Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

30 BİN OLMUŞUZZ

 

HEPİNİZE TEŞEKKÜR EDERİİMM🥰

 

 

Bu bölümün tamamı Çınar'ın ağzından olacak. 42. Bölümün tamamı ise Barış'ın ağzından. 💃🏻

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 41

 

🪷

 

ÇINAR

 

 

Hava soğuktu. Gece bir kürk gibi tüm bedenimizi sarmıştı. Sıkışıp kalmıştık sanki. Silah sesleri artmaya devam etti ama artık o piçlerin hedefi değildik. "Timin adamları ne zamana halleder?" Diye sordum Asuman'ı boş bırakmadan. Susmak uykuya davetti. Uyumamalıydı.

 

"Birkaç dakika." Dedi sessizce. Kaşlarım kavislendi. "O kadar iyiler demek?" Burnundan sert bir nefes verdi. "Kendi timim diye demiyorum ama görüp görebileceğin en iyi timlerden birisidir." Uzun konuştuğu için sustuğu an öksürmeye başlamıştı. Onu daha sıkı tuttum. Artık saniyelerle yarışıyorduk. Asuman'ın düşmanı sadece tepemizden geçen kurşunlar değildi; karnındaki yaraydı, susuzluktu, bir haftadır çektiği işkencelerdi.

 

Bir de kırık parmağı vardı tabi...

 

"Asuman."

 

"Hm?"

 

"Baban da gelmiş midir?"

 

Şu binbaşı olanından.

 

Omuz silkti. "Sanmam." Diye umutsuz bir kelime döküldü dudaklarından. "Ama haberimi bekliyordur." Derin ama kesik bir nefes aldı. "Şehadetimi belki de."

 

"Buradan çıkacağız." Dedim. Söyledikleri canımı sıkıyordu. "Böyle şeyler söyleme."

 

"Bir haftadır tek dileğim ölmekti ama beni inatla öldürmedi orospu çocukları." Dedi, sesi zayıf bile olsa nefreti net bir şekilde duyabiliyordum. "Ölmek için dua ediyordum." Dişlerimi birbirine bastırdım. "Kendimi alıştırdığım tek şey ölüm, Çınar. Artık uyumak istiyorum."

 

"Söz veriyorum, buradan çıktığımızda istediğin kadar uyuyacaksın ama şimdi uyuyamazsın Asuman. Sakın böyle bir şey yapma, tüm parmaklarını kırarım bak." Güldü ama canı yanıdığı için gülüşü keskin bir şekilde son bulmuştu. "Sana o parmağın bedelini ödeteceğim."

 

"Ödet. Ne istersen yap ama şimdi sakın uyuma."

 

Yutkunduğunu işittim. "Maça gittiğimiz gün yüzünü boyamak istiyorum."

 

"Nasıl yani?"

 

"Sarı laciverte boyamak."

 

"Tamam."

 

"Bu parmağımı kırdığın için bir bedel değil. Konudan bağımsız." Güldüm. Kafamı usulca sallayarak ona cevap verdim. "Öyle diyorsan." Diyerek tüm ipleri onun eline bıraktım. Silah sesleri azalmaya başladı. Saniyeler içinde de gece sessizliğe gömüldü. Kulaklarımı açıp etrafı dinledim. Sıkıca tuttuğum bıçağı önüme doğru aldım. Gardımı indiremezdim, gelenler başkaları da olabilirdi.

 

"İndir silahını!"

 

Karanlığın içinden duyduğum ses kaşlarımı çatmamı sağladı. Benim silahımı indirtecek adam henüz anasının karnından doğmamıştı.

 

Hiçbir şey görünmüyordu. Etrafımızı sardıklarına emindim. "Adamsan gel sen indir!" Diye bağırdığımda Asuman'ın gülüşünü duymuştum. Bıçağı kavradığım elimi tutarak aşağıya doğru indirdiğinde sordum. "Ne yapıyorsun?"

 

"Devrim'in tersi pisti aman diyim." Dedi, kaşlarım biraz daha çatıldı. "Devrim kim kızım?"

 

"Yüzbaşımız.... Tanışırsın." Sesi soluyordu. Eli hâlâ elimin üzerindeydi. Teni soğuktu. Üşümüş. Üşüdüğü için soğuk olmasını umuyordum. Üşüdüğü için.

 

Bıçağımı bıraktım. Silahımı indirtecek adam doğmuş. Ne olursa olsun büyük konuşmamak gerekiyormuş. "Asuman." Cevap vermedi. Eli elimden kaydığı an düşmesine izin vermeden sıkıca tuttum. "Asuman!"

 

Bilinci kapanmıştı. Hayır, siktir! Timinin karanlıktan çıkıp etrafımızı sardığını duyabiliyordum ama dikkatim onlarda değildi. "Sıhhiyeci!" Diye bağırarak Asuman'ı tamamen yere yatırdım. Asuman'ın diğer tarafına birinin çöktüğünü gördüm. "Durumu ne?" Diye sordu çantasından malzemelerini çıkartırken. Çevremiz koruma altına alınmış askerler güvenli bir alan oluşturmuştu.

 

"Karnından yaralanmış. Bir hafta önceden." Dedim hızlıca. Konuşurken kazağını yukarıya kaydırmayı da ihmal etmedim. Karşımda oturan adam gür sesiyle bağırdı. "Tuğrul! Işık!" Saniyeler içinde tepemizde bir ışık yandı. Görüntü netleştiğinde istemsizce yüzümü buruşturdum.

 

Karnı kan içinde kalmıştı. Üstelik belinin çevresinde, teninde söndürülmüş sigara izleri vardı. Sikeyim! Orospu çocukları!

 

Sıhhiyeci el çabukluğuyla artık işe yaramaz olan bandajı kesti. Yer yer mora ve yeşile dönmüş derisinden sadece kan değil irin de akıyordu. "Komutanım! Bir an önce helikopterin gelmesi lazım!" Dedi önümdeki adam. Bir başka adamın üzerimize gölgesi düştü. Bakma gereği duymadım.

 

Yarası, iltihap kapmıştı. Kahretsin. Elini bırakmadan yüzüne doğru eğildim. "Asuman. Dayanmak zorundasın! O maça gitmek zorundayız." Elimle yüzüne yapışmış saçlarını geriye ittim. Elleri çok soğuktu ama bedeni ateş gibiydi. Gözlerini açar gibi oldu ama gücü yetmedi. "Ben..." sesi zar zor duyuluyordu. Onu anlayabilmek için yüzüne biraz daha eğildim. "Çok soğuk."

 

Dişlerimi birbirine bastırdım. "Geçecek." Dedim yanağında parmaklarımı gezdirirken. "Üşüyorum." İçimden üzerine kapanma isteği geldi. Onu kendime çekip sıkıca sarılmak istedim. "Az kaldı, Asuman."

 

Konuşmak istese de yapamadı. "Şhh." Diye fısıldadım kulağına doğru. "Yorma kendini." Dedim ve hafifçe yüzümü geri çektim.

 

Sıhhiyeci yarasının üzerine antiseptik solisyon uygulayarak temiz bir sargıyla üzerini kapattı. Çantadan çıkarttığı serumu koluna bağlarken bir kadın asker hortumları tuturak yardımda bulunuyordu. "Vücud ısısı çok yüksek. Bir şey yap!" Dedim aceleyle. Böyle giderse sonuç belliydi. Adam çantasından çıkarttığı iğnenin ambalajını dişiyle yırttı ve bir cam tüpten ilacı çekerek seruma ilave etti. "Komutanım, çok vaktimiz yok!"

 

"Helikopter yolda!" Dedi üzerimize düşen gölgenin sahibi. "2 dakikaya burada olur." Sesini yükselterek etrafa bir emir verdi. "Batuhan, karargaha bilgi geç!"

 

"Emredersiniz komutanım!"

 

"Tuğrul, Melih, Eyüp kuş uçurtursanız kafanızı uçururum!"

 

Aynı anda bir koro yükseldi. "Emredersiniz komutanım!" Gözlerimi Asuman'dan ayırmıyordum ama kulaklarım etraftaydı. Omzumda bir el hissettim. "Sen de yaralısın." Dedi, biri. Omuz silktim. "Siktir et."

 

Omzumdaki el sıkılaştı. "Kan kaybediyorsun aslanım." Derin bir nefes çektim içime. "Sıkıntı yok, birader. Dayanabiliyorum."

 

Aynı el iki kez dostane bir vuruşta bubulundu ve geri çekildi. "Ne olduğunu anlat." Dedi hâlâ gölgesini üzerimde hissettiğim adam. Komutanları o olmalıydı. "Anlatacak bir şey yok. Baskın yedik."

 

"Geç kaldınınız! Zamanında varmanız gerekiyordu! Her şey ona göre planlanmıştı! Eğer plandan sağmasaydınız baskın yemezdiniz!"

 

"Dağın yamacından sırtımda 50 kiloyla anca buraya kadar gelebidim, birader!" Dedim sorgusundan memnun olmadığımı net bir şekilde sesime yansıtarak. "Leyal." Dedi aynı kişi. "Arkadaşın kolunu sar."

 

Dişlerimi birbirine bastırdım. "Gerek yok dedik birader."

 

"Ben var diyorsam vardır! An itibariyle benim emrimin altındasın! O kolla sana şınav çektirmemi istemiyorsan kes sesini!"

 

Kafamı çevirerek yüzüne baktım. Dizlerimin üzerinde olduğum için üsten bana bakıyordu. Kalkıp ağzını burnunu kırasım varsa da yapmadım. Gözlerim omuzlarındaki armaya kaydı. Dudaklarımda umursamaz bir gülümseme belirdi. "Ben senden emir almam yüzbaşı."

 

Burnundan verdiği sert nefesle üzerime doğru bir adım attı ama onu durduran koluna dokunan bir kadın olmuştu. "Devrim, yapma."

 

Devrim yüzbaşı yüzüme tip tip baktı ki aynı bakışla karşılık verdim. Yanındaki kadının omzunda üst teğmen arması vardı. Bu tipleri iyi bilirdim, bileği bükülmezdi ama kadının kolundaki eli ona her şeyi yaptırabilirdi. Devrim, içten içe ettiği küfürleriyle benden uzaklaşmaya karar verdiğinde bakışlarım Asuman'a döndü.

 

Alnında parlayan terler bedenindeki titreyiş savaştığının bir işaretiydi. Elimle alnındaki terleri sildim. Aynı saniyelerde dağların eteğinde bir gürültü duyulmaya başladı. Yer dahi titriyordu. Yüzümde bir gülümseme belirdi. Türk'ün dokunduğu yer de gök de titreyecekti. "Asuman, hiçbir şey bitmedi." Gürültü arttı. Helikopterin pervanelerinin yarattığı rüzgar tenimi döverken etraf hareketlenmişti. "Aksine, her şey yeni başlıyor."

 

🪷

 

Ellerimle yüzümü sıvazladım. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. O dağdan helikopterle çıkmış en yakın hastaneye gelmiştik. Burası Mardin’in küçük bir ilçesiydi. Hangi ilçesi olduğuna kafamı yoramayacak kadar bitkin durumdaydım. Bir hemşire koluma dikiş atmış ve sargıyla sarmıştı. Bunun dışında hiçbir şey olmamıştı.

 

Asuman’ın içinde olduğu yoğun bakım odasının önünden geçip giden askerlere dikkatimi vermiyordum. Kendi aralarında sürekli bir şeyler konuşuyorlardı. Kafam hiçbirini almıyordu.

 

3 saat süren bir ameliyat geçirmişti ve durumu kritikti. Doktor, biz elimizden geleni yaptık, demişti. Uyanıp uyanmayacağı sabah belli olacaktı. Kafayı yiyecektim şimdi.

 

“Birader.” Yüzümdeki ellerimi çekerek yukarıya baktım. Yüzbaşını görmek kaşlarımı çatmamı sağladı. Çatık kaşlarım bana doğru uzattığı içinden dumanlar yükselen bardağı gördüğümde kavislendi. “Çay. İç.” Dedi düz bir tonlamayla. Hayatını sadece emir vererek geçirmiş olmalıydı. Normal konuşmayı unutmuşa benziyordu. Sırtımı dikleştirerek arkama yaslandım ve elindeki bardağı aldım. “Eyvallah.”

 

Bir şey söylemeden yanımdaki boşluğa oturdu. “Hâlâ gitmemişsin.” Dedi sorguyla. Ona yandan ters bir bakış attım. “Hayırdır, rahatsız mı oldun?” diye sorduğumda burnundan sert bir nefes vererek güldü. “Hayır, neden hâlâ burada olduğunu anlamadım.” Dedi, lafı dolandırmadan. “Bizim Atarlı’yı bu kadar önemsemen garip.”

 

Atarlı…

 

Bizim.

 

?

 

!

 

“Sizin derken?” diye sorguladığımda duygusuz bir şekilde gülmüştü. “Abayı yakmış gibi görünüyorsun.” Kaşlarım çatıldı. Çaydan bir yudum aldım. Cevap süremi geciktiriyordum. Düşünmeme yetecek kadar değildi ama en azından algılamamı sağlayabilirdi.

 

“Kim, birine bu kadar kısa sürede abayı yakabilir?” diye sordum saçma bir şey sorduğunu ima ederek. Anlamlı bir gülümseme gördüm yüzünde. Çayından bir yudum aldı. Sonra gözleri koridorun sonuna kaydı. İki asker vardı. Birisi Üst Teğmen Leyal’di ki Devrim’in gözleri de Leyal’in üzerindeydi. “Ben.” Dedi sorduğum soruya cevap vererek.

 

Bak sen.

 

Kaşlarım kavislendi. “Yengemizin bundan haberi var mı peki?” diye sorduğumda burnundan sert bir nefes verdi. “Var ama yokmuş gibi yapıyor.” Bu konuşma keyiflenmemi sağlamıştı. “O da iyiymiş.” Dedim ve bir yudum daha aldım çaydan.

 

“Aşık olduğunu nasıl anladın?” diye sordum garip bir merakla. Devrim, omuz silkti. “Yanında heyecanlandığımdan.” Dedi, gözleri hâlâ Leyal’in üzerindeydi. “Binlerce adamım var, binlerce operasyona girip çıktım, onlarca törene katıldım, yüzlerce kez ölümden döndüm ama hiçbirinde onun yanında hissettiğim şeyi hissetmedim.” Gözleri yere kaydı. Düşüncelere dalmışken Leyal’in bize taraf baktığını görmüştüm. Bize değil Devrim’e bakıyordu.

 

“Bence sana karşı boş değil.” dedim çayımdan bir yudum daha alırken. Omuz silkti. “Öyle bile olsa inadından ağzıma sıçmayı tercih ediyor.”

 

“Bir şey yapmışsındır.” Dedim. Bu konuda tecrübeliydim. Kardeşime söylediklerimi düşündüğümde canım sıkılmıştı. Kendi söylediklerim benim canımı bu kadar sıkıyorsa Nilüfer nasıl etkileniyordu kim bilir… “Yaptım.” Dedi. Tek kaşımı kaldırdım.

 

“Ne yaptın?”

 

“Üç ay göreve çıkartmadım. Üstelik bununla da kalmayıp tüm masa ve evrak işlerini üzerine yükledim. Ha bir de bana çay da getirmek zorundaydı.”

 

“Kadını hizmetçin gibi kullanmışsın amına koyayım bir de yüz vermesini mi bekliyorsun?”

 

“Aklı başına gelsin diye yaptık herhalde.” Dedi ters ters. “Kurşunun önüne atlayan adamı kimse affetmez.” Sert bir nefes verdi. “Ben hiç affetmem.”

 

“Bilerek niye atlasın oğlum kurşunun önüne?”

 

“Aptal çünkü!” diye çıkıştığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Bunları niye sana anlatıyorum ki ben?” diye kendini sorguladı. Kafamı belli belirsiz salladım. “Zamanında ben de bir yanlış yaptım. Sana tavsiyem ona gerçekleri açıklaman. Yaptıklarının nedenini anlatman en azından.”

 

“Düştüğümüz duruma bak, anasını satayım.” Diye sitemle mırıldandı. Sonra ters ters Leyal’e baktı. “Ben sana yapacağımı biliyorum da...neyse.” Dedi gözünü kıza kestirmişken. Çayından bir yudum alarak gözlerini bana çevirdi. “Sen ne yaptın?”

 

Omuz silktim. “Kırdık bir kalp. Toplaması zor oldu.”

 

“Kırdığın bir şeyi toparlayabildiysen ne ala.”

 

“Toplamasına topladım da izlerini silemedim. Silinmez zaten.” Dedim, çay soğumuş olsa da içmeyi kesmedim. Gözlerim odanın kapısına kaydı. Şahsi telefonum yanımda değildi. O yüzden Nilüfer’le iletişim kuramazdım ama Barış’ı arayabilirdim.

 

“Telefonunu kullanabilir miyim?” diye sorduğumda Devrim sorgulamadan kamuflajından telefonunu çıkartarak bana uzattı. “Eyvallah.” Diyerek elinden aldım ve Barış’ın numarasını tuşladım. Telefonu kulağıma yasladım. Üçüncü çalışta telefon açılmıştı.

 

“Evet?”

 

“Benim, Çınar.” Dedim direkt. “Nilüfer nasıl oldu?” Kısa bir sessizlik olduğunda kaşlarımı çattım. “Cevap versene oğlum!”

 

“İyi.”

 

“Bu kadar mı?”

 

“Az önce konaktaydık. Sizin konakta.”

 

“Bizim konakta mı?”

 

“Konağı basmış. Tek başına.”

 

“Konağı mı basmış?”

 

“Abi niye söylediğimi tekrar edip duruyorsun?” Gözlerimi kırpıştırdım. “Bir saniye.” Dedim duraksayarak. “Nilüfer, yürümeye mi başladı?”

 

“Evet.” Telefonu kulağımdan çektim birkaç saniye için. Boştaki elimi sakallarımda gezdirdim. “Çok şükür.” İçimde tarifsiz bir rahatlama oluşmuştu. Günlerdir aklımda içimi kemirmiş durmuştu. Yanında olmam gerekirken kilometrelerce uzağında olmak doğru gelmemişti. Tek başına ayağa kalkmıştı. Benim kardeşim düşündüğümden daha güçlüydü. Yürümeye başladığında yanında olacağıma dair söz vermiştim. Gecikmeli olsa da yanına gidecektim. Sözümü tutacaktım.

 

Telefonu yeniden kulağıma yasladım. “… versene oğlum! Kime diyorum alo!”

 

“Bağırma.” Dedim susmasını sağlayarak. “O evde kardeşime bir şey yapmadıklarını söyle.” Aldığı sert nefesi duydum. “Son anda yetiştim, Çınar.” Dişlerimi birbirine bastırdım. Konuşmaya devam etti. “Artık şu işi kökünden çözmemiz gerekiyor. Hepsini karakola aldırdım, sen gelene kadar bahaneyle bir şekilde içerde tutarım ama fazla vaktimiz yok.”

 

“Eyvallah.”

 

“Ne zaman dönüyorsun? Konuşmamız gereken şeyler var.”

 

“Ne gibi?”

 

“Önemli bir konu. Yüz yüze olmamız şart.”

 

“Sabah yola çıkacağım.”

 

“Tamam. Bir sıkıntı yok değil mi?” Gözlerim koluma kaydı. “Yok. Kardeşime dikkat et.”

 

“Ediyorum.” Dedi. En azından bu konuda gözüm arkada değildi ama Nilüfer çok tez canlıydı. Düşünmeden hareket ediyordu. Ona hak veriyordum çünkü onun yerinde olsaydım ben de böyle davranırdım. Yine de kendini tehlikeye atıyor olmasına sinirleniyordum. Telefonu kapatarak Devrim’e uzattım. Elimden alarak cebine yerleştirdi. “Bir sıkıntı mı var?” diye sorduğunda çayımın altında kalan son yudumu içtim.

 

“Sıkıntıdan bol ne var?” diye sordum. Arkama yaslanarak Asuman’ın olduğu odanın kapısına baktım. Uyanması lazımdı. Uyanmazsa… yutkundum. Uyanmalıydı. Sonra ben gözümü arkada bırakmadan kardeşime gitmeliydim. Mesafeler işi öyle bir zorlaştırıyordu ki. Gitmek istemiyordum ama kardeşimi daha fazla yalnız bırakamazdım. Bırakmayacaktım. Yeterince yalnız kalmıştı zaten.

 

Burada kalbimi bile bırakacak olsam kardeşimi bırakmayacaktım.

 

“Asuman, bizim için önemlidir.” Dedi Devrim. Düşüncelerimi bir kenara toparlayarak yüzümü yüzüne çevirdim. “Bir yanlış yapma.”

 

“Yapmam ama yaparsam-”

 

“Tepene binerim.” Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. Tepemde bir yüzbaşı bir de binbaşı eksikti zaten, onlar da tamamlanmıştı. Asuman’ın babasıyla tanışmıştım. Fazla ketum bir adamdı ama en azından kızını adam gibi seviyordu. Gözündeki endişeden hal ve hareketlerinden anlamıştım. Babamda görmediğim ne varsa vardı. Baba gibi babaydı işte.

 

Sözümün devamında, adamlığımı siksinler, diyecektim. Sözümü tamamlamama izin vermemişti ama sözüm sözdü. Maça gidecektik. Yüzümü de istediği gibi boyayabilirdi. Uyansın da istediğini yapabilirdi.

 

Boğazımdaki yumruyu gidermek için yutkundum.

 

Bir kadının benim gibi bir adamı palyaço edeceği düşüncesi komiğime gitse de tepki vermedim. Fotoğrafını ilk kez gördüğümde farklı bir şeyler de görmüştüm onda. Yalnızca bir kadın değildi. Daha çok benim kadınım gibiydi.

 

Elim istemsizce kalbimin üzerine gitti. Derin bir nefes alıp verdim.

 

Bir asker bize doğru yaklaştı ve hazır ola geçerek komutanına baktı. “Komutanım, albayım sizinle görüşmek istiyor.” Devrim, kafasıyla bir onay verdi askere. Oturduğu yerden kalkarken iki kez koluma vurmuştu. Yaralı koluma.

 

“Üstüne çeki düzen ver.” Dediğinde küfretmemek için kendimi zor tuttum. “Leş gibi kokuyorsun. Kızın yanına böyle girersen senden iğrenebilir.” Sırıtarak yanımdan uzaklaştığında kaşlarımı çatarak üzerime baktım. Giydiğim takım elbise kan içindeydi. Kan ve toprak. Burnumu omzuma yaklaştırarak istemsizce kendimi kokladım.

 

“Hay sikeyim ya.”

 

Oturduğum yerden kalkarak elimdeki bardağı çöpe attım. Toparlanmam gerekiyordu. Buradan direkt memlekete geçeceğim için şimdiden hazırlıklarımı tamamlamalıydım. Zaten oturarak vakit geçmek bilmiyordu.

 

🪷

 

Ceketimi düzelterek lavabonun aynasında kendime baktım. Uykusuz birkaç gün ve gece geçirmiştim. Kemiklerime kadar acı hissediyordum. Sırtımdaki morluklar zaman geçtikçe kendine yer edinmiş dik durmamı zorlaştırmıştı.

 

Uykusuzluğa alışkındım. Acıya alışkındım. Omuzlarımda her zaman kendimden ağır yüklerin olmasına da alışkındım. Tüm bunlara rağmen dik durmaya da alışkındım.

 

Musluğu açarak yüzüme soğuk suyu çarptım. Birkaç kez. Tüm yorgunluklarımı yüzümde taşıyormuş gibi ovdum. Zihnimin açıldığına emin olduğumda suyu kapatarak kuru peçeteyle yüzümü sildim.

 

Üzerime siyah bir kazak, siyah pantolon ve siyah bir ceket almıştım hastaneye yakın küçük bir mağazadan. Kendime çeki düzen verme kısmını halletmiştim ama kafama çeki düzen veremiyordum. Bir daha kendime bakmadan tuvaletten çıktım. İstikametim belliydi.

 

Asuman.

 

Bir kat yukarı çıkıp koridoru döndüğümde olağandışı olan kalabalık kaşlarımı çatmamı sağladı. Ona yakın asker vardı koridorda. Gözüme Devrim’i kestirdiğimde adımlarım ona yöneldi. Beni fark etmesi zaman almadı. Üstünkörü üzerimde gezdirdi bakışlarını. “Ha şöyle.” Dedi. “Adama benzemişsin.”

 

Ona dik dik baktığımda güldü. Komik değildi. Benim tersim pistti. Biri bir şey söylesin de üzerine atlayayım diye geziyordum zaten ortalıkta. Benim tersimle ayarımla oynamamalıydı.

 

“Alınma kardeşim hemen.” Dedi yandan biri. Timdendi. Onu görmüştüm ama adını bilmiyordum. “Devrim, takılmayı sever.”

 

“Ben Devrim’e bir takılacağım…” diye mırıldandım ama kendime engel olarak etrafı gösterdim. “Ne oluyor?” Devrim, camdan içeriyi işaret etti. “Doktorlar kontrole girdi.” Anında dikkatim içeriye yoğunlaştı. Devrim’i ittirerek camın önüne geldim.

 

Doktor, Asuman’ın kontrollerini yapıyordu. Hatta şu an bir gözüne ışık tutuyordu. Ama Asuman tepkisiz öylece yatakta uzanıyordu. Yutkundum. Doktor yanındakilerle kısa bir konuşma yaptı. Sonra bir hemşirenin elindeki dosyayı alarak bir şeyler karaladı.

 

Terleyen avuçlarımı pantolonuma sürttüm. Nefesim hızlanmıştı. Ne zamandan beri kendimi kontrol edemez olmuştum ben? Aldığım eğitim neredeydi?

 

Aldığım eğitim kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Çınar’da kalmıştı. Şimdi öyle değildi.

 

Sonunda doktor dosyayı hemşireye uzattı ve kapıya doğru yöneldi. Bende kapıya doğru döndüm. İçeriden çıkan doktorun önüne hemen Asuman’ın babası geçmişti. Yanında daha önce görmediğim kırklarında bir kadın vardı. Asuman’ın saçları gibi saçları kıvırcıktı. Annesi olmalıydı.

 

Yumruklarımı sıktım. “Kızım nasıl?” diye sordu, annesi olduğunu düşündüğüm kadın. Sesi titriyordu. Bir elinde peçete vardı. Akan göz yaşları durmak bilmiyordu ama silmeyi de kesmiyordu. “Öncelikle geçmiş olsun.” Dedi Doktor. “Kızınız büyük bir badire atlattı. Birazdan uyandırıp normal odaya alacağız.” Derin bir nefes aldım. Sanki dünden beri alamıyormuşum gibi. Gözlerimi kapatarak elimi cama yasladım. Ayakta kalmak için bir desteğe ihtiyaç duymuştum.

 

“İltihap bedenine yayılmış. Toparlanması uzun sürecek. Bu süreçte maddi manevi desteğe ihtiyaç duyacak.”

 

“Kızımı görebilir miyim?” Binbaşıydı konuşan.

 

“Normal odaya aldığımızda yormamak şartıyla görebilirsiniz. Tekrardan geçmiş olsun.”

 

Gözlerimi açtım. Doktor uzaklaşırken gözlerim camdan içeriye kaydı. Bembeyaz tenine, solukluğuna rağmen güzeldi. Saçlarına dokunma isteği parmaklarımın karıncalanmasını sağladı. Dudağımın kenarında bir gülümseme peyda oldu. “Tutamayacağın sözler vermedin.” Dedim fısıltıyla. O dağdayken bana söylediği kelimeler onun sesiyle can buldu zihnimde.

 

Kolumda hissettiğim baskıyla daldığım yerden beklemediğim bir darbe aldığım için inleyerek sıyrılmıştım. Karşımda Binbaşını gördüğümde toparlanarak yüzüne baktım. Yüzümdeki afallamayı ve kolumdaki acıyı yok sayarak dikleştim. “Evlat.” Dedi. “Senin yok mu bir bekleyenin?”

 

Git, diyordu alttan alltan. Yine de cevap verdim. “Var. Kardeşim var.” Dedim çabucak. Kafasını hafif hafif salladı. “Ailen peki?”

 

“Annem öldü.”

 

“Başın sağ olsun.”

 

“Dostlar sağ olsun.” Dediğimde kafasını usulca salladı.

 

“Baban?”

 

Sessiz kaldım. Gözlerini kıstı. Cevap vermemiş olmam hakkında ne düşündü bilmiyordum ama iyi şeyler olmadığı kesindi. “Az önce baktığın yerde kimin olduğunu biliyorsun, değil mi?”

 

“Biliyorum.”

 

“Kim varmış?”

 

Sakın ters bir şey söyleme Emre. Sakın.

 

“Asuman.” Dediğimde kafasını iki yana salladı. “Baktığın yerde benim kızım var.” Dedi. Yutkunmamak için kendimi zor tuttum.

 

“Farkındayım efendim.”

 

Gür kaşları yükseldi. İlk karşılaştığımız anda bu kadar korkutucu değildi. Hatta bana teşekkür falan da etmişti. Yapmam gerekeni yaptım deyip konuşmayı bitirmiştim. Şimdi ki konuşmanın bu kadar erken biteceğini sanmıyordum. Kolumdaki elini sıkılaştırdığında dişlerimi birbirine bastırdım. “Farkındaysan daha kötü.” Dedi.

 

“Neyi kötü?”

 

Kaşları kavislendi. İfadesiz yüzü daha da ifadesizleşti sanki. Koluma iki kez sertçe vurduğunda tepki vermemek için kendimi zor tutmuştum. “Baktığın yere dikkat et, evlat.” Dedi ve sonunda kolumdaki elini çekti. Arkasını bana döndüğüne rahat bir nefes aldım ve dik tuttuğum omuzlarımı düşürdüm. Gözlerim koluma kaymıştı. Kanadığını anlamak zor değildi. Kazağımın ıslandığını hissediyordum.

 

Üzerimde hissettiğim bakışlarla kafamı sağa çevirdim. İki asker bana sırıta sırıta bakıyordu. Asuman’ın timindeydi bunlar da. Kafamı, ne var, der gibi salladığımda koluma bir darbe daha aldım. “Evveliyatınızı sikeceğim artık ama ha!” diyerek koluma vurana baktığımda Devrim’le göz göze gelmiştim. “Sende hemen koyuverdin be Çınar.”

 

“Neyi koyuvermişim?” Yüzünde keyifli bir ifade vardı. Sırıtması büyüdükçe büyüdü. “Bunlar diyorum, iyi günlerin diyorum, koçum diyorum.” Dedi ve yanımdan çekip gitti. Arkasından birkaç saniye baktım. “O ne demek lan?!” diye seslensem de cevap vermemişti.

 

“Mimlendin kardeşim.” Diyen kişiye döndüm. Az önce sırıtan askerlerden biriydi. “Binbaşımın ilginç yöntemleri var. Uyarmadı deme.”

 

“Ne gibi yöntemler?” kıs kıs güldü. “Anlarsın yakında.” Dedi imali bir şekilde. Arkadaşına döndü ve bir işaret verdi. İkisi de yanımdan uzaklaşmaya başladığında sert bir nefes verdim. “Ya sabır.” Odanın kapısı açıldığında etraftakileri boş vererek dikkatimi oraya verdim. Hemşirelerle birlikte sedyenin üzerinde uzanan Asuman’ı gördüğümde kendimi yanına gitmekten alıkoyamadım.

 

Annesi kızına bir şeyler diyordu ama odağım tamamen Asuman olduğu için anlamıyordum. Elimi elinin üzerine yerleştirdim. “Geri geleceğim Asuman.” Dedim net bir şekilde ve elini bırakarak geri çekildim. Gözden kaybolana kadar onu izledim ve zihnime kazıdım.

 

Önümden geçen Leyal’i fark ettiğimde ona seslenmiştim. Durarak bana döndü. Yüzündeki düz ifadeyi asla bozmadan tek kaşını kaldırdı. “Senden bir şey isteyebilir miyim?” Kafasını usulca salladı. “Tabi.”

 

Elimi ceketimin cebine atarak önceden yazmış olduğum kağıt parçasını Leyal’e uzattım. Elimden alarak kağıda baktı ve anında kaşlarını çattı. “Sana değil!” dedim yanlış anlamasın diye hemen. “Asuman’a verir misin?” Yüzü eski halini aldı. Sonra bana gülümsedi. “Veririm.”

 

“Sağ ol.”

 

Birbirimize kafa selamı vererek uzaklaştık. Telefon numaramı bırakmıştım. Artık kardeşime gitmem gerekiyordu. Uyandığı an yanında olmak istesem de daha fazla kardeşime gecikmek istemiyordum. Eğer ararsa yolumuza bakardık aramazsa da kendi yoluma bakacaktım.

 

Tabi bakabilirsem.

 

🪷

 

Bölüm sonu!

 

Beğendiniz mi bölümü??

Bölümün yarısından çoğu hazır. Sınır dolduğunda gün içinde gönderirim😘

 

Ayrıca bu bölümdeki timimiz hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Onları yakından göreceğiz desem spoi olur mu?🤭🤭

 

Çınar'ı zor günler bekliyor djxşkxlx

 

.

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYINN

 

 

sonraki bölümde görüşürüüzzz

 

♥️

 

 

İnstagram; Zeynepizem

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%