Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. BÖLÜM 🪷

@zeynepizem

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

 

ZEHİRLİ ŞEKER

 

BÖLÜM BEŞ

 

🪷

 

“Bir açıklama bekliyorum. Ne diyor bu çocuk?!” diye sorduğumda Barış sabır dilenir gibi gözlerini kapattı. Sonra tavana baktı. “Allah’ım sabır ver.”

 

Sabrını bulmuş gibi bana döndüğünde gözlerimi kırpıştırarak ona bakıyordum. “Nil’cim, hani sen dün kaldığın odayı darmadağın ettin ya.”

 

“Evet ettim.”

 

Gözlerini kapattı, birkaç saniye bekledi sonra açtı. “İşte bu evde o odadan başka misafir odası yok. Ben de, sen misafir olduğun için benim odamda kalmanı uygun gördüm.”

 

Biraz düşündüm. Aslında yaptığı iyi bir şeydi ama yanımdaki cadının söyledikleri canımı sıkmıştı. “İyi. Kardeşine söyle de yenge demesin bana.”

 

Kardeşine döndü. “Aysu, bir daha Nil’e yenge deme.”

 

Aysu hemen kafasını salladı. “Timam abi.” Dedi. “Ne diyim Nil’e?”

 

“Nil de.” Dedim.

 

“Abla de.” Dedi.

 

Birbirimize baktık. Çatık kaşlarla. Aysel araya girdi. “Nil abla desin ortada buluşun. Nasıl?”

 

Hiçbir şey söylemeden önüme döndüm. Barış da sustu ve çay bardağını eline alarak bir yudum çay içti. Ben de çay bardağımı aldım ve içtim. Ama sıcaktı… çok sıcak. İçim yana yana yutkundum ve bardağı sofraya bıraktım.

 

Sofraya tükürürsem gerçekten bu sefer Barış’tan değil rezillikten ölebilirdim. Kahvaltımı kaldığım yerden yapmaya devam ettim. Bunu yaparken de yanımdaki cadıyla uğraşmayı ihmal etmiyordum. Hızlı bir şekilde yumurtamı yerken Barış hafifçe doğruldu. “Aysel.”

 

“Efendim abi.”

 

“Sofrayı toplarsınız, bizim Nil’le bir işimiz var.”

 

Gözlerim büyüdü. Beni öldürecek. “Ne işi?” diye sordum korkuyla. Cevap vermedi. Aysel kafasını salladı. “Tamam abi.” Dedi ve bana da gülümsedi bu sırada. Öldürecek beni Aysel. Neye gülüyorsun?!

 

Barış bana döndü. “Yediysen kalkalım.” Zorlukla kafamı salladım. “Yedim.” Dedim sonra. Dizlerimdeki sofra bezini ittim ve ayağa kalktım. Barış da kalktı ve salonun kapısını gösterdi. İlerleyeceğim sıra hâlâ mutlu mesut reçel zıkkımlanan Aysu’ya ve sıkı sıkı tuttuğu tavşanıma baktım.

 

Alsam şimdi yine ağlayacaktı. Ağlasın istemiyordum ama benim tavşanımdı o!

 

Barış yanımdan geçerken fısıldadı. “Hevesi geçince alacağım.”

 

Gülümsedim. Ağa falan ama iyi çocuk ya.

 

Pardon?

 

Kafamı iki yana sallayarak toparlandım ve hızlanarak ona yetiştim. “Ne işimiz var bizim?”

 

Cevap vermedi. Evden bahçeye çıktık ve dünkü oturduğumuz yere doğru gittik. O bir mindere otururken ben kenarda onu izliyordum. Oturmadığımı görünce çenesiyle yanındaki yeri gösterdi. Ayakkabılarımı çıkarttım ve sedir halıya basarak yanındaki mindere oturdum.

 

“Nil.”

 

“Hm?”

 

“Bugün-”

 

“Ya bilerek ağlatmadım gerçekten, tavşanım çok önemli benim için. O yüzden yoksa-”

 

“Tavşanını vermek zorunda değildin Nil.”

 

“Ama ağlıyordu.”

 

“Aysu, istediğini ağlayarak elinde etmeyi huy edindi son zamanlarda. Bu huyundan onu vazgeçirmeye çalışıyorum ama…” bana baktı.

 

“Ay ben ne bileyim? Ağlayınca kıyamadım.”

 

“Her neyse.” Dedi. “Konumuz o değil.”

 

Merakla yüzüne baktım. “Ney?”

 

“Bugün ailem geliyor.”

 

Harbi, neden bu evde dede, nine, anne ve baba yoktu?

 

“Yani?”

 

“Yani, annemler bugün dönecekler ve ev çok kalabalık olacak. Şimdiden haberin olsun. Rahat edemezsen bana söyleyebilirsin.”

 

Kafamı iki yana salladım. “Yok sorun değil. Tanışmak isterim ailenle.” Tek kaşını kaldırdı sorgulayarak. Bir açıklama yaptım. “Sonuçta onların evinde kalıyorum. Teşekkür etmem gerek. Rahat hissetmezsem ben kalkar giderim zaten.”

 

“Nereye gidiyormuşsun?”

 

“Koca şehirde illa ki bir otel vardır Barış.”

 

Derin bir nefes aldı. “Gidemezsin, kız çocuğu. Bana emanetsin.”

 

Bu söylediği beni güldürdü. “Bu yaşıma kadar kendi başımın çaresine bakmış bir kadınım ben. Görüntüm seni yanıltmasın. Hayatın sillesi beni de vurdu.”

 

Gözleri yüzümde dolandı. “Görüntün beni yanıltmadı, Nil.” Dedi. Derin bir nefes alma ihtiyacı duydum. Dış kapının önünde bekleyen korumalara takıldı gözüm. Merakla sordum. “Neden evde bu kadar çok koruma var?”

 

“Çünkü annemler evde değil. Ben her zaman burada olamıyorum. Çocuklar tek kalıyor.”

 

Kafamı usulca salladım. Nereden gelediği bilmediğim merakıma yenik düştüm. Bu sefer başka bir soru sordum. “Başka kardeşin var mı Aysu ve Aysel dışında?”

 

Kafasını salladı. “Bir tane daha var. Baran adı. 22 yaşında.”

 

Benden iki yaş küçükmüş. “Sen kaç yaşındasın peki?”

 

“29.” Dedi.

 

“Ya 3 kardeşin var, ne güzel.” Zorla gülümsedi. “İçi beni dışı seni.” Dedi o an. Kıkırdadım ve konuştum. “Öyle söyleme. Çok şanslısın bence. Ben yalnız büyüdüm. Nasıl bir his olduğunu iyi bilirim. Yokluğuyla sınandığın bir şey daha acı verici.”

 

“Bugünden sonra bu durum senin için değişmeyecek mi?” kafamı belli belirsiz salladım. “Bilmem.” Dedim gözlerim uzaklara daldı. “Çınar belki beni sevmez.” Diye fısıldadım ve genişçe gülümseyerek devam ettim. “Yani bunda haklı da olabilir bence çünkü bazen tam bir baş belası oluyorum.”

 

“Çınar, seni sever.” Dedi. “Sen yalnız büyüdün ama Çınar da öyle büyüdü. Böyle şeyleri tek taraflı düşünmemek gerek.”

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Kimin daha çok acı çektiği yarışına girecek değildim. Her hayatın kendi sınırında bir acısı olurdu. Bize de Tanrı’dan bu hediye edilmişti. Belki bu durum gelecekteki güzel günlerin habercisiydi.

 

Çok pozitifsin.

 

Negatif olmaktan iyidir.

 

“Abim…” dedim ve yutkundum. “Ne zaman gelecek?”

 

“Yarın.” Dedi. Düşüncelere daldım. Ne işi vardı acaba? Bana biri abimin geldiğini söyleseydi hayatımı önüme koyar ona koşardım. O gelmiyordu. Beni görmeye pek hevesli değildi anlaşılan.

 

Otuz yaşına kadar seni aramadığına göre…

 

Tavşanım olmadığı için sarılıp duygularımı bastıramamıştım. O yüzden dizlerimi kendime doğru çekmeyi uygun gördüm. Mırıldandım.

 

“Beni hâlâ öldürmediğin için çok şaşkınım.”

 

“Ne?”

 

“Hiç.”

 

“Nil, seni öldüreceğimi mi düşünüyorsun?”

 

“Yok be, beni öldürmek isteseydin çoktan öldürürdün herhalde.” Dedim mantığımı kullanarak. “Ama sen ağasın ya, ondan dolayı izlediğim filmler aklımı şey ediyor.”

 

“Nil, ne biçim filmler izliyorsun sen?”

 

“Töre konulu işte. Kan davalı, düşmanlı, zoraki evlilikli.”

 

“Saçma sapan konuşma.”

 

Merakla ona doğru döndüm. “Öyle değil mi?”

 

Kafasını iki yana salladı. “Bak bunlar çok eski de kalmış şeyler. Birçok yörede zamanında zorla evlendirilmiş kadınlar. Birçok yöre de insanlar husumetliymiş. Bu söylediklerin sadece buraya özgü şeyler değil ve artık bu tarz olaylar çok nadir gerçekleşiyor. Hâlâ dünyada zorla kız çocukları evlendiriliyor ve bu durum yalnızca Güney Doğu’ya özgü değil.”

 

Kafamı usulca salladım. Doğru söylüyordu. “Ne bileyim ya, sizin adınız çıkmış bir kere. Ben buraya gelirken biraz tırsmıştım aslında.”

 

“Ne diye?”

 

“Zorla beni everirler diye.”

 

Güldü. “O küçük aklını saçma sapan şeylerle doldurma.”

 

Gözlerimi kıstım. “Bana hakaret mi ettin sen?” kafasını iki yana salladı. “Asla.”

 

Şüpheyle yüzünü incelediğimde gözlerini kaçırdı. “Etmişsin!”

 

“Etmedim yahu!”

 

Kollarımı sitemle birbirine doladım. Sonra sordum. “Peki töreniz falan? O iş nasıl oluyor?”

 

“Her yörenin atalarından kalmış alışkanlıkları vardır.”

 

“Kan davası ve kadın satışı bir alışkanlık mı?”

 

“Ya sabır ya! Ben ne anlatıyorum kızım iki saattir. Adamın adı çıkacağına canı çıksın diye boşuna demiyorlar!”

 

“Ay! Bağırma bana be!”

 

Sustu. Sonra yüzünü diğer tarafa çevirdi. “Pardon.” Dedi o sıra. Bir etkilenmedim değil şimdi. Gözlerim büyüdü. Hızla kafamı iki yana salladım.

 

“Tövbe tövbe.”

 

“Ne?”

 

“Hiç. Başka bilinen bir yanlışları düzeltmek ister misin? Annenlere yanlış bir şey söylemeyeyim.”

 

Düşündü.

 

“Düşman aileler genellikle ateşli tüfekli falan saldırmazlar birbirine. Görmezden geliriz, gelebildiğimiz kadar ve kendimizi korumaya alırız. Ne olur ne olmaz diye. Dünyanın her yerinde azılı suçlular var. O da buraya özgü değil.”

 

“Siz şimdi Çınar’la düşmansınız ya,”

 

Kafasını iki yana salladı. “Ben Çınar’la düşman değilim Nil. Geçmişte dönen olaylardan dolayı ailelerimiz görüşmüyor.”

 

“Ama sen bana buraya geldiğim gece-”

 

“Kork diye öyle söyledim. Kim olduğunu bilmiyordum, yalancının teki de olabilirdin o yüzden aklını alayım dedim.”

 

Aldın aklımı.

 

“Aman neyse ne, işin sonunda sana ağam diyorlarsa benim için iş bitmiştir.”

 

“Bu durumda sen de hanım ağa oluyorsun, ona ne diyeceksin?”

 

Gözlerim büyüdü. “Ne diyorsun be?” Ne anladığımı anlamış olmalı ki onun da gözleri büyüdü. “Ne! Hayır! O anlamda değil. Çınar da ağa ya, ondan.”

 

Aydınlandım resmen.

 

“Haa.”

 

Gözlerim büyüdü. “Ne!!!” Kafamı iki yana salladım. “Hayır! Yok öyle bir şey! Ağa falan değilim ben! Ölsem olmam! Ayy! İğrenç! Hamım ağam, hanım ağa- öğk! Allah’ım yazdıysan boz ya Rabbim!”

 

Barış, kafasını olumsuzca iki yana salladı ve ayaklandı. “Değişik.” Dedi o sıra. Kaşlarımı çattım. “Sensin o.”

 

“Sus kız.”

 

“Sen sus! Erkek sus, kavanozu aç! Perdeyi tak!”

 

Bana tip tip baktı. Sonra bir sabır diledi ve ayakkabılarını ayağına geçirdi. Hemen sordum. “Nereye?”

 

“Annemleri almaya.”

 

Yine sordum. “Nerede ki onlar?”

 

“Köye inmişlerdi.”

 

Bir kez daha sordum. “Köy mü?”

 

Olduğu yerde yavaşça bana doğru döndü. “Gelip görmek ister misin?”

 

İsterim!

 

Kafamı iki yana salladım. İsterdim istemesine de Barış’ın annesi beni görmeyi ister miydi orası meçhuldü. “Yok.” Dedim sadece. Kafasını usulca salladı. “Gelince ayrıntısıyla anlatırım sana.” Dediğinde gülümsedim. “Olur.” Dedim. Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra eve doğru döndü ve bağırdı. “Aysel!”

 

Ayseeel git başımdaaan ben sana göre değiliiim!

 

Aysel, camı açarak abisine baktı. “Efendim abi?”

 

“Annemleri almaya gidiyorum ben! Yaramazlık yapmayın!”

 

Aysel yanaklarını şişirdi. “Çocuk muyum ben abi!”

 

“Sus kız! Abine cevap verme!”

 

“Tamam abicim, yapmayacağız yaramazlık falan. Oldu mu?”

 

“Aferin.”

 

Barış kapıya doğru dönmüştü ki durdu ve bana baktı. Birkaç adım üzerime doğru geldi sonra elini bana doğru uzattı. “Telefonunu ver.”

 

Tek kaşımı kaldırdım. Telefonumu cebimden çıkartırken sordum. “Neden?”

 

Cevap vermek yerine elimden aldı ve bir şeyler yapmaya başladı. Hemen ayağa kalkarak ekrana baktım. Bir numara tuşluyordu. Numara ekleye bastı ve isim kısmına Barış yazdı. Numarasını kaydetti. “Bir şey olursa ara.”

 

Kafamı salladım. Bir şey söyleyecek gibi bakıyordu. Elini ensesine götürdü. “Abinin numarasını da vereyim mi?”

 

Gülümsedim. “Düşündüğün için sağ ol.” Dedim. “Ama abimden almayı isterim.”

 

Kafasını salladı. “Tamam. Dikkatli olun. Akşama anca döneriz biz.”

 

Yayla, dediği yerin o kadar uzak olmasına şaşırmıştım. “Bir de Nil…” gözlerine baktım. “Bugün dışarı çıkmasan olur mu?”

 

Bu isteğin altında tam olarak ne yattığını bilmiyordum ama beni tek başıma abimin evine göndermediklerine göre onunla alakalıydı. Sormak yerine kabullendim. “Olur.” Dediğimde derin bir nefes aldı. Karşı çıkacağımı düşünmüş olmalıydı.

 

Bugün burada kalıp bilgi toplamak istiyordum. İşe de şu küçük cadıyla başlayacaktım. Barış gittikten kısa bir süre aşırı sıkılmış ve içeri geçmiştim. Aysel’i gördüğümde yanına gittim. Elindeki çaydanlıkla mutfağa gidiyordu. Sofrayı topluyordu galiba.

 

“Aysel.”

 

Yerinden sıçradı. Elindeki çaydanlığı zar zor dengelemeye çalışırken düşürmesin diye elinden aldım. “Ay yandın mı?!”

 

Kafasını iki yana salladı. “Yok. İyiyim.”

 

Derin bir nefes çektim içime. Aysel’i yaksaydım bu sefer kesin öldürürdü beni. Bak kesin diyordum. Lamı çimi yok!

 

“Kusura bakma, öyle korkacağını düşünmemiştim.”

 

Gülümsedi. “Önemli değil, dalmışım ben. Kafam dolu.”

 

Önümüzdeki kapıdan içeri girerek elimdekileri tezgaha bıraktım. “Neden?” diye sordum o sıra. Omuzlarını kaldırıp indirdi. “Ergen sorunları diyelim.” Kaşlarım çatıldı. Böyle küçümsenip geçilecek bir sorun değildi bu. Kendini ve sorunlarını küçümsememeliydi. Üstelik ben o yaşlarda ne kadar zorluk çektiğimi iyi biliyordum.

 

“Eğer sorularını birisiyle paylaşmak istersen benimle paylaşabilirsin.” Duraksadım. “Gerçi beni pek tanımıyorsun ama benden sır çıkmaz.”

 

Kıkırdadı. “Biliyorum. Abime söylememişsin.”

 

Tek kaşımı kaldırdım. “Neyi?”

 

“Çınar-”

 

“Noymuş Çınay’a?” Yere baktım. Bu ne zamandır buradaydı? Pis cadı. Aysel’e kal gelmiş olmalı ki konuşamadı o yüzden ben konuştum. “Çınar benim abim.” Dedim dizlerimin üzerine oturup onunla boylarımızı eşitlerken. Kaşları çatıldı.

 

“İyi de Çınay’ın kaydeşi yok ki.”

 

Bu sefer ben kaşlarımı çattım. “Nasıl yok?! Ben varım ya kız!”

 

Aysu, Aysel’e baktı. “Abla, yalan mı der?”

 

Gülümsedim. Cadıydı falan ama çok tatlıydı. “Yok ablacım doğru der.” Dedi Aysel. “O Çınar’ın kardeşi. Gerçekten.”

 

“Nirdeydi ki şimdiye dek?” Bana baktı. “Niye hiç gelmedin buyaya?”

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Ben çok uzaktaydım buraya. O yüzden gelemedim.”

 

“Ne kaday uzak?”

 

“Çoook uzak.”

 

Omuzları düştü. Yüzü de. “Ne oldu?” diye sordum. “Çınay beni artık sevmicek mi?”

 

“Neden sevmesin canım, o benden çok seviyordur seni.”

 

Zaten varlığını umursamadığını birini sevecek değil de. Neyse.

 

“Niden?” diye sordu. Elimi kaldırdım ve avuç içimi ağzına bastırarak çenesini canını yakmadan sıktım. “O konuşmanı yerim senin!”

 

“Abla!” diye bağırdığında elimi gülerek geri çektim. Bana pis pis baktı. Ve sonra konuştu.

 

“Kötü yinge.”

 

🪷

 

 

BÖLÜM SONU!!

 

 

DÜŞÜNCELERİNİZZ??

 

 

Eğer 200 yorum gelirse bir saate yeni bölümü atarım😌

 

Yoksa 

 

 

YENİ BÖLÜM YARINN💃🏻💃🏻

 

 

VOTE VE YORUMU UNUTMAYIIINNN

 

🍭

 

 

İNSTAGRAM; Zeynepizem

 

 

Loading...
0%