip alnıma dudaklarını bastırdı. "Sen iyi misin? Ateşin var sanki?" Dudaklarını geri çekti ve avuç içini alnıma bastırdı. Kaşlarını çatmıştı. "İyi olmaya çalışıyorum." Dedim bıkkınlıkla. "İki gündür şekerim sabit kalmıyor. Sürekli düşüyor."

 

"Dün hastaneye gitmediniz mi?"

 

"Gittik ama doktor birkaç gün değerlerimi ölçüp sonra getirmemi istedi."

 

Durumdan memnun olmadığını anlamak zor değildi. Yüzümü avuçlarının içine aldı. "Gözlerinin feri de gitmiş senin." Burnumu istemsizce çektim. "Gece uyuyamadım hiç."

 

"Gel bir daha hastaneye gidelim o zaman. Bir de beraber baktıralım." Kafamı iki yana salladım. "Gerek yok, yorulma bir daha."

 

"Güzelim, sen beni yormazsın."

 

Gülümsedim. Parmaklarımın üzerinde yükseldim ve dudaklarını öpüp geri çekildim. "Bu tavşanlar içindi." Dedim açıklayarak. Genişçe gülümsedi. "Ayrıca benim için de öpmelisin." Dediğinde kıkırdadım. "Abime yakalanırsak görürsün."

 

Abim lafı bedenini kaskatı etti bir an. Etrafa baktıktan sonra konuştu. "Abini neden karıştırıyorsun ya?" Diye hayıflandı. "Adamın gölgesi bile içimi titretiyor." Küçük bir kahkaha attım.

 

"Çınar'dan neden bu kadar korkuyorsun ki?"

 

"Çınar'dan korkmuyorum güzelim, abinden korkuyorum." Kafasını sağa doğru yatırarak konuşmaya devam etti. "Abinle konuşacağım ama önce kendimi sağlama almam lazım."

 

"Abim sana bir şey yapmaz." İmalı bir gülümseme kondu dudaklarına. "Ya çok sever beni kendisi, alır başına koyar."

 

Alır başımı keser, der gibi kurmuştu cümlelerini. "Korkma, ben seni korurum!" Dedim kollarımı iki yana kaldırıp kaslarımı göstererek. Tavrım onu güldürdü. Sonra beni kendine çekti ve sarıldı. Sıkı sarılışı içimi enerjiyle doldurmuştu. "Benim sana bir haberim var!" Dedim neşeyle. "Nedir?" Diye sordu. Yüzümü yüzüne doğru kaldırdım. "Abim 2 gün sonra bir yere gidecekmiş. Aslında gitmesine çok üzüldüm ama dedi ki o gelene kadar sizde kalabilirmişim."

 

Gözleri parladı. "Bunu Çınar mı söyledi?"

 

"Hı-hım."

 

"Adam ya!" Dedi o an yükselerek. "En sevdiğim düşmanım yemin ederim!" Kahkaha attım. Çok aptaldı.

 

"Ailen rahatsız olur mu?" Diye sordum içimdeki sıkıntıyı dile getirerek. "Rahatsız olmak mı? Kızım annem beni evden atar seni evlatlık alır, o derece seviyor." Yanaklarımı ellerinin arasına alarak çocuk sever gibi sıktı. "Gerçi sen de sevilmeyecek gibi değilsin ki." Geri çekilmeye çalıştım ama bırakmadı. Yüzümü mıncırırken ecel terleri döküyordum. "Ya dursana!" Durmadı. "Yerim seni, yerim."

 

"Barış!"

 

Bıraktı. Ona kötü kötü bakarak geri çekildim. Ellerimi sıktığı yanaklarıma koymuştum. Uyuşmuştu resmen. Kaşlarımı çattım. "Ya ne yapıyorsun!? Pislik."

 

Gülümsedi. "Sevdim." Dedi basit bir şekilde. "Siz erkeklerin ne biçim sevme yöntemleri var anlamıyorum ki! Acıdı!"

 

Acımamıştı. "Gel öpeyim de geçsin."

 

"Hayır, yok sana öpücük." Dedim, arkamı dönerek yürümeye başladım. İkinci adımımda belime sarılmıştı. Uzun boyundan dolayı kolayca yanağımdan öpebildi. "Özür dilerim." Dedi o sırada ve tekrar öptü. "Çok mu acıdı?"

 

Çatık kaşlarım eski haline döndü. Gülümsememi saklayamadım. "Yok acımadı." Dedim hemen yelkenleri suya indirerek. "Ama bir daha yapma."

 

"Bunun sözünü veremem."

 

"Ya!" Güldü. "Hadi gidip kimliğini alalım ve hastaneye gidelim." Kafamı salladım. Gülüp eğleniyordum ama gerçekten hiç halim kalmamıştı. Barış yanıma gelerek benimle eve doğru yürümeye başladı. Hava sıcak değildi ama sıcak basmıştı bir an. Alnımda biriken terleri elimin tersiyle sildim.

 

Yanlış giden bir şeyler vardı ve artık görmezden gelemiyordum bu yanlışı. Yolu yarılamıştık ki adım atmayı keserek durdum. Zaten artık adım atamıyordum. "Barış." Diye mırıldandım. "Güzelim?" Diyerek bana döndüğü an kaşlarını çatmıştı. "Nil!"

 

Sendeledim. Bedenim bir anda boşluğa düşmüş gibi oldu. "Nil! İyi misin?" Beni tutuyordu, tutmasaydı düşerdim. "Barış." Diyebildim güçsüz bir şekilde. "Ben bacaklarımı hissetmiyorum."

 

🪷

 

Bölüm sonuu!!

 

Beğendiniz mi bölümü?

 

Nil? 

 

Neler oluyor sizce?

 

Tahminleriniz var mı?

 

🪷

 

Bu arada tavşanlara olan isim önerilerinize bayıldımmm, çok yaratıcısınız🥰 bir sürü öneri geldiği için önerilerinizi kağıda yazıp katlayarak içlerinden dört tanesini seçeceğim🤭 (hiç işim yokmuş gibi bununla da uğraşacağım🫡)

 

🍭

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYINN

 

🍭

 

Beni takip etmeyi de unutmayııın

 

Zeynepizem

 

İnstagram; Zeynepizem

 

Öpüldünüz💋

 

 

Loading...
0%