@zeynepizem
|
Kurguyu sevdiyseniz arkadaşlarınıza önermeyi unutmayın😘
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
ZEHİRLİ ŞEKER BÖLÜM 40
🪷
Annem, sevginin tüm duygulardan daha üstün olduğunu söylerdi. Bu yüzden kendimi hep bir şeyleri severken bulmuştum ben. Kuşları, kedileri, hatta köpekleri bile. Bir keresinde yolda güzel bir taş bulmuştum. Onu bile sevmiştim. Hatta göz ağız çizerek bebek gibi oynadığım da olmuştu.
Şimdi kendime bakıyordum da içimde sevgi yerine nefreti buluyordum. Sevgi yine vardı. Kendini tamamen soyutlamış değildi ama hissettiğim nefret artık sevginin boyunu aşıyordu. Eskiden gözlerim ışıl ışıl bakardı benim şimdi sadece kin doluydu.
Esma Teyze'ye gelmiştik, bizi olması gerekenden daha güzel ve cana yakın bir şekilde karşılamıştı. Baran odasını Lavin ve Volkan için feda etmişti. Dilan Hanım, misafir odasında hep beraber kalırız demişti ama ev halkı tarafından bu öneri kabul edilmemişti. Bu yüzden Dilan Hanım misafir odasında rahatça tek başına kalabilecekti. Baran ve Barış'a da salon kalmıştı.
Birlikte yemekler yemiş sohbetler etmiştik. Hepimizin içinde acıya dier bir şeyler olsa da yüzümüz gülümsüyordu. Odama çekilmeden önce kardeşlerimle biraz konuşmuştum. İçleri rahat olsun diye elimden geleni yapacaktım. Her şey düzene girdiğinde onları İstanbul'a bile götürebilirdim. Eğer isterseler benimle gelebilirdiler.
Kapı iki kez tıklandığında durmadan taradığım saçlarımı geriye doğru ittim ve ayaklarımı yataktan aşağıya sarkarak seslendim. "Gelin?"
Kapının kulpu büküldü. Dilan hanımı gördüğümde genişçe gülümsedim. "Müsait miydin, kızım?" Diye sorduğunda kafamı salladım. "Evet, buyurun. Bir şey mi oldu?" Kapıyı arkasından kapatarak içeriye girdi. Meraklı gözlerle ona bakarken yatağın boş kısmını göstermeyi ihmal etmedim. "Otursanıza, ayakta kalmayın." Dediğimi yaparak yanıma oturdu. Birkaç saniye konuşmasını bekledim ama sustuğu için sormak zorunda kaldım.
"Dilan Hanım, iyi misiniz?"
"İyiyim." Dedi yutkunarak. Elini yeleğinin cebine götürerek küçük beyaz bir kumaş çıkarttı. "Üstüne yük olmak istemem." Dedi çekinerek. "Ben, öyle para işinden çok anlamam ama," beyaz kumaşı ellerime tutuşturdu. "En azından bir süre idare eder ama yetmez dersen..." kumaşı açarak içine baktığımda iki altın bilezik görmüştüm. Dişlerimi birbirine bastırarak içimde oluşan kasveti yansıtmamaya çalıştım. "...çalışmaya da başlarım. Çocukların okul masrafı-"
"Dilan Hanım." Susarak yüzüme baktı. Kumaşla bilezikleri sardım ve ona geri uzattım. "Eğer sizden böyle bir beklentim olsaydı bu yola hiç başvurmazdım." Dedim içini rahatlatmak için. İçten bir şekilde gülümsedim. "Onları sizin çocuğunuz olarak değil kardeşim olarak görüyorum. Kardeşlerimin masraflarını ödeyebilecek bir yaştayım. Hem Lavin'in bursu varmış. Dereceyle girdiği için okuldan burs alıyormuş. Bu durumda zorlanacağım bir şey yok ki. Birkaç gün dişinizi sıkmanızı isteyeceğim sizden. O sırada bir ev bulurum illaki. Eşyaları da yavaş yavaş hallederiz."
Bileziklerini yine bana doğru uzattı. "Evin masrafı olur. Onun için kullanırsın." Kafamı iki yana salladım. "Hayır. Her halükarda bir eve çıkacaktım zaten. Konakta bir yere kadar kalabilirdim. Zaten yapacağım bir şey için sizden bir şey alamam. Eğer içiniz rahat edecekse evi tuttuğumuzda mutfakla siz ilgilenirsiniz. Böylelikle de borç olarak düşündüğünüz şeyi ödemiş olursunuz."
Dudaklarını birbirine bastırdı. Utandığını gördüğümde elimi omzuna yerleştirdim ve konuştum. "Çocuklarınız için başınızı dik tutmanız gerekiyor. Elinizden tutuyorum ama sonsuza dek yanınızda ben olmayacağım. Bir gün buradan gittiğimde gözüm arkada kalsın istemiyorum bu yüzden güçlü olmalısınız. Hem kendiniz hem de çocuklarınız için." Kafasını salladı. "Sağ ol kızım." Dedi. "Ben, hep sustum. Sindim. Çocuklarımı da böyle yetiştirdim ama onlar benim gibi olsun istemiyorum. Senin gibi güçlü olsunlar istiyorum. Meydan okusunlar, dimdik durabilsinler. Ben, sustukça onlar da susacak. Bu yüzden artık susmayacağım."
Gözlerimi kırpıştırdım. Kalbim bir an hıphızlı atmaya başlamıştı. Cabaladığını görmek beni mutlu etmişti. "Ben bir davaya hazırlanıyorum." Dedim şıp diye. "Şahit olur musunuz?" Cevap vermesini beklemeden konuşmaya devam ettim. "O evde olup bitenleri en iyi siz biliyorsunuz. Eğer şahitlik ederseniz birçok şeyi daha kolay ilerletebilirim. O adamın abimi komaya sokmasından tutun çocuklarınıza karşı fiziki ve psikolojik şiddete kadar her şeyi kendi gözlerinizle gördünüz. Eğer şahit olursanız-"
"Olurum." Dedi. Duraksadım. İkna etmek için neler söyleyebileceğimi düşünürken aniden sözümü kesmesine şaşırmıştım. "Gerçekten mi?" Diye sorduğumda kafasını salladı. "Gerçekten. Çınar için hiçbir şey yapamadım. Gözümün önünde eridi o çocuk. Ben... biliyorum suçluyum ama korktum. O zamanlar gençtim. Konağa gelin geldiğimde daha on sekiz yaşındaydım. Annelik nasıl yapılır onu bile bilmiyordum ki. Sadece söylediklerini yaptım, başka bir şeye de akıl edemedim. Şimdi biliyorum. Eğer işinize yarayacaksa şahitliğim bunu size borç bilirim."
Derin bir nefes aldım. Bir adım daha ilerlemiştim. Bir adım daha yaklaşmıştım onların sonunu yazmaya. Söylediklerini düşününce iyiden iyiye bileniyordum. On sekiz yaşında bir kadını, ki daha çocuk sayılırdı, annemin üzerine gelin getirmişlerdi. Korkut Bey'le aralarında en az 14 yaş falan olmalıydı. Midem bulandı. Kendi babamdan iğrenmiştim. Böyle bir şeye nasıl razı gelirdi?
İçimden geçirdiklerimi dışıma yansıtmamaya çalıştım. Dilan Hanıma gülümseyerek konuştum. "Teşekkür ederim." Sesimde minnet vardı. Şahitliği davayı gerçekten çok başka bir yere taşıyacaktı.
"Etme." Dedi ve ayağa kalktı. "Ben o işleri hiç bilmem, nasıl edilir yapılır. Yön gösterirsen-"
"Merak etmeyin dava boyunca yanınızda olacağım." Kafasını salladı. "Tekrar konuşuruz o halde. Ben gideyim, sen de dinlenirsin." Gülümsemem büyüdü. "İyi geceler, Dilan Hanım."
"İyi geceler, kızım." Dedi ve arkasını dönerek kapıya kadar ilerledi. Odadan çıktığında yüzümdeki gülümseme anında solmuştu. Saçlarımı sertçe geriye doğru ittim ve ayağa kalktım. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu. Bir an nefes alamadım. Kendi zihnimde boğulacağım sandım.
Odanın içinde sağa sola yürüyerek içimdeki şeyden kurtulmaya, az da olsa sakinleşmeye çalıştım. Ama sakinleşmek yerine daha da kötü bir hâl alıyordum. Tüm olanlar kafamda dönüp duruyordu. Sadece şahit olduklarımı değil duyduklarımı bile görüyordum sanki. Abimi görüyordum. O adamın abime yaptıklarını, kardeşlerime yaptıklarını, bana yaptıklarını, anneme yaptıklarını... midem bulanıyordu.
Bacaklarımda ansızın bir yanma hissettiğimde inleyerek kendimi yere bıraktım. Bugün olması gerekenden fazla ayakta kalmıştım. Doktor özellikle belirtmişti, aniden yürümemem gerektiğini. Dişlerimi birbirine bastırdım. O kadar acıyordu ki gözlerim dolmuştu.
Ofladım. Her şey üst üste geliyordu. Ezilecek gibi hissettim bir an kendimi. Çok güçsüz hissettim. Abim gelseydi her şey yoluna girebilirdi ama inatla gelmiyordu. Ben abimi istiyordum. Yanağıma akan göz yaşımı sildim.
Ayağa kalmaya çalıştığımda dizlerimdeki yanma arttığı için kalkmaktan vazgeçerek dümdüz yere uzandım. Gözlerimi tavana dikip derin derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
Ellerimle yüzümü kapatarak birkaç kez aynı kelimeyi geçirdim zihnimden.
Geçecekti. Hepsi geçecekti.
Annem, her gecenin sonu ışıktır derdi. Işık ne zaman yanacaktı? Gece ne zaman bitecekti?
Gözyaşlarımı sildim. Mantıklı düşünmeliydim. Duygusallık şu an için işimd yaramazdı ki.
Elimde zehirlendiğime dair doktor raporu vardı. Dilan hanım şahitlik edecekti. Yarın Volkan için hastaneye gidip darp raporu da alacaktım. Tüm bunlar hapse girmelerine yeterdi ama suç sadece birine yani Seyfi'ye yüklenecekti. Bu da bana yeterli gelmiyordu. Bana göre hepsi suçluydu ve hepsinin hapse girmesi gerekiyordu.
Kapı tıklatıldığında düşüncelerimden sıyrıldım. İstifimi bozmadan gözlerimi kapıya çevirdim. Kulp aşağıya doğru büküldü ve Barış göründü. "Müsait mis-" Yüzündeki ifade birden sarsıldı. "Nil!" Diyerek yanıma koştuğunda burnumu çektim. Dizlerinin üzerinde yanıma çökerek bir elini enseme bir elini de belime yerleştirdi. Hafifçe doğrulmamı sağladı. "Nil, bebeğim! İyi misin?"
Yine burnumu çektim. "İyiyim. Düşünce kalkamadım." Bir an eli ayağı birbirine dolanmış gibi hiçbir şey söyleyemedi. Sonra derin bir nefes aldı. "Güzelim neden seslenmiyorsun?" Diye sordu kızar gibi. Yutkundum. "Bilmiyorum. Aklıma gelmedi."
"Ne demek aklına gelmedi? Gelmeseydim tüm geceyi böyle mi geçirecektin?"
Gözlerimi kaçırdım. "Ne bileyim, her şeyi tek başıma yapmaya alışmışım." Dedim sessizce. Odada ses olmadığı için gayet söylediklerimi duymuştu. Beni nazikçe kucağına alarak zorlanmadan ayağa kalktı ve yatağa uzunmamı sağladı. Yanımdaki boşluğa oturarak ellerini yüzüme yerleştirdi. "Öyleyse bundan sonra her şeyi benimle yapmaya alışsan iyi olur." Dedi. Ona minik bir tebessüm sundum.
"Kolay kolay alışabileceğimi sanmıyorum." Dedim buruk bir şekilde. Bir eliyle saçlarımı geriye doğru itti. "Neden?" Diye sordu ilgiyle.
Onunla bir şeyler paylaşmayı seviyordum. İçimdekileri söyleyince, saçma bile olsalar, garip bir rahatlık duyuyordum. "Benim hayatım bir yerden sonra alışkanlıklar üzerine değil zorunluluklar üzerine kuruldu çünkü. Kendimi hep koşullayarak büyüttüm. Buraya gelirken de aynıydı durum. Güleceksin, ne olursa olsun espiriye vuracaksın, saçmalayacaksın ama asla yüzündeki gülümsemeyi silmeyeceksin..." nefeslendim. "Gülmekten yoruldum Barış."
İnsan gülmekten yorulur muydu? Yoruluyordu. "Hiçbir şey umurumda değilmiş gibi davranmaktan yoruldum." Dedim sesime bıkkınlık da ekleyerek. Buraya geldiğim günden beri o kadar çok şey olmuştu ki ve ben sürekli üstünü kapatmıştım olan şeylerin. Artık kapatabilecek bir yerim, saklayacak alanım kalmamıştı.
Barış, alnını alnıma yasladı. "Gülümsemen, bu hayatta en sevdiğim şeylerden birisi." Dedi. "Gülümserken kısılan gözlerin, parlayan bakışların benim bağımlılığım, Nil. Gülümsemeyen bir sen düşünemiyorum o yüzden rol yapmayı bırak. Hayat sana ne hissettiriyorsa onu yaşa ki sonra gülümsemelerin yormasın seni."
Yine şiir gibi konuşuyordu. Yavaşça geri çekildi ve yastığımı düzelterek doğrulmamı sağladı. Hafif oturur pozisyonda yastığa yaslandığımda konuştu. "Acıyor mu vir yerin?" Kafamı iki yana salladım. "Bugün çok ayakta durduğum için bacaklarım sızlıyor sadece."
"İlaçlarını aldın değil mi?"
"Evet, sen de yanımdaydın ya." Nefeslendi. Endişesi dinmiş sayılmazdı ama belli etmemeye çalıştı. "Bugün dertleşme günümüz olsun mu?" Diye sordu. Gözlerimi kırpıştırdım. Sonra kafamı usulca salladım. Bana gülümsedi. Yataktan kalkarak kapıyı kilitledi ve ışığı kapattı. İçerisi pencereden sızan sokak lambalarıyla loş bir hal almıştı.
"Yana kay bakalım." Diyerek yanıma gelirken istemsizce heyecanlanmıştım. Bir şey yapacak değildik ama ortam anlık olarak kalbimin hızlanmasını sağlamıştı. Yatakta hafifçe sağa doğru kayarak ona yer açtım. Açtığım yere uzanarak benim yastığıma başını yasladı. "Şimdi kollarımın arasına girmen gerekiyor." Dedi iki yana kollarını açarak. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Şu an bana iyi gelecek tek şey kollarıydı. Çekinmeden ona yanaştım ve yüzümü göğsüne yasladım. Anında kollarıyla sıkıca sardı beni.
"Üstünü kapattığın her şeyi ortaya dök, şimdi. Elektrikli süpürge olduğumu düşün, tüm derdini çekip alacağım." Yaptığı benzetme kıkırdamamı sağladı. Çok aptaldı. Çok seviyordum. Ona daha çok sırnaştım. Sıcacık hissettim ama fiziki bir durum değildi bu. Olmam gereken yer, boşluk hissinin dolması, tamamlanmışlık... hepsi Barış'tı.
"Soru da sorabilir miyim?" Diye sorduğumda dudaklarını başıma yasladı. "Ne istersen."
"Akif'e ne oldu?" Merak ediyordum ama hep üstünü kapatıyordum bu konunun. Çünkü yeterince dertle uğraşıyordum ve bir de o adamı düşünmek zoruma gidiyordu. "Artık seni rahatsız etmeye cüret edemez. Seninle aynı şehirde olmaya bile cüret edemez, Nil."
Gözlerimi kırpıştırdım. "Nasıl?"
"Beni ilk gördüğün günü hatırlıyor musun?"
"Hı-hım."
"Benim aşılması zor bir sınırım vardır ve saygım sevdiklerimin canı yanana kadardır. Bazı şeyler memuriyetle çözülmez."
Nefesim kesildi. "Ne yaptın?"
Sessizlik oldu. Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Barış?"
"Sen bunları düşünme." Dedi konuyu kapatmaya çalışarak. "Barış." Derin bir nefes aldığında göğsünde yükseldim.
"Ön planda polis olabilirim ama arka planda hâlâ bir ağayım. Benim aşiretim var güzelim." Dedi keyifli bir şekilde. "Bu adamlar ezebilecekleri birini bulduklarında tüm gücüyle saldırırlar ama işler terse döndüğü an kuyruklarını bacaklarının arasına sıkıştırıp tüyerler."
"Söylediklerin ne yaptığını açıklamıyor."
"Birkaç küçük tehdit işte güzelim, orayı karıştırma."
Abim ve Barış'ın küçük anlayışını anlamakta zorluk çekiyordum. Kelimenin anlamını mı bilmiyorlardı acaba?
"Bu kadar kolay mıydı yani? O adam benim hayatımı zehir etti. Sekiz ayda her şeyim karma karışık bir hâl aldı. Dışarıya bile çıkamıyordum onun yüzünden." Dedim sitemle. Barış, kollarını sıkılaştırdı ve bir şey fısıldadı. Söylediğini duymuştum. Keşke daha çok dövseydim, demişti.
"Konu sensen benim için hiçbir şey zor değil." Dedi. Kalbimle zoru vardı. Yoksa böyle şeyler söylemezdi. "Adalet, hiçbir zaman doğru işlemez. Yasada da hayatta da. Hep yok'u oynar. Senin için olmayan adaleti var edeceğim. Senden aldığı 8 aya karşılık 80 yıllık bir korku yaşayacak. Bir daha seni düşünmeye bile cesaret edemeyecek Nil. Güven bana." Derin bir nefes aldım. Sanırım bu hayatta Barış'a güvendiğim kadar kimseye güvenmemiştim. Sorsam da söylemeyeceğini bildiğimden kabullendim ve korunmanın verdiği rahatlıkla kafamı salladım.
"Güveniyorum." Dedim iyice boynundaki boşluğa yerleşerek. "Teşekkür ederim." Saçlarımı öptü. "Sana canımı veririm." Dedi. "Ne teşekkürü?"
"Yaa Barıış!" Dedim söyledikleriyle karşılık olarak heyecanlı bir nidayla. "Söyleme böyle şeyler."
"Neden?"
"Aklım uçup gidiyor çünkü. DNA'ma bile sen kodlanmışsın gibi bir mallık hissediyorum." Güldü. "Romantik bir cümle geldiğini düşünmüştüm." Dedi kinayeli bir şekilde. Ben de güldüm. Bu ilişkinin maalesef ki odunu bendim. Sarılmak yerine şaşırıp adamla güreş tutabilecekmişim gibi bir vibe alıyordum kendimden ve yemin ederim bu beni çok korkutuyordu. En azından evlenene kadar bu yönlerimi gizli tutmam gerekiyordu.
"Seni çok seviyorum." Dedim içten bir şekilde. "İyi ki varsın! İyi ki!" Kafamı kaldırarak yüzüne baktım. Yüzünde geniş bir gülümseme vardı. "Duyumadım, tekrar söyle." Dedi gülümsemesini sürdürürken. Yüzüne doğru eğilerek burnunu öptüm. "Duyduğunu biliyorum." Dedim fısıldayarak. Çenemi kavrayarak dudaklarını öpmemi sağladı. "Çok bilmiş seni." Dedi kısa öpücüğünden sonra.
Gözlerinin içine bakarken derin bir nefes aldım. Anlık olarak gülüp eğlensem de uzun sürmüyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Barış, saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Zihnini ne kemiriyorsa söyle bana." Dedi.
Yutkunarak boğazımdaki yumruyu gidermeye çalıştım. "Şu, nottan bir haber var mı?"
"Parmak izi çıkmadı." Dedi. "Ama..."
"Ama?"
"Notu bırakan evin içinden biri olmalı." Bundan zaten emindim. İlk başta Akif olduğunu düşünmüştüm ama Barış'ın az önce söyledikleriyle ve abimin eve kimsenin giremeyeceğine dair anlattıkları şüphelileri aza indirgiyordu.
Hangisiydi?
Seyfi mi, Nuran mı, Cahit mi... benden ne istiyordular? Açığa çıkmasından korktukları bir şey olmalıydı. Hatta bu yüzden canıma kast edilmişti.
"Şaşırmadın." Dedi sorar gibi. "Artık," dedim hepsini kendi kanlarında boğmayı dilerken. "Beni hiçbir şey şaşırtmıyor."
Berivan hanımın elineki bileklik düştü zihnime. Kan sıçradı birden her bir köşesine. İrkildiğimde Barış kollarını sıkılaştırmıştı. "Nil? Ne oldu?"
"Hiçbir şey." Dedim nefeslerimi kontrol altına alarak. Kaşlarını çattı. "Yalan söyleme." Dedi. "Ben gelmeden önce o evde bir şey mi oldu? Döndüğümüzden beri kendinde değilsin." Dedi ve yanağımı okşadı. "Sorun neyse anlat ki halledelim, güzelim."
"Ben..." derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım ve kafamı göğsüne yasladım yeniden. "Her şeyin üst üste gelmesine dayanamadım sanırım." Bu içinde yalanı saklayan doğru bir cümleydi. Elini saçlarımın arasına yerleştirdi. "Geçecek." Dedi. Ona inanıyordum. Her şekilde. Durum ne olursa olsun, söylediği gibi geçmeliydi.
"Bugün seninle kalmamı ister misin?" Diye sorduğunda kafamı salladım. "Olur, isterim." Dedim çok istekli görünemeye çalışarak. "Ama Esma teyze kızmaz mı?" Diye sorduğumda sert bir nefes verdi. Burada kaldığım ilk gece yanıma uzandığı için Esma teyze Barış'ı terlikle kovalamıştı. Evlenmeden olmazmış, çünkü.
"Senin için canımı tehlikeye atabilirim. Yolun sonunda annemin terliği bile olsa, koymaz bana."
Gülümsedim. Nedense bunların son gülümsemelerim olduğunu düşünüyordum. İçimde o kadar kötü bir his vardı ki korkunçtu. Barış'a daha çok sokuldum. Beni korktuğum her şeyden korumaya gücü yeter miydi?
🪷
Kucağıma aldığım köpeği yere bırakarak doğruldum. Sabah Barış'la birlikte adliyeye gitmiş ve birkaç görüşme yapmıştım. Ki bu görüşmelerin arasında Savcı Emir Korhan da vardı. Adliye ilçede bulunmadığı için şehir merkezine gidip gelmek zaman alıyordu. O yüzden iletişime geçebileceğim biri veya birilerinin olması gerekiyordu adliyede. Emir Beyin numarasını Kübra'dan almıştım. Yüz yüze tanışıklığı olmadığını ama Antepli bir adamın davasında iletişim halinde bulunduklarını söylemişti.
Emir bey olması gerekenden fazla resmiydi ama beni geri çevirmemişti. Hazırladığım dosyanın bir kopyasını ona bırakmıştım. Dosyayı hazırlarken Kübra'nın yardımı çok olmuştu. O yüzden bir eksik veya yanlış bulamazdı. Emir bey dosyayı inceledikten sonra beni arayacağını söylemişti ve şu an beklemekten başka şansım yoktu.
Barış'la ilçeye geri döndüğümüzde korakola geçmesi gerekmişti. Beni eve bırakmıştı ama o gittikten sonra heber vererek dışarı çıkmıştım. Dışarı çıkmama izin vermesinin tek sebebi de başıma Mesude'yi etrafıma da başka üç polisi sarmış olmasıydı.
Nuran'ın antika tabağına poşette kalan peynirleri bıraktıktan sonra doğruldum. Köpeklerin yanına gelmiştim çünkü evde sıkılıyordum. Daha doğrusu uzun zamandır evde kaldığım için bunaltı geliyordu. Dört gün yürüyememek ve istediğim zaman dışarı çıkamamak zulüm gibiydi. O yüzden yürüyebilmenin keyfini çıkartıyordum.
Bu hayatta keyfini çıkarabileceğim bir sürü şey vardı. Tıpkı canını çıkarabileceğim bir sürü şey olduğu gibi.
"Nil?" Kafamı çevirerek kaputa yaslanmış Mesude'ye döndüm. Barış, ona düşündüğümden daha çok güveniyordu. Ayrıca aralarında garip bir iletişim vardı. "Gidelim mi artık? Bu kadar fazla ayakta kalman doğru değil."
"Biraz daha kalmak istiyorum." Dedim köpeklerin annesinin başını okşarken. Artık onunla iyi anlaşabiliyorduk. Bana güveniyor, yavrularına da kendisine de dokunduruyordu. Mesude, derin bir nefes çekti içine. "Sonra yine geliriz. Saatlerdir dışarıdayız. Hem ilaçlarını da içmen gerekiyor."
Ofladım. "Mesude, Allah aşkına rahat bırak beni." Dedim bıkkın bir şekilde. Ne yapsam aynısını yapıyor bir an olsun nefesini ensemden ayırmıyordu. Söylediklerim kaşlarını çatmasını sağladı. Kaputtan ayrılarak üzerime doğru birkaç adım attı. "Çok sorumsuz davranıyorsun." Dedi hiç çekinmeden. "Kendine karşı bu kadar sorumsuz olmamalısın."
"Kendime karşı sorumsuz olmak benim sorunum." Dedim ben de hiç çekinmeden. Hayatıma burnunu sokmayı kesmeliydi. Abimin bile lafını dinlemeyen bir insandım ben onu mu dinleyecektim?
"Nil. Çocukluk bu yaptığın."
Bedenimi ona doğru çevirdim ve gözlerinin içine baktım. "Çocuk olmanın neyi varmış?"
Gözlerini devirdi. "Durumun farkında değil misin? Dün ayaklarını koparmak isteyen adamlar bugün canını almak isteyecek! Aklını başına topla!"
Burnumdan sert bir nefes vererek güldüm. "Dün bacaklarımı almak isteyen de ailemdi bugün canımı almak isteyen de ailem! Bana salak muamelesi yapmayı kesin!" Dedim kendimden beklemediğim bir öfkeyle. Mesude de bu çıkışıma şaşırmıştı ama umursamadım.
Çocuk gibi davranmayı kesmek istemiyordum. Hayatımda bana iyi olan tek şey saçmalayıp gülmekti. Neden çok görüyorlardı ki?
Saf değildim, her şeyin farkındaydım. Ailemin, amcamın, yengemin öz babamın nasıl insanlar olduğunu anlayıp kavrayabiliyordum. Her şey zaten gözümün önündeydi. Sadece, kendime iyi gelecek bir şeyler yapmaya çalışıyordum ve bu insanlara çocukluk gibi geliyordu.
Ne yapmamı istiyordular anlamıyordum ki, eve kapanıp depresyona mı girmeliydim? Şu an yaşadıklarım doğrultusunda olması beklenen buydu belki ama kendimi yeniden yeniden üzmek yerine üzüldüğüm şeylerin üzerine gitmek daha doğru değil miydi?
Yaşadığım her şeye ağlayıp zırlasaydım şimdi burada olamazdım. Zamanında ağlanması gerekene ağlamıştım, ağlamaktan gocunmuyordum, hatta ağlamak bana bazen gülümsemek kadar iyi geliyordu. Şimdi buradaydım ve ağlamak yerine gülmeyi seçiyordum. Seçim benimdi. İstediğimi yapardım. Kimse de karışamazdı.
İstersem aptalın teki olurdum istersem de dünyanın en büyük dahisi kim engel olabilirdi ki?
Bana engel olabilecek tek kişi kendimdi ve sürekli kendimin önüne set çekmelerinden bıkmıştım. Zaten kafayı yememek için kendimi zor zapt ediyordum bir de insanlara laf anlatmak beni dibin dibine çekiyordu.
"Nil." Dedi Mesude anlayışlı bir ses tonuyla. "Hayatına karışmak gibi bir derdim yok ama henüz yeni iyileştiğin kısmı sürekli unutuyorsun. Bir şeyleri üstesinden gelmek istiyorsan önceliğin sağlığın olmalı. Sana onu veya bunu yapma demiyorum. Başkomiserim neyi emrettiyse yerine getirmeye çalışıyorum."
Derin bir nefes alıp verdim ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Mesude kötü biri değildi. Yani öyle hissettirmiyordu ama beni bunaltıyordu. "Seni anlıyorum Mesude ama lütfen bana biraz nefes alacak alan bırak."
"Şu an böyle bir alanın hayalini kurman doğru değil, Nil. Ne olacağını bilmiyoruz. Bugün sana olanlar hakkında başkomiserim soruşturma başlatacak ve durum bir şekilde onlardan sana sekecek. O sekme olmasın diye dibinde duracağım. Bana istediğin kadar sövebilirsin ama günün sonunda hâlâ nefes alıyorsan ben işimi yapmışım demektir ve sen işimi yapmama engel olamazsın."
Yüzüne düz düz baktım. Soruşturmanın başlayacağını biliyordum. Hatta onları -ailemi- sorguya alacaklardı. Hepimiz biliyorduk ki delil olmadan hiçbir şey olmayacaktı. Yürüyerek gittikleri karakoldan yine yürüyerek çıkacaklardı. Yine de onlarda rahatsızlık yaratacaktı bu durum ve buna bile şu anlık sevinebiliyırdum. Uyuyamasınlar istiyordum! Tedirginlikle, endişeyle, ne olacak sorusuyla kafayı yesinler istiyordum.
Hatta ölsünler istiyordum! Ölsünler! Hepsi!
"Nil."
Yüzümü sesin geldiği yere çevirdiğimde kaşlarım çatılmıştı. Mesude anında önüme geçti. Eli belindeki silahına gitmişti ama henüz çıkartmamıştı yerinden.
"Ne istiyorsun?" Diye sordum dikkatle yüzüne bakarken. Endişeli bir hali vardı. "Ne olduğunu anlmaya çalışıyorum!" Dedi Mahir. "Evdeki herkesi alıp götürdüler. Ne oluyor Allah aşkına?"
Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Daha hiçbir şey olmadı ki." Dedim ve genişçe gülümsedim. "Sen niye bu kadar endişelendin?"
"Ne demek niye endişelendim? Buraya geleli birkaç gün oldu, seninle tanışmak için gelmiştik güya ama bize düşmanın gibi davranıyorsun. Ne yapacağımızı şaşırdık." Eliyle Mesude'yi işaret etti. "Şuna bak. Vuracak mı beni!?"
Mesude, "O kadar istiyorsan," diyerek silahını çıkartıyordu ki elini tuttum. "Saçmalama." Dedim sessizce. Omuz silkti. Öne doğru bir adım atacaktım ki Mesude'nin kolu set gibi açıldı. "O adama yaklaşmana izin vermem, baştan anlaşalım." Dedi sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla. Yerimde kaldım.
"Sadede gel, Mahir." Dedim bıkkın bir şekilde. Bu umursamazlığı benden beklemiyor olacak ki afalladı. "Şaka mı yapıyorsun sen? Biz senin aileniz! Şikayetini geri çek!"
Kaşlarım kavislendi. "Ay nasıl unutturum ben onu ya, tüh. Siz benim ailemdiniz değil mi? Bak ya," dedim hüsranla Mesude'ye dönerek. "Görüyor musun? Tamamen aklımdan çıktış! Nasıl olur da unuturum!"
"Nil!" Diye bağırdığında kaşlarımı çattım. "Şikayetini geri çekeceksin!" Gözlerinin içine baktım. "Çekmeyeceğim." Dedim ve ekledim. "Dışarıdaki günlerinin tadını çıkar, yakında sen de ailenin yanına gideceksin. Özlemene gerek kalmadan seni de içeri tıktıracağım!"
Gözlerindeki kini gördüğümde yanılmadığımı anlamıştım. Hepsi aynıydı. Kötü. Bana yaklaşmaya kalktığı an Mesude Mahir'in tam ayağının dibine ateş etmişti. O kadar hızlı ve atik davranmıştı ki silahı belinden çıkarttığı anı bile görememiştim. "Attığın adıma dikkat et." Dedi Mesude. "Yanlışlıkla ayağına sıkarlar bak."
Şaşkınlıkla bakakaldım. Lanet olsun! Çok havalıydı! Lanet olsun! Ben de silah kullanmayı öğrenecektim!
Mahir, kafasını belli belirsiz salladı. Bana doğru işaret parmağını kaldırarak salladı. "Bu burada bitmedi!" Dedi tehditvari bir şekilde. "Daha doğru düzgün birbirimizi tanıyamadık değil mi, kuzen?" Genişçe gülümsedi ama bu gülümsemesi içimi titretmişti. Arkasını dönerek gitmeye başladığında bir süre sırtını izledim.
Tırnaklarımı avucuma bastırdım.
"Mahir!" Diye seslendiğimde yürümeyi keserek durdu. Yere doğru eğildim ve Nuran'ın tabağını aldığım gibi Mahir'e doğru fırlattım. Antika tabak bacağına çarpmış sonra da yerde iki kez yuvarlanıp durmuştu. "Yengemize benden bir hediye! Ziyaretine gidince verirsin!" Diye bağırdığımda öfkeyle yerdeki tabağa tekme atmış ve yoluna dönmüştü.
Mahir'i gördüğümden beri ondan hoşlanmamıştım, hislerim yanılmıyordu. Hâlâ bir çözüme kavuşturamadığım kişi Mustafa'ydı. Onun hakkında fikir yürütemiyordum. Seyfi bana vuracakken sesini bir tek o çıkartmıştı. Yine de tavırları şüpheliydi.
Mesude silahını beline yerleştirirken ona göz devirdim. Bu kadar havalı olması canımı sıkmıştı. "Şimdi daha iyi anladın mı neden nefesin kadar yakınında olduğumu? Abin haklıymış."
Kaşlarımı çatıp Mesude'ye baktım. "Abim ne alaka? Hangi konuda haklıymış?"
Sorumu duymazdan geldi. "Hadi, artık eve dönme vakti. Kuçularınla vedalaş." Yanaklarımı nefesimle şişirdimse de itiraz edecek bir şey söylemedim. Köpeklerin yanlarına gidip küçüklerin tek tek kafasını okşadım. Hepsini aynı süreyle sevdikten sonra annelerini de sevdim ve onlara el sallayarak Mesude'ye döndüm.
Gözleriyle arabayı işaret etti. Arabaya doğru yürümeye başladığım sırada uzaktan bağırış sesleri duyulmaya başlamıştı. İleride yol sağa saptığı için ne olduğunu göremiyordum. "Hadi Nil." Dedi Mesude. "Ne oluyor?" Diye sordum.
"Bilmiyorum. Umurumda da değil. Gidelim artık şuradan."
"Ya ama sen polis değil misin? Gidip bakman gerek miyor mu?"
"Ben bakmam gerekene bakıyorum şu an." Dedi ve arabayı gösterdi. "Bin."
"Ya birini öldürürlerse?"
"Allah taksiratını affetsin."
"Ama ya masumsa?"
"Nil!"
"Ne?"
"Seni ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokma."
Binmesine binerdim de kavga sesleri artıyordu. "Bari bir ekip falan bir şey gönder." Dedim sitemle.
"Göndereceğim." Dedi dişlerinin arasından. Tam ikna olmuş arabaya biniyordum ki duyulan sesleri ayırt edebildim. Mahir'in sesiydi bu. Canı çıkıyor gibi bağırıyordu.
Allah belasını mı veriyordu acaba?
Arabaya binmekten vazgeçerek seslerin olduğu tarafa doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. "Nil, saçmalama! Eve gidiyoruz."
"Ne olduğuna baktıktan sonra gideriz."
"Bir kez söz dinle!" Dedi arkamdan söylenerek gelirken. Dinlemedim. Aksine hızlanarak sokağın sonuna yürüyüp sağa döndüm. İleride bir kalabalık vardı. Mahir yerde yatıyordu ve ... adımlarım durdu. Birkaç kişi abimi tutmaya çalışıyordu. Abim... abim. ABİM!
Gözlerim büyüdü. Durağan adımlarıma emir verdim ve koşmaya başladım. Koşmamam gerekiyordu normalde. Doktor özellikle söylemişti. Hızlı hareket etmemeliydim güya ama unurumda değildi. "Abi!" Diye bağırdığımda gözlerini yerde yatan Mahir'den çekip bana çevirdi. Anlık olarak duraksadığını görebilmiştim. Korkunç ifadesinin yerine tatlı bir gülümseme yerleştirdi. O giderken yürüyemiyordum ama şimdi ona koşuyordum.
Kendini tutan adamlardan kurtularak bana taraf döndü. "Nilüfer." Diyerek bana doğru gelmeye başladı. İsmimi ondan duymayı özlemiştim. Eklemlerim acısa da durmadım ve abimin üstüne atladım. Beni kollarının arasına aldığı an gözlerim dolmaya başladı. "Abicim." Dedi içten bir şekilde. Beni kucaklamıştı. Ayaklarım yere değmiyordu şu an. Ona sıkıca sarıldım ve derin bir nefes aldım.
Abim gelmişti. Sonunda gelmişti!
"Hani birkaç gün sürecekti!" Dedim suçlayıcı bir şekilde. "Altı gündür yoksun! İki gün geç kaldın! İki gün önce başladım yürümeye!"
Güldüğünü işittim. "Birkaç sorun çıktı. Geçiktiğim için üzgünüm."
"Tamam, affettim." Dedim hemen ve kollarımı daha da sıkılaştırdım. Sonuçta gelmişti. Gerisi önemli değildi. Saçlarımın arasında derin bir nefes aldı. "Canımın içi, iyisin değil mi?" Burnumu çektim. Hiç iyi değildim ama ona yansıtmadım. "İyiyim."
Beni yere bırakarak hafifçe geri çekildi ve yüzümü avuçlarının içine aldı. Gözleri bir süre yüzümde dolandı. Ne arıyordu bilmiyordum ama arıyordu bir şeyler. Sonunda derin bir nefes alarak dudaklarını alnıma bastırdı ve beni kolunun altına çekti. Anında beline sarıldım. O sırada aklıma etrafa bakınmak geldi.
Tanımadığım birkaç kişi Mahir'i yerden kaldırmaya çalışıyordu. "Onu niye dövdün?" Diye sordum yüzünü incelerken. Kan içinde kalmıştı. Büyük ihtimalle burnu kırılmıştı. Abim bana sardığı elini sıkıştırarak beni iyice kendine çekti. "Yanlış adımlar atıyor." Dedi dik dik Mahir'e bakarken.
Mahir, çevresindeki insanları iterek ayağa kalktı ve karşımızda durdu. "Bunun bedelini ödeyeceksiniz!" Dedi. Dişlerine bulaşan kan yüzümü buruşturmamı sağlamıştı. "Siktir git." Dedi abim tek düze bir ses tonuyla. "Seni bir daha kardeşimin yanında görürsem şu haline şükredersin!"
Mahir öfkeyle ikimize baktıktan sonra arkasını dönerek yürümeye başladı. Topallayarak yürüyordu. Acaba ayağı da mı kırılmıştı?
Çınar, "Hadi abim, gidelim." Dediğinde kafamı usulca salladım. Geldiğim yöne doğru döndük. Mesude, abime bir baş selamı verdi. Abim de onu selamladı. Sonra bana döndü bakışları. "Anlat bakalım, neler yaptın?"
Omuz silktim. "Dosyamı hazırladım. Konağı bastım. Dosyamı Savcıya ulaştırdım. Evdeki herkesi de korakolluk ettim." Dedim günlük işlerimi yapmış gibi.
"Konağı bastığın kısımla sonra ilgileneceğim." Dedi. Gitme, diye uyarmasına rağmen gitmiş olmama sinirlenmişti galiba. Üstelik ben söylemeden önce bildiğine emindim. Çünkü hiç şaşırmamıştı. "Sen neler yaptın?" Diye sordum.
"Senin ki kadar hareketli değildi. Gittim ve geldim işte." Dedi. O kadar inandırıcıydı ki o kadar olurdu yani. "Burada olduğumu nerden biliyordun?" Diye sordum, direkt Barışlarada gidebilirdi sonuçta. "Mesude'den." Dedi.
Barış yetmiyormuş gibi bir de abime mi haber uçuruyordu bu kadın? Aniden durdum ve abimin boynundaki elini ittim. Karşısına geçip ona hesap soracaktım ama yüzü acıyla kasıldığı için durmuştum.
"Ne oldu?"
"Hiçbir şey." Dedi ifadesini toparlayarak. Gözlerim koluna kaydı. "Ne demek hiçbir şey? Kolunu niye tutuyorsun?" Farkında değilmiş gibi omuzlarını dikleştirdi ve elini kolundan çekti.
"Nilüfer, bir şey olmadı. Eve gidelim hadi." Kaşlarımı çattım ve ona doğru bir adım atarak kolunu tuttum. Kazağının kolunu yukarıya sıyırdığımda koluna sarılı sargıyı görmek nefesimi tutmamı sağlamıştı. "Abi, bu ne?!"
"Nilüfer, önemli bir şey değil."
Önemliydi. Yaralanmıştı. Geri dönemeyebilirdi. Canı çok yanmış olmalıydı.
Her şey iyiye gitmek yerine kötüleşiyordu. Gözlerim dolarken dişlerimi birbirine bastırdım. "Neden bana sürekli yalan söylüyorsun!?" Diye sorduğumda omuzlarını düşürmüştü.
"Sana yalan söylemiyorum."
"Ama doğruyu da söylemiyorsun!"
"Nilüfer-"
"Ne yapıyorsun Allah aşkına? Annem gibi sen de mi öleceksin!?" Dolan gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Kendime engel olamadım o an. Biriktirdiğim her şey şimdi abime yansıyordu. Bana yaklaşarak yanaklarımı avuçlarının içine aldı. Akan göz yaşlarımı sildi.
"Nilüfer, işim gereği böyle şeyler yaşıyorum. Bunlara alışmak zorundasın."
Burnumu çektim. Ne dediğinin farkında mıydı? Böyle bir şeye nasıl alışabilirdim? "Bana işinin ne olduğunu söyle."
Derin bir nefes aldı ve kısaca etrafa baktıktan sonra yine gözlerime sabitledi gözlerini.
"MİT mensubuyum."
Yani, bir istihbaratçıydı.
🪷
Bölüm sonu!
Beğendiniz mi bölümü?
Düşünceleriniz?
Nil, sonunda öğrendi🫠
Diğer bölüm Çınar'ın ağzından olacak, 39'da Kaldığımız yerden devam ettireceğim.
Barış ve Nil'in yakınlaştığı sahneler gelsin mi?
🍭
VOTE VE YORUMU UNUTMAYINN
🍭
İnstagram; Zeynepizem
💋
|
0% |