@zeynepizem
|
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
ZEHİRLİ ŞEKER BÖLÜM 42
🪷
BARIŞ
Elimde çevirdiğim kalemi masaya bırakarak arkama yaslandım. Bu odanın loş ışığına alışkındım. Burada uzun vakitler geçirdiğim olmuştu. Eğlenceli dakikalarım. Gerçi ben genelde ben eğlenirken karşımdaki eğlenmezdi. “Son kez soracağım.” Dedim gözlerimi karşımdakinden çekmeden. “Nil’i kim zehirledi?”
Seyfi, ellerini çekiştirdi ama bilekleri kelepçeyle masaya bağlı olduğu için yalnızca ses çıkartmış oldu. “Bilmiyoruz dedik ya.” Kafamı usul usul salladım. Altı kişiyi sorgulamıştım. Altısının da tek söylediği bilmiyordu. Zaten faklı bir sonuç beklemiyordum ama benim amacım başkaydı. Seyfi’yi sona saklamamın bir nedeni vardı.
Elimi kameraya doğru kaldırarak kesmelerine dair bir işarette bulundum. Saniyeler içinde kameranın kırmızı ışığı söndü. “Aklını başına topla.” Dedi Seyfi. “Bu son görüşmemiz olmaz.”
Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. “Bunun son görüşmemiz olmayacağına yemin edebilirim.” Dedim ve sandalyeyi geriye doğru iterek ayağa kalktım. “Şimdi gelelim asıl meselemize.” Dedim Seyfi’nin arkasına doğru yürürken. Kafasını çevirerek omzunun üzerinden bana baktı. “Neymiş asıl mesele?!”
Boğazımı temizledim. Yüzümde her zaman sakinlik olurdu. Duygularımı genelde yüzümle değil ellerimle yansıtırdım. Seyfi’nin ensesini kavradım. Anında sesini yükseltti. “Yanlış işlere girişiyorsun! Buranın çıkışı da var başkomiser!”
Ensesindeki elime kuvvet uyguladım ama kahretsin ki fazla orantısız bir kuvvet olmuştu. Seyfi’nin yüzü masaya sertçe çarptı. Acıyla inlerken onu geriye doğru çektim ve kırılmış burnundan akan kanları görmezden gelerek gözlerinin içine baktım. “Kendini çok güçlü sanıyorsun değil mi?!”
“Bu yaptığını yanına bırakmam!” dedi acıyla inlemeye devam ederken. “Bana burada istediğini yap! Ama bil ki size rahat vermeyecem! Ölümle de dirimle de yakanızdan düşmeyecem başkomiser!”
Üzerine doğru eğildim ve kulağına fısıldadım. “Senin ölünü de dirini de tek tek sikerim! Nerede olduğunu unutursun!”
“Bu yaptığın yasaya aykırı!” dedi ensesindeki elimden kurtulmaya çalışarak. “Mesleğinden mi olmak istersin! Bırak beni!”
Kafamı iki yana salladım. “Daha yeni başladık. Hemen sıkıldın mı?”
“Ben hiçbir şey etmedim! Aklını başına topla başkomiser! Seni yakarım!”
Gözlerimi sabırla kapatıp açtım. “Görev başındaki memura tehdit ha?” Dilimle olumsuz bir nida çıkarttım. “Olmaz ki.” Ensesindeki elime bir kez daha güç uyguladığımda kafası daha sert çarptı masaya. Burnunun yanında dişlerini de kırılmış olabilirdim. Bir şeyler söylemeye çalıştı ama takati kalmamıştı. Kafasını bir kez daha masaya geçirsem geberip gidebilirdi. Canı da kendi de beş para etmezdi.
Seyfi’yi ensesinden geri çektiğimde başını dik tutmakta zorlanıyordu. Masa da kan içinde kalmıştı. Yüzüm buruştu. Şerefsizlerin kanı midemi bulandırıyordu. Ona şu an bu muameleyi göstermemin bir sürü nedeni vardı. Nil’e yapmaya çalıştıkları düşündükçe zaten kafasına sıkmak istiyordum. Ama bunun yanında bir sürü nedene de sahiptim; Volkan’a vurmuştu, Dilan Hanım’a da… sonra onu bir keresinde bir köpeğe tekme atarken görmüştüm. Neden çoktu. Gözünün üstünde kaşının olması bile benim için bir nedendi.
Ensesine iki kez vurdum. “Şimdi, seni uyarıyorum.” Dedim sakince. “Bak bu benim tatlı dilim. Olacak olan her şeyin fragmanı.” Ensesini sıktığımda inledi. Dişlerimin arasında küfreder gibi konuştum. “Sakın gözüme batma Seyfi. Sakın. Buradan çıkacaksın. Buradan ben de çıkacağım. Bana kimliğimi bıraktırma! Duydun mu!?”
Onu iterek bıraktım. Seyfi’yi alıp nezarethaneye götürmeleri için bir işaret verdim. Masadaki kalemime kanı bulaşmıştı. Bir postada bunun için dövesim gelse de yapmadım. Artık eve gitmek istiyordum. “Başkomiserim, sağlık ekiplerini çağıralım mı?” diye sordu yeni gelen polislerden birisi. Yeni tayin olmuştu. Tek kaşımı kaldırdım. “Ne için?”
“Adamın durumu kötü görünüyor.” Genişçe gülümsedim. “Bu onun iyi günleri, aslanım.” Dedim ve sorgu odasından çıktım. Çıkar çıkmaz Mirza önümü kesti. “Başkomiserim, Mesude’yle konuştum. Eve geçmişler.” Kafamı usulca salladım.
“Bir de Çınar’ın geldiğini söyledi.” Dediğinde kaşlarım kavislendi. Onunla dün konuşmuştuk. Gelmesi benim açımdan kötüydü çünkü o varken mecburen Nil’e mesafeli davranıyordum. Ama Nil çok sevinmiş olmalıydı. Yüzündeki gülümsemeyi düşündüğümde ben de gülümsedim. “Eyvallah. Ben eve geçiyorum. Bir şey olursa ararsın.” Kafasını salladı. “Seyfi hariç diğerlerini bırakın, gitsinler.”
“Savcılık emri?”
“Sen orasını düşünme.” Dedim ve bir selam vererek yanından ayrıldım. Yukarı odama çıkarak eşyalarımı aldım. Ceketimi de üzerime giyindikten sonra telefonuma herhangi bir mesaj var mı diye bakındım. Kayda değer bir şey yoktu. Zaten Nil’in mesajı var mı diye bakmıştım. Kapatarak cebime yerleştirdim ve odadan çıktım.
Saat akşam dokuzu geçiyordu. Ben yokken biriken işler, dosyalar derken iş dışında hiçbir şey yapmaya fırsat bulamamıştım gün içinde. Arabama binerek telefonumu yeniden kontrol ettim. Nil, normalde mesaj atardı. Atmamış olması canımı sıkarken isminin üstüne tıklayarak kulağıma götürdüm. Durumların nasıl olduğunu merak ettiğim için eve gitmeden Nil’i aradım.
Uzun süre çalan telefon sonunda açıldığında derin bir nefes aldım. “Nil?”
“Ne zaman geleceksin?” diye sordu direkt. Kaşlarım çatıldı. “Bir şey mi oldu güzelim?”
“Abim geldi.” dedi kuru bir ses tonuyla. Tepkisi şaşırmamı sağladı. Günlerdir Çınar gelsin deyip duruyordu. Bu tepki de neyin nesiydi şimdi?
“Abinin geldiğini biliyorum.” Dedim sesimi sakin tutarak. “Az önce öğrendim. Neden mutlu değilsin?”
“Geldiği için mutluyum ama…” kelimelerinin devamı gelmediği için teşvik amaçlı sordum. “Ama?”
“Yaralanmış.”
Omuzlarım dikleşti. “Ne demek yaralanmış? Durumu nasıl?”
“İyi olduğunu söylüyor.” Dedi aksini iddia eder gibi. “Ama canı acıyordur.” Derin bir nefes aldım. Çınar, sık sık yaralanmazdı ama daha önce de böyle durumlar başına gelmişti. İşini bilen dikkatli bir adamdı. Hatta ona gıpta ederdim. Şu an olduğu konuma tek başına, kimseden destek almadan gelmişti. Nil, mesleğini bilmediği için bu konu hakkında ona söyleyebileceğim pek bir şey yoktu. “Üzülme bebeğim. Çınar kolay kolay yıkılmaz.”
Aldığı derin nefesi duydum. Nefesine bile muhtaç hale gelmiş olmama inanmıyordum. Daha önce hiç böyle bir şey başıma gelmemişti. Sürekli yanında olmak istiyordum. Sadece benimle konuşsun, bana baksın istiyordum. “Siz hastanede misiniz?” diye sordum evde olduklarını bildiğim halde.
“Evdeyiz.” Dedi. “Ne zaman geleceksin? Abimle küsüm, sıkıldım.” Gülümsedim. “Yerim seni.” Dedim kendime engel olamadan. “Çıkıyorum şimdi yola. Yarım saate gelirim.”
“Tamam. Aç mısın? Sana yemek hazırlayayım.” Ölecektim şimdi. “Gelince ben hallederim, canım. Yorma kendini.”
“Senin için bir şey yapmak beni yormaz ki.” dedi, kaşlarım kavislendi. Bugün olduğundan daha romantikti. Yüzümdeki gülümsemeyle kafamı salladım. “Tamam o zaman.” Dedim. “Eline sağlık şimdiden.”
“Görüşürüz. Dikkatli gel.”
“Görüşürüz, canım. Ocakla uğraşırken falan kendini yakayım deme sakın.”
“Ya o kadar da değil.”
“Ben uyarımı yapayım da.” Dedim keyifli bir şekilde. Kendi kendine söylendi. Sonra da yüzüme telefonu kapattı. Sırıtarak kulağımdaki telefonu çektim ve arabayı çalıştırdım. Başıma gelmiş en güzel şeydi.
Onu ilk gördüğüm an o kadar garipsemiştim ki. Farklı bir dünyadan olduğunu düşünmüştüm. Tavırları, kıyafetleri, bakışları, yüzündeki gülümsemesi… tamamen bambaşka bir şeydi. İlgimi çekmişti. Bazen fazlasıyla çocuksu davranması bana yaşını sorgulatıyordu ama bunun kendini korumak adına yaptığı bir şey olduğunu fark etmiştim.
Hayatı ciddiye almıyordu. Böylelikle sorunları da ciddi olmaz diye düşünüyordu.
Yanlış yapıyordu. Son zamanlarda yaşadıklarını bir ben bir de kendisi biliyordu. Ama o bilmezden gelmeyi tercih ediyordu. Hastaneden eve geldiğimiz günden beri ayağa kalkmak için çabalarken gülümsemelerinden parçalar kaybettiğini fark etmiştim. Şimdi ki gülümsemesi eskisi kadar ışıltılı değildi.
Gülümsemeye alıştığı için belki de şimdi yine o maskeden sıyrılamıyordu. Geceleri doğru düzgün uyuyamıyordu. Sürekli irkilerek uyanıyordu ve asla kabuslarını anlatmıyordu. Sadece sarılıyor veya susuyordu.
Nil için elimden bir şeyin gelmiyor oluşuna sıkılıyordum. Onu içinde yaşadığı buhrandan çekip çıkartmak istiyordum ama maalesef ki dava sonuçlanana kadar sıkıntıların içinde kalmaya devam edecekti. Nefesi kadar yanında olsam da işe yaramayacaktı çünkü içinde biriktirdiklerini asla dışarıya yansıtmamaya yemin etmişti.
Derin bir nefes alarak direksiyonu sağa çevirdim. Yolda çok araba yoktu. Gecenin bu saatlerinde zaten ilçede herkes evine çekilirdi. Sadece birkaç tekelin ışığı yanardı. Bunun dışında in cin top oynardı buralarda.
Işığın yeşil yandığını gördüğümde gaza bastım. Nil’e gitmek istiyordum. Abisinin yaralanmış olmasına da ayrıca üzülecek, kafasına takacak ve yine bir şeylerin üzerinden gelemese de saklamayı tercih edecekti. Bunu yapmasına izin vermeyecektim. Kendini içten içe çürütemezdi.
🪷
Arabayı konağın önüne park etmek için döndüğüm sırada karşılaştığım manzarayla arabayı durdurdum. Evimde kalmak yetmiyormuş gibi bir de park yerimi işkal ediyordu. Çınar’ın arabası her zaman arabamı park ettiğim yerdeydi. “Nil’le bir evleneyim, sonra burnundan getireceğim ben senin.” Diye söylenerek arabayı geri çıkarttım ve yolun kenarına park ederek araçtan çıktım. Kapıyı kilitlediğim sıra duyduğum adım sesleri elimin belimdeki silahıma gitmesine neden olmuştu. Arkamı dönerek etrafa bakındığımda Nil’i görmem ve üzerime atlaması aynı saniyeleri buldu.
Şaşkınlığımı yok ederek belini kavradım ve onu kendime çektim. Kollarını sıkıca boynuma doladığında içim sıcacık oldu. Bana sıkıca sarılmasını seviyordum. Yüzümü saçlarının arasına yerleştirerek derince içime çektim kokusunu. “Canımın içi.” Dedim onu bırakmadan. “Yolumu mu gözlüyordun sen?”
Kafasını usulca salladı. “Sürekli yanımda olmana alışmışım. Bir daha işe gitme.” Söylediği beni güldürdü. “İşe gitmezsem nasıl para kazanacağım?”
“Kazanma, boş ver. Abimin paralarını harcarız.” Gülüşüm büyüdü. Nil’i yavaşça yere bıraktım ve geri çekilerek yüzüne baktım. “Abin de bizi harcar.” Dediğimde dudaklarını büzdü. Önüne gelmiş saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırdım. “İyi misin?” diye sordum gözlerinin içine bakarak. Kafasını usulca salladı. “Bugün köpeklerin yanına gittiğimde Mahir’le karşılaştım.” Sorguya almadığım bir tek Mahir’di. Polisleri yönlendirdiğimde evde olmaması canımı sıksa da ilk trafiğe takıldığı an karakola alınacaktı. Üstelik Nil’in karşısına çıkmış olması kuşkulanmamı sağlamıştı.
“Sana ne söyledi?”
“Şikayetimi geri çekmemi istedi. Ben de çekmeyeceğim dedim. Hatta Mesude az kalsın Mahir’in ayağına sıkıyordu biliyor musun? Çok havalıydı. Bana da silah kullanmayı öğretir misin?”
Kaşlarımı çattım. Söyledikleri bir an üst üste geldiği için hangisine cevap vereceğimi şaşırdım. “O nereden çıktı şimdi?”
Omuz silkti. “Ben de öğrenmek istiyorum. Çevremdeki herkes silah kullanmayı biliyor.” Tama olarak ne olduğunu sormak istesem de sonraya bırakmaya karar verdim. Her şeyi sonradan Mesude’den öğrenirdim. Gerçi onun Nil’in yanında olması gerekiyordu. “Mesude, nerede?” diye sordum etrafıma bakınırken. “Evde.” Dedi Nil. “O görmeden kaçtım.” Genişçe gülümsedi. “Beni göremeyince kalbine inecek.”
Sert bir nefes vererek güldüm. Beni hiç şaşırtmamıştı. Elini tutarak onu kaputun önüne yönlendirdim ve kalçamı kaputa yaslarken bedenini de bacaklarımın arasına aldım. Eve gitmeden biraz muhabbet edebilirdik. Hem kafası dağılırdı hem de özlemim biraz giderilmiş olurdu. Boncuk gözleriyle gözlerimin içine bakarken sordu. “Silah kullanmayı öğretecek misin?” Bir elimi beline sardım. “Hayır. Silah kullanmamalısın.”
“Ya ama neden?”
“Bebeğim ne gereği var? Senin silahın kelimelerin.” Söylediğim şey kaşlarını çatmasına neden olmuştu. “O ne demek ya? Ben çok mu konuşuyorum?!” Gülümsedim. “Hayır, avukatsın ya sevgilim. Ondan bahsediyorum.” Çatık kaşları eski halini aldı. “Ha.” Dedi mırıldanarak. “Tamam o zaman.”
Yüzümdeki gülümsemeyi büyüttüm. Solgun yüzü canımı sıktığı için sormadan edemedim. “İlaçlarını aldın mı?”
“Almadım. Akşam yemeğimi de yemedim.”
“Neden?”
“Seni bekledim. Beraber yiyelim diye.” Kaşlarım çatıldı. “Nil, ilaçlarını kullanman gereken bir saat var.” Gözlerini kaçırdı. “Biliyorum, sadece bir seferlik. Bir şey olmaz.” Dedi, bir şey söylemeyeyim diye sesini inceltirken. Normalde kızardım ama bu seferlik bir şey söylemedim.
Elimi yanağına yerleştirerek okşadım. Nil’e dokunmak beni sakinleştiriyordu. Sadece bununla da kalmıyordu. Beni iyi ediyordu. Sanki dünyanın en ölümcül hastalığına yakalansam tek bir dokunuşuyla beni iyi edebilirdi. “Sadece bir seferlik. Bir daha yaparsan bozuşuruz.” Dediğimde kafasını hızlıca salladı. “Tamam.”
“Abin hakkında konuşmak ister misin?” Çocuk gibi omuz silkti. “Kolundan vurulmuş.” Dedi ve gözlerini gözlerimden çekerek karanlık yola baktı. “Bazen hangimizin daha çok acı çektiğini merak ediyordum. Elimde olmadan acılarımızı karşılaştırıyordum ve sonra da işin içinden çıkamıyorum.”
“Hanginizin daha çok acı çekmiş olması seni tatmin ederdi?”
Sorduğum soru hoşuna gitmemişti ama bu sorunun cevabı bazı şeyleri netleştirmesine neden olabilirdi. “Benim.” Dedi zar zor duyabileceğim bir ses tonuyla. “Neden?”
“Çünkü, eğer acıyı en çok ben çekmiş olursam ona üzülmem. Bir de…”
“Bir de?”
“Bana karşı kendini sorumlu hisseder.” Dedi utana sıkıla. “O acı çektiğinde ben kendimi sorumlu hissediyorum. Sanki haksız dahi olsa ona hak verecekmişim gibi.”
“Kendini haksız gördüğün şey ne?”
“Sensin.” Kaşlarım çatıldı. “O ne demek?”
“Abimle tanışalı neredeyse iki ay oldu. Onu çok seviyorum ve seni de çok seviyorum. Ama abim sadece beni seviyor. Sevgisini bölmüyor. Ona haksızlık ediyormuş gibi hissediyorum.”
Kaşlarım kavislendi. Böyle bir şeyi düşünmesine şaşırmıştım. “Abinin bir sevgilisi olsaydı peki, işler sen de nasıl olurdu?”
“Kıskanırdım. Sadece beni sevsin isterdim.” Söyledikleri ciddileşiyordu ve bu durum beni rahatsız etmeye başlamıştı. Her an ağzından, ayrılalım, lafı çıkacakmış gibi değişik bir hisse kapılmıştım.
“Nil, bir gün ikiniz de kendi yollarınıza ayrılacaksınız. Sonsuza dek abin bekar kalmayacak sonuçta, değil mi?” Kafasını usulca salladı. “Biliyorum.” Dedi. “Ben burada senin kollarının arasında güvendeyken onun vurularak dönmesini kabullenemedim. Yanlış bir şey yapıyormuşum gibi hissettim.”
Belli etmeden rahat bir nefes aldım. Konuşmaya devam etti. “Sanki tüm ağır yükleri abim çekiyormuş gibi.” Ellerimi kaldırarak yüzünü avuçlarımın içine aldım. Gözlerime baktığında kalbim tekledi. Bir bakışına neler yapabileceğimi bir bilseydi…
“Güzelim, kendine haksızlık etme. Her zaman güçlü olmak zorunda değilsin. Bazen güçsüzlük de bir kazançtır.”
“Nasıl bir kazanç?”
“Durumunu fark etmeni sağlayan bir kazanç. Kendini es geçip durma. Herkesi sen düşünemezsin. Kardeşlerini, Dilan Hanımı, konağın oradaki köpekleri, abini… bunlar senin sorumlulukların değil.” Derin bir nefes aldı. “Öyle ama onları yüz üstü bırakmak istemiyorum.”
“Öyleyse önceliğini kendin yap. Sen iyi değilsen kimseyi iyi edemezsin.”
Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra gülümsedi. Ayak parmak uçlarında yükselerek dudaklarını dudaklarıma bastırdığında hemen belini kavradım ve onu tamamen kendime yasladım. Öyle bir şeydi ki içime sokmak istiyordum. Galiba bıraksalar onu sonsuza dek öpebilirdim. Hislerimin önüne geçerek öpüşünü yoğunlaştırmadan geri çekildim.
Evimin önündeydik. O evde abisi vardı. Üstelik burası lafın sözün çok olduğu bir yerdi. Evlendiğimiz de böyle sınırlar ortadan kalkacağı için bir an önce evlenmemiz gerekiyordu ve ben her zerresini öpmek istiyordum. “Teşekkür ederim.” Dedi sıcak bir tonlamayla. “Seninle konuşmak beni rahatlatıyor.”
“Benimle konuşman beni mutlu ediyor. Bana karşı olan şeffaflığını seviyorum.” Gülümsedi. Morali yerine gelmişti. Sözlerindeki ışıltıdan anlayabiliyordum. “O zaman şey, silah kullanmayı öğretecek misin?” diye sordu boynuma asılırken. Kafamı iki yana salladım.
“Hayır.”
“Ya neden?”
“Çünkü kendini vurabilirsin.”
“Niye vurayım kendimi?!”
“Bu konuda sana güvenmiyorum Nil. Sen kendine, kendini vurmayacağına dair güveniyor musun?” duraksayarak sorduğum soruyu düşündü. Saçlarını geriye doğru itti ve başını usul usul salladı. “Haklısın. Kendimi vurmasam bile bu şansla bir başkasını vururum net.”
Güldüm. O da güldüğünde içim rahatlamıştı. Bazen gülümsemelerinin solacağını ve bir daha gülmeyeceğini düşündüğüm oluyordu. İçimi bir sıkıntı kaplıyordu. İşte sırf bu yüzden ne zaman gülse zihnim de gülümsüyordu. Zihnim, korkularını onun gülümsemesiyle aşıyordu.
“Sana bugün ne yaptığımı tahin et.” Dedi heyecanla. Gözlerimi kıstım. “Hangi konuda?”
“Yemek konusunda.”
Basit bir cevap verdim. “Makarna mı?” elini kaldırarak omzuma geçirdi. “Aptal!”
“Ne oldu?”
“Neden hemen tahmin ettin?! Hem neden aklına en kolay yemek geldi ki? Ben börekler çörekler yapamaz mıyım?”
“Bilmiyorum. Hiç görmedim yaptığını.” Dediğimde kaşlarını çattı. “Yapıyorum bir kere.” Dedi bilmiş bir şekilde. “Hatta annemle, abimin en sevdiği tatlıyı bile yapıyorduk. En güzel şekilde yapmak için çok uğraşıyordum ama hiç anneminki gibi olmuyordu. Yaparken tadına bakamadığım için sanırım bir türlü kıvamı tutmuyordu. Annem öldükten sonra yaptım. İlk kez o zaman güzel olmuştu. Abim de annem de tadına bakamadı. Tadına bakacak kimse yoktu yanımda, ben de çöpe attım.” Dedi, sonlara doğru neşesini kaybederken.
Hâlâ kırılgan bir çocuktu. Ona, kız çocuğu, dememin sebebi çocukluğunu yaşayamamış olmasıydı. Yaşayamadığı için şimdi bulduğu her fırsatta çocuklaşıyordu. “Sonra bir daha da yapmadım.” Dedi. “Ama istesem yaparım yani. İstemediğim için. İstesem yaparım.”
Nil’i kendime doğru çektim ve göğsüme yaslayarak sıkıca sarıldım. “Yaptığında tadına bakacağım. Söz veriyorum.” Dedim, saçlarını öperken. Derin bir nefes aldı. Sonra kafasını usulca salladı. “Kötü olsa bile mi?” burnumdan sert bir nefes verdim. “Kötü olmaz.”
“Ya olursa?”
“Seni yerim.”
“Ya.” Diye homurdandı. “Ciddi bir şey konuşuyoruz şurada.”
“Seni de ciddiyetini de yerim Nil.”
“Of.”
“Oflama. Hadi gidip şu makarnanı yiyelim.” Geri çekildi. Gözleri yine parlıyordu. “Makarnanın yanına bir şey daha yaptım! Gerçekten çok seveceksin. Çok uğraştım yaparken. Kollarım ağrıdı.”
Merak etmiştim. Gerçi her ne olursa olsun yerdim ama Nil’in benim için uğraşmış olması ayrı bir iştahımı açıyordu. Onu kolumun altına aldığımda elini belime sardı. Konağın kapısına doğru yürümeye başladık. “Senin günün nasıl geçti?” diye sordu yürümeye devam ederken.
“Aynı.” Dedim karakoldaki son saatimi zihnimden def ederek. “Belge işleri vardı. Birikmiş baya. Onlarla uğraştım. Bitmek bilmedi.”
“Çok yoruldun mu?”
“Biraz.”
“Akşam odama gel.” Adımlarım duraksadı. “Bu teklifi ahlaksız tarafıyla algılayabilir miyim?” kıkırdadı. “Hayır. Sana masaj yapacağım.”
“Hmm, abini ne yapacağız peki?”
Sinsice sırttı. “Çayına uyku ilacı atalım mı?” Gür bir kahkaha attım. Böyle bir şey söylemesini beklemiyordum. Boşluğuma gelmişti. Eğilerek şakağına dudaklarımı bastırdım. Öpmelere doyamıyordum resmen.
Evin önüne geldiğimizde kolumu ondan çektim ve bir adım uzaklaştım. Çınar’ı şu an göze alamıyordum. Kapıya iki kez vurduğumda içerideki sesler kendini belli etti. Saniyeler içinde kapı açıldığında Mesude’yle karşılaştık. Tam bir şey diyeceği sırada yanımda duran Nil’i görmesiyle gözlerini büyüttü. “Nil, sen ne yapıyorsun dışarıda?!”
Nil, sinsice sırıttı. “Hava almaya çıktım.”
“Ne ara? Nereden çıktın? Kapının önündeydim ben!” Kıkırdadı. “Suya geleni susuz göndeririz, evelallah.” Dedi saçlarını savurarak ve içeri girdi. Mesude bir an ne diyeceğini bilemediğinde içini rahatlatmak için ona minik bir tebessümde bulundum. “Kusura bakmayın başkomiserim. Evde başka çıkış olduğunu bilmiyordum.”
“Evde başka çıkış yok Mesude.” Dedim keyifli bir şekilde. Şaşırdı. “İyi de o zaman nasıl-”
“Nil’e bir şeyi yapamayacağını söyle ve oturup izle.” Dedim. Everest’e çıkamazsın desem çıkıp fotoğrafını gönderirdi. Değişik bir inada sahipti. Mesude, anlıyorum der gibi kafasını salladı. “Siz geldiğinize göre ben artık gideyim mi?” diye sordu.
“Yemek yedin mi?”
“Yedim, başkomiserim. Anneniz sağ olsun, boş yer kalmadı.” Güldüm. Annem eve geleni doyurmadan göndermezdi. “İyi bakalım. Yarın erkenden gel. Kahvaltıyı beraber yaparız.”
“Gerek yok-”
“Mesude, hadi. Git dinlen.” Sessiz kaldı. Sonra kafasını salladı. Vedalaşarak gittiğinde eve girdim ve kapıyı kapattım. Nil, büyük ihtimalle mutfağa gitmişti. “Abi!” yüzümü iç kapıya çevirdim. Aysu’nun üzerime koşarak geldiğini gördüğümde yere doğru eğilerek ona kollarımı açtım. Üstüme atıldığı an kucağıma alarak doğruldum. “Abicim, naber?”
“İyi, Bugün yingemle oyun oynadık.”
“Ne oynadınız?”
“Boyama. Bak.” Eliyle yerdeki taşları gösterdi. Ağacın altındaki taşları pembeye boyanmıştı. Gülmeden edemedim. “Çok güzel olmuş.”
“Yingem dedi ki yarın da odanı boyacakmışız.” Kaşlarım kavislendi. “Allah Allah.” Diye söylendim. “Benim niye haberim yok?”
“Yingem dedi ki abine söyleme.” Duraksadı. “Hih!” diyerek ağzını kapattığında kahkaha attım. “Abi, bilmiyomuş gibi yap! Söylemedim gibi!” Hâlâ gülmeye devam ederken kafamı usulca salladım. “Tamam, abicim, hiç bilmiyormuş gibi yapacağım.”
“Oğlum hoş geldin.” Evin kapısında duran anneme baktım. “Hoş bulduk. Ne yapıyorsunuz?”
“İçerdeyiz, oğlum. Dışarısı soğuk bugün. Kızım, İn abinin kucağından. Hadi oğlum sen de elini yüzünü yıka.” Kafamı usulca sallayarak Aysu’yu yere bıraktım. “Çocuklar nerede?”
“İçerde herkes. Çınar oğlum da geldi.” Kaşlarımı çattım. Çınar’ı benden daha çok seviyordu resmen. Aysu koşarak eve girdiğinde ben de arkasından ilerledim. Annemin yanından geçerken eğilerek yanağından öpmeyi de ihmal etmedim. Arkamdan söylendi. İlk uğradığım yer salon oldu. Televizyon açıktı. Lavin ve Aysel kendi aralarında sohbet ediyordu. Baran da Volkan’la aynı koltuğa oturmuştu ama ikisinin de gözü ekrandaydı. Televizyonda maç vardı.
“Gençler.” Dediğimde hepsi aynı anda bana döndü. “Oo abi, hoş geldin.” Dedi Baran. Kafamı usulca salladım ve sordum. “Çınar nerede?”
Ensemde bir sıcaklık hissettim. “Buradayım.” İrkilerek arkamı döndüğümde Çınar’la karşılaşmıştım. “Lan sen benim enseme mi üfledin?!”
“Niye üfleyeyim oğlum ben senin ensene!?”
Elimi enseme atarak ovdum. Tüylerim diken diken olmuştu bir an. Boğazımı temizledim ve duruşumu dikleştirdim. Yarın, benim için şafaktı ya da kara gün. Çünkü Nil’le aramızdakileri söyleyecektim. “Hoş geldin.” Dediğimde kafasını usulca salladı. Yüzü solgundu. “İyi misin? Nil bir şeyler söyledi.”
“Her zamanki şeyler.” Dedi kestirip atarak. “Dışarıya çıkacağım, gelsene.” Dedi kaş göz ederek. Hiç de gelemezdim. “Açım, yemek yiyeceğim. Çık sen, gelirim ben.” Bir sabır çekti. Bana tip tip baktıktan sonra yanımdan geçerek dışarı çıktı. Dertli görünüyordu ama şu an önceliğim Nil ve yaptığı makarnaydı.
Hızlıca yukarı çıktım. Elimi yüzümü yıkadım ve üzerime siyah bir eşofman altı bir de siyah tişört geçirerek aşağıya geri indim. Yönüm mutfak oldu. Nil, tezgahın önünde duruyordu ve iki tabağa salçalı makarnadan ekliyordu.
İçeri girip kapıyı kapatsam pencereden görünme olasılığımız vardı ki Çınar da dışardaydı. Gözü kesin bu tarafa ilişirdi. Korkutmamak için boğazımı temizledim. Nil, kafasını bana çevirdiği an yüzüne geniş bir gülümseme kondu. “Hadi masaya otur.” Dedi ve tezgahtaki iki tabağı da masaya bıraktı. “Yardım edebileceğim bir şey var mı?” kafasını iki yana sallayarak oturacağım sandalyeyi gösterdi.
Oturdum ve tabağımı önüme doğru çektim. Aç olduğum için ayrı bir güzel görünüyordu gözüme. Dünyanın en güzel yemeği falandı. Çünkü Nil yapmıştı.
Kaşık çatalı da masaya bırakan Nil’i izledim. Sonra bazı hayaller kurdum ve yüzüm güldü. “Şu makarnanın yanına yaptığın şey ne?” diye sordum merakla. Genişçe gülümsedi. İki tane boş bardak bıraktı masaya. Hemen sonra dolaba yöneldi ve sürahiyi çıkartarak bana soğu gösterdi. “Ta-da!” diye bir nida koptu dudaklarından. “Sana ayran yaptım!”
Güldüm. “Çok yorulmuş olmalısın.” Dedim gülerken. “Yoruldum tabi.” Dedi ve masanın önüne gelerek bardaklara ayrandan döktü. “Bir saat boyunca salladım güzel olsun diye.” Gözlerimi büyüttüm. “Oo!” dedim abartarak. Yan yan güldü. Çaprazımdaki sandalyeye otururken “Ne sandın aslanım?” demişti.
“Bak ya. Aslanım ne kızım?”
“Sen bana kız çocuğu derken iyiydi!”
“Aynı şey mi?”
“Farklı şey mi?”
“Evet.”
Omuz silkti. “Bana ne? Diyeceğim.” Burnumdan sert bir nefes verdim. Kendine yeni bir eğlence yöntemi bulmuştu anlaşılan. Olsundu. Eğlenecekse beni istediği gibi kullanabilirdi. “Hadi ye, afiyet olsun.” Kafamı usulca salladım ve çatalı elime alarak makarnaya batırdım. Lokmamı ağzıma attığımda Nil de ağzıma girmek ister gibi yaklaştı bana. “Nasıl? Güzel mi?”
“Aşkım güzel de, bu mesafeden seni de yiyebilirim bak. Bir tadımlık uzaklıktasın.” Gözlerini büyüterek eliyle ağzıma vurdu. “Sussana! Ya abim duyarsa!?”
“Duysun yarın söyleyeceğim zaten.” Dedim ve çatalı tekrar makarnaya batırdım. “Çok güzel olmuş bu arada. Yediğim en güzel makarna.”
“Yalan söyleme.”
“Yalan söylemiyorum. Elinin değdiği her şey en güzeli benim için.” Söylediğime mutlu olmuş olacak ki gülümsedi. Lokmamı yutarken ayrandan da içtim. İçtiğim en iyi ayrandı. “Eline sağlık.” Dedim keyifli bir şekilde. “Afiyet olsun.” Dedi mutlulukla ve o da yemeğini yemeye başladı. Birkaç lokmadan sonra sormuştu.
“Abim nasıl tepki verir sence?”
Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Bilmiyorum.” dedim. Her şey olabilirdi. Yarın yaşadığım son gün de olabilirdi mesela. Zorlukla yutkundum ve yemeğime odaklandım. Sessiz ama keyifli bir şekilde yemeğimizi yedik. Bulaşıkları makineye dizerken Nil’e yardım ettim. Annem sağ olsun elimin değmediği iş yoktu. Bunu görerek, öğrenerek büyümüştüm. Hizmet ettirmeyi değil yardımlaşmayı öğretmişti bize.
“Ben abinin yanına geçeceğim biraz.” Dedim pencereden dışarıyı göstererek. Kafasını usulca salladı. “Tamam, ben de çocukların yanına geçeyim. Uyumadan önce yanıma gel tamam mı?” gülümsedim. “Tamam.” Dedim ve ona göz kırparak vestiyerden ceket alıp dışarı çıktım. Çınar’ı bulmak zor olmadı. Çardağa geçmiş sigara içiyordu. Ayağımdaki terlikleri çıkartarak yanına geçip oturdum. “Bir an hiç doymayacaksın sandım.” dedi sigarasından derin bir nefes çekerken.
“Abartma lan. Yarım saat oldu ardı üstü.” Omuz silkti. “Hayırdır?” diye sordum. “Bir şey mi oldu?”
“Daha ne olsun amına koyayım?” diye sitemle sordu. “Yarın bir ev bakacağım. Akşamına çıkarız.” Kaşlarım çatıldı. “Acelen ne?”
“Acelem mi ne? Koltukta büzülerek yatıyormuşsun oğlum! Sıkıntıdan kurtulayım derken başkasını mı sıkıntıya sokacağım?”
“Saçmalıyorsun kardeşim. Başımızın üstünde yeriniz var.”
“Biliyorum. Sadece Nilüfer olsa sorun değil zaten. Bir eve çıkarsak hepsi rahat olur.”
“Korumak sıkıntı olacak ama? Nereden bakarsak bakalım burası daha güvenli.”
“Hallederim. Teşkilattan isterim birilerini. Ayrıca Seyfi’nin dosyasını tamamladım. Artık hiçbir şekilde kurtulamaz.” Kaşlarım kavislendi. “Harbi mi diyorsun lan?”
Kafasını salladı. “Evet. Yakaladığımız adamlardan birisi sonunda itiraf etti. Seyfi’den emir aldıklarını, üç farklı saldırının emrini ondan aldıklarını ayrıca silah kaçakçılığı yaptıklarını söyledi.”
Yumruğumu koluna geçirdim. “Sonunda iyi bir şey oldu!” dedim sesli bir şekilde. Çınar benim aksime yüzü kızarmış bir şekilde bana baktı. “Elini ayağını sikeyim senin.” Dedi kolunu tutarken. “Derini kemiklerinden ayırmamam için bir neden söyle Barış!”
“Ne oldu lan?” diye sordum. Nil’in yaralanmış dediği kısım geldi o sırada aklıma. Aydınlanan gözlerim büyüdü. “Ha siktir! Pardon kardeşim ya! Bilemedim. İyi misin?!”
“Siktir git! Pezevenk!”
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Ayıp oluyor.” Dedim o sırada. Bana ters ters bakarak duruşunu dikleştirdi. “Nasıl yaralandın?”
“Kurşunla.” Kaşlarım çatıldı. “Önemli bir şey yok değil mi?”
“Yok. Geçer birkaç güne.” Dedikten sonra gözlerime baktı. “Tabi gelen geçen vurup durmazsa.”
Asıl vurgunu yarın yiyeceksin, kardeşim.
“Seyfi’yi benzettim biraz.” Dedim konudan bağımsız. “İyi bok yedin.” Omuz silktim. “Savcılığa giderse dövemeyecektim. İyi oldu.”
“Ya sabır ya.” Dedi ama üstüne bir şey söylemedi. “Konuşacak halde olduğunu söyle de gerisi umurumda değil.”
“Konuşur konuşur. Bülbül gibi öttürürüm ben onu sen merak etme.” Sert bir nefes vererek güldü. Bir sigara daha yaktı o sırada. Paketi bana uzattığında geri çevirdim. Nil’in yemeklerinin üstüne ağzımın tadını bozamazdım hiç. “Nilüfer’in süreci nasıl geçti? Bana hiçbir şey anlatmıyor, konuşmuyor da benimle.”
“Neden?”
“İstihbaratçı olduğumu söyledim.” Duraksadım. “Ciddi misin?” diye sorduğumda kafasını salladı. Nil’in bunu bana söylememiş olmasına şaşırmıştım. Gerçi söylememesi en doğru olanıydı. Bilmediğimi düşünüyordu büyük ihtimalle. “Keşke şimdi söylemeseydin.” Dedim düşünceli bir şekilde.
“Ne yapayım, ona yalan söylediğimi düşünmesini istemedim.”
“Biliyorum ama yaralısın oğlum. Ne zaman göreve gitsen yaralı geleceğini düşünecek şimdi.” Sıkıntıyla sigarasından bir nefes çekti. “Öyle ya da böyle kabullenmek zorunda. Dünkü çocuk değilim. Benimle konuşsa anlatacağım zaten ama yüzüme bakmıyor.”
“Çok seviyor çünkü oğlum.” Dedim, arabanın orada söylediklerini düşündüm. Abisine bir şey olmasından korkmuştu. O yüzden sevgisini dağıtırken haksızlık yaptığını düşünüyordu. “Hem, kabullendiğinde seninle konuşur. Biraz zaman ver.”
Sessiz kaldı. Sonra sordu. “Ayağa kalkarken çok zorlandı mı?”
“Zorlandı.” Dedim yalan söylemeden. “Ama kalktı. Ve emin ol aslında zor olan onun için ayağa kalkmak değil ayaktayken yürüyebilmek.” Söylediğimi anlamış olmalı ki kafasını salladı. “Düzelir miyiz lan bir gün?” dediğinde güldüm.
“Düzeleriz tabi lan. Ne kaldı düzlüğü çıkmamıza?”
“Az kaldı.” Dedi ve bitirdiği sigarasını küllüğe bastırdı. O sırada çalan telefonuyla elini cebine götürdü. Ekrana kısaca baktıktan sonra açarak kulağına yasladı. “Kimsin?”
Nil, bu adama boşuna ayı demiyordu. Saniyeler sonra tek bir şey söyledi. Hayır, bir şey değil. Bir isim.
“Asuman.”
🪷
BÖLÜM SONU!!
Beğendiniz mi?
Düşünceleriniz??
Barış?
:)
Sonraki bölümler Nil'den devam edecek.
Finale de az kaldı🥹
Pazar günü bölüm gelir mi bilmiyorum ama yetiştirmeye çalışırım. 😘
✨️
VOTE VE YORUMU UNUTMAYINN
🍭
İnstagram; Zeynepizem
|
0% |