Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 36

 

🪷

 

Kurt, karların içinde keskin burnuyla tavşanı arayıp durmuş. Öyle karanlık, öyle kasvetli bir hava varmış ki Kurt'un bile gözleri zor görüyormuş. Koca tarlaların, ormanların içinde yürüdükçe yürümüş. Burnu onu nereye götürürse oraya gitmiş.

 

Yolda bir Ayıya rastlamış. Kendini tehlikeye atarak yanına yaklaşmış ve sormuş. "Buralardan geçen bir tavşan gördün mü?" Ayı gözlerini hafifçe yere indirerek Kurt'a bakmış, onu görmezden gelmiş ve kaldığı yoldan yürümeye devam etmiş. Kurt hemen peşine takılmış. "Beyaz bir tavşan." Demiş karanlık gibi olan sesiyle. "Görüp görebileceğin en sinsi canlı."

 

Ayı duydukları karşısında kıkır kıkır gülmüş. "Bir tavşan mı?"

 

"Evet" demiş Kurt. "Tavşan deyip geçme, kandırdı beni. Onu yiyecektim. Haftalar sonra bulabildiğim tek öğündü. Bana yalan söyledi, elimden kaçtı."

 

"Sen de kaçmalısın." Demiş Ayı o an. "Çünkü kaçmazsan ben de seni yiyeceğim." Kurt, Ayı'nın peşinden yürümeyi kesmiş ve arkasına bile bakmadan dağların arasına karışmış. Günlerce aramış tavşanı. En sonunda çınar ağacının kovuğunda bulmuş onu. Geriye kalan tek şey, avının saklandığı delikten çıkması ve dişlerinin arasına girmesiymiş.

 

🪷

 

Yazar'dan

 

"Kardeşim nerede!?" Diye bir ses gürledi koridorda. Birkaç hemşire ne olduğunu anlamak için sesin sahibine baktı ama onun hedefi farklıydı. Başını ellerinin arasına almış ve her salisenin getirdiği bilinmezlikle kahrolan Barış'a doğru ilerledi. Yakalarını tutar tutmaz sırtını sertçe duvara yasladı. "Kardeşim." Dedi bastırarak. Nilüfer, en son onun yanındaydı. "Nerede?!"

 

Barış, sakince Çınar'ın yüzüne baktı ve o sakinlikle yanıt verdi. "İçeride." Aslında bir gerçek vardı ki hiç sakin değildi. Endişeden içi çürüyecekti ama şu dakikalarda beklemekten başka hiçbir şey yapamayacağını biliyordu. İşte bu yüzden daha çok kahroluyordu. "Ne oldu!? Anlat!"

 

Barış, Çınar'ın yakalarındaki ellerini iterek ondan kurtuldu ve omuzlarını dikleştirip konuştu. "Eve geliyorduk, birden düştü. O," Kelimelerine bir an devam edemedi. Nil'in kulaklarında yankılanıp duran sesi elini ayağını kesiyor, sanki kalbi infilak ediyordu. "O, ne!? Söyle!"

 

Yutkundu. "Ayaklarımı hissetmiyorum, dedi." Çınar duyduğu cümleyle öylece kaldı. Birkaç saniye anlama sorunu yaşadı. Sonra binbir türlü senaryo kafasının içini kemirmeye başladı. Kafasını iki yana salladı. "Yok, öyle bir şey olmaz!" Sırtını Barış'a önünü de içinde kardeşi olan odaya döndü. "Doktor nerde!? Lavin nerede!? Hiç kimse bir şey söylemedi mi!?"

 

Barış, Çınar'ın sırtına bir süre baktıktan sonra konuştu. "15 dakika oldu geleli, hâlâ kimse çıkmadı." Elleriyle saçlarını çekiştirdi. Ne bitmek bilmez bir on beş dakika olmuştu. İçinden ettiği duaların haddi hesabı yoktu.

 

Çınar, kapının önünde sağa sola yürümeye başladı. "Zaten iyi değildi." Dedi kendi kendine. "Dün tekrar hastaneye getirecektim. Onu dinlemeyecektim!"

 

Barış, kaşlarını çattı. Yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunun farkındaydı ama tüm bunları Nil'n yaşadığı ağır şeylere vermişti. Yanlış yapmıştı. Daha çok aramalıydı, sormalıydı. Şüphelenmeliydi.

 

Ama Nil, o kadar güler yüzlüydü ki hiçbir sorunu yokmuş gibi davranıyordu. Son ana kadar da yüzündeki gülümsemeyi silmemişti. Dişlerini birbirine bastırarak sandalyelerin birine çöker gibi oturdu.

 

Dakikalar bir zehir gibi akmaya devam ederken yanlarına Lavin de gelmişti ama onu içeriye almadıkları için bir şey öğrenmeleri imkansızdı.

 

Çınar, hâlâ sağa sola yürüyor, bazen derin derin nefesler alıyor, bazen ise o nefesleri boğazını tıkıyordu. Hayatında ilk kez bu kadar korktuğunu hissetmişti.

 

Ya kardeşi de babası gibi olursa düşüncesini kafasının içinden atamıyordu. Her defasında red ediyor ama red ettiği kadar da bu düşüncenin içine batıyordu.

 

O daha küçüktü. Koşmalıydı, yürümeliydi, yaramazlık yapmalıydı... bu düşünceyi kendi bile kaldıramıyorken kardeşi nasıl- hayır, diyerek durdurdu kendini. Kardeşine hiçbir şey olmayacaktı.

 

Olmamalıydı.

 

On dakikanın sonunda kapı aralandı ve doktor dışarı çıktı. Çınar, bu doktoru tanıyordu. İlk kez Nilüfer'ini hastaneye getirdiğinde karşısındaki doktor kardeşiyle ilgilenmişti.

 

Hepsi, doktorun önüne geldiğinde orta yaşlardaki adam kısaca onlara göz gezdirdi ve en önde duran Çınar'a gözlerini sabitledi.

 

"Kardeşiniz." Demişti, doktor da onları hatırlıyordu. Hatta, unutmadığı nadir hastalarından birisiydi Nil. "Ölümden döndü."

 

Barış, bir an tutanacak hiçbir şey bulamadı. Düşeceğini sandı ama hâlâ ayaktaydı. Doktor konuşmaya devam etti. "Bazı şüphelerim var, bunun için öncelikle Nil Hanıma birkaç test yapmamız gerekiyor."

 

Çınar, zorlukla yutkundu. "Şimdi... durumu nasıl?"

 

"Uyanmadan kesin bir şey söyleyemem. Hasta bize geldiğinde şeker seviyesi çok yüksekti. Bedende nasıl hasarlar bıraktığını kestirmek şu an için zor." Derin bir nefes aldı. O konuştukça sanki koridor uğulduyordu. "Testler yapıldığında daha net konuşabilirim."

 

"Onu..." demişti Çınar, sesi kaybolmuş gibiydi. "Görebilir miyim?"

 

"Şu an için hayır. Birkaç saate normal odaya alacağız. Geçmiş olsun." Dedi ve yanlarından geçerek koridorda gözden kayboldu.

 

Sessizlik anlık olarak bir canavar gibi hepsinin beynini kemirmeye başladı. Sadece tek bir yankı duyuluyordu. Ölümden döndü...

 

Barış, gözlerini sıkıca kapattı ve dişlerini birbirine bastırdı. Sıktığı yumruklarından birisini kalbinin üzerine yasladı. Nil'i kaybetme ihtimali kalbini paramparça etmişti. Bir ölümün ihtimali ilk kez bu kadar sarsmıştı Barış'ı. Yutkunmaya çalıştı ama olmadı. Bu saatten sonra Nil'i görmeden de hiçbir şey olmayacaktı.

 

Çınar, sıktığı yumrukları ve gergin bedeniyle yerinde kıpırdamadan beklerken düşündükleri onu harekete geçirmeye yetmişti. Bedenini koridora doğru çevirdi ve keskin adımlarla yürümeye başladı.

 

Eğer, bu işin içinde Seyfi varsa onu adalete teslim etmeyi beklemezdi. Çınar, gözü kararmaya meyilli bir adamdı. Aksi tavırları çoğu zaman başına iş açmıştı, çoğu zaman mesleği tehlikeye girmişti. Hiçbir zaman bunları umursamamıştı. O kendi bildiğimi okuyan insanlardandı. Yine kendi bildiğini okuyacaktı.

 

"Nereye gidiyorsun?" Diye soran Barış'a kısa bir cevap verdi. "Ailemin belasını sikmeye."

 

Yürümeye devam edecekken Barış, Çınar'ın kolunu tutarak ona engel oldu. "Önce sonuçlar çıksın." Dedi. "Kendini riske atamazsın." Çınar'ın dudaklarında tehlikeli bir gülümseme peyda oldu. "Risk mi?" Diye sordu küfür eder gibi. "Kardeşim için gerekirse riskleri de siker atarım. Hiçbir şey umurumda değil."

 

Barış, çatık kaşlarıyla Çınar'ın tam önüne geçti. İçindeki hisleri bastıramıyorken bir de bu adamla uğraşmak hiç kolay değildi. "Nil, umursuyor." Dedi gözlerinin içine baka baka. "Nil, seni umursuyor Çınar. Onun sana ihtiyacı var bir başkasına değil."

 

Çınar, sıktığı yumruklarından birini öfkeyle duvara geçirdiğinde Lavin korkarak birkaç adım uzaklaşmıştı. Neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu ama korkmaya başlamıştı. Abisini sever ve saygı duyardı. Tüm ailesine rağmen kendilerine iyi davranan tek kişiydi zaten Çınar; lakin öfkelendiğinde dünyanın en korkutucu adamına dönüşüyordu. Dikilmeyi keserek Hakan hocanın yanına doğru ilerlemeye başladı. Sonuçları elinden geldiği kadarıyla hızlı çıkartmaları için uğraşacaktı.

 

Koridorda yalnız kalan ikili kısa bir süre öylece bekledi. Çınar, duvara geçirdiği yumruğunu hiçbir şey olmamış gibi indirdiğinde derin bir nefes alarak gözlerini kapattı.

 

Birkaç saat daha, diye geçirdi içinden. Ömrün birkaç saat daha uzadı Seyfi Ilgazoğlu.

 

Cebinden telefonunu çıkartarak en güvendiği adamlarından biri olan Simurg'u aradı. Onun gerçek adını kimse bilmezdi, buna Çınar da dahildi. Arama ilk çalışta karşılık buldu. Fransız aksanıyla konuşan adamın sesi duyuldu. "Dinliyorum."

 

"Elindeki dosyayı bana getir. Sınırda seni bekleyeceğim."

 

Simurg Fransızca konuşmaya başladı. "İşleri hızlandırmaya mı karar verdin?"

 

"Bazı şeylere geç bile kaldım." Dedi net bir şekilde Çınar. Artık o da Fransızca konuşuyordu.

 

"Bir dakika geç kalırsan seni beklemem." Dedi Simurg Fransızca konuşmaya devam ederek. Çınar bu konuşmaya Türkçe cevap vermişti. "Bir dakika geç kalırsan seni sikerim."

 

🪷 

 

NİL

 

Gözlerimi kırpıştırdım. Bedenimdeki uyuşukluk kırılan cam parçalarının üzerinde yatıyormuşum hissi uyandırıyordu. Görüş açımı netleştirmeye çalışırken hemen yanımdan tanıdık bir ses duyuldu. "Nil?" Barış buradaydı. Onu sesinden tanımıştım. Boğazımdaki yumruyu gidermek adına yutkundum. Dudaklarımdan acı bir mırıltı döküldü. Sonrasında onun adını zikrettim. "Barış."

 

"Buradayım." Dedi anında. Elimi tutuyordu. Psikolojik anlamda hissettiğim rahatlama bedenimi de anlık olarak rahatlattı. Artık Barış'ı görebiliyordum. Bana içten, sıcacık bir gülümseme sundu.

 

O bana gülümsediğinde her şey yolundaymış gibi hissediyordum. Hatırladığım kadarıyla en son Barış'la yürüyorduk sonrası bomboş bir karanlıktı.

 

"İyi misin?" Diye sordu ilgiyle. Kafamı usulca salladım. Odada göz gezdirdiğimde yalnız olduğumuzu fark etmiştim. "Abim nerede?" Diye sorduğumda duraksadı. "Buradaydı." Dedi sonra. "Akşama doğru gelecek. Hiç yanından ayrılmadı. Gerçekten." Derin bir nefes aldım. Onu görememek kalbimi kırmış olsa da Barış'ın söyledikleriyle avunmuştum. Gelecek demişti. Yanımdan hiç ayrılmadığını söylemişti.

 

Ama yine de abimi görmek istiyordum.

 

Barış üzüldüğümü fark etmiş olmalı ki yüzünü yüzüme doğru eğdi ve gözlerimin içine bakarak konuştu. "Önemli olmasaydı gitmezdi, Nil." Dedi. Elini yanağıma yasladı. "Gelecek."

 

"Nereye gitti ki?" Diye sorduğumda derin bir nefes aldı. "Küçük bir işi vardı." Kaşlarımı çattım. Bahsi geçen iş artık oldukça canımı sıkmaya başlamıştı. Hem de oldukça. "Bu işin bir adı yok mu?"

 

"Nil." Dedi. Zorlamamamı istiyor gibi. Pes ederek göz yumdum. Onlardan bir şey öğrenemeyeceğime emindim bu yüzden bu işi kendim kökünden çözecektim.

 

Barış, önüme gelen saç tutamımı kulağımın ardına sıkıştırdı. "Güzelim." Dedi içten bir ses tonuyla. Gözleri kızarıktı, üstelik yorgun görünüyordu. "Sen iyi misin?" Diye sordum merakla. Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. "Sen iyiysen ben de iyiyim." Dediğinde gülümsemem büyüdü. "İyiyim." Dedim. "Merak etme sık sık yaşıyorum böyle şeyleri."

 

"Nil..." diye başladığı cümlenin devamını getirmedi. Kaşlarım kavislendi. Neden bu kadar üzgün bakıyordu bilmiyordum ama hoşuma gitmemişti. Doğrulmak için hareketleneceğim sırada bir şey fark ederek bacaklarıma doğru baktım.

 

Birkaç saniye geçti. Birkaç tane daha. Örtünün altında kalan ayaklarım hareket etmiyordu.

 

Kendi kalp atışlarımı duymaya başladım. Beynimdeki tek ses kalbimden duyulan sesti. Öyle hızlı ve telaşlı atıyordu ki bir an sağır olacağımı sandım.

 

"B-Barış..." diyebildiğimde yanaklarımı kavrayarak ona bakmamı sağladı. "Nil, bu geçici bir şey. Tamam mı güzelim? Geçecek." Zorlukla yutkundum. Nutkum tutulmuş gibiydi. Ne konuşacağımı bilemedim bir an.

 

"Nil." Dedi baskın bir ses tonuyla. Gözlerimi ayaklarımdan çekerek Barış'a baktım. O sırada gözlerimden damlalar aktı. "Ben," nefeslerim hızlanmıştı. "Barış, ayaklarım!"

 

"Şşh." Dedi üç kez peş peşe. "Düzelecek." Hıçkırdığımda beni kendine doğru çekmiş ve göğsüne yaslayarak sıkıca sarılmıştı. "Söz veriyorum. Düzelecek." Bir şey söylemek yerine yüzünü göğsüne yasladım. Bu his konkunç bir histi. Bedenime ait olan bir şeyi hissedememek korkunçtu. Ağlamaya devam ettiğimde Barış bana daha sıkı sarıldı. "Neden böyle oldu ki?" Diye sordum hıçkırarak. "Ilacımı alıyordum. Aksatmıyordum. Şeker bile yemiyordum ki."

 

Dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Ağlama." Dedi. "Her şeyin üstünden beraber geleceğiz. Bu geçici bir şey. Yemin ederim." Burnumu çektim. Böyle bir şeyin üstünden nasıl gelinebilirdi bilmiyordum. Kendimi eksik hissediyordum, çaresiz.

 

Yorulmuştum. Neden ben gülmeye çalıştıkça hayat beni ağlatmak için uğraşıyordu ki? Haksızlıktı bu. Artık gülmeyecektim. Madem gülmemi istemiyordu ben de gülmezdim. Belki o zaman beni rahat bırakırdı.

 

Beynimdeki eksiklik bir çığ gibi üzerime düşüyordu. Ayaklarımı hissetmiyordum. Kımıldamıyorlardı. "Ben o adam gibi mi olacağım?" Diye sordum sessizce. "Ona üzülmediğim için Allah beni cezalandırdı mı?" Babamın tekerlekli saldalyedeki hali gözümün önüne geldiğinde daha çok ağlamaya başlamıştım.

 

"Nil. Hayır. Güzelim düzelecek. Böyle kalmayacak. Söz veriyorum." Söyledikleri anlamsız geliyordu çünkü şu an yaşadığım şey fazla büyüktü. Belki de ben çok küçüktüm.

 

"Nil." Dedi içli bir şekilde ama devamını getirmedi. Kolları ağlayışlarımın iç çekişlerine dönüşene dek beni sıkıca sardı. Bu süre dakikalarca devam etmişti. Kabul etmek istemiyordum. O adam gibi olmak istemiyordum!

 

Sırtımı sıvazlayan eli durduğunda akan gözyaşlarım da durmuştu. Ama zaten artık hareket eden hiçbir şey yoktu bana göre. Sanki herşey hareket kabiliyetini yitirmişti. Kapının iki kez tıklatıldığını duydum. Sonra açıldı ama içeriye kimin girdiğini görmedim. Sadece sesini işittim. "Nil Hanım, geçmiş olsun." Diyordu. "Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?"

 

Sesi tanıdıktı çünkü daha önce bu doktoru görmüştüm. Beni tedavi etmişti. Sessizce mırıldandım. "Çok kötü." Dedim ve yüzünü görebilmek için Barış'ın göğsünden başımı kaldırdım. "Bir daha yürüyemeyecek miyim?" Doktor, bana beklemediğim bir içtenlikle gülümsedi. "Yürüyeceksiniz." Dedi. "Bu geçici bir durum."

 

Burnumu çektim. "Hep böyle geçici durumlar başıma gelir mi?"

 

"Kanınızda yabancı bir madde tespit ettik. Normal yaşantınızda karşılaşma olasılığınızın oldukça düşük olduğu bir madde bu." Kaşlarım çatıldı. "Ne demek istiyorsunuz?"

 

"Sizinle açık konuşacağım." Dedi gözlerimin içine bakarak. "Zehirleniyormuşsunuz."

 

Söylediğini algılayamadım. Barış, kollarını sıkılaştırdığında yutkundum ve derin bir nefes alarak duyduğum şeyi sindirmeye çalıştım. Ama olmadı. Kendimi ağlamamak için zor tutarken sordum. "Nasıl?"

 

Doktor, birkaç saniye bana baktıktan sonra konuşmaya başladı. "Kanınızdaki ilaç kullanılan dozların küçüklüğüyle orantılı olarak görünmez bir bariyere sahiptir. Bedeninizdeki herhangi bir vitamin gibi işlev görür. Lakin yaşadığınız stresten dolayı tüm değerleriniz altüst olduğu için açığa çıkarak kendini göstermiş. Bu sizin için çok iyi bir şey. Eğer fark edilmeseydi ayaklarınızda yaşadığınız his kaybı kalıcı felçle sonuçlanabilirdi." Nefesimi tuttum. Kalbim yine gürültülüydü. Doktor konuşmaya devam etti. "Bu ilaç büyük ihtimalle insilüninize karıştırıldı. Aktif olarak kullandığınız kalemi incelemeye gönderdim. Sonuçlar henüz çıkmadı ama böyle bir zehrin sinsice kanınıza karışabilmesinin başka bir yolu yok."

 

Yutkundum. Birçok kez. Aklıma ansızın bir şey geldi. Zaman ve mekan değişti. Şimdi annem yere serdiği minderin üzerine oturmuş ilaçlarımı kontrol ediyordu. Annemin ilaçlarımı neden ayrıntıyla incelediğini hep merak ederdim. Birkaç kez sormuştum. O ise hep güvenliğim için olduğunu söylerdi. Paketin açılıp açılmadığına dikkat ederdi. Küçücük bir yırtık bile gördüğünde ilacı çöpe atardı. Üstelik benim ilaçlarım pahalıydı ve kolay kolay alamıyorduk. Buna rağmen pakette gördüğü çizikleri bile kabul etmezdi.

 

"Bunu kim yaptı?" Diye sordum ama zaten sorunun cevabını az çok biliyordum. "Henüz kim olduğu belli değil ama..." dedi Barış. Nefeslenerek devam etti. "Seyfi'den şüpheleniyoruz."

 

Bir kez daha yutkundum. Elim istemsizce kalbimin üzerine gitmişti. Abimin o adama yaklaşmamam gerektiğine dair uyarıları birkaç kez zihnimden geçti.

 

Doktor Bey yeniden konuşmaya başladığında dikkatimi ona vermeye çalıştım. "Daha çabuk toparlanabilmeniz için birkaç vitamin yazacağım. Bunun yanında bolca su içmeyi ihmal etmeyin. Eski sağlığınıza kavuşabilmek için bol bol egzersiz yapmalısınız." Gözlerim ayaklarıma doğru kaydı.

 

Bu halde bol bol egzersizi nasıl yapacaktım ki?

 

"Ayrıca bu konu artık polisin yürütmesi altında. Canınıza kast edildi. Daha da kötüsü, özgürlüğünüze." Dedi Doktor Bey. Gözlerimin içine baktı. "Sakın susmayın."

 

İsterseniz ellerimi kesin, diye geçirdim içimden. İsterseniz bacaklarımı bedenimden koparın. Sürünecek bile olsam davamdan vazgeçmeyeceğim.

 

Beni korkutup göndermek istiyordular. Çünkü önlerinde bir engeldim. Kaşlarım çatıldı. Akıttığım gözyaşlarımı kendime yediremedim. Ne yaparsalar yapsınlar kalkacaktım. Çünkü annem bana bunu öğretmişti. Benim konuşmaktan, bağırmaktan başka seceneğim yoktu.

 

Ben bir kadındım. Fiziksel olarak onlara zarar veremezdim ama zihnimi kimse yenemezdi. "Ne zaman yürüyebileceğim?" Diye sordum. "Size bağlı." Dedi. "Belki birkaç güne, belki de birkaç haftaya ama süreç ne kadar uzarsa uzasın ayağa kalkacaksınız."

 

Derin bir nefes aldım. Abimle olan ilişkimi sağlamlaştırmak, ona alışmak, tanıyabilmek için bir şeyleri geri plana attığım doğruydu. Yanlış yaptığımı düşünmüyordum çünkü şu an hissettiğim hırsı kendi kendime edinemezdim. Üstelik artık ne olursa olsun abimin yanımda olduğunu biliyordum. Yalnız değildim.

 

Ve 

 

İntikam almak istiyordum.

 

Doktor, geçmiş olsun dileğinde bulunarak odadan çıktığında Barış dudaklarını alnıma bastırdı. "Her şeyi halledeceğiz." Buna inanıyordum. Kollarımı sıkıca beline doladım. Yanımda olmasaydı bu duruma çok daha farklı tepkiler verebilirdim ama onun varlığı bana güç veriyordu.

 

Tüm olanları düşündüm. Gözleri kararmış olan ailemi. Bu işin içinde başka bir şey olmalıydı çünkü beni daha hiçbir şey yapmamışken saf dışı bırakmaya çalışmışlardı. Avukat olduğumu bile bilmiyorlardı. Buna rağmen bir şeylere yelteniyorlarsa düşündüğümden daha büyük bir sırrı daklıyorlar demekti.

 

"Aile, deyince aklına ne geliyor?" Diye sordum sessizce Barış'a. Konuşmak istiyordjm çünkü düşündükçe içim daralıyordu. Barış birkaç saniye düşündü. Sonra konuştu. "Eskiden annem ve kardeşlerim gelirdi." Dedi. "Ama şimdi sen geliyorsun."

 

Gözlerimi kırpıştırdım. Bu cevabı beklemiyordum. "Gerçekten mi?" Kafasını salladı. "Gerçekten." Dedi. "Haksızlık bu, sadece haftalar içinde her şeyim olamazsın."

 

"Oldum mu ki?"

 

"Oldun." Dedi. "Sence de haksızlık değil mi?"

 

"Haksızlık mı?"

 

Gülümsedi. "Yerim seni bak, şirinleşme."

 

"Yürüyeceğim değil mi?"

 

"Yürüyeceksin. Hatta seninle birlikle yakalamaca oynayacağız." Karamsarlık uçup gitti. Söyledikleri beni güldürmüştü. "Ama siz mızıkçılık yapıyorsunuz." Dedim şikayet ederek. "Aysu da sen de."

 

"Ne? Ne zaman yapmışım mızıkçılık?"

 

Omuz silktim. "Aysu'dan kaçarken beni belimden yakalamıştın."

 

"Belinden yakalamıştım değil mi?" Derken elini sıkıca belime sarmıştı. "İyi ki yakalamışım."

 

🪷 

 

Esma teyze, Baran, Aysel hatta Aysu bile beni görmeye gelmişti. Esma teyze dondurma kutusunun içine sarma saklamış ve çantasından çıkartarak gizlice bana vermişti ama Barış durumu fark ettiği an sarmalarımı benden çalmıştı. O yüzden ondan küsmüştüm. Kısa süreliğine.

 

Ayrıca, Barış ve abimin ortak arkadaşları da gelmişti. Birçoğu geçmiş olsun çiçeği ve gülümsemesiyle moralimi yerine getirmişti. Hatta Sema düğünlerine kadar ayağa kalkmam gerektiğini ve bar başında oynama görevini bana verdiğini söylemişti.

 

Onlar, durumumun stresten kaynaklı olduğunu düşünüyordu. Gerçekleri şimdilik yalnızca biz biliyorduk.

 

Lavin, sürekli yanıma gelerek bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soruyordu. Volkan da okuldan çıktıktan sonra gelmişti ve gözlerinde gördüğüm üzüntü kalbimi sarmıştı.

 

Daha önce hiç bu kadar çok insan benimle ilgilenmemişti. Ben sadece Kübra'ya alışkındım. Onunla birlikte kurduğumuz yalnızlığa. Ama şimdi durum farklıydı. Uyandığımdan beri yalnız kalmamıştım. Çoktan akşam olmuştu bile. Vakit ne zaman geçmişti anlamamıştım.

 

Geçen tüm saatlere rağmen ayaklarımı hâlâ hissetmiyordum. Odada ilk kez yalnızdım. Barış, arkadaşlarını yolcu etmek için odadan çıkmıştı. Birazdan gelirdi.

 

Yatakta kenarlardan destek alarak doğruldum ve bacaklarımı ellerim yardımıyla yataktan aşağı sarkıttım. Yere değen ayak tabanlarımı görebiliyordum ama hissetmiyordum. Kaşlarım çatıldı. Ayağa kalkacaktım.

 

Nasıl kalkacağım hakkında bir fikrim yoktu ama böyle uzanmak çok canımı sıkıyordu. İki dakika yerinde durmayan ben için bu durum felaketti. Yürümek istiyordum. Yeniden ayaklarımı hissetmek istiyordum.

 

Yapabilirdim.

 

Yatağa sıkıca tutundum ve ağırlığımı ayaklarıma vererek kalkmayı denedim. Bunu yaptığım an yere düşmüştüm. Hazırlıksız yakalandığım için canım acımıştı. Yüzümü buruşturarak kalkmaya çalıştım ama olmadı. Gözlerim dolmaya başladığı sırada kapının açılan sesini duydum. "Nil!"

 

Barış koşarak yanıma geldi. Beni yerde görmek son beklediği şeydi galiba. "Güzelim?" Diyerek yanıma eğildiğinde burnumu çektim. "İyi misin?" Kafamı salladım. Belimi kavradı o sırada ve beni kucağına aldı. Bedenimi nazikçe yatağa bıraktı.

 

"Yürümek istedim ama olmadı." Dedim umutsuz bir şekilde. Ellerini yanaklarıma yerleştirdi. "Olacak." Dedi. "Birlikte egzessiz yapacağız. Söz veriyorum en kısa zamanda yeniden koşabileceksin ama sen de bana söz ver; tek başınayken böyle şeyler yapmayacaksın." Bakışlarında benim için duyduğu bir endişe vardı.

 

Gözlerimi kaçırarak kafamı salladım. "Acıdı mı bir yerin?" Diye sordu ilgiyle. Çok acımamıştı ama acımış gibi yapabilirdim. "Kolum acıdı, birazcık." Acıdığını söylediğim koluma baktı. Naifçe dokundu. "Neresi?"

 

Gülümsedim. "Şurası." Dedim üzerine düştüğüm yeri göstererek. Eğilerek dudaklarını gösterdiğim yere bastırdı. İçim gıdıklandı. "Krem alıp geleyim." Diyerek ayaklanacakken onu tuttum. "Geçti. Hem o kadar acımıyordu ki."

 

Gözlerimin içine bakarak derin bir nefes çekti. "Gerçekten geçti mi?" Kafamı salladım. "Hı-hm. Öp diye acıdı dedim." Söylediğimi anlamamış gibi birkaç saniye daha yüzüme baktı. "Başka acıyan yerlerin var mı?" Diye sordu yamuk bir sırıtışla. "İstediğin kadar öpebilirim."

 

Konuşacağım sırada kapı hızlı bir şekilde açıldı. İlk başta kimse görünmedi ama sonra Aysu'nun sesini duyduğumda aklıma yere bakmak geldi. "Yinge!" Gözlerimi kırpıştırdım. Onlar hâlâ burada mıydı? Aysu'nun peşinden odaya Aysel girdi. "Ay Nil Abla kusura bakma, gerçekten tutamadım."

 

Aysu, yatağın kenarına gelerek zoraki bir şekilde yanıma çıktı ve ablasına kötü kötü bakarak konuştu. "Yinge, senlen yatıcam diye kızıyorlar."

 

Barış kardeşlerine kısa bir süre baktıktan sonra gülümsedi ama bu sıcak bir gülümseme değildi. Zamanlamalarına sövüyor gibiydi.

 

"Kim kızıyor?" Diye sordum merakla Aysu'ya. O sırada o iyice yanıma yerleşmiş kafasını da benim yastığıma koymuştu. "Anamlar." Dedi sitemle.

 

Kıkırdadım. Yiyecektim, görecekti.

 

Odadan içeriye Baran ve Esma teyze de girdiğinde meraklanarak sordum. "Siz hâlâ gitmediniz mi?" Esma teyze teessüf ederim der gibi baktı bana. "Seni bırakıp nereye gideceğim, kızım? Gözüm arkamda kalır vallahi." Gülümsedim.

 

"Zahmet etmeseydiniz." Dediğim sıra kaşlarını çatmıştı. "Duymamış olayım ha! O nasıl laf öyle, zahmetmiş!"

 

Cevap veremeden Baran lafa atladığında susmuştum. "Aşk olsun yengecim. Kırıldım gücendim yani. Senin gibi güzel bir yenge bulmuşum arkamda mı bırakacağım?"

 

Barış, etrafta Baran'a atacak bir şeyler aradı ama bulamadı. En sonunda konuşmaya karar verdi. "Kes laubaliliği! Hasta ziyaretinin kısası makbuldür demedim mi ben size? Çıksanıza dışarı!"

 

"Oğlum?" Dedi şaşkınca Esma teyze. "Sen kal anacım, sana demiyorum. Hayırsız evlatlarına diyorum."

 

"Aşk olsun abi." Dedi Aysel küsmüş gibi. Barış kafasını usulca salladı. "Olsun." Dedi fısıldayarak.

 

Gülümsedim. Baran yeniden konuştu. "Bir şeye ihtiyacın var mı YENGECİM? Hani ne olursa ben emrine amadeyim."

 

Barış ayaklandı. "Oğlum seni bana sayıyla mı veriyorlar!?"

 

"Aa ama abicim ne dedim sanki?" Diye sordu Baran ve annesinin arkasına geçerek genişçe sırıttı.

 

Esma teyze derin bir nefes alarak bana baktı. "Sen bunların kusuruna bakma evladım." Dedi. "Aysu, kızım in yataktan yengenin dinlenmesi lazım."

 

Yalnız yenge olayına hepsi benden önce alışmıştı galiba. Aysu omuz silkerek küçük elleriyle bana sarıldı. "Ben yingemlen yatcam! Yatim dimi yinge?"

 

Cevap veremedim. "Olmaz öyle şey! İn aşağı çabuk."

 

"Ama anne!"

 

"Aysu, dedim!"

 

Aysu ofladı. Küserek ellerini göğsünde birleştirdi ve küçük ayaklarını yere doğru uzatarak inmeye çalıştı. Düşmesin diye kolundan tuttum. Yere kazasız belasız indiğinde konuşmuştum. "Uyuyana kadar kalabilirdi." Dedim ara yol bulmaya çalışarak ama Esma teyze asla kabul etmedi. Aysu'nun beni rahatsız edeceğine emindi. Aslında rahatsız olmazdım ama psikolojik anlamda iyi olmadığım için ona bir şeyleri yansıtmaktan korkuyordum. Bu yüzden ısrar etmedim. Ama Aysu'ya birlikte başka zaman uyuyacağımıza dair söz verdim.

 

Güzel ve sıcak bir muhabbet ortamı oluştu. Biz konuşmaya dalmışken kapı yeniden tıklatılmış ve aralanmıştı. Abimin geldiğini gördüğümde gözlerimi kocaman açarak yatakta doğruldum. "Abi!" Diye seslendim. Duraksız adımlarıyla yanıma geldi ve beni kollarının arasına alarak sıkıca sarıldı.

 

"Abicim." Dedi içten bir şekilde. "Seni yalnız bıraktığım için özür dilerim." Kollarımı beline sıkıca sardım. "Yalnız değildim ki." Dedim neşeli bir şekilde. "Beni görmek için bir sürü insan geldi."

 

Bugün moralimi yerine getiren ve beni manevi anlamda ayakta tutan bu gerçekti. Kendimi değerli hissetmiştim.

 

"Biz dışarıdayız." Diyen Barış'ın sesini duydum. Ona yanıt vermek istesem de verememiştim. Kısa bir süre içinde abimle yalnız kaldığımızda geri çekilerek birbirimize baktık. Hemen sordum. "Neredeydin?"

 

Derin bir nefes aldı. "Boş ver şimdi bunu. Sen iyi misin?"

 

Kafamı iki yana salladım. "Ayaklarımı hissetmiyorum." Dedim ama bunu bildiğine emindim. "Nilüfer'im, bu geçici bir şey abicim. Kısa zamanda ayağa kalkacaksın."

 

Orası öyle bile olsa ihtiyaçlarımı tek başıma karşılayamıyor olmak kötü hissetmemi sağlıyordu. Hem, ben gün boyu onun gelip bana destek vermesini beklemiştim. "Üzgün üzgün bakma bana." Dedi kaşlarını çatarak. Gözlerimi kaçırdım.

 

İçimi kemiren şeyi dile getirdim "Bana bunu Seyfi mi yaptı?" Diye sordum ellerime bakarken. Derin bir nefes aldı. "O yapmamış bile olsa işin içinde olduğuna eminim." Dedi açıkça.

 

Yutkundum. "Yarın, gidecek misin?" Bu korktuğum bir soruydu. Yurtdışına çıkacağını söylemişti. O giderse yalnız kalacaktım. Belki çevresel anlamda değil ama ruhsal anlamda öyle olacaktı.

 

Yanaklarımı avuçlarının içine aldı. Gözlerine bakmamı sağladı ve konuştu. "Nilüfer, bu benim işim abicim. Ben de gitmek istemiyorum yemin ederim. Seni böyle bırakıp gitmek kolay mı sanıyorsun?"

 

Burnumu çektim. "Sen asker falan mısın?" Diye sorduğumda gülümsedi. "Ona benzer bir şeyim diyelim."

 

"O da ne demek oluyor?" Gülümsemesi büyüdü. "İllegal işler yapmıyorum merak etme. Devletimin hizmetindeyim. Sadece bu kadarını bilmem yeterli." Aslında değildi ama kabullenerek kafa salladım. O sırada bir şey fark ettim. Elini tutarak tersini çevirdim. Eklem kısımları kanamış ve soyulmuştu. Hafiften morarmaya başlamıştı. "Abi! Ne yaptın buraya!?"

 

"Küçük bir kaza." Dedi elini elimden kurtarmaya çalışarak. Kaşlarımı çattım. "Küçük diye diye artık hiçbir şeyi yutturamazsın bana." Dedim sitemle."Çocuk mu var senin karşında ya!?"

 

Kafasını salladı. "Evet. Çocuksun sen daha." Dediğinde kaşlarımı biraz daha çattım. Söylediklerimle ilgilenmeyerek başka bir konuya geçti.

 

"Seninle bir anlaşma yapalım mı?" Diye sordu. Tek kaşımı kaldırdım. "Nasıl bir anlaşma?"

 

"Ben geri gelene kadar ayağa kalkmış olacaksın ben de elimden geldiği kadar hızlı geri döneceğim."

 

"Kaç gün gibi mesela?"

 

"Üç veya dört."

 

"O kadar kısa zamanda ayağa kalkabilir miyim ki? Bugün yürümeyi denedim ama düştüm."

 

"Düştün mü?"

 

"Hı-hm. Odada kimse yoktu. Yürümek istedim." Yaptığım hoşuna gitmemiş olmalıydı ki kaşlarını çattı.

 

"Acıdı mı bir yerin?" Dudaklarımı birbirine bastırdım. "O kadar acıdı ki. Az daha ölüyordum." Yalan söylediğimi anlamış olacak ki derin bir nefes aldı. "Nilüfer, abine yalan söylememen gerektiğini sana daha kaç kere söyleyeceğim?"

 

Omuz silktim. "Bir milyar, yedi yüz elli milyon."

 

Gözleri kısıldı. "Abim." Dedi içten bir şekilde. "Geri döndüğümde yürüyor olacaksın." Söylediğine cevap vermek yerine başımı omzuna yasladım. Gitmesini istemiyordum. Ama gidecekti. Ofladım.

 

"Oflama. Sen benim canımsın. Yüzünü böyle asık görmek istemiyorum."

 

"Ama gülüyorum diye başıma geliyor bunca kötü şey."

 

"Herkesin başına kötü şeyler geliyor, abicim. Ama sen benim bataklık çiçeğimsin. Ne olursa olsun, ne kadar batarsak batalım, her daim parlayacaksın."

 

Derin bir nefes aldım. Abimin kokusuna alıştığımı fark etmiştim. "Bana bak." Başımı omzundan kaldırarak gözlerinin içine baktım. Ellerini yanaklarıma yerleştirdi. "Geri geldiğimde canımızı yakan kim varsa canını yakacağız. Anlaşıldı mı?"

 

Bunu istiyordum. Abimle birlikte yürümek istiyordum. Sonu nereye varacaktı bilmiyordum ama herkes yaşattığını yaşayacaktı.

 

🪷

 

Bölüm sonuu!!

 

Beğendiniz mi bölümü?

 

Düşünceleriniz neler?

 

Çınar?

 

Aile sizin için ne ifade ediyor?

 

🍭🍭🍭🍭

 

Size sormam gereken bir şey var.

 

Birkaç bölüm sonra sezon finali vermeyi düşünüyordum. Ben genelde okuma zevki vermesi açısından hergün bölüm atan birisiyim biliyorsunuz. Okul başladığı için hergün bölüm atamıyorum artık. O yüzden sezona gitmek ve birkaç ay ara vermek istiyordum

 

Ama aranızdan, 1 hafta bekleriz sen bölüm at diyen birçok kişi oldu.

 

Şimdi buna karar vermek için çoğunluğun söylediğini yapalım dedim.

 

İnstagram'da bir anket açacağım. Sezon mu vereyim yoksa haftada 1 bölüm mü atayım? Sorusuna cevap verirseniz kendimi ona göre ayarlamış olurum.

 

Böylelikle çoğunluğun gönlünden geçeni yapmış oluruz.

 

İnstagram; Zeynepizem

 

Hepinizin oy vermesini bekliyorumm, hesabım herkese açık😘

 

Sonraki bölümde görüşmek dileğiyle

 

Öpüldünüüzz💋💋

 

 

Loading...
0%