@zeynepizem
|
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
ZEHİRLİ ŞEKER BÖLÜM 43
🪷
Derin bir nefes alarak elimi kaldırdım ve iki kez kapıya tıklattım. İçeriden duyduğum, gelin, sesi kapıyı açmama vesile oldu. Genişçe gülümseyerek kafamı kapıdan içeriye soktum. “Müsait misiniz?” diye sorduğumda yatakta pijamalarıyla bağdaş kurarak oturan Lavin kafasını salladı. “Gel, abla.” Dedi gülümsemesini eksik etmeden. Volkan, yere serilmiş yer yatağında yatıyordu ama şu an uyumuyordu. Sırtını yatağa yaslamıştı. Beni gördüğünde iyiden iyiye toparlanmıştı.
İçeriye girdim ve ardımdan kapıyı kapattım. Volkan yanındaki boşluğu gösterdiğinde hiç beklemeden yanına gittim ve oturdum. Yer yatağı çok rahattı. Bizim evde de ardı. Yani annemle kaldığımız evde. Kış oldu mu serer annemle ikimiz beraber yatardık. Ev sobalı olduğu için zaten kışın tek bir odada kalabiliyorduk. Diğer odalar çok soğuk oluyordu. O zamanlar kalkıp okula gitmekten nefret ederdim çünkü evin içi genelde buz gibi olurdu. Titreye titreye üstümü giyinip evden çıkar, koşturarak okula gider ve peteklere sarılırdım.
Düşüncelerimi bir kenara bıraktım ve gelme sebebime odaklandım. “Gece dedikodusu yapmaya geldim.” Dediğim sıra Lavin yatağından kalkmış ve o da yer yatağına yani yanımıza oturmuştu. “Sen gelmeseydin biz gelecektik, abla.” Dedi Lavin. “Ne zamandır seni doğru düzgün göremiyoruz, iyi misin? Her şey yolunda değil mi?”
Hiçbir şey yolunda değil, Lavin.
“Evet. Yürümeye başladığım için evde kalasım gelmiyor. Önemli bir şey yok merak etmeyin. Hem, biliyor musunuz yarın kendi evimize çıkacağız.” Abim, yarın ev işini halledeceğini söylemişti. Çok konuşmamıştık gerçi. Yanımdan geçerken yarın buradan gideceğimizi üstün körü dile getirmişti. Bir şey sormama fırsat vermeden de dışarıya çıkmıştı. Gerçi en başta ona tavır yapan bendim ve sanırım tavrıma karşılık susma politikasını uygulayacaktı.
Tavır sebebim ise tamamen kendimle alakalıydı. İçimde yaşadığım çatışmayı ne yazık ki abime yansıtmıştım ama elimde olan bir şey değildi. Yaralı kolu beni korkutmuştu. Yaptığı iş de öyle.
Volkan yerinde kıpırdandı. “Evi buldun mu?” diye sorduğunda kafamı iki yana salladım. “Yok, Çınar bulmuş.” Dedim sakince. Volkan saçlarını eliyle geriye doğru itti. “Çınar abimin ortadan kaybolmalarını bize özel sanıyordum. Sen buradayken gitmez diyordum ama düşündüğüm gibi değilmiş. Bize nereye gittiğini hiç söylemedi, sana söyledi mi?”
Ne yazık ki söylemişti. Öğrenmemeyi tercih ederdim. Üstelik bu durumu Barış’ın bildiğine neredeyse emindim ama neredeyse kısmı yüzünden tek kelime edememiştim konu hakkında. Abimi zor durumda bırakmak istemiyordum.
Volkan’ın sorduğu soruya geri döndüm. “Evet.” Dedim sinsice sırıtarak. “Sevgilisiyle buluşmalara gidiyormuş.”
“Yok artık!” dedi Lavin büyük bir tepki vererek. “Abimin sevgilisi mi var?” Kafamı usul usul salladım. Tamamen sallıyordum. Söylediklerimin hiçbir gerçeklik payı yoktu. Lavin ve Aysel çok iyi anlaşıyordu. Aralarında hiçbir sır olduğunu düşünmüyordum. Aysel’e az önce söylediklerimi kesin söylerdi, böylelikle Aysel’de boş yere umut etmemiş olurdu. Ona üzülüyordum çünkü karşılıksız olan şeyler acı veriyordu.
Sevgi, aşk hatta nefret bile. Tek taraflı olduğunda can sıkıyordu. Rahatsızlandırıyordu. Ben birini çok sevseydim ve o kişi beni sevmeseydi, sevgim yıpratırdı beni. Barış’ın sevgimi yok saydığı bir dünya ama benim tek dünyam o… kırıcı ve yıkıcıydı.
Lavin bir süre şaşkınlıkla kalakalsa da Volkan için durumlar farklıydı. “Aslan abim!” dedi keyifli bir şekilde. Güldüm. Onların abimle olan ilişkisini şeffaflığıyla öğrenmek istiyordum. Abimdeki durumları az çok biliyordum. Olaya onların gözünden bakmaya da ihtiyaç duyuyordum.
“Çınar’la neden aranızda bir mesafe var?” diye sordum hiç lafı dolandırmadan. Onların aklı kesiyordu. Her şeyin farkındaydılar. Lavin, dizlerini kendine doğru çekti. Volkan derin bir nefes aldı ve ilk konuşan da o oldu. “Abim biraz kendi halindedir. Uzaktır ama elini üzerimizden hiç çekmez. Küçükken ona çok gıpta ederdim, hatta hâlâ büyüyünce abim gibi olmak istiyorum.”
“Neden?”
“Çünkü bir haksızlık olduğunda karşı gelebiliyor. Baş eğmiyor. Senin gibi. Sen Çınar abime çok benziyorsun.”
“Neyim benziyor?”
“Her şeyin.” Dedi gülerek. Lavin de bu gülüşe ortak olmuştu. Merakla kaşlarımı kaldırdım. Aslında abimle pek benzediğimi düşünmüyordum hatta birbirimize tamamen zıttık. O siyahtı ben beyaz. “Mesela bakışlarınız çok benziyor. Sinirlendiğinizde ikiniz de karşınızdakine kitleniyorsunuz. Öfke kontrolünde iyi değilsiniz. Özellikle de sen. Bir şey yolunda gitmeyince yoluna gidene kadar durmuyorsun. Abim de öyle. Görmezden gelmez hiçbir şeyi. Sözü de kendi de diktir.”
Onu dinlerken istemsizce geçirdiğimiz zamanları da düşünmüştüm. Söylediği yönlerden geçekten de abimle benziyorduk. Bazı benzerliklerin arasında uçurumlar olabilirdi. Tıpkı abim ve benim gibi.
“Peki, Çınar’ın kendi halinde olmasının sizce bir nedeni var mı?” diye sordum bu sefer. İkisi de birbirine baktı. Bu sefer konuşan Lavin oldu. “Küçükken abim bizimle çok ilgilenirdi, düştüğümüzde kaldırırdı, bisiklet kullanmayı bile bize o öğretti ama hiç bize sana sarıldığı gibi sarılmadı. Bunu kıskandığım için söylemiyorum. Gördüğüm için söylüyorum. Çınar abim sanki seninle birlikte tamamlanmış gibi. Bizimleyken eksikti, aramıza da o eksiklik giriyordu hep. O yüzden daima mesafeliydik birbirimize. Seninle birlikte mesafeler de kalktı ancak alışkanlıklar kolay kolay terk etmez insanı.”
Derin bir nefes aldım. Söylediklerini düşündüm bir süre. Güzel özetlemişti. Abimin kısa kelimeleri böylelikle anlam kazanmıştı. Onu bir kez daha çok sevdim ve hemen sonra bu sevgi kocaman bir korkuya dönüştü. Kaybetme korkusuna.
“Abim yalnızdı.” Dedi Volkan düşünceli bir ses tonuyla. “Ama biz değildik.” Ablasına bakmayı ihmal etmedi. “O yüzden abime daha çok hayran oluyorum. O kadar güçlü ki.” Dedi iç çekerek. Ben o kadar da güçlü olduğunu sanmıyordum. Meslek seçimi de buna bağlıyordum. Konakta kalmaya daha fazla dayanamadığı için kendine kaçış yolu aramıştı ve bulmuştu da.
Üçümüzde sessizleştik kısa bir süre için sonra sormadan edemedim. “Babanızı seviyor musunuz?” Gerildiler.
“Evet.” İkisi de aynı anda aynı kelimeyi kullanmıştı. Bu bana daha çok ezberden gelme bir yanıtmış gibi hissettirmişti. Kurcalamadım. Canları sıkılsın istemedim. Zaten hepimiz yeterince sıkıntıdaydık daha fazlasını istemiyordum.
“Beni seviyor musunuz peki?” diye sordum genişçe sırıtarak. Volkan sert bit nefes vererek güldü. “İlk başta senin deli olduğunu düşünmüştüm.” Dedi biraz çekinerek. “Ama sonra deli değil eğlenceli olduğunu fark ettim.” Burukça gülümsedim. “Bu yönün de abime benziyor. Çok güçlüsün.”
Değilim.
“Hem de yaşadığın her şeye rağmen.”
Her şeye rağmen, üç kelimelik tamamlanmamış bir cümleydi ama içinde büyük anlamlar taşıyordu. Tıpkı sırtımda taşıdığım, içime gömdüğüm gerçekler gibiydi. İnsan dolup taşmaya, ağlamaya, isyan etmeye müsait bir canlıydı. Tüm bunlara rağmen, rağmen diyebiliyorsa da kendini aşmış sayılırdı. Son zamanlarda kendim beni aşıyordu.
“Abla, sana deli dediğim için kızmadın değil mi?”
Kafamı iki yana salladım. “Hayır, deli olmak bazen akıllılıktır.”
“Nasıl yani?” diye sordu Lavin.
Omuz silktim. “Öyle işte. Acınız bazen boyunuzu aşar. Benimkini aştığından biliyorum. Tüm bunları düşünüp ağlamak yerine deli gibi gülmeyi tercih ederim.” Dedim ama artık bu düşünceye kendimi inandıramıyordum. Son zamanlarda içimden hiç gülmek gelmiyordu. Kendimden bile saklamaya çalıştığım çocuğu mu kaybediyordum acaba?
“Çınar abim de gülmek yerine dövmeyi tercih ediyor. Bizim evde onun bir kum torbası vardı. Birkaç kez çalışırken görmüştüm. Acısını yumrukluyordu.” Dedi Volkan. Kaşlarım kavislendi. “Hadi ya, ben hiç görmedim kum torbası.” Dedim merakla. “Odasının karşısındaki odada. Kilitli olur genelde orası. Sen geldiğinden beri hiç açıp girdi mi bilmiyorum ama.”
O odayı o kadar merak ediyordum ki şimdi merakım bir level daha atlamıştı. Lavin konuşmaya başladığında ona döndüm. “Ben seni ilk gördüğümde çok heyecanlanmıştım.” Dedi heyecanını o gün gibi yansıtarak. “Abimin artık mutlu olacağını düşünüyordum. Tamamlanacaktık.” Gözleri ellerine kaydı. “Sen beni ilk başlarda pek sevmemiştin ama…”
“Sevmemiştim değil sadece durumu kendime yedirememiştim.” Dedim kendimi açıklayarak. “Biliyor musunuz bilmiyorum ama annem öldü benim. Babanızın yeniden evlenmesini ve beni umursamayışını kendime yedirememiştim ama sonradan anladım bir suçunuzun olmadığını. Yanlışlıkla sizi kırdıysam üzgünüm.” Diyerek sözlerimi bitirdim. Lavin kolunu koluma sardı ve başını omzuma yasladı. “Beni kırdığın bir an yok ama seninle daha fazla vakit geçirmeyi çok isterim.”
“Ben de.” Diye atladı Volkan. Hatta bunla da yetinmeyip büyük ihtimalle ablasından altta kalmayı istemediği için yanağımı öpmüştü. Kıkırdadım. Kardeşlerimi seviyordum. Onlarla iyi ki tanışmıştım. Benim için ilk sırada abim ikinci sırada onlar vardı. Her şeye rağmen diyebileceğim nadir insanlardandı.
Onlara sıkıca sarıldım.
Hep kötü şeyler olmuyor, Nil. İyi şeyler de oluyor.
🪷
Kardeşlerimin odasından ayrıldıktan sonra yönüm abim olmuştu. Bildiğim kadarıyla salonda yatıyordu ama salona gittiğimde egzotik hareketleriyle uykuya dalmış Baran dışında kimseyle karşılaşamamıştım. Sadece mutfakta Dilan Hanım’ı görmüştüm. Su içiyordu. Çınar’ı sorduğumda bilmediğini söylemişti.
Pek iyi görünmüyordu ve bu durum aklıma takılmıştı. Hasta olup olmadığını sormuştum ama olmadığını söylemişti. Sadece başı ağrıyormuş. İlaç içip yatacakmış. Üstüne gitmedim. Onun içinde zor bir dönemdi. Yine de inanıyordum ki çocuklarıyla birlikte her şeyin üstesinden gelecekti.
Abimin evde olmadığına emin olduktan sonra vestiyerden daha önce Barış’ın üzerinde görmüş olduğum ceketi aldım ve pembe pijama takımımın üzerine geçirdim. Terlikleri kenara bıraktım ve ayakkabılarımı giyip dışarı çıktım. Gözlerim etrafta dolandı. İlk gözüme çarpan çardakta tek başına oturan Barış olmuştu. Koşturarak yanına gittim. “Barış!” Sesimi duyduğu an irkilerek bana taraf döndü. Evden çıktığımı bile duymamıştı galiba. Üstelik sigara içiyordu.
Barış’ın sigara içtiğini hiç görmemiştim. Neden içiyordu?
“İyi misin?” diye sordum ayakkabılarımı çıkartıp çardağa geçerken. Beni baştan sona süzdükten sonra gülümsedi ve daha yarısına gelmediği sigarayı küllüğe bastırarak söndürdü. “Seni gördüm iyi oldum.” Dediğinde tek kaşımı kaldırdım ve hemen yanına oturdum. “Neden sigara içiyorsun?”
Omuz silkti. “İçerim arada. Öyle bir nedeni yok.”
“Seni sigara içerken hiç görmemiştim.” Dedim düşünceli bir şekilde. Abimin de sigara içmediği bir anını görmemiştim galiba. “Her şey yolunda mı?” diye sordum gözlerinin içene dikkatle bakarak. “Yolunda güzelim. Yarın benim için biraz zorlu olacak sadece.” Dedi, alt dudağımı suçlulukla ısırdım. “Abime, benim söylememi ister misin?”
Kaşları kavislendi. “Neyi?”
“Aramızdakileri.” Aydınlanmış gibi yüzüme baktı. “Onu dert edinmiyorum ki,” dedi açıklayarak. “Yarın yoğun olacak.” Derin bir nefes aldı. İşle ilgili bir sorun vardı sanırım. “Benim yapabileceğim bir şey var mı?”
“Arada arayıp hal hatır sorabilirsin, mesaj da çekebilirsin.” Kıkırdadım. Bana taraf dönerek kendi ceketinin yakalarını düzeltti. Giymiş olduğum ceketinin. “Yakışmış.” Dediğinde gülümsedim. “Benim olsun mu?”
Şımarma hızım şaka mı?
Küçük bir kahkaha attı. “Benim olan her şey senin olabilir.” Dedi. “Sormana gerek yok.” Etrafı kolaçan ettikten sonra hızlıca yüzüne yaklaştım ve yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Geri çekilirken konuşmayı ihmal etmedim. “Üzerler seni, aslanım.”
Ona yine, aslanım demiş olmamdan rahatsız oldu. Sert bir nefes aldıktan sonra sordu. “Niye üzüyorlarmış beni?”
“Ya tüm varlığını üstüme yaptırdıktan sonra kaçarsam, ne yapacaksın?” Dedim bilmişlik taslayarak. “Şimdi tüm mal varlığımı üzerime yap desem yaparsın.”
“Yaparım.” Dedi aksini asla iddia etmeden. Of, eriyordum. Hiçbir şey ters tepmez miydi bu adamda?
“Ya neden, saf mısın sen?” diye sordum kızar gibi yaparak. Yüzüne muzip bir gülümseme kondu. Ona saf dediğime bile aldırış etmemişti. “Bu saflık olmaz Nil. Bazı şeyleri yanlış yorumluyorsun.”
“Ne olur?”
“Çok sevmek olur.”
“Çok seven birinin sevdiği dışında bir şey istemesi normal mi peki?”
“Değil.” dedi ilk başta ve cümlelerinin devamını getirdi. “Bana ait olan pek bir şey yok. Bir arabam var sadece. Onu da kendi paramla aldım. İstanbul’da bir artı birlik evim var birde.” Gözleri konağa çevrildi. “Bu konak annemin üzerine. Arsaların yarısı Aysel’in yarısı da Aysu’nun üzerine.”
“Baran’a bir şey yok mu?”
“Külahımı alsın o.” Dediğinde kıkırdamıştım. “Ya niye çocuğa zorbalık ediyorsun?”
Omuz silkti. “Zorbalık değil. Kolay yoldan para kazanılmadığını öğrenmeli. Erkek çocuğu o, çalışmak yeri geldiğinde biraz hırpalanmak zorunda. Aksi takdirde ailesini adam gibi geçindirmeyi bırak kendini bile geçindiremez.”
Haklıydı. O yüzden şakaya da vurmadım bu sefer. “Konumuza geri dönecek olursak, sen benden bir şey istersen veririm. En azından vermeye çalışırım, bunun için uğraşırım da ama biliyorum ki sen benden mal mülk isteyecek bir insan değilsin.”
Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Senin sevgini ve saygını çok seviyorum biliyor musun? Hatta en çok saygını seviyorum.” Dedim açıkça. “Bana ilk karşılaştığımızda biraz sert davranıyordun, o şekilde davranmaya devam etseydin senden nefret ederdim.”
“Üzgünüm.” Dedi yalnızca. “Pek keyfim yerinde değildi o zaman. Düşüncesiz hareket ettim.” Kafamı önemsiz olduğunu dile getirmek adına iki yana salladım. “Etkiye tepki gibi bir şeydi.” Dedim. “Hak veriyorum sana. Tanımadığım bir insan evime girse ben de sert ve mesafeli davranırdım.” Biraz da deli gibiyse işte o zaman sanırım evden kovardım. Neyse ki o beni kovmamıştı. “Sonra ailenle olan ilişkin beni mest etmişti. Bazen kardeşlerine kızıyordun ama gıpta etmiştim. Keşke benim abim de böyle olsa demiştim hatta.”
Barış ve Çınar abilik konusunda birbirinden tamamen farklıydılar. Buluştukları tek nokta duydukları sevgiydi. “Benim abim pek senin gibi değil.” diye mırıldandım. Barış fazla sabırlı bir insandı abimde ise sabrın s’si yoktu.
Bize çekmiş.
Fazlasıyla.
“Hâlâ aynı şekilde mi düşünüyorsun peki? Abinin benim gibi bir abi olmasını mı istiyorsun?” Kafamı hızla iki yana salladım. “Asla.” Bu korkunç olurdu. “Biz seninle kavga edemezdik bence. Sen hep alttan alırdın olayı yumuşatırdın, çok kötü.” Dedim yüzümü buruşturarak. “Abimle kavga etmeyi seviyorum, seninle edemezdik.”
Söylediğim onu güldürdü. “Abi kardeşliğin en önemli tarafı kavgalarıdır.”
O da Baran’la çok kavga ediyordu ama eğleniyordu da. Hatta zevk alıyordu bence. “Ben abimi sormaya gelmiştim buraya.” Dedim unuttuğum şeyi dile getirerek. “Nerede?”
Gözleriyle arkamı gösterdi. “Orada.” Dediğinde gözlerimi büyüterek arkamı döndüm. Birkaç adım uzağımdaydı. Geleli çok olmamıştı büyük ihtimalle. Olsaydı Barış’ı öptüğümü görür ve üçüncü dünya savaşı başlardı. “Abi?” diye seslendim sorar gibi.
Tek gözünü, ne oldu, der gibi kırptı. Olmazsa olmaz sigarası yine elindeydi. Oturduğum yerden kalktım ve ayakkabılarımı giyerek bir adımda önüne geçtim. “Seninle konuşmak istiyordum.” Dediğim sıra Barış’ın hareketlendiğini duymuştum. O da çardaktan çıktı. “Bana müsaade, size iyi geceler.” Dedi ve gitmeden yüzüme baktı. Yanıma gelecekti uyumadan önce. İma yapıyordu.
“Konuşalım.” Dedi abim ve az önce çıktığım çardağa geçerek oturdu. Bitirmiş olduğu sigarasını da küllüğe bastırmıştı. Ayakkabılarımı yeniden çıkartarak yanına oturdum. “Kolun çok acıyor mu?” diye sordum ilk başta hemen. Sabırla bir nefes aldı. “Abicim, acımıyor.” Dedi. Bu soruyu elli kez falan sorduğum için bıkmıştı galiba. Kaşlarımı çattım.
“Canının acıması normal. Saklamak zorunda değilsin.” Yüzüme düz düz baktı. Sonra cebindeki sigara paketini çıkarttı ama ondan önce davranarak paketi elinden çekip aldım. “Nilüfer-“ Lafını kestim. “Abi, sen süper kahraman değilsin. Yaralandığında acının hemen geçmesini bekleyemezsin. Fiziki veya psikolojik fark etmez.”
Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra konuştu. “Tamam, bu konuşmayı neden yapıyoruz şu an?”
Gözlerimi devirdim. Annem Çınar değil kütük falan koysaymış abimin adını asla sırıtmazmış. “Çünkü seni çok seviyorum ve canının yandığını biliyorum. Saklamanı da istemiyorum.”
Sabit duran yüzü son söylediklerimle birlikte değişti. Dudaklarına yarım bir gülümseme kondu, gözleri daha içli baktı. Hafifçe bana doğru eğildi. “Sen saklamazsan ben de saklamam.” Dedi ciddiyetle. Abimle benzediğimiz bir yön daha.
Yutkundum. İçimden geçirdiklerimi söyleyip söylememek arasında gidip geldim ve en sonunda konuştum. “Canım yanıyor.” Dedim. “Daha doğrusu bir acı hissetmiyorum biliyor musun? Aşırı derecede karışık hissediyorum. Yaşadığım şeylere karşı nasıl tepki vereceğimi bilmiyorum. Birkaç gün yürüyemedim ama sonsuz gibiydi. Hiç hissedemeyecekmişim gibi, korku vericiydi. Kendi kanımdan insanların yaptıklarını düşünmek de korku verici. Daha ne kadar kötüleşebileceğini düşünmek korku verici. Her defasında yaralanıp gelmen veya bir gün öleceğin haberini duymak ihtimali korku verici.” Dedim ve sustum.
Saniyeler içinde kollarının arasında buldum kendimi. Bana sıkıca sarıldı. “Buna alışmalısın. Mesleğimi bu saatten sonra değiştirmem imkansız.” Omuz silktim. Hiç tatmin olmamıştım ve durumun farkında olarak konuşmaya başladı. “Benim mesleğimde kötü durumlar ve riskler her zaman olur. Ölmeyi şimdiye dek hiç umursamadım. Ama son gittiğim görevde bu düşünce çok koydu. Varlığın birçok şeyi değiştirdi.”
“Ben yirmi dört yıldır varım, abi.”
“Bana yoktun, Nilüfer.”
“Yalan söyleme, eksikliğimi her zaman hissetmişsin.”
“En az senin benim eksikliğimi hissettiğin kadar.” Öyleyse çoktu. Çok, çoktu. “Konakta kalsaydım birinin oradan tabutu çıkardı.” Dedi hiç duraksamadan. “Ya da birilerinin.” Diye ekledi. Yutkundum. “Hırsımı ve nefretimi atabileceğim bir şeylere ihtiyaç duyuyordum. Gençken çok kavgaya karışırdım. Yolum genelde nezarethane olurdu. Bir gün bir savcıyla karşılaştım. Benim için dönüm noktasıydı. Adam gibi bir şeyler yapmak istedim ve yolum bu oldu. Yıllardır özel eğitim aldım, alıyorum. Teşkilat için, devletim için çalışıyorum.” Dedi. “Ölüm her zaman olacak, sana da bana da. Ben bir araba kazasında da ölebilirim bir görevde şehit de düşebilirim. Bu olasılıklar her zaman olacak ama ben sana dönmek için elimden geleni yapacağım, abicim.” Saçlarımın üzerini öptüğünde ona sokuldum.
Abimi kaybetmek istemiyordum. Zaten kazanalı daha ne kadar olmuştu ki? Yirmi dört yılın üstünü kapatmazdı. Tek başıma geçirdiğim yirmi dört yılın üstünü hiçbir şey kapatamazdı. Artık çocuk değildim. Düştüğümde abime koşmazdım, çünkü kalkmayı öğrenmiştim. Büyümüştüm. Abim hayatımın her zaman bir parçası olacaktı ama daha fazlası olmayacaktı. Bazı şeyler için zaman çoktan geçmişti. “Tamam.” Dedim kısık bir ses tonuyla kabullenerek. Ona, işinden ayrıl diyemezdim. Bu haksızlık olurdu. Bencillik.
“Senden bir şey isteyebilir miyim?” diye sordum düşüncelere dalmışken. Geçen zamana inat elimden geleni yapmak istiyordum. Çünkü bir daha şansımız olmayabilirdi. Eli kolumu okşadı. “İsteyebilirsin.” Dediğinde genişçe sırıttım. “Bana silah kullanmayı öğretir misin?”
Yüzünü eğerek bana baktığını hissettiğimde ben de kafamı kaldırıp ona baktım. Göz göze geldik. “O nereden çıktı şimdi?”
“Ya hevesleniyorum işte. Öğretmez misin?”
“Tabi ki öğretmem Nilüfer. Senin silaha dokunman bile hata olur.” Kaşlarımı çattım ve onu ittim. Kollarımı birbirine dolayarak ona sırtımı döndüm. “Çok gıcıksın!” dedim şikayet ederek. “Zaten arabanı da kullandırmadın! İstediğim hiçbir şeyi yapmıyorsun!”
Aldığı nefesi işittim. Oturduğu yerden kalkarak ayakkabılarını giydi. Kaşlarım iyiden iyiye çatıldı. Eğer hiçbir şey söylemeden giderse uyurken onu boğardım. Bu kadar da net söylüyordum işte. Bana döndü, sonra konuştu. “Hadisene.”
“Nereye?”
“Arabamı kullanmak istemiyor muydun?” Çatık kaşlarım kavislendi. Göğsüme doladığım ellerimi çözdüm ve şaşkınlıkla sordum. “Şimdi mi?”
“Eğer istiyorsan?”
Tabi ki isterdim! Kırılmaz camlı Mitçi abimin arabasını kullanmayı tabi ki isterdim. Tabi ki! Hemen oturduğum yerden kalkarak ayakkabılarımı giydim. “Hadi o zaman!” dedim heyecanla kapıya koşturarak. Arkamdan seslendi. “Üstünü değişmeyecek misin?”
Umursamadan dış kapıyı açtım. “Hayır.” Dedim ve kapıdan çıkarak arabasının olduğu yere gittim. N♡Ç harflerini hâlâ sildirmemişti. Sildirmediği için de abimle gurur duyuyordum. Böylelikle ona hiçbir kız yan bakamazdı.
Yerimde sabırsızca kıpırdandım. “Hadi! Çabuk!” yanıma gelmeden uzaktan kumandayla çalıştırdı arabasını. Koca jeep gürledi. Işıkları bana göz kırptı. Ay o kadar güzeldi ki. Abim anahtarı elime tutuşturduğu an kaptım ve şoför koltuğuna oturup kemerimi taktım. Abim de yan koltuğa geçmişti o sıra.
Elim direksiyona gitti. Sanki dünyanın en kıymetli şeyiymiş gibi dokundum. “Bu arabayı kaça aldın?”
“İki böbrek, bir ciğer, bir de kalp fiyatına.” Dedi havalı bir şekilde. Yine iyiydi. Ben kendimi satsam bu arabayı alamazdım. Zaten benim arabam ikinci eldi. Çok kullanılmamıştı. Sahibi çok iyi kullanmıştı ve km’si de oldukça azdı. Arabamı alırken tamamen şansım yaver gittiği için alabilmiştim. İyi bir markaydı ve birinci el gibi duruyordu. Sorana da zaten birinci el diyordum.
Anahtarı yerine yerleştirdim ve çevirerek çalıştırdım. Sesi bile ben parayım diyordu resmen. Ayağımı gaza attım, vitesi attırdım ve arabayı yola çıkarttım. Abime de o sırada göz kırpmıştım. “Seni nereye götüreyim delikanlı?”
Güldü. “Evin etrafında iki tur atacağız sadece.” Dedi gülerken. Kaşlarımı çattım. “Daha neler?! Elime geçirmişken bırakır mıyım?!” dedim ve ona yola çıktığım an gaza bastım. “Yavaş kullan.” Dedi abim. Dinlemedim.
“Trafik ışığına dikkat et.” Dedi, kırmızı yanarken geçtim.
“Dönüşü geniş al.” Dedi dar aldım, motoru bağırttım.
“Kendi şeridinde git.” Dedi, şeritler arası git gel yaptım.
“Tümseğe dikkat et!” dedi etmedim, hızla geçtim ve hopladık.
“Nilüfer!” Kafayı yiyecektim şimdi. “Sus artık! Sus ya! Kasaptan almadım ben ehliyetimi! Başımın etini yedin ya! Allah Allah!”
“Kızım adam gibi kullan sen de o zaman!”
“Ben gayet adam gibi kullanıyorum! İşime karışmasan her şeyi kuralına göre yapacağım!” Bana ters ters baktı. “Gördüm kuralına göre yaptığın işi! Neredeyse konteynıra çarpıyordun!” Sabırla bir nefes aldım. Arabayı sağa çektim ve direksiyonu bırakarak ona taraf dönüm. “Ay! AL ARABANI BAŞINA ÇAL!”
Kaşları kavislendi. “Buraya kadar sen getirdin geriye de sen götüreceksin.” Dedi yapmak zorundaymışım gibi. Ona tip tip baktıktan sonra usulca kafamı salladım. “Tamam. Sen yeter ki iste.”
Arabayı yeniden çalıştırarak yola girdim ve hiç sapmadan ezbere bildiğim bir çıkışa soktum. Abim anında konuştu. “Yanlış yola saptın.” Gerçekten bir yanlış yapmışım gibi şaşırdım. “İlerden dönerim, bir şey olmaz.” Bir şey söylemedi. Arabayı hızlandırdım. Beş dakika sonra gelen dönüşü görmezden gelerek dümdüz devem ettim yoluma.
“Nilüfer, nereye?” diye sordu abim. Omuz silktim. “Gidince görürsün.” Dedim ona hiç bakmadan. Normalde bir saatlik olan yolu ben yarım saatte geldiğimde zaferle gülümsemiş ve arabanın tekerleklerini bağırtarak durdurmuştum.
“Nilüfer, sana ehliyet verenin yedi ceddini asfalta monteliyeyim! Duydun mu! Sana ehliyet veren andavalın aklına sokayım!”
Çınar’ı duymazdan gelerek arkama yaslandım. Yüzümde oldukça mutlu bir ifade vardı. “Yer değiştirelim mi?” diye sorduğumda yükseldi. “Dua et kardeşimsin! Yoksa seni direksiyon yapardım!” dedi ve bir hırs arabayı açıp dışarı çıktı. O çıktığı an kapıları kilitledim. Arabanın önünden dolaşarak benim tarafıma geldi. “İnsene kızım!”
Camı onu net bir şekilde göreceğim kadar aşağıya indirdim. “Abiciğim.” Dedim şirin bir ses tonuyla. “Burayı hatırlıyor musun?” kaşlarını çattı. Sonra etrafa baktı. Beni buraya ilk o getirmişti. Sonra da bir ağzıma sıçmadığı kalmıştı. “Hani o gün, sen, beni arkanda bırakıp gitmiştin ya.” Dedim tatlı tatlı. “Bak bakalım nasıl hissettiriyormuş.” Dedim ve anında arabayı çalıştırarak geri döndüm.
Seslendi, bağırdı. Kriz falan geçirdi ama duymazdan ve görmezden gelerek arabayı sürdüm. Neredeyse bir kilometre gittikten sonra yavaşlayarak durdum. Silahı belindeydi. Görmüştüm. Bir şey olmazdı yani. Buraya kadar da yürüyecekti. Asla geri dönmeyecektim.
Kemerimi çıkarttım ve kapıyı açarak dışarı çıktım. O an soğuk bir rüzgâr bedenime çarptı. Neyse ki Barış’ın ceketi üzerimdeydi. Fermuarını sonuna kadar çekerken arabanın önüne gelmiştim. Kaputa uzun uğraşlar sonucu oturmayı başardığımda derin bir nefes almıştım. Cebimden telefonu çıkarttım ama çekmediğini gördüğümde omuzlarım düşmüştü.
Pratik düşünerek dikkatli bir şekilde ayağa kalktım. Camları kırılmıyorsa beni de taşırdı herhalde. Arabanın tavanına çıktığımda telefonumu yeniden elime alarak şebekeyi kontrol ettim. Çekiyordu! Ekrana anında bir bildirim düştü. Barış mesaj atmıştı.
Barış
Güzelim, nereye gittiniz?
Nil;
Abimi dağa kaldırdım.
Barış;
Nasıl?
Nil;
Arabasını kullanmam için bana verdi. Ben de beni ilk getirdiğimiz yere sürdüm. O inince de arkamda bıraktım.
Barış;
Nil, sana inanmıyorum.
Hemen geri dön.
Saat kaç farkında mısın?
Telefondan saati kontrol ettim. Gece bire geliyordu. Baya geç olmuştu, evet ama beni delirtmişti. Aklımda asla böyle bir şey yoktu. Sinir olmuştum. O yüzden bu cezayı hak ediyordu.
Nil;
Ama o beni bırakıp gitmişti. Üstelik silahı yanında. Bir şey olmaz.
Barış;
Sen abini affetmemiş miydin?
Neden böyle bir şey yaptın?
Nil;
Çünkü araba kullanamadığımı iddia etti. İki gramlık hevesim vardı, artık yok
Barış;
Tamam, hak etmiş.
Derin bir nefes alarak söylediğini kafamla onayladım. Hak etmişti. Yazmaya devam etti.
Barış;
Ama abin görevden yeni geldi. Kim bilir kaç gündür uyumuyor. Biraz sakinleş ve geri dön tamam mı, güzelim?
Ofladım. Bu kadar iyi kalpli olmamı hak etmiyordu. Hiç hak etmiyordu.
Nil;
Dönüyorum.
Telefonu cebime koydum. Camdan oturarak kaydım ve kaputtan aşağıya atladım. Arabanın kapısını açarak içeri girdim. Bu sefer kemer bağlama gereği duymadım. Hızlı bir manevrayla arabayı yolda geri çevirdim ve sürdüm. Ama hızlı değil, oldukça yavaş.
On beş dakika süren yolculuktan sonra abimi bıraktığım yerde sigara içerken bulmuştum. Hayır, yani kıpırdamamıştı bile. Olduğu yerde duruyordu. Ben olsam yürüyerek arabayı takip ederdim. Çatık kaşlarla kapıyı açarak indim ve ona hiçbir şey söyleme gereği duymadan yan koltuğa geçip kapıyı gürültüyle kapattım.
Sigarasını yere attı, üstüne ayağıyla basarak söndürdü. Sonra arabaya binmek yerine benim olduğum tarafa gelip cama tıklattı. Camı aşağı indirdim. “Konuşalım mı biraz?”
“Hayır.”
“Nilüfer, hadi. İnat etme.”
Ederdim ama bu seferlik etmedim. Kapıyı açabilmem için geri çekildi. Arabadan indiğim an sordum. “Ne var?”
“Abicim, tamam haklısın, kusura bakma.”
Bakıyordum işte. Burnumdan getirmişti resmen. Bir daha ondan hiçbir şey istemeyecektim.
“Bak, dört gündür adam gibi uyumuyorum. Beynim kazan gibi.” Dedi nefeslenerek. Yorgun olduğunu anlamak zor değildi. Çökmüş göz altları gayet net bir şekilde anlatıyordu. Kafamı usul bir şekilde sallayarak ona onay verdim. “Tamam, gidelim mi artık?”
“İyi miyiz?”
Kafamı bir kez daha salladım. “Hı-hım.”
Binmek için arabaya döndüğüm sırada kolumu tuttu. “Sen kullan Nilüfer.” Dedi, şaşkınlıkla yüzüne baktım. “Yalvarsan kullanmam!” dedim yüksek bir ses tonuyla. Bir daha asla! Abimleyken asla araba kullanmazdım!
“Nilüfer,” dedi yorgun bir ses tonuyla. “Bak gerçekten direksiyon sallayacak halim yok. Kullanmayacaksan arkaya geçip uyuyacağım.”
Of, çok gıcıktı. Gelir gelmez dengemi bozmuştu. Aptal!
Gözlerinin içine dikkatlice baktım. “Olurda ağzını açarsan yemin ederim gider bir yere çarparım. Bak yemin ediyorum!”
Kafasını salladı. “Tamam.” Dedi ve benden önce arabaya bindim. Bir sabır çektim. Dengesizdi. İşinde ona ne yaptırıyorlarsa psikoloji bozulmuştu. Hayır, psikolog arkadaşım olsa abimle aralarını yapacaktım ama yoktu. Ayrıca, Kübra’yla abimi artık shiplemiyordum çünkü ikisi aynı evde olursa birbirini öldürürdü.
Hatta buna kalıbımı bile basardım.
Arabanın önünden dolanarak şoför koltuğuna geçtim. Sessizlik içinde arabayı çalıştırdım ve yola koyuldum. Söylediği gibi tek kelime etmedi bu sefer. Ben de arabanın keyfini sürdüm. Bir saat içinde evin önünde arabayı durdurduğumda dönerek abimin yüzüne baktım. Gözlerini kapatmıştı.
Uykuya mı dalmıştı?
Birkaç saniye öylece yüzüne baktım. Sonra derin bir nefes aldım. Düşündüğümden daha yorgundu ve yorgunluğuna rağmen arabasını kullanmama izin vermişti. Yani biraz ters tepmişti ama benim için uğraşmıştı. Abime doğru birazcık yaklaştım. Elimi kaldırdım ve tam yüzüne dokunacağım sırada ani bir tepki vererek elimi yakaladı.
Acıyan elimle bağırdığımda gözlerini kırpıştırarak bana baktı. Elimi bıraktı. “Nilüfer ne yapıyorsun?” Elimi kendime doğru çekerek diğer elimle tuttum. Çok acımıştı. “Uyandıracaktım!” Dedim sızlanırken. “Neden bunu yaptın?”
“Bir daha uyurken sakın bana dokunayım deme.” Dedi sert bir şekilde. Gözleri tuttuğu elime kaydı. Bakışları yumuşadı. “Bakayım, çok mu acıdı?”
Acımıştı ama kafamı iki yana salladım. “Yok. Geldik eve.” Dedim sesimi düzeltmeye çalışarak. Burnunu çekerek derin bir nefes aldı. Sonra kafasını usulca salladı ve kapıyı açarak dışarı çıktı. Anahtarı yerinden çıkarttım ve ben de araçtan indim. Yanına gittiğimde anahtarı ona uzatmıştım. Elimden alıp cebine koydu. “Sigara içeceğim, geç sen.” Dedi, üstelemedim ve konağın kapısına doğru yürüdüm. Kapıyı çalmadan önce telefonu çıkartarak Barış’a yazdım.
Nil;
Uyanık mısın?
Barış;
Evet, seni bekliyorum.
Nil;
Geldik biz, kapıyı açar mısın? Evdekiler uyanmasın.
Saniyeler içinde dış kapı açıldı. Çardakta oturuyordu büyük ihtimalle. Göz göze geldiğimizde bana gülümsedi. Yanımda abimi görmediği için sordu. “Abin nerede?” Omuz silktim. “Sigara içecekmiş.” Kaşları kavislendi. Kapıyı sonun kadar açarak içeriyi gösterdi. Yavaş adımlarla girdim, kapıyı yarı açık bırakıp arkamdan geldi.
“Her şey yolunda mı?” diye sordu arkamdan gelirken. Kafamı salladım. “Nil?” diyerek önüme geçtiğinde adımlarımı durdurdum. Elini çeneme koyarak ona bakmamı sağladı. “Ne bu surat? Kavga mı ettiniz?”
“Yok.” Dedim ve dikkatle gözlerinin içine baktım. “Abimin bir derdi mi var?” Diye sordum. Çınar’ı azıcık tanıdıysam bir şey olmuş olmalıydı. Bugün ki davranışlarının yorgun olmasıyla alakalı olduğunu sanmıyordum. Yani etkisi olsa bile altında başka bir şey yatıyor olmalıydı. Sigarasını resmen elinden düşürmemişti. Tamam eskiden de çok içiyordu ama en azında ara vererek içiyordu.
“Bugün zor bir gün olacak.” Dedi, kaşlarım çatıldı. “Neden?”
“Abin uzun zamandır bir iş üzerinde çalışıyordu, Nil. Yarın sonuçlanmasını bekliyoruz.”
“Bu ne demek?”
“Eğer, işler lehimize giderse Seyfi sonsuza dek içeride kalacak demek.” Gözlerim büyüdü. Söylediklerini algılamakta zorluk yaşadım. “Sen ciddi misin?”
Kafasını salladı ve bana gülümsedi. “Ciddiyim. Sıkma canını tamam mı? Abin biraz dinlenince kendine gelir.” İçim rahatlamıştı. Çünkü bugün birazcık üzülmüştüm. Geçici bir şey olduğunu öğrenmek beni mutlu etmişti. Kapının açıldığını duyduğumda Barış’tan iki adım uzaklaştım. Abim yanımıza geldiği an Barış’a sordu. “Nerede yatacağım ben?”
“Benim odamda. Odaya yer yatağı serdirdim. İkiniz birlikte kalabilirsiniz.” Kaşlarımı çattım. Ya ama hayallerim yıkılmıştı şu an. Ben Barış’la uyumak istiyordum. Bakışlarımı fark etmiş gibi özür dileyerek baktı yüzüme. Of, bugün hiçbir şey istediğim gibi gitmiyordu.
Kederime boyun eğdim. Yapacak bir şey yoktu. Evde kalacak başka yer yoktu. Baran ve Barış zaten kaç gündür salonda yatıyordu. Daha doğrusu Barış yanımda yatıyordu ama artık nah yatardı. Masaj sözümü de an itibariyle geri alıyordum.
Sessizce içeri girdik ve ışıkları yakmadan yukarı çıktık. Barış, iyi geceler, diyerek salona geçmişti. Odaya girdiğimde yer yatağı görmek kocaman gülümsememi sağladı. En azından uykum güzel geçecekti. “Nerede yatıyorsun?” diye sordu abim ceketini çıkartırken. Elimle yer yatağını gösterdim. Sadece kafa salladı. Üzerini değişmesi için banyoya gideceğimi söyleyerek odadan çıktım ve kattaki banyoya girdim. Kapıyı kapatacağım sıra hızla açılması bir oldu. Gözlerim büyüdü. “Hih! Barış-” Eliyle ağzımı kapattı ve kapıyı kapatarak kilitledi.
Sırtını kapıya yaslayıp belimden kavrayarak beni kendine çektiğinde boğazımda kalan nefesi dışarı verdim. “Ne yapıyorsun? Canına mı susadın?” dedim fısıldayarak.
“Genelde sana susuyorum. Bunu daha önce de söylemiştim.” Dedi çapkın bir şekilde. Kaşlarımı çattım. “Ciddi olur musun? Ya abim görürse.”
“Aşktan deriz!”
“Sallama, ne kadar korktuğunu biliyorum!”
“Ne yapayım korkulmayacak gibi değil ki.” Dedi umursamazca. “Ayrıca sabah bu işkence son bulacak.”
“Sen işkenceyi bulma da.”
“Onu bulacağım, o Allah’ın emri zaten.” Dedi gülerek. Gözlerim korkuyla büyüdü. “Barış, döver mi gerçekten?”
Omuz silkti. “Orasına sabah bakacağız artık.”
“Ya o zaman başka zaman söylesen. Şu an hiç doğru bir zaman değil. Kendine hakim olabileceğini sanmıyorum. Ya seni öldürürse?” Söylediklerim onu güldürdü. Neye gülüyordu? Ben ecel terleri döküyordum burada. “Komik mi Barış?” dedim sesimi yükseltmemeye dikkat ederek.
Umursamadan burnumun ucunu öptü. “Hayır, sadece çok tatlısın. Ayrıca söyleyeceğim ve bitecek. Bıktım gizli saklı işlerden.”
Ofladım. Barış için korkuyordum. Normalde olsa çat diye gider ben söylerdim, sonuçta ona neydi? Ama abimin rızası da olsun istiyordum hem Barış onun en yakın düşmanıydı.
“Yarın alışverişe çıkın.” Dedi Barış hiç beklemediğim bir konuya girerek. Tek kaşımı kaldırdım. “Neden, sana kefen mi alacağım?” Güldü. “Hayır. İki gün sonra Vural’ın düğünü var. Hem kendine elbise bakarsın hem de kafasını dağıtmış olursun.” Barış, bildiğim gibiydi. Düşünceli. Ben düğün olayını tamamen unutmuştum. O kadar .ok şey olmuştu ki unutmam gayet normalde. Gitmemek olmazdı, o kadar davet etmiştiler ama davete de eli boş gidilmezdi.
Hatırlattığı iyi olmuştu. “Tamam.” Dedim.
“Tamam.” Dedi. “İyi geceler öpücüğü alabiliyor muyum?” Gülümseyerek kafamı salladım. Dudaklarımdan öpeceğini düşünürken yanağıma sıcak bir buse kondurdu. Abim yüzünden öpemiyordu bile doğru düzgün adam beni.
Ben de onu yanağından öptüm ve koridorda kimsenin olmadığına emin olduğumda gönderdim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra banyodan çıktım ve odaya geçtim. Abim çoktan yatağa yüz üstü uzanmıştı. Uyumuş olma ihtimali bile vardı. Sessizce ışığı söndürdüm ve ben de kendi yerime geçerek yorganı üzerime çektim. Şu an oda soğuk değildi fakat sabaha karşı buz gibi oluyordu.
Gözlerimi kapattım. Sabah ne olurdu bilmiyordum ama endişeleniyordum. Abim acaba tavşanımı ne yapmıştı? Hâlâ konakta olmalıydı. Eşyalarımın çoğu o evdeydi. Oraya gitmek istemiyordum. Hiçbirini görmek istemiyordum. “Nilüfer?” Gözlerimi açtım.
“Efendim?”
Doğrulduğunu hissettiğimde ona baktım. Karanlıktı ama görebiliyordum. “Yana kaysana.” Dedi. Şaşırsam da bir şey söylemeden olduğum yerde yana doğru gittim. Açılan boşluğa yastığını koyarak yanıma uzandı.
“Orada uyuyamadın mı? İstersen ben yatakta yatabilirim.” Dediğim sıra bir şey söylemek yerine beni kendine doğru çekmişti. “İyi geceler.” Dedi sadece. Kafamı bir şey söylemeden göğsüne yasladım. “İyi geceler, abi.”
Kollarını sıkılaştırdı. Gözlerimi yumdum. Aklıma annem geldi. Yüzüme buruk bir gülümseme kondu. Sobamız yoktu ama kalbimiz sıcaktı. Dışardaki tüm soğuğa rağmen.
🪷
BÖLÜM SONU!
Beğendiniz mi?
Düşünceleriniz?
Çınar'a ne oldu sizce?
Barış'a tepkisi ne olur?
🪷
Haftaya vizelerim başlıyor, o yüzden önümüzdeki birkaç bölüm düzensiz gelecek.
Sınavlarkm için dualarınızı bekliyorum🥹
VOTE VE YORUMU UNUTMAYIN
🍭
İnstagram; Zeynepizem
|
0% |