@zeynepizem
|
Pamuk eller yıldıza✨️
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
ZEHİRLİ ŞEKER BÖLÜM 44
🪷
Uyandığımda abim yanımda değildi. Oysa erken uyanmıştım. Saat henüz altı bile olmamıştı ama abim yoktu. Üstelik sıcaklığı da yoktu ve bu da demek oluyordu ki yanımdan kalkalı çok olmuştu. Henüz uykunun tesirini atlatamadan telefonu elime aldım ve abimi aradım.
Göreve gitmiş olmasından korkuyordum. Henüz yeni gelmişti ve gitmemeliydi. Böyle olursa onu eskisinden daha çok özlerdim. İstemsizce dolan gözlerimi kırpıştırdım. Telefonun çalıyor olması beni birazcık daha rahatlatsa da sabırsıca açılmasını bekledim.
Sonunda beklentim gerçekleşti. "Abicim?" Diyerek açtı telefonu abim. Nefesimi tuttum ve sesimin düzgün çıkmasına özen göstererek konuştum. "Neredesin?"
"Bahçedeyim. Bir şey mi oldu?" Yataktan kalktım ve doğru söylediğine emin olmak için pencereden dışarıya baktım. Gerçekten de oradaydı ve yine sigara içiyordu. Olduğum pencereye baktığı için göz göze geldik. "Nilüfer?"
"Bir şey olmadı. Gittin sandım." Aldığı derin nefesi duydum. Elinde tuttuğu sigaradan derin bir nefes çekti. Duman hava soğuk olduğu için daha net görünüyordu.
"Gidecek olsam haber veririm, kardeşim." Dedi o sırada. Kafamı usulca salladım ve "Tamam." Dedim yalnızca. Telefonu kapatacakken sordu. "Neden erkenden uyandın?"
Sorusuna soruyla karşılık verdim. "Sen neden uyumadın?"
"Uyudum." Dedi ama bu şüpheli bir cümleydi. "Bir iki saat kadar." Diye devam etti. "Ama yorgun değil miydin? Neden uyumadın, rahatsız olduğunu söyleseydin ben yatakta yatardım." Birkaç saniye bana baktı ve telefonu kulağından çekti. Telefon kapandığında yutkundum. Konuşmadın bittiğini düşünerek ben de kulağımdan çektim ve pencerenin önünden ayrıldım.
Boş kalmamak ve bir şeylerle uğraşmak istediğim için yer yatağına yaklaşarak yorganı uç kısımlarından tuttum ve bir zamanlar annemin öğrettiği gibi katlayıp kenara bıraktım. Aynı işlevi yere serilmiş yumuşacık yatağa da yaptım ama yorganı katlamak kadar kolay olmadı. Yine de başardığımda hepsini üst üste yığdım. En üste de yastıkları yerleştirdim.
Fazlasıyla hızlı hareket edip aniden durduğum için bir an başım dönmüştü. Yatağa oturduğum sıra kapıya iki kez vuruldu. "Gel." Diye seslendiğim anda Abim elinde bir poşetle içeri girmişti. Pencereden bakarken dikkat etmemiştim ama üzerinde siyah bir kazak ve pantolonu vardı. "Nilüfer," dediğinde kıyafetlerini incelemeyi keserek yüzüne baktım. "Abim, bir sorun mu var?" Diye sordu elinde tuttuğu poşeti yatağa bırakıp hemen yanıma otururken.
Kafamı iki yana salladım. "Hayır." Yüzünü yüzüme doğru eğdi. "Emin misin?" Yine kafamı salladım. Bu sefer daha hızlı. Sonra sordum. "Sen de?"
Sorumu es geöerek bir başka soru sordu. "Neden beni rahatsız edeceğini düşünüp duruyorsun?"
"Sürekli düşünmüyorum. Görevden geldiğin için yorgunsundur diye, hem kolun da yaralı, iyileşmedi ki."
Dudağının kenarı yukarıya kıvrıldı. Ellerimi ellerinin içine aldı ve baş parmağıyla elimin üst tarafını okşadı. "Abicim, hiçbir şey senden rahatsız olmama neden değil. Kafam karışık biraz, o yüzden hava almak istedim." Yüzüne birkaç saniye baktım. "Neden kafan karışık?" Diye sordum kendime engel olamayarak. Merak ediyordum ve benimle paylaşsın istiyordum. "Bazen, bazı görevler bana eskiyi hatırlatıyor." Dedi sakin bir ses tonuyla.
Onun eskisini de geçmişini de bilmiyordum. Bildiklerim kendi söylediklerinden ibaretti. "5 yıl askerlik yaptım." Kaşlarım kavislendi. "Asker olarak kalsaydım omuzlarımda rütbeler olurdu."
"Neden kalmadın?" Diye sordum bu sefer. "Bir gün özel bir göreve çağırıldım. Sana ayrıntılarını anlatamayacağım bir görev. Sahada olduğun taraf bellidir ama eğer taraf değiştirip üzerine yeni kimlikler yapıştırmak zorunda kalırsan olduğun taraftaki insanların yaptıklarına göz yumman gerekir."
Derin bir nefes aldı. "Bazı şeylere göz yumman hiç kolay değildir ama görev konu olunca yapmak zorundasındır. Yaptım. Sırf bu yüzden de oldukça başarılı bir sonuç elde etmiştim. Bir gün elime bir posta ulaştı ve orada 'benim gibi birine ihtiyaçları olduğu' yazıyordu. Kısa süreli bir görev daha olduğunu düşünerek MİT'e girdim ve bir daha oradan çıkmadım. 3 yıldır aldığım tüm görevler MİT'e bağlıydı." Duraksadı. Bir şeyler hatırına gelmiş gibi gözleri kısıldı. "Yani gizli bir şekilde. Yasalda askerliği bırakmış ve çiftçi olmuş bir adam var."
Dudağımın kenarı yukarıya kıvrıldı. "At boku temizliyor falan." Diyerek ona takıldım. Burnundan sert bir nefes verdi. "Evet. Öyle."
"Anlattıklarınla nereye varacaksın abi?" Diye sordum merakla. Lafı bir yere getirmeye çalıştığı belliydi. Derin bir nefes alarak göğsünü şişirdi. Zaten kocaman omuzları vardı derin nefes alaınca daha da kocamanlaşıyordu. Elini az önce yatağa bıraktığı poşete götürerek katlanmış bir kağıt çıkarttı ve bana uzattı. Tek kaşımı kaldırarak sorguyla aldım elindeki kağıdı.
İkiye katlanmıştı. Dikkatlice açtım. Sonra yazan satırları dikkatlice okudum. Birkaç kez tekrardan okuduktan sonra eskisi gibi katladım.
Abim, askerliğe geri çağırılıyordu.
"Gidecek misin?" Diye sordum kağıda bakarken. Yüzüne bakmamı bekliyor olmalı ki ona bakana dek konuşmadı. "Henüz karar vermedim." Dediğinde derin bir nefes aldım.
Benim askerlikle veya MİT'le ilgili bildiklerim sınırlıydı. Tehlikeliydi. Zordu. Ölümle yan yanaydılar. Risk hangisinde daha fazlaydı bilmiyordum ama en azı hangisindeyse ondan devam etmesini isterdim. Yine de bu benim isteğime göre şekillenecek bir şey değildi.
Mit'teyken de uzaklara gidecekti askerdeyken de. Birbirimizi sanırım hiçbir zaman doya doya göremeyecek, hatta birbirimizi tam olarak tanımaya bile fırsat bulamayacaktık.
Fazla sessiz kalmış olmamı garipsemiş gibi sordu. "Bir şey söylemeyecek misin?"
Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bana bir şey söyleme hakkı doğuyor mu emin değilim." Dedim üzüldüğümü belli etmemeye çalışarak. "Bu senin hayatın, abi. Yapma, gitme, etme diyebilecek biri değilim ben."
"Sen benim kardeşimsin." Dedi net bir şekilde. Sesinden kızdığını anlayabiliyordum. Ona gülümsedim. "Öyleyim." Dedim gülümsemeye devam ederken. Keşke onun yanına gelmek için bu kadar beklemeseydim. Belki o zaman daha çok vaktimiz olurdu. "Kardeşin olmam hayatına karışabileceğim anlamına gelmez. Bana kalsa işi bırakmanı isterdim ama bana kalmaz. Senin bana avukatlığı bırak demen gibi bir şey olurdu bu."
Kafasını usulca salladı. "Yine de fikrini duymak isterdim." Dedi ve elimdeki kağıdı alarak poşete sokuşturdu. Doğrusunu söylemek gerekirse fikrimi ben bile duymak istemiyordum.
"Sonraki görevine ne zaman gideceğin belli mi?" Birkaç saniye yüzüme baktı. Sonra kabullenerek derin bir nefes aldı.
"Hayır. Her an gidebilim haftalar sonra da gidebilirim."
"Karar verme süren ne kadar peki?"
"Yıl sonunda netleşmesi gerekiyor." Dediğinde yutkundum. Ne de olsa yıl sonunda ben de buradan gitmeyi düşünüyordum. Kalıcı değildim. Ondan bencilce şeyler istemek doğru olmazdı. Tüm bunlara rağmen hep yanımda olmasını istiyordum. Geç kalmış bile olsak, bir gün kendi hayatlarımızı kuracak bile olsak... hep ama hep yanımda olsun istiyordum.
Zaten, bu hayatta abimden başka kimsem yoktu. Onu kaybetmek istemiyordum. Birkaç saniye ellerime baktıktan sonra sızlayan burnumu çektim ve duygusallığı öteye itmeye çalıştım. "Hiç mi bir şey söylemeyeceksin?" Diye sordu.
"Abi." Dedim o sırada. "Hm?"
"Her neyi seçersen seç, seni bekleyeceğim. Hep bekledim. Gelmeyeceğini bile bile. Yine beklerim."
Duraksadı. "Nilüfer-" demişti ki lafını kestim. Bu konu uzarsa ağlardım. Söylemek istediğim çok şey vardı aslında. Ona anlatmak istediğim dünyalar kadar olay yaşamıştım. Mezuniyette elbiseme dökülen içecekten tırnağıma sürdüğüm ojeye kadar... ne kadar gereksiz şey varsa hepsi. Tüm bunlar mesleğiyle alakalı değildi belki ama umurumda da değildi. Abimleyken binlerce konuyu tek bir ana sığdırabilirmişim gibime geliyordu.
"Diğer kardeşlerine söyledin mi?" Diye sordum söylemediğini tahmin ederken. Sorduğum soru her ne kadar saçmada olsa yanıtsız bırakmadı. "Hayır." Dedi kısaca. "Böyle bir şeyi normalde kimseye söylemem gerekiyor zaten. Mesleğimden atılabilirim."
Gözlerimi büyüttüm. "Kimseye söylemem." Dedim çabucak. "Gerçekten!" Donuk ifadesi erir gibi oldu ve minik bir gülümseme sundu. "Biliyorum." Dedi, derin bir nefes aldım. Bana güveniyordu. Genişçe gülümsediğimde gülümsemesi büyüdü.
"Sonunda gözlerin parlıyor." Dedi o sırada. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir şey söylememe izin vermeden ayağa kalktı. "Neyse," dedi. Gözlerimle onu takip ettim. Yataktaki poşeti eline alarak bir kutu çıkarttı. Merakla kutuya baktım. Poşeti gördüğüm andan beri içinde ne olduğunu merak etmiştim ama soramamıştım.
Abimden çekinmeye mi başlıyordum? Neden böyle oluyordu? Yanlış bir şey yaparım düşüncesi içindeydim geldiğinden beri ve bunun nedenini anlayamıyordum. Kendimi bunu yapmaktan da alıkoyamıyordum.
"Hani, lafını etmiştik ya," dedi kutunun yüzünü bana gösterirken. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Diyabet hastalarının kullandıkları insilün pompasından almıştı. "Unutmamışsın."
"Unutmadım." Dedi ve kutuyu yatağa bırakarak bantlarını çıkarttı. İçini açtı. Gözüme çarpan aparatlarla duraksadım. Normal bir pompadan daha pahalı olduğunu anlamak zor değildi. Rezervuar kutuları iki taneydi. Genelde içinde 10 tane paket olurdu bu kutuların.
"Rezervuarlar iki ay yeter." Dedi. "Nasıl kullanılacağını biliyor musun?" Kafamı aşağı yukarı salladım. Daha önce görmediğim bir markaydı ama insilün pompalarının tekniği aynıydı. "Telefonuna bir uygulama yükleyeceğiz, böylelikle telefondan şekerini, aldığın insilüni takip edebileceksin."
"Kumandasız mı?" Diye sordum merakla. Kafasını salladı. Bu da demek oluyordu ki pahalıydı. Pahalı. PAHALI.
"Telefonun nerede? Kuralım hadi." Dedi beklemediğim bir hevesle. Yastığın kenarında olan telefonumu alarak ona uzattım. Açtı ve öncelikle mail adresimden bağlantı oluşturdu. Sonra markanın uygulamasını indirdi. "Kullanırken bluetooth açık olsun, kapatma."
"Tamam." Dedim söz dinleyen küçük bir çocuk gibi. Uygulama inerken bir rezervuar aldı ve kenara bıraktı. İnsilün pompasını paketten çıkarttığında kaşlarım kavislenmişti. Bir tl büyüklüğündeydi neredeyse.
"Küçükmüş." Dedim şaşkınlıkla. "Teknoloji gelişti kızım, sen taş devrinde mi kaldın?" Gözlerimi devirdim. Bildiğimiz Çınar sahalara dönmüştü. Ona aldırış etmedim. O sırada uygulama telefonuma inmişti bile. Açarak ekranı bana gösterdi. "Bak burada zaten ne yapacağız sırasıyla yazıyor. Adımları sıraya göre yapmalısın. Tamam mı?"
"Tamam."
Rezervuar paketini açarken sordu. "İnsülin kalemin nerede?" Abim zehirlenme vakasından sonra kalemimi yanımdan ayırmamam gerektiğini söylemişti. O yüzden dolaba bile koyarken, Barış'ların evinde bile olsam, saklıyordum. Çünkü psikolojik anlamda sadece bu şekilde rahat ediyordum. Bir daha ayaklarımı hissedememek gibi bir şey yaşamak istemiyordum.
Yataktan kalktım ve odada olduğum için çantamda bıraktığım kalemi alıp ona verdim. Rezervuar paketinden çıkan iğneyi kalemin ucuna soktu. "Normalde 200 ünite ekleniyor ama tam dolmuyor. Yani ekranda genelde 170 ünite civarında bir şey görünür." Dedi. Kafamı salladım. "İşlemi yaparken havasını almayı sakın unutma. Kanına karışırken bu durum engel olabilir. Ayrıca sakın bir rezervuarı 4 günden fazla kullanma."
"Normalde 9 gün kullananlar biliyorum." Dedim, önemsiz, demek ister gibi. Kaşları anında çatıldı. "Bunu 9 gün kullanamazsın çünkü enjekte kısmı koluna yapıştırdığın yerde. Yani içi boşalınca tekrar dolduramazsın."
"Bence teknoloji gerilemiş."
"Aptal. Sağlığın için doğru zamanlamayla kullanacaksın. Takip etmekten de geri durma. Telefonla boşuna bağlantı kurmuyoruz burada."
Sahte bir şekilde gülümsedim. "Tamam, abicim." Her şeyi ayrıntısıyla anlattı, anlatırken gösterdi ve sonunda koluma yapıştırdı. Ellerimi iyice yapışması için cihazın etrafında gezdirirken poşetten minik bir poşet daha çıkarttı.
Poşetin içinde artık kendimi de bulabilirim diye düşünürken abim konuştu. "Ek yapıştırıcıya ihtiyaç yok ama sana çıkartmalar aldım." Dedi ve küçük poşetin içindekileri yatağa döktü. Gözlerim büyüdü. İlk dikkatimi çeken tavşanlı pembe çıkartmaydı. "Aa!" Diye bir çığlık attım. "Bu çok güzel! Bunu! Bunu tak!"
Tepkime güldü. Tavşanlı çıkartmayı alarak korumasını kaldırdı ve kolumdaki insilün ponpanın etrafına yapıştırdı. Yataktan hızlıca kalktım ve aynanın karşısına geçerek koluma baktım. Her ne kadar alışkın olmasam da pembe çıkartma çok güzel görünüyordu.
Tavşanlıydı.
PENBE TAVŞANLI!
Abime doğru döndüm ve üstüne atlar gibi boynuna sıkıca sarıldım. Elleri belimi kavradı ve o da bana sıkıca sarıldı. "Teşekkür ederim." Dedim içten bir şekilde. "Rica ederim, abicim."
Geri çekilerek yüzüne baktım. Gözleri parlıyordu. Bu onda nadiren gördüğüm bir şeydi. Genişçe gülümsedi ve konuştu. "Düzenli takibini yapacağım ama eğer de unutursam bittiğinde söylemekten çekinme." Dedi. Kafamı usulca salladım. Genişçe gülümsedi ve alnımı öpüp bana yeniden sarıldı. Sıcacık hissettim. Onu çok özlediğimi fark ettim.
Hâlâ birbirimize sarılıyken konuştu. "Bugün çok işimiz var." Dedi, tek kaşımı kaldırdım. "Ne işi?"
"Ev. Mobilyalar, temizli-" hemen geri çekildim ve elimle ağzını kapattım. "Hayır!" Dedim net bir şekilde. "Ben bugün alışverişe gideceğim. Süsleneceğim püsleneceğim!" Kaşlarını çattı. "Süslenmek püslenmek?"
Hızlıca kafamı salladım. "Hı-hım! Yarın Vural'ın düğünü var ya." Gözleri büyüdü. "Ne var ne var?" Diye sordu şaşkınlıkla. Daha büyük şaşkınlıkla cevap verdim. "Çocukluk arkadaşının düğününü mü unuttun abi?" Eliyle saçlarını geriye itti. "Unuttum." Dedi mahçup bir şekilde. "Yarın mıydı kızım o? Emin misin?"
"Of! Evet! Aptal!" Dedim sesime yaptığının çok kötü bir şey olduğunun imasını yayarak.
"Abine aptal deme!"
"Aptal!"
"Nilüfer!"
Onu umursamadan önünden çekildim ve yatağın üstündeki telefonumu almak için uzandım. O sırada arkamdan konuşmuştu. "Ne giyeceksin? Çok açık bir şey giyme."
"Neden giymiyormuşum?"
"Ne gerek var?" Diye sordu tam arkama gelmişken. "Abi." Dedim sesimi yükselterek. "Gidip en mini elbiseyi giyeceğim!"
"Nilüfer!"
Kaşlarımı çattım ve onu duymazdan geldim. "Bak Vural'ın ailesini Antep'te herkes tanır. Biri laf atacak ben sonra onu öldüreceğim ve tatsızlık çıkacak. Çıkmasın, değil mi kardeşim?"
"Yanımdaki adama rağmen bana laf atarsalar adamlığından şüphe duyarım, aslanım."
Kısa bir sessizlik. Galiba ölüm fermanımı yazmıştım az önce. "Nilüfer." Dedi abim sessiz ama tehditkar bir şekilde. Yutkundum. "O cümleni tekrar et."
Etrafa bakındım. Beni ne kurtarır diye. Sonra gözüm bir şeye takıldı. Yavaşça eğildim. Yastığı aldığım gibi abimin kafasına geçirdim ve koşarak odadan çıktım. Arkamdan bağırdı ama o yetişemeden banyoya girmiş kapıyı kilitlemiştim. Kapıya birkaç kez yumruk attı. "Göreceğim ben seni yarın! Sana yan bakan biri olsun bak yemin ediyorum feleğini-" küfürünü yarıda kesti. Evde bizden başka birçok insan olduğu aklına gelmiş olmalıydı. Bir kez daha kapıya vurdu. "Anladın sen onu!"
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Sessizliğinden dolayı gittiğini düşünerek derin bir nefes aldım. Büyük bir badire atlatmıştım resmen. Elimle alnımda olmayan terleri sildim.
"Nil?"
"Aa!" Çığlığım odayı kapladı. Arkamı döndüğümde nemli saçlarıyla ve üstü çıplak bir şekilde karşılaşmış olduğum Barış neredeyse, bak neredeyse diyorum bayılmamı sağlayacaktı. Üstelik....
Üstelik altında havlu vardı. Yani üstünde sadece havlu vardı! Çıplaktı!
ÇIPLAK
Gözlerimi kocaman açmış bir şekilde Barış'a baktım. Özellikle kaslarından kayıp giden damlalara. Kendi yansımam görünüyordu resmen. Yavaşça yutkundum. "Barış?"
"Nil?" Dedi soruma soruyla yanıt vererek. O da burada beni görmeyi beklemiyor olmalı ki şaşkındı. Ama ben daha şaşkındım. Yani en azından benim üzerim giyinikti değil mi?
"Barış?" Dedim tekrar bu sefer biraz daha paniğe kapılmış bir şekilde. "Ne yapıyorsun sen burada?!"
"Ne yapıyor gibi görünüyorum?" Diye sorduktan sonra devam etti. "Asıl sen ne yapıyorsun? Öyle dalınır mı kızım banyoya? Ya Baran falan olsaydı!?"
İşaret parmağımı ona doğru kaldırdım. "Şu an daha önemli bir meselemiz var!"
"Neymiş?"
"Çıplaksın!"
"Yani?"
Gözlerimi büyüttüm. "Aptal! Günah!" Birkaç saniye yüzüme baktı. Ben de ona baktım. Garip bir sessizlik oldu. Yankılandı falan. Sonra o garip sessizliği bozan Barış oldu. "İçeriye dalan sensin! Ben namusumla banya yapıyordum burada!"
İkimiz de saçmaladığımızı fark ettiğinde gülmemek için kendimizi zor tuttuk. "Abimden kaçıyordum." Dedim aşağılara bakmamaya çalışarak. "Neden? Sabahın köründe neyi bölüşemediniz yine?"
"Mini elbise giyeceğim dedim, giyme dedi, laf söylerlerse öldürürüm dedi, ben de yanımdaki adama rağmen laf söylerlerseler adamlığından şüphe duyarım aslanım, dedim. Mutlu son."
"Pek mutlu gibi görünmüyor." Dedi, omuz silktim ve daha fazla kendime engel olamayarak ona yaklaştım. "Of Barış!" Diye sitemde bulunurken o pijamalı halimle beni izliyordu. "Hımm?" Diye mırıldandı yamuk bir şekilde sırıtırken.
Bir adım önünde durdum ve geniş omuzlarında, sonra sıkı göğsünde, sonra da karnındaki kaslarda göz gezdirdim. Banyo zaten sıcaktı, görüntüsü de sağ olsun işleri daha da sıcak yapıyordu. "Beni süzmeye daha ne kadar devam edeceksin?"
"Yani ben... aslında böyle durmaya devam edersen sadece süzmekle kalmayacağım." Dedim genişçe sırıtarak. Gözlerimin içine birkaç saniye baktı. Bir şey söylemesini beklerken aniden belimi kavrayıp bedenimi bedenine yaslaması afallamamı sağlamıştı. "Kalma öyleyse." Dedi... normalde sesi bu kadar etkileyici miydi?
Bilmiyordum, umurumda değildi. Ellerim omuzlarında gezindi, hemen sonrasında ensesinde parmaklarımı birbirine kenetledim. "Günaha davetsin demiştim, sana. Değil mi?"
Demişti. Kafamla onu onayladım. Burnundan sert bir nefes verdi ve sonraki nefesini dudaklarımın arasında aldı. Gözlerimi istemsizce kapattım ve ayak parmak uçlarımda yükselerek aramızdaki mesafeyi azaltmaya çalıştım. Dolgun dudaklarının dudaklarımdaki hırçın çırpınışı kalbime zarardı. Dokunuşu o kadar güzel ve özeldi ki onunlayken dünyayı unutacak gibi oluyordum. Gibisi fazlaydı.
Nemli saçlarında parmaklarımı gezdirdiğimde öpüşü yoğunlaştı. Bedenimi iyice kendine yasladı ve o sırada dudaklarımdan ayrılmadan fısıltıyla konuştu. "Deli ediyorsun beni!" Cevap vermeme izin vermeden yeniden öptü. Alt dudağım dudaklarının arasında dans ederken istemsizce inledim. Buna karşılık erkeksi bir şekilde mırıldandı. Geri çekildiğinde nefes nefese gözlerine baktım. "Sana neler yapmak istediğimi bir bilsen..." kendini durdurarak lafını yarıda kesti ve zorlukla yutkundu. Hızlı nefesleri yüzüme çarpıyordu ve bu garip bir şekilde etkilenmemi sağlamıştı. Daha fazla.
Yutkundum. Hiç doğru bir yerde değildik. O da bunun farkında olarak toparlanmaya çalışıp konuyu üç bin beş yüz kez falan çevirdi. "Bugün abinle konuşacağım. Yarına kadar gelmeyebiliriz."
"Neden?" Diye sordum. Bana göz kırptı. "Abin için güzel bir planım var." Dedi gülümseyerek. Ben de gülümsedim. Onu yeniden öpmek istiyordum. "Şimdi benden uzaklaşsan mı, güzelim? Biraz daha yapışık kalırsak kendimi tutamayacağım."
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Biraz utanmış olsamda belli etmeden geri çekildim ve o an aklıma gelen şeyi kolumu kaldırarak Barış'a gösterdim. "Bak! Abim almış!"
Gözleri kolumdaki insülin pompasında gezindi. "O almasaydı ben alacaktım." Dedi. "Kalemden daha kullanışlı."
"Evet ama alışkın değilim, ben. Şimdi bile kolumda bıraktığı his canımı sıkıyor." Yüzüme doğru eğildi ve ellerini yanaklarıma yerleştirdi. Saçlarımı geriye doğru iterken konuştu. "Birkaç güne alışırsın." Dedi sıcacık tonlamayla. Gülümsedim. Gülümsememi öptü ve geri çekildi. "Ben giyinirken izlemek istiyorsan kalabilirsin." Dediğinde kıkırdadım ve elimle omzuna yavaşça vurdum. "Aptal! Günah!"
Küçük bir kahkaha attı. Ben de güldüm ve artık çıkmam gerektiğinin bilincinde olarak ondan uzaklaştım. "Kahvaltıya kalacak mısınız?"
"Kalırız. Zaten birazdan Mesude'de gelir. Alışverişe birlikte çıkarsınız." Asla, tek göndermeyeceğine emindim zaten. Kafamı usulca salladım ve kapının kilidini açtım. Çıkmadan ona havadan öpücük gönderdiğimde son gördüğüm gülüyor oluşuydu.
🪷
BARIŞ
Telefonumu yeniden kontrol ettikten sonra odanın içinde sağa sola yürümeye devam ettim. Karakoldaydım. Mühim bir haber bekliyordum. Her şeyi planlamıştım. Yanlış bir şey olmamalıydı. Sonuç ne olursa olsun kararım kesindi.
Küçücük yerde sağa sola gidip gelmeye devam ederken kapı çaldı. Anında kapıya taraf döndüm. "Gir!"
Mirza içeri girdi ve bir baş selamı verdi. "Başkomiserim, şahsı içeri aldık." Yüzüm güldü. Mirza'ya yaklaşıp kollarını kavradım. "Aslansın sen!" Dedim ve hızlı adımlarla odadan çıktım. Mirza arkamdan gelmeye başladı. "Başkomiserim, neden böyle bir şey yaptığınızı hâlâ anlamadım."
Omzumun üzerinden ona baktım. "Hiç aşık oldun mu Mirza?"
"Oldum, başkomiserim."
"Sevdiğin kadının tek gözyaşına dünyaları yakmaz mısın?"
Düşünmeden cevap verdi. "Yakarım, başkomiserim."
"İşte ben de bu yüzden hem kendimi hem de dünyayı yakmaya karar verdim."
"Başkomiserim, kendinizi niye yakıyorsunuz ki?"
"Başka türlü olmaz çünkü aslanım. Yanmadan aşkın değerini anlayamazsın."
Duraksadı ve ardından sordu. "Başkomiserim, siz iyi misiniz?"
Adımlarım durdu. Derin bir nefes alıp verdim. "Değilim." Dedim sonra kafamı iki yana salladım. "Neyse, sen dediklerimi yaptın mı?"
"Yaptım, başkomiserim."
"Güzel. Bana şans dile."
"İyi şanslar Başkomiserim." Dedi ama konu hakkında hiçbir fikri olmadığı belliydi. Nezarethanenin önüne geldiğimde adımlarımı durdurdum. İçeriye kimsenin girmemesi emrini vermiştim. Ben çıkana kadar ne duyarsalar duysunlar bu kapı açılmayacaktı. Derin bir nefes aldım. Birkaç kez kendimi tokatladım. Kendimden emin olduktan sonra içeri girdim.
Koridorun sonundaki demirliklerin içinde sağa sola yürüyen Çınar'ı gördüğümde bir geri gidesim geldi ama ölmek vardı dönmek yoktu. Ben Nil'le evlenecektim. Geç bile kalmıştık. Üstelik bugün banyoda olanları gözümün önüne getirdikçe nefeslerim hızlanıyordu. Ona, özgürce dokunmak istiyordum. Çınar'ı veya herhangi bir naşka şeyi düşünmeden.
Adım seslerini duyan Çınar bana taraf döndü. Yüz ifadesi hiç hayra alamet değildi. "Lan Barış!" Diye bağırdığında tüm nezarethanede sesi yankılandı. "Lan ne oluyor amına koyayım!? Niye girdim lan ben içeri!?"
Boğazını temizledim ve olduğu bölmenin tam önünde durdum. "Bir sakin ol." Dedim, öncelikle kendime. Üzerine alındı galiba. Bana doğru geldi ve demirlikleri tutarak gözlerimin içine baktı. "Ben! Niye! Bu! Amına koyduğumun yerindeyim!?"
Omuz silktim. "Nil'in özel isteği." Dedim, başka türlü sakinleşeceği yoktu. Bu haldeyken gerçekleri söylersem demirleri kırıp ağzıma sıçabilirdi. Söylediğim şey kaşlarını çatmasını sağladı. "Anlamadım?"
"Hani, Nil'le ilk görüştüğünüz gün, hayvanlık edip, kızın hayatını alt üst etmiştin ya birkaç kelimeyle." Dedim gözlerimi yüzünden ayırmadan ve konuşmaya devam ettim. "İşte ondan sonra biz Nil'le konuştuk. Bana dedi ki, kalp kırmak da bir suç olmalı, bence de olmalı." Derken kafamı usulca sallamayı ihmal etmedim. "Benden seni kodese atmamı istedi. Ben de yaptığın hayvanlığın karşılığı olarak 24 saat seni burada ağırlayacağım." Ellerimi yapabileceğim hiçbir şey yok der gibi iki yana açtım. "Nil'e söz verdim."
Birkaç saniye sessizce yüzüme baktı. Sonra kendi kendine bir şeyler geveledi. En sonunda da bağırdı. "Başka gün mü bulamadın amına koyayım!?"
"Göreve çıkmayacaksın diye biliyorum. Yanlış mı biliyorum?"
"Göreve falan çıkmayacağım!" Dedi öfkeyle. "Asuman'ı görmeye gidecektim!" Kaşlarımı çattım. "Asuman kim lan?" Adjnı bir kez daha duymultum ama sormaya fırsatım olmamıştı.
Duraksadı. Kendi söylediğinin farkında değilmiş gibi toparlandı ve demirliklerin içinde olan banka oturdu. Gözlerimi kısarak yüzünü inceledim.
Asuman... Çınar'ın ağzında genelde kadın isimleri duymazdım. Nilüfer bir istisnaydı. "Lan!" Dedim, gözlerim açılmıştı. "Yoksa sen aşık mı oldun!?"
"Yedim bir bok!" Dedi sitemle. "Yüzüme vurup durmayın şunu!"
İnanılır gibi değildi. Benim geçmiş zamanda bazı çapkınlıklarım olmuştu da Çınar'ın dişi sineğin adını andığı olmamıştı. Tek gecelik bir iki ilişkisi dışında bildiğim bir şey yoktu. Hiç aşık olmamıştı. Aşık Çınar'ın neye benzeyeceğini çok merak ederdim. Demek böyle bir şeydi.
Demirliklere ilerleyerek omzumu yasladım. "Nasıl tanıştınız?" Diye sorduğumda sertçe burnunu çekti. "Geçen görevde. Onu kurtarmam için yönlendirdiler beni."
"Birkaç gün önce?" Dedim şaşkınlıkla. Kafasını salladı. "Yok daha neler!? İlk görüşte mi aşık oldun lan?"
"Altı gün oldu." Dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırdım. Erinmemiş, günleri saymış. "Saatleri de saydın mı kardeşim?"
"Kes sesini, şurda sana bir şey anlatıyoruz." Güldüm. "Affedersin." Dedim ve toparlandıktan sonra sordum. "Ee nasıl oldu, anlat şu işi."
"Ne bileyim!" Diye sinirle soludu. "Gözümü kapatıyorum yüzünü görüyorum! Açıyorum yine görüyorum! Ne lan bu böyle!? Aşk mı azap mı belli değil!"
"Sen baya baya gemileri yakmışsın." Dedim. Neyseki onu anlayabiliyordum. Nil'i düşündüğüm an anlamsız bir sıcaklık, mutluluk hissediyordum. Hayat kaynağım gibiydi. Kısa sürede her şeyim, her zerrem oluvermişti. Düşünmemek mümkün müydü?
Sessizliğe son vererek konuştum. "Kızın sen de gönlü var mı?" Yerde gezdirdiği gözlerini gözlerime doğrulttu. "Dün aradı." Dedi, kaşlarım kavislendi. "Aradığına göre vardır, değil mi?" Diye sorduğunda işlerin biraz garip yürüdüğünü fark ettim. Zaten Çınar gibi birine normal bir şeyin rastlaması pek olağan değildi.
"Ne konuştunuz?"
"Nasıl olduğunu sordum, kısa bir konuşmaydı, iyi olduğunu söyledi, ben de geçmiş olsun diledim ve kapattım."
"Bir kez daha hayvan olduğunu tescilledin Çınar." Dedim bıkkın bir tonlamayla. "Kız önce davranıp seni aramış, senin dediğin tek şey nasılsın mı oldu?"
"Durumu ağırdı! Zaten içim içimi yiyor ne olup bittiğini bilmediğim için! Ne bileyim? Daha fazlasını akıl edemedim." Tek kaşımı kaldırdım. "Durumu ağır derken?"
Gözlerimi üzerimden çekti. Omuzları anlık olarak düştü. "Onu bulduğumda yaralıydı. Bazı aksaklıklar oldu, tim gecikti, pusuya yedik... yani ölebilirdi." Zorlukla yutkundu. "Ölme ihtimalini düşündüm. Hakkında hiçbir şey bilmediğim bir kadının ölme ihtimali canımı yaktı ve bu bana çok koydu."
Bu sefer sessiz kaldım. Duygularını inkar etmek yerine sahiplenmeyi öğrenmek zorundaydı. Herhangi bir yorum yapmayı doğru bulmadım. Nasıl şekillenirdi bilmiyordum ama Çınar'ı ilk kez böyle dağılmış görüyordum.
Sessiz kalmayı tercih ettim. Elleriyle yüzünü ovdu. Sonra derin bir nefes alarak gözlerime baktı. Konuşmayı başlatan o oldu. "Nilüfer, sana başka ne söyledi?"
"Ne hakkında?"
"Kalp kırmanın da cezası olmalıydı hakkında." Demirlere yaslanmayı kestim. Konuyu değiştirmesi benim için kolaylık sağladı. Asuman, sürpriz yumurta olmuştu. Gerçi iyi de olmuştu, belki ağzımı burnumu kırmadan önce az da olsa empati falan yapardı.
"24 yıl, demişti. Söylediklerinin karşılığı olarak." Bir eliyle saçlarını geriye doğru itti. Oflayarak arkadına yaslandı. Vicdanen kendini yiyip bitirdiğini gördüğüm için konuştum. "Bir de sana don getirecekmiş."
"Ne?"
"Don işte."
Yüzündeki ifadesizlik ani bir şekilde sarsıldı ve güldü. Nil, hiç olmadık yerlerde beni de güldürüyordu. Hiç olmadık yerlerde hiç beklemediğim şeyler söylüyordu. Şaşırsam mı gülsem mi bilemiyordum bazen. "Söylediklerimi telafi edecekse yirmi dört yıla da razıyım." Dedi kendi kendine.
Gülümsedim. Çınar ve Nilüfer'i bir arada görmek güzeldi. Sürekli kavga ediyor olsalar da birbirlerine bağlanma çabaları bana çok büyülü geliyordu. Onları tamamen anlayamazdım ama anlamaya çalışıyordum. İkisi de hayatlarında büyük acılar yaşamıştı. Bunca acının sonunda mutlu olmayı hak ettiklerini düşünüyordum.
"Çok seviyorsun değil mi?"
"Çok sevmenin böyle bir şey olduğunu bilemeyecek kadar." Dedi. "Şimdiye dek Nilüfer olmadan nasıl yaşadım onu da bilmiyorum gerçi, o kadar hayatımın içindeki, hayatımdan çıksa her şey yok olacakmış gibi." Burnundan sert bir nefes vererek güldü. "Aile, kavramını abarttıklarını düşünürdüm insanların, şimdi düşündüğümün aksine az bile söylüyorlarmış."
Ben böyle sahiplenen bir abiden kız mı isteyecektim? Allah benim belamı Çınar'la vermişti.
Alt dudağımı ısırarak cebimden anahtarları çıkarttım ve kapıyı açarak içeri girdim. Ardımdan yeniden kapıyı kapatmıştım. Şimdi ikimiz de aynı parmaklıkların içindeydik. Dışardan söyleseydim benim açımdan daha iyi olabilirdi ama adamlığa sığmazdı.
"Çınar, benim sana söylemem gereken bir şey var." Dedim net bir şekilde. Oturduğu için yüzünü yüzüme doğru kaldırdı. "Hayrola?"
Benim için hayırdı da birazdan gelecek olanın şer olacağını düşünüyordum.
Duruşumu düzelttim, ne kadar düzeltebilirsem o kadar. Boğazımı temizledim ve kalbimden geçeni söyledim.
"Ben, Nil'i seviyorum."
Bana birkaç saniye aynı ifadeyle bakmaya devam etti. Hatta öyleki ciddi bir şey olduğunu sandım. Yanılmıştım. Ciddi bir şey bana olmuştu. Yüzüme yediğim yumrukla sırtım demirlikle çarptı. "Tekrar et. Duyamadım." Dedi Çınar kükreyerek.
Elimle yer değiştirdiğini düşündüğüm çenemi ovdum. "Ben, Nil'i seviyorum." Dedim bu sefer daha yüksek bir sesle. Dikleşerek yüzüne baktığım an yakalarımı tutarak beni kendine doğru çekti. "Ulan!" Dedi dişlerinin arasından. "Ulan sen bana kendini mi öldürteceksin!? Böyle bir yerde bu psikolojide bir adama söylenecek laf mı lan bu!?"
Omuz silktim. "Ölmek var dönmek yok." Beni itti. Dengemi ikinci adımın sonunda sağladım. Çınar elini kaldırdı ama bana kaldırmamıştı. Nezarethanenin kapısını işaret ediyordu. "Çık! Gözüm görmesin seni!"
"Rızan var mı yok mu?" Diye sordum dişlerimin arasından. Çenesi kasıldı. Gözlerinin içinde öfke parlıyordu. "Yok, desem ne bok yiyeceksin lan?!" Diye sordu. Cevabım netti.
"Nil'den vazgeçmem." Dedim. Gözlerini sıkıca kapattı, birkaç saniye öylece bekledikten sonra açtı. Konuşmaya devam ettim. "Ama kardeşimden de vazgeçmem. Sen rızam var diyene kadar Nil'e yaklaşmayacağım." Ellerimi iki yana açtım. "Şimdi ne yapacaksan yap. Bir daha bu şansı sana vermem."
"Çık git, gözüm görmesin seni!" Dedi ve bana sırtını döndü. Belki fikri değişir diye birkaç saniye bekledim. Az önceki yumruğu iki anlama geliyordu. Birisi aramızdaki tüm bağların koptuğuna diğeri ise bunun daha başlangıç olduğuna...
"Bana sırtını dönmen hoşuma gitmedi. Sırttını döneceğine adam gibi bir cevap veya tepki ver."
"Seni, öldürürüm, Barış." Dedi sırtı hâlâ bana dönükken. "Çık git diyorsam çık git." Gitmedim. Başka zaman bu kadar cesaretli olamayabilirdim. Çınar'ı çocukluğundan tanıyordum. Hiçbir şeyinden çekinmezdim ama ben de bir abiydim. Üstelik 2 kardeşim vardı. Birini adamdan saymıyordum. İki kız kardeşim olduğu için bu konuda daha hassastım. Benim onayım olmadan kardeşlerimin birileriyle görüşmelerini istemezdim.
"Adam gibi bir cevap vermeden hiçbir yere gitmeyeceğim." Dedim. Hızla bana döndü, yakalarımı kavradı ve sırtımı demirliklere yasladı. 3 gün acısı çıkmaz diye düşünüyordum. "Eğer benim yaptığımı kardeşime yaparsan kendime yapamadığımı yapar senin feleğini sikerim!"
ALLAH BE!
"Rızan var yani!?"
"Al sana rıza!" Diyerek kafasını burnuma gömdü. Yüzüme yayılan acıyla sızlandım. Önümden çekilirken düşmemek için parmaklıkların birine tutunmuştum. Boşta olan elimle burnumu yokladım. Kırılmış mıydı lan?
Ağzıma kan tadı gelirken yüzüm istemsizce buruştu. "Şimdi kafanı da kırmamı istemiyorsan çık git, yalnız bırak beni!" Diye bağırdı. Acıya rağmen güldüm. "Sen yeterki iste kardeşim." Anahtarı çıkartarak kapıyı açtım ve ardımdan kilitleyerek nezarethaneden çıktım. Kapının önünde bekleyen Mirza beni gördüğünde gözlerini büyütmüştü. "Başkomiserim! Ne oldu? Ağzınız yüzünüz birbirine girmiş!"
"Sağ ol Mirza." Dedim sadece ve yanından geçerek merdivenleri kullanıp üst kata çıktım. Gören, sordu, görmeyen görenlerden öğrendi, karakolda ağzımjn yüzümün dağıldığını öğrenmeyen kalmadı. Ki bu süreç yalnızca birkaç dakikayı almıştı. Odama girip kapıyı arkamdan kapattığımda anında elim telefona gitti. Nil'i aradım. Hâlâ alışverişte olmalıydılar.
Telefon üçüncü çalışta açıldı. "Canım?" Yüzüme rağmen gülümsedim. "Canım diyen dillerini yerim senin." Kıkırdadığını duydum. Hemen ardından sordu. "İyi misin? Nasıl geçti? Abime söyledin mi?"
"Söyledim." Dedim ve o sırada Mesude'nin masasından çaldığım aynayı açarak kendime baktım. Yüzümü gördüğüm an aklımdan şöyle bir cümle geçti; Hay elinin ayarını siksinler Çınar.
"Ne dedi? Çok kızdı mı? Ay! Sana bir şey yapmadı değil mi?"
"Hayır. Aksine çok sevindi. Boynuma falan atladı."
"Ne? Nasıl?" Çekmeceden peçete çıkarttım. "Ben de şaşırdım. Bence abinde büyük bir değişim var. Aşık falan olmuş olabilir mi?"
"Ay bilmiyorum ki hiç bahsetmedi bana." Dedim sitemle. "Neyse, sen iyisin yani değil mi?" Çıkarttığım peçeteyi burnuma bastırdım. "Süperim."
"Ama sesin bir garip geliyor. Burnun tıkanmış gibi." Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Öyle mi? Yoruldum biraz ya o yüzdendir."
"Emin misin Barış?"
"Eminim güzelim. Artık evlenmemiz için önümüzde hiçbir engel yok."
"Nasıl yok!? Basbaya var!" Peçeteyi burnumdan çektim. "Ne var kızım başka?"
"Evlenme teklifi etmedin!"
Kaşlarım kavislendi. Doğruya en mühim şeyi unutmuştum. "Benimle evlenir misin?" Diye sordum hemen. Birkaç saniye sessizlik oldu. Kaşlarım merakla kavislendi. Hemen ardından yüksek sesi duyuldu. "Hayır! Aptal! Bu telefondan mı söylenir!?" Dedikten sonra tek kelime etmeme izin vermedi. Kapanmış telefonu kulağımdan çektim ve boş boş baktım. "Ne dedim ki şimdi?"
Onu özel hissettirecek bir şeyler illaki yapardım ama cevabını duymak istemiştim. O yüzden yeniden aradım. Bu sefer ilk çalışta açıldı. "Cevabını duyamadım?"
"Hayır, dedim ya."
"Yanlış demişsindir, dilin falan sürçmüştür, ben bu kadar dayağı boş yere mi yedim!?"
"Ne!? Ne demek dayak yedin!?"
Dilin kopsun Barış.
"Barış! Abim seni dövdü mü!?" Cevap vermeme izin vermedi. "Ay inanmıyorum ya! Karakola geliyorum ben!"
"Önemli bir şey yok, Nil-"
"Kes sesini, sana soran mı oldu?! Hayır, bir de yalan söylüyorsun! Aptal!"
"Endişelenme diye," dedim kendimi açıklamaya çalışarak. Nefeslendi. "Endişelendim." Dedi kısık bir ses tonuyla. "Ayrıca, evet, seninle evlenirim ama daha güzel teklif et. Böyle olmaz." Genişçe gülümsedim.
"Teklif senin köpeğin olsun, sevgilim."
🪷
Bölüm sonu!!
Beğendiniz mi bölümü?
Düşünceleriniz?
Barış?
🤭🤭
Çınar'ın tepkisi doğru muydu sizce?
Çınar, askerliğe geri döner mi?
🍭
Bir sonraki bölümün günü de aksar diye düşünüyorum canlarım, önümüzdeki haftayı da bitirdiğimizde eski tempoya döneriz, vizelerim haftaya bitecek, sabırla beklediğiniz için teşekkür ediyorum♥️🥰
Wp kanalıma instagramdan ulaşabilirsiniz. Burada profileme link ekliyor olmama rağmen gözükmüyor. Kısıtlamadan dolayı olduğunu düşünüyorum🥹
Sonraki bölümde görüşmek dileğiyle😘
✨️
İnstagram; Zeynepizem
🍭
|
0% |