Bi' takip♥️ Zeynepizem
PAMUK ELLER OY VE YORUMLARA♥️
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
ZEHİRLİ ŞEKER
BÖLÜM 52
🪷
KÜBRA KARACA
Düğün yerinden çıktıktan sonra arabama binmiş ve saatin geç olmasını umursamadan bir restoranda yemek yemiştim. Karnımı doyurduktan sonra arabamı kiraladığım eve doğru sürmeye başlamıştım. İki gündür doğru düzgün uyumamıştım ama değmişti. Yan koltuktaki mavi dosyada gezindi gözlerim. Ferda teyzenin ölümündeki soru işaretlerini oldukça azaltmıştım. Kalan soru işaretleri ise Antep’teydi. Bunun için Barış Bey’in şahsi yardımına ihtiyacım vardı.
Gün doğduğunda onunla bir konuşma ayarlamalıydım. Nil için biraz tehlikeye girmeyi bence göze alabilirdi. Gizlice yürüttüğüm dosyanın akıl almaz tarafları vardı. İşi araştırdıkça bir bataklıkla karşılaşmıştım. Nil’in ailesi de bu bataklığın maalesef ki içindeydi. Çınar Bey arada olmasaydı Nil’i buraya gönderdiğim için büyük bir pişmanlık duyardım ama neyse ki şimdiye dek canını yakacak bir şey yaşamamıştı.
Çınar Bey’le konuşmalı mıydım bilmiyordum. Onun geçmişini biraz araştırmıştım ve elime pek de yardımı dokunur şeyler geçmemişti. Normal bir liseye gitmiş ve üniversite de Fransız Dili ve Edebiyatı okumuştu. Son zamanlarda ise bir çiftlikle ilgilendiğini öğrenmiştim. Bu davada bana yardım edebilecek biri değildi. Yalnızca bulunduğu konum önemliydi. Nil’in abisiydi ve o evde dönen bütün olayların farkında olmalıydı. En azından görgü tanıklığı yapmalıydı. Bu davanın sonuçlanmasını istiyorsam herkesin yardımına ihtiyacım vardı.
Çınar Bey’in benden pek hoşlandığını sanmıyordum. Aynı duyguları bende onun için barındırıyordum ama asıl konumuz Nil’di. Ve ben Nil için her şeyi yapardım. Telefonum çaldığında düşünmeyi keserek kulaklığı kulağıma yerleştirdim ve arabanın ekranından aramayı açtım.
“Merhaba, Emir Bey.” Dediğimde aynı şekilde karşılık buldum. “Merhaba Kübra Hanım. Nasılsınız?”
“İyiyim, siz?” Diye sorduğum sıra birkaç kağıt sesi duyuldu. Emir Bey’le aynı üniversitede okumuştuk. O zamanlar çok yakın değildik. Şimdi de değildik ama savcı olduğumuz için bazen işimiz düşüyordu birbirimize. Antep adliyesinde çalıştığını bildiğim için Nil’in dosyasıyla ilgilenmesini istemiştim ve beni geri çevirmemişti.
“Ben de iyiyim. Teşekkürler. Bu saatte aradığım için üzgünüm ama konu önemli.”
“Sorun değil, ne oldu?”
“Şu arkadaşının bana ilettiği dosyayı incelerken bir şey dikkatimi çekti. Araştırdım ve elime ilginç bir bilgi geçti. Seyfi Ilgazoğlu, örgüte yardım ve yataklıktan şu an içeride lakin içinde olduğu örgütün eli kolu uzun. Yani büyük bir kayaya çarptık.”
“Biraz daha açık olur musunuz?”
“Bu konuyu yüz yüze konuşmayı daha uygun buluyorum. Müsaitseniz görüşelim.”
“Tamam, nereye geleyim?”
“Şimdi her yer kapalıdır, Kübra Hanım. İsterseniz adliyeye geçelim.” Derin bir nefes aldım. Arabanın ekranından saati kontrol ettiğimde gece bire geldiğini görmüştüm. Çok yorgundum. Belki bu işi sabaha ertelemek daha doğruydu ama öğrenmem gerekiyordu. Hiçbir kayıp saniyeye tahammülüm yoktu. “Eğer sizin için sorun olmayacaksa bana uyar.” Dedim saatin geç olmasından dolayı kendimi biraz suçlu hissederek. “Sorun yok. Çıkıyorum öyleyse şimdi. Yarım saate adliyede olurum.”
“Tamam, orada görüşürüz.” Dedim rahatlayarak. Bu dava çözülene kadar herkesin rahatı bozulabilirdi. Umurumda değildi. “Görüşürüz Kübra Hanım, dikkatli olun.” Son söylediği kaşlarımı çatmamı sağladı. Bu da ne demekti şimdi? Sorma gereği duymadan arabanın ekranındaki tuşa basarak telefonu kapatıp kulaklığı kulağımdan çıkarttım.
Söyleyecekleri umarım işime yarayacak türden şeyler olurdu. Adliyenin yolunu bildiğim için navigasyona bakma ihtiyacı duymadım. Telefonum yeniden çalmaya başladığında gözlerimi devirerek ekrana baktım. Bilinmeyen bir numaraydı bu yüzden açma gereği duymadım.
Arabayı sağa döndürdüğümde yola çıktığım andan beri arkamda olan araba da sağa döndü. Kaşlarım çatıldı. Takip mi ediliyordum? Adliyeye giden yolu es geçerek bir kez daha sokak döndüm ve yanılmadığımı anladım.
“Harika. Bir bu eksikti.”
Telefonu elime alarak polis arkadaşlardan birini aradım. İstanbul’daydı gerçi kendisi ama yönlendirme yapabilirdi. “Savcı Hanım?” diyerek telefonu açtığında hemen konuya girdim. “Şu an Antep’teyim ve takip ediliyorum. Plakayı vereceğim, kime ait olduğunu araştırır. Haber bekliyorum.”
“Ekip yönlendireyim mi Kübra Hanım?” Kafamı belli belirsiz salladım ve dikize baktım. Dudaklarım iki yana kıvrıldı. “Konum atacağım.” Plakayı verdikten sonra telefonu kapatarak koltuğa bıraktım. “Şimdi seninle küçük bir oyun oynayacağız.” Dedim kendi kendime. Çetrefilli işleri her zaman daha çok severdim. Basit işlerin kadını değildim.
Arabanın navigasyonundan etrafı kontrol ettim. Yakınlarda eski bir süt fabrikası görünüyordu. Kullanım dışıydı. Gaza bastığımda arkamdaki de hızlandı. Tek elle direksiyonu tutarken diğer elimi sağa doğru uzatarak bölmeyi açtım ve içindeki silahımı çıkarttım.
Kendimi tehlikeye atmak istemediğim için hızlı bir şekilde konumu polis arkadaşa gönderdim. Attığım konuma bir ekip çıkartırdı. Aceleci davranmak istemediğim için iki kez aynı sokaklardan geçerek kendime vakit kazandırdım. Ta ki onları fark ettiğimi anlayana kadar bunu yaptım ama arabamın arka camı patladığında dişlerimi birbirine bastırarak gazı kökledim ve fabrikaya doğru sürmeye başladım.
Telefonum çaldığı için açarak arabanın dış sesine verdim. “Savcı Hanım, ekip yolda. Yarım saate varacaklar. Siz iyi misiniz?”
“Saldırı altındayım.” Dedim ve dikizden arkama baktım. Şerefsizler en sevdiğim arabamın camını tuzla buz etmişti. Kırmızıydı üstelik rengi. Araba kullanırken arkaya sıkamayacağım için tek yapabileceğim şey son gaz sürüp bir an önce fabrikaya ulaşmaktı. Aslında buradan direkt karakola gitmekte bir ihtimalle işime gelebilirdi ama çok uzaktı. Ortada buluşmak bana zaman kazandırırdı. “Sizi Gaziantep'in komiserine bağlayacağım. Dikkatli olun.”
Telefonu bir şey söylemeden kapattım. Sağ aynaya ateş ettiklerinde bir şeyi de anlamamı sağlamışlardı. Canlı ele geçirmek istiyorlardı. Öldürmek isteseydiler tekerlere sıkarlardı. Telefonum yeniden çaldığında yabancı numara olmasına rağmen açtım. “Savcı hanım! Ben komiser Mirza Altuğ! Ne durumdasınız?”
“Canlı ele geçirmeye çalışıyorlar. Eğer örgüte bir savcı kaptırmak istemiyorsanız gazlayın!”
“Size saldıranların örgüt olduğunu mu düşünüyorsunuz?”
“Evet.” Son zamanlarda canlarını sıkmış olmalıydım ki üzerime geliyorlardı. Eğer bir ölümün altında bu denli bir düzen varsa iş düşündüğümden de büyüktü. “Yoldayız. Yirmi dakikalık bir yolumuz kaldı. Hareket halinde kalın. Eğer durursanız kafanıza üşüşürler!”
Kafamı usulca salladım ama daha ne kadar bu şekilde ilerleyebilirdim bilmiyordum.
“Eğer yirmi dakika içinde o fabrikada olmazsanız benden çekeceğiniz var!”
“Emriniz olur savcı hanım.” Dedi ve ekledi. “Benimle canlı konumunuzu paylaşın.” Direksiyonu sola çevirerek yavaşlamadan sürmeye devam ettim. Silahımı dizlerimin üzerine bırakarak Mirza Bey’e canlı konumumu gönderdim. Telefonu kapattım ve dikizden bir kez daha arkayı kontrol ettim.
“Siktir.” Diye bir küfür döküldü dudaklarımdan. Artık iki araba vardı arkamda. Sol ayna da patladığında yumruğumu direksiyona geçirdim. Böyle giderse arabanın hiçbir yeri sağlam kalmayacaktı. Destek ekibe ulaşamadan yakalanacaktım. Telefondan geçmiş aramalarına girerek Mirza’yı aradım. İkinci çalışta açıldı. “Savcı Hanım?”
“Şimdi tüm dikkatini bana ver!” Dedim nefes nefese. Oturduğum yerde ter içinde kalmıştım.
“Sizdeyim.” Dedi Mirza. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım. “Sana bir dosya göndereceğim. Şifreli. Şifreyi Nil dışında kimse bilmiyor. Tek deneme. Duydun mu? O dosyanın içindekiler senden benden daha önemli! Eğer yanlış bir şifre girersen kendini imha edecek.”
“Savcı Hanım ne oluyor?”
“Beni alacaklar. Dosya çok önemli Mirza. O dosyayı Barış Başkomisere ulaştırmanı istiyorum senden.”
“Emredersiniz.” Dedi ve ekledi. “Dayanmaya çalışın. Geliyoruz.” Kafamı arkaya yasladım. Telefonu kapattım ve sadece güvenlik hattının kullandığı yoldan Mirza’ya dosyayı gönderdim. Yüklenmesi birkaç dakikayı bulurdu. Telefonu yana bırakarak sağ koltukta olan dosyayı elime aldım. Buna da ulaşmamaları gerekiyordu. Vitesin olduğu yerdeki cepten çakmağı çıkartarak dosyayı ateşe verdim ve sağ koltuğa attım. Sağ koltuğum yanıyordu. Kahretsin! Arabam… en sevdiğim arabamdı.
Birden ilerlediğim yolda karşıma bir araba geçtiğinde aniden frene basmak zorunda kaldım. Kemerime rağmen bu hızla çok ani durduğum için başım öne doğru savruldu. Alnımı direksiyona çarptığımda acıyla inledim. “Hay sıçayım böyle işe!”
Beynim patlamış gibi hissediyordum. Bana yaklaştıklarını bildiğim için dişlerimi sıkarak kendimi toparlamaya çalıştım. Telefonumu alarak dosyanın gidip gitmediğini kontrol ettim. Neyse ki dosya gönderilmişti. Hiç düşünmeden elimdeki telefonu sağ koltukta yanan kağıtların içine attım. Dizlerimin üzerindeki silahı aldım ve kapıyı açarak dikkatli bir şekilde dışarı çıktım. Hem önümde hem de arkamdaydılar, kendimi savunacak bir alanım yoktu. Arabamın arka kapısını da açarak kendime minik bir alan oluşturdum.
“Ne istiyorsunuz?!” diye seslendim önceliğimi insan haklarına vererek. “Seni istiyoruz savcı! Çık saklandığın yerden uğraştırma bizi!” dedi birisi. Üzerlerinde siyah kıyafetler ve siyah bir maske vardı. Yüzleri görünmüyordu ve fazlasıyla kalabalıktılar. Silahımı kaldırarak bana en yakında duran adama nişan aldım, hiç düşünmeden tetiğe bastım. Adam inleyerek yere düştü.
Öldürücü bir darbe değildi ama bayıltırdı. Silahlı olduğumu fark ettiklerinde geri çekilerek bedenlerini benden sakladılar. Yine de o esnada birini daha yaralayabilmiştim. Fazla kalabalıklardı. Eğer Mirza Beyin biraz aklı varsa konumumu son gördüğü yere gelirdi. Birazdan telefon sıcağa dayanamayıp patlayacaktı. Yani iletişim tamamen kopmuş olacaktı.
“Sana zarar vermek istemiyoruz! Bizimle gelirsen kılına zarar gelmez!” dedi arka kısımda olanlardan biri. “Bir savcıya saldırmanın cezası büyüktür!” dedim ilk başta yumuşak bir şekilde ilerlemeyi tercih ederek. “Teslim olursanız sizin için bir şeyler düşünebilirim!”
İki kez ateş edildiğinde yumuşak dilden anlamadıklarını anlamıştım. Konumum çok kötüydü. Önden arkadan saldırırlarsa kendimi savunamazdım. “Kahretsin.” Dedim dişlerimin arasından küfreder gibi. Yaklaştıklarını hissediyordum. İki tarafı da kontrol ettiğimde ön taraftaki bir adamın bana fazlasıyla yaklaştığını fark ederek ateş ettim. İnleyerek yere düştü.
“Birazdan burası polis kaynayacak!” diye bağırdım gür bir sesle. “Son kez size teslim olun çağrısında bulunuyorum! Yoksa günah benden gidecek!”
“Seni saniyeler içinde alacağız Savcı! Sıkıştığını hepimiz biliyoruz!”
“Elimde hâlâ bir silah var! Yaklaştığınız an kafanıza sıkarım!” Birkaç kez daha ateş edildi. Bu sefer hem önden hem de arkadan. Kendimi çok zor koruyabildim. Arka kapının camı da patlamıştı. “Hangi birimize sıkacaksın Savcı?! İşleri zorlaştırma!”
“Kimsin lan sen orospu çocuğu! Şuradan bir çıkayım yemin ederim seninle çok yakından ilgileneceğim!”
“Ben de seninle çok yakından ilgileneceğimi söylemek isterim! Yanlış meslek seçmişsin! Harcarlar burada seni savcı!”
“Yanlış meslek mi? Bu kanıya nereden vardın?!”
“Fazla güzelsin! Bu güzellikte birisi için çok tehlikeli işlere bulaştın!”
“Korktun mu lan it?!” diye bağırdım öfkeyle. “Yiyorsa saklanmayı kesip karşıma çık!”
“Babanda en son böyle söylemişti!” Duraksadım. Söylediklerini anlamakta zorluk çektim. Babam… Ne demişti o öyle? Zorlukla yutkundum. Konuşmaya devam etti. “Ama bak şimdi mezarda!”
“Ne diyorsun lan sen?!”
“Ölürken yanındaydım diyorum!” Dişlerimi birbirine bastırdım. “Son sözünü bile söyleyemeden geberip gitti!” Nefeslerim hızlanmaya başladı. Bu bana tek bir sonuç veriyordu. Ferda teyzenin katili ve babamın katilleri aynı kişilerdi.
Tuttuğum silahın titrediğini fark ettiğimde derin bir nefes almaya çalıştım ama o an nefesim boğazıma takıldı sanki. Bir el daha ateş edildi. Tuttuğum silah yere düştü ve kolumda inanılmaz bir acı baş gösterdi. Gözlerimi koluma çevirdiğimde kan içinde kaldığını görmek kaşlarımı çatmamı sağladı.
“Sana babanın nasıl öldüğünü anlatmamı ister misin savcı?!”
Sırtımı arabaya yasladım. Hayatımda çözüme kavuşturamadığım iki cinayetle karşılaşmıştım. Ve ikisi de benim ailemdendi. Koluma elimi bastırdım ve kanamayı durdurmak için sıkıca kavradım. Acı çektiğimi anlamamaları için kendimi çok zor durdurabilmiştim. “Onu da böyle ilk başta kolundan vurmuştum!” Dişlerimi koluma geçirdim. Bir başkasının verdiği acıyı durdurabilmemin tek yolu kendime acı vermekti. “Tabi senin gibi hemen susup kalmadı o. Şerefsiz çok adamımı indirdi!”
Gözlerimin ardı yanıyordu ama ağlamadım. Ben ağlamazdım zaten. Ölecek kadar canım yansa da ağlayamazdım. Adım sesleri yaklaşıyordu. “En sonunda onu ele geçirdim ama! Önce akıl almaz bir işkence gördü. Ama piç herif tek kelime etmedi! Baktım bir işe yaramıyor karnına sıktım. Yine de ölmedi!”
Daha yakın. Belki de birkaç adım kalmıştı. Başımı kaldırıp bakamadım. Yeniden silahıma da uzanamadım. Karşıma birkaç adam geçti. Silahlarını bana doğrultmuştular. Hareket etmeden çöktüğüm yerde onlara baktım. Hepsinin yüzünde maske vardı. Benimle konuşup duran adam öne doğru çıktı.
“Babanı kendi arabasının içinde canlı canlı yaktım!”
Duyduklarımla tüm bedenim buz kesti. Gözlerimi yukarıya doğru kaldırarak kahverengi gözlerin içine baktım. İntikam o kadar ağır bastı ki canımı umursamadım. Elimi yerdeki silaha uzattım ve alır almaz karşımdaki adama sıktım. Adam inleyerek yere düştüğünde çevredekiler ateş etmek için hazırlandı. Gözlerimi sıkıca kapattım.
Yaşarken hiçbir zaman kendimi ölümden uzakta görmemiştim. Yanımda yaşam için savaş veren biri vardı. Onun savaşına ortak olmuştum ama kendim için verdiğim bir savaş yoktu. O yüzden şu an yenilmek çokta koymadı. Dosyayı göndermiştim, delilleri yok etmiştim. İçim rahattı.
Art arda ateş edilmeye başladığında bedenimin herhangi bir yerinde yanma hissetmek için bekledim ama olmadı. Silah seslerinin yanında duyduğum inlemeler kaşlarımı çatmamı sağladı. Sıkıca kapattığım gözlerimi açtığımda beklemediğim bir manzarayla karşılaşmıştım. Az önce önümde dikilen adamların hepsi yerdeydi.
Ne olduğunu anlamak için etrafa bakındığımda bana doğru gelen bir adam fark ettim. Kafasında kask vardı. Ne tarafta olduğunu anlamadığım için elde ettiğim fırsatı yok etmek istemedim. O yüzden silahı ona doğrulttum. “Hadi ama!” dedi şikayet eder gibi. “Canını kurtardık yine iddia peşindesin!”
Gözlerim büyüdü. “Eymen?”
Burada ne işi vardı bilmiyordum ama umurumda değildi. Onu gördüğüme sevineceğimi hiç düşünmezdim. Arka tarafa doğru iki kez ateş etti. Yine kulaklarımda inlemeler duyuldu. Sonra bir araba sesi. Gözlerimi zorlukla açıp kapattım. Başım çok feci ağrıyordu. Gözlerim anlık olarak odağını kaybetti. Derin bir nefes alarak kendimi toparlamaya çalıştım. Eymen etrafı dikkatle kontrol ettikten sonra koşar adımlarla yanıma geldi ve dizlerinin üzerinde önüme çöktü. Elini koluma uzatıp yaraya baktı.
“Tehlikeli yerden yemişsin be kızım!” dedi sıkıntılı bir ses tonuyla. Hafifçe geri çekildi ve ellerini kaskına koyup kafasından çıkarttı. O sırada dalgalanan kumral saçlarına bile takıldı gözlerim. Şaşkınlık içinde onu izlerken mavi gözlerini gözlerime dikti. “İyi misin?”
İyi değildim. Bedenimin her yerinde kasılmalar vardı. Başım dönüyordu. Eymen, ellerini yanaklarıma yerleştirdiğinde yarım eldiveninin dışarda bıraktığı soğuk parmakları ürpermemi sağladı. Bana yaklaşarak yüzümde bir yere baktı. “Siktir, kafan da kanıyor senin!”
“Direksiyona vurdum.” Dedim yutkunarak. Çatık kaşları ve endişeli bakan gözleri yüzümü iyice taradı. “Beyin kanaması geçirmiyorsun merak etme.” Dedi. Ona düz düz baktığımda dudaklarını birbirine bastırdı. “Kolum?” diye sorguladım. Sağ kolum baştan sona uyuşmuştu. Acı dışında hiçbir şey hissetmiyordum.
“En iyi ihtimalle kemiğin parçalanmıştır.” Zorlukla yutkundum. “Ne kadar da motive edicisiniz.” Dedim kendime gelmeye de çalışarak. Bana genişçe gülümsedi ve çapkın çapkın yüzüme bakarken konuştu. “Bunu çoktan anlamış olman gerekiyordu.” Boynuna kaskı için takmış olduğu bandanayı çıkarttı ve koluma sarmaya başladı. Dişlerimi birbirine bastırdım ama acıyı saklayamadım. “Ah! Yavaş ol!”
“Zaten yavaşım.” Dedi bilmiş bir tavırla. “Sıkı sarmamız lazım, kan kaybediyorsun.” Sessiz kaldım. Onun yaptıklarını izlerken arkada gördüğüm hareketlilikle elimdeki silahı kaldırdım ve ateş etmek üzere olan adama ateş ettim. Acı bir inleme bırakarak yere yığıldı ve sıkmak üzere olduğu silah patladı. Neyse ki boşa gitmişti.
Eymen’e döndüğümde bana garip garip baktığını görmüştüm. Bakışları canımı sıktığı için tek kaşımı kaldırarak sordum. “Ne?”
Sert bir nefes vererek güldü. “Beni şaşırtıyorsun.” Dedi. “Özellikle şu iddialı hallerinle.” Gözlerimi devirdim. “Neden?” diye sordum gözlerimle yüzünü izlerken. “Bunu size çok yakından gösterdiğimi düşünüyordum ben. Alışmanız lazımdı.” Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında nefes almayı kestim. “Hmm.” Diye mırıldandı. Nefesi yüzüme çarptı. “Alışırız.” Dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. Kokusu sert bir şekilde genzime çarpıyordu.
Gözleri yüzümde dolaşmaya devam etti. Sonra dudağındaki kıvrım büyüdü ve geri çekildi. Çekildiğinde rahat bir nefes alabildim. Siren sesleri duyulmaya başlamıştı o sırada. Destek ekip geliyordu ama Eymen gelmeseydi en iyi ihtimalle ölmüş olacaktım.
“Burada olduğumu nereden biliyordunuz?” diye sorduğum sıra o kolumla ilgileniyordu. Sorumu duymazdan gelerek başka bir soru sordu. “Elini hareket ettirebiliyor musun?”
Kafamı iki yana salladım. “Hayır.” Dedim. Kolum kopmuş gibi hissediyordum. Feci bir yokluk hissi vardı ve acı doluydu. Kısık sesle bir küfür mırıldandı. “Bir an önce hastaneye gitmemiz gerekiyor! Kolunu kaybedebilirsin.”
“Ne?”
“Sakin ol-” dedi ama lafını kestim. “Böyle konuşursanız nasıl sakin kalabilirim?!” diye bağırdım ve sağlam kolumla onu iterek kendimden uzaklaştırdım. Yaşadıklarım ve duyduklarım kafamı allak bullak etmişti zaten. Tir tir titriyordum ve sürekli en kötü ihtimalleri söyleyip duruyordu. “Gerçekleri söylüyorum.” Dediğinde ona ters ters baktım. “Hadi ya!”
“Yalan mı söyleme mi isterdin Kübra?” diye sordu dikkatli bir şekilde gözlerime bakarak. Bu sorusuna cevap vermek istemediğim için ona bakmayı kestim. Gözüme ilişen boşluk kaşlarımı çatmamı sağladı. “Siktir!” diye mırıldanarak ani bir şekilde ayağa kalktım. Ama bunu yapmak kendimi zarara sokmamı sağlamıştı. Acı içinde inlerken düşmekten son anda kurtuldum. Eymen, ellerini belime sarmıştı. İstemsizce kafamı geriye doğru yasladım, yani göğsüne.
Kolum çok acıyordu. Kahretsin!
“Yavaş.” Dedi kulağıma doğru. “Ne oldu?” diye sordu aniden neden ayağa kalktığımı merak ederek. Acıyla kıstığım gözlerimi açtım. “Az önce burada bir adam vardı. Onu vurmuştum ama…” Düştüğü yerde yoktu. “Emirleri ondan alıyorlardı.” Ofladım ancak daha çok sızlanma gibi çıkmıştı sesim. Canım yanıyordu ve hiçbir şey istediğim gibi gitmiyordu.
“Tamam, siktir et şimdi onları. Kolun kötü durumda, kendini kasma.” Zorlukla yutkundum. O sırada sokağı mavi kırmızı ışıklar aydınlatmaya başladı. Üç polis arabası sokağa girmişti. Saniyeler içinde çevreyi kontrol altına almaya başladılar. Bize doğru gelen iki polise baktım.
“Savcı Hanım?” dedi öndeki. Telefondan konuştuğum Mirza olmalıydı bu. Sesinden tanımıştım. “İyi misiniz?” Eymen, benden önce cevap verdi. “Değil, bir an önce hastaneye gitmemiz lazım.” Mirza, Eymen’i başıyla onayladı. “Arkadaşlar sizi götürsün. Burası bizim kontrolümüz altında.” Artık ayakta bile çok zor durduğum için tüm bedenimi istemsizce Eymen’e yaslamıştım. Belimdeki elini çekse yere düşeceğime emindim.
“Hepsini.” Dedim zar zor ve nefeslendim. “Canlı istiyorum.”
“Savcım o biraz zor olabilir.” Dedi Mirza etrafa bakarak. Adamların hepsi yerdeydi. Eymen onları tam anlamıyla öldürmek için vurmuştu. “Kalanları istiyorum o zaman!” dedim öfkeyle. Buradan elim boş çıkarsam kafayı yerdim. “Emredersiniz.” Dedi Mirza. Yürümek için bir adım attığımda bedenim bana ihanet etti. Tüm eklemlerim bir anda boşaldı.
Eymen, düşeceğimi anladığı an beni kucağına almıştı. Dudaklarımdan minik acı dolu nida koptu. “Kübra.” Dedi yumuşak bir ses tonuyla. Ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi açtığımda mavileriyle karşılaştım. “Uyumamalısın.”
Kafamı usul usul salladım. Bana gülümsedi. “Bana sarılmalısın…” Dedi. “…düşmek istemiyorsan. Tökezlerim falan.”
Düşmek istemediğim için sağlam kolumu boynuna doladım. “Eğer tökezlersen seni fena yaparım!” Söylediğim onu güldürdü. “Sinirlenince sizden sen diline geçiyorsun.” Dedi yürümeye başlamışken. Bunu fark etmediğim için anlık olarak duraksadım. “Sakın düşeyim deme.” Dedim ters ters yüzüne bakarak.
“Merak etme, bu gece düştüğüm tek konu sensin.” Söyledikleriyle donup kaldım. Dudaklarım bir açılıp bir kapandı. Böyle şeyler beni etkilemezdi ama şimdi neden donup kaldığımı anlamamıştım. Fazla kan kaybettiğim için olmalıydı.
Bir polis memuru arabanın kapısını açtığında Eymen beni koltuğa dikkatli bir şekilde bıraktı ama artık nefes aldığımda bile acı çektiğim için sızlandım. “Şşhh,” diye fısıldadı ve üzerime doğru eğilerek kemerimi taktı. Kokusu burnuma dolarken istemsizce derin bir nefes aldım. Geri çekilmeden yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “Bana ne kadar dayanıklı olduğunu göster.”
“Gösterdiğimi düşünüyordum.” Dedim dalga geçerek. Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. Gözlerimi dolgun dudaklarında gezdirdim. “Yeterince tatmin olmadım.” Dedi yavaşça. Ses tonu yutkunmamı sağlayacak kadar yoğundu. Gözlerine baktığımda mavilerinin de yoğunlaştığını görmüştüm. “Beni tatmin et.” Elini kaldırarak alnımda birikmiş terleri sildi. “Yapabilir misin?”
Kafamı salladım. “Güzel.” Dedi ve geri çekilerek kapıyı kapattı. Arabanın önünden dolaşarak şoför koltuğuna ilerlerken telsizden gelen anonsla dikkatim dağıldı. “Bütün ekiplerin dikkatine! Bütün ekiplerin dikkatine! Barış Başkomiserim vuruldu! Şehre giriş çıkışların tümünü kapatın!” Telsizdeki konuşmalar devam etti ama artık idrak edemiyordum.
Barış Bey… Nil’e bu gece evlenme teklifi edecekti.
🪷
NİLÜFER
2 SAAT ÖNCE
Parmağımdaki yüzükte gözlerimi dolaştırdıktan sonra Barış’a baktım. Hâlâ yerde oturuyorduk ve halimizden memnunduk. Bizim değişik bir romantizm anlayışımız vardı. Daha doğrusu her şeyi akışına bırakıyorduk. Bugün evlenme teklifi almıştım, en mutlu günümdü ama ağlamaktan bitap düşmüştüm. Böyle bir günde Barış’ın beni kendime getirme çabası ister istemez kendimi sorgulamamı sağlamıştı.
Buraya geldiğim günden beri kendimde olan değişiklikleri düşününce Barış’a hak veriyordum. En olmadık yerlerde kendimden sürekli ödün vermiştim ve o gerçekten ben olan Nil’e evlenme teklifi etmek istemişti. Bugün yeni bir sayfa açacaksam eğer Nil olarak açmamı istemişti.
Yer toprak olduğu için üşütmüyordu ama zaten bedenimin yarısı Barış’ın üzerindeydi. Onunla bazı şeylerin farkına vardıktan sonra sessizliğe gömülmüştüm çünkü düşünmeye ihtiyacım vardı.
Gerçi neyi düşündüğümden bile bazen emin olamıyordum. Atlatamadığım çok şey vardı. Bazıları çok küçük meselelerdi ama ben onlarla yüzleşmek yerine hep kaçmıştım. Bu yüzden içimde koca bir dağ birikmişti. Bunu fark etmemi sağlayan da Barış’tı. Hayır, zaten ben o dağın farkındaydım ama bana neler yaptırdığının farkında değildim.
Annemin ölümünü kimseye anlatamamıştım. Annemden sonrasını benliğime yakıştıramamıştım. Şimdi ise kim olduğum sorusuna bir cevap bulmaya çalışıyordum. Yaşamı arzulayan tarafım daima gülmem için emirler veriyordu ama son zamanlarda hep ağlayan taraftım.
Ayaklarımı hissetmeden uyandığım günden sonra ben de bir şeyler değişmeye başlamıştı. Sanki yavaş yavaş gülmekten nefret etmeye doğru ilerliyordum. Artık sürekli ağlamak istiyordum. Dudaklarım iki yana zoraki bükülüyor gözlerim kısılmıyordu.
“Nil.” Diye fısıldadı Barış. Sessizliğime son vermemi ve onu da içimdekilere katmamı istiyordu. Gözlerimi gözlerine doğru çevirmeden derin bir nefes aldım ve yüzümü göğsüne iyice yerleştirdim. Burası ev gibi sıcak hissettiriyordu. Ömrüm boyunca burada yaşayabilirdim. “Eve gitmek ister misin?” diye sordu.
“Zaten evimdeyim.” Dediğimde bedenime sardığı kollarını sıkılaştırdı ve saçlarıma bir öpücük bıraktı. Saçlarımı seven eli beni rahatlatırken konuştu. “İçindekileri benimle paylaşabilirsin. Kocadan bir şey saklanmaz.” Dudaklarım iki yana kıvrıldı. “Daha evlenmedik.” Dediğimde söylediğimden rahatsızlık duyarak sert bir nefes aldı. “Evlenelim o zaman.”
“Ne evlilik meraklısı çıktın sen ya?” diye konuştum gülerek.
“Evlilik değil sen meraklısıyım.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Sevgisini bu kadar açık bir şekilde bana gösterdiği için belki de ona teşekkür etmeliydim. Benim pek ilişkim olmamıştı, hatta erkeklerle nasıl konuşulduğunu bile bilmezdim. Çünkü evimizde bir erkek hiç olmamıştı. Psikolojik anlamda da kendimi bir ilişkiye hazır hissetmediğim için kendimi hep bu tür şeylerden uzak tutmuştum. Bu yüzden yanlış kelimeler etmekten çekindiğim oluyordu bazen. Abim içinde geçerliydi bu durum. Ama ikisi de hep anlayışlı davranmıştı bana karşı.
İkisini de aynı anda seviyorum, diye geçirdim içimden. İstemsizde bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan. “Neye gülüyorsun?” diye sordu anında Barış kıkırtımı yakalayarak. “Hiiç.” Dedim uzatarak. “Abimin onayını aldıktan sonra hemen evlenebiliriz.” Dediğimde yine saçlarımı öptü. “Ha illa diyorsun ki Barış bir kez daha kılı kırk yarsın.”
“Neden öyle diyorsun? İzin vermez mi?”
“Verir vermesine de 3-5 yıl sonrası için verir.” Kollarını sıkılaştırdı. “Dayanamam, ölürüm. Anlasana!” Güldüm. Her zamanki gibi yine beni güldürmeyi başarmıştı. Başımı göğsünden kaldırdım ve kollarımı boynuna dolayarak ona sıkıca sarıldım. Bunu yaparken yanağından öpmeyi de ihmal etmemiştim. Yüzümü geri çekerek gözlerinin içine baktım.
Gülümsüyordu.
“O zaman kaçırırsın sen de beni.” Gülümsemesi genişledi. Söylediğim hoşuna gitmiş olmalıydı. Birkaç saniye sonra her ne düşündüyse gülümsemeyi kesti. “Çınar bu sefer kafama sıkar.”
“Ne yani vermezse kaçırmaz mısın?”
Gülümsemesi geri geldi. “Şimdi de kaçırabilirim seni. Ha, kaçırayım mı? Gidelim mi birlikte bir imama?” Güldüm. Bu sefer gözlerim de kısıldı. Barış beni izledikten sonra üzerime doğru eğilmiş ve kısılan sol gözüme dudaklarını bastırmıştı. “Senin gülüşüne kurban olurum.” Dedi ve geri çekilerek gözlerime baktı. “Sen ne istersen o olsun. Doğru veya yanlış umurumda değil. Sen iste yeter ki.”
Başımı sağ omzuma doğru yatırdım. İstediğim her şeye kavuşmuştum ki ben. Bir ailem vardı artık. Abim vardı. Sevdiğim ve beni seven bir adam vardı. Başka bir şey istemiyordum. Birlikte yaşamak bana yeterdi. Omuzlarında olan ellerimi sıkılaştırdım ve başımı omzuna yasladım. “Haftaya nasıl?” diye sorduğum sıra bir eli belimi okşuyordu.
“Ne için?”
“Evlenme tarihi için.”
“Yarın nasıl?” sert bir nefes verdim. “Yarın olmaz Barış. Yarına yetişmez ki. Kıyafeti var, mekanı var, sonra nerede yaşayacağımız konusu var, çok şey var. Yetiştiremeyiz.”
“Nerede yaşayacağız derken?”
“Burada kalmak istediğimden emin değilim.” Dedim istemeyerek de olsa. Onu kırmak düşüncesi canımı sıkıyordu ama bilmeliydi. “Seni çok seviyorum.” Dedim kokusunu içime çekerken. “Ama burayı sevmiyorum.”
Boğazını temizledi. “Tamam, bu konuyu sonra konuşuruz.” Aksini söylemedim. Sessiz kalarak ona düşünme fırsatı sundum. Barış’tan ailesini bırakmasını ve İstanbul’a taşınmasını isteyemezdim. Buna hakkım yoktu. Çünkü onun ailesi benden önce vardı. Ama o da yaşadıklarıma rağmen burada kalmamı isteyemezdi. Annem orada yalnız kalırdı. Benden başka mezarına giden yoktu zaten şimdi ben de gitmezsem üzülürdü.
Ortada nasıl buluşurduk bilmiyordum ancak bunun için ikimizin de düşünmeye ihtiyacı vardı. O yüzden konuyu değiştirmek istedim. Uzun zamandır aklımda olan bir soru vardı ve artık sormam gerektiğini düşünüyordum. Bunun için yeterince yakınlaşmıştık.
“Barış?” diye mırıldandım sessizliği bozarak. Belimi saran elini sıkılaştırdı ve çenesini omzuma yasladı. “Canım.” Dediğinde dudağımın kenarı yukarıya kıvrıldı. “Ben sana bir şey sormak istiyorum.”
“Sor, güzelim.”
“Hani benim sizin konağa ilk geldiğim akşam var ya,”
“Evet?”
“O gün neden o denli sinirliydin?”
Derin bir nefes çekti içine. Sonra dudaklarını omzuma bastırdı. “Korumalardan birisi, hani yerde gördüğün,” Onu onaylamak adına kafamı salladım. “Aysu’ya vurmuş.” Kaşlarım çatıldı. “Ne demek Aysu’ya vurmuş?”
“Yaramazlık yaptığı için tokat atmış.” Dedi ve bunu söylerken kendini kontrol altına tutmaya çalıştığı belliydi. Fakat ben kendimi kontrol altında tutamadım. “Böyle bir şeyi nasıl yapabilir?! Ne hakla? O adamın cesedini istiyorum!” El kadar bir çocuğa nasıl vurabilirdi? Bir de yaramazlık yaptı, diye kendini mi savunmuştu? Böyle bir şeyi kabul edemezdim. Ben Aysu’yla sürekli çekişiyordum ama canı yanar diye ona dokunurken bile iki kez düşünüyordum. “Şerefsiz!”
Tavrım Barış’ı gülümsetmişti. Anlatmaya devam etti. “Adamın telefonunu kontrol ettiğimde birilerine sürekli haber uçurduğunu öğrendim. Konakta her ne oluyorsa her şeyi tek tek anlatmış.”
“Kime çalıştığını bulabildin mi?”
Kafasını iki yana salladı. “Mesajlaştığı kişi doksan yaşlarında bir teyze çıktı. Gözü görmüyor bile. Ne yapıyorlar bilmiyorum ama her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüyorlar.”
İçim sıkıntıyla doldu. “O adama ne oldu?” diye sordum biraz da endişeli bir şekilde. Endişem bir şerefsiz yüzünden Barış’ın mesleğine zarar gelmesiydi. “Konağa girmeseydin o adamın kafasına sıkacaktım, Nil.” Sesi netti. Girmeseydim gerçekten de bunu yapacaktı. Düşündüğü tek şey kardeşinin canını yakan şerefsizin canını almaktı.
“Sadece dövmekle içim soğumadı. Hapiste şu an. Yalnızca 2 yıl ceza aldı.”
“2 YIL MI?” Diye sordum büyük bir abartıyla. “Ne demek 2 yıl? Kimdi senin avukatın?” Omuz silkti. “Net şekilde işlediği bir suç yok. Adamı dövdüğüm için inkar da etti ve hakim onu haklı buldu. Zoraki 2 yılda karar kılındı.”
“5 yıl yatırırdım ben o adamı.” Sert bir nefes verdim. Çocuğa saldırı adı altında yüzlerce madde vardı anayasada. Aysu’nun psikolojisini de hesaba katarsak en az 3 yıl ceza yemeliydi. O da en az. “İçerden birilerini ayarlayıp kafasına sıktıralım!” dediğimde gülmüştü.
“Mafya mısın kızım sen?” Omuz silktim. Aysu’ya vurduğunu düşünmek bile kafamın atmasını sağlıyordu. “Her şey hukukla çözülmüyor.” Dediğimde tek kaşını kaldırdı. “Ve bunu bir avukat mı söylüyor?”
“Evet. 1 yıldır avukatlık yapıyorum ben, 1 yılım da stajla geçti. Bu kadar kısa sürede bile insanların birbirini nasıl kayırdığını kendi gözlerimle gördüm. Herkes satın alınabilir. Hak da hukuk da. Paran olduktan sonra tüm bunlar sana birtakım hikaye gibi geliyor.”
“Bu memlekette işini hakkıyla yapan insanlarımız var.” Dediğinde kafamı sallayarak onu onayladım. “Evet. Ben de bunun için çaba sarf ediyorum. O yüzden Baro avukatlığı yapmadım hiç. Müvekkillerimi hep kendim seçtim.” Bu yüzden başım birçok kez derde girmişti ama umurumda değildi. Şimdiye dek hep istediğim sonuca ulaşmıştım ben. Yalnızca sonuç bende bazı hasarlara yol açmıştı.
Mesela Akif manyağı gibi birine rastlamıştım. Neyse ki artık ona dair hayatımda hiçbir şey kalmamıştı.
Mesleğimi yapmayı özlediğimi fark ettim. O kadar uzun zaman olmuştu ki avukatlık yapmayalı, sanki aylar değil yıllar geçmişti. Buradan mesleğime devam edebilirdim ama kendimi kafamı işime verecek kadar iyi hissetmiyordum. Şu an tek odağım kendi adıma oluşturduğum dosyaydı. “Seni hiç cübbeyle görmedim.” Dedi Barış. “Mahkeme salonunda olduğumuzu ve beni savunduğunu hayal ediyorum.” Bir ıslık çaldı. “Of fena yükseldim!”
Güldüm. “O raddeye gelmeni istemem.” Dedim gülüşüme rağmen düşünceli bir şekilde. “Sen bir başkomisersin hakkında açılan bir dava sana büyük kayıplar yaşatabilir.”
“Neyse ki kapı gibi bir avukatım var. Beni her şekilde savunursun.” Elimi yüzüne yerleştirdim ve yanağını okşadım. “Senin için her şeyi yapabilirim. Gözüm dönerse hakimi bile vururum.” Güldü. “Aman deyim, bu sefer seni ne abin ne de ben kurtarabilirim.”
“Neyse ki silah kullanmayı bilmiyorum.” dedim biraz da sitemli bir şekilde. “Öğretmediğiniz için istesem de yapamam zaten.”
“Silah kullanmayı neden bu kadar çok istiyorsun?” Omuz silktim. “Bir nedeni yok aslında. Sadece birçok kez yakından gördüğüm için ben de öğrenmeye heves ettim.”
“Ben ve abinde görmüşsündür?” dedi sorgulayıcı bir şekilde. “Evet ama Kübra’nın da silahı var.”
“Savcı hanımın mı?”
“Hı-hım. Birkaç kez öğretmek istemişti ama o zamanda benim canım istememişti. Şimdi sizde de görünce heves ettim.”
“Tamam, bir gün öğreteceğim sana.” Gözlerim parladı. “Gerçekten mi?”
“Gerçekten. Yalnızca benden habersiz kullanmanı istemiyorum. Bunun için söz vermelisin.”
“Söz. Zaten Kübra gez-göz-arpacık olayını bana anlatmıştı. Daha önce silah tuttum ama hiç ateş etmedim. Ateş de eder miyiz? Sökme- takmayı da öğret. Doldurma-boşaltmayı da. Filmlerde böyle silahları temizliyorlar ya, çok havalı geliyor.” Heyecanlı bir şekilde konuşmaya devam ederken araya girmişti. “Nil, silah bir oyunca değil. Kendini veya bir başkasını yaralayabilirsin ve bunun bir dönüşü olmaz.”
“Biliyorum, o yüzden zaten sizden istiyorum ya bana öğretmenizi. Bir silah bulup onunla uğraşmak çok mu zor sanıyorsun benim için?” Kafamı iki yana salladım. “Değil.” derin bir nefes aldı ve beni gözleriyle onayladı. “Tamam, zamanımız olduğunda sana öğreteceğim, söz.”
Gülümsedim. Bu dünyadaki en güzel adama sahiptim. Bir dediğimi iki etmiyordu resmen. Abimin öğretmesini de istediğim için öğrensem de ona öğrenmemiş gibi yapıp paçasına yapışarak bana öğretmesini isteyecektim. Bu hayatta birçok şeyi kendi başıma öğrenmiştim. O yüzden bilmediğim bir şeyi bana öğretsinler istiyordum. Amacım silah kullanmak değildi, silah zaten umurumda değildi. Sadece öğreten kişi umurumdaydı.
Önemsiyordum çünkü bunun eksikliğini çok yaşamıştım. İşin sonunda silah kullanmayı öğrenemeyecek bile olsam umurumda değildi. Benim umurumda olan abimle veya Barış’la geçireceğim süreçti.
“Kalkalım mı artık?” diye sordu Barış. Elleri o sırada kollarımı okşamıştı. “Üşüdün.”
“Sen üşümedin mi? Ceketin bile bende üstelik.” Kafasını iki yana salladım. “Güzelim ben yanıyorum şu an, anlatamam sana offf yani!” kıkırdadım. Çok fenaydı. Kucağında olduğum için öncelikle benim kalkmama yardım etti. Ayağa kalktığım an ona taraf döndüm ve elimi uzattım. Uzattığım elimi tuttu ve yardımımla ayağa kalktı.
Yeniden yüz yüze geldiğimizde ona gülümsedim. Konuşacağım sırada duyduğumuz adım sesleri ikimizin de dikkatini oraya çekti. Şu an karşımda hiç görmek istemediğim birisi vardı. “Kuzen, gece gece erkeklerle yalnız başına gezmek ne kadar doğru?” diye sordu Mahir adım adım bize yaklaşırken. Kaşlarım çatıldı. Bedenimi ona taraf çevirdim ve gözlerinin içine bakarak konuştum. “Sana ne be?”
“Sana ne mi?” dedi alınmış gibi. “Aşk olsun. Ben senin öz kuzeninim. Seni korumak benim görevim.”
“Siktir git, Mahir. Elimden bir kaza çıkmasın.” Dedi Barış sert bir şekilde. Eline uzanarak elini tuttum. Tüm huzurumu kaçırmıştı, istemsizce gerilmeye başlamıştım. Mahir, Barış’a bakarak genişçe sırıttı. İnsanın içini ürperten bakışları vardı. “Hem kuzenime göz koy hem de üste çık! Yakışıyor mu senin gibi bir adama?”
Barış’tan önce davranarak konuştum. “Kes numarayı, hadsiz! Sen kim oluyorsun da üzerimde hak iddia ediyorsun? Yürü git işine! Yoksa amcan gibi seni de içeri aldırmasını iyi bilirim!” Gözlerini yavaşça bana çevirdi. Sonra ellerini kaldırarak bir alkış tuttu. “Süper bir ikili olmuşsunuz.” Dedi ve alkışlamayı keserek ellerini indirdi.
Barış’ın her an Mahir’e dalmasından korktuğum için elini sıkıca tutuyordum. “Gidelim mi Barış?” diye sorduğumda keskin gözlerini bana doğru çevirdi ve gözlerimin içine baktı. Bir şey söyleyeceğini sanmıştım ki beni ani bir şekilde arkasına çektiğinde ne olduğunu anlamak için çevreme baktım.
Tanımadığım birkaç adam bize doğru yaklaşıyordu. Niyetlerinin iyi olmadığını anlamak zor değildi. İstemsizce korkmaya başladığım için Barış’a biraz daha yaklaştım. “Her ne bok yiyorsan seni şimdiden uyarıyorum Mahir! Elimden kurtulamazsın!” Dedi Barış gür bir ses tonuyla.
“Kuzenimi alacağım ve kimseye bir şey olmadan buradan gideceğiz. Bence işleri zorlaştırma.” Dedi Mahir. Gözlerini gözlerime dikti. “Sevgiline bir şey olsun istemezsin değil mi kuzenciğim?” Yutkundum. “Ne diyorsun sen?” sesim titremişti. Barış beni iyice arkasına sakladı. Onunla konuşmamı istemiyor gibiydi.
“Senin ar damarını sikerim piç kurusu. Sakın ona yaklaşayım deme!”
Mahir ellerini rahatça ceplerine yerleştirdi. “Tehdit edecek durumda değilsin, Başkomiser. Arkandakini geçtim kendini bile savunacak durumda değilsin.” Mahir’in dışında üç adam vardı. Adım adım bize yaklaşmaya devam ettikleri için daha çok korkmaya başlamıştım. “Barış.” Diye fısıldadığımda elimi daha sıkı tuttu. “Korkma.” Dedi. “Sana bir şey yapmasına izin vermem.”
Düşündüğüm kendim değildi. Onun için korkuyordum. Açık açık tehdit ediyordu bizi. “Onunla gideyim, kuzenim sonuçta bana bir şey yapmaz.” Dedim bir yol bulmaya çalışarak. Barış omzunun üzerinden sert bir şekilde bana baktığında söylediklerim için pişmanlık duydum. “Hiçbir yere gitmeyeceksin.” Net ve öfkeli sesine karşılık susmak zorunda kaldım.
“Hadi ama! Kuzenimi bana ver! Sıkılmaya başlıyorum! Sıkılırsam senin adına hiç iyi olmaz Başkomiser!”
Gözlerim Mahir’e kaydı. Az önce söylediklerimi anlık saçma bir düşünceyle söylemiştim. Onunla gitmek istemiyordum. Düşündüğümden daha korkunç bir insandı. Barış’ın canıyla beni tehdit ediyordu. Üstelik benden ne istediğini de anlamış değildim ama amcasını hapse soktuğum için intikam peşine düşmüş olabilirdi.
Barış yalnızca benim duyabileceğim bir ses tonuyla konuştu. “Arkamda kal, Nil. Sakın o piçin istediğini ona vereyim deme. Anladın mı? Canım pahasına olsa da.”
“Barış-”
“Dinle!” sustum. “Aklındaki kuzeni amcayı siktir et. Bu adamlar senin cesedinde tepinir. Anlıyor musun beni? Onları oyalayacağım, arabaya git. Anahtar üzerinde. Sakın arkana bakma.”
“Ama-”
“Beni biraz seviyorsan dediğimi yaparsın.”
“Seni çok seviyorum.” Kafasını usulca salladı. “Öyleyse dediğimi yap.”
“İyi olacak mısın?”
“Söz.”
Yutkundum. Gözlerim dört adamın üzerinde gezindi. Korkuyordum ve Barış’ı burada bırakmak istemiyordum. “Nil!” İrkilerek Barış’a baktım. “Eğer gitmezsen beni sevmediğini düşünürüm.”
“Ama sana zarar verirseler-”
“Ben başkomiserim Nil. Hepsinin ebesini sikeceğim ama burada durursan dikkatim dağılır. Bana bir şey olmasını istemiyorsan gitmelisin.” Kafamı usulca salladım. “Tamam.” Diye fısıldadım isteksizce. Rahat bir nefes alarak Mahir’e döndü. “Bana bak lan piç! Hiç olmayacak bir vakitte çıktın karşıma! Hiç olmayacak bir gecede! O yüzden seni döverken daha çok zevk alacağım!”
Mahir, omuzlarını kaldırıp indirdi. “O kadar emin olma, Başkomiser!” dedi ve başıyla çevremizdekilere bir işaret verdi. “Kemiklerini kırın!” Gözlerim büyüdü. “Barış!” dedim korkuyla. Tuttuğu elimi bırakarak beni kendinden uzaklaştırdı. Gözleriyle arkamı gösterdiğinde titrek bir nefes alarak dediğini yapmak için hareketlendim. Geriye doğru adımlarken adamlardan biri Barış’a yumruk atmaya kalkmıştı fakat Barış kıvrak bir şekilde kendini geri çekti ve adamın yüzüne kafayı gömdü. Adam inleyerek geriye doğru sendelediğinde bir diğerinin ona saldırdığını gördüm.
Gitmem gerekiyordu, değil mi?
Nefes nefeseyken elim telefonuma gitti. Barış’ı bu şekilde bırakıp gitmek istemiyordum ama varlığım ona bir yarar sağlamazdı. Erkeklerde dövüşebilecek kadar iyi değildim. “Nil! Koş!” Barış’ı daha fazla öfkelendirmeden arkamı döndüm ve koşmaya başladım. O sırada abimi aramayı da ihmal etmedim. Bize yardım edebilirdi lakin telefonu açmadı.
“Kuzen! Nereye gidiyorsun?!” Korkuyla bir çığlık attım. Bu manyak benim peşime takılmıştı. Adımlarımı hızlandırarak koşmaya devam ederken telefonla Mesude’yi aradım. Bu adamdan sonsuza dek kaçamazdım. Er ya da geç beni yakalardı. Durum böyleyken fırsatım varken yardım istemeliydim. Çok şükür ki Mesude telefonu açmıştı.
“Nil?”
“Mesude yardım et!”
“Ne oldu, Nil!?” Koşmaya devam ederken nefes nefese kaldığım için bir an konuşamadım ama kendimi hemen toparladım. “Mahir! Bize saldırdı!” Tökezledim ama düşmedim. “Sabrımı taşırıyorsun!” diye gürledi arkamdan. Sanki sesi ensemdeymiş gibi ürperdim. “Lütfen yardım et!” diyebildim son olarak. Kolumdan tutulmam ve geriye doğru çekilmemle yüzüme bir darbe aldım. Darbenin etkisiyle yere düştüğümde telefon benden uzağa savrulmuştu.
Korkuyla yüzümü Mahir’e çevirdiğimde tam tepemde duruyordu. Sürünerek ondan uzaklaşmaya çalışmamı ezici gözlerle izledi. “Ne istiyorsun benden?!” diye sordum öfkeyle. Bana tokat atmıştı. Yüzüm yanıyor gibi hissediyordum ama bu şerefsizin karşısında ağlamak istemiyordum.
Genişçe gülümsedi. Normal bir gülümseme değildi bu. Gözü dönmüş gibiydi. “Demek beni içeri tıktıracaktın?” Dakikalar önce söylediğim şeye dem vuruyordu. “İnsan kuzenine bunu yapar mı?”
“Senin gibiler her şeyi hak eder!” diye bağırdığımda üzerime doğru eğildi ve saçlarımı kökünden kavrayarak yüzüne bakmamı sağladı. Saçlarım çok acıyordu. Saçlarıma dokunuyordu! “Bırak!”
“Bırakmak mı? Seninle daha çok işimiz var kuzen.” Yüzünü iyice yüzüme yaklaştırdı. Pis nefesini solumamak için nefes almayı kestim. “Hem daha doğru düzgün tanışmadık değil mi?” Gözleri açıkta kalan gerdanımda dolaştı. Barış’ın bana giydirdiği ceketi omuzlarımdan aşağıya doğru kaymıştı. Bakışlarındaki iğrenç arzuyu fark ettiğimde elinden kurtulmak için resmen çırpındım ama gücüm yetmedi. “Bırak beni! Şerefsiz!”
Saçımı daha çok çekiştirdiğinde dudaklarımda acı dolu bir inleme peyda oldu. Boşta kalan elini yüzeme doğru yaklaştırdı ve elinin tersini yanağıma sürttü. Daha fazla kendimi tutamadığım için gözyaşlarım akmaya başladı. “Çok acıdı mı?” diye sordu, vurduğu yere elini sürtmeye devam ederken. “Sinirlendiğim için oldu, yoksa kuzenime zarar verecek kadar kafayı yemedim.”
“Dokunma bana!” Elini ittim. Bu yaptığım onu daha çok sinirlendirmiş olmalı ki elini bana vurmak için yeniden kaldırdı. Korkuyla gözlerimi kapattım. “O elini götüne sokarım orospu çocuğu!”
Barış!
Gözlerimi açtım. Mahir saçımı bırakmıştı, Barış ona bir yumruk attığında sırt üstü yere düştü. Burnumu çekerek düştüğüm yerden kalkmaya çalıştım. Çok korktuğum için tüm bedenim titriyordu. Kalkmak bu yüzden zor oldu.
“Tüm hayatını sikeceğim döl israfı!” Barış durmadan Mahir’in yüzünü yumrukluyordu. Gözünün altı morarmıştı ve kaşından kan akıyordu. “O parmaklarını tek tek bedeninden ayıracağım! Kolsuz ayaksız yaşatacağım lan seni! Ölmek için yalvarsan da öldürmeyeceğim!”
Mahir’in yüzü kandan görünmezken titreyen ellerimi birleştirdim ve etrafa bakındım. Diğer adamlara ne olmuştu? Etrafımız her an birileri yeniden saracak diye çok korkuyordum. O sırada Barış’ın arabasına fazla yakın olduğumu fark ettim. Birkaç metrelik mesafe vardı. Düştüğüm için görememiştim.
Gözlerim yeniden Barış’a döndü. Kontrolden çıkmış gibiydi. Onu ilk gördüğüm gün bile böyle değildi. O kadar sert vuruyordu ki çıkan her seste irkiliyordum. “Barış.” Diye seslendim korkuyla. “Öldüreceksin, lütfen dur.”
“Öldürmeyeceğim!” derken gece sesiyle yankılanmıştı. “Bu piçe ölümü ben tattırmayacağım!” Bir yumruk daha geçirdi ve nefes nefese doğruldu. Elleri kan içinde kalmıştı. Yanına gitmek istedim ama dikildiğim yerden kıpırdayamadım.
Mahir’in kan içinde kalmış yüzüne baktım. Az önceki bakışlarını hatırladıkça midem bulanıyordu. Bedenim daha çok titriyordu. Bu adam benimle aynı kanı taşımıyor muydu? Bana nasıl dokunmaya kalkışırdı?
“Nil’im.”
İrkildim ve gözlerimi Mahir’den çekerek önüme gelen Barış’a çevirdim. Donuk bedenim birden çözülüverdi. Aramızdaki son adımı ona doğru atarak mesafeyi kapattım ve boynuna sıkıca sarıldım. Yaşadığım şoktan dolayı durmuş olan gözyaşlarım akmaya başladı. “Şşhh.” Dedi kulağıma doğru. “Geçti, güzelim.” Çok korkmuştum. Ağlamaya devam ederken titrek sesimle sordum. “İyi misin?”
“İyiyim.” Dedi ve saçlarımın üzerini öptü. Kökleri hâlâ acıyordu. Öyle bir çekmişti ki koparacak sanmıştım. “Çok acıdı mı?” diye sordu geri çekilip gözlerimin içine bakarak. Mahir’in saçlarımı çektiğini görmüş olmalıydı. Burnumu çekerek kafamı iki yana salladım. “Yok.”
Acımıştı. Acıdığını anladığı için gözlerinde katlanılmaz bir ifade oluştu. Mahir’in acımasızca çektiği saçlarıma şefkatle dokundu. “Her teline canımı veririm.” Dedi içi gidiyor gibi. Ağlamayı keserek kendime gelmeye çalıştım. Burası artık güvenli hissettirmiyordu. Korkumu asla bastıramıyordum. Yutkundum. “Barış, gidelim buradan lütfen.”
“Gidelim. Gidelim, güzelim.” Beni kolunun altına doğru çekti. Saçlarımın üzerine dudaklarını bastırdı. Birlikte arabaya doğru döndüğümüz an kulaklarımda bir felaket koptu sanki. Önce sesini duyduğum şeyi saniye saniye beynime kodladım.
Mahir, elinde tuttuğu silahı ateşlemişti. Kurşun aramızdaki mesafeyi saliseler içinde sıyırdı ve canıma saplandı. “Barış?” dedim ne yapacağımı bilmez bir şekilde. Karnına elini yaslamıştı. Parmaklarının arasından süzülen kan gömleğini lekelerken aklım duracak sandım. “Barış!”
Aldığı nefesin boğazında takıldığını gördüm. Adımları gücünü kaybetti. Onun kadar güçlü olmadığım için düşmesine engel olamadım ama elimden geldiği kadar yavaşlatmayı başardım. “Barış!! Bir şey söyle!” Yüz kasları gerildi. “Git, Nil.” Hıçkırıklara boğulmuşken duyduklarımı kabul edemedim. Sırt üstü yere uzanmıştı. Elimi elinin üzerine bastırdım. Çok kanıyordu. Çok kanıyordu! Anneme benziyordu.
“Barış! Ne olursun! Ne olursun dayan! Mesude gelecek, aradım onu dayan!”
Elini yüzüme yerleştirdiğinde hıçkırmamak için dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Gözleri yüzümde dolaştı. Sanki bir daha göremeyecekmiş gibi bakıyordu ve ben kahroluyordum. “Sakin ol.” Dedi yanağımı okşarken. “Korkma.”
Korkuyordum. “Çok kanıyor.” Dedim hıçkırarak. “Şhh.” Diye mırıldandı fısıltıyla. “Korkulacak bir şey yok.” Dedi ama vardı. Zar zor konuşuyordu. Zar zor nefes alıyordu. “Seni…” öksürdü. Dudaklarından taşan kan beni iyice paniğe soktu. “Barış!” Kafamı iki yana salladım. “Hayır! Ölme ne olursun! Ölme! Barış ölme!”
“Seni, sana emanet ediyorum.” Eli yanağımı sevdi. “Emanetime-” nefesi kesildiği için konuşamadı. “Ne olursun, yorma kendini. Gelecekler! Aradım Barış gelecekler! Ne olursun!”
“Emanetime sahip çık, Nil’im.” Hıçkıra hıçkıra ağlarken kafayı yemek üzereydim. Yapabileceğim bir şey bulmak için etrafıma bakındım. O saniyelerde saçlarımda hissettiğim parmaklarla dudaklarımdan bir çığlık koptu. Ellerim saçlarıma doğru gitti ama bir şey yapamadım. Beni zorla yerden kaldırdı ve bedenimi yere savurdu. Acıyla inledim. Ellerim, dirseklerim her tarafım soyulmuş olmalıydı. Tüm bedenimde hissettiğim acıya rağmen toparlanmaya çalıştım. Acıyan ellerime rağmen yerden destek alarak dizlerimin üzerinde doğruldum.
Mahir, Barış’ın tam önündeydi. Ayağını kaldırdı ve yarasının üzerine bastırdı. Barış’ın dudaklarından kopan acı inleme kalbimin içine doldu, sanki kalbim çektiği tüm acıyı içinde depoluyordu. O, Barış’ı öldürüyordu. Yüzünde yine bir gülümseme vardı. Acı çekişinden zevk alıyordu.
Dizlerimin üzerinde toparlanmaya çalıştığım esnada gözüme ilişen silahı aldım. Barış’a bununla ateş etmişti. Bir kez daha Barış’ın acı dolu sesini duyduğumda zihnim durdu sanki. Düşünmeyi o an kestim. Silahı Mahir’e doğrulttum ve tetiği çekerek ateş ettim.
Kurşun Mahir’in sırtını deldi. Sırtından fışkıran kanlarla birlikte sendeledi ve hiçbir şey söyleyemeden yere düştü. Barış’la göz göze geldiğimde titreyen ellerim daha da titremeye başladı. “Nil.” Dedi zorlukla. Sesini duyamasam bile dudaklarını okuyabilmiştim.
Sonra ağlardım. Sonra yaptığım şey için kendimden nefret edebilirdim. Her şey sonra olurdu ama şimdi Barış’tı önemli olan. Silahı bir kenara attım ve ayağa kalktım. Gözlerim hızlıca etrafı taradı. Düşen telefonumu gördüğüm an koşarak telefonuma ilerledim ve alır almaz Barış’ın yanına geldim. “Dayan!” dedim titreyen ellerimle 112’yi ararken. Üzerimdeki ceketini çıkartırken telefon açıldı. Hızlıca bir ambulans istedim. O an söylediğim kelimeler bile zihnime varmıyordu. Benimle konuşan kadın sakin olmam için bir şeyler söylemişti ama umursamadan telefonu yanıma bıraktım. Üzerimden çıkarttığım ceketi Barış’ın yarasının üzerine bastırdığımda dişlerinin arasından kısık bir inleme duyuldu.
Canı yanıyordu. Canı çok yanıyordu. Üstelik artık gözleri kapanıp duruyordu. “Barış! Ne olursun dayan!”
“Nil.” Dedi kendini zorlayarak. “Onu…” yerde cansız bir şekilde yatan Mahir’e baktı. “Onu ben vurdum.” Dedi. Söylediğini anlamakta zorlandığım için konuşamadım. “Anladın mı?” Diye sordu. Şu an hiçbir şey anladığım yoktu.
“Barış-”
“Eğer farklı bir şey söylersen sana hakkımı helal etmem.” Gözlerimden akan yaşlar hızını arttırdı. “Seni affetmem.”
“Eğer ölürsen asıl ben seni affetmem! Bana bunu yapamazsın! Hani evlenecektik?” Hıçkırdım. “Beni böyle bırakıp gidemezsin. N’olur gitme! Gitme, bırakma beni n’olur!”
“Nil’im.” Diyebildi ama kelimelerin devamı gelmedi. Öksürdü. Öksürdükçe dudaklarının arasından akan kan boğulmamı sağlıyordu. Hiçbir şey yapamıyordum. Ölüyordu hiçbir şey yapamıyordum. Annem ölürken de hiçbir şey yapamamıştım.
“Barış.” Gözleri kapalıydı artık. Çakır gözleri bana bakmıyordu. “Barış!”
Hayır! Hayır hayır!
Abim. Abimi aramalıydım. O yardım ederdi. Ederdi! Yanıma bıraktığım telefonumu aldım ve abimi arayıp kulağıma yasladım. Bir elim hâlâ Barış’ın karnının üzerindeydi. Kanamayı durdurmak için yasladığım ceketi kan içinde kalmıştı.
Telefon çaldı, açan olmadı. “Abi. Sana ihtiyacım var. Aç ne olursun!” İç çekerek hıçkırdım. İçime ümitsizlik birikmeye başladı. Yine mi tek başıma kalmıştım? Neden açmıyordu? Göz yaşlarım ardı arkası yokmuş gibi akmaya başladı. Telefonu kulağımdan indireceğim sırada sesi duyuldu. “Abim?”
“Abi!” dedim umutla. Belki benden çok uzaktaydı ama ondan başka kimden yardım isteyeceğimi bilmiyordum. “Abim, ne oldu?! Niye ağlıyorsun?!”
“Abi, yardım et!” dedim çaresiz bir şekilde. “Nilüfer, neredesin?!” Ağlamaktan nefesim kesildi. Her tarafım acıyordu ama en çok da kalbim acıyordu. “Abi, Barış’ı vurdular.” diyebildim daha fazla konuşamadım. Nefesim kesiliyordu. Telefon elimden düştüğünde almak için çaba vermedim. Barış’ın yüzüne yaklaştım ve elimi yanağına yasladım. “Barış, abim bizi kurtarır. Gelecekler. Az kaldı.” Dedim ama yanıt vermedi. Beni duymuyordu ki. Ellerim kan içinde kalmıştı. Bir kez daha kan içinde kalan ellerimde kendi kanım değil en sevdiğimin kanı vardı.
Yüzümü göğsüne yasladım. Hıçkırıklarımdan dolayı kalbinin sesini bir türlü duyamıyordum. Susmaya çalışıyordum ama olmuyordu. “Anne.” Diye fısıldadım. “Anne Barış’ı da yanına alma.” Göz yaşlarım göğsüne akıyordu. “Ne olursun, bir kez daha beni kimsesiz bırakma. Anne, Barış’ı yanına alma!”
🪷
Bölüm sonu!!
Nasıl?
Beğendiniz mi bölümü?
Kübra?
Eymen?
Barış?
Nil?
Bu eşzamanlı saldırıların nedeni neydi sizce?
Kübra'ya da saldırmalarını bekliyor muydunuz?
Peki Eymen'in gelmesini bekliyor muydunuz?
Bu ikisi için feci halde bir kitap yazasım geliyor, arkadaşlar! Onları yazarken fena yükseliyorum! Dkcşkdş
Nil'in Mahir'i vurmasına ne diyorsunuz?
Sizce Barış iyileşir mi?
🍭
VOTE
VE
YORUMU
UNUTMAYINN
Sonraki bölümde görüşürüz♥️ haftaya sınavlarım olduğu için bölüm gelmeyecek. Haberiniz olsun😘
🍭
İnstagram; Zeynepizem
WhatsApp kanal adı; Şekerlerimm
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
91.09k Okunma |
10.44k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |