Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 39

 

🪷

 

ÇINAR

 

Çöken karanlık yanında soğuğu da beraberinde getirmişti. Etraf fazla sessizdi ve bu da şüphelenmemi sağlıyordu. O mağarayı çoktan açmış ve içerisinde olmadığımı anlamış olmalıydılar. Peşimize düşmüş olmaları gerekiyordu.

 

Garip olan bir şeyler vardı. Daha fazla burada bekleyemezdik. Asuman'a doğru döndüğümde gözlerini kapalı görmek kaşlarımı çatmamı sağladı.

 

"Asuman!" Gözlerini kırpıştırdı ama açmadı. Kollarını kavrayarak onu sarstım. "Uyansana kızım!"

 

"Oğlum bir sarsma ya." Diye mırıldandığında derin bir nefes aldım. "Hâlâ yaşıyorsun." Dedim kendi kendime konuşarak. Söylediğimi duymuş üstüne bir de gülmüştü. Gözleri kapalıydı ama...

 

"Artık gitmemiz gerekiyor." Dedim. Kafasını usulca salladı. Akşam tamamen çökmüştü. Burada mola vererek hata etmiştim ama ben de hulk değildim sonuçta. "Susuzluktan öleceğim galiba." Dedi derin bir nefes alarak. "Ölmezsin." Dedim. "Az kaldı. Yarım saat daha dayan."

 

Cevap vermedi sadece zorlukla yutkundu. Durumunun farkındaydım ama elimden hiçbir şey gelmezdi. Tek yapabileceğim Asuman'ı timine daha erken kavuşturmaktı. "Hadi, toparlan. Bana yardım et." Onu sırtıma alabilmem için doğrulması gerekiyordu. Kafasını usulca sallayarak gözlerini açtı. Yeşilleri gözüme çarptığında derin bir nefes verdim.

 

Doğrulmaya çalıştığında yüzünü buruşturarak inlemişti. Elini karnının üstüne bastırdı. Kaşlarımı çattım. Parmaklarına bulaşan kanı fark ettiğim an anlqmsız bir panik sardı içimi. "Asuman! Sen yaralısın!"

 

"Önemli bir şey değil." Dedi dişlerinin arasından. Söylediğini umursamadan kazağını yukarıya doğru kıvırdım. İnce belini saran bir sargı vardı ama sargı kanıyla lekelenmişti. Büyük ihtimalle dikişleri patlamıştı. Sert bir nefes verdim. "Neden daha önce söylemedin?" Dedim. "Aptal mısın sen?"

 

"Söyleseydim ne yapacaktın?" Diye sordu düz bir şekilde. Ne mi yapacaktım? Daha hızlı yürüyecektim ya da bu lanet yerde mola vermeyecektik. Kazağını aşağıya çekerek karnını kapattım. "Hadi." Dedim ve doğrulmasına yardım ettim. Onu, sırtıma sarsmadan almaya dikkat ederek ayağa kalktım. Kollarını boynuma doladı. "Rahat mısın?"

 

Mırıldandı. Nefesi boynuma çarpmıştı. "Dünyanın en rahat uçağısın." Dediğinde gülümsemiştim. Neyse en azından at dememişti. Bacaklarını daha sıkı tutarak yürümeye başladım. Az bir yolumuz kalmıştı ama zamanlamanın gerisindeydik. Hızlı olmam lazımdı. Aynı zamanda onu sarsmamalı ve uyanık kalmasını sağlamalıydım.

 

Konuşması için sordum. "Nasıl yaralandın?"

 

"Uzun hikâye."

 

"Vaktimiz bol."

 

Derin bir nefes aldı. "17 gündür arazideydik." Dedi sesi soluktu. Onu konuşturarak enerjisini harçatıyordum ama uyursa daha kötüsü olacaktı. "Operasyon bitmişti. Geri dönüyorduk." Asuman'ı dinlerken etrafa bakınmayı ihmal etmedim. "Pusuya düştük. Çok beklenmedik bir anda. Herkes bir tarafa dağıldı. Tam olarak ne zaman vurulduğumu hatırlamıyorum ama çatışırken oldu büyük ihtimalle."

 

Dişlerimi birbirine bastırdım. Vurulduğunu bile fark etmemişti. "Peki sonra?"

 

"Kafama darbe aldım. Uyandığımda zaten çoktan her şey bitmişti." Dedi, sona doğru sesi kısılmıştı. "Hiçbir şey bitmedi." Dediğimde güldü. Kaşlarım çatıldı. Bu gülüşü hoşuma gitmemişti. "İkimiz de buradan çıkamayacağımı biliyoruz bence."

 

"Bildiğim tek bir şey var." Dedim dişlerimin arasından. "O da aptal olduğun." Kollarını sıkılaştırarak boynuma daha sıkı tutundu. Ben de yapabilceğim en iyi şeyi yaparak hızlandım. Gece gittikçe kararıyordu ama sorun değildi. Az kalmıştı. Neredeyse yarım kilometre. "Bana kendinden bahset, Asuman."

 

"Hakkımda her şeyi bildiğine eminim Mit'çi."

 

"Sadece teknik bilgileri."

 

"Hmm..."

 

"E var mı beni derinden etkileyecek bir şey?" Sert bir nefes verdi. "Aramızda kalacaksa söyleyeceğim?"

 

"Benden sır çıkmaz."

 

"Hâlâ oyuncak ayımla uyuyorum."

 

Attığım adım bir an havada asılı kaldı ama kendimi toparlamayı başardım ve yürümeye devam ettim.

 

Oyuncak ayı... peki.

 

"Bir şey söylemedin?" Dedi sorar gibi. Ne söyleyebilirdim ki? Bir süre kardeşim tarafından ayı olarak görüldüğümü mü?

 

"Ne söyleme mi istersin?"

 

"Imm... oyuncaklarla oynama yaşımı çoktan geçtiğimi falan?"

 

"Toplumun yansıttığı dogmaların hiçbir önemi yok, Asuman. İstediğin zaman istediğin ayıyla oynayabilirsin." Küçük bir kahkaha attı. "Çok kişisel söyledin." İstemsizce sırıttım. "Benim de bir tane tavşanım var." Dedim. "Kardeşim hediye etti." Hayatım boyunca aldığım en güzel hediyeydi.

 

"Kardeşin mi var?"

 

"Evet." Nilüfer'i düşündüm sonra Lavin ve Volkan'ı. Gülümsemem yüzümde büyüdü. "3 tane."

 

"Vay be." Diye bir nida koparttı. "Benim hiç kardeşim yok." Dedi sonra. "Tek çocuktum. Hep."

 

"Hep?"

 

"Babam asker. Operasyonları hep uzun olurdu onun. Annem de çalışıyordu sürekli. Bakıcıyla büyüdüm. Büyüyünce de ben eve uğramaz oldum. Öyle." Derin bir nefes aldı. "Kendimi bildim bileli hep aile özlemi çekiyorum. Sanki benim hiç ailem olmamış, sadece özlemi olmuş gibi." Yüzünü tamamen omzuma yasladı. "Gerçi annem de babam da iyi insanlardır ama aramızda hep bir mesafe olmuştur."

 

Sessiz kaldım. Bir an annem düştü zihnime. Kalbimin acıyla kasıldığını hissettim. Sonra Nilüfer'i düşündüm. 24 yıl boşa geçen zamanı. Keşke o gün yanlarına gidebilecek kadar cesaretim olsaydı. Belki şimdi böyle olmazdı. Keşke gururu, ergenliği bir kenara bırakabilseydim. Doyasıya anne demek nasip olmamıştı bana ama en azından kardeşim annemle 16 yıl da olsa bir hayat yaşamıştı. Kendi adıma mutlu olmasam bile onun için mutlu olabilirdim. Zaten bu saatten sonra her şey Nilüfer'im içindi.

 

"Çınar?"

 

"Hm?"

 

"Kardeşlerinin olması nasıl bir duygu?"

 

Düşündüm. Lavin ve Volkan'ı 20 yaşına kadar kardeşim olarak görmemiştim. Gerektiğinde maddi manevi yardım etmiştim ama kardeşim diyememiştim hiçbir zaman. Nilüfer'e ihanet etmek gibi hissettirmişti çünkü bu bana. Anneme ihanet etmek gibi. Sonra zaten çok umursamadım. Kardeşim olsa da olurdu olmasa da. Sadece derslerime ve eğitimime veriyordum kendimi. Diğer her şeye kapalıydım. Bir saatten sonra eve hiç uğramaz olmuştum. 3 yıl boyunca kendi evimin önünden geçmediğimi biliyordum. Ailem dediğim insanlar benim düşmanımdı çünkü. Başka türlüsünü bilmiyordum ki. Öğrenebileceğim bir alanım olmamıştı.

 

Ne kadar itiraf edemesem de Barış'ı kıskandığım olurdu bazen. Çünkü onun ailesi güzeldi. En azından yanında sevgi dolu bir annesi vardı. Aile kavramını Barış'ın ailesinden öğrenmiştim. Esma Sultan'dan.

 

Yabancısı olduğum hayatın yalancısı olmuştum. Her şey iyi gibiydi. En güçlü ben gibiydim. Bana hiçbir zaman hiçbir şey olmaz gibiydi. Dünya dursa bir bana döner gibiydi. O kadar çok gibiydi ki kemdimi de artık kendim olarak değil bir başkası gibi hissediyordum bazen.

 

"Cevap vermeyecek misin?"

 

"Benim kardeş ilişkilerim biraz karışık." Dedim olayı nasıl anlatacağımı düşünürken. "İki tane üvey kardeşim var. Aynı baba farklı anne. Kardeşlerimi severim ama onlarla çok vakit geçirdiğim söylenemez."

 

"Diğeri peki?"

 

"Onunla yeni tanıştık."

 

"Nasıl yani?"

 

"Annem kardeşim doğmadan gitmişti. 24 yıl boyunca da geri gelmedi."

 

"Seni niye götürmedi?"

 

Bu soruyu ona sormayı isterdim.

 

Anne, beni niye götürmedin? Sensiz hayat çok zordu. Her gün dayak yemek çok zordu yemin ederim. Hergün kapının önünde gelmeni bekledim ama gelmedin. Ölecektim. Ölecek olmama rağmen gelmedin.

 

Biliyordum nedenleri vardı ama o zamanlar bunları akıl edebilecek yaşta değildim ki. Ben de çocuktum. Üstelik bir tarafı yarım kalmamıştı benim çocukluğumun tamamı yarımdı. Babamın yanımda olması hiçbir eksikliği doldurmuyordu. O, etkisiz eleman gibiydi.

 

"Karışık meseleler." Dedim cevapsız bırakmamak için.

 

"Peki, anlaşabiliyor musunuz kardeşinle?"

 

"Başta anlaşamıyorduk. Daha doğrusu ben biraz hayvanlık ettim."

 

"Ne yaptın?"

 

"Birtakım kırıcı kelimeler."

 

"Sen şuna pezevenklik ettim desene." Dedi rahat bir şekilde. "Bazen herkes yanlış yapabilir." Dedim, yanlış yaptığımı kabul ediyordum ve pişmanlığını da hâlâ içimde taşıyordum.

 

"Kardeşinin cinsiyeti ne?"

 

"Kadın."

 

"O zaman daha büyük pezevenklik etmişsin."

 

"Ya sabır."

 

"Hiç kusura bakma. Bizim için bazen bir kelime fiziki bir acıdan daha çok can yakar. İşin kötü tarafı biz unutmayız. Eminim ki söylediklerini kardeşin de unutamamıştır. Bu denli yanlış yaptığını söylüyorsan o zaman gerçekten ortada büyük bir yanlış vardır ve kardeşine köpeklik etsen yine az kalır."

 

"Üstüme gelmeyi keser misin?" Diye sordum. Haklıydı bir şey diyemiyordum. Zaten yaptığımın farkındaydım. Üstelik benim Nilüfer'e sadece söylediklerim için değil 24 yıldır yanında olamadığım için vermem gereken bir hesabım vardı. O yüzden onu olması gerekenden daha çok sahipleniyor belki de geçen 24 yılın acısını çıkartmaya çalışıyordum.

 

Özlemiştim. Kardeşimi özlemiştim.

 

Yürümeye devam ederken kulağımda bir çınlama yankılandı. Attığım adım bir an boşluğa geldi. Dizlerimin üzerine düştüğümde ne olduğunu anlamakta zorluk çekiyordum. "Çınar! Yere yat!"

 

Bu keskin koku tanıdıktı. Kan. Vurulmuştum.

 

🪷

 

NİL

 

Direksiyonu daha sıkı tuttum. İçimde biriktirdiğim o kadar çok şey vardı ki. Şimdi her biri dışarıya çıkmak için an kolluyordu. Nefretim, diriydi. Hiçbir zaman azalmayacaktı. Onlar hak ettiğini yaşayana kadar da sadece artacaktı.

 

"Abla, gitmeyelim. Benim yüzümden sana da zarar verecekler." Diyen kişi Volkan'dı. Barışlardan çıkıp arabaya atladığımda onlar da yanımda gelmişti. Baran'ın arabaya binmesine fırsat vermeden gaza basmıştım. İçimi yiyip bitiren öfke tüm bedenimde farklı bir şekilde etkisini gösteriyordu. Ne bileyim sinirden ellerim titriyordu mesela. Dizlerim acıyordu!

 

Kahretsin ki bunun sebebi de onlardı! Hepsini öldürmek istiyordum! Elime bir silah almak ve tek tek kafalarına sıkmak istiyordum. Arabayı konağın olduğu sokağa soktuğumda istemsizce duruşumu düzelttim. Direkt atabayla konağa dalmak gibi bir fikrim vardı ama arabada çocuklar olduğu için bunu yapmaycaktım.

 

"Abla, ayağa zaten yeni kalktın. Gitmeyelim." Dikiz aynasından Lavin'e baktığımda susmak zorunda kalmıştı. Arabayı tam konağın girişinin önüne park ederek aşağıya indim. Yüzüm konağa dönüktü. Bir gün, bu konağı da ellerinden alacaktım. Öyle ki barınacak hiçbir yerleri kalmayacaktı.

 

Dişlerimi birbirine bastırdım ve kapıda bekleyen iki adama ters bir bakış atarak kapıdan içeri girdim. Avluda yalnızca Barivan Hanım vardı, o da geldiğimin farkında değildi zaten. Gözlerimi yerde dolaştırdım. Bugün hava soğuk olduğu için büyük ihtimalle kahvaltıyı içeride yapıyorlardı. Aradığım şeyi bularak yere eğildim ve avucumdan biraz daha büyük olan taşı mutfağın olduğu cama tüm gücümle savurdum.

 

Önce cam parçalanarak yüksek bir ses çıkarttı sonra içeriden tiz çığlıklar duyuldu. Derin bir nefes aldım. "Dışarı çıkın!"

 

"Abla-"

 

"Size söylüyorum! DIŞARI ÇIKIN!" Saniyeler sonra içeriden ne oluyor kelimeleri duyuldu. Hemen sonra da kapı açıldı. Dışarıya ilk çıkan Mustafa'ydı. Küçük amcamın hiç konuşma fırsatı bulamadığımız oğlu. Arkasından gelen, ki aradığım şahsiyetti kendisi, Seyfi Ilgazoğlu kalın kaşlarını çatarak sormuştu. "Ne oluyor!?"

 

Genişçe gülümsedim. Nuran ve Şirin de çıktı dışarı. Sonra da Dilan Hanım. Kalbim hızlandı çünkü gözünün altı mordu. Yumruklarımı sıktım. Öyle ki tırnaklarım derime battı. Gözlerimi Seyfi'ye çevirdim ve üzerine doğru bir adım attım. "Sen. Kendini ne sanıyorsun!?" Diye bağırdım yüzüne karşı. "Benim kardeşlerime hangi cüretle dokunursun!?"

 

Keskin yüz hatları daha da keskinleşti. Bana iğrenç bir ifadeyle baktı. "Asıl sen kendini ne sanıyorsun!?" Diye gürledi. Sesi tüm konakta yankılanmıştı. "Şimdiye dek abinle aramız açılmasın diye sustum ama duracağın yeri bil! Küstahlık etme!"

 

Gözlerimi kıstım. Sonra ansızın bir kahkaha patlattım. Sesini yükselterek, bana hakâret ederek korkutacağını mı sanıyordu? Avucunu yalardı. Ben o leveli çoktan aşmıştım. Üstelik karşısında bu kadar dik durmamın sebebi de kendisiydi. Artık herkes dışarıdaydı. Korkut, yukarıdaki balkondan ne olduğuna bakıyor, küçük amcam Cahit ve büyük oğlu Mahir tam kapının önünde yan yana durmuş beni izliyordu. Karısı da evin girişindeydi.

 

"Duracağım yer mi!?" Diye sordum dalga geçer gibi. Kafamı iki yana olumsuzca salladım. "Siz duracağım yeri çoktan aşmamı sağladınız! Yaptığınız her şeyin bedelini ödeyeceksiniz!" İyiden iyiye gözlerimi gözlerine diktim. "Gün geldiğinde önüme geçip yalvaracaksınız!"

 

Rahat bir tavır takınmaya çalışarak sordu. "Tek başına ne yapabilirsin ki?"

 

"Ben ne yaptıysam şimdiye dek tek başıma yaptım Seyfi Ilgazoğlu! Yediğin bokları sana yeminim olsun bir bir ortaya dökeceğim!" Gözlerim Cahit'e döndü. "Sen de!" Dedim ve diğerlerine de göz gezdirdim. "Yaptığınız her şeyi bir bir ortaya dökeceğim! Ilacıma kattığınız zehirden annemin ölümüne kadar gizlemeye çalıştığınız her ne varsa tek tek!" Bağırdığımdan dolayı boğazım ağrımaya başlamıştı ama durmaya hiç niyetim yoktu. Bir kere yüzüm solmuştu artık eskisi gibi olmamın ne anlamı ne de imkanı vardı.

 

"Sen çok oluyorsun!" Dedi Nuran kenardan. Ona küçücük bir organizmaymış gibi baktım. Tek güvendiği şey kocasıydı. Kocası olmasaydı galiba bu dünyada kendine bir çıkar yol bulamayacaktı. Ama az kalmıştı. Çok az.

 

"Bana bak piç kurusu!" Dedi Seyfi üzerime doğru gelerek. Geri çekilmedim. "Attığın adıma dikkat et aksi takdirde adım atabilecek kadar dirayetin kalmayacak." Dişlerinin arasından yüzüme karşı tükürerek kurduğu bu cümleye karşılık tek yaptığım şey gülümsemekti. "Denesene." Dedim bir yılan gibi sinsice. "Senin karşında Avukat Nil Tanyel duruyor! Hadi dene! Dene de işimi kolaylaştır!"

 

Gözlerindeki afallamayı gördüm. Bu, kolay lokma olmadığımı anladığı ilk andı ve henüz her şey yeni başlıyordu. Omzumun üzerinden kardeşlerime baktım. "Gidip kıyafetlerinizi toplayın."

 

İkisi de bir an ne yapacağını şaşırdı ve annelerine baktılar. Ben de Dilan Hanım'a döndüm. "Siz de geliyorsunuz! Çocuklarınızla gidip eşyalarınızı toplayın."

 

Ellerini önünde birleştirmişti. Şu an tüm bakışlar onun üzerinde olduğu için utanıyor veya çekiniyor olmalıydı. Üstelik Nuran cadısı ve Seyfi pisliği de cabasıydı. "Korkmayın! Susmayın! Sizin için önemli olan tek şey çocuklarınız değil mi!?" Yutkundu. "Öyleyse çocuklarınızı savunacaksınız! Arkalarında duracaksınız duydunuz mu!?"

 

Gözlerinin içinde umut görüyordum. Gelmek istiyordu, biliyordum. Bana doğru küçük ama cansız bir adım attı. "Ama baban?" Demişti utana çekine. Gözlerimi yukarıdan aşağıya bakan babama doğru kaldırdım ve tek bir cümle kurdum. "Kendi başının çaresine baksın." Dedim duyabileceği şekilde. Anneme de bunu söylemişti. Biliyordum. Çünkü annemin günlüklerini okumuştum. O bana açık açık hiçbir şeyi anlatmamıştı, içini dökebileceği tek yer kağıtlardı ve kağıtları kanatmıştı. Ben de kanaya kanaya da olsa o kağıtları okumuştum.

 

Bizim içimizden o kadar çok kan akmıştı ki artık içimde en ufak bir acıma duygusuna bile yer yoktu. Volkan ve Lavin el ele tutuşarak merdivenlerden yukarı çıkmaya başladığında Dilan Hanım da hareketlendi ama Nuran önüne çoktan set çekmişti. "Öyle elinizi kolunu sallayıp bu evden gidebileceğini mi sanıyorsun?! Anneme kim bakacak, kocana kim bakacak!?"

 

Araya girecekken Dilan Hanım Nuran'ı önünden çekilmesi için itmişti. "24 yıldır baktığım günlere say!" Dedi ilk kez korkusuzca. Rahat bir nefes aldım. Çocuklarının arkasında duracaktı. Ben de onların arkasında duracaktım. Benim arkamda da abim duracaktı. Bu sefer kazanan biz olacaktık.

 

Nuran şaşkınlığından dolayı bir şey söyleyemedi. Böylelikle Dilan Hanım o insanların arasından çıkmış ve merdivenlere ilerlemeye başlamıştı. Yirmi dört yılın sırtında biriktirdiği tüm ağırlığı atmış gibi dimdik yürüyordu.

 

Birkaç saniye sessizlik oldu. O sırada Mahir ve Mustafa'da göz gezdirmiştim. Belki o ikisinin bir suçu yoktu ama engel olmayarak ve sessiz kalarak bu evde olan her şeye ortak olmuşlardı. Cahit Bey, abisinin yanına doğru yürüdü. Seyfi'ye göre onun yüzünde daha rahat bir ifade vardı. "Nil kızım, öfkende haklısın ama-" lafını kestim hiçbiri benim öfkemi dindirmezdi. "Bana kızım demeyin! Ben sizin hiçbir şeyiniz değilim!"

 

Duraksadı. Birkaç saniye öylece gözlerimin içine baktıktan sonra sessizliğini koruyarak abisine döndü. Nuran da aynı saniyelerde konuşmuştu. "Seyfi! Bir şey yapsana!"

 

Seyfi'nin canına tak etmiş olmalı ki elini kaldırmıştı. Geri çekilmeyecektim. Cesedimi de çiğnese çekilmeyecektim!

 

🪷 

 

ÇINAR

 

Birkaç kurşun sesi kulaklarımda derin yankılar bıraktı. Etraf zaten karanlıktı ama bir an daha da karardı. Yere düşmüştüm. Siktir! Yere düşmüştüm. "Asuman!" Ses gelmedi. Yerden doğrulmaya çalıştığım an üzerimden geçen mermiler bana engel olmuştu. "Asuman!"

 

Elimde hissettiğim hareketlilikle yerde sağa doğru döndüm. Buradaydı. Yanımda. İstemsizce derin bir nefes aldım. Ben düştüğümde kendini direkt yana atmış olmalıydı. "İyiyim." Diye geveledi ama sesini çok zor duydum. Hedef olmamaya dikkat ederek ellerimle yüzünü kavradım. "Bana bak!" Gözlerini kırpıştırdı. Kesik kesik nefesler alıyordu. Karanlıkta görmediğim içim elimi karnına yerleştirdim. Islaklık artmıştı. Kan! Yarası! Darbe mi almıştı?

 

"Sakin ol." Dedim önce. Kendime de diyordum. Sakin ol Emre. Etrafınız kuşatıldı. Orospu çocukları muhtemelen 10 kişiden fazla ama sakin ol. Kolun yanıyor, ellerinde hissizlik var ama sakin ol. Halledersin. Daha kötülerini de hallettin. Hadi!

 

Asuman'ı kollarının altından tuttum ve kendimle birlikte bir kayanın arkasına doğru çektim onu. Açıkta kalamazdık. Nişan alabileceğim bir yere ihtiyacım vardı. Arkasına geçtiğimiz taşlara çarpan kurşunların sekerken çıkarttıkları sesleri dahi duyabiliyordum ve beynim intihar etmek üzereydi.

 

Asuman'ın yaslanmasını sağlayarak önüne doğru geçtim ve kapalı gözleriyle karşılaştığımda elim ayağım birbirine dolandı. Yanımda daha önce de ekip arkadaşlarımı kaybettiğim olmuştu ama bu denli kendimi kaybettiğim olmamıştı. Kardeşim yüzünden miydi? Öleceğim düşüncesinden mi korkuyordum?

 

Sikeyim!

 

"Asuman!" Elimi yanağına yerleştirerek onu sarstım. Gözlerini kırpıştırdı. Sonra kaşları çatıldı. "Çok gürültü var." Dedi. "Uyuyamıyorum."

 

Derin bir nesef aldım. Yeniden sakinliğimi elime alabilmiştim. Belimdeki silahı çıkartırken konuştum. "Öyleyse tam zamanında geldiler!" Dedim bağırarak sesimi duyması için. Güldü. Canı yanarken gülen insanların psikopat olma ihtimali zannımca yüksekti. Kendimden biliyordum, sıyırmama az kalmıştı da.

 

Silahımdaki mermileri kontrol ettim. Asuman'da da bir yedek vardı ama muhtemel birkaç kurşun kalmıştı. Elimdekinde de pek iç açıcı bir görüntü yoktu. Sadece bir tane yedek şarjörüm vardı. Sadece bir. 12, 4, 2... en iyi ihtimalle 18 mermi. 18 mermiye on adam... zor. Bir mermiyle 3 kişiyi indiremeyeceğime göre neredeyse imkansız. Yaklaşma durumları yüksek, savunmasız olmadığımızı anlamalılar.

 

Taşın arkasından ateş ettim. Çok uzakda sayılmazdılar. "Asuman, babam asker demiştin değil mi?"

 

"Evet." Nişan aldım, karanlık işimi zorlaştırıyor olsa da sorun değildi. Deneyimim çoktu. Böyle durumlarla fazlasıyla karşılaşmıştım.

 

"Rütbesi neydi?" Derken ateş etmiş ve birini indirebilmiştim. "Binbaşı." Dedi. Sikeyim. Ben bu kızı buradan çıkartamazsam büyük ihtimalle binbaşı babası içimdeki tüm organları çıkartırdı. "Emekli olduğunu söyle." Dedim ateş etmeye devam ederken. Mermi seslerinin arasına gülüşü karıştı. "Değil." Dedi bir de üstüne. "Korktun mu?"

 

"Neyden korkacağım?"

 

"Bilmiyorum. Bu soruları neden soruyorsun?"

 

"Bilmiyorum!" Dedim, şarjör bitti. Kendimi geriye doğru alarak nefeslendim. Hızlı bir şekilde yedeği yerine taktım. Ateş etmeye hazırlanırken Asuman konuşmuştu. "Vuruldun değil mi?"

 

Vurulduğuma emindim ama nereden vurulduğuma bakmaya fırsatım olmamıştı. Kolum acıyordu. Muhtemelen koldan girmişti. Vakit kaybetmeden birkaç el ateş ettim. Birini daha vurdum. "Çınar, ben onları oyalarım."

 

"Nasıl?" Diye sordum, doğrulacak hali bile yokken oyalama işini nasıl yapacaktı acaba? Düşüncesi bile komikti.

 

"Birkaç dakika buradan uzaklaşmana yeter." Ateş ederek kendimi geriye çektim ve yüzümü çevirerek ona baktım. Alnındaki terler ay ışığında parlıyordu. Durumu gittikçe kötüleşiyordu. Kahretsin! Kahretsin! Burada sıkışıp kalmıştık!

 

"Onlara oryantal gösterisi falan mı sergileyeceksin Asuman, kafandan ne geçiyor?"

 

"Ya oğlum sen gerizekalı mısın!? Kollarım tutuyor amına koyayım, iki ateş aderiz!"

 

"Et o zaman!"

 

"Gitmeyeceksin değil mi!?"

 

"Bak gidiyorum şu an!" Dedim ve yerimden çıkarak ateş ettim. "Ne inat adamsın ya! Öleceğiz oğlum burada! Durumun farkında mısın?"

 

"Hı-hım. Hayat kısa mermiler uçuyor." Mermiler azalıyor. Sikeyim! "Çınar, başka şansın olmayabilir! İkimizin de ölmesine gerek yok! Kardeşlerini düşün!"

 

"Acıtasyon yapma kızım bana!"

 

"Acıtasyonunu sikeyim senin! Geri zekalı! Git işte! Ne bok var da duruyorsun!?"

 

"Sen varsın!"

 

"Lan ben bok muyum!?" Atacaktım kendim şimdi. "Kafamı siktin Asuman!" Tetik boşa düştü. Mermim bitmişti. Geri çekilerek sırtımı taşa yasladım. "Al işte!" Dedi o sırada. "İyi bok yedin!"

 

"Lan ben ne yaptım!? Merminin bitmesiyle benim ne ilgim var!"

 

"Ökeceksin geri zekalı!"

 

"Öleceksem kendime öleceğim!"

 

"Aptal!" Dedi yüzüme karşı bağırarak. Ona verdiğim silahı uzattı. "Önce bana sık! Geberip gideyim artık lütfen ya!"

 

"Mal mal konuşma!" Dedim elindeki silahı çekip alırken. "Sensin mal! Angut! Git dedik di'mi sana!"

 

"Asuman!"

 

"Ne!?"

 

"Sus yavrum!"

 

Sustu. Birkaç saniye yüzündeki şaşkınlığa baktıktan sonra bir şey söylemeden çatışmaya döndüm. Neden böyle bir şey söylediğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.

 

Ağız alışkanlığı, diye geçirdim içimden. Kafamı toplamam gerekiyordu. 3 veya 4 kişiyi indirmiştim ama bu yeterli değildi. Sesler azalmıyordu. Bir kişiyi daha indirmeyi başardım ve geri çekildim. Nefes nefese kalmış bir şekilde Asuman'a döndüm. "Son bir." Yutkundu. Orospu çocukları durmadan yaklaşıyordu. Eğilerek botumdaki bıçağı çıkarttım. Bir mermi ve bir de bıçağımız vardı.

 

"Hangisini istersin?" Diye sorduğumda güldü. "Silahı alayım canım." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Silahı eline tutuşturdum ve kısaca etrafı kontrol edip bıçağı ters çevirdim. Kardeşime söz vermiştim ve buradan çıkmak zorundaydım. Mücadele vermezsem bana hakkını helal etmezdi.

 

"Başımıza üşüşecekler, Asuman." Dedim dişlerimin arasından. Kolumdaki yanma artmaya başlamıştı. Gömleğimin tamamen kanımla ıslandığına emindim. Karanlıktan dolayı doğru düzgün yarayı göremiyordum ama mermi kasımdan girmişti. Sikeyim!

 

"Amaçları öldürmek olsaydı çoktan yapardılar." Dedi. "Canlı ele geçirmeye çalışacaklar." Kafamı usulca salladım. Bu işimize gelirdi. Yakın dövüşte fena değildim. Hatta bir üstümü tanımazdım. Lakin Asuman'ı korumaya çalışarak dövüşmek, ki kolum bir saatten sonra işlevini tamamen yitirecekti, zor olacaktı.

 

"Çınar."

 

"Söyle."

 

"Hakkını helal et."

 

"Varsa helali hoş olsun Asuman." Derin bir nefes aldı. "Benimki de helal olsun." Dedi dişlerinin arasından. Yutkunarak sordum. Çok vaktimiz yoktu ama boş beklemekten iyiydi; konuşmak. "Hangi takımlısın?"

 

"Anlamadım?"

 

"Takım işte kızım. Neyini anlamadın?"

 

"Fenerliyim." Kaşlarım kavislendi. "Sen?" Diye sordu. "Ölümüne sarı lacivert." Küçük bir kahkaha attı. "Ölümüne ha?" Sırıttım. "Bir gün maça gider miyiz?"

 

"Buradan çıkabilirsek gidelim." Kafamı salladım. "Tamam." Dedim yutkunarak. "Caymak yok."

 

"Cayanın ağzına sıçsınlar." Güldüm. Fazla açık sözlüydü. Bir de ağzı bozuktu. Garip bir şekilde bana benziyordu.

 

Adım sesleri duymaya başladığımda odağımı topladım. Yakındaydılar. Artık fazlasıyla. Nefes alışverişlerini bile duyabiliyordum. O yüzden nefes almayı kestim. Arkasında olduğumuz taş büyüktü. Şansım vardı. Çakıltaşlarından çıkan sesle harekete geçtim ve botumu sertçe en yakındaki adamın ayağına geçirdim. Sendeleyerek üzerime doğru düştü. Düşen adamın tüfeğine davranıp elinden çekmek kolay oldu. Biçağı tam kalbine saplamak da. Üzerime açılan ateş üstümdeki adama isabet ederken Asuman tabancayla birini indirdi. Tek başıma olduğumu ya da yanımdakinin bilincinin yerinde olmadığını düşünüyor olmalıydılar çünkü Asuman çatışmaya hiç katılmamıştı. Adamların geri çekilmesi üzerimdeki kenara atmama ve tüfeğini alır almaz gözümü kestirdiğim kişiye sıkmamı sağlamıştı. Bir ölü daha ama yeterli değil. Gittikçe artıyordu sanki piç kuruları.

 

"Teslim olun!" Dedi gecenin içinden biri. "Buradan çıkış yok size!" Asuman'a baktım. Kafasıyla bir onay verdi. Ne olursa olsun teslim olmayacaktık. "Eskeri bize ver! Canını bağışlayam!"

 

"Canını sikeyim senin orospu çocuğu!" Diye bağırdım gür bir sesle. Sessizlik oldu. Hemen ardından yaylım ateşi açıldı. Asuman'ı kendime doğru çektim. Tüfek bir işe yaramazdı çünkü kafamı çıkarttığım an mermiyi beynime yiyebileceğim kadar yakındaydılar ve üstelik sayıları da cabasıydı.

 

"Çınar." Dedi Asuman. Nefes nefeseydi ve yüzü göğsüme yaslıydı. "Söyle."

 

"Keşke böyle karşılaşmasaydık." Yutkundum. "En azından karşılaştık." Dedim kollarımı sıkılaştırarak. Kanlarımız artık birbirine karışıyordu.

 

"Bir pişmanlığın var mı?" Diye sordu. Boğazım sızlar gibi oldu. Nilüfer'in sesi yankılandı kulaklarımda. "Var. Kardeşime döneceğime dair söz vermiştim."

 

"Tutamayacağın sözler vermemelisin."

 

"Böyle olacağını düşünmemiştim."

 

"Benim yüzümden. Gitmeliydin." Gözlerimi sıkıca kapattım. "Sen gider miydin?" Sert bir nefes verdi. "Ben Türk askeriyim oğlum arkamda adam bırakmam." Söyledikleri beni güldürdü. Oldukça ironik bir cümle kurmuştu. "Yemin ederim ben de Türk'üm. Sadece rol icabı Fransız oldum."

 

"Bok gibi rol yapıyordun bu arada." Küçük bir kahkaha attım. "Sallama, ben fark ettirene kadar asla anlamadığına eminim." Dedim keyfim yerindeymiş de bir kafede kahve içiyormuşuz gibi.

 

"Aptal." Diye tısladı. "Serçe parmağım karnımdaki yaradan daha çok acıyor!"

 

Pişmandım yemin ederim ama canını yakmam gerekiyordu o an. Rol gereği. "Askere gidince unutursun Asuman."

 

"Ha-ha. O kadar komiksin ki."

 

"Elhamdülillah."

 

Sessizleştik. Hâlâ tepemizden kurşunlar yağmaya devam ediyordu. Gözlerimi kapatarak kısa bir süre düşündüm. Her ihtimale karşı tüm dosyaları ve şifreleri Barış'a vermiştim. Bunca yıldır kendi ailemin pisliklerini ortaya çıkartmaya çalışıyordum ve tam oldu derken öte tarafa gitmek... Gözüm arkada değildi. Barış hallederdi. Kardeşimi yalnız bırakmazdı. Şerefsiz son zamanlarda gözüme çok batıyordu ama artık yapacak bir şey yoktu.

 

Nilüfer, tekrar buluşacağız kardeşim. Annemi görmeye gidiyorum. Geç bile kaldım.

 

Kulağımdaki mermi düğününün sesi anlık olarak artmaya başladı. Gözlerimi araladım. Uzaktan gelen silah seslerini Asuman'da duyuyor olmalıydı. "Çınar." Dedi zar zor. "Şu maç işini unutma." Genişçe gülümsedim. Asuman'ın timi gelmişti. Derin bir nefes aldım.

 

Nilüfer, kardeşim sözümü tutacağım.

 

🪷

 

NİL

 

Acının bir sınırı olur muydu? Ben her defasında daha fazla acıyamaz derdim ama galiba her zaman daha fazlası oluyordu. Acı geçmişe kalınca gelecek üstüne kilitleniyordu. Yüzüme doğru kalkmış elin acısını beklerken bir ses yükseldi. "Amca!" Gözlerimi kırpıştırdım ve Mustafa'ya baktım. O amcasına bakıyordu. "Yapma."

 

"Kes lan!" Dedi Seyfi. Mustafa dişlerini birbirine bastırdı. Geri çekilmedim. Gözlerimi karşımdaki adamın gözlerinin içine diktim. Aynı saniyelerde kulaklarımda bir çınlama meydana geldi. Kalbim panikle çarpmıştı. Birkaç çığlık peşi sıra o sesi takip etti. En sonunda da onun sesini duydum.

 

"SAKIN!"

 

Barış. Duyduğum ses silah sesiydi. Saniyeler içinde elimi kavrayarak beni arkasına doğru çekti. "O elini kırar götüne sokarım!" Dedi Seyfi'ye doğru. Elindeki silahla kimseyi vurmamıştı, sadece ateş etmişti. Bilmiyorum belki de havaya sıkmıştı. Her neyse sonuçta buradaydı ve içime değişik bir güven yayılıvermişti.

 

"Barış Kutay!" Dedi Seyfi yüksek bir ses tonuyla. "Senin ne işin var lan bu evde!?" Barış, elindeki silahı Seyfi'ye doğru kaldırdığında boşta kalan elini sıkıca tuttum. "Barış." Dedim durması için sesime bir ikaz yayarak ama beni duymazdan geldi.

 

"Seni sadece bir kez uyarıyorum." Dedi, sesi o kadar soğuktu ki. Onu ilk gördüğüm anı anımsatmıştı. Seyfi silahtan veya Barış'tan dolayı birkaç adım geriledi. "İkinci defada boşa sıkmam!" Dişlerinin arasından kurduğu kelimeler istemsizce gerilmemi sağlıyordu. "Sana yeminim olsun alnının çatından yersin kurşunu!"

 

Sessizlik. Boğazımdaki yumruyu gidermek için yutkundum. Barış'a istemsizce biraz daha yaklaştım ve elini daha sıkı tuttum. Şu an ondan başka dayanağım yoktu. Üstelik yürümeye başladığımdan beri ilk kez bu kadar uzun süre ayakta kalmıştım.

 

Barış'ın neden yanımda olduğunu anlamayan ev halkı anlamak için ellerimize bakıyordu galiba. Özellikle Şirin'in bakışları öyle bir kenetlenmişti ki ellerimize rahatsız olmuştum. Barış, tehdit dolu bakışlarını tüm ev halkında gezdirdikten sonra bana döndü. "Yürü. Gidiyoruz."

 

Anında kafamı iki yana salladım. "Kardeşlerimi almadan hiçbir yere gitmem!" Bana doğru dönerek gözlerimin içine baktı. "Nil." Dedi bastırarak. Elimi elinden çektim ve bir adım ondan uzaklaştım. "Kardeşlerim olmadan!" Dedim dişlerimin arasından. "Bu evden çıkmam!"

 

Derin bir nefes aldı ve dilini dudaklarında gezdirdi. Elindeki silahı beline takarak, seninle sonra hesaplaşacağız, der gibi yüzüme baktı. Omuz silktim.

 

"Barış, siz hayırdır ya?" Diye soran kişi Mahir'di. Kaşlarımı çatarak ters ters ona baktım. "Sana ne be!?" Diye sorduğumda o da kaşlarını çattı. "Sen bizim örfümüzü adetimizi bilmiyor olabilirsin-" diye devam ederken Barış araya girmişti. "Sikerim sizin örfünüzü de adetinizi de! Yettiniz artık!" Mahir'in üzerine doğru yürümeye başladığında panikle kazağına tutundum. "Barış! Dur."

 

Sert bir nefes verdi. Adımları durmuş olsa da gözleri durmuş sayılmazdı. Buradan artık bir an önce defolup gitmek istiyordum. "Bizim evimizi silahla basarak büyük hata ettin!" Dedi Seyfi. Barış'a bakıyordu ama ses tonu bana kurduğu ses tonundan daha zayıftı. "Bu savaş demek!"

 

"Ben sizi kendi savaşınızda boğacağım!" Dedi Barış hâlâ burnundan solurken. "Yeni bir savaşa gerek kalmayacak!" Barış'ın elini daha sıkı tuttum. Ona bir şey olur diye korkuyordum. Merdivenlerden duyduğum adım sesleriyle oraya döndüğümde kardeşlerimi görmek beni rahatlattı. İkisi de sırt çantaları ve orta boy bir valizle aşağıya inmişti. Hemen arkalarından da Dilan Hanım indi. Başına siyah salaş bir şal atmıştı. Elinde de küçük bir çanta vardı. Valiz bile almamıştı. Belki de bu eve ait hiçbir şeyi yanına almak istememişti.

 

"Dilan!" Diye bağırdı Seyfi. "Eğer o kapıdan çıkarsan bir daha geri dönemezsin! Aklını kullan! Çocuklarınla bir başına ne yapacaksın!?"

 

"Onlar bir başına değil!" Diyerek araya girdim ve bunu yaparken Seyfi'ye doğru adım atmayı da ihmal etmemişti. "Bu eve gelmeye hiçbiri bir daha ihtiyaç duymayacak! Hiçbirinin bu cehenneme ihtiyacı yok anladın mı!?"

 

"Buna yediğin kaba pislemek derler!"

 

"Biz hazırladık! Siz de yersiniz işte!" Diye bağırdım yüzüne karşı.

 

"Ağzını topla bacaksız!" Diye bağırdığında sesini bastıran kişi Barış olmuştu. "Sesini soluğunu sikerim senin!" Gözlerimi büyüttüm. Ben kavga ettiğimde sorun yok gibiydi ama Barış edince panikliyordum. "Hadi gidelim Barış!" Dedim onu kapıya doğru çekmeye çalışarak. Elini elimden kurtarması zor olmadı. Duraksız adımlarla Seyfi'ye ilerledi ve yumruğu yüzüne geçirdi. Olduğum yerde kaldım. Seyfi yere düşerken Barış tam karşısına dikilmişti. Nuran cadısı çığlık atarken Şirin'in ağladığını görmüştüm. Umurumda değildi. Lavin'i ağlattığı günlere saysındı.

 

"Seni uyardım. Sadece bir kez. İkincisi olmayacak." Dedi Barış ve bana doğru dönerek yanıma geldi. Elimi tuttuğu an tutuşuna karşılık verdim. Barış, Dilan Hanım'a ve kardeşlerime baktı. "Hadi." Dedi saygılı bir şekilde. Konaktan çıkarken gözüm Berivan Hanıma takıldı. Elindeki ipliklerle bir bileklik yapmıştı. "Ferda!" Dedi o sırada. Konaktan çıkmak üzereyken adımlarımı durdurmuştum. "Bilekliğini yaptım, bak."

 

Aile bilekliği. Sadece annemde olmayan. Yutkundum. O bileklikten bende vardı ama annemde yoktu. Annemde o bileklikten yoktu!

 

Konaktan çıktığımızda kardeşlerimin ve Dilan Hanım'ın durumunu düşünerek yumruklarımı sıktım. Boğazımdaki yumru gitmedi, bir an nefes bile alamadım ama her zaman yaptığımı yapıp onlara gülümsedim. Kalbim artık nefret için değil intikam için atıyordu.

 

Barış, kendi arabasına çocukların ve Dilan Hanım'ın eşyalarını yerleştirdi. Sonra arabanın arka kapısının açarak içeriyi gösterdi. Arkaya üçü birlikte oturdu. Barış kapıyı kapatırken üçünün de birbirinin ellerini sıkıca tuttuğunu görmüştüm.

 

Barış, bana doğru döndüğünde yüzüme yerleştirmiş olduğum gülümseme çoktan düzlüğe kendini devretmişti. "Nil." Dedi, sesinden sinirli olduğunu anlayabiliyordum. "Seninle daha sonra konuşacağız." Hiçbir şey söylemedim. Kafamda bir bomba taşıyormuş gibi hissediyordum çünkü. Patlamasına az kalmıştı.

 

"Abim ne zaman gelecek?" Diye sordum gözlerinin içine bakarak. Sürekli bu soruyu sorduğum için ofladı. "Bilmiyorum, Nil. Ama bu yaptığın yüzünden sana kızacak haberin olsun. Ve ben de kızacağım."

 

"Neden?"

 

"Geç kalsaydım amcanın sana neler yapabileceğini hâlâ anlayamadın mı!? Adam abini döverek komaya soktu Nil!"

 

Yutkundum. Söylediği şey zihnimdeki bombanın sayacını hızlandırdı. Hiçbir şey söylemeden yüzüne baktığım için derin bir nefes alarak saçlarını geriye doğru itti. "Tamam, hadi eve gidelim." Dedi arabayı göstererek. Kafamı iki yana salladım. "Artık sizin evde kalamam. Bizi bir otele götür."

 

Kaşlarını çattı. "Anlamadım?"

 

"Onlarla sizin evinizde kalamayız, Barış. Ben onların yerinde olsaydım böyle bir durumda sizde rahat edemezdim. Mahçup olacaklar. Olsunlar istemiyorum. O yüzden bizi şimdilik bir otele bırak."

 

Kensini sakınleştirmek için olsa gerek birkaç saniye etrafa bakındı. "Olmaz." Dedi sonra. "Seni bu halde yalnız bırakamam. Ha ama diyorsan aynı odayı tutar beraber kalırız o zaman tamamım."

 

"Barış-"

 

"Yok sana Barış! Nil, henüz iyileşmedin bile! Benden saçma sapan şeyler isteme." Arabaya baktı. "Sen onlar için büyük bir şeye katlanıyorsun onlar da katlansınlar birkaç gün. Sonra çaresine bakarız. Anlaşıldı mı?"

 

İtiraz etmeme fırsat vermeden arabanın ön kapısını açtı ve içeriyi gösterdi. "Hadi." Sessizce içeriye girerek oturdum. Kapıyı kapattı ve arabanın önünden dolaşarak şoför koltuğuna yerleşti. Birkaç saniye gözlerimi kapatarak kendimi ve düşüncelerimi toplamaya çalıştım. Önceliğim kardeşlerimdi. Diğer her şeyi daha sonra düşünecektim.

 

Cebimden telefonumu çıkartarak abimin üzerine tıkladım. Artık adı, Ayı, değildi. Abimm ve yanına koyduğum ayıcık emojisiydi. Telefon kısa bir süre içinde, aradığınız kişiye şu anda ulaşamıyor, diyerek omuzlarımı düşürse de yüzümdeki ifadeyi bozmadan gülümseyerek arkama döndüm.

 

Dilan Hanım merakla ve endişeyle sordu. "Kızım, şimdi biz..." Barış araya girdi. "Birkaç gün bizde kalırsınız. O sırada bir ev bakarız. Endişelenecek bir şey yok."

 

"Ama olur mu öyle oğlum? Annenin haberi de yoktur hem."

 

"Olur olur. Annemi zaten tanıyorsunuz. Üstelik Nil'in ailesi benim de ailem sayılır. Çekinmenizi gerektirecek hiçbir şey yok."

 

Volkan lafa atlayınca Dilan hanım susmak zorunda kalmıştı. "Siz ne ara sevgili oldunuz ya?" Diye sordu sitemle. "Ne oldu?" Diye sordu Barış. "Ablanı mı kıskandın?" Dudaklarımı birbirime bastırdım. Volkan ters ters Barış'a baktı. "Abimin haberi var mı peki?" Diye sordu. Bir an araba iki yana savruldu. Çok geçmeden Barış hakimiyeti geri kazandı ve dikizden kaşlarını çatarak Volkan'a baktı.

 

"Abini ne diye karıştırıyorsun oğlum şimdi!?" Volkan şeytanca sırıttı. "Demek haberi yok." Dediğinde Barış sert bir nefes vermişti. "Eğer abine bir şey söylersen seni arabamın arkasına bağlar sokak sokak gezdiririm Volkan."

 

Volkan güldü. Bu gülüş biraz tehditvariydi. Lavin, sessizliğini bozarak konuştu. "Ben sizi görmüştüm evin önünde. O zamandan biliyorum, şaşırmadım."

 

Volkan, Lavin'e baktı. "Bana niye söylemedin?"

 

"Niye söyleyecekmişim?"

 

"Kardeşinim de ondan."

 

"Olabilir. Hem kadın sırrı diye bir şey vardır. Her şeye burnunu sokma."

 

"Anne şuna bir şey söyle!" Diye çıkıştı Volkan. Dilan Hanım derin bir nefes aldı. "Didişmeyin." Dedi. Gülümsedim. Bu sefer daha gerçekti. İyi olduklarını görmek içimi rahatlatmıştı. Abimin de iyi olduğunu görmek istiyordum.

 

Artık gelsindi. Sözünü tutsundu. Sözünü tutmazsa ona ömür boyu küsecektim.

 

🪷

 

BÖLÜM SONU!!

 

Beğendiniz mi bölümü?

 

Düşünceleriniz??

 

Nil?

 

Çınar?

 

Barış?

 

Volkan?

 

Lavin?

 

Nil ve Çınar'ı bir arada görmek için artık an sayıyorum yahu🫠 kapışmalarını özledim dkflsjx

 

WP kanalıma gelmeyi unutmayın🥳

 

VOTE

VE

YORUMU

DA

UNUTMAYINN

 

Sonrali bölümde görüşelim💋

 

🍭

 

İnstagram; Zeynepizem

 

 

 

 

Loading...
0%