Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

Oy çokluğuyla her hafta bölüm atmaya karar verdim. Her biriniz kırmadan dökmeden bölüm istediniz, oy çokluğu olmasaydı bile bölüm atmaya devam ederdim sanırım. Çok güzelsiniz. Destekleriniz için teşekkür ederim. İyi ki varsınız. Sizi çok seviyorum♥️

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 37

 

🪷

 

Abim gitmişti.

 

Ve şimdiden onu özlemiştim. Sabahın ilk ışıklarında hastaneden ayrılmıştı. Endişeleniyordum çünkü nereye gittiğini ve neden gittiğini bilmiyordum. Yine de ona güveniyordum. Geleceğini söylemişti. Hatta o geldiğinde yürüyor olacaktım. Sırf bu yüzden bir an önce ayağa kalkmalıydım. Ne kadar erken ayağa kalkarsam o kadar erken gelirdi.

 

Söz vermişti.

 

Sabah Doktor Bey tüm kontrollerimi yapmıştı. Ayaklarımı hâlâ hissetmiyordum ama bazen derin bir acı duyuyordum dizlerimde. Çok acıyordu. Doktor, bunların normal olduğunu hatta iyiye gittiğimi gösteren işaretler olduğunu söylemişti.

 

Yine de tek başıma ihtiyaçlarımı göremiyor olmak üzülmemi sağlıyordu. Hatta bu üzülmek gibi bir duygu değildi. Daha başka, katlanılamaz bir şeydi. Ayaklarımı yeniden hareket ettirmeye çalıştım ama kıpırdamadılar. Daha ne kadar böyle devam edecekti?

 

Bir an önce son bulmalıydı çünkü ben içimde taşıdığım gücü yavaşça kaybettiğimi hissediyordum. Kapı tıklatılarak açıldığında gözlerimi pikenin altındaki hareketsizce duran ayaklarımdan çektim ve içeriye girene baktım.

 

Gelen elindeki yemek tepsisiyle Barış'tı. Yüzüme bir gülümseme yayıldı. Bir an olsun yanımdan ayrılmamıştı. Ben, şu haldeyken bile kendimi kaybetmiyor ve gülümseyebiliyorsam onun sayesindeydi. Barış tepsiyi masaya koyarak önüme doğru getirdi ve yataktaki boş kısma oturdu. Tepsinin içindekilere göz gezdirdiğimde yüzüm asıldı. Barış bunu anında fark ederek konuştu. "Bu tepsi bitecek."

 

Omuz silktim. "Ben sarma yemek istiyorum." Dedim mızmızlanarak. Hâlâ Esma teyzenin getirdiği sarmaları çaldığını unutmuş değildim. Bir tane bile yedirmemişti hem de. "Taburcu olana kadar bunlarla idare edeceksin. Annem sonra sana yine yapar." Alt dudağımı büzdüm. "Bir tanecik yesem?"

 

"Hayır."

 

"Of!" Kollarımı birbirine doladım. "Konuşma benimle."

 

"Nil." Dedi benim aksime sakince. "Hadi güzelim yemeğini ye."

 

Güzelim deyince bir ısındık sana delikanlı.

 

Tepsinin yanındaki çatalı elime aldım ve peynire batırdım. İsteksizce ağzıma attım ve o sırada bir dilim de ekmek koparttım. Hiç iştahım yoktu ama bir an önce kalkabilmem için sağlıklı beslenmeliydim.

 

"Annenler gitti mi?" Diye sordum lokmamı yuttuktan sonra. "Çocuklar gitti, annem burada." Dediğinde bir an duraksadım. "Neden gitmedi hâlâ?"

 

"Gelinini bırakıp nasıl gitsin?"

 

Dünya genzime kaçmış gibi öksürmeye başladığımda Barış sırtıma hafif hafif vurdu. "Ne oldu? Boğazına mı kaçtı?" Diye sordu bir de söylediğinin farkında değil gibi. Öksürmeye devam ederken dudaklarıma su bardağını da yaslamıştı. Birkaç yudum alarak kendimi sakinleştirebildim.

 

Yüzüne birkaç saniye baktım. Hemen ardından elimi omzuna koydum ve konuştum. "Aslanım, sence de biraz hızlı gitmiyor muyuz?"

 

Omzuna yerleştirdiğim elime doğru eğilerek dudaklarını bastırdı. İçim yaptığı yüzünden kıpır kıpır oldu. "Ben seninle evleneceğim." Dedi gözlerimin içine bakarak. "Şimdiden bu düşünceye kendini hazırlasan iyi olur."

 

O ciddiydi. Gerçek anlamda ciddiydi. Ben dalga geçtiğini düşünmüştüm. Hayır, zaten her şakanın içinde gerçeklik payı olurdu ama o şaka falan yapmıyordu.

 

"Barış, sen gerçekten benimle evlenmek mi istiyorsun?" Diye sordum bir an kendime engel olamayarak. Tek kaşı kavislendi. Sorduğum soruyu sorguluyordu. "Seni oyaladığımı falan mı düşünüyorsun Nil?"

 

"Ne? Hayır!" Yutkundum. "Öyle bir şey düşünmedim. Sadece, ne bileyim... yani sonuçta evlenmek istediğin kişi benim. Bu da seni sorgulamama neden oluyor."

 

"Sen de ne varmış ki?"

 

Omuzlarım düştü. "Hiçbir şey yok." Dedim kestirip atarak. "Yürüyemiyorum bile."

 

"Nil." Dedi uyararak. "Bu geçici bir durum."

 

"Geçici olmasaydı peki? Ya gerçekten felç kalsaydım?"

 

Yanaklarımı avuçlarının içine alarak ona bakmamı sağladı. "Ben sana aşık olurken ayaklarını hesaba kattım mı sanıyorsun? Ellerini kollarını, bedenindeki herhangi bir noktayı..." derin bir nefes aldı. Tam gözlerimin içine bakıyordu. "Nil, sen çok başka bir şeysin. Seni bazen tanımlayamıyorum bile. Sen benim nezdimde tanımsızsın. Ne şekle bürünürsen bürün-" elimi kalbinin üzerine yasladı. Avuç içim hızlıca atan kalp atışlarını hissetti. "-burası seni tanıdıkça hiçbir şeyin önemi yok."

 

Görüntünün bir tanımı olmadığını söylüyordu. Onun için önemli olan ruhsal tanışıklıktı. Barış'ın dilini zor da olsa çözebilmiştim.

 

Gülümsedim.

 

"Bazen şiir gibi konuşuyorsun. Seni anlamakta zorlanıyorum." Ama anlıyorum.

 

"Bizim aşkımız anlamsız değil anlaşılmaz olsun, güzelim." Dedi. "Bizi bizden başka kimse anlamasın."

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Normalde utangaç bir insan değildim ama utanmıştım bir an.

 

Biraz uzun süre yüzüne bakmış olmalıyım ki elimdeki çatalı aldı ve domatese batırarak dudaklarıma doğru uzattı. "Ağzını aç." Dedi bir de üstüne.

 

Yan gözle yüzüne baktım. Sonra dediğini yaptım ve dudaklarımı birbirinden ayırdım. Domatesi ağzıma tıktı ve romantik olması gereken bu ortam domates ağzıma büyük geldiği için hüsranla sonuçlandı.

 

Şişmiş yanaklarımla domatesi çiğnerken Barış'ın yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Neye gülümsüyordu bilmiyordum ama her an bayılabilirim. Çünkü az önce üstü kapalı bir şekilde evlenme teklifi almıştım. Ağzımdaki lokmayı yuttuğum an Barış çenemi kavramış ve dudaklarımın öne doğru büzülmesine neden olmuştu. Büzülmüş dudaklarıma nefesimi kesen bir öpücük bıraktı.

 

"Kahvaltını doğru düzgün yemezsen ben seni yiyeceğim." Dedi gözlerimin içine bakarak. Nefesi dudaklarıma çarpmıştı. Yutkundum. Çok tehlikeli hareketler yapıyordu; mesela nefesimi kesiyordu.

 

Barış geri çekildiğinde rahat bir nefes aldım ve elindeki çatalı almak için elimi uzattım. Fakat çatalı vermedi. Onun yerine bir peynir parçasına batırdı ve dudaklarıma doğru uzattı. "Ben yiyebilirim." Dedim.

 

"Biliyorum." Dedi ve peyniri dudaklarıma yasladı. Çatalın ucundaki peyniri ağzıma alarak çiğnedim. Ekmekten bir parça kopararak onu da uzattı. Onu da yedim.

 

Barış'ı da yiyecektim.

 

"Ne sırıtıyorsun?" Diye sordu. Ağzımdakileri yutarak yüzüne baktım. "Barış?"

 

"Hm?"

 

Gülümsemem büyüdü. "Seni üzerler, Aslanım." Tek kaşını kaldırdı. "Kim üzüyormuş beni?"

 

"Abim."

 

Söylediğimle birlikte aniden öksürdü. Kıkırdadım. Elimi kaldırarak hafifçe sırtına vurdum. "Helal helal."

 

"Kızım abini niye karıştırıyorsun ya?" Diye sordu sitemle. "Ayrıca bir daha bana aslanım falan dersen bozuşuruz bak."

 

"Neden bozuşuyormuşuz, Aslanım?" Dedim ve devam ettim. "Hem abim de sana Aslanım diyor."

 

"Kızım aynı şey mi!?" Diye yükseldi. Gülmemek için kendimi zor tuttum. "Sen benim askerlik arkadaşım mısın?"

 

Başımı sağa doğru yatırdım. "Neyinim?"

 

Duraksayarak gözlerimin içine baktı. Merakla bir cevap beklerken çenemi kavradı ve dudaklarımı öptü. "Seni böyle öpebildiğime göre ahiretliğimsin Nil."

 

Minik bir kahkaha attım. Aptaldı. Gerçekten. Beni nasıl güldürebileceğini biliyordu. Gülüşümü durdurarak sordum. "Ailen aramızdakileri biliyor mu?"

 

"Açık açık söylemedim ama tahmin etmek de zorlanmazlar herhalde."

 

Yani hepsi beni yenge olarak kabullendiğine göre farklı bir durumu düşünmek saçma olurdu. Çok mühim bir şey düşünüyormuş gibi gözlerimi kıstım. "Abime ne zaman söyleyeceksin?"

 

"Geri geldiğinde." Dedi sakince. Bu sakinliğini garipsedim. "Nasıl söyleyeceksin peki?"

 

"Ben Nil'le evleneceğim, diyeceğim."

 

Gözlerim büyüdü. "Sonra da senin ruhuna el fatihayı okuyacağız galiba." Boğazını temizleyerek omuzlarını dikleştirdi. "Merak etme ben kendimi sağlama alırım, seni bırakıp öte tarafa gitmek gibi bir niyetim yok."

 

Dudaklarım kulaklarıma vardı. Doğru kişiye aşık olmuştum. Bir şey daha sormak için ağzımı açtığım sıra salatalığı sokuşturmuştu. "Abinin muhabbetini kenara atabilir miyiz canım, hatta mümkünse direkt abini atalım." Ağzım dolu olmasına rağmen güldüm.

 

Canım falan hayırdır...

 

Hayırdır. Hayır.

 

Yutkunduktan sonra konuştum. "Abimi arayalım mı? Gitmiş midir gideceği yere?"

 

"Arasak da açmaz Nil. Kapalıdır onun telefonu." Kaşlarım çatıldı. Şüphelerim gittikça artıyordu. "Barış bir şey soracağım ama gülme."

 

"Sor." Dedi tek kaşını kaldırarak. "Abim ajan falan mı?" Duraksadı. Sonra bağazını temizledi ve konuştu. "Hayır." Dediğinde gözlerimi kısarak yüzüne yaklaştım. "Bir duraksadın sanki?"

 

"Nil, abini bir yerlere atmamış mıydık az önce güzelim? Başka şeylerden konuşalım." Kafamı belli belirsiz salladım. "Ne zaman taburcu olacağım?"

 

"Yarın sabah son kontrolün var. Doktor uygun görürsen yarın evimize gideriz."

 

"Evimiz mi?"

 

"Evet."

 

"Hangi evimiz? Bizim evimiz mi var? Benim neden haberim yok?"

 

"Artık var." Dedi. "Benim olan her şey senin olduğuna göre ve senle ben biz olduğumuza göre bizim evimiz var."

 

Barış, uçuyorsun aslanım.

 

Sırıttım ve kahvaltıma geri döndüm. Bu sefer hızlı bir şekilde doyana kadar yemeğimi yedim. Barış, tepsiyi önümden almış ve masayı ayaklarımın ucuna doğru çekmişti. Bir kez daha varlığı kalbimi sıkıca sardı. Sürekli gözümün içine bakıyordu ve onun yüzünden halime üzülemiyordum bile.

 

Ben üzülürsem o da üzülürdü çünkü.

 

"İstediğin bir şey var mı güzelim?" Diye sorduğunda kafamı iki yana salladım. "Sadece yürümek istiyorum." Dedim mırıldanarak. Derin bir nefes alarak üzerime doğru eğildi. "Yürüyelim?"

 

Gözlerimi kırpıştırdım. "Nasıl?"

 

Ellerimi tutarak yatakta oturur pozisyona gelmemi sağladı. Sonra belimi kavrayarak beni kucağına çektiğinde gözlerimi büyüttüm. "Barış?" Cevap vermedi. Kaslı kolları sıkıca belimi kavradı ve sırtım göğsüne yaslandı. Ayaktaydım ama o tuttuğu için düşmüyordum. Ayaklarımı ayaklarının üzerine yerleştirdiğinde yutkundum.

 

"Barış..."

 

Bir adım attığında otomatik olarak ben de adım atmış oldum. Belimi sıkıca sarmış kollarının üzerine ellerimi yerleştirdim. Nefeslerim hızlanmıştı. Yaptığı şey hayata karşı inancımı yenilemişti. İçinde olduğum bataklığa rağmen o bana elini uzatmıştı. Üstelik kirlenmekten de hiç korkmuyordu.

 

Yavaşça adım atmaya devam etti ve odadaki pencerenin önüne kadar geldi. Onunla birlikte attığım adımları saymıştım. Tamı tamına yedi adım atmıştık. Yedi küçük adım.

 

Yüzünü arkamdan boynuma doğru yaklaştırarak derin bir nefes aldı. "Sen yürümek istersen ben sana sadece nereye diye sorarım."

 

Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Ne ara bu kadar duygusal olup çıkmıştım bilmiyordum ama gözlerim dolmuş hatta yanaklarıma doğru akmıştı. Burnumu çektiğimde Barış ellerini sıkılaştırdı. "Nil, sen ağlıyor musun?"

 

"Evet." Dedim sitemle. "Hep senin yüzünden!"

 

"Ne oldu? Canın mı yandı?" Endişesi beni ağlarken güldürdü. "Hayır aptal, çok aşıksın!" Burnumu çektim. "Bu da benim sana daha çok aşık olmama neden oluyor!"

 

Derin bir nefes aldı. Arkamdan eğilerek yanağıma sulu bir öpücük bıraktığında burnumu çekerek gülümsedim. "Neye neden oluyor tekrar söyle." Dediğinde kafamı iki yana salladım. Bir daha söyleyemezdim.

 

Utanırdım.

 

Utanmak mı?

 

Sen mi?

 

Sinsice sırıttım. "Bana nasıl aşık oldun anlatsana." Dedim cilveli bir ses tonuyla. Bir anda duygusallıktan kopup şeytanlığa geçiş yapıvermiştim. Kollarını biraz daha sıkılaştırdı ve çenesini omzuma yasladı. Sanki zaten omzum onun çenesi için yaratılmıştı.

 

"Çardakta, bana yaklaşıp, tam yüzüme doğru böyle, dudaklarımızın arasında santimler kalmış, 'Canım falan, hayırdır? Aşık mıyız?' Demiştin ya. İşte o zaman."

 

O anı anımsadım. Yine kendimden ödün vermemiştim. Hiç vermezdim zaten. İyi ki de vermemişim.

 

"Ben bu kızla evlenirim, demiştim ve evleneceğim."

 

Kalbim hızlandı. Heyecanımı belli etmemek için konuyu değiştirdim. "Tabi abim beni sana verirse."

 

"Verir." Dedi sonra duraksadı. "Verir di'mi kız?" Küçük bir kahkaha attım. "Bilmiyorum."

 

"Vermezse kaçırırım."

 

Kahkaham büyüdü. "Delisin sen." Dedim gülerken. "Delinim." Dedi ve boynuma sıcacık bir öpücük bıraktı. İçim kıpır kıpır oldu. Aşık olmak benim nezdimde var olmayan bir duyguydu ama bana aksini kanıtlamıştı.

 

Dudaklarını boynumdan çekmeden sordu. "İyi misin?" Olumlu bir şekilde mırıldandım. Ayaklarımı sorduğunu biliyordum. "Dizlerimden aşağısı sızlıyor."

 

"Güzel." Dedi derin bir nefes çekerek içine. Acı, hissettiğim anlamına geliyordu ve doktor eski sağlığıma kavuşana kadar bu tür sızıları hissedebileceğimi söylemişti.

 

"Biraz daha yürüyelim. Çok acırsa söyle." Kafamı salladım. Sağa doğru dönerek adım atmaya başladı. Ayaklarım yere değmiyordu. Direk onun ayaklarının üzerindeydi. Tabanlarıma dair hiçbir şey hissetmiyordum ama dizlerim adım attıkça acıyordu. Kan dolaşımı kendini yeniliyordu büyük ihtimalle.

 

Odanın sonuna kadar yürüyüp geri döndük. Birkaç kez daha iyi olup olmadığımı sordu. Dayanamayacağım raddeye kadar iyi olduğumu söyledim. Sonra beni kucağına alarak yatağa yatırmıştı. Nefes nefese kalmıştım. Dünyanın işini yapmış gibi de yorulmuştum.

 

Elimdeki su bardağını bitirdiğimde Barış'a geri uzattım. Alarak sehpaya yerleştirdi. Vakit öğleni geçmişti. "Barış." Dediğimde anında dikkatini bana verdi. "Güzelim?"

 

"Sen işe gitmeyecek misin?" Kafasını iki yana salladı. "İzin aldım."

 

"Başkomisersin ya, bu kadar uzun izin sorun olmaz mı?"

 

"Olmaz." Dedi. "Merak etme. Burada çok büyük olaylar yaşanmıyor zaten. Önemli bir eşy olursa çocuklar arar zaten." Kafamı, anladım, dercesine usulca salladım. O sırada Barış'ın telefonu çalmıştı. Koltuğa astığı çeketinden telefonunu çıkartarak açtı ve kulağına yasladı. "Hayrolsun?"

 

Karşı tarafı kısaca dinledikten sonra kafa salladı. Telefonu kulağından çekerek bana baktı. "Bizimkiler seni görmeye gelmiş." Dedi. Kaşlarım kavislendi. Belli etmemeye çalışarak sevindim. Yalnız olmamak çok güzel bir histi. "Gelsinler." Dediğimde kafasını sallayarak telefonu yeniden kulağına yasladı. "Gelin." Dedi ve yanıt beklemeden telefonu kapattı.

 

"Nasıl görünüyorum?" Diye sordum heyecanla. "Güzelim değil mi?" Sabah aynaya bakmıştım ama şu an ne haldeydim bilmiyordum.

 

Derin bir iç çekti. "Çok." Dedi sadece. Genişçe gülümsedim. O sıra kapı iki kez tıklanmıştı. "Girin!" Dedim duymaları için bağırarak. Kapı açıldı. Herhangi bir insan görmeyi beklerken karşılaştığım şey kocaman bir çelenkti. Çelenk yürüyerek tam karşımda durdu. Çelengin üstündeki yazıyı okudum:

 

GEÇMİŞ OLSUN YENGE

 

Şaşkınca çelenke bakarken Yunus kocaman çiçeğin arkasından çıkarak bağırdı. "Nil bacım! Nasılsın!?"

 

Gözlerimi kırpıştırdım. Aynı saniyelerde odaya birkaç kişi daha girdi. Mirza ve lokantada tanıştığım diğer polisler gelmişti. Hatta Timuçin abinin kucağında bahsi geçen Sude bile vardı.

 

"Hayvan mısınız oğlum siz? Bu ne lan!?" Diye sordu Barış sertçe. Yunus yüzündeki gülümseyi silerek tuttuğu, boyu kadar olan, çelenke baktı. "Niyeki başkomiserim, küçük mü olmuş?" Cevap beklemeden Mirza'ya döndü. "Oğlum ben sana demiştim en büyüğünü alalım diye! Al işte gördün mü!?"

 

Kıkırdadım. "Teşekkür ederim. Çok güzelmiş." Dediğimde gülümsediler. "Geçmiş olsun, yenge." Dedi Berzan. Elindeki çikolata kutusunu ayaklarımın ucundaki masaya bıraktığında kutuyla birkaç saniye bakıştım.

 

Şeker hastasına aldığı şey şaka mıydı?

 

"Berzan." Dedi Barış dişlerinin arasından. "Efendim başkomiserim?"

 

"Koçum bir gün bana hatırlat seni döveceğim. Tamam mı?"

 

"Niye ki Başkomiserim? Ne yaptım?" Mirza, Berzan'ın kafasına bir tane geçirdi. "Geri zekalı, şeker hastası bu kız!" Berzan bir aydınlanma yaşamış gibi gözlerini büyüttü. Mahçup bir şekilde bana baktıktan sonra masaya bıraktığı kutuyu aldı ve kazağının içine sokarak sakladı. Kazağından belli olan çikolata kutusu komik görünüyordu.

 

"Kusura bakma yenge. Akıl edemedim." Kafamı önemsiz olduğunu söylemek için iki yana salladım. "Önemli değil. Teşekkür ederim."

 

"Geçmiş olsun, Nil." Dedi Timuçin abi. "Bak sana kızımı getirdim." Genişçe gülümsedim. Adının Sude olduğunu hatırladığım kız sadece tebessüm etti. "Merhaba." Dedim ona bakarak. "Çok memnun oldum. Nil ben."

 

Sude kafasını usulca salladı. "Sude ben de." Dedi. "Geçmiş olsun." Diye de ekledi. Gülümsemem büyüdü. "Teşekkür ederim." Bunu söylerken Timuçin abiye de bakmıştım. "Babam dedi ki sen iyileşince korakolda oyun oynayacakmışız, beraber."

 

Gözlerim kısıldı. "Evet, benimle oynamak istemez misin?"

 

"Oynayacağımız oyunu ben seçeceksem olur." Kıkırdadım. Birazcık, her şeyi ben bilirim, kafasındaki çocuklara benziyordu.

 

Son olarak gözüm Mesude'ye takıldı. En arkada duruyordu. Ona baktığımı fark ettiğinde kafasıyla bir selam verdi. Selamını alarak ona gülümsedim.

 

"Hepiniz gelmişsiniz." Dedim içtenlikle. "Geç bile kaldık." Dedi Mirza. "Dün gelecektik aslında ama seni uyanır uyanmaz rahatsız etmek istemedik."

 

"Estağfurullah." Dedim. "Rahatsız olmazdım." Mutlu olurdum. Mirza gülümsedi. Elindeki fark etmediğim poşeti kaldırarak gösterdi. "Babam gönderdi bunları. Bizim köyden. Hepsi doğal. Sana selamı var. Hatta seni bizim köye davet ediyor."

 

Ahmet amcayı hatırlayınca derim bir iç çektim. Bana yardım etmişti. Ona gerçekten kocaman bir teşekkür borcum vardı. Gerçi bir de özür borcum vardı çünkü şartlardan dolayı yalan söylemiştim. Çınar sağ olsun. "Teşekkür ederim. Ayağa kalkar kalkmaz geleceğim." Dedim. Ağlamama çok az kalmıştı.

 

Mesude arkalardan öne doğru çıkarak elindeki gül buketini masaya bıraktı. "Biraz aceleye geldi. Kusurumuza bakma."

 

Kusur mu?

 

Onlar muhteşemdi. Bugün teşekkür etmekten dilim kuruyacaktı galiba. "Hepsi çok güzel." Dedim. İyi olup olmadığımı sordular, ben de işlerinin nasıl olduğunu sordum. Havadan sudan birkaç konuşma geçti. Berzan ve Timuçin abi nöbetleri olduğu için erken ayrılmak zorunda kalmıştı. Mesude ve Barış birkaç dakikalığına dışarı çıkmış geriye de Yunus ve Mirza kalmıştı. Mirza koltuğa otururken Yunus ayakta çelenki tutuyordu. Kocaman çiçeği odanın bir köşesine yaslayarak geri çekildi ve bana döndü. "Burada kalsın mı? Beğenmediysen yerini değiştireyim Nil bacım."

 

Güldüm. "Kalsın, güzel görünüyor orada." Kafasını olumlu bir şekilde salladı. "E biz de gidelim artık. Hasta ziyaretinin kısası makbuldur Mirza'cım."

 

Mırza başıyla bir onay verdi. "Sen çık, geliyorum ben de birazdan." Dedi. Yunus bana dönerek gülümsedi. "Tekrardan geçmiş olsun, Nil bacım. Kendine dikkat et."

 

"Teşekkür ederim. Sen de." Yunus odadan çıktığında Mirza'yla yalnız kaldık. "Nil." Dedi o sırada. "Olanları az çok biliyorum. Diğerlerinin yanında söylemek istemedim ama eğer bir şeye ihtiyacın olursa aramaktan çekinme."

 

Ah be Mirza. Amacı sadece yardım etmek olan Mirza.

 

Onu çok tanıdığım söylenemezdi ama içimde nedensiz bir güven vardı Mirza'ya karşı.

 

"Ararım ama numaran yok ki ben de." Dank etmiş gibi gözlerini büyüttü. "Vereyim hemen." Dediğinde uzanarak telefonumu almaya çalıştım. Benden önce davranıp masanın üstündeki telefonumu bana uzattı. Numarasını söylediğinde hemen tuşlayarak keydettim.

 

2 Numaralı Dostum Mirza, diye kaydetmiştim. 1 numara Kübra'ydı. Dün uyumadan Kübra'yla telefonda konuşmuştuk ve her şeyin yolunda olduğunu söylemiştim ona. Eğer olanları anlatsaydım işi falan umursamaz gelir ve burayı ayağa kaldırırdı. Benim yapmak istediğim de buydu aslında ama önce gerçek anlamda ayağa kalkmam gerekiyordu.

 

"Mirza." Dedim ona seslenerek. "Sen bu sıralar çok durgunsun. Neyin var?"

 

Gülümsedi. "Hiçbir şeyim yok." Dedi. Kaşlarımı çattım. Kurduğu cümlenin tınısı garipti. Sanki, gerçekten de hiçbir şeyi yoktu. "Bana söyleyebilirsin. Ben senin dostunum." Kafasını belli belirsiz salladı. "Önemli bir şey yok." Dedi. "Merak etme. Hem sen önce kendi derdini düşün."

 

Kendi derdim bana büyük geliyordu.

 

Omuz silktim. "Merak etmemek elimde değil." Yakasından düşmeyeceğimi anlamış olmalı ki konuştu. "Sevda meseleleri." Dedi, işte şimdi daha çok merak etmiştim. "Ayrıldınız mı yoksa?" Diye sordum korkarak.

 

"Yok ama birleşmiş de sayılmayız."

 

"O ne demek?"

 

Omuz silkti. Gözlerindeki hüznü görmemek imkansızdı. Dert edindiği çok belliydi. Hatta hiç kafasından çıkartmıyordu. "Ailesi ileşkimize pek sıcak bakmıyor." Dedi sessizce. Kaşlarımı çattım. "Ailesine ne oluyormuş ya?! O seni seviyorsa ailesine ne? Sanki ailesiyle mi yatağa gireceksin sen?!"

 

Mirza açık sözlülüğüm karşısında gözlerini büyüttü. Boğazını temizleyerek dikleşti ve konuştu. "Orası öyle tabi ama bunları ailesine anlatmak zor."

 

Üzülmüştüm. Barış'ın ailesi beni istemiyor olsa çok üzülürdüm. Her ne kadar onları dinlemeyecek bile olsam içimin bir tarafı rahatsız hissederdi. Mirza da böyle hissediyordu galiba.

 

"Siz birbirinizi sevdikten sonra kimse önünüze engel koyamaz. Her ne kadar seni istemiyor olsalar da. Bunlara takılacak bir adam olduğunu düşünmüyorum ben."

 

"Ben takılmam zaten. Elif takılıyor." Yavuklusunun adı Elif'ti demek. Ona da hak veriyordum. Evlenirken ailesi yanında olsun isterdi insan, karşısında değil.

 

"Herkes ikna edilebilir." Dedim kendimden emin bir şekilde. Ben sorunları genelde aşmak ve yok etmek üzerine programlanmıştım. Aksi takdirde zaten benim hayatımda ilerlemek diye bir şey olamazdı çünkü attığım her adımda bir engele takılıyordum. Gerçi şu an adım atamıyordum ama...

 

"İkna edilebilir mi gerçekten?" Diye sordu Mirza. Kafamı salladım. "Evet." Saçlarımı geriye doğru atarak konuştum. "Hem eğer yine karşı gelirlerse sen gel beni bul." Kaşları kavislendi. "Neden? Ne yapacaksın?"

 

Birtakım duygu sömürüsü işe yaramazsa tehdit ederdim. Abimden bir şeyler öğrenmiştim çok şükür.

 

"Sen orasını bana bırak." Dedim ve göz kırptım. Güldü. "Çok değişiksin." Dedi ve ekledi. "Bu kadar pozitif kalmayı nasıl başarıyorsun?"

 

Alt dudağımı sarktım. "Pozitif değilim aslında sadece çok gülüyorum." Dedim. "Gülmek içinde acı bile olsa umut verici bir şey."

 

Gülümsedi. Sonra derin bir nefes aldı ve ellerini dizlerine yasladı. "Ben gideyim artık. Kendine dikkat et. Ve gülmek sana yakışıyor, gülmeye devam et."

 

"Ne bu? Mirza'dan özlü sözler falan mı?" Diye sorduğumda küçük bir kahkaha atmıştı. Başını olumsuzca iki yana salladı. Koltuktan kalktı ve bir baş selamı verdi. "Görüşürüz." Dediğinde ona el salladım. "Görüşürüz."

 

Mirza odadan çıktığında yalnız kalmıştım. Kendimi geriye doğu tamamen bıraktım ve tavana baktım. Zaten yapabileceğim başka bir şey yoktu.

 

Düşünmek ve uzanmak.

 

Düşünmek ve düşünmek.

 

🪷

 

Duyduğum telefon sesiyle gözlerimi araladım. Düşünürken uyuya kalmıştım galiba. "Nil?" Diye seslendi Barış. "Abin arıyor." Gözlerim kocaman açıldı. Yataktan doğrulduğumda Barış halime gülmüş ve telefonumu bana uzatmıştı.

 

Hemen elinden kaptım ve açarak kulağıma yasladım. "Abi!"

 

"Abim?" Dedi. Sesini duymak gülümsememe neden olmuştu. İyiydi. İçimdeki sıkıntı yavaşça çözülerek yok oldu. "Nasılsın?"

 

"Ben iyiyim. Asıl sen nasılsın?" Diye sordum. Minik gülüşü duyuldu. "İyiyim." Dedi ve ekledi. "Özledin mi beni?"

 

"Evet." Dedim. "Ne zaman geleceksin?"

 

"Nilüfer'im daha yeni gittim ya." Omuz silktim. "Bana ne?"

 

"Birkaç güne döneceğim abicim, söz verdiğim gibi. Sana söylediklerimi hatırlıyor musun?" Hatırlıyordum. Gitmeden önce beni birçok kez uyarmıştı. Konağa yaklaşmama dair uyarılardı bunlar. Hatta gerekirse Barış'ların evinden bile çıkmayacaktım.

 

"Evet." Dedim.

 

"Güzel. Birkaç gün telefonumu kullanmayacağım. Merak etme diye haber etmek istedim. Ben gelene kadar kendine dikkat et, tamam mı?"

 

"Tamam. Sen de kendine dikkat et."

 

"Ederim, abicim. Telefonu Barış'a versene bir."

 

"Neden? Ne konuşacaksın Barış'la."

 

"Sana yaklaşırsa kemiklerini tek tek kıracağımı söyleyeceğim abicim. Şimdi şu telefonu Barış'a ver." Gözlerimi kırpıştırdım. Yeniden bir şey söylemeden telefonu Barış'a uzattım. Abim tehdit konusunda kendini gerçekten ilerletmişti.

 

Barış, telefonu alarak kulağına yasladı ve konuştu. "Dinliyorum." Birkaç dakika boyunca dinledi. Abim ne anlatıyordu bilmiyordum ama aşırı merak etmiştim. Sonunda Barış konuştu. "Tamam. Hallederim. Şifreyi atsan yeter."

 

Neyin şifresi?

 

"Evet. Kopyaları duruyor." Yanaklarımı şişirdim. Ne konuştuklarını merak ediyordum. Üstelik abimin Barış'ı tehdit etmediği de kesindi.

 

"Merak etme. Gözümden sakınacağım." Dediği sıra gözlerimin içine baktı. Birkaç saniye daha telefonu dinledi ve o sırada zorlukla yutkundu. "Koruyacağım manasında, demiştim." Dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. "Yav he he, kapat." Dedi ve karşı tarafı dinlemeden telefonu kulağından çekip kapattıp. "Belamı sikecek." Diye fısıldadı o sırada.

 

"Ya niye kapattın? Konuşacaktım ben." Geniş ama yapay bir gülümseme sundu. "Gelince konuşursun canım, abin kaçmıyor ya."

 

"Ama 3 gün konuşamayacağım." Dedim mızmızlanarak. "Sen onunla 3 gün konuşamayacaksın diye ben burada 3 yılımı kaybedemem. Kusura bakma."

 

Söylediği beni güldürdü. Abime aramızdakileri nasıl söyleyecekti gerçekten merak ediyordum. Telefonla bile böyle korkuyorsa yüz yüzeyken işler biraz karışabilirdi.

 

Elinde tuttuğu telefon yeniden çaldığında gözlerini büyüterek telefona baktı. Sonra hızlı bir şekilde elime tutuşturdu ve kapıya doğru yürümeye başladı. "Barış yokmuş dersin." Der demez odadan çıktığında öylece kaldım bir süre. Sonra kendime gelerek telefonu açtım ve kulağıma yasladım.

 

"Abicim?"

 

"Bana Barış'ı ver." Dedi keskin bir şekilde. "Barış yok ki." Dedim.

 

"Ne demek yok?"

 

"Yok işte. Az önce çıktı odadan."

 

"Pezevenge bak bir de kaçıyor! Geleceğim ben elbet oraya."

 

"Evet çabuk gel." Dedim hemen konuyu saptırarak. "Çok özlerim ben seni."

 

Derin bir nefes aldığını duydum. "Abicim." Dedi içten bir şekilde. "Sıkıca sarılıyorum sana tamam mı?" Gülümsedim. Konuşmaya devam etti. "Şimdi kapatmam gerek. Kendine dikkat et."

 

Kafamı salladım. "Tamam. Ben de sana sıkıca sarıldım." Gülüşünü duydum. Son kez vedalaştık ve telefonu kapatarak kucağıma bıraktım.

 

Abim gelene kadar boş durmayacaktım. Yürüyemiyor olabilirdim ama ben hâlâ bir avukattım. Yatarak da dosyamı hazırlayabilirdim ki hazırlayacaktım. Bu işi uzatmaya hiç niyetim yoktu. Rahat rahat aldıkları her nefeste benim nefesim kesiliyormuş gibi hissediyordum.

 

Nefesleri kesilecekti. Korkacaktılar. Kaçacak delik arayacak ama bulamayacaklardı. 24 yıl acı çekmiştim ben. Yirmi dört yıl boyunca alamadığım her nefesin hesabını soracaktım onlara.

 

Ve acımayacaktım.

 

Yüzümdeki gülümsemeyi sildiğimde kendileri silinmek isteyeceklerdi.

 

Günün geri kalanı olaysız geçmişti. Esma teyze bir ara yanıma uğramıştı. Onunla uzun uzun sohbet etmiştik ve sıkıntıma çare olmuştu resmen. Sonrasında evine gidip dinlenmesi için dakikalarca dil dökmüştüm. Kalacağım odayı hazırlamak için gitmeyi kabul etmişti. Yoksa hastanede kalmakta kararlıydı.

 

Bir ara Lavin gelmişti ve Dilan Hanım'ın selamını da getirmişti. Söylediğine göre gelip görmeyi çok istemişti ama evden çıkacak kadar vakit bulamıyordu.

 

Nereye diye sorduklarında Nil'i görmeye diyemezdi çünkü durumumdan Barış'ın çevresi ve kardeşlerim dışında kimsenin haberi yoktu. Olmamalıydı da zaten.

 

Telefonla uğraşmaktan sıkıldığım için bir kenara bıraktım. Akşam yemeğimi yemiş ve ilaçlarımı içmiştim. Uyumam gerekiyordu fakat sabah birkaç saat uyuduğum için uykum da gelmiyordu.

 

"Barış." Diye seslendiğimde zaten gözleri üzerimde olduğu için hemen yanıt verdi. "Canım?"

 

Canım.

 

"Benim hiç uykum gelmiyor." Dedim dudaklarımı büzerek. "Uykun gelmiyorsa beni uyutmaya ne dersin?" Diye sordu. Bir an söylediğini anlayamadım ama sonra dank etti. Sabahtan beri benimle ilgileniyordu. Doğru düzgün oturduğunu bile görmemiştim.

 

Genişçe gülümseyerek kollarımı iki yana açtım. Çnce gözlerime sonra da açtığım kollarıma baktı. Vakit kaybetmeden yanıma uzanıp başını göğsüne yasladığında derin bir nefes aldım. Kollarımı ona doladım ve bir elimi saçlarına doğru götürdüm. Saçları yumuşacıktı.

 

"Barış, bir şey sorayım mı?" Diye sordum saçlarıyla oynarken. Tamamen göğsüme yerleşerek konuştu. "Sor."

 

"Senin daha önce hiç sevgilin olmadı mı?"

 

"Bu nereden çıktı şimdi?"

 

Omuz silktim. "Annen hiç sevgilin olmadığını falan söylemişti ya merak ettim."

 

"Oldu sevgilim. İstanbul'dayken." Kaşlarımı çattım. Bir insanın geçmişini kıskanmak onu sevmeyi aştığınız anlamına gelirdi bence. "Ya." Diye mırıldandım.

 

"Birkaç ay birlikteydik ama sonra ayrıldık."

 

"Neden ayrıldınız peki?"

 

"Ona aşık değildim çünkü. O da bana aşık değildi. Duygusal olarak yalnızlığımı gideriyordu. Sonra anlaşamadığımızı fark ederek ayrıldık."

 

Saçlarını okşamaya devam ettim. O da konuşmaya devam etti. "Benim için bu işler ciddiyet üzerine kuruludur. Birkaç günlük ilişki adamı değilim."

 

Doğrusu zaten bu olmalıydı. İnsanlar, nedense çok fazla sevgilisi olmasından gurur duyuyordu. Tek gecelik ilişkilerden. Garip bir topluluğun içindeydik. Her şey kullan at kafasındaydı. İnsanlar bile.

 

İnsanları kullanıp atmak, lafı bile çirkin bir şeydi.

 

Onlarca kişiyle birliktelik yaşamış bir insan bana pek güvenilir gelmiyordu. Çünkü ben de o anlarcasından biri olabilirdim gün geldiğinde. Herkes dilinde, sana aşığım, diyebilirdi ama bence aşk paylaşılmaz bir duyguydu.

 

"Senin hiç sevgilin oldu mu?" Diye sordu sessizliğe son vererek. Kafamı iki yana salladım. "Küçükken hoşlandığım birisi olmuştu ama hiç sevgilim olmadı. Zaten genelde depresif dönemler geçirdiğim için insanlardan uzak durmaya çalışıyordum."

 

Yüzünü biraz daha boynuma doğru sokuşturdu ve derin bir nefes aldı. Sonra boynuma sıcak bir öpücük bıraktı. Heyecanlandım. Ona daha sıkı sarıldım. "İyi uykular." Dedim fısıldayarak. Saçlarıyla oynamak uykumu getirmişti. "En iyi uykularımdan biri olacağına dair temenni verebilirim." Dediğinde kıkırdadım.

 

İyi ki yanımdaydı ve iyi ki konakların yerini karıştırıp onunla karşılaşmıştım. Benim hayatımda çok fazla iyi ki'ye yer yoktu ama o benim en büyük iyi ki'm olmuştu.

 

Canım.

 

🪷

 

Bölüm sonuu!

 

Beğendiniz mi bölümü?

 

Düşünceleriniz?

 

Devrim yapan Nil'i görmeye hazır mısınız?

 

🤭

 

Barış?

 

❤️‍🔥

 

Çınar'sız bölüm yazmakta zorlandığımı fark ettim. Gitmesine Nil'den daha çok üzüldüm🥲

 

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYINN

 

İnstagram; Zeynepizem

 

Öpüldünüz💋

 

 

Loading...
0%