pamuk eller yıldızlara ve yorumlara💃🏻
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
ZEHİRLİ ŞEKER
BÖLÜM 46
🪷
ÇINAR ILGAZOĞLU
Daha önce hiç aşık olmamıştım. Bir kadına özel ilgi beslememiştim. Hayatıma giren kadınlar yalnızca tek gecelik diyebileceğim türdendi. Çok değil, birkaç kez. Kafam ciddi anlamda bozuk olduğunda. Bunun dışında kadınlar benim için görünmez varlıklardı.
Zaten, pek boş kalmazdım. Görevde değilsem tatbikattaydım, tatbikatta değilsem teşkilattaydım. Eğer ikisinde de değilsem çiftlikteydim. Bir de konak vardı tabi. Oraya uğramamın tek nedeni Lavin ve Volkan'dı. Bana yaşattıkları hayatı yaşamasınlar diye herkesi karşıma alabilecek güce sahiptim artık. Bu yüzden Lavin doktor olabilmişti, amcama kalsa onu evlendirirdi. Bu yüzden Volkan müzikle ilgilenebiliyordu; amcama kalsa onu küçücük yaşına rağmen katil konumuna getirirdi. Ben de amcamın eline kalmıştım. Beni öldürmek istemişti.
Becerememişti.
Ama ben onu öldürecektim. Üstelik canına dokunmadan yapacaktım bunu. Elimdeki dosyayı Halil İbrahim albayın önüne bıraktım ve geri çekilerek hazır ola geçtim. "Seyfi Ilgazoğlu. Kod adı Bejno. Irak, Suriye bağlantıları var. Ele başı Şirwan'la ortak işler yürütmüşler zamanında. 1998 yılında yolları ayrılmış. Nedeni nasılı bilgisi elimde değil. Bu ayrılıktan sonra Seyfi özellikle Diyarbakır, Mardin ve Kilis bölgelerinde aktif. Esnaf olarak ün salmış. Bölge sakinlerince Seyfi Ilgazoğlu parasına ve malına düşkün bir adam. Borçluya borç veren, senetler imzalatan biri. Örgüte de bu şekilde adam kazandırıyor. Borçluyu iyice borca düşürüp çare olarak da dağı gösteriyor. 2014 yılında silah kaçakçılığı işine girmiş, esnaf maskesi altında da işi şimdiye dek kolayca yürütmüş." Dedim ve nefeslenmek için sustum. Ben bunları anlatırken Albay dosyayı inceliyordu.
"İyi güzel de oğlum bu adam senin amcan değil mi? Aynı evde yaşadığın adam değil mi?"
"Evet." Dedim sadece. Yüzünü dosyadan kaldırarak bana baktı. "O zaman sormazlar mı, bu zamana kadar niye tutuklatmadın bu adamı diye?" Konuşmama izin vermedi. "Amcan olduğu için mi? Şimdi ne değişti de karşıma çıkıyorsun bu dosyayla?"
"Bağlı olduğum teşkilatın uzun süredir üzerinde durduğu bir prejeydi Seyfi Ilgazoğlu. Teröre büyük kazanımları olduğu ve kendi büyükleriyle iletişime geçme aracı olarak görülüyordu. Yani bir köprüydü. Bu bilgiler bizce zaten vardı ama eksikti. Son üç yıldır bu dosya üzerinde çalışıyorum. Birçok bilgiyi öyle veya böyle tamamladım sona kalan tek şey bir şahitti ve onu da buldum."
Tek kaşını kaldırdı. "İtirafcı, Seyfi'nin adamı mı?"
Terlediğimi hissettim. "Evet." Dedim. "Aynı zamanda kuzenim. Halamın oğlu Tarık Gür. Dağdakilerle yatıp kalkıyordu. Küçük yaşta gözü boyanan, yap dediklerini yapan biriydi. Seyfi, bu yüzden kendi öz yiğenini kullanmaktan hiç çekinmedi. Ben de çekinmedim."
Kendi kuzenime yaptığım işkenceleri şimdiye dek kimseye yapmamış olma ihtimalim vardı. Seyfi, Tarık'tan bir kukla yaratmıştı. Ben ise o kuklayı da oynatan eli de o elin sahibini de paramparça edecek olandım. Kendi sonunu benimle hazırlamıştı.
Albay, düşünceli bir şekilde yüzüme baktı. Saniyeler sonra konuştu. "Bunca kansızın içinde nasıl oldu da bu şekilde yetişebildin oğlum sen?"
Yutkundum. "Kolay olmadı komutanım." Dedim tüm samimiyetimle. "Ama karşınızdayım işte. Elinizdeki dosya kapanmadan timinize giremeyeceğimi söylemek için geldim."
Albay dosyayı masasına bıraktı. Sonra derin bir nefes aldı ve kafasını usul usul salladı. "Bu dosyayı timdeyken daha kolay yürütebilirsin. Her şey bir baskına bakar."
"Hayır. Amacım yalnızca Seyfi Ilgazoğlu değil. Bir amcam daha var. Temiz olmadığını biliyorum ama hiçbir kanıtım yok. Askerliğe dönersem er ya da geç öğrenecekler ama mitteyken kimliğim güvende." Dedim net bir şekilde. Albay, konuyla alakasız bir şey sordu. "Neden kendi ailene bu denli düşman oldun?"
"Annemi öldürdüler." Gerçi annemin dosyasını incelemiştim. Katil bulunamamıştı. Seyfi'nin cenazeye gitmesi tüm şüphelerimi ona yöneltiyordu. Biliyordum, katil onlardan biriydi. Yüz ifademi bozmadım. "24 yıl öz kardeşime hasret yaşadım. Şimdi ne yapıyorsam kardeşim için yapıyorum."
"Devletin peki?"
"Kardeşime yapılan yanlış devletime yapılmıştır, komutanım. Biz bu devleti sadece toprağına el değmesin diye değil analarımız bacılarımız rahat yaşasın diye de koruyoruz."
"Aferin aslanım." Dedi. "İstediğin izni onaylatacağım. Bir gün yardıma ihtiyacın olursa..." demişti ki kapı iki kez tıklandı ve içeri Devrim girdi. "Komutanım, tim hazır." Albay, gülümsedi ve gözleriyle bana Devrim'i gösterdi. "Hazır olacaklar."
"Sağ olun, komutanım." Dedim saygıyla. Albay, Devrim'e döndü. "Her şey tamamsa çıkın aslanım."
"Emredersiniz, komutanım!" Dedi bağırarak. Eski günlerimi anımsadım. Yüzbaşı olabilirdim... içli bir nefes aldım. Devlet nerde ihtiyaç duyduysa oraya gitmiştim. Pişman değildim. Devrim'in çıkmasını beklerken bana doğru hafifçe döndü. "Arkadaş bizimle gelmiyor mu komutanım?"
Burnumdan sert bir nefes verdim. "Nasip, yüzbaşım." Dedi Albay. Gülümsememek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Devrim çıkmadan kafa selamı verdi ve odadan ayrıldı. O, odadan çıktığında albay bana dönmüştü. "Eskiden, üsteğmenmişsin."
"Evet komutanım."
"Mit'te yaptığın görevleri ve başarıları gördüm. Bizi yanıltmamış olman güzel." Dedi. Ardından sordu. "Eskiden Selim Albayın şu belalı timinde miydin?"
Belalı demesinin sebebi yer aldığım timde benim gibi adamların olmasıydı. Namımız bir ara yer gök inletmişti.
"Evet komutanım."
"Yakından tanırım. Seni sormak için aradım Selim albayı, bana sinir kontrolünde iyi olmadığını söyledi." Gözlerimi kırpıştırdım. Yani tamam siniri yükseklerde biriydim ama şimdiye dek hiçbir görevimi tehlikeye atmamıştı bu durum. "Selim albayım söylediyse doğrudur komutanım." Dedim el mecbur. Burası rütbelilere karşı kendimi savunabileceğim bir mecra değildi. Hele Selim albaya karşı hiç değildi.
Halil İbrahim Albay güldü. "Güzel. Şimdi seni kendi timimde daha çok görmek istiyorum, asker." Dosyayı masanın önüne doğru uzattı. "Bu meseleyi bir an önce hallet ve evine dön."
Uzattığı dosyayı almadan önce elimi alnıma götürdüm ve selam vererek konuştum. "Emredersiniz komutanım!" Dosyayı aldım, çıkmadan saygı selamımı verdim ve kapıya doğru döndüm. Çıkacakken seslendi. "Üsteğmen!"
Hazır olda Halil İbrahim albaya doğru geri döndüm. "Emredin komutanım!"
"Bir time üç üsteğmen fazla. Geri döndüğünde şu rütbe işini konuşalım." Anlık olarak duraksamış olsam da bozuntuya vermedim. Söylemem gerekeni söyledim. "Emredersiniz komutanım."
Odadan çıktığımda derin bir nefes alma ihtiyacı duymuştum. Elimdeki dosyayı rulo haline getirerek avucumun içine hafif hafif vurdum. Düzlüğe son bir adım kalmıştı.
"Asker!" Baştan sona uyarıldım. Anında hazır ola geçerken karşımda Asuman'ın babasını görmek- hayır hayır Binbaşını görmek içimi ürpertmişti. "Emredin komutanım!" Çatık kaşlarıyla tam önüme gelip durdu. Birkaç saniye bakıştık. Aniden elini kaldırarak yaralı koluma geçirdi. "Kolun nasıl oldu evlat?"
Yediğim darbeyle kendimi zar zor kontrol altına almışken konuştum. "İyi, komutanım."
İzin verirseniz.
Adam içimden geçirdiğimi duymuş gibi iyice kaşlarını çattı. Birkaç kez aynı yere hafif hafif vurdu. "Güzel güzel." Dedi. "İyi ol ki sonradan bir bahanen olmasın." Bir şey söylememe izin vermeden önümden çekip gittiğinde kıpırdamadan olduğum yerde donmuş gibi kaldım. Sonra zorlukla yutkundum.
Başıma aldığım işin büyüklüğü boğazıma takıldığı için yutkunmak zor oldu. Salak gibi koridorun ortasında dikilmeyi keserek yürümeye başladım. Mardin'in İl jandarma komutanlığındaydım. Buraya asıl gelme sebebim Asuman'dı ama onu henüz görememiştim. Halil İbrahim albayın şehirde olması işimi kolaylaştırmıştı. Böylelikle bir daha Ankara'ya gitmek zorunda kalmamıştım.
Dışarı çıkar çıkmaz arabama doğru ilerledim. "Çınar!" İsmimi duymak sola dönmeme neden oldu. Devrim bana doğru geliyordu. Arkasında da timden birkaç adam vardı. Tam tehçizat giyinmişlerdi. Göreve çıkıyorlardı. Bahçenin ortasında zırhlı araç bekliyordu. Devrim önümde durduğunda tek kaşımı kaldırarak ona baktım.
"Tatilin uzasın diye kolunu bahane etmiyorsundur umarım." Dedi şüpheli bir şekilde. Ona ters ters baktım. "Tatilde değilim. Görevdeyim. Ama senin bildiğin görevlerden değil."
Gözleri biraz daha kısıldı. "Bilmediğim bir görev mi?" Diye sorguladı. Bunalmış bir şekilde konuştum. "Halil İbrahim albayına sormaya ne dersin? O sana açıklar."
Nah açıklar. Dosyamda gizlilik yasası vardı. O yüzden bu konuda rahattım.
Devrim, burnundan sert bir nefes verdi. "Albayın teklifini kabul ettiğine göre öyle ya da böyle geleceksin time." Genişçe sırıttı. "Az önce Ergun Binbaşımı gördüm." Dediğinde dişlerimi birbirine bastırdım. "Asuman'ın babası olan Ergun binbaşı." Biraz daha bastırdım.
"Kardeşim derdin ne?" Diye sordum açık açık. Omuz silkti. "Ne derdim olacak? Bir an önce gel ki biz de eğlenelim."
"Ne diyorsun amına koyayım ya?"
"Hop hop! Senin karşında yüzbaşın var asker! Ne biçim konuşuyorsun?" Boğazına sarılma isteğimi yok ettim ve gülümsemeye çalıştım. "Henüz timde değilim. Tepemi attırma."
"Tepen şimdi atsın, sonra zor olur kardeşim." Dedi ve koluma vurdu. Yaralı koluma. Yaranın olduğu yere. Bile bile. Yeterince sabrettiğimi düşünerek yakalarını kavradım. "Lan sizi bana sayıyla mı veriyorlar!? Alın götürün lan kolumu! Ne uğraştınız amına koyayım!"
Devrim, tepkime güldü. Lan bak! Çakacaktım şimdi kafayı! Albay vardı, binbaşı vardı. Sakin olmak lazımdı.
"Ne oluyor orda!?"
İçten içe küfrederek Devrim'in yakalarını bıraktım ve kapının önünde duran Ergun Binbaşına doğru döndüm. Devrim koluma vurdu. YİNE.
"Bir şey yok komutanım! Arkadaşla tanışıyoruz." Dedi bir de. Ergun binbaşı sadece beni göz hapsine aldı. Birkaç saniye baktı. O birkaç saniye canımdan can aldı. Sonunda arkasını dönüp içeri girdiğinde derin bir nefes aldım. "Belamı sikecek sandım."
"Zaten sikecek." Dedi Devrim neşeyle. "Bunlar iyi günlerin, tadını çıkar. Sonra doğduğuna doğacağına pişman olacaksın." Bir şey diyemedim. Haklıydı, puşt.
"Komutanım! Araç hazır." Timinden birinin söylediği bu cümleyle şükrettim. Ben bu adamın emrinin altında nasıl çalışacaktım amına koyayım? İki dakika tahammül edememiştim. Devrim, konuşana seslendi. "Geliyorum, geçin siz." Dediğinde konuştuğu kişi sesini yükseltti. "Araç! Bin!" Etraftaki askerler sırayla araca binmeye başladı.
"Çınar." Kaşlarım çatıldı. "Ne istiyorsun lan!? Defol git işte görevine!" Diye yükseldim kendime hakim olamayarak. Elini omzuma koydu ve hafifçe sıktı. "Time girdiğinde." Dedi, alaylı ifadesi yok oldu. "Sadece binbaşımdan değil benden de çekeceğin var aslanım."
"Sen ne alaka lan!?"
"Ee, bizden Asuman almak kolay değil. " Omzumdaki elini ittim ve yüzüne yaklaştım. "Devrim. Ben size bir şey vermedim almam da."
Güler gibi bir nefes verdi. "Kuyruğunu bacaklarının arasına sokup kaç istersen bir de?"
Gözlerimi kıstım. "Asuman, senin, sizin bana verebileceğiniz bir mal değil. Benim durduğum yer belli. Asuman'ın durduğu yer de belli. Olur derse oluruz, yok olmayız derse susar kenara geçerim." Dedim dik dik gözlerinin içine bakarken. Kafasını usulca salladı. "Olur da dese olmaz da dese binbaşım senin canına okuyacak, aslanım. Sonradan bir yanlışın olur diye önlem alıp Binbaşımın taktiğini kullanarak ben de canına okuyacağım." Gözleriyle aracı gösterdi. "Onlar da okuyacak." Dedi. "Biz aramıza yabancı kabul etmeyiz. Aramızda bir yerin olsun istiyorsan bize bu isteği göstereceksin."
Bir şey söylememe izin vermeden zırhlı araca ilerledi. Açık kapıdan içeri girdiğinde sürgülü kapı kapandı ve araç çalıştı.
Yumruklarımı sıktım. Hiçbiri umurumda değildi. Ben görevimi yapacaktım. Aralarında olmakla ilgilenmiyordum. Sadece Asuman'la ilgileniyordum. Bu yüzden düşünmeyi keserek arabama binmek için hareketlendim. Kapıyı açacakken gözüme N♡Ç harfleri ilişti. Görmüş olmalıydı. Bu yüzden üstüme üstüme gelip durmuştu.
Dangalak herif.
Arabama yerleştim ve telefonu kulaklığa bağladıktan sonra Nilüfer'i aradım. Bahçeden çıkıp düz yola geçtiğim sıra Nilüfer telefonu açmıştı. "Abi! Nerdesin sen Allah aşkına! Seni 50 kez aradım! Neden açmadın?"
"Bir sakin olacak mısın, abicim?"
"Sakinim ben! İşim var deyip gitmek ne demek oluyor? Vural senin arkadaşın değil mi? İhanet bu yaptığın!"
"Akşam düğünde olacağım Nilüfer." Dedim sakince. Kendi kendine bir şeyler mırıldandı. "Of! Sen benim düğünüme de geç kalırsın kesin!"
Boynumdaki damarın attığını hissettim. "Ne düğünü kızım!? Dünkü çocuksun sen daha! Düğünmüş!"
"Yirmi dört yaşındayım ben!"
"Sus. Abine laf yetiştirme!"
"Asıl sen sus, ayı!" Diye cırladı. Derin bir nefes aldım. "Abicim, oraya gelirsem saçını başını yolarım senin."
"Ayol de, bir de istersen?"
"Nilüfer!"
"Ne!?"
"Kızım beynimi yedin! Niye aradığımı unuttum!"
"Bir şey olmasa aramazsın yani? Uzakta olunca hiç aramayacaksın öyle mi abii?"
"Kapat Nilüfer." Dedim ve kulağımdaki kulaklığı alıp bir tarafa savurdum. Camı sonuna kadar açıp nefeslendim. İnadıma yapıyordu sanki. "Yok, kesin inadıma yapıyor." Dedim ve vitesi arttırdım.
Aklıma nezarethanedeyken Barış'ın söyledikleri geldi. Nilüfer'i seviyorum dediği kısmı. Gözlerim kısıldı.
Nilüfer, aşık olmuştu. Kardeşim dediğim adama. Aralarında uzun zamandır bir şeylerin olduğunu biliyordum. O ikisini görmemek mümkün değildi zaten. Yine de keşke Barış'ı biraz daha yumruklasaydım keşke. Tanık olduğum kadarıyla kardeşime benden bile iyi davranıyordu ve bu benim ayarlarımı bozuyordu.
Kendi kendime adamla yarışa girmiştim. Benim yapacağım şeyler değildi bunlar. Dengem alt üst olmuştu.
Ama.
Hoşuma gitmişti. Nilüfer'in benden onay istemesi. Normalde, kimse karışamaz bana der, geçer kenara aşkını yaşardı. İlk başlarda durum ikimiz için de böyleydi. Biz galiba artık gerçekten abi kardeş olmaya başlamıştık. Askerliğe dönmek için onun fikrini çok önemsemiştim. Hayatımdaki bütün kararları kendim vermiştim şimdiye dek ama artık eskisi gibi değildi.
Onaylanmak istiyordum. Başarımın sonunda tebrik edilmek. Bir ailede olması gereken hisler... Gerçek bir aile.
Kardeşim. Canım.
Bu akşam Vural'ın düğünü vardı. Çocukken Barış ve Vural'la oyun oynardım. Gerçi bizim oyunlarımız yaramazlıklarla dolu olurdu genelde. Ne bileyim topla cam falan kırar sonra kaçardık. O konağın içindeyken yaramazlık yapamazdım. Daha doğrusu yapmak istediğim şeyi yapamazdım. Yaptırmazlardı. O yüzden dışarısı bana her şeyi yapabilecek özgürlüğü tanırdı.
Her zaman dışarı çıkamazdım. Çıkartmazdılar. Kaçardım ben de. Dayak yiyeceğimi bile bile. Özgürlüğün sonunda yediğim hiçbir dayağa ağlamazdım. Çünkü, değerdi.
Nilüfer, belki dayak yememişti ama anlattıkları ve gözlerinde gördüklerim ona kalkan olma isteğimi körüklüyordu. Yaşadığı her acıyı sırtlanmak istiyordum.
Anında vicdan yaparken elim telefona gitti. Ben eskiden böyle bir adam değildim aslında. Yeniden Nilüfer'in üzerine tıkladım. Çaldı ama açmadı. "Bu sefer kesin inadıma yapıyor!" Derken neredeyse direksiyonu sökecektim. Hazır yumuşamışken açmaması tamamen onun suçuydu. Yeniden aradım bu sefer ilk çalışta açtı. "Buyurun? Kime bakmıştınız? Burada Nilüfer adında bir kardeşiniz yok da."
Gurur falan demeyecek arabayı kenara çekecek sonra da kaldırım köşesine çökecek zırıl zırıl ağlayacaktım yemin ederim. Öyle bir psikolojideydim şu an. "Allah'ım acı şu kuluna artık. Delirmeme ramak kaldı bak."
"Noldukine?"
İstemsizce güldüm. Delirmeme gerçekten ramak kalmıştı. "Nilüfer. Canım kardeşim. Güzelim benim. Kafayı mı yiyeyim istiyorsun, ha güzelim?"
"Güzelin miyim gerçekten?" Diye sorduğunda sakince nefeslendim. "Güzelimsin."
"Yaa, tamam o zaman, Nilüfer geri geldi. Ne oldu abicim?"
Çok şükür.
"Sana para atacağım birazdan. Gidip takı falan bir şey al."
"Ben kendi takımı aldım bir kere!" Dedi sinirle. "Kendine değil kızım, bana!"
"Ne demek sana!? Çocukluk arkadaşına takacağın takıyı bana mı aldıracaksın?"
"Almaya vaktim yok. O kadar yoğunum ki anlatamam." Dediğim sıra bir çiçekçi gördüğüm için arabayı park etmiş aşağıya inmiştim bile. "Of abi. Ne alacağım?" Diye sordu. Almayı kabul etmişti. Canımın içi.
"Bilmiyorum, Nilüfer. Anlamam ben böyle şeylerden. Al işte bir şey."
"Neyi anlamıyorsun, abi? Altın alacağım işte. Çeyrek mi alayım yarım mı alayım?"
Biraz düşündükten sonra cevap verdim. "Altın bir saat al Vural'a. Sema'ya da bilezik falan bir şey al, işte."
"Oha!" Diye cırladı. "OHA AMA!"
"Ne oldu? Az mı?"
"Ne demek az mı abi? Para mı sıçıyorsun sen?"
"Len, düzgün konuş abinle."
"Of! Onlara, bunları alıyorsan bana ne alacaksın? Kuyumcu dükkanını mı?"
"İstiyorsan?"
"Ya yürü git ya! Bu kadar kazanıyor olamazsın!"
"Birikimim var." Dedim sakince. Ben genelde harcama yapmazdım kendime. Çocukların okul masrafı dışında da bir giderim yoktu. O yüzden maaşımı bankada tutuyordum. Böyle zamanlarda lazım oluyordu. Ayrıca çiftlikten gelen yüklü bir para da vardı. Allah'a şükür iyi işliyordu, turistlik açıdan kazancı çoktu. "Hem Vural benim kardeşim. Düğün için çok masraf yaptılar. Az bile."
"Tamam abi, sen nasıl istersen." Dediğinde genişçe gülümsedim ve çiçekçiye kırmızı gülleri işaret ettim. "Teşekkür ederim, abicim. Akşam görüşürüz."
"Görüşürüz." Dedi küskün küskün.
"Geç kalmayacağım."
"Umarım." Dedi. Keyifsizce kapatmasını istemediğim için sordum. "Elbiseni giyindin mi?" Cansız sesi hemen neşelendi. "Evet! Ay abi! Elbisemi görmen lazım çok güzel."
Şu kısa(!) olan elbise. Tabi. Görmem lazım. "Prenses gibi oldum." Dediğinde gülümsedim. "Tacını gördün mü?"
"Ne tacı?"
Görmemiş.
"Odada. Komodinin üstüne bırakmıştım."
"Aa, o kutu benim miydi?" Diye sordu heyecanla. "Evet." Diye yanıtladım onu. Not bırakmayı düşünememiştim. Ne bileyim görünce açar diye düşünmüştüm ama şimdi onunla aynı odada kalırken de hiçbir eşyamı karıştırmadığı hatta elini dahi sürmediği gelmişti aklıma.
"Bir dakika." Dedi hemen. Nefes seslerinden koştuğunu anlayabiliyordum. "Başka bir şey var mı abi?" Diye sordu o sırada çiçekçi kırmızı güllerle dolu buketi bana uzatırken. "Eyvallah." Dedim ve çiçeğin parasını ödeyerek elimdeki çiçekle dükkandan çıktım. Bir kendime bir de çiçeğe baktım.
Hiç olmayacak şeyler.
Ben böyle bir adam değildim aslında.
"ABİİİ!" Telefonu kulağımdan çektim ve duyup duymadığımı anlamak için elimi şıklattım. Duyuyordum. Telefonu kulağıma yasladım. "Abi, bu çok güzel! Çok çok güzel! Bak şimdi tam prenses oldum!" Görmek istesem de akşama ertelemek zorundaydım şu an. "Beğendin mi?"
"Çok. Düğünde bunu takacağım!!" Güldüm. "Düğün için uygun olur mu?"
"Of doğru, ışıltımdan gözleri kör olur insanların." Ekledi. "Bende evde takarım." Dedi sevinçle. Arabaya geçerken konuştum. "Tamam birtanem. Dikkatli ol. Mesude'nin yanından ayrılma. Kapatıyorum şimdi."
"Tamam, öptüm." Dedi ve öpücük sesleri gelmeye başladı. Gülüşüm büyüdü. Canımın içi.
Telefonu kapattığımda yüzümdeki gülümsemeyle çiçeği sağ koltuğa bıraktım ve arabayı çalıştırdım.
İstikametim Asuman'dı.
Hızı arttırdım ve yarım saat içinde hastaneye varabildim. Arabayı park ederek dışarı çıktım. Sonra çiçeği unuttuğumu fark ederek geri döndüm. "Aşık mı olduk salak mı olduk belli değil anasını satayım ya," diye söylenerek çiçeği alırken etrafı kontrol etmeyi de ihmal etmiyordum. Herhangi bir askere -binbaşına haber uçuracağı için- rastlamak güvenli değildi.
Mit yeteneklerimi kullanarak içeriye kimseye görünmeden girmeyi başardım. Asuman'ın olduğu kata çıktığımda ise artık daha temkinliydim çünkü kapıda nöbet bekleyen askerlerin olduğunu biliyordum.
"Camdan tırmanarak mı girsem acaba?"
Yapamayacağım şey değil ama biri görürse başım birazcık yanabilirdi. "Çınar oğlum! Saçmalama! Bir binbaşından korkuyor olamazsın!" Diyerek kendimi cesaretlendirdim ve bir bismillahla koridoru döndüm. Döner dönmez iki askerle göz göze gelmem hiç sıkıntı değildi.
Gerçekten. Umarım değildir.
Bir ara bir doktoru bayıltıp doktor şeklinde odaya girmeyi düşünmüştüm ama bizde devletin adamına ters yapmak olmazdı. Hem çiçekleri götüme mi sokacaktım? Ne yapacaktım?
Boğazımı temizleyerek kendimi toparladım ve kapının önüne kadar düz ifademle devam ettim. Askerlerden biri bana sorguyla baktı. Konuşacağım sırada diğeri bana sorguyla bakan askeri uyararak kapıdan çekildi. "Buyurun komutanım."
Komutanım mı?
Özlemişim. Ünümüz, sanımız ne çabuk yayılmıştı. Şaşırmıştım açıkcası. Çünkü şu an time gireceğimi albay ve Devrim dışında kimse bilmiyordu. Tabi bir de Nilüfer dışında.
İkisine de kafa selamı vererek içeri girdim. Odadaki minik koridoru döner dönmez Asuman'la karşılaşacaktım. O yüzden dikleştim, çiçekleri göğsüme doğru aldım ve üç adım attım.
İşte ordaydı.
O... uyuyordu.
Göğsümün inip kalmasına neden olacak şekilde derince bir nefes aldım. Kıvırcık siyah saçları yastığa serilmişti. Elinin birisi karnının üzerindeydi ve pike de karnına kadar örtülüydü. Kollarındaki morluklarda göz gezdirdiğimde otomatik olarak dişlerim birbirine sıkıca yaslandı. Sigara izmaritinin kollarında bıraktığı yaralar henüz iyileşmemişti.
Usul adımlarla ona doğru yürüdüm. Tam yanında durdum. Sağ kaşının üstünde dikişler vardı. Yüzü kan içinde değildi artık. Dudağının kenarındaki kabuk bağlamış yara ve çenesinde mora dönmüş iz zorlukla yutkunmamı sağladı.
Onu incelemeye devam ettim. Kıvrımlı ve dolgun dudaklarında takılı kaldı gözlerim. Rengi solmuştu ki bunun nedeni aldığı ilaçlar olmalıydı. Buraya gelmeden başhekimle konuşsaydım keşke. Gerçi durumunu önce kendisinden duymayı istemiştim ama uyuyacağı ihtimali aklıma gelmemişti.
Çiçekleri hemen yatağın kenarında olan sehpaya bıraktım. Not yazdırmamıştım. Görünce anlar mıydı acaba? Buraya kadar gelmişken onunla konuşamadan dönmek canımı sıktı.
Uyandırmaya da -gözlerim yüzünde dolaştı- kıyamazdım. Dağdaki o hırçın haline göre şu an oldukça masum görünüyordu. Elim istemsizce ona doğru yaklaştığında kendimi durdurmadım ve yüzüne dökülmüş bir tutam saçı kenara itmek gibi bir hatada bulundum.
Bu bir hataydı çünkü uyanmıştı.
Gözlerini kırpıştırarak bana baktığında elimi hızla geri çektim. "Çınar?" Diye soludu uykulu ve halsiz bir tonlamayla. Bir an ne diyeceğimi bilemediğim için öylece kalsam da sonunda kelimeler dudaklarımdan döküldü.
"Uyandırmak istememiştim." Gözlerini bir kez daha kırpıştırdı ve ellerini kullanarak yatakta hafifçe doğruldu. "Sen... gelmişsin." Dedi şaşkın şaşkın. Gözlerinin içi parlıyordu sanki. Bilmiyordum belki de yanlış yorumluyordum ama parlıyordu işte. Yemyeşildi. Acı yeşil.
"Geldim." Dedim. Gülümsediğinde derin bir nefes aldım. İşte buna sigara yakılırdı. "Gelmeyeceğini düşünmüştüm." Dedi, sonra boğazını temizledi ve saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Uyanmasaydım öylece gidecek miydin?"
"Evet." Dedim bir an aptallık ederek. "Yani..." yalan söyleyemedim. "Evet. Gidecektim." Dediğimde bakışlarını kaçırdı. "Neden?" Diye sordu. "O zaman gelmiş olmanın ne anlamı var?"
"Benim için var."
"Benim için peki?"
"Yok mu?"
Bana baktı. "Geldiğinden haberim yokken nasıl anlamı olabilir?" Diye sordu kızar bir tonlamayla. Boğazımı temizledim. "Sadece, uyundırmak istemedim." Dedim bu işin için çıkamayacağımı anlayınca.
"Gerçekten, öyle bir şey yapsaydın sana acayip küfrederdim." Diye mırıldandı. Gülümsedim. Çok tatlıydı. Girdiğim transtan çıkmak için gözlerim bir kaçış yolu aradı. Çiçekler! Hızlı davranarak onları elime aldım ve Asuman'a uzattım. "Al. Sana!"
Bir anda uzattığım için irkildi. Şaşkınca çiçeklere baktıktan sonra gülümsemeye çalışarak konuştu. "Çok naziksin."
O çiçekleri alırken benim elim enseme gitti. "Daha önce hiçbir kadına çiçek almadım." Gözlerini kaldırarak bana baktı. "İnan ki belli oluyor." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu his de neydi? Utanç falan mıydı!? Daha neler! Asuman, çiçeklerine birkaç saniye baktıktan sonra bana geri döndü. "Teşekür ederim. Çok güzeller."
"Rica ederim." Dediğimde sordu. "Gerçekten daha önce hiçbir kadına çiçek almadın mı?"
"Almadım." Bu bir yalan değildi. Çok küçükken anneme tarladan bahçeden topladığım çiçekleri götürürdüm ama bu sayılır mıydı emin olamadım. Onu anımsadığım için kalbim harlandı.
"Bana da daha önce kimse çiçek almamıştı." Dedi gözlerini kaçırarak. Kaşlarım havalandı. İlklerimizi yaşatmıştık demek ki birbirimize. Kırmızı güllerde göz gezdirdi. Kendimi tutamadan konuştum. "İstediğin kadar alabilirim." Gülümsediğini gördüm ama dudaklarını birbirine bastırarak gülümsemesini saklamaya çalıştı. Yanakları al al olmuştu.
"Yüzünde güller açıyor." Dedim ona takılarak. Oflayarak kıkırdadı. İletişimimiz modernleşmişti galiba. Küfür falan etmiyorduk ne bileyim. Derin bir nefes aldım ve aklımdaki soru işaretlerini gidermek için sordum. "Nasılsın?" Haberini sürekli almıştım ama kendisinden duymak farklıydı. "Hiç iyi değilim." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Neden?"
"Tim bensiz göreve çıkıyor ben burada yatıyorum! İnanabiliyor musun? Resmen şaka gibi."
Kaşlarım eski halini aldı. Burnumdan sert bir nefes vererek güldüm. "Önce iyileşmelisin."
"Ben iyiyim zaten. Kaç gündür buradayım ve dışarı bile çıkamıyorum Çınar. Sıkıntıdan patlayacağım artık. Üstelik bu akşam Ankara'ya götürecekler beni." Dedi sitemle. "Hayır bir de gidip oradaki hastanede yatacağım. Sanki burası yetmiyormuş gibi."
"Güvenlik için." Dediğimde bana ters ters baktı. "Umurumda değil." Diyerek çiçeğine sarıldı ve çatık kaşlarla ona aldığım güllerini izledi. İçindekileri tutamıyormuş gibi bana geri döndü. "Ayrıca seni aradıktan sonra neden beni geri aramadın?"
"Aramamı mı bekledin?"
"Evet." Duraksadı. "Yani... of evet. Bana söz vermiştin."
"Aksini mi söyledim?" Ters ters baktı. "Neden bu kadar sakinsin sen? Hiç yakıştıramadım yani." Sinirleri tepesindeydi anladığım kadarıyla ama bence haklıydı da. Günlerce ben de bu yatağa mahkum edilsem hafiften tepem atardı. "Aslında dün gelecektim ama bazı nedenlerden ötürü bugüne kaldı." Dedim.
Nedenler, Barış'ın beni nezarethaneye atmasıydı. Gerçi Nilüfer sonradan çıkmamı istemişti ama kabul etmemiştim. Kırdığım kalbini sonuna kadar telafi etmeyi istemiştim çünkü. Yirmi dördüncü saatin sonunda çıkar çıkmaz Barışlara geçmiş bir duş almış ve Nilüfer'le vedalaşarak evden ayrılmıştım. İşte şimdi de buradaydım. "Seni aramak istedim ama gelip görmek daha doğru hissettirdi."
Özellikle gözlerine bakmak.
Kafasını usulca salladı. "Hemen mi gideceksin?" Diye sorduğunda kafamı belli belirsiz salladım. "Bir saate çıkmam gerekiyor. Akşam düğünümüz var." Kaşlarını kaldırdı. "Düğününüz mü?"
"Yakın bir arkadaşım evleniyor. Yanında olmalıyım."
"Anladım." Dedi fısıltıyla. Gözlerinin bileğime takıldığını fark ettiğimde bileğime baktım. Bileğimde beyaz bir toka vardı. Nilüfer'in tokası. "Kardeşimin." Dedim açıklama ihtiyacı duyarak.
Nilüfer düşürmüştü ve ona çaktırmadan yerden alıp geri vermemiştim. Bir sürü tokası vardı. Eksikliğini hissetmezdi herhalde. Gerçi eşyalarına inanılmaz bir bağımlılığı vardı. Bunun nedeni büyük ihtimalle istediği her şeye zamanında sahip olamamasıydı. Oyuncaklara, elbiselere, renk renk tokalara... Nilüfer'in bu tarz eşyaları olmamıştı.
Şimdi, istediğini elde edebilecek bir kadın olmuştu ve rengarekti. Her anlamda. Renkleri solmasın diye elimden gelen her şeyi yapacaktım.
Annem, ona içinde oldukları şartlara rağmen değer vermeyi öğretmişti. Dişlerimi birbirine bastırdım. Kardeşime istediği her şeyi vermek boynumun borcuydu.
Asuman, minik bir gülümseme sundu. "Hangisinin?" Ona 3 kardeşim olduğunu söylemiştim, hatırlıyordu demek ki.
"Nilüfer'in." Dedim. "Öz kardeşimin." Gözlerimin içine baktı. "İsmi çok güzelmiş."
"İsmini ben koydum." Dedim hemen. Bu ayrıntıyı ona neden söylediğim hakkında bir fikrim yoktu. "Diğer kardeşlerin peki?"
"Onların adını anneleri koydu." Normalde asla izin verilmezdi böyle bir şeye bizim ailede ama tüm gücümle bunun için uğraşmıştım ve başarılı da olmuştum. Annem benim adımı Emre koymuştu, ama izin vermemiştiler Emre olmasına. O yüzden Çınar olmuştu.
Annem bana hep Emre derdi, o gittikten sonra kimse demedi.
"Lavin ve Volkan." Dedim açıklayarak. "Kardeşlerinle tanışmak isterdim." Dediğinde dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. "Tanıştırırım."
"Peki..." dedi sorup sormamak arasında kaldığını belli ederek. "Senin annen?"
"Öldü." Gözlerimin içine baktı. "Başın sağ olsun." Dedi samimiyetle. "Dostlar sağ olsun." Dedim. Eskiden bana annemi sorduklarında yok derdim. Öldü mü, diye sorardılar cevap veremezdim. Hayır, o kızıyla yaşıyor diye geçirirdim içimden. Böyle olacağını bilememiştim ki.
"Çınar, özür dilerim. Ben bilmiyordum." İfadelerimi saklayarak ona gülümsedim. "Özür dilemene gerek yok, Asuman." Gülümsemem büyüdü. "Şahsi olarak tanışmadım ama anneni o gece görmüştüm. Sana değer veriyor."
Alaylı bir şekilde göz devirdi ve konuştu. "Yalnızca ölmek üzereyken." Dedi. Fısıltıyla devam etti. "Ya da ölünce."
"Aranız iyi değil mi?"
Kafasını belli belirsiz salladı. "Eğer iyi olsaydı burada olurdu. Ama yok, yalnızım. Gördüğün gibi."
Onu birkaç saniye izledim. Bunalmış ve sıkılmıştı. O gece ağlayan kadının şimdi burada olmasını beklerdim. "Asuman." Dedim. Gözlerimin içine baktı. "Hm?"
"Seni kaçırmamı ister misin?"
"Ne?"
Bence de ne aslanım.
"Yani... evet işte seni kaçırmamı istemez misin?"
Dudakları açılıp kapandı. Sonra derin bir nefes alarak kafasını aşağıya yukarıya salladı hızlıca. "İsterim! Evet! Olur! Çok isterim!" Dedi peşpeşe.
Oğlum yakacaksın kendini, dedim kendi kendime... sonra yeşil gözlerine baktım, değerdi.
"Önce doktorunla konuşayım."
"Konuşma! Gerek yok Çınar. Gerçekten iyiyim. Yarım saat bile olsa bana yeter. Lütfen, çıkar beni buradan."
Sen iste.
Saçlarımı karıştırdım. "O zaman şey yapayım, sana tekerlekli sandalye falan bulayım. Evet. Tekerlekli sandalye bulayım." Dedim saçma sapan şeyler söyleyerek. Üzerindeki pikeyi itti. "Yürüyebilirim." Dedi ve ayaklarını yataktan aşağıya sarkıttı. Ona doğru yaklaştım. "Emin misin?"
"Evet." Bir an duraksadı ve endişeyle gözlerimin içine baktı. "Çınar, babam çok kızar." Yutkundum. "Bence daha çok ağzıma sıçar." Dedim ölümüne gülümseyen biri gibi.
"Gitmeyelim o zaman." Dedi hâlâ bana endişeyle bakarken. "Gitmiyoruz zaten. Seni kaçırıyorum. Hem de Antep'e."
"Dur ne?"
"Duydun."
"Çınar, babam-"
"Başlarım babana!" Dedim ve ona doğru eğildim. Eğilir eğilmez de kucağıma aldım. Dudaklarından küçük bir nida koptu. "Çınar."
"Sarıl boynuma." Söylediğimi anında yerine getirerek sıkıca boynuma sarıldı. "Kapının önündekilere ne diyeceğiz?" Diye sordu panikle. "Kesin babama söylerler."
"Selam da söylesinler."
"Çınar! Yürek mi yedin!?"
Yüreği değil de boku yiyecektim bu gidişle. Yine de umurumda değildi. Asuman'ı burada tek başına bırakmak istemiyordum. Benimle kaçmayı o kabul etmişti ve gerisi umurumda bile değildi. Durumu hastanede kalacak kadar kötü sayılmazdı. Ayrıca Lavin, tıp okuyordu. Bir şey olursa yardım ederdi.
Yüreyeceğim sırada heyecanla bağırdı. "Çınar! Dur! Çiçeğim! Onu da alalım!"
Vakit kaybetmemek için "Ben sana yenisini alırım." Dedim. Kafasını iki yana salladı. "Olmaz, o ilk gülümdü."
Geri döndüm ve Asuman'ı bırakmadan yatağa ulaşabileceği şekilde eğildim. Gülünü aldı ve kucağına koyduktan sonra yeniden bir elini boynuma sıkıca doladı.
Doğruldum.
Buyük ihtimalle bu son doğruluşumdu.
🪷
Bölüm sonu!!
Beğendiniz mi??
Düşünceleriniz?
Çınar'ın Asuman'ı kaçırdığını öğrenen Ergun Binbaşının tepkisi ne olur sizce?
Dlckşdkxl
Ay sonraki bölüm düğün olacak!
Çok eğleneceğiz😈
💃🏻
VOTE
VE
YORUMU
UNUTMAYIN
Sonraki bölümde görüşmek dileğiyle😘
🍭
İnstagram; Zeynepizem
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
91.09k Okunma |
10.44k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |