Pamuk eller yıldıza ve yorumlara
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
BÖLÜM 47
🪷
Aynada kendime son kez bakma ihtiyacı duydum. Üzerimde pudra pembesi bir elbise vardı. Göğüslerimin üzerinden kalp formluydu ve 85 numara göğüslerim oldukça seksi bir görüntü sağlıyordu. İplik askılıklar omuzlarımdan her an düşecekmiş gibi dursa da elbise bedenime tam otuduğu için herhangi bir rezillik yaşamama imkan yoktu. İnce belimi sarıp sarmalayan elbise aşağıya doğru indikçe kabarıyordu. Abime kısa bir elbise giyeceğimi söylemiştim ama hiç de kısa bir elbise değildi bu. Boyu dizlerimin altındaydı.
Elbiseyi ilk gördüğümde çok tatlı bulmuştum ama üzerimde tatlı değil garip bir şekilde seksi duruyordu. Bir kez daha göğüslerimde dolaştı gözlerim... fazla mı abartılı olmuştu acaba? Çok mu açıktı?
Kafamı iki yana salladım. Değildi. Uzundu bir kere. Hem ben böyle oldukça rahattım. Kendi görüntümü beğenmiştim ve bir başkasının ne düşündüğü de umurumda değildi.
Doğal bir görünüm vererek dalgalandırdığım saçlarımı geriye ittim. Göz makyajım koyu tonluydu ve dudaklarım da gül kurusuydu. Böylelikle elbisenin açık rengi makyajımla tamamlanmış oluyordu. Topuklu ayakkabılarım ayağımdaydı. Bileğimde ince bir bağı vardı ve giyfiğim elbiseden daha açık bir pembeydi. Beyaz, el çantamı da elime alarak tamamlanmış halime baktım ve kendimi onayladım.
Normalde beyaz elbise giyinmek istiyordum ama Sema'ya saygısızlık olurdu. Yine de vitrinde görüp çok beğendiğim beyaz elbiseyi almıştım. Çünkü üzerimdeki elbiseden bile daha güzeldi.
Kendime gülümsediğim sıra unuttuğum şeyle gözlerim kocaman açıldı. Çantayı yatağa attım ve komodinin üzerinde duran pembe ve beyaz ışıltılı tacı alıp kafama yerleştirdim. Dudaklarımın arasından bir ıslık çıktı. "Yemin ederim bu dünyaya prenses olmak için doğmuşum."
Kapı iki kez vurulduğunda toparlandım ve başımdaki tacı çıkarttım hemen, saçlarımı düzelttikten sonra kapıya doğru çevirdim bedenimi. "Girin."
Heyecandan dolayı nefesimi tuttum. Kapının kulpu aşağıya doğru büküldü sonra jilet gibi bir takım elbise giymiş Barış'ı gördüm. Göz göze geldik ve aynı anda yutkunduk. Onu incelemeye başladığım gibi o da beni incelemeye başladı.
Normalde dağınık olan saçlarını şekillendirmiş ve sola doğru yatırmıştı. Üstelik tıraş olmuştu. Kirli sakalları artık yoktu ve bu halini ilk kez gördüğüm için ayrıca fenalık geçirmek istedim. Bir adamın her hali nasıl bu kadar yakışıklı olabilirdi?
Siyah takımının içine giydiği beyaz gömleğinin ilk 3 düğmesi açıktı ve teni görünüyordu. Elinde tuttuğu kravatı fark ettiğimde gülümsedim. Onu incelemeyi bitirip gözlerine geri döndüğümde kalbim kanatlandı. O kadar güzel bakıyordu ki kalbim içime sığmıyordu.
Bana doğru bir adım attı ve tamamen içeri girip ardından kapıyı kapattı. "Nil." Dedi fısıltılı bir tonlamayla. Alt dudağımı ısırdığımda gözleri anında oraya saplandı. Çok ani bir şekilde aramızdaki tüm mesafeyi azaltarak tam önümde durdu. "Senin, benim aklımla zorun mu var?" Diye sorduğunda omuzlarımı kaldırıp indirdim. Gözleri sadece ince bir ip geçen çıplak omuzlarıma kaydı. Derin arzu dolu bir nefes çekti içine.
Sonra bakışları göğüslerime kaydı. "Nil." Dedi işkence çekiyormuş gibi. "Nil. Of Nil." Diye tekrarladı ve bir eliyle çenesini sıvazladı. "Sen eğer bu elbiseyle yanımda durursan ben duramam." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Barış." Dedim cilveyle. "Ben sana hiç dur demedim."
Eli o an çenemi kavradı. Yüzümü tamamen yüzüne doğru kaldırdı. Yanaklarıma acıtmayacak bir şekilde baskı uyguladığında dudaklarım ileriye doğru büzüldü. Büzülen dudaklarıma dudaklarını bastırdı. Hatta bununla da kalmadı dudaklarımı ısırdı. İnleyerek ellerimi göğsüne koydum. "Barış!"
Benden alacağı varmış gibi dudaklarımı öpmeye başladığında bir an ona ayak uyduramadım. Ama bu çok kısa sürdü. Ellerim hemen saçlarına gitti. Özenle taradığı saçlarını özenle dağıttım. Dudaklarında kayboluyordu sanki dudaklarım. Bana tüm dünyayı veriyormuş gibi hissediyordum. Gerçi dünyaya ihtiyacım yoktu, çünkü benim dünyam Barış'tı.
Küt küt atan kalbim her saniye hızını arttırırken hafifçe geri çekildi. Nefeslerimiz birbirine karıştı o an. "Ölümüm olacaksın." Dedi arzuyla bakan gözleriyle. Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. Kollarımı omuzlarına doğru indirdim ve ağırlığımı ona verdim. "Ölüm ölüm dediğin nedir ki gülüm-"
"Ben senin için yaşamayı göze almışım." Diyerek cümlemi tamamladı. Gözlerimi büyüttüm. "Biliyordum!" Dedim heyecanla. "Kurtlar Vadisini izlediğini biliyordum!"
"Kurtlar Vadisini izlemeyen mi kaldı güzelim?"
"Ama Memati muhabbeti geçtiğinde bilmiyor gibi yaptın! Erdal muhabbeti bile yaptım ama oralı olmadın."
Ufak bir kahkaha attı. "Şaşkınlıktan sevgilimm. O an güzelliğini düşünüyordum, anlayamamıştım seni." Genişçe gülümsedim. "Güzelliğimi mi?"
Kafasını salladı. "Pijamalarınlaydın ve saçların nemliydi." Dediği sıra saç tutamlarımdan birine parmağını doladı. Şu an tüm dikkati saç tutamımdaydı. Sanki tüm zerrelerini ezberine kazıyor gibiydi. Normalde ben saçlarıma kimsenin dokunmasına izin vermezdim çünkü saçlarıma zarar vereceklerinden korkardım. Devlet yurdunda kaldığım zamanlarda saçlarımı zorla kesmiştiler. Annemin dokunduğu, sevgiyle uzattığı saçlarımı... hatta kestikleri saçlarımı hâlâ saklıyordum. İstanbul'da yatağımın altındaydı.
Derin bir nefes aldım ve Barış'a baktım. Şimdi saçlarım yeniden seviliyordu. Sevdiğim adam seviyordu. Sonra abim de seviyordu. Hatta örmüştü. İçten bir gülümseme kondu dudaklarıma. Barış, bu gülümsemeyi fark ederek yüzüme baktı. Ondan önce konuştum. "Saçlarım güzel olmuş mu? Dalga dalga yaptım."
Gülümsedi. "Çok güzel olmuş, canım." Eli belimi kavradı ve bedenimi ani bir şekilde bedenine yasladı. Gözlerimin içine bakarken konuştu. "Öyle ki her tutamını öpmek istiyorum." Sonra bakışları dudaklarıma kaydı. "Dudaklarını da öpmek istiyorum." Gözleri aşağıya doğru inmeye devam etti. Gerdanımda gezindi. Söylemese bile söylemek istediğini anlayabildim. Bir eli köprücük kemiklerimde gezindi. İçimin titrediğini hissettim. "Burası fazla göz alıcı. Birazcık kapatalım mı?"
Kaşlarımı kaldırdım. "Ya elbisemin üzerine bir şey giyinmek istemiyorum." Dediğimde burnundan sert bir nefes verdi. Sonra eli takım ceketinin iç cebine gitti ve pempe kadife bir kutu çıkarttı. Gözlerimi kırpıştırdım. "O ne?"
Kutuyu elinde çevirdi ve tek eliyle zorlanmadan açtı. Gözüme çarpan ışıltılı kolyede kaldı bakışlarım. Nilüfer çiçeğini andıran mor pembe renkli bir figür vardı, o kadar zarif görünüyordu ki. Altın renkli zincir... altın renkli değil direkt altın zincirdi bu.
"Barış..."
"Göz alıcılığının yanında fazla küçük ama senin için yaptırdım."
Bir de almamış yaptırmıştı öyle mi? Bayılırdım, kalırdım buralarda. Tutamazdılar yeminle. "Ya Barış! Çok güzel. Kaç para verdin sen buna? Böyle bir şeye hiç gerek-" öperek beni susturdu. "Takmamı ister misin?"
Şımarmamak için kendimi zor tutarken kafamı hızlıca salladım ve olduğum yerde ona sırtımı döndüm. Saçlarımı sol umzumun üzerinden önüme doğru aldım. O da alamadıklarımı nazikçe omuzuma doğru aldı. Elini önümden geçirerek kolyenin iki ucunu ensemde birleştirdi. Kafamı eğerek gerdanımda parıl parıl parlayan nilüfer çiçeğine baktım. Elim istemsizce üzerine gitti. Parmaklarım kolyeyi keşfetmeye başlamışken ensemde sıcacık bir dokunuş hissettim. Barış, ensemi öpmüştü.
İçim bir kez daha gıdıklandı. Arkadan ellerini bekime doladı ve omzuma çenesini yasladı. "Normalde setti. Bugüne yetişmedi. Sadece kolyeyi getirebildim."
Ellerimi ellerinin üzerine yerleştirdim ve sırtımı tamamen göğsüne yasladım. "Teşekkür ederim Barış. Çok güzel." Dedim tüm duygularım sesimde patlarken. O kadar mutlu olmuştum ki.
Bir neden yokken birine verilen hediyelerin değeri bence daha fazlaydı. Ne olursa olsun fark etmez, beni böyle durumlar çok mutlu ederdi. Bazen Kübra yiyebileceğim tarzda çikolatalar alırdı. Öyle sevinirdim ki.
"Daha güzellerini hak ediyorsun." Dedi ve yanağıma sıcacık bir öpücük bıraktı. Yüzümü ona taraf çevirdiğimde yüz yüze geldik. "Alışverişe çıktığımda ben de sana bir şey aldım." Dedim genişçe sırıtarak. Kaşları kavislendi. "Öyle mi?" Kafamı salladım.
"Evet." Kollarının arasından çıkarak yatağın diğer kenarında olan poşetlere doğru ilerledim ve mavi poşetin içinden hediye paketine sarılmış hediyemi alarak pıtı pıtı Barış'ın önüne geri geldim. Geniş bir gülümsemeyle hediyeyi ona uzattığımda tek kaşını şüpheyle kaldırdı. Artık bu gülümsememi tanıyordu.
Hediyeyi elimden aldığında hemen sordum. "Tahmin et! Sence ne?" Hediye paketini mıncıkladı. "Bir kıyafet olmalı..." gözleri kısıldı, biraz daha el gezdirdi. "Tişört falan mı?"
Kıkırdadım. "Aç bakalım." Kıkırdayışıma gülümseyerek paketin ucunu açtı ve içindeki kumaşı garip bakışlarla çıkardı.
Ona şalvar almıştım.
Tuttuğu şalvarı birkaç saniye inceledikten sonra bana baktı. Yüz ifadesini görünce gür bir kahkaha patlattım. O kadar komik bakıyordu ki gülmemek elde değildi. Boğazını temizleyerek konuştu. "Teşekkür ederim. Zahmet etmişsin." Güldürmemi durdurmaya çalıştım. "Beğenmedin mi?"
Sahte bir gülümseme sundu. "Çok. Hayatımda aldığım en güzel hediye falan." Gülmeye devam ettim ve gülerken konuştum. "Ağasın falan ya, giyersin fantezi yaparız diye düşündüm."
"Fantezi mi?" Diye sorduğunda kafamı aşağı yukarı salladım. "Öyleyse bunu sen istedin." Dedi ve hediye poşeti bir kenara atıp şalvarı takım pantolonunun üzerinden giyindi. "Napıyorsun?"
Gözlerindeki şeytana şahit oldum. "Şimdi fantazi yapacağız. Tıpkı istediğin gibi." Gözlerim büyüdü. "Ne?"
Giydiği şalvarla üzerime doğru gelmeye başladığında kendimi tutamadan kahkaha atmaya devam ettim. "Dur orda. Çok komiksin! Tipe bak!" Beyaz gömlek, simsiyah jilet gibi bir ceketin altında rengarenk-genellikle kadınların giyindiği- şalvar manzarası o kadar unutulmaz bir görüntüydü ki. Ölecektim şimdi gülmekten. Kaşlarını kaldırdı. "Çok komik öyle mi?" Dediğinde güldüğüm için cevap veremedim. Bir de gözlerim kısılıyordu ya ne yaptığını o an göremedim. Sonra zaten dünyam ters döndü. Dudaklarımdan gülmeyle karışık bir çığlık kaçtı. "Barış!"
"Barış ya! Şimdi düğüne bu şalvarla geleyim de gör! Ağaymış!" Beni omzuna atmıştı. Ceketine tutundum, saçlarım aşağıya doğru sarkmıştı. "Yaa elbisemi kırıştıracaksın!"
"Kızım ben senin için düğüne şalvarla geliyorum, senin de elbisen kırışsın biraz!"
"Ya Barış, hayır kırışmasın! Bak saçlarımı da bozdun!" Bu kısa çıkıştan sonra sakinleşerek sordum. "Hem komik değil miydi? Bence komikti." Beni omzundan indirdiğinde bir şükür çektim içimden. Önümde doğrulduğu an burnumu parmaklarımın arasına alıp sıkıştırmıştı. "Gösteririm ben sana komiği de zamanı değil." Kıkırdadım. "Şaka lan gül diye."
Bu sefer gerçekten güldü. Ben de güldüm. Derin bir nefes alarak poşetlerin olduğu yere tekrar gittim ve kırmızı poşetin altındaki siyah kutuyu aldım. "Hediyem buydu." Dedim Barış'a doğru dönerek. Gülümsemesi derinleşti. "Bebeğim. Ben şalvarımı beğenmiştim. Ne gereği vardı?"
"Aptal." Dedim ve kutuyu ona uzattım. "Al, hadi. Bak. Beğenecek misin?" Diye sordum heyecanla. "Teşekkür ederim. Beğendim bile." Dedi ve kutuyu açtı.
Kol düğmesi almıştım.
Bu sefer şakası yoktu. Pembe falan değildi yani. Siyah bir taşı vardı ve çevresi altın renkliydi. Oldukça asil görünüyordu. Yakışacağını düşünmüştüm. "Güzelim, bu pahalıdır." Dedi mahçup olmuş bir şekilde. Evet, arabama benzin alacak param kalmamıştı ama değerdi.
Elim boynumdaki kolyeye gitti. "Bunun kadar değil. Hem altın rengi o. Altın alacak kadar zengin değilim zaten ama olunca alacağım söz." Gülümsedi. Elini yanağıma yerleştirdi ve saçlarımı kulağımın ardına doğru itti. "Teşekkür ederim, canım." Dedi ve dudaklarını alnıma bastırdı. "Hep kullanacağım."
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Geri çekilerek gözlerimin içine baktı. Tam o sırada kapı iki kez tıklatıldı. "Abi! Gireyim mi?" Baran'ın sesiydi bu. Barış, gözlerini devirdi. "Girme!" Diye bağırdı.
"Ya abi! Gömlek lazım! Hadi ver işte bir tane!"
"Sana günahımı vermem!" Koluna vurdum. "Barış, gitme çocuğun üstüne."
"Çocuk mu? Küçülsün de cebime girsin pezevenk." Ona onaylamaz bir şekilde baktığımda derin bir şekilde iç çekti. "Gel al, gözüm görmesin!" Diye bağırdığında Baran anında kapıyı açtı ve abisine bir süre baktı garip garip. Sonra yüzü kızardı. Gülmemeye çalışıyordu. Barış'a baktım.
Hâlâ üzerinde şalvar vardı. Barış da kendine baktığında küçük bir küfür etti. "Sikeyim..."
"Abi, moda anlayışın değişmiş biraz."
Barış, işaret parmağını Baran'a doğrulttu. "Tek bir kelime edersen sana şalvar alır götüne montelerim! Yemin ederim ömrün boyunca çıkartamazsın."
Baran ağzına fermuar çekermiş gibi yaptı ve Barış'ın dolabına yönelip hızlıca kendine bir gömlek seçip odadan koşarak gitti. Gülmeden edemedim. Baran odadan gittiğinde Barış da kendi haline güldü. "Beni soktuğun hallere bak."
Kıkırdadım. "Sen her halinle yakışıklısın aşkım."
"Aşkım diyen dillerini yerim senin."
Sırıttım. Ceketinin yakalarını tutarak düzelttim. "Geç kalacağız. Artık çıkalım mı?" Kafasını salladı. "Şu kravatımı bağla da çıkalım."
"Ben kravat bağlamayı bilmiyorum ki." Dedim açıkça. "Yani hayatımda kravatını bağlayacak bir erkek olmadı. Öğreten de olmadı."
"Şimdi ben olduğuma göre." Dediğinde başımı sağ omzuma doğru yatırdım. "Öğret o zaman." Dedim çocuk gibi. Gülümsedi ve kravatını bıraktığı yerden alarak önüme geldi. Kravatı benim boynuma geçirdiğinde güldüm. "Bak şimdi birini kısa birini uzun tutacaksın." Kafamı salladım. Barış anlata anlata benim boynuma bağladı kravatı. Sonunda işi bittiğinde yüzüme baktı. "Anladın mı?"
"Anladım." Dedim ve aynaya doğru döndüm. Pembe elbisemin üstüne bağlanmış siyah kravat komik görünüyordu. Barış da benim gibi aynaya döndü.
Bizim kombinler şaka mı?
"Ya hadi fotoğraf çekilelim." Dedim neşeyle. Çantamdan telefonumu aldım ve Barış'ın koluna girerek aynadan kendimizi çektim. Çok komiktik. Barış daha da komikti.
Birkaç farklı poz daha çektim. Sonra Barış'la birbirimize baktık. "Düğüne böyle gidelim mi kız?" Diye sordu omzunu omzuma değdirerek. "Benim için sorun değil de senin için unutulmaz olabilir." Dedim şalvarını göstererek. Omuz silkti. "Sen eğlendikten sonra." Telefonu yatağa attım ve avuçlarımı yanağına yerleştirip çocuk sever gibi sıktım. "Seni çok seviyorum!" Dedim. "İyi ki varsın!"
"Bebeğim benim, sen de iyi ki varsın." Dedi içten bir şekilde. Bana kollarını sıkıca doladı. Erkeksi kokusunu soludum, çok güzel ve etkileyici kokuyordu. "Ben de seni seviyorum. Çok seviyorum. Canım benim." Huzurla gülümsedim ve yüzümü göğsüne yasladım.
Binlerce kez tekrarlayabilirdim; o benim şansımdı.
Geç kalmayı göze alamadığımız için sarılmayı uzun tutmadık. Barış şalvarını ben de kravatımı çıkarttım. Dağılan saçlarımı düzelttim, makyajımı kısaca yeniledim ve çantamı aldığımda tamamen hazırdım. Benim koşuşturmamı uzun uzun izleyen Barış'a döndüğümde bana elini uzatmıştı. Hemen uzattığı elini tuttum.
Artık düğüne gitme vaktiydi!
🪷
Düğün akşam yedide başlayacaktı ama biz erkenden gelmiştik. Çünkü Sema ve Vural'ın eksiği varsa tamamlamak istemiştik. Hem Barış abimin yokluğunu da doldurmaya çalışmıştı.
Sema çok güzel olmuştu. Beyaz zarif gelinliği ve upuzun duvağıyla şahane görünüyordu. Vural da ondan farksız sayılmazdı. Salona çoktan misafirler gelmeye başlamıştı ama biz şu an gelin odasındaydık.
Vural, kolundaki saati kontrol ettikten sonra ofladı. "Bu Çınar şerefsizinin geleceği yok." Dedikten sonra bana baktı. "Sen sakın üstüne alınma, Nil. Bu oldukça şahsi bir mesele." Güldüm. "Önemli değil."
Abimi son bir saattir arıyordum ama açmıyordu. Geleceğini söylediği için ve hâlâ gelmediği için açıkcası endişelenmeye başlamıştım. Yanımda oturan Barış'a döndüm. "Barış, bir şey olmamıştır değil mi?"
"Olmamıştır, Nil. Gelir birazdan." Ofladım. Umarım gelirdi. Odada sadece biz yoktuk. Mesude ve Seda'nın bir iki arkadaşı daha vardı. Onlarla da tanışmıştım ama çok muhabbet etmeye vaktimiz olmamıştı.
Telefonum çalmaya başladığında heyecanlanarak telefonumun ekranını çevirdim ama abim yerine Kübra'nın ismiyle karşılaşmıştım. Abim olmadığı için üzülsem de üstünde durmadan telefonu açtım. Kübra'yla ne zamandır doğru düzgün konuşamamıştık o yüzden ne halde olduğunu merak ediyordum.
"Alo?"
"Nil! Aramasam unutup öldüreceksin falan yani beni!" Haklıydı. "Şey özür dilerim, biraz yoğundum da."
"Yoğunmuşmuş! Düğünlerde geziyorsun! Gördüm attığın story'yi!"
"Ama o da yoğunluk aşkım, gün boyu koşuşturuyorum falan."
"Sus sus, sıçtın sıvıyorsun şu an." Kıkırdadım. "Ya, tamam haklısın. Nasılsın, iyi misin?"
"İyiyim. Sen?"
"Ben de iyiyim. Abimin arkadaşının düğünü var. Ona katılacağız birazdan."
"Biliyorum. Ben de katılmak için geldim. Abinin arkadaşı davetsiz misafir kabul ediyor mu?" Gözlerimi kırpıştırdım. "Dur bir dakika! Sen Antep'te misin!?"
"Evet. Hatta şu an düğün salonunun önündeyim."
Gözlerim kocaman açıldı. Oturduğum yerden hızla kalktım. "Ne?" Diye bir çığlık attım. "Yanına geliyorum hemen!"
"Tamam." Dedi ama sonra söylediğini anlayamadım. "Beyefendi, anahtarınızı düşürdünüz." Sonradan inler gibi bir ses yükseldi. "Kafam!" Yabancı bir erkek sesi duydum. "İyi misiniz?"
Ne oluyordu şu an? Telefonu kulağımdan çektim ve bana merakla bakan gözlere döndüm. "Kübra gelmiş! Ben hemen onu alıp geliyorum!"
"Nerede?" Diye sordu Barış. "Burada. Dışardaymış!" Kafasını usulca salladı ve Mesude'ye bir işaret verdi. Mesude yerinden kalkarken gözlerimi devirdim. "Gerek yok Barış. Hemen gidip geleceğim işte."
"Bu konu tartışmaya kapalı." Dediğinde ofladım ve odadan çıkarak koştur koştur düğün salonunun kapısına gittim. Mesude'de arkamdan geliyordu. Gözlerim sokakta dolaştığında Kübra'yı fark etmemek imkansız gibi bir şeydi. Yalnız değildi. Yanında abim kadar kocaman bir adam vardı ve Kübra'nın hararetli konuşmasından anladığım kadarıyla kavga ediyorlardı.
Merdivenleri dikkatlice indim ve yanına doğru yürümeye başladım. Yaklaştıkça Kübra'nın sesi anlaşılır bir hal alıyordu. "Size yardım edende kabahat!"
"Hanımefendi, bilerek yapmadım." Dedi adam Kübra'ya rağmen sakince. "Bir de bilerek yapsaydınız!" Diye çıkıştı Kübra. Öfkeden gözleri parlıyordu. Yanlarına yaklaştığımda Kübra hâlâ beni görmemişti. Bir eliyle kafasını tutuyordu. "İsterseniz hastaneye gidelim?" Diye sordu adam. Kübra ona ters ters baktı. "İstemez!"
Sonunda beni fark ettiğinde yanındaki adama son kez ters bir bakış attı ve bana doğru yürümeye başladı. "Nil!" Öfkesi aniden kaybolmuştu. Kocaman gülümsedim ve kollarımı açtım. Birbirimize sıkıca sarıldık. Onu çok özlemiştim. O yüzden ayrılmam biraz uzun sürdü. "İyi ki geldin!" Dedim gözlerimin dolmasına engel olmaya çalışarak. Kübra'ya olanların hiçbirini anlatmamıştım. Çünkü uzaktaydı ve biliyordum ki o benim için işini hatta hayatını yok sayabilirdi. Buradayken onun desteğine çok ihtiyaç duysam da Barış yanımda olduğu için halledebilmiştim.
"Yalancı. Hiç sevmiyorsun sen beni. Aramasam aramıyorsun." Yavaşça ondan ayrıldım. "Çok şey oldu Kübra." Dedim sesimdeki kırıklara engel olamadan. Hemen endişelendi. "Ne oldu?"
"Düğünden sonra uzun uzun konuşuruz." Dedim gülümsemeye çalışarak. "Şimdi eğlenmemize bakalım olur mu?"
Bana birkaç saniye sorgulayıcı bir şekilde baktı. "Emin misin?" Kafamı hızlıca salladım. Gözlerim az önce Kübra'nın yanında olan adama kaydı. Kirli sakallı, geniş omuzlu, muhtemelen iki metre boylarında bir adamdı. Kübra'ya az önce duyduğum konuşmalarından dolayı sordum. "Bir sorun mu var?"
Kübra cevap veremeden yabancı adam yanımıza yaklaştı ki bu Mesude tarafından anında engellenmişti. "Kimliğini göster!" Dedi adama korkunç bir ses tonuyla. Gözünden hiçbir şey kaçmıyordu. Barış ve Abim dışındaki herkes onun için potansiyel bir düşmandı.
Yabancı adam garip garip Mesude'ye baktıktan sonra Kübra'ya geri döndü. Kübra hem Mesude'yi sorguluyor hem de adamın vereceği cevabı bekliyordu. "Kimliğimi görebilmeniz için önce kendi kimliğinizi göstermeniz gerekiyor." Dedi yabancı adam Mesude'ye. Mesude, hazırlıklıydı. Polis kimliğini çat diye adamın yüzüne yapıştırdı. "Şimdi, eğer karakola gitmek istemiyorsanız kimliğinizi gösterin."
Adam kafasını usulca salladı ve cebinden kimliğini çıkartarak Mesude'ye doğru tuttu. Böylelikle ben de kimliğini görebilmiştim. Askerdi.
Aman Allah'ım!
Hava Kuvvetleri Komutanlığı, yazısını okuyabilmiştim. Uçan asker!
Mesude, adamın kimliğini gördükten sonra usulca kafasını sallamıştı. Böylelikle Havacı asker anında Kübra'ya doğru döndü. "Bilerek vurmadım. Özür dilerim. Arkamda olduğunuzu görmedim. Eğer kötüyseniz hastaneye gidelim."
Gözlerim kısıldı. Çaktırmadan bir adım geriye gittim, böylelikle ikisi yüz yüze kalmıştı. Kübra derin bir nefes aldıktan sonra kafasını belli belirsiz salladı. "Önemli değil ama artık daha dikkatli olursanız sevinirim. Herkes sizin gibi dev değil. Gerçekten ezilebilirdim."
Havacı bey gülümser gibi oldu. "Affedersiniz tekrardan. Daha dikkatli olacağım." Kübra usulca kafasını salladı. "Peki. İyi günler." Deyip bana taraf dönecekti ki Havacı bey konuşarak dikkatini yine üstüne topladı. "Kafanız-" duraksadı. "Yani, iyi olduğunuza emin misiniz?"
"Eminim." Dedi Kübra boş boş. Of, bu kıza da bir türlü flörtleşmeyi öğretememiştim. Adam konuşmayı uzattığına göre Kübra'dan hoşlanmıştı ya da tamamen iyi niyetli ve halkına düşkün bir askerimizdi. "Güzel." Dedi havacı bey. "Kendinize dikkat edin."
"Karşıma sizin gibiler çıkmadığı sürece zaten kendime gayet dikkat ediyorum." Bir de bu huyu vardı işte. Ölürken bile laf sokabilirdi. Ölürken bile. Hatta belki ölünce bile. Havacı beyin bir şey söylemesine izin vermeden bana doğru geldi ve koluma girdi. "Girelim mi salona artık?"
"Bana ne olduğunu anlatırsan gireriz."
"Sonra anlatırım, Nil. Hadi." Hayatta gitmezdim. Taş gibi havacıyı bulmuştum kaçırır mıydım? Hem Kübra'ya da böylesi bir beyefendi yakışırdı. Alttan falan alıyordu mesela. Her ne kadar yukarlardan uçuyor olsa da Kübra'yı alttan alan bir erkekle ilk kez karşılaşıyordum ve ben bunu asla ama asla kaçıramazdım. Bu, 50 milyon yılda bir gerçekleşen güneş tutulması gibi bir şeydi.
"Aa Kübra, bak bu Mesude. Mesude, bak bu da Kübra." Dedim konudan bağımsız. Havacı Bey, Kübra'ya bakıyor olduğu için şu an dışarıda ne kadar durursak o kadar iyiydi. Mesude ve Kübra birbiriyle tanıştı. Kısa ve öz bir tanışma olmuştu. Başka ne uydurabilirim diye düşünürken gözüm bir yere takıldı.
Bir arabaya. Abimin arabasına. Göğsümdeki endişe hafifledi. Onu görmek içime serin sular dökmüştü. Arabasını salonun etraftaki yoğunluktan dolayı uzakta bir yere park etmiş olsa da onu görebilmiştim. Arabadan çıktı ve önünden dolaşarak yolcu koltuğunun oraya gitti. Kapıyı açarak içeriye uzandığında asla beklemediğim bir şeyle çıkması ağzımın bir karış açılmasını sağlamıştı.
Abimin kucağında bir kadın vardı.
Arabadan kucağında bir kadın çıkartmıştı!
ABİMİN KUCAĞINDA!
BİR KADIN!
AMAN ALLAH'IM!
Ne kadar öyle kaldım bilmiyordum ama Kübra kolumu tutarak beni sarstı. "Ağzını kapat, Nil!" Kapattım ama onları izlemekten asla geri durmadım.
Bu da nerden çıkmıştı şimdi? Hem niye kucağındaydı ki? Of! Kaşlarım sonuna kadar çatılmış bir şekilde abimin olduğu tarafa doğru yürümeye başladım. Saniyeler içinde yanına vardığımda gözlerini kucağındaki kızdan çekmeyi başararak bana baktı. Anlık duraksadı. Beni baştan sona süzdükten sonra konuştu. "Nilüfer?"
"Abi!" Dedim sert bir şekilde. Sonra kucağındaki kadına baktım. O da bana bakıyordu şu an. Kahretsin! Gözleri ne kadar güzeldi... toparlandım. Şu an o benim düşmanımdı ve dünyanın en güzel kadını olsa bile çirkin olduğunu söyleyecektim. "Ne yapıyorsun abi?"
Abim, kucağındaki kadına baktı ve bedenini tamamen bana doğru çevirdi. "Kız kaçırdım." Beynimden elektirik yemişim gibi titredim. "Ne yaptın, ne yaptın?!"
"Duydun."
"Abi! Ne demek kız kaçırdım!? Niye kaçırıyorsun kadını?! Manyak mısın sen?"
"He manyağım! Vermiyorlardı ben de kaçırdım!"
"Abi! Ne ara istedin de vermediler!? Benim niye haberim yok!?" Biz bunları konuşurken kucağındaki kadın bir bana bir de abime bakıyordu konuşana göre. Araya girmek istese de abimle olan iletişim trafiğimize karışamadı çünlü eğer karışırsa zincirleme kaza olurdu.
"Nilüfer! Çok konuşma da bagajdan tekerlekli sandalyeyi çıkar." Afalladım. "Tekerlekli sandalye mi?" Kadına baktım. Yürüyemiyor muydu yoksa?
Biliyordum. O hissi biliyordum. Birine muhtaç olmanın ne demek olduğunu biliyordum o yüzden cevap beklemeden koşturarak arabanın bagajına gittim ve katlanmış tekerlekli sandalyeyi çıkarttım. Açtıktan sonra ilerleterek abime doğru sürükledim. Abim, kuçağındaki kadını dikkatli bir şekilde sandalyeye bıraktı ve hemen önüne çöktü. "Her şey yolunda mı?" Diye sordu kadına daha önce hiç görmediğim bir ifadeyle bakarken.
Aşıktı. Aşık aşık bakıyordu.
Kadın kafasını salladı. Kıvırcık siyah saçları önünde doğru dökülmüştü. Abim, kadına gülümsedi. Gördüğüm kadarıyla bir de elini tutuyordu.
Of.
Kıskanıyordum ama.
Kollarımı göğsümde birbirine doladım ve hoşnutsuz bir şekilde onları izlemeye devam ettim. "Eğer canın yanarsa, yorulursan anında söylüyorsun."
"Tamam Çınar. Söyleyeceğim, dedim." Dedi bıkmış bir şekilde. Büyük ihtimalle abim 50 bin kez falan tekrarlamıştı az önceki cümlelerini. Derin bir nefes alarak kadını onayladı ve yavaşça doğruldu. Göz göze geldik. Beni baştan sona süzdü. "Nilüfer?" Dediğinde kaşlarımı daha çok çattım.
Ayaklarımı yere vura vura ağlamak istiyordum şu an ama yapmadım. "Abicim yanıma gelsene." Omuz silktim ve elimle kadını gösterdim. "O kim?"
"Asuman." Dediğinde kaşlarım yükseldi. Nezarethanede anlattığı kadındı. Teğmen olduğunu söylemişti. O zaman neden tekerlekli sandalye kullanıyordu? Of, her şeyi çok merak ediyordum ama sonra soracaktım.
Kadına ayıp olmasın diye abimin yanına doğru gittim ve Asuman'a elimi uzattım. O benim aksime oldukça samimi bir şekilde gülümseyerek elimi tuttu. "Memnun oldum, Nilüfer."
"Nilüfer! Nilüfer! Nilüfer!"
Elimi hızla elinden çektim. Anlık olarak zihnimde ismim yankılandı ve bu yankının Asuman'ın sesiyle alakası yoktu. Tepkimi beklemediği için şaşkınca bana baktı. "Nil." Dedim o an. Nefeslerim hızlanmıştı. "Nil. Benim adım Nil."
Asuman, gözlerini kırpıştırdı. "Affedersin, abin öyle söyleyince..." konuşmasının devamını beklemeden abime doğru döndüm. "Benim Barış'ın yanına gitmem lazım!" Dedim çarçabuk. Kısaca Asuman'a baktım. "Memnun oldum." Dedim ve hızlı adımlarla yanlarından uzaklaştım. Abim arkamdan seslendi fakat duymazdan gelmeyi tercih etmiştim.
Asuman'a ayıp olmuştu ancak şu an hiç iyi hissetmiyordum. Kübra'nın yanına geldiğimde kaşlarını çattı. "Nil?"
"Lavaboya gideceğim." Dediğimde kaşları biraz daha çatıldı ve ardımdan gelmeye başladı. Salona girdim merdivenlerden aşağıya inerek kadınlar tuvaletine girdim. Kapı kapanmadan Kübra da girdi ve girer girmez ardından kapıyı kilitledi. Anında kapı zorlandı ve Mesude'nin sesi yükseldi. "Hey! Kapıyı aç!"
"Birkaç dakika bekle." Dedi Kübra ve bana doğru döndü. "Nil, ne oldu?" Kafamı belli belirsiz salladım ve ellerimi soğuk suyla yıkadım. "Bir şey yok."
"Ne demek yok? Yüzün bembeyaz oldu, ellerin titriyor Nil! Abin mi bir şey söyledi?!"
Kafamı iki yana salladım ve lavabonun kenarındaki duvara yaslandım. Ofladım. "Kübra..." dedim fısıltıyla. Yüzümü yere doğru eğmiştim. "Atlattığımı düşünüyordum." Ruhum sesime akmış gibi sancılandı. "Ama... atlatamamışım sanırım."
Anında ellerimi tuttu. "Nil-"
"Abim, Nilüfer dediğinde hiç o aklıma gelmiyordu. Gerçekten. Aştığımı düşünmüştüm ama şimdi..." titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sanki birden 8 sene önceye gittim."
"Nilüfer." Dediğinde dişlerimi birbirine bastırdım ve gözlerimi sıkıca kapattım. "Söyleme."
"Nilüfer." Dedi sanki inadıma yapıyor gibi. "Geçmişi anımsamak normal olan; eğer unutursan, unutmuş gibi yaparsan sorun olur. Yaşadıklarını yok sayarsan her defasında yeniden yaşamış gibi hissedeceksin. Bunu niye kendine yapıyorsun?"
Yutkundum. "Çünkü iyi olmak istiyorum." Dedim. "Mutsuz olmak istemiyorum, gülmek istiyorum."
"Sadece saklanmak istiyorsun." Dedi, ellerimi daha sıkı tutarak. "Bana bak." Gözlerimi gözlerine doğru kaldırdım. "Kendine yeni bir kimlik çıkartmak geçmişini silecek mi, diye sormuştum sana hatırlıyor musun?" Kafamı usulca salladım. "Sildi mi?"
"Silmedi." Diyebildim. Siler sanmıştım, silmemişti. "Yapabileceğin her şeyi yaptın. Unutmaya çalıştın, olmadı. Silmeye çalıştın, olmadı. Gülmeye çalıştın, olmadı. Şimdi, kabul etme vaktı, Nil." Dedi. "Kendini kabul etmelisin. Acınla da adınla da."
Acımla da. Adımla da.
Yapabilir miydim? Hiç bilmiyordum. Bazen kendimi o kadar yetersiz ve güçsüz hissediyordum ki sanki dünya üzerime yıkılıyordu. Dünya, bir bana acımasızdı. Acıma acısını batırıyordu. Öyle ki bu dünyada benden bir başkası yoktu. Bazen her şey gözümde o kadar büyüyordu ki küçücük kalıyordum.
"Ben, çok yoruldum." Diyebildim. Gözlerim dolmuştu ama ağlamak istemiyordum. "Yoruldun çünkü dinlenmiyorsun, Nil. Bir dur, bir nefes al. Boş verip gitme. Her şeyin üstüne gülme." Dişlerimi birbirine sıkıca bastırdım.
O an kapıya kırılmak isteniyor gibi vuruldu. "Nilüfer!" İrkildim. Bir an ellerimi kulaklarıma tıkamak istemiştim. Kübra, kapıya kısaca baktıktan sonra bana dündü. "Açayım mı kapıyı?"
Burnumu çektim ve toparlanmaya çalışarak kafamı salladım. Abim, yine kapıya vurdu. "Açmazsan kırarım kapıyı!"
Kübra, yeniden bana baktıktan sonra güven verici bir şekilde gülümsedi. "Hemen dışardayım." Dedi ve ellerimi bırakarak benden uzaklaştı. Kapıya yaklaşıp kilidi çevirdiğinde kapı anında içeriye doğru itilmişti. "Yavaş ol!" Diye anında çıkıştı Kübra. Abim Kübra'ya çatık kaşlarla baktıktan sonra umursamadan bana taraf döndü.
"Nilüfer?" Yavaş adımlarla üzerine doğru yürümeye başladı. Ona iyi olduğuma inandırmak için neler söyleyebileceğimi düşündüm. Duvara yaslanmayı keserek dikleştim. "Abi?"
Kübra kapıyı kapatarak tuvaletten çıktığında abimle yalnız kalmıştık. Tam önüme gelip geldiğinde yüzümü kaldırarak yüzüne baktım. Gülümsemeye çalıştım ve bir şey söylemesine izin vermeden sordum. "Elbisem güzel olmuş mu?"
"Nilüfer." Dedi kaşlarını çatarak. "Neden rahatsız oluyorsun bu isimden bu kadar?"
Omuz silktim. Bir müzik duyuldu. Düğün başlamıştı. Yutkundum ve kızarmış gözlerimi kırpıştırdım. "Düğün başladı, geç kalacağız gidelim." Dedim. Yürümek istediğimde kolumdan tutarak bana engel oldu.
"Abicim." Dedi sesini yumuşatarak. Beni tamamen önüne doğru çektiğinde kaçacak yer kalmamıştı. Yüzüne bakamadım o an. "Kızlar tuvaletindesin, birisi seni burada görse-"
"Nilüfer dedim."
Sustum.
Bu sefer gerçekten sustum. Abim elini çeneme yerleştirdi ve yüzüne bakmamı sağladı. "Bana, ne olduğunu anlat abicim."
Gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım o an. "Anlatırsam ağlarım." Zaten, ramak kalmıştı. Ağlamak istemiyordum, makyajım bozulurdu hem. "Silerim." Dedi yanağımı okşayarak. Yüzünü yüzüme doğru eğdi. "Silerim abim. Yaşadıklarını bilmek benim de hakkım."
Yutkundum. "Ama geç kalacağız?" Diye sorguladım emin olmak için. Sonuçta yakın arkadaşının düğünüydü. Yanında olmak isteyenibirdi. "Umurumda değil." Dedi.
"Peki Asuman. Onu o halde yalnız bırakmamalıydın."
"Pahane üretmeyi bırak. Şu an senden daha önemli hiçbir işim yok."
"Bahane değil...sadece-" Bahaneydi, evet. Abimin gözlerinin içine baktım. Geçmişe gitmeye hazır mıydım bilmiyordum ama abim dışında birine yaşamak zorunda kaldığım o iki yılı anlatmaya cesaret edemezdim. Başkası Nilüfer deyince zihnim parçalanıyor gibi oluyordu abim de öyle değildi. O ismimi bana sevdirmeye başlamıştı.
Beklemediğim bir şey yaparak belimden kavradı ve lavaboların olmadığı tarafta mermer taşın üstüne oturmamı sağladı. Yine de ondan kısaydım. Tam önüme gelip ellerimi ellerinin içine aldı. "Şimdi, seni dinliyorum."
Derin bir nefes aldım. Gözlerim ellerimize kaydı. Küçükken abimin ellerini tutmak en büyük hayallerimden biriydi. Şimdi o benim ellerimi tutuyordu. Burukça gülümsedim.
"Annem öldükten sonra devlet yurdunda kalmaya başladığımı söylemiştim sana." Sesim fısıltılı çıkıyordu. Şu saniyelerde zaten daha yüksek sesle konuşmaya cesaretim yoktu. Geçmiş beni duyar da gelir kapımı çalar diye korkuyordum. "Oradaki çalışanlar çok garipti."
Korkunç bir gariplik.
Teşvik amaçlı sordu. "Nasıl garip?"
Yutkundum. "Beni bir şeyler yapmaya zorluyorlardı." Dedim utana sıkıla. Sonra yeniden yutkundum. Gözlerimin önüne birkaç anı birikti. Bir vazo yere düşüp parçalara ayrılıyordu. Tutmaya çalıştığım göz yaşlarım abimin ellerine damladı. "Ne?" Diye sordu korkarak. "Ne yaptırıyorlardı Nilüfer?"
"Nilüfer!" Yatağın kenarına iyice düzüştüm. Kollarımı birbirine doladım ve kafamı dizlerime yasladım. Yatakhane çok soğuktu. O yüzden olsa gerek tüm bedenim titriyordu. O odada 4 yatak olmasına rağmen benden başka kimse kalmıyordu. Bugün on yedi yaşıma girmiştim. Annemsiz girdiğim ilk doğum günümdü. Annemsiz girdiğim ilk yaşımdı. Kendimi bir yaşındaki bir çocuk gibi savunmasız, muhtaç hissediyordum. "Nilüfer!"
Ellerimle kulaklarımı kapattım. Artık bu ismi duymak istemiyordum. Bu ismi duydukça midem bulanıyordu. Dişlerimi birbirine bastırdım. "Anne, madem gidecektin beni niye doğurdun?" Diye sordum fısıltıyla boşluğa. Duyduğum adım sesleri tenimi ürpertti ama kıpırdamadım. "Anne, ölmek sana hiç yakışmadı. Sensiz yaşamak da bana yakışmıyor." Titreyişlerim arttı. "Anne, abim gelmiyor. Yapayalnız kaldım. Burası cehennemden daha kötü. Kendimi öldürürsem cehenneme giderim biliyorum ama burası daha kötü." Akmayan gözyaşlarıma rağmen hıçkırdım.
O kadar çok ağlamıştım ki artık akacak gözyaşım kalmamıştı. Çok çaresiz hissediyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. O gün, annemin cenazesinde tanıştığım Seyfi amcam, sakın Antep'e gelme, demişti. Beni istememişti. Annem gibi.
Abim de istemiyordu demek ki.
İyi de ben abime hiçbir şey yapmamıştım ki. Beni neden istemiyordu? Neden. Neden. Neden.
Kapı gürültüyle açıldığında korkuyla irkildim. "Nilüfer! Sana bağıyorum lan iki saattir! Duymuyor musun sen beni!?"
Duymak istemiyordum. Artık hiçbir şey duymak istemiyordum. "Git başımdan!" Diye bağırdım inler gibi. "Git! Def ol!"
"Lan!"
Kolumu tutarak zorla yerden kalkmamı sağladı. Ona karşı gelebilecek kadar güçlü değildim. Hayatımda hiç güçlü olabilecek miydim ki? Sürekli bir yerlerden bir yerlere sürüklenecektim. Sürekli yapılan hataların suçluau olacaktım. Sürekli, sürekli, sürekli.
Çenemi sertçe kavradı ve gözlerinin içine bakmamı sağladı. "Seni daha kaç kez uyaracağım ben!? Ha! Ölmek mi istiyorsun!?"
"Evet." Dedim duygusuzca. Tüm duygularımı almaları 1 yıl sürmüştü. Daha fazlasını istemiyordum. "Öldür beni. Lütfen." Dedim zavallı bir şekilde. Kendi kendini bile öldüremeyen bir zavallıydım. "Lütfen." Diye tekrarladım. Beni bir çöp gibi kenara doğru itti. "Ölmek mi?" Diye sordu gülerek. Şeytanın vücud bulmuş hali gibiydi. "Ölmen için daha çok erken." Dedi ve itmeye devam etti. "Yürü!"
Kafamı iki yana salladım. Oraya gitmek istemiyordum. "Hayır!" Sokaklar buradan daha güvenliydi. 11 kez kaçmıştım ama yakalayıp geri getirmiştiler. Yine kaçacaktım! Burada ölmektense sokakta ölmeyi yeğlerdim!
Karşı çıkıyor olmak hiçbir şeyi değiştirmedi. Kolumdan sürükleyerek odadan çıkardı bedenimi. Ayaklarımla direnmeye çalıştığımda tak etmiş olmalı ki öfkeyle bedenimi yere itti. Dizlerim yine acıdı ama umurumda değildi. Ayağa kalktım ve koridorun sonuna doğru koşmaya başladım. "Nilüfer!"
Sesi koridorda yankılandı. Birçok kez. Beynimde yenilenip durdu. Yüzümü buruşturdum. Midem bulanıyordu.
Nilüfer, Nilüfer, Nilüfer!
Kapıyı dışarıya doğru ittim ve ayaklarımın çıplak olmasını umursamadan koşmaya devam ettim. Arkamdan geldiğini biliyordum. Daha da hızlandım. Güvenliğin beni fark etmesi zor olmadı. Kapıdan geçemeden önümde bir kalkan gibi dikilmişti. Büyük bir çığlık atarak yere çöktüm. Kısacık saçlarımı yerinden kopartmak ister gibi çekiştirdim. Beynimi kafamdan çıkartmak istiyordum.
Nilüfer! Nilüfer! Nilüfer!
"Abicim!" Oturduğum yerde titredim. Gözlerimi kırpıştırdım ve az önce anımsadığım anıdan sıyrılmaya çalıştım. "Sana ne yaptırıyorlardı, söyle."
İstemiyordum. Onu ittim. Geri çekilmediği için sesim yükseldi. "Çekil önümden! Gitmek istiyorum!" Ellerimi ellerinden çekerek kurtardım. "Sakin ol. Tamam." Dedi ve belimi kavrayıp beni yere indirdi. Hızlı nefeslerim bir an boğulacakmışım gibi hissetmeme neden olduğu için elimi göğsüme yerleştirdim. Barış'ın aldığı kolye avucumun içinde kaldı. "Abim?" Dedi, yumuşacık bir ses tonuyla. "Yanındayım."
Yanımdaydı. Abim yanımdaydı. Kafamı iki yana salladım. Hayır, ben onun yanındaydım. Gelmeseydim gelmeyecekti.
Hiç gelmemişti.
Ama ben beklemiştim. Umudumu kestiğim anda bile beklemiştim. Çok beklemiştim. O günün hislerini bugüne yansıtmamam gerekiyordu ama elimde değildi. Yine onu suçlamak istiyordum. Gelmediği için.
Burnumu çektim ve akan gözyaşlarımı silerek aynaya doğru döndüm. Gözlerim kızarmıştı ama neyseki makyaj sabitleyici kullanmıştım o yüzden dağılmamıştı. Saçlarımı düzelttim ve omuzlarımı düzelterek dik durmaya çalıştım. "Nilüfer-"
"Hiçbir şey anlatmak istemiyorum." Dedim net bir şekilde. Üstelemedi. "Tamam. Bana bak."
Aynadan gözlerine baktım ama bu durumdan hoşlanmadı ve kolumdan tutarak yüzüne dönmemi sağladı. Ellerini yanaklarıma yerleştirdi ve hâlâ nemli olan yanaklarımı nazikçe sildi. "Gözbebeğim." Dedi. Gözlerinin içine baktım. Gözlerine yansımam düşmüştü. "Sana Nilüfer dememden rahatsız mı oluyorsun?" Yutkundum. "Bir daha söylemem. Canın yanıyorsa söylemem, kardeşim."
Kafamı iki yana salladım. "Sen söyleyince olmuyorum." Aksine o söyleyince mutlu oluyordum. Çünkü, o saçlarımı da örmüştü. Kesmemişti, acıtmazdı da. "İsmimi bir başkasından duymak beni rahatsız ediyor. Başkası söyleyince o isimden nefret ediyorum, abi."
"Neden abicim, ne yaptılar sana?" Yüzümü buruşturdum ve ellerinin arasından kurtulmaya çalıştım. "Tamam tamam, sormayacağım. Koçma." Bedenimi kaçıramadığım için gözlerimi kaçırdım. "Sormayacağım ama bunun peşini de bırakmayacağım." Dediğinde yüzümü yere eğdim. Hiç beklemeden yanağımdaki elleriyle yüzüme yön verdi ve yukarı doğru kaldırdı. "Eğme yüzünü."
Omuz silktim. Saçlarımı kulağımın ardına doğru itti. Sonra gözümün altını okşadı narince. "Yüzünü eğmeyeceksin, Nilüfer." Dediğinde derin bir nefes alma ihtiyacı duydum. "Yüzünü eğmeyeceksin. Sen benim kardeşimsin. Asker kardeşi yüzünü eğmez." Gözlerimi kırpıştırdım. "Hiç mi?"
"Hiç."
"Of! Asker olan sensin cezasını çeken benim!"
"Nilüfer." Omuz silktim. Yanağımı parmaklarının arasına alıp sıkıştırdığında sızlandım. "Ya! Bıraksana!"
"Az önceki lafını tekrar et de kafanı klozete sokayım." Eline vurdum ama etki etmedi. "Ya tamam demedik bir şey!" Yanağımı bıraktığında avucumu yanağıma yasladım ve ona kötü kötü baktım. Gülümsedi. Sonra beni kendine doğru çekti ve sıkıca sarıldı. Saçlarıma dudaklarını bastırdığında kollarımı hareket ettirip ona sarıldım. "Elbisen çok yakışmış, abicim." Dediğinde asık suratım düzelir gibi oldu. "Gerçekten beğendin mi?" Diye sordum ona daha sıkı sarılırken. "Çok beğendim." Gülümsedim.
Geçmiş güçlü kollarına çarparak benden uzaklaşırken gözlerimi sıkıca kapattım. Adınla acınla yaşa Nilüfer, diye geçirdim içimden. "Abi."
"Abim?"
İçime zehir gibi oturmuş o gerçeği söyledim. "Bana uyuşturucu sattırıyorlardı." Tüm bedeninin gerildiğini hissettim. Bir anda kaskatı kesildi. "Ne?" Diye sorguladığında sıcak nefesi saçlarımın arasına karışmıştı.
Yüzümü göğsüne daha fazla bastırdım. "Kullandın mı?" Yutkundum ve kafamı salladım. Bu gerçeği Kübra'dan başkası bilmiyordu ve bu yüzden kendimi çok daha kötü hissediyordum. Gerçekler yüze ilk kez çarptığında şok etkisi yaratırdı, acıyı hissetmezdin o yüzden. Tıpkı bir bıçağın deriyi ansızın kesmesi gibi. Oradan boşalan kanları görmene rağmen acıyı hissetmezdin. Zamanla uyuşma oluşurdu. Sonra hiç yokmuş gibi yaşardır. Hiç yokmuş gibi, öyle ki gülüp eğlenirdin. Kahkahalar bile atabilirdin. Zaman sonra acı kendini hissettirmeye başlardı. Arttıkça artardı. "İsteyerek kullanmadım." Dedim nefesim kesiliyormuş gibi.
Aşırı bir bağımlılık yaşamamıştım, zaten oldukça küçük dozlarda kullanmamı sağlamışlardı çünkü şeker hastasıydım. Yine de o anları hatırladıkça delirecek gibi oluyordum. "Nasıl..." Kollarını sıkılaştırdı. Dudaklarını tamamen saçlarıma yaslamıştı. Boğazını temizledi ve zorlukla devam etti. "Nasıl atlattın?"
"Kübra." Dedim. "Onun sayesinde." O olmasaydı, ölmüştüm. Öldürülmüştüm. Kendimi öldürmüştüm. Her şekilde sonum ölümle biterdi. Bana bir başlangıç vermişti.
Abimden ümidimi kesmediysem onun sayesinde kesmemiştim. Eğer üniversite okuduysam onun sayesinde okumuştum. Buraya geldiysem onun cesaretlendirmesi sonucunda gelmiştim. Şimdi abime sarılıyorsam Kübra sayesinde sarılıyordum.
🪷
KÜBRA KARACA
Zehir, damarlarda dolaşır
Zerreleri kan rengine bulaşır
Nerde bir masum görse
Şeker gibi kendini avuçlatır
Zihnimden geçen dörtlük dudaklarıma pelesenk olmuş gibiydi. Tekrarlanıp duruyordu. Bu dörtlüğü nerede okuduğumu bilmiyordum ama aklıma kazınmıştı. Üstelik her tekrarlandığında aklıma Nil de geliyordu. Sırtımı lavabonun kapısının kenarındaki duvara yasladım. Biraz önce içeriye giren Çınar'a güvenmiyordum, Nil'i kırmasından korkuyordum.
O yüzden onlar çıkana kadar burada bekleyecektim.
Hayatımda gördüğüm en kırılgan insandı Nil. Bunun farkındaymış gibi sürekli düşüp kırılacak yükseklere çıkıyordu. Yine de ailesiyle yüzleşmesi için onu yalnız bırakmıştım çünkü hayatının her anında yanında olamazdım. Kendi ayakları üzerinde durmalıydı. Bu düşünceme rağmen İstanbul'dan kalkıp buraya gelmiştim çünkü iyi olduğuna emin olmak istemiştim. Hayatımda yalnızca tek bir zaafım vardı ve o da Nil'di. Yani, ailem.
Gözlerim kısıldı. Kafamı duvara yasladım. Biraz sert yasladığım için tok bir ses duyuldu. Kaşlarım anında çatıldı.
Aklıma, Ferda anne gelmişti. Ölümü. Dosyanın en başından beri peşindeydim ve son birkaç haftada garip bir şeyler öğrenmiştim.
Mesela, Ferda'nın kalbine saplanan bıçağın üzerinde hiçbir iz bulanmaması, evin dağıtılmamış olması... gibi. Katil basacağı her adımı hesaplamıştı. Planlı bir cinayetti bu. Uzun zamandır düşünülmüş olmalıydı. Çünkü sokaktaki marketin kamerasına kadar her adım hesaplanmıştı.
Bir diğer tarafta da cenazeye gelen Seyfi vardı. En büyük şüpheli kesinlikle oydu ama soruşturmadan bir şey çıkmamıştı. Yani o dönemin savcısının belgeledikleri bu şekildeydi.
Son zamanlarda bu olay kafama çok takılıyordu. Çünkü hiçbir savcı böylesi bir olayda bir adamı içeriye alıp iki saat içinde de serbest bırakmazdı. O yüzden en baştan tüm dosyayı incelemiştim. Sonra bir şey fark etmiştim. Cenazeye ait bir fotoğrafta kalabalığın arasındaki adamı. Seyfi, o fotoğrafta arkası dönük bir adamla konuşuyor olmalıydı. Tam dönük değildi geröi, yarısı gözüküyordu. Yine de benim tanıyabileceğim kadar bir yakınlığım yoktu. İncelemenmesi için göndermiştim fakat henüz geri dönüş olmamıştı.
Ben de o cenazeye katılmıştım. On sekiz yaşındaydım ve babamın ölmeden önce söylediği bir şeyi hatırlıyordum. "Bu cinayet normal bir cinayet değil. Normal bir insan böyle bir cinayet işleyemez. Ya çok zengin ya da arkasında birisi var."
Birileri... birisi değildi. Arkasında birileri vardı. Ben böyle düşünüyordum. Savcı bile böyle bir davaya girmek istemediğine göre güçlü birileri vardı. Gözlerim biraz daha kısıldı. Bana annelik etmiş kadının kanını yerde bırakmama sözünü vermiştim ona. Her ne olursa olsun, karşıma kim çıkarsa çıksın katilini bulacaktım.
"Duvarı zihin güçüyle kırmaya mı çalışıyorsunuz?" İrkilerek yanıma baktığımda dışarıda elini kafama geçiren adamı görmek tepemi hafiften arttırmıştı.
"Pardon?"
"Duvarı diyorum, delecek gibi bakıyorsunuz."
"Size ne? İster duvarı ister sizi delerim." Burnundan sert bir nefes vererek söylediğime güldü. Ben de o an farkettim ne söylediğimi. Boğazımı temizledim ve duvara yaslanmı keserek dikleştim. "Ne istiyorsunuz?" Diye sordum gözümü kırpmadan yüzüne bakarak. Benden uzun olan insanlardan hep nefret ederdim ve karşımdaki adam stilettolarıma rağmen benden uzundu. "Hiçbir şey. Birini arıyordum." Tek kaşımı kaldırdım.
"Birini mi?" Kafasını salladı. Sonra mavi gözlerini yüzümde dolaştırdı. Fazla dikkatli bakıyordu. Dikkatli insanları da sevmezdim. İşimi zorlaştırırlardı çünkü. "Bulabildiniz mi peki?"
Kafasını usulca salladı. "Buldum." Dedi gözlerimin içine bakarak. Oldukça şüpheli bir cevaptı. Beni mi arıyordunuz, diye sormazdım çünkü altından her an bir şey çıkabilirdi. "Aradığınız kişi kadınlar tuvaletinde mi beyefendi?" Diye sordum ters ters. Dudağının kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. "Hayır, aradığım kişi sizdiniz."
Kaşlarımı çattım. "Ben mi?" Diye sordum afallamış bir şekilde. "Ne diye?"
Elini cebine soktu ve zincir bir bileklik çıkarttı. Kaşlarımı çattım. Benim bilekliğim! İstemsizce sağ koluma baktım. Boştu. "Giderken düşürdünüz." Dedi ve bana doğru uzattı. "Kilipsi gevşemişti, tamir ettim."
Ne diyeceğimi bilemediğim için bir an dudaklarım açılıp kapandı. Sonra toparlandım ve boğazımı temizledim. Uzattığı bilekliğimi aldığımda tek kaşını kaldırdı. "Ee?" Diye sorguladığında ben de sorguladım. "Ne ee?"
"Teşekkür etmeyecek misiniz?"
"Ha." Gözlerimi kırpıştırdım. Ha mı? Cidden mi? "Teşekkürler." Dedim hızlıca. Gülümsedi. "Rica ederim. Her zaman."
Şüpheli.
Kesinlikle bakışları şüpheli.
"Burada durup düşünce gücüyle duvarı delme çalışmalarına devam mı edeceksiniz?"
"Size ne?" Dedim hemen. İşime karışan insanlardan da nefret ederdim. Teslim olur gibi ellerini kaldırdı. "Biraz daha konuşursam beni de delmeye çalışacak gibisiniz ama bence anlaşabiliriz."
"Bakın beyefendi buraya düğün için gelmedim ve sizinle ilgilenmiyorum." Kaşları kavislendi. Sorguluyor gibi bakıyordu yüzüme. Ona ne var der gibi baktım. "Çok garip." Dedi kendi kendine. Eli çenesini ovdu. "Neyi eksik yaptım ki? Normalde kızlar bu taktiğe hemen düşerdi."
Genişçe gülümsedim. "Bence, ben sizi uçtuğunuz gökyüzünden düşürmeden ikileyin."
"Hmm." Diye mırıldandı. Yüzünü aniden yüzüme yaklaştırdı. "İddialı kadınları severim." Dediğinde bu sefer gerçekten gülümsedim ve gözlerinin içine baktım. Birçok kadının gözleri için binlerce iltifat ettiğine yemin edebilirdim. Yakınlığının beni etkilediğini düşünüyor olmalı ki iyice yaklaştı. Derin, erkeksi kokusunu soludum.
Yüzümdeki gülümseme büyüdü. Ellerimi kaldırdım ve yakalarını sakince kavradım. Yamuk bağladığı kravatını düzeltirken sessizce ne yaptığımı izliyordu. O sırada gözlerim boynuna kaydı. Bu saniyede nefesimi tutmak zorunda kaldım ve hedefime yoğunlaştım. Biraz daha beklersem yapamazdım.
Dizimi bacaklarının arasına geçirdiğimde iki büklüm oldu. Dudaklarından aci bir inleyiş döküldü ve ellerini kasıklarına yerleştirererek eğildi. Yüzünü görmek için ben de hefifçe eğildim ve gözlerinin içine bakarak sordum. "Yeterince iddialı mı?"
Cevap veremedi. Kazançla gülümsedim. Doğrularak saçlarımı omuzlarımın üzerinden geriye doğru savurdum. Bu his bir de kazandığım davalardan çıktığımda bu kadar yoğun oluyordu. "Bunu!" Dedi inler gibi. Küfretmekten son anda dönmüştü sanırım. "Bunun bedelini sizi fena ödeteceğim."
Dudaklarımdan bir kahkaha döküldü. Sonra aniden ciddileştim. "Sen devlet savcısını tehdit mi ediyorsun?" Yüzünü afallamış bir şekilde bana kaldırdı. "Sen savcı mısın?!"
Kafamı usulca salladım. "Şansımı sikeyim ya." Diye mırıldandı. "Duyamadım!" Dedim sesimi yükselterek. Hâlâ kasıklarını tutarken bana baktı ve genişçe gülümsedi. "İlk kez bir savcıyla karşılaştım diyorum." Gülümsemesi büyüdü. "Savcılar bu kadar güzel oluyor muydu?"
Güldüm. Bu sefer gerçekten kendime engel olamamış ve gülmüştüm. "Gerçekten hayatımda sizin kadar yukarılardan uçan kimseyle karşılaşmadım."
"İlkiniz olmak beni mutlu etti." Dedi ve vurduğum yerin acısı azalmış olmalı ki doğrulmayı başardı. Gözlerimin içine içine baktı. "Ama bilmenizi isterim, siz de benim ilkimsiniz."
Tek kaşımı kaşdırdım. "Anlamadım?"
"Yakında anlarsınız."
🪷
BÖLÜM SONU!
Beğendiniz mi bölümü?
Düşünceleriniz?
Nil'in geçmişi? 🥹
Kübra?👑
Uçan askerimiz?🤭
.
Bu bölümde normalde düğün olacaktı ama Nil'in geçmişine gitmek istedim biraz. Onu her anıyla tanımanızı istiyorum🫂
İnstagramda soru cevap açacağım, oraya gelin de muhabbet edelimm
İnstagram; Zeynepizemm
VOTE
VE
YORUMU
UNUTMAYINN
Bu bölüm 2 bölüm uzunluğunda sayılır bence yorumlarınızla ve oylarınızla beni mutlu edebilirsiniz🤭 ne kadar çok yorum ve oy gelirse o kadar motive olurum, diğer bölüm erken gelir belki🤭
SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞÜRÜÜZZ😘
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
91.09k Okunma |
10.44k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |