Yeni Üyelik
45.
Bölüm

45. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

Geç bir saatte geç bir bölüm attım ama anca yetiştirebildim canlarım. Çok yoğun bir haftaydı. Artık normal seyrimizde devam edeceğiz♥️

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 45

 

🪷

 

Arabayla korakolun bahçesine hızlı bir giriş yaptığımda karakolun önündeki polisler arabama bakmış büyük ihtimalle tanıdıkları için görmezden gelmişlerdi. Doğru düzgün park etmeden arabayı durdurdum ve yan koltuktaki çantamı kaptığım gibi dışarı çıktım. Koşarak merdivenleri aşarken Mesude arkamdan seslendi. "Nil! Yavaş!"

 

Her zaman olduğu gibi bugün de bir an olsun yanımdan ayrılmamıştı. İzin versem deneme kabinine bile benimle girecekti. Bugün adına edindiğim en iyi şey ise ona zorla elbise denetmiş olmamdı. Bana göre kazançlı vir gün olmuştu ama Barış için aynı şeyi söyleyebilir miydim bilmiyordum.

 

Mesude'nin seslenişini duymazdan gelerek ezbere bildiğim yolları aştım. Önünden geçtiğim polislerin odak noktası olsam da şu an umurumda değildi. Üst kata çıktım ve Barış'ın odasının önüne gelip kapıyı çalmadan içeri daldım.

 

Masasına kurulmuş, bir eli ensesinde bir eli çay fincanında bir adet Barış'la karşılaştığımda yüreğim ağzıma gelecek sanmıştım. Çünkü yüzü berbat bir haldeydi. Üstelik bu yüze rağmen fazla rafat görünüyordu. İçeri girdiğim an dikleşerek ayağa kalktı. "Nil?"

 

Ona doğru gittim ve ellerimi yüzüne yerleştirdim. Gözünün altı morarmıştı. Burnuna pamuk sokmuştu. Aptaldı. "Of Barış, bu ne hal?"

 

Derin bir nefes çekti içine. "Önemli bir şey yok güzelim, sakin ol." Yüzünü inceledim. Çok önemli bir şey bence de yoktu ama sonuçta acımıştı. Belki de çok acımıştı. Üstelik bunun abimin, yani en yakın düşmanının yapmış olması durumu daha da üzücü bir hale sokuyorsu. "Çok acıdı mı?" Kafasını iki yana salladı. "Öp de geçsin."

 

Kendime engel olamayarak gülümsedim. Alışveriş merkezinden buraya nasıl geldiğimi bilmiyordum. Trafiği birbirine katmış, o sıra abime hak vermiştim ama umurumda değildi. Daha kötüsünü hayal etmiştim. Açıkcası abimin Mitçi olmasından dolayı aklıma binbir senaryo gelmişti.

 

"Barış." Dedim içli bir şekilde. Beni korkutmuştu. "Neden kendini korumadın?" Diye sordum. Normalde abimin böyle bir şey yapmasına izin vereceğini sanmıyordum. Abim mitçi olabilirdi ama Barış da polisti. Hatta başkomiserdi.

 

"Racona ters kızım."

 

"Başlayacağım raconunuza!" Diye yükseldim. Telefonda söylediklerinden sonra kan beynime sıçramıştı resmen. Abim...! Of ne istemişti Barış'tan? "Şu haline bak!"

 

"Bana niye kızıyorsun ya?" Diye sordu saf saf. "Ben ne yaptım?"

 

"Abimin seni döveceğini bile bile gidip söyledin!"

 

"Olsun, sonuçta iznimi aldım." Dedi keyifli bir şekilde. Eli aniden belimi kavradı ve beni kendine doğru çekti. "Artık seni rahatça öpebilirim." Dedi. Dudaklarıma doğru yaklaşmaya başladığı an geri çekildim. "Yok öyle öpmek falan."

 

Afalladı. "Niye yok ya?"

 

"Ben öyle uygun gördüm de ondan. Beni abime götür."

 

"Götürmüyorum."

 

"Niye?"

 

"Çünkü öyle uygun gördüm."

 

"Ya Barış!" Omuz silkti. "Abini görmek istiyorsan önce beni öpeceksin." Gözlerimi kıstım. Çıkarcının tekine aşık olmuştum da haberim yoktu. "Eğer abimin yanına götürürsen öperim." Dedim, çıkarına çıkarla karşılık vererek. Gözlerini kıstı. "Söz mü?" Hızlıca kafamı salladım. "Söz."

 

Götürmese de öpecektim gerçi. Yine de abimi görmek istiyordum. Çünkü ona yaptığından dolayı kızacaktım. Sakinleşirsem bir anlamı kalmazdı.

 

"Abin nezarethanede." Dedi, kaşlarım kavislendi. "Niye?" Diye sordum korkuyla. Yoksa bir suç mu işlemişti? "Sana söz vermiştim ya, hatırlıyor musun? Hani kalbini kırdığı için hapse atacaktım onu."

 

Kısa bir aydınlanma yaşadım. Ya unutmamış mıydı? Ben bile unutmuştum ki... nasıl unutmazdı?

 

"Barış." Dedim bir an öylece kalırken. Bana göz kırptı. "Hadi, yanına gidelim." Derken eliyle kapıyı göstermişti. Konu hakkında bir şey söyleme fırsatım olmadı ama aklıma yazmıştım. Bunun için de onu öpecektim.

 

Birlikte odadan çıktığımızda Mesude'yle karşılaşmıştık. Nefes nefese kalmıştı. Bugün onu biraz fazla yormuştum ama ben de yorulmuştum. Hem içime en çok sinen elbiseyi almak istemiştim. Mesude, tam konuşacaktı ki Barış'ın yüzünü gördüğü an duraksadı. "Başkomiserim size kim çarptı?" Diye sordu şaşkınlıkla.

 

Barış sert bir nefes vererek gözlerini devirdi. "Ben ağaça çarptım, Mesude." Dedi, düz bir şekilde. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Mesude, ne anladı bilmiyordum ama o da gülmemek için kendini zor tutmuştu. "Görmediniz mi koca ağacı başkomiserim?"

 

Bu ironili bir soruydu. Barış, ofladı. "Kızım, senin işin gücün yok mu?" Mesude, eliyle beni gösterdi. "İşim de gücüm de burada."

 

"Tamam paydos ettim seni, hadi git." Dedi Barış resmen eliyle Mesude'yi kışkışlayarak. "Peki, evime gidebilir miyim başkomiserim?"

 

"İstediğin yere git Mesude."

 

"Emredersiniz." Dedi, yüzünde ilk kez geniş bir gülümseme gördüm. Bugün bir kez daha onu ne kadar yorduğumu fark ettim böylelikle. Kaçmak için yer aramıştı resmen.

 

Mesude, yanımızdan gittiğinde Barış'a doğru döndüm. "Bugün çok yordum onu." Omuz silkti. "Yapacak bir şey yok. Görevi bu." Dedi, orası öyleydi tabi. "Neden hep yanıma Mesude gelmek zorunda ki? Başka polis yok mu? Yoruluyor belli ki."

 

"Şu an için en güvenlisi bu."

 

Yeniden yürümeye başladık ama asla susmadım. "Mesude'yi ne zamandır tanıyorsun?"

 

"Uzun zamandır."

 

"Ne kadar uzun?"

 

"Dört beş yıl kadar. Neden sordun?"

 

"Merak ettim. Ona çok güveniyorsun."

 

"Mesude'yi severim. Görevini iyi yapar." Adımlarım durdu ve gözlerimi yüzüne çevirdim. "Severim derken?" O da durdu. Yanlış bir şey söylediğinin farkında olmalı ki gözlerini kırpıştırdı. "Ne anlamda söylediğimi biliyorsun." Dedi sorgulayarak. Omuz silktim ve kaldığım yerden yürümeye devam ederek onu arkamda bıraktım.

 

"Nil." Diye seslendi. Durmadım. Aslında söylediğini yanlış anlamamıştım. Üstelik Mesude'yi ben de az çok tanımıştım ve bana göre de o güven verici biriydi. Hatta Mesude'den sürekli burnumun dibinde olduğu için şikayetçi olsamda onu seviyordum. Bir kere çok havalıydı.

 

Of, silah kullanmayı öğrenmek istiyordum ben. Bir dahaki sefere Mesude'ye soracaktım. Bence o bana öğretirdi.

 

"Nil. Dursana bir!" Durarak Barış'a döndüm. "Ne oldu?"

 

"Ne demek ne oldu? Az önce yaptığın imanın farkında mısın!?" Sesi koridorda yankılandığı için kaşlarım kavislendi. "Neden bağırıyorsun?"

 

"Çünkü beni duymazdan geliyorsun!"

 

"Seni duymazdan geliyorsam bağırmanın hiçbir anlamı yok!" Dedim kaşlarımı çatarak. Sert bir nefes aldı. "Nil. Mesude, yalnızca görev arkadaşım."

 

"Biliyorum Barış. Sadece takılmak istemiştim."

 

"Takılma. En azından böyle bir konuda." Dişlerimi birbirine bastırdım ve ona yalnızca tek bir cevap verdim. "Tamam." Konuşmasına izin vermeden yürümeye başladım. Nezarethanelerin yerini biliyordum. Malum Barış suçsuz olmama rağmen beni içeri tıkmıştı. Merdivenlerden aşağı inerken arkamdan gelen adım sesleri iyice hızlanmamı sağladı ama bir işe yaramadı çünkü yakalanmıştım. Kolumdan tuttuğu gibi beni bir odaya soktuğunda kaşlarkmı çatarak ona baktım.

 

"Ya ne yapıyorsun?" Burası doayaların yer aldığı bir odaydı ve duvarlardaki rafların hepsi mavi dosyalarla doluydu.

 

"Asıl sen ne yapıyorsun? Ortaya lafı atıp sonra çekip gidebileceğini mi sanıyorsun?"

 

"Öyle bir derdim yok. Ben söylediğim her şeyin arkasındayım, laflarımdan kaçmam."

 

"Bak sen."

 

Omuz silktim. "Sen kendi söylediklerine bak." Dedim burnumu havaya dikerek. "Ne demek istediğimi gayet iyi biliyorsun Nil. Bunun için kavga mı edeceğiz?"

 

"Şu an kavga eden sensin. Ben abimin yanına gidiyordum mutlu mutlu."

 

Şüpheli.

 

"Tamam, şu konuyu hallettikten sonra gideriz."

 

"Halledilecek bir konu olduğunu sanmıyorum. Seni kıskanmam gayet normal. Şu an olayı büyüten sensin."

 

"Beni kıskanman normal, evet. Ama bu tür imalarla değil. Bunda bir anlaşalım."

 

"Ya ben ne dedim? Kadını seviyorum diyen sensin!"

 

Kaşlarını çattı. "Nil." Dedi bastırarak. Sonra derin bir nefes aldı ve avuçlarını yüzüme yerleştirip hafifçe yüzüme doğru eğildi. "Böyle bir şey düşünmen hoşuma gitmedi." Sesi az öncekinden daha yumuşaktı. "Bu yüzden bağırdım. Özür dilerim."

 

Gözlerimi kırpıştırdım. Kavganın ortasında hiç de yapılacak bir hareket değildi bu. Yani daha önce hiçbir kavgada böyle bir özür almamıştım. Hatta özür bile almamıştım. Konuşmaya devam ettim. "Kendimi yanlış ifade ettim. Mesude iyi kızdır, kardeşim gibidir, yanlış anlama."

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Yanlış anlamadım." Dedim. Benim de sesim artık daha sakindi. Fakat ben genel anlamda böyle bir insan değildim maalesef. "Ama yine de bir daha başka bir kadını, annen ve kardeşlerin hariç, sevdiğini söylersen çok kötü bozuşuruz. Az önceki halimi mumla ararsın!"

 

Gözleri kısıldı. Sonra alnıma dudaklarını bastırdı. Genişçe gülümsedim. Bizim anlaşmamızın sebebi birbirimizden farklı olmamızdı. O sakin ve anlayışlıydı, en azından bana karşı. Ben kendimi bildim bileli hep çok çabuk yükselen bir insandım. Geri çekilirken konuştu. "Şimdi abinin yanına gidebiliriz." Dediğinde kafamı usulca salladım. "Barış." Dedim o sıra.

 

"Hm?"

 

Gülümsedim sadece. "Yok bir şey." Tek kaşını kaldırdı. "Ne oldu?" Diye sorduğunda omuz silktim. "Hiçbir şey."

 

"Ama bir şey söyleyecektin?"

 

Gözlerimi kaçırdığımda eli çenemi kavradı. Böylelikle gözlerine bakmak zorunda kaldım. "Söyle."

 

"Şey..." Bir an utandığımı hissettim. "Ney, güzelim?"

 

"Ben, kendimi genelde hiç şanslı hissetmem. Ama şimdi bunu çok içten hissettim." Dedim. "Yani özür diledin ya hani. Beklemediğim bir şeydi."

 

Gülümsedi. Önüme gelen saç tutamımı kulağımın ardına sıkıştırdı. "Yanlış anlaşılmayı düzeltmek istedim." Dedi. "Ve bu tamamen benim hatamdı."

 

Ben bu adamla gözüm kapalı evlenirdim ki. Ayrıca artık teklif falan da istemiyordum. Hemen şu an evlenebilirdik yani.

 

Parmak uçlarımda yükseldim ve dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Hiç garipsemeden anında belimi kavradı. Zaten bunu bekliyormuş gibi alt dudağımı dudaklarının arasına aldı. Ellerimi ensesine doğru çıkarttım ve ona tutundum. Sakin öpüşü yavaşça derinleşti. Beni iyiden iyiye kendine yasladı.

 

Bir öpücük nasıl hem bu kadar sevgi dolu hem de hırçın olabilirdi bilmiyordum ama bana bunu yaşatıyordu.

 

"Abinin yanına gitme olayını erteleyebilir miyiz?" Diye sordu dudaklarını dudaklarımdan çekmeden. "Olur." Diye mırıldandım. Bir eli çenemi kavradı. Sola doğru hafifçe başını çevirdi ve öpüşünü sertleştirdi.

 

Hissettiğim yoğunluk yüzünden inledim. "Böyle şeyler..." dedi ve öpmeye devam etti bir süre. "Yaparsan evlenmeyi beklemem." Sonunda sudaklarını çektiğinde derin bir nefes aldım. Dudaklarımda bıraktığı tadı emdimğimde gözleri dudaklarıma yoğunlaştı. "Nil." Dedi fısıldayarak.

 

"Bana yapmamam gereken şeyler düşündürtme."

 

Sürekli kalkıp inen nefeslerimle birlikte sordum. "Ne düşünüyorsun?"

 

"Kapıyı kilitlemeyi ve üzerinde ne varsa her şeyi çıkartmayı." Yutkundum. O söyleyince düşünmek zorunda kalmıştım. Tekrar yutkundum. "Bu doğru olmaz." Dedim kıaık bir sea tonuyla.

 

Kafasını salladı. "Olmaz." Dedi ama ikimiz de birbirimizden uzaklaşmak için harekete geçmedik. "Peki yanlış olmasına rağmen..." yutkunduğunda boğazında kayan adem elması dikkatimi çekti. "Nasıl bu kadar doğru hissettirebiliyor?" Diye sordu. Parmakları saç tutamlarımla oynadı. Sonra derin bir nefes alarak geri çekildi ve konuştu. "Hadi gidelim."

 

Gülümseyerek kafamı salladım. Dosyaların olduğu odadan çıktık ve kalan merdivenleri inerek nezarethanenin olduğu kata geldik. Kapıların önünde iki tane polis memuru vardı. Barış'ı gördükleri an toparlanmış ve dikleşmişlerdi. Barış, onlara kafasıyla bir selam verdi ve sağda olan kapıyı açarak içeri geçmemi bekledi.

 

Nwzarethaneye girdiğim de abimi hemen görmüştüm çünkü ondan başka kimse yoktu burada. Koşturarak abimin olduğu bölmenin önüne geldim. "Abi!"

 

Bir ayağını dizine atmış kollarını iki yana açmış oturuyordu. Kapalı gözlerini açtığında göz göze geldik. Duruşunu dikleştirdi. "Nilüfer?" Dedi kısık gözleriyle. Genişçe gülümsedim. "Seni görmeye geldim!" Dedim tatlı tatlı.

 

Birkaç saniye gözlerimin içine baktı, sonra bakışları arkama yani Barış'a kaydı. Kaşları anında çatıldı. "Ne işin var lan senin burada?"

 

"Nil'e eşlik edeyim, dedim." Dedi Barış bana biraz daha yaklaşarak. Ellerimi demirlere yaslayarak içeriyi daha iyi görmek için yüzümü yaklaştırdım. Her an yeniden Barış'ı dövebilirmiş gibi hissettiğim için konuyu değiştirmeye çalıştım. "Ay abi, çok güzel bir elbise aldım! Görmen lazım!"

 

Abim, bana kısaca baktıktan sonra Barış'a döndü. "Yürü git, gözüm görmesin seni!" Barış'a fırsat vermeden yeniden konuştum. "Hemde pembe renki biliyor musun?"

 

Abim bana döndü. Derin bir nefes aldı ve sordu. "Kısa değil mi, Nilüfer?" Kafamı hızlıca salladım. Eteğin boyunu sormuştu. Yüzünü havaya kaldırdı ve bir sabır çekip yeniden bana yoğunlaştı. "Giy abicim, giy güzelim. Giy. Tamam mı?"

 

Dudaklarımı birbirime bastırdım. Abim, bana güzelim deyince mutlu oluyordum. Çok hoşuma gidiyordu. Ben kendi içsel duygularımı yaşarken abim sert sesiyle konuştu. "Bizi kardeşimle yanlız bırak." Dedi, hâlâ bana bakıyor olsa da muhatabı Barış'tı.

 

Barış, cebinden çıkarttığı anahtarla kapıyı açtı, içeri girdiğim an arkamızdan kapıyı kilitlemiş olmasına kaşlarımı çattım. Beni yine mağusa atmıştı resmen. Dolaylınyoldan da olsa atmıltı. Onunla çok pis kavga edecektim. Hem de çok pis. Saçlarımı omzuma doğru savurarak abimin yanındaki boşluğa oturdum.

 

Barış, son kez bize baktıktan sonra kapıya doğru dönerek koridorda ilerledi. Abim, o dışarı çıkana kadar konuşmadı. En sonunda yüzünü bana doğru çevirdi ve sordu. "Seviyor musun sen bu adamı?"

 

Aniden sormasını beklemediğim için utanmıştım. Yani, benim için garip bir andı. Daha önce kimseyi bu vasıfla ailemin karşısına çıkartmamıştım. Annem, dışında ailem olmamıştı zaten.

 

"Hı-hm." Diye mırıldandığımda kaşlarını çattı. "Doğru düzgün cevap ver." Gözlerim ellerime düştü. "Seviyorum." Dedim. "Hatta sevmek az bile. Barış'ın benim için anlamı çok büyük."

 

Derin bir nefes aldı. "Ne zamandır?"

 

"Onu gördüğüm ilk andan beri." Ayağını sallıyordu ve bu daha fazla gerilmeme neden oluyordu. "Yani tabi elinde silah olduğu için biraz korkmuştum ama sonra onu tanıyınca sevdim." Yüzüne baktım. "Geldiğim günün sabahında ben geri gidecektim. Sen gelmediğin, hatta düşmanına beni teslim ettiğin için."

 

"Görevdeydim." Dedi. Bir nedeni vardı. Elinde olmayan bir neden. Geçmiş zamanda olsa bunu duymak beni sevindirmişti. Kalbimde kırık olan bir yer daha onarılmıştı.

 

"Ayrıca, Barış'ın düşmanım olduğunu nerden çıkarttın?"

 

"Barış, söyledi. Aileleriniz görüşmüyormuş sanırım." Kaşları kavislendi. Sonra yüzüne anlamlı bir gülümseme yerleşti. Nedenini sormak istesem de konuyu bozmak istemedim. "İstanbul'a geri dönmememin sebebi Barış'tı. Söyledikleri sinir bozucuydu ama gaza gelip kaldım. Seninle karşılaştıktan sonra gitmeye kesin karar vermiştim Barış yine fikrimi değiştirdi. Hâlâ buradaysam onun sayesinde." Derin bir nefes aldım. "Yani, arkadaşının bana bir yanlışı olmadı."

 

Burnundan sert bir nefes vererek güldü. "Adamı boşuna dövdük, desene." Dediğinde kafamı kaldırarak ona baktım.

 

"Abi." Dedim çekinerek. "Kızdın mı?"

 

Gülümsedi. Beni kollarının arasına alarak göğsüne yasladı. "Sana neden kızayım?" Diye sorarken saçlarımı öpmüştü. "O zaman Barış'a neden kızdın?"

 

"Daha önce söylemediği için." Dedi sert bir nefesle. "Salak değiliz herhalde. Farkındaydım aranızda bir şeylerin olduğunu. Oturdum bana ne zaman söyleyecekler diye bekledim. Biraz daha geçikseydi o pezevengi elimden zor alırlardı." Gözlerim kocaman açıldı. Yüzümü kaldırarak ona baktım. "Gerçekten biliyor muydun?"

 

Kafasını salladı. Kaşlarımı çattım. "Ya o zaman neden bilmiyormuş gibi yaptın?! Barış, ter döküyordu sana nasıl söyleyeceğim diye. Yazık değil mi çocuğa?"

 

"Oh, iyi olmuş." Dedi tüm söylediklerime karşılık. Hatta keyif aldı söylediklerimden. "Of abi, çok fenasın." Omuz silkti. "Abine oflama."

 

"Niye?"

 

"Günah." Kendime engel olamadan kahkaha attım. "Çarpılacaksın ya," dedim eğlendiğimi belli ederek. İşine geldiği zaman günahtı gelmediği zaman değildi. Kollarını sıkılaştırdı. "Buraya ilk düştüğümüz anı hatırlıyor musun?" Diye sordu.

 

"Hatırlamaz olur muyum?" Dedim ironiyle. Sonra düşündüm. Üzerinden yıllar geçmiş gibiydi o anın. Zaman gerçekten de tüm kırgınlıkların üzerini mi kapatıyordu? Hayır. Kırgınlıklarımın üzerini kapatan abimdi. Kollarımı beline sardım ve ona sıkıca sarıldım. "O zaman aramızda demirler vardı." Dedim sakince. "Şimdi demirler bizim etrafımızda."

 

Ne kadar birbirimize sığınırsak o kadar birbirimizi koruyacaktık. Aile, insanın kaderiydi. Değiştiremezdin. Ama kendi kaderin senin elindeydi. Değişim, çevreni değil kendini değiştirmekle başlardı.

 

Fırtına öncesi sessizlik kafamı karıştırıyordu. Onları nezarethaneye attırmıştım ve gördüğüm tek tepki Mahir'in tepkisiydi. O günden sonra bir daha hiçbiriyle yüz yüze gelmemiştim. Abim ve Barış'ın bilerek beni onlardan uzak tuttuğunu düşünüyordum. Şikayetçi de değildim gerçi. Hepsinin yüzünü şeytan görsündü.

 

"Nilüfer." Dedi abim. Mırıldandım. "Hm?"

 

"Benim kollarım sana demirden değil. Olmasın. Etten kemikten olsun. Canını yakarsam kesmekten bükmekten korkma."

 

"Canımı yakacağını mı düşünüyorsun?"

 

"Hayır. Yakmayacağım. Bunun için çabalıyorum, çabalayacağım. Benim, seni kollarımın arasına hapsetmek gibi bir derdim yok. Sevdiğin adamla arana girmek gibi bir derdim de yok. Sadece..." Sustuğu için araya girdim. "Sadece ne?"

 

"Kıskandım sanırım." Dedi sessizce. "Belki de Barış gibi bir abi olsaydım her şey daha az kırıcı olabilirdi." Barış'a söylediklerimi duymuştu. Geri çekilerek yüzüne baktım. "Seni kimseyle değişmem." Dedim net bir şekilde. "Evet çok kırıldım ama kırılan sadece benmişim gibi de davrandım. Her şeyi ben yaşamışım gibi. Biz birbirimize benziyoruz, abi. En büyük acıyı kendimiz yaşamış gibi davranıyoruz. O yüzden o gün olmasa da başka bir gün birbirimizi parçalara ayıracaktık. Yirmi dört yıl biriktirdiğimiz ne varsa dökülecekti. Döküldü de. Ve belki böylesi daha iyi oldu."

 

Gözleri kısıldı. Artık kendisini suçlamasını istemiyordum. Suçlanması gereken biz değildik. Bizi birbirimize karşı kırıcı yapan kanını taşıdığımız ailenin üyeleriydi. Onlara rağmen biz kırıklarımızı toparlayabilmiştik ve bu bozulsun istemiyordum.

 

"Bazen, yaşından büyük laflar ediyorsun." Dedi abim gözlerini nezarethanenin duvarlarında gezdirerek. Araya girdim. "Aslında, benim normalim bu. Yani, ben avukatım. Yirmi dört yaşındayım. Şaka değil." Gülümsedi. Kendimi durduramadan devam ettim. "Yine de yanında çocuklaşmak hoşuma gidiyor." Gülümsemesi büyüdü. Beni yeniden kollarının arasına çekti ve sıkıca sarıldı. En sıkısından.

 

"İyi ki geldin, Nilüfer. Bana rağmen iyi ki burada kaldın."

 

Bwn de genişçe gülümsedim. "Sence de çok güzel ve muazzam bir kadın değil miyim? Yani bana taç falan takmaları gerekiyor." Gülüşü soğuk nezarethaneye yayıldı. "Alırım ben sana taç."

 

"Yaa ama böyle en görkemlilerinden, ışıltılılarından al tamam mı?"

 

"Tamam, abicim."

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kollarının arası o kadar güzeldi ki. Hep burada kalmak istiyordum. Abim artık, hayalimdeki adamdan bile daha çok abimdi. Artık, abimi hayal etmiyordum mesela çünkü gerçeğinde her şeyi bulabiliyordum.

 

"Yapmamız gereken bir sürü şey var." Dedi, saçlarımı okşarken. "Ne gibi?" Diye sordum. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra yanıt verdi.

 

"Bisiklet sürmeyi biliyorsundur ama öğretmek isterdim."

 

"Bilmiyor gibi yaparım." Dedim hemen hevesle. "Öğret!" Duraksadım. "Ama arabanda yaptığını yapacaksan kalsın."

 

Bir kahkaha attı. "Nilüfer."

 

"Ne?"

 

"Yok bir şey."

 

"Ya söyle."

 

"Söylersem şımarırsın."

 

"Şımarmam."

 

"Seni Zehirli bir şekere benzetiyorum." Dedi. Kaşlarım kavislendi. "O ne demek?"

 

"Bazen çok tatlı oluyorsun, hatta çoğu zaman. Ama bazen de öyle bir konuşuyorsun ki şeker zehir oluyor."

 

"Bu kötü bir şey mi?"

 

"Bu güzel bir şey. Kendini koruyabilmenden ve savunabilmenden gurur duyuyorum." Dedi. "Bataklıkta açan bir çiçeksin ama bataklıktasın. Yine de çok güzelsin. Şeker gibisin ama istediğin an zehirliyorsun."

 

Şımarabilirdim ama önce söylediklerini düşündüm. Dedikleri hoşuma gitmişti. Zehirli Şeker, kulağa çok hoş geliyordu.

 

"Bir de çok ironik olacak ama şeker hastasıyım." Dedim bezgin bezgin. Güldü. "Şekerin fazlası sana da zehirli, abicim."

 

"Yaa!" Kalbim hoplamıştı. Yüzüne baktım. "Sen böyle romantik romantik konuşmayı nerden öğrendin bakayım!? Yoksa aşık falan mı oldun??"

 

Gözlerini kaçırdı. "Yoo... yani evet... Belki."

 

Ay fenalık geçirecektim şimdi. Ne demek belki? Ben abimi kavanozlayıp yanımda götürmeyi düşünüyordum evlenirken. Bu bana resmen ihanetti ama unutmamak gerekirdi ki ihaneti ilk başta ben yapmıştım. Barış'la.

 

"Sen ciddi misin, abi?"

 

Kafasını salladı. Gözlerim daha kocaman açıldı. Bu gerçekten beklemediğim bir şeydi. "Kim peki? Nerde?"

 

"Asuman." Dedi. Sonra devam etti. "Mardin'de şu an ama aslen Ankaralı." Gözlerimi kırpıştırdım. Söz ettiği kişi hakkında hiçbir fikrim yoktu. "Nasıl tanıştınız ki? Görevde mi?"

 

"Hı-hm."

 

"Ya doğru düzgün anlatsana, o da mı..." sesimi kısarak fısıltıyla devam ettim. "...mitçi yoksa?"

 

"Hayır. Asker o. Teğmen."

 

İkinci bi' şok geliyo bi dakka!

 

"Eğer sen şimdi asker olursan o senin komutanın mı olacak?"

 

"Mite geçmeden önce ben üsteğmendim." Dedi, üçüncü bir şok.

 

"Üsteğmen olarak mı başlayacaksın? Yani eğer askerliğe dönersen."

 

"Albay, rütbemi düşürtmezse evet."

 

"Peki askerliğe dönersen Asuman'la aynı yerde mi olacaksın?"

 

"Evet, buraya gelmeden albayla görüştüm. Beni kendi oluşturduğu timde görmek istediğini söyledi. Zaten sonra yazılı belgesi elime ulaştı. Göstermiştim sana." Evet, göstermişti.

 

"Karar verdin mi?" Diye sordum. Kafasını iki yana salladı. "Daha değil. Düşünmek için zamana ihtiyacım var." Derin bir nefes vererek arkasına yaslandı. "Eskiden olsaydı düşünmeden giderdim."

 

"Ne değişti?"

 

"Çok şey, Nilüfer. Artık ölürsem arkamdan ağlayacak biri var. Ve bunu göz ardı edemiyorum. Zormuş. İnsanların arkasında birilerini bırakıp gitmesi çok zormuş."

 

Gözlerimi kırpıştırdım. Sözyledikleri kalbimi acıtmıştı. Ölme ihtimali kalbimi sarsmıştı. Gitme, demek istesem de yapamadım. "Abi." Diye fısıldadım. "Sen askerlik yaparsan mutlu olacak mısın?"

 

Kafasını usulca salladı. Bu cevabı yeterliydi. "O zaman git." Dedim düşünmeden. Gitme demek istesem de bunun doğru olmadığını biliyordum. "Ben, nerde mutluysan orada olmanı isterim. Hem yalnız olmayacağım ki. Barış var." Yutkundum. "Ama lütfen ölme, olur mu?"

 

"Nilüfer..." dedi bana kırılmış bir camın tüm parçaları içine batmış gibi. "Abim." Ona bakmadım çünkü ağlayacak gibi hissediyordum. "Söz." Dedi.

 

Burnumu çektim. "Ne olursa olsun geri dönmek için elimden gelen her şeyi yapacağım." Ona inanıyordum. Güveniyordum. Beni bir kez daha yüz üatü bırakmazdı. Beni bırakmazdı.

 

"Ne olursa olsun seni beklemekten hiç vazgeçmeyeceğim, abi."

 

🪷

 

Bölüm sonu!

 

Beğendiniz mi bölümü?

 

Düşünceleriniz?

 

Bizim artık asker bir abimiz var🥹

 

Konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Kavuşamadan ayrıldık🥹

 

.

 

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYIN

 

🍭

 

İnstagram; Zeynepizem

 

 

 

Loading...
0%