Pamuk eller yıldıza ve yorumlara✨️
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
ZEHİRLİ ŞEKER
BÖLÜM 49
🪷
Bu zamana kadar hayatımda çok fazla dönüş noktası olmuştu. Yolum hiçbir zaman düz değildi. Ya sapmıştım, ya düşmüştüm ya da durmuştum. Merak ediyordum da birazdan ilerlediğim yolda nasıl bir değişiklik olacaktı?
Düşecek miydim? Sapacak mıydım? Duracak mıydım?
Bir de hepsinden öte devam etmek vardı. Ben bilmiyordum, emin değildim. Babama yaklaştıkça içimde saklanan, yıpranan, acıyan ne varsa ortaya çıkmaya başladı sanki. Beni izleyen gözlerinin altında ona doğru yaklaştım ve tam karşısında durdum. Tekerlekli sandalyede oturuyordu, dizlerinin üzerine pikeye benzer bir örtü örtülmüştü. Titreyen sesiyle, "Kızım?" Dediğinde yutkunmamak için kendimi zor tuttum.
"Ben senin kızın değilim." Dedim ve sorma gereği duymadan önündeki sandalyeyi çekerek oturdum. "Sana 3 şey soracağım, cevabımı aldıktan sonra gideceğim."
"Benim konuşmama fırsat vereceksen sorularını cevaplarım."
"Ben sana hiçbir şeyin fırsatını vermem." Gaddarlık mı yapıyordum? Hayır. Asla. Yaptığım tek şey kendimi korumaktı. Bu zamana kadar yaptığım gibi. "Kızım, beni bi dinlesen-" sözünü kestim. "Sadece sorularıma cevap ver." Derin bir nefes aldı ve yüzünü yere doğru eğdi. O kadar zavallı görünüyordu ki neredeyse ona acıyacaktım. "Peki." Dedi o sırada. "İstediğini sor."
"Bize bunu niye yaptın?"
Yüzünü biraz daha yere eğdi. Birkaç saniye geçti. Ortam neşeliydi, insanlar oyunlar oynuyor, halaylar çekiyordu. Şarkılar çalıyor, kahkahalar duyuluyordu. Burada da bir baba kızına yaptıkları yüzünden utanıyordu. "Aldattı, dediler." Bir an beynimden kurşun yemiş gibi hissettim. Konuşmaya devam etti. "Başkasıyla yatıp kalkıyor dediler, karnındaki çocuk senden değil, dediler." Dedi ve dolmuş gözleriyle gözlerimin içine baktı. "İnandım. Kahroldum. Ne yapacağımı şaşırdım! Benim karımın başkasıyla olması düşüncesine dayanamadım."
Kahrolmuş haline baktım. Hiç etkilemedi. Ellerini dizlerinin üzerine koydu ve konuşmaya devam etti. "Burada bir kez insanın ağzına düşersen bir daha yüzün aka çıkmaz, kızım. Ferda'yı seninle birlikte ya öldürecektim ya da kovacaktım." Yanağından akan gözyaşını gördüm. Omuzları kalkıp iniyordu. Yüzüme çoğu zaman bakamıyor sanki yaşattığı geçmişle boğuşuyordu. "Kovdum ben de. Ölmenizden daha iyiydi. Öyle bir haldeydim ki başka ne yapılır bilemedim."
Aile, diye geçirdim içimden. Her şeyin başlayıp bittiği yerdi. En büyük iyilikler de kötülükler de hep aynı çatı altında toplanıyordu.
Ona bu konu hakkında diyebileceğim çok şey vardı. Hatta içimden yüzünü yumruklamak geçiyordu. Ağlayarak. Yapmadım. Çünkü o kadar soğutmuştu ki beni kendinden hiçbir tepkiyi hak etmiyordu.
"Neden yeniden evlendin?" Diye sordum ikinci bir soru olarak. Burnunu çekti. "Abim üzerime çok geldi, yengem sürekli bir şeyler söyledi. Konu komşu zaten susmak bilmedi. Sussunlar diye evlendim. Sen buraya geleli 3 ay oluyor ama 3 ayda bile onlara katlanamadın, kızım. Burası böyledir, ailen ya mezarın olur ya da sonsuzluğun. Sen benim kızımsın, benim soyumsun. Böyle olmasını istemedim. Bilmiyordum. Çok pişmanım."
Yüzümde hiçbir mimik oynamadı. İnsanoğlunun başına ne geldiyse zaten cahilliğinden gelmişti. Sormamasından. Annemi bir kez dinleseydi, anneme bir kez inansaydı ne olurdu? Ölür müydü?
O bizi öldürmeyi seçmişti.
"Ferda'nın öldüğünü duyduğumda..." elini kalbine götürdü ve nefeslendi. "Aynı zamanda suçsuz olduğunu da öğrenmiştim. Allah belamı versin dedim ve verdi de. Bak." Kendini gösterdi. "Size yaptıklarımın bedelini sekiz yıldır çekiyorum. Geç oldu ama anladım, kızım. Yapılan her kötülük misliyle geri geliyor. Sen yıllarca birine muhtaç olmanın ne demek olduğunu bilmezsin."
Sen de bir babaya muhtaç olmanın demek olduğunu bilmezsin.
Söylediği hiçbir şey yaşadığım hayatı telafi etmezdi. "Umurumda değil." Dedim gözümü bile kırpmadan. "İstediğin kadar neden üretebilirsin, bu konuda haklı da olabilirsin herkesçe ama benim için hiçbir şeysin." Dedim tek nefeste. Yüzünde kocaman bir hayal kırıklığı belirdi. Ne sanıyordu ki? Yaptıklarından sonra boynuna mı atlayacaktım?
"Son bir şey soracağım." Yutkunarak kafasını salladı. "Sor, kızım."
"Hadi beni başkasının çocuğu sanıyordun, piç gibi görüyordun ama oğlundan ne istedin? Hergün yediği dayaklara niye sustun? Abim, yediği dayaklar yüzünden komaya girerken sen neredeydin, ne yapıyordun?"
Burnunu çekti. Gözlerinden sürekli yaşlar akıyordu. "Ben..." dedi ama devamını getiremedi. "Yeterince güçlü değildim."
"Abim güçlü müydü!?" Sesim yükseldiği için birkaç kişinin hedefi olduk ama umurumda değildi. Daha çocuktu! Ve kim bilir anlatmadığı neler vardı. "Sen korkağın tekisin!" Kafasını iki yana salladı. Elini kalbinin üzerine koymuştu. Zar zor nefes alıyordu ama umurumda değildi. Değildi işte! "Sen sadece kendini düşünen bencilin tekisin! Senin gibi insanların çocuk yapmaya hakkı yok!"
"Sen amcanı tanımıyorsun." Dedi zar zor. Ağlamaya devam ediyordu. "Yapmak zorunda kaldım."
"Yaptığın hataları bir başkasına yüklemeyi kes! Her şeyin suçlusu sensin! Çevren, komşuların, abin, yengen değil! Sensin!"
"Kızım." Hıçkırdı. "Affet."
"Ölsem affetmem." Dedim ve ayağa kalktım. "Benim hakkım ne bu dünya da ne de öteki dünyada sana helal değil!" Oturduğum yerden kalktım ve ona nefretle bakarak masasından uzaklaştım. Arkamdan seslenmişti. Kızım, demişti.
Kızım.
Yirmi dört yıl, bu sözcüğün hasretiyle yaşamıştım. Küçükken, büyükken... hep. Gözlerimin dolmasın diye büyük bir çaba verdim. Öyle bir adam için gözyaşı dökmeye değmezdi. Değmezdi değmemesine de ben bu duyguyu nasıl içimden atacaktım?
Tam göğsümün ortasına, babamın yokluğuna ağır bir tekme yemiş gibi hissediyordum. Elimi kalbimin üzerine bastırdım. Yumruk kadar bir şeydi ama o kadar acıyordu ki. Bir kalbi böylesine acıtmaya kimsenin hakkı yoktu.
Yoktu.
"Nil?" Kafamı ismimi duyduğum yere çevirdim. Barış'la göz göze geldiğimde kaşlarını anında çatmıştı. Tam önüme geldi ve yüzümü avuçlarının içine aldı. "Güzelim, iyi misin?"
Değildim ama kafamı aşağı yukarı salladım. Ona inat iyi olacaktım işte. Hepsine inat daha çok gülecektim. Barış'ın gözleri göğsüme yasladığım elime kaydı. Elimin üzerine elini yasladı. Büyük eli yüzünden neredeyse elim kaybolmuştu. "Kalbindeki her zerreyi öperim, senin." Dedi. "Böyle çocuk gibi bakma bana, kahroluyorum."
İstemsizce gözlerimi kaçırdım. Şimdi göğsüne sığınıp hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum ama bunun zevkini onlara yaşatmayacaktım. Barış'a tekrar baktığımda gözlerimin içine girmek istiyormuş gibi baktı bana. "Ben iyiyim." Dedim. Tek kaşını sorgulayarak kaldırdı. "Yani onlara inat iyiyim işte. Ağlamayacağım da."
Eli yanağımı okşadı. "Kendini bu kadar zorlama, güzelim. Kalbine yazık değil mi?" Omuz silktim ve silktiğim omuzlarımı dikleştirdim. "Bugün eğlenmek istiyordum." Dedim kısık bir ses tonuyla. "Hiçbir şey istediğim gibi gitmiyor."
"Öyleyse biz gidelim." Dedi sorar gibi kafamı iki yana salladım. "Yok, kaçtı diyecekler."
"Nil, kimin ne dediğinin ne önemi var?"
"İstemiyorum gitmek." Derin bir nefes aldı ve kafasını usulca salladı. "Bebeğim." Dedi ama zorlamadk. "Peki. İstediğin gibi olsun."
Kutumuş dudaklarımı ıslattım. O an gözü bir yere kaydı ve endişeyle piste doğru gitmeye başladı. Giderken söylediklerini duymuştum. Aysu düştü, demişti. Gözlerim onu izledi. İnsanların arasında Aysu'yu nasıl görmüştü bilmiyordum ama yerdeydi ve ağlıyordu. Onu kucağına alıp sıkıca sarıldığında iç geçirdim. Aysu'ya sakinleştirici bir şeyler söylemiş olmalıydı, sonra kardeşinin saçlarını öptü.
Benim babam olmamıştı ama eğer çocuklarım olursa onların babası olacaktı. Onları izlemeye devam ederken burukça gülümsedim. Kolumda hissettiğim baskıyla yüzümü sağa çevirdim. Kübra yanıma gelmişti. "İy misin?" Diye sordu merakla.
Kafamı usulca salladım. Bu cevabım onu tatmin etmedi. "Korkut'un yanındaydın. O adamla ne konuştun?" Omuz silktim. "Nedenlerini."
Kübra, yan gözle Korkut'a kötü kötü baktı. "Bir daha tek başına onun yanına yaklaşma." Gözlerimi kırpıştırdım. "Neden?"
"Yaklaşma dediysem yaklaşma. Bana hiç güven vermiyor o herif." Dalga geçer gibi güldüm. "Bana o haliyle ne yapabilir?"
"Her şey." Dedi baskın sesiyle. "Onu tanımıyoruz değil mi? Tanımadığın herkese şüpheyle bakacaksın." Derin bir nefes aldım. Kübra mesleği yüzünden birçok şeyin altında neden arardı. Gerçi bir yandan haklıydı çünkü şüphe duymak her zaman dikkatli olmaya iterdi insanı. "Tamam." Dediğimde bana gülümsedi ve sordu. "İlacını aldın mı? Vakti geçiyor."
Beni benden çok düşünen birisinin hayatımda olması bence binlerce kez şükretmeme neden olacak bir şeydi. Ailem. Ona gülümsedim. "Artık pompa kullanıyorum. Abim aldı." Kaşları kavislendi. "Nasıl oldu o iş? Pompa kullanmamaya yemin etmiştin." Böyle bir yeminim maalesef ki vardı. Bir sabah uyandığımda koluma taktığım pompa tüm cildimi tahriş etmişti çünkü. Acısı 3 gün geçmemişti.
"Abim ısrar edince denemek istedim. Şu ana kadar bir sorun yaşamadım."
Derin bir nefes alarak beni onayladı. Sonra aniden aklına bir şey gelmiş gibi kaşları çatıldı ve konuştu. "Seni döveceğim!" Gözlerimi kocaman açtım. "Niye?"
"Beni nasıl o herifin kollarına itersin!?"
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve bilmezden geldim. "Hangi adam? Öyle bir şey mi yapmışım?"
"Nil!"
"Of! Sen de çocuğa bir şans ver o zaman!"
"Şans falan vermeyeceğim!" Dedi öfkeyle ve kolumu tutarak onunla birlikte yürümemi sağladı. "Hayır, bir de dans etmek zorunda kaldım adamla." Diye söylendiğinde sırıttım. "Bence-"
Koluma cimcik attığı için susmak zorunda kaldım. "Tek kelime daha etme yoksa seni gerçekten insan içindeyiz demem döverim." Kafamı usulca salladım. Kübra'nın tehditlerinin içi hiçbir zaman boş olmazdı. Yaparım derse yapardı. Aksini hiçbir zaman görmemiştim. Oturduğumuz masaya geldiğimizde yanyana sandalyelere geçtik. Çok değil saniyeler sonra boynuma minik eller sarıldı. "Yinge!"
Aysu'nun sesini duyduğum için gülümseyerek arkamı döndüm. Aysu, Barış'ın kucağındaydı ve onun kucağındayken boynuma sarılmıştı. Gözleri hâlâ dolu doluydu ama gülümsüyordu. "Abim seni çok seviyomuş, yinge." Gülümsedim ve Barış'a baktım. Bana göz kırptı. "Ben de abini çok seviyorum."
"Benden çok mu seviyon?"
Evet. Ama böyle söylemedim. Barış'ı bu dünyadaki herkesten daha çok seviyordum.
Aysu'yu Barış'ın kucağından aldım ve kucağımı oturmasını sağladım. "En çok seni seviyorum!" Dedim ve yanaklarına öpücükler bıraktım. Kıkır kıkır güldü ve abisine baktı. "Bak gördün? Yingem en çok beni sever."
"Gördüm." Dedi Barış imalı imalı. Gözlerimi kaçırdım ve Aysu'ya döndüm. "Sen en çok kimi seviyorsun?" Diye sorduğumda biraz düşündü. Bir abisine bir de bana baktı. Beni seçmezse ağlardım.
"İkinizi de sevmiyom." Dedi Aysu. Ona şaşkın şaşkın baktım. "Ben anamı seviyom." Bir şey söyleyemeden kucağımdan indi ve koşturarak annesinin olduğu masaya doğru gitti. Resmen, resmen aldatılmıştım şu an. "Sıpaya bak." Diye mırıldandım. Barış, minik bir kahkaha attı ve kollarını eğilerek masaya yerleştirdi. Ben ise kollarının arasında kaldım. "Demek en çok Aysu'yu seversin?" Dedi fısıldayarak kulağıma doğru.
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Cevap vermediğim için üzerime doğru biraz daha eğildi. "Hm?" Diye mırıldandı.
"Ya Barış, çocuk o." Dedim kendimi savunarak. Burnunu saçlarıma yasladı ve derin bir nefes aldı. "Beni alakadar etmez." Gülmeden edemedim. "Aşkım, en çok seni seviyorum, valla."
Nefesi saçlarımın arasına karışırken dudaklarını da bastırdı. "İyisin değil mi? Birden Aysu'yu öyle görünce gitmek zorunda kaldım." Sırtımı göğsüne yasladım. Onu o kadar çok seviyordum ki insan kafayı yerdi. "İyiyim." Dedim. "Bahaneler üretip durdu zaten." Kaşlarım çatıldı. "Ondan daha çok nefret ettim." Derin bir nefes aldı. Birkaç kez daha öptü saçlarımı. "Ne söyledi?"
"Annemin onu aldattığını söyledi." Dedim dişlerimin arasından. Annem böyle bir şey yapmazdı. Babamdan ayrı olduğu 16 yıl boyunca bile babama ihanet etmemişti. Babam ise birkaç lafa kanmış annemi suçlamış hatta öldürmeyi bile düşünmüştü. Annemin gizli gizli ağladığını görürdüm bazen. Şimdi anlıyordum. Bana da böyle bir iftira atsalar dayanamazdım. Benim için dayanmıştı. Oğlu için.
"Annem böyle bir şey yapmaz." Yumruklarımı sıktım. İçim içime sığmıyordu. O rahat yatağında, konağında keyfini sürmüştü annem ise gece gündün onun bunun pisliğini temizlemişti. Gözlerim onların masasına kaydı. Şirin babamın yanına gelmişti ve ona gülerek bir şeyler anlatıyordu. Küçük amcam da oradaydı ve halinden memnun görünüyordu. Çok geçmeden karısı da yanlarına geldi. Onları izlemeyi kestim. İzledikçe nefretim büyüyordu.
"Canım, biraz hava almak ister misin?" Kafamı iki yana salladım. Kaçmak istemiyordum. Karşısında inadına dimdik duracaktım işte. Barış, omzumun üzerinden eğilerek yanağını yanağıma yasladı. "Barış." Dedim derin bir nefes alarak.
"Hm?" Diye mırıldandı. "Takı töreni ne zaman olur?"
"Birazdan yaparlar, neden?"
"Törenden sonra gidelim mi?" Yanağımı öptü. "Gidelim." Dedi içten bir şekilde. "İstersen şimdi de gidebiliriz?"
Kafamı iki yana salladım. "Yok, abime bir süpriz yaptım. Tepkisini görmem lazım." Sert bir nefes vererek güldü. "Ne yaptın yine?"
Genişçe sırıttım. "Kötü bir şey değil. Gerçekten." Yüzünü biraz daha aşağıya doğru indirdi ve boynumu öptü. "Ondan eminim." Ondan kaçmak için ileriye doğru çekildim. "Barış, yapma. İnsanlar bize bakıyor. Abim görsün de seni alnının çatından vursun mu istiyorsun?"
"Öyle bir şey yapamaz."
"Bal gibi de yapar."
"Bak yavrum ben iznimi aldım, yani artık benimsin. Bu saatten sonra tavrım nettir. Abin kimmiş?"
Cevap verecektim ki Barış aniden geri çekildi. Ne olduğunu anlamaya çalışırken abimi görmemle gözlerim kocaman açıldı. "Gel aslanım, gel. Sana kim olduğumu hatırlatacağım."
"Ay abi!" Diyerek korkuyla ayağa kalktım. "Otur, Nilüfer. Arkadaşla konuşup geleğiz." Panikledim ve Barış'ın koluna tutundum. "Hayır! Bırak onu!"
"Kız! Otur dedim!" Kafamı iki yana salladım ve Barış'ın koluna daha sıkı sarıldım. Ben ter dökerken Barış gülümsüyordu. "Biliyorum beni aranızda paylaşamıyorsunuz ama ben Nil'i seçiyorum." Abim, Barış'ın ensesine bir tane geçirdi. "Sus lan! Zaten canımı sıkıyorsun."
"Ya abi vurmasana!" Dedim onu Barış'tan uzaklaştırmaya çalışarak. Abim bana kısaca baktıktan sonra Barış'a döndü ve sen sonra görürsün bakışını atıp uzaklaştı. Rahat bir nefes aldım böylelikle. Barış'ı kendi tarafıma doğru çektim. "Söyledim sana değil mi!?" Diye kızdım sessizce. Genişçe gülümsedi. "Seni almamı yediremiyor kendine." Dedi kulağıma doğru. Dirseğimi karnına geçirdim. "Sus be! Duyacak!"
Küçük bir kahkaha attı. Ter döküyor olmamdan zevk alıyordu resmen. Abim, Asuman'la birlikte masaya oturduğu sırada Barış'ın telefonu çaldı. Ona oldukça yakın olduğum için sesini duymuştum. Cebinden çıkartarak ekrana baktı, kaşları anında çatıldı. Bir kulağını sesten korunmak için kapatarak diğerine telefonunu yasladı. "Buyurun amirim?" Dedi, karşı tarafı dinledi. Göreve mi çağırılacaktı? Bu saatte! İçime tarifi imkansız bir korku düştü. Gitsin istemiyordum. Gitmesindi!
"Konumu göndersinler, yirmi dakikaya oradayım." Diyerek telefonu kapattı. Ona alık alık baktım. Yüzünde mahçup bir ifade belirdi. "Nil-"
Yutkundum. "Sorun değil. Ne zaman gelirsin?" Derin bir nefes aldı. "Bilmiyorum. Hemen çıkmam lazım." Kafamı usulca salladım. Elleriyle yüzümü avuçladı. "İşim biter bitmez geleceğim."
"Dikkatli ol." Dudaklarını alnıma bastırdı ve abimin oturduğu yere doğru gidip elini omzuna koydu. Kulağına bir şey fısıldadığında abim kafasını sallamıştı. Son kez bana bakıp koşar adımlarla salonun çıkışına ilerledi. Arkasından Mesude'nin gittiğini de gördüm.
Umuyordum ki kötü bir şey yoktu. Mesude bile gittiyse büyük bir olay olmuş olmalıydı. Barış'ın çıkıp gittiği kapıya bakarken abim seslendi. "Nilüfer!" Ona doğru döndüm. "Yanıma gel, abim." Dedi yanındaki boş sandalyeyi çekti. Düşük omuzlarla yanına ilerledim ve çektiği sandalyeye oturdum. Bu düğün hiç de benim istediğim gibi gitmiyordu.
Oftu işte! Of!
Hiç eğlenmiyordum. Bir ton ağlamış, sinirlenmiş, sonra üzülmüş, nefrete bulanmış şimdi de yalnız kalmıştım. Gerçi, yalnız kalmış olmam kendi seçimimdi. Barış'ın ansızın göreve gidip geleceğini bilerek onu sevmiştim ama yanımda olmasını istiyordum şu an. Of, bu konuda mızmızlanmaya hakkım yoktu. O bir polisti. Her an abime de görev emri gelebilirdi. O da gidebilirdi.
Gözlerim parmaklarımda dolaştı. Gerçi şu an yanımda da sayılmazdı. Asuman'la ilgileniyordu.
"Nilüfer?"
"Hm?"
"Baksana abicim yüzüme." Omuz silktim. Buna rağmen çenemi tutarak kendisine doğru çevirdi ve yüzüme yüzünü yaklaştırdı. "Neyin var senin?"
Omuz silktim. "Hiçbir şeyim."
"Babamla konuştuğunu gördüm." Derin bir nefes alarak söylediğini onayladım. "Evet, bana bahanelerini anlattı." Abim önüme gelmiş saçımı kulağımın ardına itti. "En azından artık kafanda soru işareti kalmadı."
"Neden onunla konuşmamı bu kadar çok istiyordun ki? Söyledikleri yalnızca onu öldürmem için neden olacak şeylerdi."
Babasının olduğu yere baktı kısaca. "İyi değil." Dedi sonra gözlerimin içine baktı. "Eğer onunla yüzleşemeden ölseydi içinde kalacaktı. O hissi bilmeni istemedim."
Gözlerimi kırpıştırdım. Abim, onu sevmiyordu. Hiçbir zaman da sevmemişti. Beni düşünmüştü. O bu hissi biliyordu çünkü annem ölmüştü. İçinde biriktirdikleri, sevgisi, nefreti, acısı her şey ona kalmıştı.
Hiç beklemeden kollarımı boynuna doladım ve ona sıkıca sarıldım. "Sen dünyanın en iyi abisisin." Dedim sıcacık bir hisle. Kollarını bedenime sardı ve beni kendine doğru çekerek sıkıca sarıldı. "Dünyamın en iyi şeyisin, abicim."
Ağlayacaktım şimdi. "Abi!" Diye mızmızlandım. "Abim." Dedi sesine gülümseme katarak. Gerçekten bana böyle seslendiğinde sesiyle gülümsüyor gibi hissediyordum.
"İstediğin an gidebiliriz." Dedi kulağıma doğru. Gitmeyi çok istiyordum aalında ama aklımdakini görmezsem içimde kalırdı. Geri çekilerek yüzüne baktım.
"Ama daha takıları takmadık?" Dedim. "Hem Vural çocukluk arkadaşın, kalalım."
"Bir şey olmaz. Sonra veririm ben." Kafamı iki yana salladım. "Yok, işte. Takman lazım." İnadımı fark etmiş olacak ki üstelemedi. Kolunu omzuma doğru attı ve beni kendine doğru çekip saçlarımın üzerini öptü. "Tamam, nasıl istersen." Başını omzuna yasladım ve o sırada istemsizce Asuman'a baktım. Şimdi ona dil uzatmak vardı da... yapmayacaktım. Ayıptı bir kere. Yine de içimden acayip onu sinir etmek geliyordu.
Masanın üzerindeki duran bandajlı eli dikkatimi çektiği için sordum. "Parmağına ne oldu?" Asuman onunla konuştuğumu direkt anlayarak gözlerime baktı. O sırada abime bakmayı da ihmal etmedi ama gözlerinden öldürücü bir ifade geçmişti bir an. "Küçük bir kaza." Dedi Asuman. Ofladım. "Abim, sana da bulaştırmış. Başınıza gelen şeyleri küçültmeyi burakın." Dedim özellikle abime bakarak. "Nilüfer." Dedi abim uyarır gibi ama omuz silktim.
Asuman konuştu. "Çok haklısın." Dedi öncelikle abime sahte bir gülümseme sundu. "Parmağımı abin kırdı." Gözlerim sonuna kadar açıldı. Daha nelerdi yani. "Abim böyle bir şey yapmaz." Dedim ve abime baktım. Gözlerini kaçırdı. Dudaklarından tek bir kelime döküldü.
"Yaptım."
İnanmıyordum. Gerçekten. Kafamı kaldırarak tamamen yüzüne baktım. "Neden?!" Diye sordum dehşetle. "Çok acımıştır abi!"
Dişlerini birbirine bastırdı. Sert bir nefes verdi ve konuştu. "Görev icabı." Duraksadım. Asuman'a baktıktan sonra abime geri döndüm. "Yüzündeki ve boynundakileri de mi sen yaptın? Senin yüzünden mi yürüyemiyor?"
"Yuh Nilüfer! O kadar da değil!"
"Kim yaptı o zaman?" Diye sordum kendimi tutamayarak. Abim, mesajlı bir bakış atınca susmak zorunda kaldım. Doğru ya böyle şeyler böyle ortamlarda konuşulmazdı. "Şey, geçmiş olsun." Dedim Asuman'a. Gülümsedi ve kafasını usulca salladı. "Teşekkür ederim."
Gülümsemekle yetinerek yeniden abimin omzuna yaslandım ama Asuman'a bakmaya devam ettim. Kim bilir neler yaşamıştı. Aklıma gelen senaryolar beni üzüyordu. Kübra'dan dolayı ki mesleğimin de yakınlığı olduğu için suç dosyalarını ve katilleri yakından görmüştüm. Çoğu gözü dönmüş insanlardı. O insanlarla dolu bir alanda yüz yüze çarpışmak kolay bir iş değildi. Ben yapamazdım. Çok başka bir seviyeydi askerlik, polislik. Abime biraz daha sokuldum.
Onun da başına böyle kötü şeyler gelir miydi?
"Abi?"
"Abim?"
Bir şey söylemediğim için bana doğru eğildi. "Ne oldu?" Diye sordu kulağıma doğru. Omuz silktim ve sadece onun duyacağı bir şekilde konuştum. "Seni kıskandım."
"İyi işte ne hissettiğimi anlarsın."
"Ben de Asuman'ı döveyim sen de benim ne hissettiğimi anla!" Diye çıkıştım. Küçük bir kahkaha attı. "Asuman'ı bu haliyle bile dövemezsin." Dediğinde şöyle bir göz gezdirdim Asuman'da. Uzun boylu, yaralarına rağmen dik duran, kaslı bir ablamızdı. Dövemezdim evet.
"Dövemez miyim?" Diye sordum onu hak veriyor olsam bile. "Nuran'ı nasıl dövdüğümü unuttun herhalde." Dedim bilmiş bilmiş. Sert bir nefes verdi güler gibi. "Unutmadım ama Nuran'la Asuman'ı karşılaştırmamanı öneririm."
"O kadar mı iyi?" Diye sordum alık alık. Kafasını usul usul salladı. Askerdi kadın. Ne bekliyordum ki? Beni tek tokadıyla öbür tarafa uğurlardı vallahi.
"Asuman?" Diye selendim ve abimin üzerinden ona doğru biraz eğildim. Bana merakla baktı. "Senden bir şey isteyebilir miyim?"
"Tabi."
"Bana silah kullanmayı öğretir misin? Lütfen! Eğer öğretirsen sana iyi bir yenge olurum vallahi!"
Abim beni geriye doğru çekti. "Nilüfer!"
"Ya ne!? Sen öğretmiyorsun bari o öğretsin!" Asuman'a baktım. Bize yüzünde yarım bir gülümsemeyle bakıyordu. Gözlerinde hatırı sayılır bir merak vardı. Sanki bir adım sonramızı tahmin etmeye çalışıyor gibiydi. "Kız Asuman!" Diye seslendim. "Bak bana silah kullanmayı öğretmezsen hayatı sana zehir ederim he!"
"Nilüfer dedim!" Abimi duymazdan geldim. Asuman ne diyeceğini bilemedi. Bir abime bir de bana baktı. "Abin izin verirse öğretirim."
"Vermiyorum izin falan! Nerden sardın sen bu silah işine!? Silah da silah, silah da silah!" Sesi yükseldiği için ona kötü kötü baktım. Asuman sordu. "Öğrenmesi daha iyi değil mi Çınar? Bir gün lazım olabilir."
"Olmaz." Dedi abim net bir şekilde. Asuman yanlış bir şey söylediğini düşünmüş olacak ki dudaklarını birbirine bastırdı ve önüne döndü.
Ben bunların arasını açardım he. Yengecilik böyle bir şeydi demek. Müthiş.
"Abi." Dedim uyararak. "Ne?" Gerçekten ayıydı. Gözlerimle Asuman'ı işaret ettim. Hatasını fark etmiş olmalı ki konuştu. "Asuman?"
"Ne?"
Tepkilerinin benzerliği şaka mı?
"Sen Nilüfer'i tanımıyorsun. Ona silah kullanmayı öğretirsen gider önce kendini vurur."
"Öğretirsem neden vursun Çınar?" Diye sordu Asuman abime ters ters bakarak. "Hiçbir nedeni yoksa, döner kendine der ki, aa acaba ben kendimi vurabilir miyim, yok vuramam, yok vururum; kendisiyle inatlaşır ve sonuç bir felaket olur."
Harcanıyordum resmen.
"Daha neler! Kendi kendini vuracak değil kız!" Şey aslında hiç de olmayacak bir senaryo değildi abimin söyledikleri. Genişçe sırıttım. Kavga etmelerini izlemek zevkliydi.
"Hiç güvenim yok."
"Abart amına koyayım." Dedi Asuman. Gözlerim kocaman açıldı. Ay hiç beklemiyordum. Hiç beklemiyordum yani. Asuman bakışlarımı fark etmiş gibi toparlandı ve boğazını temizledi. "Affedersin mesleki deformasyon." Dedi.
Yine abimin üzerinden ona doğru eğildim. "Şimdi gerçekten senin çevrende hep erkekler mi var?"
"Yani, doğal olarak."
Abime yandan bir bakış attım. Of aşırı zevk alıyordum. Deliriyordu resmen. "Hepsi mi errrkek?" Diye sordum üsteleyerek. "Benim dışımda kadınlar var elbette ama çoğunluk erkek. Neden soruyorsun?"
Abimi kıskandırmak için. Kafasından binbir senaryo geçirtmek için. "Hiiç." Dedim uzatarak. "Öylesine."
"Peki bana birkaç anını anlatır mısın? Çok merak ediyorum. Küçükken ben de asker olmak istiyordum."
Yalan.
"Yani..." abime ne yapayım der gibi baktı ve cevabını almış olmalı ki bana geri döndü. "Bir keresinde Devrim komutanım Leyal komutanıma çok sinirlendiği için tüm timi sabahtan akşama kadar süründürmüştü mesela. O gün öleceğimi düşünmüştüm."
Abim gerildi. Devrim bey kimse ona sövüyor olmalıydı. Abartarak sordum. "Aa sizin ne suçunuz var?"
Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Askeriyede birimizin suçu hepimizin suçudur."
Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için lafı buradan gelmiş olabilir miydi? Dudaklarımı büzdüm. Abim daha fazla bir şey sormayayım diye beni geri çekti. Yine de sordum. "Şu Leyal dediğin arkadaş ne yaptı da Devrim komutanınız bu kadar sinirlendi?" Gülecek gibi oldu ama kendini tuttu. "Herkesin içinde komutanıma tokat attı."
Gözlerimi kocaman açtım. Bu hikayeyi kesinlikle dinlemem gerekiyordu. "Sonra ne oldu? Leyal'i öptü değil mi? Lütfen öpmüş olsun!"
Alt dudağını büzdü. "Bilmiyorum, kendisiyle birlikte odaya kilitlemişti. Sonrasında zaten olan bize oldu."
Gülmeden edemedim. Komikti. "Peki şimdi aşıklar mı birbirlerine?"
"Bilmem, bence öyleler ama kavgaları aşklarından önce geliyor."
Zor bir durumdu. Ama uzaktan onları izlemeyi de isterdim. Eğlenceli olurdu bence. Yanımda çekirdek de olsa... mis!
"Peki-"
"Abicim, güzelim benim, sence de bu kadar soru yetmez mi gözbebeğim?" Dedi abim imalı imalı. "İyi sormuyorum başka bir şey. Devrim umarım komutanın olur da ona buna kızıp seni de süründürür!"
Bir sabır çekti. Gerçi öyle bir şey olsa üzülürdüm. Kıyamazdım ki. Canım abim. Umarım en yüksek rütbeyi alırdı. Ben bunları düşünürken bize yaklaşan Eymen'i gördüm. Etrafım asker kaynıyordu resmen. Aşırı havalıydı.
Abim Eymen'i görünce homurdandı. O ise yüzünde geniş bir gülümsemeyle önümüze geldi ve tam abimle Asuman'ın karşısında durdu. "Size güzel bir haberim var." Dedi eğlendiğini belli ederek. "Ne oldu Eymen?" Diye sordu Asuman.
"Binbaşım yola çıkmış. Buraya geliyormuş!"
Abim fısıldadı. "Verdiğin haberi sikeyim senin."
"Ne!" Diye bağırdı panikle Asuman. "Nasıl!? Nereden öğrenmiş?!"
"Bilmiyorum kardeşim, aldığım bilgiler dahilinde o yok. Bir saatlik bir mesafesi kalmış."
"Oğlum bu şimdi mi söylenir!?"
"Kusura bakma." Dedi Eymen, o sırada gözleri Kübra'ya kaydı. "Aklım başımdan gitmişti de bir ara."
"Aklına sokayım senin! Salak!"
Abim, Asuman'ın omzuna kolunu attı ve onu benim gibi kendine doğru çekti. "Gelirse gelsin, Asuman. Seni zorla götürecek hali yok."
"Sen babamı tanımıyorsun Çınar, cesedini bile çıkartır burada."
"Sen de beni tanımıyorsun." Dedi abim keskin bir şekilde. "Gitmek istemiyorsan hiçbir kuvvetin seni götürmesine izin vermem."
Ben bile etkilendim.
Asuman kısa bir sessizlikten sonra ofladı. "Başına dert oldum. Gelmeyelim dedim sana. Laftan anlamayan salağın tekisin sen."
"Allah Allah! Bak yemin ederim gider nikahı basarım sana! O zaman dert neymiş görürsün!"
"Daha neler!" Diye çemkirdi Asuman.
"Ne oldu benimle kaçarken sorun yoktu da evlenirken mi sorun var?"
"Aynı şey mi aptal!"
"Farklı şey mi?!"
Aşırı şekerler.
"Babam seni öldürür!"
"Yavaş öldürsün!"
"Zaten öyle yapar, Çınar! Acı çekişini zevkle izler! Ölmek için yalvarırsın!"
Abim, "Başlayacağım şimdi babana ha!" Diye bağırdığında Asuman ters ters abime baktı ve masadan tutunarak ayağa kalktı. "Gidiyorum ben."
"Nereye gidiyorsun?" Diye sordu abim dalga geçer gibi. "Ankara'ya."
"Hiçbir yere gitmiyorsun, Asuman."
"Yok ya? Sana mı soracaktım?"
Hadi öpüşün! Hadi öpüşün! Kıskançlık duygularımı bile yok ettim şu an, öpüşün!
Abim, derin bir nefes aldı. Kendine engel olmaya çalışır gibi bir hali vardı. "Lütfen, oturur musun şuraya?"
Asuman, abime ayakta olduğu için yüzünü eğerek baktı. Abim gibi derin bir nefes aldı. "Çınar, babam beni senin yanında görürse kıyameti koparır. Anlamıyor musun?" Gözlerindeki endişeyi fark ettiğim için oturduğum yerde dikleştim. Babasından korkuyor olabilirdi. Ben baba korkusu nedir bilmezdim ama acıtıyor olmalıydı. Elleri titriyordu çünkü.
Abim ayağa kalktı ve Asuman'ın karşısında durdu. Asuman'ın elini tuttu ve bana baktı. "Bir yere ayrılma, abim. Geleceğiz birazdan." Kafamı usulca salladım. Cevabımdan sonra Asuman'a döndü ve konuştu. "Yürü."
Asuman adım atmaya başlamışken sormuştu. "Nereye gidiyoruz?" Abimin verdiği cevabı duyamadım. Galiba gerçekten nikahı basacaktı. Binbaşı dünürümüz olacaktı. Şahane!
Geriye kalan tek eğlenceme yani Kübra ve Eymen'e döndüm. Eymen masanın etrafından dolaşarak Kübra'nın yanındaki boşluğa oturdu. Kübra ise sabırla derin bir nefes almıştı. "Yine ne istiyorsunuz?" Diye sordu Eymen'den önce konuşarak.
"Hiçbir şey. Sadece gördüğünüz gibi oturuyorum."
Kübra Eymen'e ters ters baktıktan sonra önüne döndü ve telefonundan bir şeylere baktı. Fakat Eymen sadece Kübra'ya bakıyordu. Muhabbetin dönmeyeceğini fark ederek araya girdim. Enişteme iyi bir baldız olmalıydım sonuçta
"Eymen Bey, Asuman'la aynı timde misiniz?" Eymen bana baktı. Sorgulamamı sorguluyor olmalı ki konuştum. "Ben Çınar'ın kardeşiyim. Asker kardeşiyim yani. Bana güvenebilirsiniz."
"Aynı timde değiliz ama aynı karargâhtayız." Dedi. Anladım dercesine kafamı salladım. "Peki, Asuman nasıl biridir? Yani sonuçta yengesi olacağım."
"Sizden aşırı kıskançlık seziyorum." Dedi gözlerini kısarak. "Of sorma!" Dedim resyimiyeti bir kenara bırakarak. "Abimle zaten yeni tanıştığımız için paylaşmak gerçekten çok zoruma gidiyor ama Asuman'ı sevdim gibi. Eğer fikrim değişmezse en iyi yenge ben olacağım."
"Yeni tanışmak derken?"
"Aşırı uzun bir mesele." Dedim ifademle de abartılayarak. Omuzlarını kaldırıp indirdi ve kısaca Kübra'ya baktı. "Daha buradayız anladığım kadarıyla. Merak ettim, anlat bakalım şu işi."
Kafamı usulca salladım ve anlatmadan önce bir şey sordum. "Eymen, sen kaç yaşındasın?"
"Otuz bir, neden?"
Olgun erkek. Mis gibi. Tam Kübra'ya göre. Omuz silktim. "Hiç. Öylesine." Dedim anlatmaya başladım. "Bak şimdi şöyle oldu-"
"Nil." Kübra'ya baktım. "Ne?"
"Takı töreni başlıyor bak. Sabahtan beri bunu beklemiyor muydun sen?" Ortadaki boşluğa baktım. Sunucu gerçekten de takı töreninin anansunu yapıyordu. Alt dudağımı sarkarak Eymen'e baktım. "Başka zamana artık."
Gülümsedi ve olumlu anlamda kafasını salladı. Abim büyük ihtimalle yetişemeyecekti ve ben gün boyu bu anı beklediğim için hüsranla omuzlarımı düşündüm. Hesabıma altın almam için 100 bin lira göndermişti.
100 BİN!
Uzun zamandır bu kadar parayı bir arada görmediğim için bir fenalık geçirmiştim. Sonra da attığı parayla istediği gibi altın almıştım.
Ben ise kendi paramın yettiği kadarıyla yarım altın almıştım. Gönül isterdiki ikisine de bir şey alayım ama bütçem bu kadarına yetmişti. Barış'a da kol düğmesi hediye etmiştim ve gerçekten pahalıydı. Yine de pişman değildim. Biriktirdiğim paranın tamamı bitmişti. Artık fasfakirdim ve bu şekilde ne kadar devam edebilirdim hiçbir fikrim yoktu.
Abimden para isteyemezdim. Barış'tan zaten istemezdim. Kenara ayırdığım ve hiç harcamadığım bir para vardı ama onu ev için kullanacaktım. Kardeşlerimi mağdur edemezdim. Benim yaşadıklarımı yaşasınlar istemiyordum.
"Nil, ben takı falan almaya fırsat bulamadım. Para taksam olur mu?" Diye sordu Kübra. Kafamı usulca salladım. "Hiçbir şey takmasan da olur bence." Dediğimde kafasını iki yana salladı. "Yok. Olmaz öyle."
"Sen bilirsin öyleyse." Dedim gülümseyerek. Kafasıyla beni onayladı. İnsanlar sıraya girmeye başlamıştı, baya bir kalabalıktı. Altınlar havada uçuyordu. Kalabalık ailenin tek iyi tarafı bu olabilirdi. Çil çil takılan altınlar.
Müthiş.
"Sence abimi arasam mı?" Diye sordum Kübra'ya. Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Bilmem." Düşündüm ve doğru olmayacağı kanısına vardım. Şu an kavga ediyor veya öpüşüyor olabilirdilerdi. Hiç araya girmek gibi bir niyetim yoktu.
On dakika sonra kalabalık biraz azalınca biz de Kübra'yla birlikte sıraya girdik. Gerçi bu kalabalığın asla azalmaya niyeti yoktu o yüzden takıp çıkmak istemiştim hemen. Beklerken bir teyze gülümseyerek bana baktı. Ben de gülümsedim. "Nassın yavrum?" Diye sordu. Buranın insanı kana yakındı, yani bazıları.
"İyiyim, teyze. Sen nasılsın?"
"İyiyim iyiyim." Dedi ve yanımdaki Kübra'yı gösterdi. "Arkadaşın mı bu kızcaz?"
"Evet teyze."
"Pek de güzelsiniz maşallah!"
"Sende çok çok güzelsin, teyzecim." Dedim içtenlikle. Gözleri parladı ve sonra sordu. "İkinizi de iki tane erkekle görmüşem, boş verin onları, gelin benim oğullarıma alam sizi. Hem oğullarımdan biri mühendistir biri memurdur ha."
Küçük bir kahkaha attım. "Sağ ol teyze. Biz bizimkinlerden memnunuz." Dediğimde Kübra koluma vurmuş ve kulağıma fısıldamıştı. "Ben benimkinden memnun değilim, teyzeninkini düşünebilirim."
"Bakıyorum da hemen seninki olmuş." Dediğimde Kübra kırdığı potu fark etmiş gibi gözlerini büyüttü. "Of! O anlamda demedik." Kafamı, tabi tabi, der gibi salladım ve teyzeye geri döndüm.
"Teyze arkadaşım diyor ki, ben sevdiceğime sırılsıklam aşığım, kralı gelse değişmem."
Kübra koluma yine vurdu. Ona aldırış etmedim. Teyzenin gözlerinde bir hayal kırıklığı gördüm. "Tüh, kaçırdık dalyan gibi kızı." Kıkırdadım. Ben de Kübra gibi bir hatunu kaçırsaydım üzülürdüm açıkcası.
Taş gibiydi.
Sıranın bize gelmesine birkaç kişi kalmıştı ki abimi gördüm. Ay yaşaşsın! Yetişmişti. O da beni gördüğünde yanıma geldi. Hemen sordum. "Ne oldu abi?"
"Bir şey olmadı. Şu takıları takıp çıkalım hemen."
"Asuman nerede? Kaçıyor muyuz?"
"Kaçmıyoruz, Nilüfer. Asuman arabada bekliyor. Seni eve bırakacağım." Omuzlarımı düşürdüm. "Sen nereye gideceksin?"
"Asuman'ı Ankara'ya götüreceğim." Dediğinde kafamı usulca salladım. "Sabaha dönmüş olurum. Sonra şu ev işini hallederiz."
"Tamam, abi." Dedim. Sıra bize geldi. Takı kutularını çıkartarak abime verdim. Yalnızca Vural'ın pakette olan takısını aldı. Sema'ya ise benim takmamı istemişti. Sema'nın önüne geçtim ve ona kocaman gülümsedim. "Tebrik ederim. Çok mutlu olun!"
"Teşekkür ederim! Darısı başına." Dedi göz kırparak. Ona sarıldım ve altınımı taktım. Bileziği takarken abimin almış olduğu ayrıntıyı söylemeyi ihmal etmedim. Yüzünde güller açarken birçok kez teşekkür etti. O sırada abime baktım. Vural'la konuşuyordu. Kulak misafiri oldum. "Kabul etmiyorum kardeşim! Sattın beni resmen!"
"Oğlum Barış yanındaydı hep, işten güçten başımı kaldıramıyorum ki. Kusura bakma." Diye bir açıklama yaptı abim. Vural öyle böyle kabullendi ve abim takı kutusunu açtı. Gördüğü şeyle gözleri bana döndü.
12si bir yerden almıştım.
"Ciddi misin oğlum?" Diye sordu Vural. Abim derin bir nefes aldı ve kırmızı kurdaleye bağlanmış altınları çıkarttı. Komik olan altınların hepsinin çeyrek olmasıydı. Kıkır kıkır güldüm. Upuzun kırmızı kurdale boyum kadar falandı. "Ulan Nilüfer." Diye söylendi abim. Altınları anons eden sunucu abartıyla konuştu. "DAMADIN ARKADAŞINDAN DAMADA BOL BOL ALTIN!"
Abim içten içe küfrederek altınlı kırmızı kırdaleyi sitemli bir şekilde Vural'ı boğmak ister gibi boynuna sardı. Kocaman bir kahkaha attım. Çok komikti. "Hayırlı olsun kardeşim! Bir ömür aynı yastığa baş koyun!"
Vural gülerek cevap verdi. "Eyvallah kardeşim, darısı başına."
Abim, "Amin." Dedi ve tokalaştılar. Ben de Vural'la tokalaştım ve boynunda ışıldayan altınlara baktım. "Hayırlı olsun, Vural abi." Dediğimde genişçe gülümsedi. "Sağ ol, Nil. Hediyeleri sen mi seçtin?"
"Evet, beğendin mi?"
"Bayıldım. Abinin düğününde ben de aynı performansı sergileyeceğim." Kıkırdadım. Kübra da onları tebrik ettikten sonra sırada çok insan olduğu için yanlarından ayrılmıştık.
Kübra'ya bizimle gelmesi için ısrar etmiştim ama kabul etmemişti. Hatta küçük bir ev kiraladığını ve orada daha rahat edeceğini söylemişti. Onunla gitmek isteyince abim de Kübra da duruma karşı çıkmıştı. Onların bu haline anlam veremedim. Normalde Kübra böyle bir şey söylemezdi. Yine de sorgulamadım, yorgun olabilirdi. Onunla sarılarak vedalaştık. Yarın buluşacaktık.
Şimdi, abimin arabasındaydım ve önde Asuman oturduğu için arkaya oturmak zorunda kalmıştım. Bir de eve daha önce hiç gitmediğim bir yoldan gidiyorduk galiba çünkü hiç tanıdık değildi bu yollar. İnsanlar da binalar da azalmıştı.
"Abi, beni eve bırakmayı unutmadın değil mi?" Diye sordum Ankara yoluna sapmış olmasından korkarak. "Varırız birazdan." Dediğinde kafamı usulca salladım.
Asuman arabaya bindiğimizden beri sessizdi. Hâlâ endişeli görünüyordu ve bence abimle kavga etmek için an kolluyordu. Dakikalar sonra araba karanlık, hiç ışığın olmadığı bir yerde durdu. Etrafa bakındım, ev de yoktu burada.
"Geldik, Nilüfer. İnebilirsin." Derken kendi tarafındaki kapıyı açmış çıkmıştı bile abim. İnmeden Asuman'a doğru eğildim. "Asuman, abim beni atıyor mu?"
"Ne?" Diye sordu şaşkınlıkla Asuman. "Burası ev değil ki, niye buraya geldik?"
"Bilmiyorum. Abine sor." Dedi ve dışarıyı gösterdi. Bildiğine emindim. Öyle bir ifade gizliydi sanki suratında. Şüpheyle çantamı aldım ve kapıyı açarak aşağıya indim. Soğuk olduğu için anında kollarımı birbirine dolamıştım. "Abi?" Diye seslendim arabanın önüne giderken. "Niye buraya geldik?"
Bana doğru geldi ve omuzlarımı tuttu. Ona merakla bakarken o sıkıntılı bir nefes vermişti. "Kendi ellerimle böyle bir şey yapacağım aklıma gelmezdi." Dedi, içime bir korku yayıldı. "Ne demek istiyorsun?"
Abim halime gülümsedi ve olduğum yerde kollarımdan tutarak dönmemi sağladı. Sırtım göğsüme yaslandığı anda karanlıkta bir bedenin bana doğru yaklaştığını gördüm. Yaklaştıkça yüzü belirdi. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Barış?"
"Git bakalım." Dedi abim kulağıma doğru. "Bir telefonunla yanında olurum, abim. Ne olursa olsun, aramaktan çekinme." Yutkundum. "Ne olursa olsun." Dedi tekrar bastırarak. "Her zaman yanında olacağım."
Gözlerim istemsizce doldu. "Yaa abi..." Dedim ağlamamak için kendimi zor tutarken. O sırada Barış önümüze gelmişti bile. Bana gülümsedi.
Beni göreve gidiyorum diye kandırmıştı, abim de işin içindeydi ve hiç ama hiç anlamamıştım. Resmen ayakta oynamışlardı benimle. Barış bana elini uzattığında hemen tuttum. Böylelikle abimden uzaklaşmış oldum ve Barış'a yaklaştım. "Hoş geldin." Dedi. Titrek bir nefes aldım. "Ne oluyor, Barış? Hani amirin çağırmıştı?"
Dudaklarını birbirine suçlulukla bastırdı. "Minik bir oyalama yöntemiydi diyelim." Derin bir nefes aldım. Arkamızdaki arabanın çalıştığını duydum. Saniyeler sonra uzaklaştı. Abim gitmişti ve biz Barış'la yapayalnız kalmıştık.
Karanlığın içinde, derin bir sessizlik vardı ve şu saniyelerde nefeslerimiz birbirine karışıyordu.
"Neredey-" devamını getiremeden baş parmağını dudaklarıma bastırdı. Susmak zorunda kaldım. "Bugün konuşma sırası bende." Dedi gözlerimin içine dikkatle bakarak. Avucunu yanağıma bastırdı. Sevgiyle okşadı.
"Bu gece benimsin, Nil."
🪷
Bölüm sonu!!
Beğendiniz mi bölümü?
Düşünceleriniz?
En sevdiğimiz kısım neresi oldu?
🍭
Sonraki bölümü önümüzdeki pazar atmaya çalışacağım ama derslerim çok yoğun. Aksayabilir. Şimdiden haberiniz olsun♥️ Bir aksaklık olursa WhatsApp kanalından ve instagramdan duyururum😘
50. Bölümde görüşürüzzz🥰
VOTE
VE
YORUMU
UNUTMAYIN
🪷
İnstagram; Zeynepizem
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
91.09k Okunma |
10.44k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |