Pamuk eller yıldıza ve yorumlara💃🏻
Yazım yanlışları için üzgünüm, bölümü kontrole tmeye fırsatım olmadı🥲
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
ZEHİRLİ ŞEKER
BÖLÜM 48
🪷
Bazen kendimden utanıyordum. Benim için utanç diğer duygulardan daha ıstırablıydı. Çünkü telafisi yoktu. Özellikle sattığım uyuşturuculardan dolayı hayatı kararan insanların. İsteyerek yapmamıştım. Yemin ederim. Birçok kez kaçmaya çalışmıştım ama hep yakalanmıştım. Polise gitmek istemiştim, yine önüm kesilmişti. Sokaktan geçen birine anlatmıştım, bana iğrenç bir şeymişim gibi bakıp yanımdan uzaklaşmıştı.
Yapayalnızdım ve elimden hiçbir şey gelmemişti. Uğraşmıştım, kaderime boyun eğmemiştim, yaşamak istemiştim ama bir yere kadardı. Bir yerden sonra karanlıktı. Artık umut edecek hiçbir şey kalmayınca sattığım zehri kullanmıştım. Ama o kadar korkunçtu ki. O kadar dehşet vericiydi ki.
Ölümden beterdi.
İşte bu saatten sonra bana ölüm tek çıkış yolu gibi görünmüştü. Sonra ansızın bir kapı belirmişti önümde. Hiç beklemediğim bir anda, her şey bitti derken yeniden gülümsemeyi başarmıştım.
Abim, dakikalar sonra hafifçe geri çekilerek yüzünü yüzüme doğru eğdi. Gözlerinin içinde korkunç bir canavar pusuya yatmış bekliyor gibiydi ama yine de bana sıcacık bakıyordu. Kendime engel olamamış ve ağlamıştım. Bu yüzden ilk önce akmış göz yaşlarımı sildi. Ağlamak şu saniyelerde çok normal hissettirdi. Eskiden kendi gözyaşlarımı silmek bana zor gelirdi o yüzden ağlamak istemezdim. Ama şimdi sonsuza dek ağlasam da sorun olmazmış gibime geliyordu.
"Abim." Bir an yüzüne bakamadım ama elleri yanaklarımı kavradı. Dokunuşu zarar vermekten korkar gibiydi. Yüzümü yüzüne doğru kaldırdı. "Gözbebeğim." Sert nefesi yüzüme çarptı. Dişlerini birbirine bastırmıştı. Kendini zor tutuyormuş gibiydi. "Gel, şöyle gel." Dedi ve birkaç adım geri yürümemi sağladı. "Abi?"
Ne yaptığını anlamadığım için ona öylece baktım. Benden birkaç adım uzaklaştı ve elleriyle yüzünü kapatıp derince bir nefes aldı. "Nilüfer, abim dışarı çık, hadi."
"Ne, neden?"
"Çık, abim."
Kafamı iki yana salladım. "Hayır." Dedim, kalbim hızlanmıştı. Öyle bir bakıyordu ki yalnız bıraksam duvarları indirecekti sanki. "Abi." Sesim korkuyla çıktı.
Bana arkasını döndüğünde ellerimi karnımın üzerinde birleştirdim. Gözlerim yeniden dolmaya başladı. Aldığı sert nefesler küçük alanı doldururken gözyaşım yanağıma doğru aktı. "Abi."
Ellerini saçlarının arasına geçirdi ve birkaç saniye öyle bekledi. Sırtını izledim o süre boyunca. Bana mı kızmıştı? Uyuşturucu kullandığım için.
Gözlerim yerde dolaştı. Sonra abimin yüzümü eğmemen konusunda söyledikleri aklıma geldi o yüzden omuzlarımı dikleştirdim. Kızacak olsa bile sonuçta bile isteye yapmamıştım ki zorunda bırakılmıştım. Suçlu ben değildim. Bu gerçeğe inanmak uzun zamanımı almıştı. Kübra kafama vura vura buna beni inandırmıştı. Artık, eskisi kadar kendimi suçlu görmüyordum ama hatırlamak canımı yakıyordu.
Abim en sonunda bana dorğu döndüğünde göz göze geldik. Hızlı adımlarla aramızdaki mesafeyi azalttı. Tam önüme geldi ve ellerimi tuttu. "Özür dilerim, Nilüfer." Yutkundum. "Gelmediğim için özür dilerim. Yaşadığın her şey için özür dilerim."
"Abi senin hatan değ-"
"Benim hatam!" Sesi yükseldiği için sustum. "Ben Volkan'a araba sürmeyi öğretirken senin akan gözyaşların benim yüzümden. Lavin'in mezuniyetine katılırken, üniversite sevincine ortak olurken, senin yapayalnız oluşun benim yüzümden. Yere göğe sığdıramadığım gururum yüzünden."
Söylediği her kelimede biraz daha dolmuştu gözlerim. Biraz daha hızlanmıştı gözyaşlarım. "Ama bilmiyordun..." dedim onun üzerindeki yükü hafifletmeye çalışarak. "Bilmemeyi ben seçtim. Siktiğimin bir guruna kapıldım ve bunun sonucunda annemi kaybettim, hiç kazanamadan! Seni de kaybedebilirdim." Bu ihtimal ona ağır gelmiş olmalı ki bir an nefesi kesildi. "Seni de kaybedebilirdim." Diye tekrarladı. Kızaran gözlerine bakmak canımı daha çok yakıyordu. "Nilüfer, affet." Hıçkırmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Affet. Ne olursun, affet."
"Abi-"
"Görüyorum, gözlerinde görüyorum. Bazen suçluyorsun hatta nefret ediyorsun benden. Ne olursun senin nefretin bana ağır gelir, abim. Affet."
"Abi." Diyebildim. Hıçkırıklar içinde boğulurken kollarımı boynuna doladım. Ellerini anında belime sardı. Her an avuçlarının arasından kayıp gidecekmişim gibi beni sıkıca sarmaladı. "Etmiyorum, nefret etmiyorum senden." Dedim boynundaki kuytuda ağlamaya devam ederken. "Çok seviyorum abi ben seni." Bir an ayaklarım yerden kesildi. Bana o kadar sıkı sarılıyordu ki yere basmama gerek kalmıyordu. Omzumda bir ıslaklık hissettiğimde ürperdim. "Abi..."
"Sus." Dedi burnunu çekerek. Ağlıyordu. Gözyaşının düştüğü yeri yani omzumu öptü. Sonra saçlarımı da öptü. Bir sürü kez. Öyleki hıçkırıklarım duruldu. Bana beni sevdiğini söylemedi ama gösterdi. Buna ihtiyacımın olduğunu biliyormuş gibi.
"Abi, ağlama, bak herkese ağladığını söylerim he." Geri çekilerek bana baktı. "Ağlamadım." Gözleri kızarıktı ama gerçekten ağladığına dair bir işaret yoktu. "Ay yoksa tükürdün mü!?" Diye sordum dehşetle.
Güldü. Sonra ellerini yanaklarıma yerleştirdi ve hâlâ akan gözyaşlarımı sildi. "Gözbebeğim, canını yakan herkesin canını alacağım. Bu benim sana verdiğim en büyük söz olsun. Ben bu sözü yerine getirene kadar kendimi affetmeyeceğim, sen de beni affetme, tamam mı?"
"Abi." Dedim, yine gözyaşlarımı durduramazken. "Hiç kimse umurumda değil. Yemin ederim. Kimse umurumda değil, kanımı taşıyanlar da geçmişte yaşayanlar da. Ben sadece mutlu olmak istiyorum. Seninle yaşamak istiyorum."
"Olacağız, kardeşim. Çok mutlu olacağız." Hıçkırdım. İşte bunun sözünü istiyordum. Birlikte mutlu olmanın sözüne ihtiyacım vardı. O, sözlerini tutardı. Biliyordum, onu tanıyordum. Verdiği her sözü tutmuştu. "Söz mü?"
"Söz, abicim." Burnumu çektim. Gözlerimi kırpıştırarak gözlerinin içine baktım. Artık makyajımın bozulmamış olması imkansızdı. "Of çirkin oldum dimi?" Diye sorduğumda dayanamıyormuş gibi başını omzuna doğru yatırdı. "Çok güzelsin." Dedi parmakları yanağımı sevneye devam ederken. Yine ondan önce konuştum. Daha fazla dağılmayalım diye. "Bir şey sorma, lütfen. Geçmiş hakkında daha fazla konuşmak istemiyorum ben." Kafasını usulca salladı ve dudaklarını alnıma bastırdı. "Tamam, abim. Sormayacağım." Dedi. "Ama bu işin peşini de bırakmayacağım." Sessiz kaldım. Bu konu hakkında yorum yapmak istemiyordum.
Dağılmış saçlarımı parmaklarıyla düzeltti. "Makyajın yanaklarına aktı." Dediğinde korkarak aynaya döndüm ve büyük bir çığlık attım. Az önceki hislerimden sonra gördüğüm manzara beni hıçkırıklara boğdu. "Ya berbat! Berbat oldum! Nasıl çıkacağım insan içine! Of! Off işte! Çok çirkinim!"
Arkama doğru geldi ve boyu uzun olduğu için kafamın üzerinden bana baktı. "Aslında benim yanımda baya makyaj şeyinden var." Dediğinde ağlamayı keserek şüpheyle aynadan yüzünü seyrettim. Bakışlarım onu güldürdü. "Asuman için almıştım. Kullanmadı gerçi ama." Gözlerime baktı. "Arabada. Getireyim mi?"
"Gerçekten mi?" Diye sordum bir umut. Berbat bir haldeydim ve eğer düğüne böyle gidersem Sema ve Vural'a unutulmaz bir düğün hediyesi vermiş olacaktım. Abim kafasını usulca salladı. "Tamam getir o zaman." Dedim birazcık da çekinerek. Gülümsedi ve telefonu eline aldı. "Kimi arıyorsun?"
"Mesude'yi."
"Neden?"
"Birkaç dakika bile olsa yalnız kalamazsın." Kafamı iki yana salladım. "Kalmayacağım ki Kübra dışarıdadır." Kaşları çatılır gibi oldu. "Ne ara geldi o?"
"Senden biraz önce." Gözleri kısıldı sonra olumsuzca kafasını iki yana salladı. "Yine de Mesude'nin yanında olmasını istiyorum." Dedi ve telefonu kulağına götürdü. Telefon açılır açılmaz konuştu. "Mesude, alt kattaki kadınlar tuvaletinde bekliyorum seni." Karşı tarafı dinledi. "Evet. Kadınlar tuvaletinde!" Dedi ve cevap beklemeden telefonu kapattı. "Abi, sen istersen çıkabilirisn artık, Kübra gelir yanıma."
"Hayır." Dedi söylediklerimi net bit şekilde reddederek. "Gözüm üzerinde değilken aklım sende kalıyor. En azından güveneceğim biri olmalı yanında."
"Mesude'ye güveniyorsun." Dedim sorar gibi. "Güveniyorum." Dedi hiç düşünmeden. "Sen de onu uzun yıllardır tanıyor olmalısın." Diye bir yorumda bulundum. Kafasını usulca salladı. Konuşmaya devam etti. "Ben Mesude'yle pek muhabbet edemiyorum yani benimle pek konuşmuyor. Sadece ben konuşuyorum o da dinliyor. Bazen çok konuştuğum için veya koşturduğum için söyleniyor ama bence bana çok bile dayanıyor." Ayrıcs ekledim. "Oldukça sabırlı bir insan."
"Öyle." Dedi abim, buruk bir gülümseme yerleşti yüzüne. "Sabırlıdır." Onun hakkında bir şeyler sormak istesem de doğru olmadığını düşündüm çünkü doğrusu kendisine sormaktı. Ofladım, yine. "Asuman'a da ayıp oldu di'mi?"
"Konuşur anlaşırsınız." Dedi, sorun olmadığını sesine yaymaya çalışarak. Kafamı usulca salladım. "O haliyle yalnız kaldı." Abime doğru döndüm. "Neden yürüyemiyor?"
"Yürüyor ama hastanedeydi oradan kaçırdım." Dedi sona doğru sırıtarak. Kaçırma işini daha sonra socacaktım şu an iş ciddiydi. "Neyi vardı ki?"
"Küçük bir kaza abicim, iyileşecek." Kaşlarımı çattım. Artık abimin küçük bir kaza olaylarını çok iyi biliyordum. Gözlerim istemsizce koluna kaydı. "O gün o da mı yaralandı?" Derin bir nefes aldı. "Evet." Dediğinde omuzlarım düştü. Tekrar konuşamadan kapı açıldığında o tarafa döndük. Kübra içeri girmişti. Gözleri üzerimde dolaştıktan sonra abime döndü. "Mesude dışarıda." Dedi ve cevap beklemeden yanıma doğru yürümeye başladı. "Konuşmanız bittiyse çıkın." Dedi direkt abime. Abim kafasını olumsuzca iki yana salladı ve bana döndü. "Gelirim birazdan."
"Tamam." Dedim, yanımdan ayrılmadan saçlarımın üzerini öptü ve tuvaletten çıktı. O çıkar çıkmaz Kübra çantasını mermere bırakıp tam önümde durdu. "Nil?"
Burnumu çektim ve konuştum. "Söyledim abime." Kaşları kavislendi. "Her şeyi mi?" Kafamı iki yana salladım. "Uyuşturucu kullandığımı." Kafasını omzuna doğru yatırdı. "Canım benim, kendini böyle harab etme."
"Tamam, zaten söyleyince rahatladım biliyor musun? Omuzlarımdan yük kalkmış gibi hissediyorum." Şefkatli bir şekilde gülümsedi. "Abinle ilişkinin düzelmesini görmek beni sevindiriyor." Dedi, gözlerine bile söylediğini yansıtarak. "Beni de," dedim derin bir iç çekerek. "Sana anlatacağım o kadar çok şey var ki Kübra."
"Daha buradayım, hemen gitmeyeceğim bu sefer." Gözlerimi sonuna kadar açtım. "Gerçekten mi? Ne ladar kalacaksın?"
"Ne kadar gerekiyorsa."
"Yaa Kübra." Dedim şımararak. Güldü. "Gel hadi şu yüzünü temizleyelim. Berbat görünüyorsun." Yüzümü buruşturdum ve aynaya doğru döndüm. Koyu göz makyajım yanaklarıma doğru akmıştı. Öcüye benziyordum. "Of, bu yüz nasıl düzelecek, Kübra??"
"Hallederiz." Dedi ve çantasından peçete ile ıslak mendil çıkarttı. Islak mendilden birkaç tane alıp akmış makyajımı silmeye başladım. Tamamen siyaha bulanan mendili kenara koydum ve bir başkasıyla silmeye devam ettim. Sonunda yüzüm makyajdan arındığında derin bir nefes alabilmiştim. Lavaboya doğru eğilerek yüzümü birkaç kez suyla yıkadım. Doğrulup yeniden aynaya baktığımda kıpkırmızı olmuş yüzüm beni yeniden ağlatmaya başladı. "Ya ben düğüne falan gelmiyorum ya! Of ya! Şu tipe bak!"
"Nil." Dedi Kübra kızarak ve elime peçete tutuşturdu. "Sil şu yüzünü." Burnumu çekerek ıslak yüzümü peçeteyle kuruladım. O sırada Kübra arkama geçti ve saçlarımı geriye doğru alıp bir tokayla bağladı. "Fondöten var ama benim tenim koyu senin tenine uymaz." Omuzlarımı düşürdüm. "Abim getireceğim dedi ama," dedim bir umut. "Öyleyse o getirdiğinde makyajını yaparız." Kafamı salladım.
Kübra, bir elini omzuma yerleştirdi. Aynadan yüzüme içten bir gülümsemeyle baktı. "Canım, istersen gideriz." Kafamı iki yana salladım. Bugünü çok beklemiştim. Her ne kadar içimden gelmese de ayak uyduracaktım çünkü zaten yıllardır bunu yapmaya alışkındım.
Kendimi aynada süzdüm. Bugün için o kadar uğraşmıştım, gitmek istemiyordum. Yani en azından Antep düğünü nasıl oluyor onu görmek istiyordum. "Bu kadar hazırlandım." Dedim kendimi düştüğüm yerden kaldırıp neşelenmeye çalışarak. "Bugün eğlenmek istiyorum geçmişle boğuşmak değil."
Kübra, anlayışlı bir gülümseme sundu bana. Saçlarını genelde açıp gezmezdi ama bugün açmıştı. Simsiyah saçları omuzlarına doğru dökülmüştü. Üzerinde siyah kalem bir etek ve gömlek vardı. Daima resmi giyiniyordu. Neresi olursa olsun. Bazen evde bile. Tek fark bugün makyajını daha canlı yapmıştı ve çok güzel görünüyordu. Onu fazla incelemiş olmalıyım ki sordu. "Neye bakıyorsun?"
"Sana. Nasıl bu kadar güzel olabilirsin diye düşünüyordum." Güldü. "Ben, bunu senin için yıllardır düşünüyorum."
"30 yaşına kadar eğer kimseyle evlenmezsek birbirimizle evlenelim mi?" Diye sorduğumda tek kaşını kaldırdı. "Bana kalırsa yarın öbür gün seni Barış'a veririz." Tatlı tatlı gülümsedim. "Ben sizi tanıştırmadım değil mi?" Kafasını iki yana salladı. "Hayır."
"Hemen tanışmanız lazım." Dedim heyecanla. Kasvet yavaşça kabuğuna çekiliyordu. "Ben sana bir şey soracağım."
"Sor."
"Kapıdaki tartıştığın adam kimdi?" Duraksadı. Sonra toparlandı ve omuz silkti. "Bilmiyorum ki. Seninle telefonla konuşurken önümden geçti. O sırada anahtarı düştü. Ona seslendim ve yere doğru eğilerek anahtarını almak gibi bir hata yaptım. O esnada bana hızlıca döndüğü için elini kafama geçirdi."
Dudaklarımdan koca bir kıkırdama peyda oldu. Kübra bana kötü kötü baktı. "Yok, gerçekten. Bu dünyada iyilik falan yapmayacaksın. Kafam koptu sandım."
"E adam asker." Dedim gülerken. Kaşlarını kaldırdı. "Nerden biliyorsun?"
"Kimliğini gördüm. Sen bakmadın mı?" Kafasını iki yana salladı. "Hayır, ne diye bakayım?"
"Of Kübra! Evde kalacaksın bu gidişle."
Omuz silkti. "Umurumda değil. Hem bekar kalmamın adamla ne ilgisi var?"
"Bence adam sana karşı gayet ilgiliydi." Dedim mesajlı bir şekilde. Gözlerini devirdi. "Az önce fark ettim onu." Hemen ona taraf döndüm. "Ne oldu ki az önce?"
Bileğini kaşdırarak bilekliğini gösterdi. "Düşürmüşüm, vermek için beni aramış." Gözlerimi büyüttü. "Sonra?"
"Sonrasında bana yavşadı ve ben de malum yerine okkalı bir şekilde geçirdim." Bugün daha ne kadar şaşırabilirdim? "Ya Kübra! Neden öyle bir şey yaptın!? Çocuk belli li hoşlanmış senden!"
"Hoşlanmak mı, yavşağın tekiydi."
"Hayır, hiç de öyle bir adama benzemiyordu." Dedim tanımadığım adamı korumaya çalışarak. Kübra omuz silkti. "Umurumda değil Nil, gerçekten."
"Ya ama yakışıyordunuz! Ben çocuklarınızı bile hayal etmiştim!" Eliyle acıtmayacak şekilde kafama geçirdi. "Salak." Dedi bir de. Küçük bir kahkaha attım. "Gerçekten beğenmedin mi adamı?" Diye sordum ciddiyetle.
Bir an durup düşündü. İşte bu! İşte bu! Demek ki hâlâ umut vardı. Normalde Kübra erkekler hakkında asla düşünmezdi. Şimdi düşünüyordu işte! "Dürüst olacağım, yakışıklı adamdı."
"Veee?" Diye osrdum uzatarak. "Ve'si falan yok, kız düşürme peşinde belli ki. Hiç gelemem o tarz erkeklere."
"Belki yanlış anlamışsındır." Omuz silkti. Daha fazla konuşamadım çünkü kapı açılmıştı. Abim elindeki poşetle içeriye girdiğinde ona taraf döndüm. "Abicim, bunlar var, işine yarar mı bak bakalım." Elindeki poşete davrandım. "Teşekkür ederim!" Dedim sevinçle. İşime yaramasa bile getirdiği için mutlu olmuştum.
"Tamam, ben Asuman'ın yanına gidiyorum, işin bitince direkt salona geçin tamam mı? Geleceğim ben yanınıza." Kafamı salladım. "Tamam abi." Bana gülümsedi ve Kübra'ya da bir baş selamı verip tuvaletten çıktı.
Kübra benden önce davranarak poşeti açtı ve mermere boşalttı. İçinden çıkan hiç açılmamış makyaj malzemelerinde göz gezdirirdim şaşkınlıkla. Abim yanlışlıkla tüm kozmetik mağazasını almış olabilir miydi?
"Nil, abin bunlarla ne yapıyor?" Diye sordu Kübra garip garip makyaj eşyalarına bakarken. Güldüm. "Asuman'a almış."
"Asuman mı?"
"Hı-hım. Abimin sevgilisi, yani sanırım." Karısı da olabilir. Kızı kaçırdıysa nikahı da basmıştır bu. Kübra, anladım dercesine kafasını salladı. Zamanında o ikisini shiplemiştim ama şimdi fark ediyordum ki Kübra abimden hiç etkilenmemiş aksine sanırım yalnızca nefret etmişti. Bir de ona abartarak abim hakkında anlattıklarım vardı tabi. Nefret etmesi gayet normaldi.
Makyaj malzemelerinden işime yaracakları alıp ambalajını açtım. Yüzümü toparladıktan sonra Kübra gaö makyajımı yapmıştı. Aşırı güzel eyeliner çekiyordu. Rimeli de kirpiklerime yedirdikten sonra aynaya baktım. Benim yaptığım makyajdan daha güzel olmuştu. Kübra makyaj konusunda bir numara falandı. Mahvolmuş yüzümü adam etmişti resmen.
"Can alıcı parça." Diyerek kendi çantasındaki rujunu bana uzattı. Elinden aldım ve kan kırmızı ruju dudaklarıma yedirdim. Çok göz almasın diye de parmağımla fazlasını almıştım. Sonunda makyajım bittiğinde Kübra'ya doğru döndüm. "Nasıl oldum?"
"Ateş ediyorsun!" Dediğinde kıkırdadım ve aynada kendime baktım. Gözlerimin kıpkırmızı olması dışında artık bir sorun yoktu. "Öyleyse gidelim mi? Çok geç kaldık."
Mermerdeki eşyaları toplarken konuşmuştu. "Gidelim." Ona yardım ettim. Çöpleri de çöp kutusuna attık ve çıkmak için kapıya taraf döndük.
O sıra kapıya iki kez vuruldu. Kırılmak isteniyor gibi. Gözlerimi kırpıştırdım. "Nil!"
Bu, Barış'ın sesiydi.
Hızlıca kapıya gittim ve kulpu büktüm. Anında kapı açıldı ve endişeli gözlerle bana bakan Barış'la karşılaştım. "Nil." Dedi beni baştan sona süzdükten sonra. "Güzelim, sorun ne? Bir şey mi oldu?" Kafamı iki yana salladım. "Yok."
"Nil, yalan söyleme. Gözlerin kopkırmızı, ağlamışsın sen." Beni o kadar iyi tanıyordu ki bazen afallayıp kalıyordum. "Bebeğim." Dediğinde cevap verdim. "Bir an kötü hissettim ama geçti. Abinle konuştuk." Eli belime dolandı. "Ne oldu?" Diye sordu gözlerimin içine bakarak. Ona gülümsedim. "Sonra anlatırım." Tekrar aynı şeyleri anlatabilir miydim bilmiyordum ama Barış'ın geçmişimi bilmeisni isterdim. Fakat bugün tekrar geçmişe gitmeye gücüm yoktu. "İyi olduğuna emin misin?" Dedi saçımı kulağımın ardına iterken. "İstersen eve gidelim."
Canım.
"Hayır. İyiyim. Gerçekten. Hem daha halay başı olacağım." Dediğimde kabullenerek derin bir nefes aldı. "Endişelendirdin beni. Bir daha telefonlarıma cevap vermezsen gerçekten bozuşacağız." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Haklı olduğu için kafamı usulca salladım. "Özür dilerim. Her şey çok hızlı gelişti."
Derin bir nefes aldı ve dudaklarını alnıma bastırıp beni kollarının arasına aldı. "Düğünden sonra seninle bir yere gideceğiz." Kafamı kaldırarak yüzüne baktım. "Nereye?" Göz kırptı. "Sürpriz."
"Ya Barış."
Kafasını, söylemem, der gibi iki yana salladığında yüzündeki o emin ifadeden dolayı söylemeyeceğine ikna oldum ve kafamı yüzündeki gülümsemeyle bizi izleyen Kübra'ya doğru çevirdim. "Bak, bu Kübra. Sana bahsetmiştim ya."
Barış elini belime yerleştirerek Kübra'ya taraf döndü. O an duraksadı. Bir bana bir de Kübra'ya baktı yeniden. "Senin Kübra diye bahsettiğin arkadaşın..." kafamı hızlıca salladım. Dudakları şaşkınlıkla aralandı ama kendini çabuk toparladı. "Savcı hanım?" diye sorduğunda Kübra kafasını salladı ve elini Barış'a doğru uzattı. "Evet. Kübra Karaca. Sizi yeniden görmek güzel."
Barış, Kübra'nın elini oldukça kısa tutarak geri çekti. Bana baktı. "İstanbuldayken bir olayda beraber çalışmıştık." Dedi, açıklama yaparak. Gülümsedim. "Biliyorum, Kübra kısaca bahsetti. Daha önceden karşılaşabilirmişiz." İç geçirdi. "Karşılaşabilirmişiz." Dedi keşke der gibi. Kübra'ya baktı. "Memnun oldum Kübra Hanım. Yani Nil'in arkadaşı olarak."
"Ben de memnun oldum Başkomiserim." Barış, kafasını usulca salldı ve bana döndü. "Gidelim mi?"
"Gidelim."
Lavabodan çıktığımızda Mesude de bize dahil oldu. Merdivenlere doğru yöneldik. Düğün salonu iki katlıydı. Güzel tarafı ana solana gitmeden odalara girip lavaboya geçebiliyordun. Ben de ilk kez düğünün olduğu salona girmiş olacaktım şimdi. Merdivenleri çıkarken Barış'a bakarak sordum. "Çok mu geç kaldık?"
Kafasını iki yana salladı. "Çok değil, herkes anca toparlanmıştır zaten." Rahat bir nefes aldım. "İlk danslarını yaptılar mı?"
"Yaptılar."
"Of, kaçırık." Dedim hüsranla. "Kısmet bizim ilk dansımıza bebeğim." Gülümsedim. Yanaklarım al al oldu birden. Barış'la evlenme düşüncesi, o masada evet diye bağırma düşüncesi içimi kıpır kıpır yapmıştı.
Girişe yaklaştıkça artan müzik sesi keyiflenmemi sağladı. "Abim geldi, gördün mü?"
"Gördüm. Sen yanındaki kadını gördün mü?"
"Gördüm." Ofladım. "Ayıp oldu kıza da. Bir anda yanlarından ayrıldım. Beni yanlış tanımasını istemiyorum."
"Ne oldu da ayrıldın yanlarından Nil?"
"Sonra anlatırım dedim ya." Dedim konuyu kapatmaya çalışarak. "Ama beni endişelendiriyorsun."
"Ben iyiyim, gerçekten. Bugün eğlenmek istiyorum." Kafasını salladı. "Tamam, nasıl istersen." Ona gülümsedim. Sonunda kapının önüne geldiğimizde aileden birileri karşılama yapıyordu. Sema'nın kardeşi, annesi ve teyzesi buradaydı. Vural'ın da kuzeni ve dayısı vardı karşılama töreninde. Onlarla buraya önceden geldiğimiz için tanışma fırsatım olmuştu tek sorun isimlerini hatırlamıyor oluşumdu. Aileleri o kadar büyüktü ki. Özellikle Vural'ın. Bin tane falan kuzeni vardı galiba.
Barış, kolunu hafifçe kıvırdığında beklemeden koluna girdim. Yürümeye başladık. Yanında içeriye girecek olmak bir an heyecanlanmamı sağlamıştı. Salon çok kalabalıktı. Bazı gözlerin üzerimizde gezindiğini hissetsem de çok oralı olmadım. Odağım yalnızca yanımdaki adamdı.
"Annemlerin yanına gidelim mi?" Diye sorduğunda kafamı salladım. Rezerve olmuş tüm masalar doluydu, hatta ayakta kalmıştı birçok insan salonun büyüklüğüne rağmen. Tüm Antep'in burada olduğunu düşünecektim birazdan.
Esma teyzelerin olduğu masaya geldiğimizde onlara gülümsedim. Dilan hanım ve kardeşlerim de buradaydı. Hepsi çok güzel olmuştu. Özellikle Lavin. Ona alışverişteyken elbise almıştım ve tam olmuştu. Çok yakışmıştı. Hemen onun yanında oturan Baran gözlerini Lavin'den çekemiyordu. Geldiğimizi fark etmemiş bile olabilirdi.
"Maşallah." Dedi Esma teyze ışıldayan gözmeriyle bizi bakarken. Utanmadan edemedim. Sonra konuyu değiştirmek için arkamda duran Kübra'yı tutup yanıma doğru çektim. "Bakın bu Kübra. En yakın arkadaşım aynı zamanda İstanbul'da ev arkadaşım." Kübra anlık olarak afallasa da gülümsemeye çalıştı. "İyi akşamlar." Dedi.
Ona herkesi sırayla tanıttım. Kübra hepsine kısaca selam verdi. Sonunda masaya oturduğumuzda Aysu'nun yokluğu hemen içimi kapladı. "Esma teyze Aysu nerede?"
Esma teyze eliyle pisti gösterdi. "Orada oynuyor." Kafamı çevirdim onu görmek için. Beyaz gelinliği andıran bir elbise giymişti. Çok tarlı görünüyordu. Eşek sıpasının yanında onun yaşlarında bir erkek çocuğu vardı. Gülerek bir şeyler konuşuyorlar hoplayıp zıplıyorlardı. Önüme döneceğim sırada birkaç masa ötedeki bakışlar dikkatimi çekti. Canım(!) ailem oradaydı. Şirin gözlerini üzerime sabitlemiş kötü kötü bakıyorken Nuran'ın da ondan pek bir farkı yoktu. Seyfi hariç herkes oradaydı. Küçük amcam, eşi, çocukları... Hatta tekerlekli sandalyesiyle gelen Korkut bey bile. Berivan babaanne de.
"Nil." Önüme dönerek Barış'a baktım. Nereye baktığımı görmüş ve dikkatimi üzerine toplamak istemişti. "Onlar niye burada?" Diye sordum sadece Barış'ın duyabileceği bir ses tonuyla. Gözlerim yine onların masasına kaydı. Bu sefer Mahir ve Mustafa'yla göz göze geldim. Mustafa neyse de Mahir'in bakışları canımı sıkıyordu.
Böyle kuzen düşman başınaydı yani.
"Vural'ın babasıyla iş yapmışlar zamanında. O yüzden. Boş ver. Burada olmalarının hiçbir anlamı yok." Aslında vardı. Mesela onların yanına gitmek ve gözlerini çıkartmak istiyordum. İyice psikolojimi bozmuştular. Ofladım. Bugün o kadar çok oflamıştım ki. İki sözümden biri oflamalıydı. "Abim de yok ortalıkta zaten." Diye sitemle söylendim. Yanımda olsun istiyordum.
"Güzelim, asma suratını. Gelir birazdan." Omuz silktim. Bana, yapma, der gibi baktı. Zoraki de olsa kabullenerek kafamı omzuna yasladım. Eli anında belimi sıkıca sardı. "Anne." Diye seslendi o sırada. "Dedemle konuşamadım. Durumu nasılmış?"
"Nasıl olsun oğlum, o kadar söyledim gelelim alalım seni, en azından düğüne katıl diye ellem etti kallem etti gelmem dedi." Barış, nefeslendi. Esma teyze konuşmaya devam etti. "Şu işler bir hafiflesin de yanına git oğlum. Ne zamandır seni soruyor."
"Tamam anne, giderim." Dedi va bana doğru döndü. "Gelir misin, sen de?"
"Dedene mi?" Kafasını salladı. "Ama ya beni istemezse?"
"Seni tanımak için beni istiyordur zaten, Nil. Annem anlatmıştır."
Aydınlandım resmen. "Şey, tamam o zaman." Gülümsedi. Ben de gülümsedim. Aysel, aniden ayağa kalktığında bakışlar ona döndü. "Ben, bir lavaboya gideceğim." Dedi açıklama yaparak. Panikli hali kaşlarımı kaldırmamı sağladı ama neden gittiğini anlamak zor olmadı. Abim ve Asuman'ı görmüştü. İkisi de salona yeni girmişti ve şu an Asuman abimin desteğiyle yürüyordu. Abim, belini sıkıca kavramıştı. Asuman'ın bedeni abimin bedenine yaslıydı.
Abimle göz göze geldiğimizde kaşları hafifçe çatıldı ve Asuman'a bir şey söyledi. Böylelikle Asuman da bana baktı. "Abimler geldi." Dedim Barış'a. O da benim gibi geldikleri tarafa döndü. "Gelsinler de sorgulayalım bir." Sırıttım. Özellikle abimi sorgulamamız gerekiyordu.
Kadını kaçırdığını söylemişti. Bu devirde kız kaçıran mı kalmıştı Allah aşkına? Abim hangi boyutta yaşıyordu?
İkisi de masanın yanına keldiğinde abim herkese bir selam verdi. "İyi akşamlar." Dedi, masadakiler onlara yanıt verirken ben Asuman'ı inceliyordum. Gerçekten o kadar güzel bir kadındı ki... uzun uzun bakmamak elde değildi.
Üzerinde siyah zarif bir elbise vardı. Uzun kolluydu ve bedenine tam oturmuştu. Sadece karnının orada olmamaı gereken bir şişlik gözüme çarpmıştı. Dikkatli bakılmadığınsürece fark edilmiyordu ama fark etmiştim. Ayrıca parmaklarından birinde bandaj vardı. Yüzünde yalnızca fondöten olmalıydı. Onun dışında fazlasıyla doğal görünüyordu. Ve güzel.
Boynundaki morluklara gözüme çarptığında endişelendim. Gerçekten, neler yaşamıştı acaba? Göründüğünden daha kötü olmamasını umdum.
"Evladım, hanım kızımız kim?" Diye sordu Esma teyze bir anne sıcaklığıyla. Abim hemen tanıttı. "Asuman." Dedi. Neyi olduğuna dair bir şey belirtmedi. Zaten fark ettiğim bir şey vardı ki Asuman'ın ismini zikretmek abimin hoşuna gidiyordu. "Hoş geldin, kızım. Otursanıza ayakta kalmayın." Esma teyzeye sarılasım gelmişti şu an. Fazla sevecen bir kadındı. "Hoş bulduk." Dedi Asuman gülümseyerek. Çekindiği belliydi. Abim bir sandalyeyi çekerek oturmasına yardım etti ve hemen sonra yanına geçip oturdu.
"Asuman," dedi abim, Volkan ve Lavin'i gösterdi. "Kardeşlerim. Volkan ve Lavin." Asuman onlara gülümsedi. "Merhaba." Dedi sakince. Abim tanıtmaya devam etti. "Kardeşlerimin annesi, Dilan hanım." Minik bir kafa selamı verdiler birbirlerine. Abim benimle göz göze geldi. "Nilüfer ve Barış'la tanıştın zaten. Barış'ın annesi ve kardeşleri onlar da."
"Memnun oldum." Dedi Asuman. Esma teyze kocaman gülümsedi. "Biz de memnun olduk evladım. Sonunda Çınar'ın yanında bir kadın gördüm ya zil takıp oynayacağım." Güldüm. Bence Esma teyzenin oynama sebebi Barış da olabilirdi. Çünkü Barış'ın da evde kalacağını düşünüyordu zamanında.
Ben olmasaydım kalırdı da bence. Benim gibi bir kadını nereden bulacaktı? Hayatta bulamazdı.
Salonda yöresel bir müzik çalıyordu. Çoktan ortada bir halka oluşmuştu ve daha önce hiç bilmediğim bir halay çekiliyordu. Sema ve Vural'ın oturduğu kısımda birileri sürekli fotoğraf çektiriyordu onlarla. Fotoğraf çekilmek için bitmek bilmez bir yarışa girmiş gibiydiler.
Kalabalığın arasında tanıdık insanlar gördüm. Mesela can dostum Mirza'yı. Kendi yaşından olan birkaç erkekle muhabbet ediyordu. Giydiği takım elbise ona yakışmıştı. Acaba, Elif diye bahsettiği sevgilisi burada mıydı?
"Oğlum, biz Dilan'la komşuların yanına gidiyoruz. Siz gençler takılın."
"Sen de gençsin anacım." Dedi Baran annesine. Esma teyze Baran'a kötü kötü baktığında güldüm. Dilan hanım ve esma teyze masadan ayrıldığında biz gençler kalmıştık geriye. Baran o sırada yine konuştu. "Anacım! Çınar abim ve Barış abim de sizinle gelsin!" Diye seslendi annesine arkasından. Abim kaşlarını çattı. "Ne diyorsun lan!?"
"Abi şimdi burası genç masası ya siz biraz yaşlı kaçarsınız."
Barış, Baran'ın ensesine bir tane geçirdi. "Oğlum seni şu masaya gömmeyeyim, sus." Baran sırıtarak abisinden uzaklaştı ve böylelikle yanında oturan Lavin'e daha fazla yaklaşmış oldu. Lavin'in diğer yanında da Volkan oturuyordu. Ayağa kalkarak şöyle bir masada göz gezidirdi. "Abiler ablalarım şimdi Baran abim neyse de bana gerçekten yaşlısınız, kuşak çatışması olmasın. Ben kaçar."
Lavin hemen sordu. "Nereye gidiyorsun?"
"Arkadaşlarımın yanına."
"Tamam telefonunu yanından ayırma." Dedi. , ilgili bir ablaydı ve hareketlerinden de belliydi. Volkan kafa salladı ve bize selam vererek masamızdan uzaklaştı. "E o zaman biz de kalkalım." Dedi Baran Lavin'e bakarak. Lavin şoka uğramış gibi Baran'a öylece baktı. "Nereye?"
Baran cevap vermeden abisine döndü. "Abimlerle bizim aramızda 3 kuşak var. Muhabbeti tutturamayız." Abartıyordu. Tek amacı Lavin'le yalnız kalmaktı. Beni asla oyuna getiremezdi. Lavin, ne söyleyeceğini bilemez bir şekilde Çınar'a baktığında abim kafasını usulca sallamıştı. Lavin aldığı onayla birlikte "Tamam o zaman." Dedi Baran'a. Baran dünyalar onun olmuş gibi genişçe gülümsedi ve ayağa kalktı. Lavin'in sandalyesini çekti. İkisi de masadan uzaklaşırken abim tam anlamıyla bizden uzaklaşan Baran'a kilitlenmişti. O sıra bir şey mırıldandı. "İnşallah yanlış yorumluyorumdur."
Yorumlamıyordu. Bir kardeşini daha Kutaylara kaptırmıştı. Kendi kendime güldüm. Masada yalnızca yaşlılar olarak adlandırılan biz kalmıştık; Asuman, Mesude, Kübra, ben, abim ve Barış.
"Ee kardeşim, anlatacak mısın şu olayı?" Diye sordu Barış abime Asuman'ı işaret ederek. Abim umursamaz bir tavırla kolunu Asuman'ın sandalyesine yasladı. Böylelikle önden Asuman'a sarılıyormuş gibi görünüyordu ama şu an kolu Asuman'a temas etmiyordu. "Neyi anlatayım, kaçırdım işte." Dedi abim rahat rahat. Asuman, abime doğru döndü. Ona kötü kötü baktı ve uyarı verir gibi ismini telaffuz etti. "Çınar."
Abim, Asuman'a çapkınca göz kırptığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Kıskançlık damarım feci halde atıyordu şu an. Of!
"Oğlum anladık kaçırdın da kimden kaçırdın nerden kaçırdın?" Asuman, abimden önce lafa daldı. "Kaçırmak falan yok, kendi isteğimle geldim ben buraya. Yarın döneceğim."
Abim tek kaşını kaldırdı ama bir şey söylemedi. Barış'ın sorusuna kendi mizacıyla yanıt verdi. "Aslen Ankaralı, asker, babası da binbaşı." Dedi binbaşı kısmına vurgu yaparak.
Binbaşı...
Binbaşının kızı...
Anlık bir sessizlik yayıldı masaya. Bu kadar olabilirdi yani, abim gerçekten canına kastetmişti. "Sen de bu saatten sonra kuşbaşı olacaksın herhalde, abi?" Dediğimde bana ters ters baktı. Omuz silktim. Barış araya girdi. "Oğlum binbaşından kız mı kaçırılır lan?! Kafayı mı yedin sen!?"
"Size söyledim kaçırmak falan yok." Dedi Asuman, ama onu kimse dinlemedi. Abim umursamazca omuz silkti. "Ya bir kurşun yiyecektim ya da bin kurşuna kav olacaktım." Dedi Asuman'a bakarak. "Her türlü yanıyorum."
Gözlerimi büyüttüm. Neler söylüyordu? Söylediklerini Asuman da beklemiyor olacak ki şaşkınca abime baktı. Yeşil gözlerini kocaman açmıştı. Sessizce bir şey söyledi ama anlamadım. Abim söylediğine güldü ve hafifçe yüzüne eğilip k da bir şey söyledi. Kaşlarımı çattım.
Gözlerimin önünde birbirlerini seviyorlar!
Konuşacaktım ki Kübra'nın yanındaki boş sandalye çekildiği için dikkatim oraya kaydı. Bu, uçan askerdi. Herkes ona dönmüş sorgularken Asuman gözlerini kocaman açmış bir şekilde konuştu. "Oğlum, senin burada ne işin var?!"
Uçan asker beyimiz gülümsedi. "Sana da merhaba Asuman." Asuman kaşlarını çattığında ben de çattım. Abim, gerçek anlamda uçan askerimize kitlenmişti. Kübra ise tek kaşını kaldırmış ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Başlarım senin merhabana! Ne işin var oğlum burada!?" Diye öfkeyle konuştu Asuman. Bir an sesi fazla sert çıktığı için korkmadım değil.
Teğmen olmak bunu gerektiriyordu demek ki. Vay be. Ben kırk yıl çalışsam öyle gür bir sesle konuşamazdım.
Uçan askerimiz gülümsemeye devam ederek masadaki herkese göz gezdirdi. Sonunda yine Asuman'a döndü. "Komutanım gönderdi." dedi. Asuman'ın yüzünden aşağıya kaynar sular boşalmış gibi korkuyla sordu. "Hangi komutanın!?"
"Devrim komutanım."
Asuman elini göğsüne yaslayarak rahat bir nefes aldı. "Merak etme, baban hâlâ seni hastanede biliyor. Devrim komutanım dedi ki dönünce bu iyiliğinin karşılığını alacakmış." Anladığım kadarıyla Kübra'nın yanına tam şu saniyelerde oturan asker Asuman'ın arkadaşıydı ve komutanlarından bahsettikleirne göre aynı timdeydiler. Abim, zoraki bir gülümsemeyle, ki öldürücü bir gülümseme daha doğru olur, uçan askere bakarak sordu. "Arkadaş kim, Asuman?"
Asuman derin bir nefes aldı konuşmadan önce. "Eymen, hem çocukluk arkadaşım hem de görev arkadaşım."
"Çocukluk?" Diye sorguladı abim. Asuman kafasını salldı. "Aynı okullarda okuduk." Eymen, genişçe gülümsedi. Sonra Çınar'a döndü ve elini uzattı. "Memnun oldum, Çınar'cım."
Çınar'cım mı?
Abim keskin gözlerle elini kaldırdı ve adamın elini tuttu. Masanın ortasında bir süre öyle kaldılar. İkisi de şu an birbirini ölçüyordu galiba. Asuman bu görüntüye dayanamamış olmalı ki abimin bileğimi tuttu. "Memnun olduğunuza göre artık..." diyerek devamını imalı bir gülümsemeyle bitirdi. Abim elini geri çekerken Eymen hemen yanındaki Kübra'ya doğru dönmüştü. "Tanışmamıştık değil mi?" Diye sorduğunda Kübra ifadesiz gözlerle Eymen'e baktı. "Hayır." Dedi.
"Tanışalım o vakit." Kübra'ya elini uzattı. Normal şartlarda asla elini tutmayacağına emindim ama tüm gözler üzerindeyken daha fazla dikkat çekmek istememiş olmalıydı. Elini tuttuğunda Eymen'in gözleri parladı. "Kübra Karaca." Dedi, her zaman ki gibi resmiyetten geri durmayarak. Eymen'in kaşları kavislendi. "Karaca, demek?"
"Evet?" Dedi Kübra neden sorguladığını anlamaya çalışarak. Eymen omuz silkti ve o garip gülümsemesiyle konuştu. "Eymen Karahan." Derin bir iç çekti. "Aşırı memnun oldum." Kübra elini elinden çekti ve sadece kafa sallayarak önüne döndü.
Alttan alttan güldüm. Bence sevimliydiler. Barış'ın gözlerini üzerimde hissettiğimde ona baktım. Göz göze geldik. Ona derince gülümsedim. Belimdeki elimi aıkılaştırdığinde ona iyice yaslandım. "Aence binbaşı abimi keser mi?" Diye sordum sessizce. Barış, sırıttı. "Büyük ihtimalle."
"Ama Asuman kendi iateğiyle gelmiş?"
"Bu hiçbir şeyi değiştirmez." Dudaklarımı büzdüm. Üzülmeye başlamıştım abime. Acaba vaz mı geçseydi şu askerlik işinden? Bence en doğru karar olurdu.
"Nilüfer." Abime doğru döndüm. "Efendim?" Cevap vermey yerine ayağa kalktı ve arkama doğru gelip sandalyemi tutarak kendi sandalyesine doğu aniden çekti. Barış'la aramıza açılan kocaman boşluk canıma kast ederken abime şaşkınca baktım. "Ne yapıyorsun?"
"Sus, ben yanınızdayken aranızda bir metre olacak."
"Ya abi-"
"Sus, dedim." Lafı ağzıma tıktığı için ofladım ve Asuman'a döndüm. "Sen bu adamın neyinden hoşlandın bacım?" Diye sorduğumda abim saçımı çekti. "Sus kız!" Kaşlarımı çatarak ona kötü kötü baktım. Görürdü! Asuman'a karşı onu dolduruşa getirecektim, görürdü işte!
Kollarımı sitemle birbirine doladım ve Barış'a baktım. O, Çınar'a bakıyordu. Sonra, "Kardeşim binbaşı sana umarım bin mislini yapar." Dedi. Abim, gözlerini kısarak Barış'a baktı. "Binbaşı bana yapar döner hıncımı senden çıkartırım!"
"Çıkartırsın!" Dedi Barış ve sandalyemi tutarak kendine doğru çekti. Bedenim yine ona yaslandığında abim kaşlarını çattı. Ayağa kalkmaya hazırlanıyordu ki ben ondan önce davrandım. "Ben oynamaya gidiyorum! Geri döndüğümde kavganız bitmiş olsun!" Diyerek arkamı onlara döndüğümde aynı anda seslendiler.
"Nil?"
"Nilüfer!"
Duymazdan geldim ve pistte dönen halayın ortasına girdim. İlk başta nasıl oynadıklarını anlamasam da sonradan kapmıştım. Bazen yine şaşırıyordum fakat kalabalıktan fark edilmiyordu. Sema da oynamak için ayağa kaşktı ve başa geçtiğinde beni de yanına çağırdı. Yanına geçtim ve ona ayak uydurarak oynamaya başladım. "Neredeydiniz?" Diye sordu oynamaya devam ederken. "Küçük bir problem çıktı, kusura bakma." Başını önemli der gibi iki yana salladı. "Boşver halayın çözemeyeceği problem yok." Söylediği beni güldürdü. Moralim yerine gelmişti ve gerçekten eğleniyordum.
Bir süre onlarla oynadıktan sonra yanıma biri girdi, bir erkek. Tanımadığım birisiydi. Elini tutmak istemediğim için geri çektim. Tam o sırada çektiğim elim bir başkası tarafından tutuldu ve Barış'la göz göze geldik. Bana gülümsedikten sonra diğer tarafa döndü ve az önceki adama kısa bir bakış attı. Adam halaydan çıkıp giderken gözlerimi kırpıştırdım. "Sıkacağım topuğuna görecek." Diye fısıldadı kendi kendine. Kıkırdadım. "Yaa sen beni mi kıskandın?"
Yüzüme baktı. "Dünyanın en güzel kadınısın, elbette kıskanacağım. Ayrıca bu kadar oynamak yetmez mi güzelim? Herkes sana bakıyor?" Etrafa göz gezdirdim. "Kim bakıyor?"
"Herkes bakıyor işte. Bir de en baştasın. Yüzük takmamız gerekiyordu, kahretsin ya çok yanlış işler yaptık."
Söyledikleri beni güldürürken konuştum. "Aşkım ben senden başkasına bakmıyorum merak etme." Eğlendiğimi fakr ettiği için gülümsedi. "Yerim seni." Gözlerim büyüdü. "Barış." Dedim uyararak. "Ne?"
"İnsan içindeyiz."
"Yani?"
"Öyle şeyler söyleme."
"Neden?"
"Nasıl neden? Ayıp." Güldü, bana doğru yaklaşarak kulağıma fısıldadı. "Sevgilim, daha ayıp hiçbir şey yapmadık." Gözlerim büyüdü. Bu adam kesinlikle bozulmuştu. Ben mi bozmuştum acaba?
Sırıtarak geri çekildiğinde derin bir nefes aldım. Bir de karizmatik karizmatik oynuyordu yanımda. Şimdi herkes ona bakıyoru işte. Özellikşe gözüme sürekli Şirin takılıyordu ve ne zaman Şirin'e baksam onu Barış'a bakarken görüyordum. Of! "Barış!"
"Hm?"
"Yorulduk değil mi?"
"Yo, ben yeni geldim." Halaydan çıktım ve onu da çekerek peşimden gelmesini sağladım. "Yorulduk yorulduk." Dediğimde halime gülüyordu. Eli anında belimi kavradı ve beni kendine doğru yasladı. Üzerimizde hissettiğim bakışlar rahatsız etse de umursamadım. Hatta Barış'ın belimdeki eline elimi koydum ve ona iyice sokuldum.
"Düğünden sonra nereye gideceğiz?" Diye sordum içimde tutamadığım için. Sinsice sırıttı. "Güzel bir yere."
"Ya ama nereye?"
"Bizden başka kimsenin olmadığı bir yere."
"Hani evlenmeden olmazdı?" Diye sorduğumda bana döndü şaşkınlıkla. "Senin aklından ne geçiyor yavrum?"
"Sen yalnız kalacağız deyince." Yüzünü yukarıya kaldırarak kahkaha attı. Gözüme takılan bademelması fenaydı. "Ee ben öyle deyince ne anladın?"
Kıs kıs güldüm. "Evlilerin yapacağı şeyleri." O da güldü. "Yakında evleneceğimiz için sorun yok, istersen yaparız. Hem bu lanet elbiseni üzerinden çıkartmayı çok isterim gerçekten."
"Hmm." Diye mırıldandım nazlı nazlı. "Elbiseme neden lanet dedin?" Ye sordum hemen. Gözleri açık gerdanıma kaydı. "Çünkü delirmeme neden oluyor. Bedenini sımsıkı sarıyor."
"Yuh! Elbiseyi mi kıskanıyorsun!?"
"Yani, seni kollarımla sarmak varken." Gerçekten fenaydı. Fesfena! "Barış!" Dedim uzatarak. "Derhal imana dön. Günah!"
Sırıttı. Sırıtışında bile bir ima vardı. "Evlenince göstereceğim ben saba günahı imanı." Yanaklarım kızardı. Bu çocuk ne ara bu kadar açık sözlü olmuştu? Gerçekten akıl alır gibi değildi.
Oturduğumuz yere varmadan değişen müzik dikkatimi çekti. Antebin hamamları çalıyordu. "Ya Barış ben oynayacağım!"
"Sen oyna güzelim ben de sana bakan gözleri oyayım." Güldüm. "Polissin sen, kendine gel."
"Seni gördüğüm günden beri kendime gelemiyorum." Dedi, başımı omzuma doğru yatırdım. Ama şımarırdım! Böyle şeyler söylemesindi, kalbim hopluyordu.
"Hadi git, oyna. Bizim kız da orada bak." Gözterdiği yere baktım. Aysu'yu göstermişti. "Of Barış, bana çocuk muamelesi yapmayı kes."
"Yapmadım öyle bir şey." Dedi itiraz ederek. Tabi tabi, der gibi kafamı salladım ve onu kenarda bırakarak Aysu'nun yanına doğru gittim. Beni görünce üzerime doğru koştu. "Yinge!"
"Yingesi kurban!"
"Hadi gel! Oyniyak!" Dedi ve kollarını iki yana kaldırarak genç kadınların oynadığı gibi oynamaya başladı. Yiyecektim şimdi. Bir de taç takmıştı sıpa. Onu gülererk izledikten sonra ayak uydurdum ve şarkıya uyararak ben de oynamaya başladım. Biraz sonra Lavin ve Aysel de bize katıldı. Sonra gözlerim şahin gibi Kübra'yı odağına aldı. Cam bardaktan kırmızı renkli bir içecek içiyor ve etrafı izliyordu. Eymen de dirseklerini masaya yaslamış onu izliyordu. Koşar adımlarla yanına gittim ve kolunu çekiştirdim. "Kübra hadi sen de gel!" Bana ters ters baktı. "Saçmalama."
Düğünlerden nefret ederdi, asla gelmezdi normalde. Hatırı olan kişilerin düğününe gidince de yerinden kalkmazdı ama bugün onu kaldıracaktım. "Ya Kübra hadi!"
"Nil, sevmem ben böyle şeyleri! Bilmiyor musun sanki?"
"Bugün benim için sev! Lütfen lütfen! Çok az oynarız, hadi!" Bana, senden nefret ediyorum, bakışı attıktan sonra bardağı masaya bıraktı ve ayağa kalktı. "Sadece bir dakika." Dediğind eonu dikkate almadan piste doğru çekiştirdim. O sırada gözüm Asuman'a kaydı. "Sen de gel!" Abim Asuman'ın yerine cevap verdi. "Gelemez."
"Neden?" Bu sefer Asuman sorumu yanıtladı. "Tek başıma ayakta kalamam." Dediğinde alt dudağımı sarktım. "O zaman abim de gelsin."
"Nilüfer."
"Of sıkılır kız, kalk işte! Ölür müsün?!" Dediğimde kalktı, öyle mutlu oldum ki anlatamam. Asuman, garip garip abime baktığında abim eğilerek belini kavramıştı. "Çınar, ben bilmem böyle şeyleri! Saçmalama."
"Bilirsin bilirsin." Dedi ve Asuman'ı kucakladı. "Oha! ÇINAR! REZİL OLACAĞIZ!" Diye gürledi Asuman. Abim hiç oralı olmadı ve kucağındaki Asuman'la yürümeye başladı. Mesude ortalıkta yoktu. Nereye gitmişti acaba? Masada yalnızca Eymen kaldığı için ona döndüm. "Siz de gelmez misiniz beyefendi?"
"Ben buranın yöresel oyunu bilmem, hanfendi." Dediğinde güldüm ve Kübra'yı gösterdim. "O da bilmiyor, birbirinize ayak uydurursunuz fena mı?" Kübra çaktırmadan koluma cimcik attı. Ağzımdan bir nida kaçtı. Kötü kötü Kübra'ya baktığımda o da bana kötü kötü baktı.
Omuz silktim.
"E katılayım madem." Dedi, Eymen genişçe sırıtıp yanımıza, Kübra'nın yanına, gelirken. Halinden memnun görünüyordu. Tam o sırada müzik değişti ve slow bir müzik çalmaya başladı. Fırsat bu fırsat diyerek Kübra'yı Eymen'in üzerine doğru ittim. Dengesini kaybeden Kübra Eymen'e çarptığında Eymen'ciğim fırsatı değerlendirip elini beline sardı. "Nil!" Dedi Kübra ama umursamadan yanlarından kaçtım ve Barış'a doğru gittim. Gözleri beni izliyordu zaten. Bana doğeu gelip elimi tuttu ve konuştu. "Benimle dans eder misin, sevgilim?"
Kafamı hızlıca salladım. "Evet!" Elbette ederdim. Gülümsedi ve nazikçe beni kendi etrafımda çevirdi. Yüzüm yüzüne denk geldiği an yüzüme doğru eğilmişti. Bir nefeslik boşluk kaldığında derin bir nefes aldı. "Sınırlardan nefret etmeye başladım."
Söyledikleri gülümsememi sağladı. Ben de nefret ederdim. Özellikle sınır tanımayan bir insan olduğum için. Piste doğru yürüdük. Sonra ellerimi boynuna doladım ve o da aynı anda belimi sıkıca kavrayıp bedenimi bedenine yasladı.
"Canım." Dediğinde gözlerinin içine baktım. "Hm?" Parmakları hafif hafif belimi okşarken kollarımı boynuna daha sıkı doladım. "Acaba dşyorum ki ben de seni mi kaçırsam?"
"Neden?"
"Abinle konuştum. Hemen evlenmemizi istemiyor." Kaşlarım hafifçe çatıldı. "Niye ki?"
Derin bir nefes aldı. "Evlenecekseniz seneye evlenin, dedi. Ben Nilüfer'ime daha doyamadım, dedi. Kimseye vermem, dedi. Avucunu yalarsın, dedi." Kıkırdadım. Gözlerim abime kaydı. Asuman'a sıkıca sarılmıştı. Sanki şu an Asuman'ın yere basmasına gerek yoktu. Güzel görünüyorlardı. "Bana diyene bak." Diye huysuzlandım. "Dün tanıştığı kızı kolundan tutup getirmiş. Deli mi ne?"
"Sevmedin mi Asuman'ı?"
"Yok, sevdim de... kıskanıyorum. Sence normal mi bu?"
"Normal. Çınar da seni kıskanıyor." Sırıttım. Abimle gerçekten birbirimize benziyorduk. Onu tanıdıkça bir yerden de kendimi tanıyormuş gibi hissediyordum. Yüzümü Barış'ın göğsüne yasladım ve abimi izlemeye devam ettim. Yüzünde bir gülümseme vardı ve Asuman'a bir şeyler söylüyordu.
Mutluydu. Dudaklarıma içten bir gülümseme kondu. "Sanırım, onu gerçekten seviyor."
"Sevmeseydi asla yanında getirmezdi." Dedi Barış. Çenesinin kenarını başıma yaslamıştı. "Peki şu Eymen hakkında ne düşünüyorsun?"
"Bilmem, düşünecek kadar tanımadım. Çok ani bir giriş yaptı."
"Bence Kübra'yla yakışıyorlar." Dedim sinsice sırıtarak. Dans ediyorlardı. Kübra'nın yüzü o kadar komikti ki. Çatık kaşlarla dik dik Eymen'e bakıyordu, Eymen ise onun aksine gülümsüyordu.
"Kübra deme bana. Sinirlerim bozuluyor" Dedi Barış, kafamı kaldırarak ona şaşkınca baktım. "Neden öyle söyledin?"
"Seninle tanışabilirdik, Nil. Şimdiye evli olabilirdik. Düşünebiliyor musun? Çocuklarımız bile olabilirdi." Dedi sitemle. Küçük bir kahkaha attım. "Bence beni sevmezdin o zaman."
"Neden sevmeyecekmişim?"
"E çocuktum daha. Üniversite okuyordum. Çocuklarla ne işim var deyip benden uzaklaşırdın."
"Şimdi de çocuksun."
Kaşlarım çatıldı. "Of, sensin çocuk." Tepkime güldü ve dudaklarını şakağıma bastırdı. Gülümsedim ama gülümsememin solması aynı saniyeleri buldu. Babamla göz göze gelmiştim. Masada tek başına oturuyordu ve bana bakıyordu.
Gözlerimi gözlerinden hemen kaçırdım ve Barış'a baktım. "Barış."
"Canım?" Kollarımı sıkılaştırdım. Ayakta kalmamı sağlayan oymuş gibi ona tutundum. "Korkut Beyle konuşmalı mıyım sence?"
"Ne konuşacaksın?"
"Bilmiyorum, buraya geldiğimden beri onu yok sayıyorum. Nefret ediyorum ondan. Yüzünü görmek, onu düşünmek bile canımı sıkıyor." Bir eli saçlarımı geriye doğru itti. "Bence konuşmalısın. Kafanda soru işareti kalmaz böylelikle. Konuşmazsan sürekli düşüneceksin." Yüzünü yüzüme doğru eğdi. "Ama eğer rahatsız oluyorsan, bu seni kötü etkileyecekse konuşma. Nasıl iyi olacaksan onu yap. Ben her zaman arkandayım."
Kafamı usulca salladım. Onunla konuşacaktım. İçimdeki nefreti içimde tutmamın bir anlamı yoktu. Yüzüne vurursam yılların ağırlığından, sürekli acıyıp duran o babasızlık hissinden belki arınırdım.
Bana, o kadar büyük bir borcu vardı ki binlerce yıl çalışsa ödeyemezdi. Bana yaşattığı o boşluk hissini dolduramazdı. Dişlerimi birbirine bastırdım; bu onunla ilk ve son konuşmam olacaktı. Sonra tamamen hayatımdan silinecekti.
🪷
Bölüm sonu!!
Beğendiniz mi bölümü?
Düşünceleriniz?
Asuman?
Kübra?
Eymen?
Mesude?
Nil?
Barış?
Çınar?
Bizim kadro şaka mııı djcödkfö
🍭
VOTE
VE
YORUMU
UNUTMAYINNN
Sonraki bölümde görüşelim😘
İnstagram; Zeynepizem
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
91.09k Okunma |
10.44k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |