54. Bölüm

54. BÖLÜM🪷

Zeynepizem
zeynepizem

Yangında hayatını kaybeden herkese Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum.

 

Bölümü WhatsApp kanalında yaptığım anket sonucunda paylaşmış bulunmaktayım. Böyle acı bir günde umarım biraz da olsa moral olur bu bölüm sizlere.

 

Güvenli bir Türkiye'de yaşamak dileğiyle.

 

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 54

 

🪷

 

Gözlerimi açtığımda ilk karşılaştığım şey hastanenin tavanı olmuştu. Etrafı bulanık görsem de bir hastane odasında olduğumu anlayabiliyordum. Ne olmuştu? Elim istemsizce başıma doğru gitti ve acı hissetmeme rağmen yüzümü buruşturdum.

 

“Nilüfer?” Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdıktan sonra görüşüm netleşmeye başladı. Abim yattığım yatağın kenarında oturuyordu ve hafifçe yüzüme doğru eğilmişti. Ağzımdaki kuruluğu gidermek için zorlukla yutkundum ve konuştum. “Ne oldu?” Sesim boğuk boğuk çıksa da anlaşılırdı.

 

Abim derin bir nefes alarak elini alnıma yerleştirdi. “Tansiyonun düştüğü için bayıldın.”

 

“Bayıldım mı?” diye tekrarladım abimi. Zihnim yeni yeni yerine otururken aklıma gelenlerle yataktan fırlar gibi doğruldum ama abim omuzlarımdan tutum beni yatağa geri yatırmıştı. “Abi! Barış!” dediğimde bana gülümsedi. “Yarım saate uyandıracaklar. Biraz toparlan yanına gideriz.”

 

“Hayır, ben uyandığında yanında olmak istiyorum!” dedim ve doğruldum. Bu sefer abim engel olmadı. Sanırım zaten engel olamayacağını biliyordu. Bayılmadan önce gözlerimin karardığı anı hatırlıyordum. En son… ellerimi yumruk yaptım. Mahir’in öldüğünü öğrenmiştim. Daha doğrusu onu öldürdüğümü.

 

“Nilüfer, seninle biraz konuşmamız gerekiyor.” Dedi abim gözlerimin içine bakarak. “Daha sonra Barış’ın yanına gideriz.” Kafamı usulca salladım. Hiç istekli değildim ama söyleyeceklerini duymak istiyordum. “Tamam ama Barış uyanmadan yanına gideceğim.”

 

“Tamam.” Dedi ve arkamdaki yastığı düzeltti. Kollarımın altından tutarak beni çocukmuşum gibi yatakta geriye doğru yerleştirdi. Böylelikle düzelttiği yastığa yaslanabildim. Odada abimden başka kimse yoktu. Yalnızdık. “Şimdi, öncelikle bana o gece ne olduğunu anlatmanı istiyorum. Her ayrıntısıyla.”

 

Ellerime baktım. O geceyi net hatırlıyordum çünkü sürekli gözümün önüne gelip duruyordu. Unutmak imkansız gibiydi. Barış’a geç kalmak istemediğim için olan her şeyi hızlı bir şekilde anlattım. Anlatırken birkaç kez duraksamış olsam da artık abim her şeyi biliyordu. Yüzündeki ciddi ifadeye bakındım. Gözlerinde bir hesap yapıyor gibiydi.

 

“Abicim, beni dikkatle dinle.” Kafamı salladım ve abimi söylediği gibi dinlemeye başladım. “Aynı anda üç saldırı gerçekleşti ve bu üç saldırı birbiriyle bağlantılı. Olay yerinde ölen birçok insan oldu. Bende birçok insanı vurdum. Kübra Hanım da vurmuş. Ama bizim kullandığımız silahlar üzerimize zimmetli. Durum senin için aynı değil. Başımız ağrıyabilir. Bu yüzden Mahir’i vurduğunu kimseye söylemeyeceksin.” Dedi gözlerimin içine dikkatle bakarak.

 

Abim de Barış da beni olacaklardan korumak istiyordu. Biliyordum. Öncelikle, eğer gerçekleri olduğu gibi itiraf edersem sicilim eskisi kadar temiz kalmayacaktı. Mahkemeyle uğraşacaktım. Ayrıca Cahit oğlunu öldüren kişinin ben olduğumu öğrenirse yüksek ihtimalle beni öldürmeye çalışacaktı. Olay yüzünden hapse gireceğimi sanmıyordum çünkü her şey açıkça ortadaydı. Ben bir avukattım kendimi nasıl aklayacağımı biliyordum. Abimin ilk endişesi de zaten hapse girmem değildi. Bunu gözlerindeki ifadeden anlayabiliyordum.

 

Eğer Mahir’i benim öldürdüğüm ortaya çıkarsa tehlikede olacaktım. Fakat söylemezsem de tehlikede olan Barış olacaktı ve ben bunu kendime de ona da yapamazdım. Bir insan öldürmüştüm. Bu gerçeği öğrendiğim an psikolojim bir anda çökmüştü. Zaten psikolojim yerinde sayılmazdı gerçi. Ancak kendi yaptığım şeyle yüzleşmezsem kendimi asla affetmezdim.

 

“Tamam.” Dedim abimin gözlerinin içine bakarak. Eğer aksini söylersem biliyordum ki bu yataktan kalkmama izin vermez kabul ettirene kadar da konuşup dururdu. O yüzden şimdilik kabul ettiğimi düşünebilirdi.

 

Hemen kabul etmemi beklemiyor olmalıydı ki kaşları kavislendi. Ayrıca sakinliğim onu endişelendiriyordu. “Nilüfer,” dedi ve ellerimi ellerinin içine aldı. “Lütfen.” Duraksadım. Genelde abimden duymadığım bir kelimeydi bu. “Bir kez sözümü dinle.”

 

“Tamam, dedim ya.” Dedim kaçmak istediğim için hızlıca. “Bu tamam, kabullenilmiş bir tamam değil. Seni tanıyorum. Şu an beni başından savmaya çalışıyorsun.” Bir kez daha duraksadım. Çünkü bu sözleri duymayı beklemiyordum. Beni artık tanıyordu… öyleyse yalan söylemenin bir mantığı yoktu çünkü yalan söylediğimi de anlayacaktı.

 

“Seni başımdan savdığım falan yok.” Dedim gözlerinin içine bakarak. Belki gözlerimi kaçırmazsam yalan söylediğimi anlamazdı. Bir umut. “Nilüfer.” Dediğinde ofladım. “Bana karışma abi!”

 

“Ben senin abinim elbette karışacağım!”

 

“Abim olabilirsin ama kararlarıma karışamazsın!”

 

“Öyle mi küçük hanım?!” diye sordu kaşlarını kaldırarak. Kafamı hızlıca salladım. “Öyle!” diye bağırdım yüzüne karşı. “Dene ve bak bakalım sana ne yapıyorum?!” dediğinde beni tehdit ettiği için hemen avukat yeteneklerimi ortaya çıkarttım. “Bir avukatı tehdit edemezsin.”

 

“Gördüğün üzere ediyorum!”

 

“Sana dava açarsam görürsün!”

 

“Aç da bak bakayım seni Barış’la evlendiriyor muyum?!” Of, çok kötü yerden yakalamıştı beni. Asla altta kalmayı kabul etmeyeceğim için başka yollara saptım. “Ben de Asuman’la evlenmene izin vermem o zaman!”

 

“Yok ya?” diye sordu dalga geçer gibi. Kahretsin ki şu an güçlü taraf oydu. “Var ya!” diye bağırdım. “Nasıl manipülatif yeteneklerimin olduğunu hiç bilmiyorsun! Beni asla hafife alma!”

 

“Seni hafife almıyorum ama bu tartışmanın te çıkış noktası söylediklerimi kabul etmen.” Derin bir nefes alıp verdim. Gözlerimi gözlerinden kaçırdım ve pencereden dışarıya baktım. Gün doğmuştu ve dışarıda olmamama rağmen soğuk olduğunu anlayabiliyordum. Öyle bulutlu bir hava vardı. “Abi.” Dedim ve yeniden abimin gözlerinin içine baktım. “Böyle bir şeyi yalanlayamam.”

 

“Nilüfer-”

 

“Beni anlamıyorsun, eğer kendimle yüzleşmezsem hiçbir zaman affetmem. Bilerek yapmadım, evet ama işin sonunda birini öldürdüm abi! Ve o biri bizim kuzenimiz! Beni böyle bir şeye zorlayamazsınız! Kendi kararımı kendim verecek yaştayım. Yaptığım bir şeyin sorumluluğunu başkasına yükleyemem.” Dedim ve susarak abimin tepkisini bekledim. “Nilüfer, eğer gerçekleri söylersen Cahit seni öldürmeye çalışacaktır.” Dedi bir şeyleri fark etmemi istiyor gibi. Ama ben zaten bunun farkındaydım çünkü o adamın dönmüş gözlerini görmüştüm. Hata Mahir’deydi fakat evlat acısı yaşayan bir adama bunu anlatamazdınız.

 

“Öyleyse beni korursun abi. Sen asker değil misin? Barış da polis değil mi? Yanımda bunca eğitimli insan varken bana bir şey yapabiliyorlarsa bence mesleğinize devam etmenin bir anlamı yok!” diye çıkıştığımda bana hak vermiş olmalı ki sert bir nefes aldı. “Abicim.” Dedi anlayışlı bir ses tonuyla. “Olay seni korumak değil. Olay seni zapt etmek. Gitme dediğimiz yere gidersin, yapma desek yaparsın. Akif piçini öğrendikten sonra etrafına onca koruma taktım. Her defasında gidip belaya bulaşmayı başardın. Dün gece de etrafınızda koruma vardı. Uzak da olsa sizi takip ediyordular ama korumaların hepsi öldürüldü. Anlıyor musun? Bu iş düşündüğün kadar basit değil. Sadece kendini düşünerek hareket ediyorsun, evet, anlıyorum kendinle yüzleşmek istiyorsun ama yanlış bir zaman seçiyorsun.” Konuşmaya devam edecek olmalıydı ki derin bir nefes aldı.

 

“Seninle anlaşalım. Gerçekleri söyleyeceksin ama sadece savcıya. Yani Kübra Hanım’a. Dosya gizli kalacak. Gerçeği yalnızca sayılı kişiler bilecek.”

 

Başımı omzuma doğru yatırdım. Söylediklerini düşündüğümde ona hak vermiştim ama böyle bir şeyin nasıl gizli kalacağını anlamamıştım. “Ama abi, dosya savcılığa düşerse illa ki dava kararı çıkar. Nasıl saklayacağız ki böyle bir şeyi?”

 

“Nilüfer, ben hâlâ bir Mit mensubuyum. Yani güzel kardeşim gerekirse dosyayı değil seni de ortadan kaldırabilirim. Kimsenin ruhu duymaz anlıyor musun?” Zorlukla yutkundum. “Şey, bu bir tehdit miydi?”

 

“Nasıl anlamak istiyorsan.” Dedi genişçe gülümseyerek. Korkutucu. Gerçekten öyle. “Tamam, ama ifademi vereceğim. Yalan ifade değil gerçekleri olduğu gibi anlatacağım.” Kafasını salladı. “Tamam, benim kontrolüm altında istediğim yerde ve zamanda konuşacaksın. Aksini yaparsan bozuşuruz ve şu seni ortadan kaldırma işini yeniden düşünmek zorunda kalırım.”

 

Birkaç saniye ona sessizce baktım. Kaldırma işini gerçekten yapıp yapmayacağını anlamaya çalışıyordum ama sözümde duracağım için bunu öğrenmeme hiç gerek kalmayacaktı. “Artık Barış’ın yanına gidebilir miyiz?” diye sorduğumda kafasını salladı ve oturduğu yerden kalktı. Ben de ayaklarımı yataktan sarkarak etrafa bakındım. Ayakkabılarımı soracağım sırada abim yatağın diğer tarafına doğru eğilmiş ve çıplak ayaklarımın altına bir çift terlik bırakmıştı. “Üzerini değiştirmek ister misin? Kıyafet getirttim.”

 

Üzerime baktım. Barış’ın ceketini çıkartmıştılar, yalnızca pembe elbise vardı. Kanlı olan pembe elbise. “Barış’a geç kalır mıyız?” diye sordum endişeyle. Abim, kolunu kaldırarak saatine baktı. “On beş dakika var. On dakikaya giyinirsin beş dakikaya da çoktan yanına varmış oluruz.” Kafamı hızlıca salladım. Abim koltuğun üzerindeki poşeti gösterdi. “Kıyafetler orada. Bir şey olursa seslen. Kapının önündeyim.”

 

“Tamam.” Dedim ve terliklerimi giyindim. Abim de o sırada dışarı çıkmış ve arkasından kapıyı kapatmıştı. Odada yalnız kaldığımda omuzlarım düştü. Abimin sözünden çıkmayacaktım ama gerçekler bir canavar gibi tüm bedenimi dişleri arasına alıyordu sanki. Niyeti öldürmek değildi ama bu yaptığına yaşatmak da denmezdi.

 

🪷

 

Üzerimi değiştirdikten sonra odadan çıkmıştım ve abimle Barış’ın odasının önünde gelmiştik. Kalabalıktı. Doktorlar kontrol için odaya girmişti ve herkes heyecanla sonucu bekliyordu. Strese girmiştim. Tırnaklarımın kenarındaki etleri istemsizce soyarken abim ellerimi tutmuştu. “Rahat dur.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu da her şeye karışıyordu.

 

“Sana ne be?” diye fısıldadığında bana ters bir bakış attı. “Abinim ben senin.” Dedi aynı kısık ses tonuyla. Gözlerimi kıstım. Sonra ofladım ve tırnaklarımla oynamayı kesip camdan içeriye baktım. Barış’ı kontrol eden doktoru tanıyordum. Burada kaldığım sürece benimle ilgilenen doktordu.

 

Adamın o kadar çok seveni vardı ki resmen koridorda adım atacak yer kalmamıştı. Ailesi bir tarafta, ekip arkadaşları bir taraftaydı. Ortada da ben ve abim vardı. Tabi hemen arkamda olan Mesude’yi de unutmamak gerekiyordu. Dakikalar geçmeye devam ederken doktor yanındakilere bir şeyler söyledi ve elindeki dosyayı kapatarak hemşire olduğunu düşündüğüm kadına uzattı. Kapıya doğru yürümeye başladığında omuzlarımı dikleştirip derin bir nefes aldım.

 

Lütfen, iyi olsun.

 

Doktor dışarı çıktı ve herkes önüne doğru toplandı. Adam şaşkınlıkla önündeki küçük orduya baktıktan sonra kaşlarını çattı. “Burada bu kadar kişi beklemeniz doğru değil, hastanın en yakınları kalsın yalnızca.” Dediğinde Baran konuştu. “Ben yakınıyım.” Dedi bir adım öne çıkarak.

 

Kısa bir sessizliğin ardından Barış’ın ekip arkadaşlarından olan Berzan ortaya atıldı. “Ben daha çok yakınıyım!” Herkes şaşkınlıkla Berzan’a baktığında Mirza bir tane ensesine geçirmiş ve susması için bir işaret vermişti. Diğer atak hiç beklemediğim birinden geldi. “Biz de yakınıyız dohtor bey! İçerideki bizim ağamızdır.” Ben bu adamı hatırlıyordum. Barışların konağına ilk girdiğimde Hasan diye bağırdığı adamdı. Hatta herkesi avluya topladığı için bu adama kızmıştı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

Doktor, derin bir nefes aldıktan sonra anlayışla kafasını salladı. “Sizi anlıyorum ama diğer hastaları rahatsız ediyorsunuz. Kalacaksanız sessiz olun.” Diyerek bir uyarıda bulundu. Araya girmek istesem de yapmadım çünkü Esma teyze önümde duruyordu ve ona saygısızlık etmiş gibi olmaktan çekinmiştim. O bir şey söylemezken benim söylemem ne kadar doğru olurdu?

 

Neyse ki aklımdakini yaparak doktora doğru bir adım attı ve sordu. “Doktor Bey oğlumun durumu nasıl?” Merakla doktorun ağzından çıkacak kelimeleri bekledim. “Merak etmeyin.” Dedi içten bir gülümsemeyle. “Oğlunuz gayet iyi.” Rahat bir nefes aldım. Çok şükür.

 

“Yalnızca ameliyat oldukça uzun sürdüğü için bol bol dinlenmesi gerekiyor. İlaçlarla kendini kısa sürede toparlayacaktır.”

 

Elimi kalbimin üstüne bastırdım. Sızım sızım sızlayan yer kabuk bağlamıştı. Yüzüme bir gülümseme kondu. Koridorda sanki şenlik havası var gibiydi. Herkes mutlulukla birbirine sarılıyordu. Bir kez daha anladım ki Barış bambaşkaydı. Ailesine, ekip arkadaşlarına, evdeki korumalarına… Onu seviyordum ve beni sevdiği için şanslıydım. Abime doğru döndüğümde yüzündeki gülümsemeyle bana bana bakarken yakaladım. Hiç beklemeden boynuna atladım ve sıkıca abime sarıldım. İnsanın yanında sevincini paylaşabileceği birilerinin olması çok güzeldi.

 

Abim de bana sarıldığında zihnimde biriken kötülükle kısa sürede olsa benden uzaklaştı. Bir an kendimi hafiflemiş gibi hissettim. “Benim gitmem lazım abi!” dedim geri çekilip gözlerine bakarak. Tek kaşını kaldırdı. “Nereye?”

 

“İmamı alıp geleceğim!” Abim duyduklarından sonra kaşlarını çattı. Sonra beni kolunun altına çekip sıkıca tuttu. “Hiçbir yere gitmiyorsun!”

 

“Ama evlendireceğine söz vermiştin!” dedim mızmızlanarak. “Verdik ama ayağa kalkınca dedik! Ne bu koca sevdası! Abi sevdanı genişlet biraz!” dedi sitemle. Kıkırdadım ve başımı omzuna yasladım. “Benim abi sevdam geniş zaten.” Dediğimde gülümsedi ve saçlarıma doğru eğildi. Öpecek sandım ama yine öpmedi. İkidir aynı şeyi yapıyordu. Canımı sıkıyordu.

 

“Neden öpmüyorsun?” diye sorduğumda gözlerime baktı. “Saçlarına dokunduğumda rahatsız oluyorsun.” Dedi ve gözlerini kaçırdı. “Olmuyorum bir kere.” Desem de omuz silkti. “Oluyorsun.” Kolunu çekiştirdim ve bana bakmasını sağladım. “Olmuyorum.” Dedim bastırarak. Bu kanıya nereden varmıştı ki? Şimdiye dek abimin dokunuşundan hiç rahatsız olmamıştım.

 

Abim, ikilemde kalmış gibi yüzüme baktıktan sonra eğildi ve tüy gibi bir öpücük bıraktı saçlarıma. Rahatsız olmadığımı gördüğünde derin bir nefes almış ve beni göğsüne doğru yaslayıp kollarıyla sıkıca sarmıştı. Saçlarıma peş peşe öpücükler kondurmaya başladığında gülümsedim.

 

“Nil?” Abime sarılı halde ismimi duyduğum yere döndüğümde Esma Teyzeyle karşılaştım. Dünden beri o da çok yorulmuş ve endişelenmişti. Böyle bir şey yaşadığı için kendimi suçlu hissediyordum çünkü Barış’ı vuran benim kuzenimdi ve eğer Mahir’le gitmiş olsaydım belki bu yaşananların hiçbiri yaşanmamış olacaktı. Düşündüklerimi yüzüme yansıtmadan gülümsemeye çalıştım.

 

“Barış’ın yanına sen girmek ister misin?” diye sorduğunda şaşkınlıkla dudaklarım birbirinden ayrılmıştı. “Ben mi?” diye sorduğumda kafasını usulca salladı. Şalı hafifçe arkaya doğru düşmüştü. Gözlerindeki derin bakış kalbimi sızlattı. Bir kez daha annemi özledim. Zaten hep özlüyordum da böyle anlarda sanki daha çok özlüyordum. “Sen tabi.” Dedi Esma teyze gülümseyerek.

 

Kafamı iki yana salladım. Barış’ın yanına şu an yalnızca bir kişiyi alabileceklerini söylemişti doktor bey. Abimle konuşuyor olsam da söylediklerini duyabilmiştim. “Olmaz.” Dedim ama bu isteyerek söylediğim bir kelime değildi. Yanına girmeyi çok istiyordum fakat annesi dururken benim girmem ne kadar doğru olurdu? “Sizin girmeniz daha doğru.” Kaşları çatıldı. “Siz mi?” diye sordu kızarak. “Teyzeye ne oldu?”

 

Cevap vermeme izin vermedi ve kolumu tutup beni kendine doğru çekti. Böylelikle abim beni bırakmak zorunda kaldı. “Gireceksin diyorsam gireceksin! Kaynana karşı gelme!” diyerek beni doktorun önüne attığında şaşkınlıktan dilimi yutmak üzereydim. Etraftakiler bana ve yüzümdeki ifadeye gülmeye başladığında hepsine kötü kötü baktım.

 

Doktor bey eliyle yanındaki hemşireyi gösterdi. “Arkadaşlar sizi hazırlasın.” Dedi ve herkese kısaca baktıktan sonra genel bir geçmiş olsun dileyip gitti. Hemşireyle birlikte gitmeden önce Barış’ın kardeşlerine baktım. Esma teyze izin vermiş olsa da kardeşlerinden birisi Barış’ın yanına girmek isteyebilirdi. Aysel ve Baran yan yana duruyordu. O ikisiyle göz göze geldiğimde bana kafalarını sallayarak gülümsediler. Böylelikle derin bir nefes aldım.

 

Barış’ı görebilecektim.

 

Hemşireyle birlikte bir odaya gittim. Barış’ın mikrop kapmaması için bana bir kıyafet giydirdi. Saçlarımı, hatta yüzümü bile kapatmak zorunda kaldım. Barış’ın odasına girdiğimde nefesimi tuttum. Teni solmuştu. Bedenine bağlı hortumlar vardı. Bir eli yanında diğer eli ise karnının üzerindeydi. Yanına doğru adımladım. Yatağının kenarındaki sandalyeye oturduktan sonra elim elinin üzerine gitti. Ellerimde eldiven vardı. Benim geldiğimi anlar mıydı?

 

Ağlamamak için kendimi zor tutarken burnumu çektim. Hemşire eğer konuşursam beni duyabileceğini söylemişti. “Barış.” Diye fısıldadım ama sonra fısıldamayı bıraktım. “Ben geldim.” Tutmaya çalıştığım gözyaşlarım yüzüne baktıkça özgürlüğe adım atıyordu.

 

Burnumu çektikten sonra konuşmaya devam ettim. “Biliyor musun? Abime bana evlenme teklifi ettiğini söyledim.” Kalp atışlarını gösteren monitörün biplemeleri hızlandığında gülecek gibi oldum. Beni duyuyordu. “Abim sen uyandığında bizi evlendirecek. Hem de sana vurmayacağı sözünü de verdi bana.” Dedim hızlıca. Gözlerini açmasını bekledim ama açmadı. Yine de konuşmayı kesmedim. “Aslında ben imamı getirecektim hemen ama abim izin vermedi. Dedi ki önce bir ayağa kalkacakmışsın.”

 

İstemsizce burnumu çektim. Gözlerini görmek istiyordum ama hiç kıpırdamıyordu ki. Gözlerim karnına doğru kaydı. Nasıl canı yanmıştı kim bilir. Elini daha sıkı tuttum. “Herkes burada. Esma teyze, Baran ve Aysel, minnak Aysu da. Hepsi seni bekliyor. Hem ekip arkadaşların da burada. Mirza ve Mesude hiç gitmedi, diğerleri işleri olduğu için bazen gitmek zorunda kalıyorlar ama sonra geri geliyorlar. Bir de konaktaki adamların da burada. Hepsi senin uyanmanı bekliyor, Barış.” Derin bir nefes aldım ve anlatmaya devam ettim. “Sana bir sır vereceğim ama aramızda kalacak. Abim bilmesin.” Dedim ve kıkırdadım.

 

“Şey, galiba Baran ve Lavin sevgililer. Onları sarılırken gördüm.” Dedim fısıldayarak. Odada kimse yoktu ama istemsizce fısıldamıştım. “Sence abim Baran’a ne yapar?” diye sordum gülüşümü bastırmaya çalışarak. “Of sana anlatacak çok şeyim var ama yanında on dakika kalabilecekmişim. Ve beş dakikamız kaldı. Ameliyathanenin önünde seni beklerken zaman hiç de bu kadar hızlı geçmiyordu oysa.” Elinin tersini okşadım. Gözlerimi güzel yüzüyle doyasıya ödüllendirmeye çalıştım. Yarına kadar kontrollü şekilde odaya girebilecektik. Ben Barış’ı görme hakkımı kullandığım için yarına kadar bir daha giremeyecektim. Çünkü ailesinin de onu görmeye hakkı vardı.

 

“Vurulduğunu dedene söylememişler. Uyandığında dedenin yanına gideriz di’mi? Keçileri olduğunu söylemiştin. Ben daha önce gerçek keçi görmedim.” Derin bir nefes alıp verdim ve yüzüne biraz daha yaklaştım. “Seni çok seviyorum.” Dedim. Bir daha bu cümleyi ona söyleyememekten çok korkmuştum. Ben söylerdim de o ya duymazsa düşüncesi içimi deşip durmuştu.

 

Gözlerimi yüzünden ayırmazken dudaklarında gördüğüm minik kıvrım göğsümün peş peşe çarpmasını sağladı. Sonra gözlerini kırpıştırdı. Nefeslerim hızlandı. Saniyeler içinde çakır gözlerini gördüğümde kalbim durmuş gibi hissettim. “Barış?” dedim fısıltıyla. Beni duydu. Beni gördü. Birkaç kez öksürdüğünde panikleyerek yardım düğmesine basmak için hareketlendim ama elimi sıkıca tuttuğunda bunu yapmaktan vazgeçmiştim. “Barış, iyi misin?” diye sorduğumda usulca kafasını salladı ve özlemle gözlerimin içine baktı.

 

Allah’ım uyanmıştı! Heyecandan ellerim titriyordu ama kendime hakim olmaya çalıştım. “Maske…” dedi zorlukla. Kaşlarım anlamsızca çatıldı. “Maske mi?” Kafasını salladı. “Çıkar.”

 

Yüzümü görmek istiyordu. “Ama doktorlar-” demiştim ki devam etmeme izin vermedi. “Çıkar, Nil.” Dedi. Elimi kaldırdım ve maskeyi çenemin altına doğru çekip ona kocaman gülümsedim. Rahat bir nefes aldı. Gülümsememe bakarken o da gülümsedi. “Ben de seni çok seviyorum.” Dedi fısıldayarak. Sesini henüz tam anlamıyla kazanmadığı için fısıldayarak konuşması normaldi.

 

Dudaklarımdaki gülümseme büyüdü. Gözlerimin de ışıldadığına emindim çünkü şu saniyelerde göğsüm ışıldıyor gibi hissediyordum. Havai fişekler patlıyordu sanki.

 

“Yarın nasıl?” diye sordu zorlukla. Gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım. “Ne için?”

 

Yüzünü buruşturdu. Canı mı acıyordu? “Barış, doktoru çağırayım.” Desem de kafasını iki yana salladı ve sorduğum soruya yanıt verdi. “Evlenmek için.” Güldüm. Başımı omzuma doğru yatırdım ve gözlerinin içine bakarken konuştum. “Olur.”

 

O kadar çok olurdu ki hatta. Yalnızca abim ne derdi emin olamıyordum ama sonuçta bizi evlendireceğine dair söz vermişti. Yani evlendirmeliydi. Hem de yarın!

 

Barış yeniden öksürdüğünde içimdeki dünyadan sıyrıldım. Toparlanarak yüzüne baktım. “Doktoru çağırsam daha iyi olacak,” dedim ikilemde kalmış bir şekilde. Doktor uyanacağını söylemişti ama sürekli öksürüyor olması normal miydi emin değildim. “Gerek yok.” Dedi Barış. “Yanıma gel.”

 

Teklifini asla reddetmeden sandalyeden kalktım ve yatağının kenarına ona zarar vermeden oturdum. “Canın çok acıyor mu?” diye sorduğumda kafasını iki yana salladı. “Hiçbir şey hissetmiyorum.”

 

“Biraz dinlenmelisin.” Dedim, gözlerini zar zor açık tutuyordu. Onunla konuşmayı çok istiyordum ama şu an dinlenmesi gerekiyordu. Söylediğimi duymazdan gelerek yüzümü izlemeye devam ettiğinde gülümsedim. “Sözünü tuttun mu?” diye sordu o sırada. Hangi sözden bahsettiğini anlamadığım için ilk başta duraksadım. Sonra gözlerindeki ciddiyet algılarımı açtı.

 

“Şey…” demiştim ki kaşlarını çattı. “Nil!” dedi öfkeli bir şekilde. Yorgunluğuna rağmen sesi beni irkiltmişti. Bağırmamıştı ama oldukça sert kullanmıştı. Gözlerimi kaçırdım. “Abime söyledim.” Kısa bir sessizlik olduğunda yüzüne baktım. “Kızdın mı?”

 

“Başka kimseye söyledin mi?”

 

Kafamı iki yana salladım. “Yok, söylemedim.” Sol tarafımdaki elimi yumruk yaptım. Onunla bu konuyu daha sonra konuşmayı umuyordum ama umduğum gibi olmamıştı. “O… öldü.” Dedim. Şaşırmasını bekledim fakat öyle olmadı. “Biliyorum.” Dedi, kaşlarım kavislendi. “Nerden biliyorsun?”

 

“Kurşun kalbinden girdi, gördüm.”

 

“Ama sırtından…” kalbinin olduğu taraf. İçim titredi. Böyle bir şeyi nasıl becermiştim ben? Ateş etmeyi bile bilmezdim ki. Hatta silah tutmayı bile doğru düzgün bilmezdim. Belki biliyor olsaydım kalbini hedeflemezdim. Öldürmek istememiştim. Sadece… sadece durdurmak istemiştim. “Senin suçun değil.” dedi Barış. Elini kaldırarak yanağıma yerleştirdiğinde kedi gibi yanağımı eline bastırdım. “Kendimi çok kötü hissediyorum.” Diye mırıldandım. İçimdekileri açıkça ifade edebildiğim tek insandı Barış. Ben, bazen abimden bile çekiniyordum ama Barış’tan çekinmiyordum.

 

“Biliyorum.” Dedi gözlerime bakarken. “Ama sen de bilmelisin sevgilim. Senin hatan değil.”

 

Doğru, söylüyordu. Bu bir hataydı ve geri dönüşü yoktu.

 

Eli yanağımı okşadı. “Nil.” Dedi, bu ses tonunu biliyordum. Gözlerine bakmamı istiyordu. Öyle de yaptım. Çakır bakışları beni çepeçevre sardı, kalbime sarıldı. “Beraber üstesinden geleceğiz.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Birlikte her şeyin üstünden geliriz değil mi?” diye sorduğunda kafamı aşağı yukarı salladım. Ağlamamak için kendimi zor tutarken konuştum. “Geliriz.”

 

Gülümsedi. “Rüyamda seni gördüm.” Dedi konuyu değiştirerek. Ağlamıyor olsam da ihtiyaçla burnumu çektim ve merakla sordum. “Nasıl gördün?”

 

“Güzel.” Dedi ve o masum gülümsemesi bir anda evrildi. “Çok net ve güzel.” Diye ekledi. Alt dudağını ısırdığında gözlerimi büyüttüm. “Sen ciddi misin?” Yüzümü yüzüne doğru yaklaştırdım. “Beni çıplak mı gördün?” Sorduğum soru onu güldürdü ama gülmesi yarım kaldı çünkü acıyla yüzünü buruşturmuştu. “Barış!”

 

“İyiyim iyiyim.” Dedi ama gülmemeye çalışıyor gibiydi. Bir gülümsemenin acı vermesi kadar kötü bir şey yoktu bence. “Gülme.” Dedim kaşlarımı çatarak. Canının yanmasını istemiyordum. Derin bir nefes aldı ve kendini toparladıktan sonra bana baktı. “Evet.”

 

“Neye evet?”

 

“Sorduğun soruya, evet.”

 

Panikledim. “Hangi sorduğum soru Barış?” Pis pis sırıttı. Utandığımı hissettim. “Gerçekten gördün mü?” diye sordum ama cevabımı alamadan odanın kapısı açıldı. Hemşire bana gülümsedi. “Artık Barış Beyin dinlenmesi gerekiyor.” Dedi ve Barış’ın yatağının diğer tarafına geçip serum hortumunu kontrol etti. On dakika ne çabuk dolmuştu. Ben Barış’la kalmak istiyordum ama herhangi bir ısrarda bulunmadım.

 

Yataktan kalktım fakat uzaklaşmadan Barış’ın yüzüne doğru eğilim konuştum. “Uyandığında ayrıntıları istiyorum.” Dedim ve göz kırptım. Bu tavrımı beklemiyor olacak ki gözlerini büyütmüştü. Sırıtarak geri çekildim. Beni baştan sona süzdü sonra gülümsedi. “Dışarıda olacağım.” Dedim söyleme gereği duyarak. Açık tutmaya alıştığı gözleri kapanıp duruyordu ama o inatla bana bakmaya devam ediyordu. Elini kaldırdı ve göğsünün üstüne yerleştirdi. “Buradasın.”

 

🪷

 

Barış’ın odasından çıktığımda ilk karşılaştığım kişi Mesude’ydi. Ona gülümseyerek bir selam verdim. “Gittiğini sanmıştım.” dediğimde omuz silkti. “Çınar yanında olduğu için bir kahve molasına çıkmıştım yalnızca.” Kafamı usulca salladım. Evet, işini yapıyordu ama kendimi suçlamadan duramıyordum. Ben geldiğimden beri doğru düzgün uyuduğunu bile sanmıyordum.

 

“Benden nefret ediyorsun değil mi?” diye sorduğumda kaşlarını çattı. “Onu nereden çıkarttın?” Ses tonu meraklıydı. Aslında, ben benim gibi biriyle uğraşmak zorunda kalsam benden bıkardım. Mesude’nin beni sevmediğini düşünüyordum çünkü benimle neredeyse hiç konuşmuyordu. Genelde konuşan hep ben oluyordum o da dinliyordu. Zorunluluktan dinlediğine emindim. Genelde tanıştığım herkesle iyi bir iletişim kurar ve arkadaş edinirdim. Fakat Mesude’de başarısız olmuştum. Ben onu arkadaşım olarak görsem de o beni yalnızca işi olarak görüyordu.

 

“Başına dert oldum.” Dedim omuzlarımı kaldırıp indirerek. “Benim yüzümden doğru düzgün uyuyamıyorsun bile.” Yüzünde hiçbir değişiklik olmadı. Bana hak mı verdi yoksa karşı mı geldi anlamaya çalışırken konuşarak beni bu dertten kurtardı. “Uykuyla pek aram yoktur.”

 

“Mesleğinden dolayı mı?” Derin bir nefes alıp verdi. Cevap vermesini bekledim ama anlaşılan konuşmamız bitmişti. Daha fazla onu zorlamak istemediğim için başka soru sormadım. Başımdaki plastik boneyi ve kulağımdan geçirdiğim maskeyi çıkartarak çöpe attım. Üzerimdeki bütün plastiklerden kurtulduktan sonra Esma teyzelerin olduğu tarafa yürüdüm. Esma teyze beni gördüğünde oturduğu yerden kalktı ve üzerime doğru geldi.

 

“Barış, nasıl?” diye sordu. Bakışları içimi dağlamıştı. Öyle saf bir sevgi vardı ki gözlerinde şaşırmadan edemiyordum. Genişçe gülümsedim. “Hepinize selamı var.” Aslında böyle bir selam iletmemişti ama birazcık pembe yalandan bir şey olmazdı. “Uyandı mı?” diye sordu Baran merakla. Cama baktığımda içeriden çekilmiş olan perdeyi gördüm. Bu yüzden görmemişiler demek ki.

 

Genişçe gülümseyerek kafamı salladım. “Evet, onunla konuştum. İyi, olduğunu söyledi. Canı da yanmıyormuş.” Esma teyze derin bir nefes çekti içine ve kalktığı sandalyeye oturdu. Perişan olmuştu. İki günde yaşlanmıştı sanki. Baran sevinçle bağırdı. “Aslan abim be!”

 

Kıkırdadım. Baran, hiç belli etmiyordu ama Barış’a çok düşkündü. Hatta kardeşler arasında Barış’a en düşkün olan Baran olabilirdi. “Sen nasılsın, Nil? Gece biraz bizi korkuttun.” Dilan hanıma baktım. Hâlâ gitmemişti demek. Lavin, annesine katılarak kafasını salladı. “Kendini çok yıprattın abla, sen de biraz uyusan mı artık?”

 

Kafamı belli belirsiz salladım. Gece, bayıldığım andan bahsediyordu Dilan Hanım. O anı hiç hatırlamadığım için bir gülümsemeyle üstünü kapatmaya çalıştım. “Ben iyiyim, merak etmeyin.”

 

“Nasıl iyisin abla?!” Şaşkınlıkla Volkan’a döndüm. Sesini ilk kez bu kadar sert duyuyordum. “Dün gözümüzün önünde sinir krizi geçirdin. Kendini böyle yıpratmaya hakkın yok.”

 

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. “Sinir krizi mi geçirdim?” diye sorduğumda Volkan duraksadı. “Hatırlamıyor musun?” diye sorduğunda kafamı iki yana salladım. Katil olduğumu öğrendikten sonra kafamda birkaç kayış kopmuştu sanırım. Dün geceye dair hatırladığım tek şey duvarın kenarına çökmem ve abime gerçekleri söylememdi. Sonrası koca bir boşluktu.

 

Ortamda kısa bir sessizlik oldu. Ellerimi önümde birleştirdim ve herkese kısaca göz gezdirdim. “Kötü bir şey mi yaptım?” diye sordum çekinerek. “Hayır kızım, bir şey yapmadın.” Dedi Dilan Hanım, o sırada Volkan’a uyarı verir gibi bir bakış atmıştı. Çok kısa sürmüştü ama görmüştüm. “Senin için endişelendik.” Dediğinde kafamı usulca salladım. “Ben iyiyim.” Dedim yeniden.

 

“Hadi, gel biraz otur abla.” Dedi Lavin sandalyelerden birini göstererek. “Yok, benim bir Kübra’yı görmem gerekiyor. Birazdan gelirim.” Dediğimde birkaç onaylamaz bakış gördüm. Bunun sebebi dinlenmeyip kendimi yıprattığımı düşünmeleriydi ama ben iyiydim. Tamamen iyi olmak için de Kübra’nın durumunu öğrenmem gerekiyordu.

 

Onlarla vedalaştıktan sonra asansörün olduğu koridora doğru ilerledim ve düğmesine bastım. Asansör olduğum kata geldiğinde kapılar iki yana açıldı ve içeride gördüğüm kişi duraksamamı sağladı. Uzun zamandır Şirin’i görmediğim için garipsemiştim. Asansörden çıkarak tam önümde durdu. Yüzü her zamankinden daha makyajlıydı. Üzerinde mini bir elbise vardı. Gece kulübüne gidiyor gibi giyinmişti. “Sen de mi buradaydın?” diye sordu ama bunun bir soru olmadığının farkındaydım. “Başka nerede olacaktım?”

 

Omuz silkti. “Sürekli Barış’ın etrafında olup gözüne girmeye çalışmaktan yorulmadın mı?” Derin bir nefes alıp verdim. Çok yanlış bir zamanıma denk gelmişti. Çünkü şu an düzleştirdiği saçlarından tutup kafasını duvara çarpmak istiyordum. Konuşmaya devam etti. “Burada beklemeye de utanmıyorsun.”

 

“Neden utanayım?” diye sordum merakla. Bir rahatsızlığı olduğu belliydi ve yüzüme vurmak için an kolluyordu. “Barış, senin yüzünden neredeyse ölüyordu.” Dediğinde yumruklarımı sıktım. Galeyana gelmedim. Yüzüme geniş bir gülümseme kondurdum. “Ama ölmedi.” Dediğimde kaşlarını çattı. “Yüzsüz.”

 

Gözlerimi yavaşça açıp kapattım. Saçlarına davranıp kafasını duvara çarpma fikri, çık artık aklımdan! İnsanların saçlarıma dokunmasını sevmiyordum, bu fiziksel bir acı değildi, ruhsaldı. Onda fiziksel bir yara açmak istediğim doğruydu ama kendime yapılmasını istemediğim bir şeyi başka bir kadına yapmayacaktım.

 

“Biliyor musun, Şirin?” dedim omuzlarımı dikleştirirken. “Senin yüzsüz bulduğun bu yüzü,” elimi kaldırarak çenemin altından kendi yüzümü işaret ettim. “Barış her uyandığında görmek için can atıyor.” Gözlerinde bir düşüş yakaladım ama iyi toparlandı.

 

“Kendini bu tarz yalanlarla mı avutuyorsun?” Kafamı iki yana salladım. “Yalan değil, tatlım.” Yüzük taktığım elimi gözüne sokmak ister gibi kaldırdım. “Barış’la evleniyoruz ama seni düğünüme davet etmeyeceğim. Evde oturur ağlarsın artık.” Dedim ve saçlarımı savurarak yanından geçip asansöre girdim. Arkamdan da Mesude geldi. Konuşmamıza karışmamıştı ama Şirin herhangi bir atakta bulunur diye her an tetikteydi.

 

Asansör kapanırken son kez Şirin’e baktım. En başından beri Barış’a karşı bir şeyler hissettiğini düşünüyordum ve anlaşılan yanılmamıştım. Büyük ihtimalle Barış’ın vurulmasından kendimi suçlu hissetmemi ve ondan uzaklaşmamı bekliyordu ama ancak avucunu yalardı. Eğer uyarıma rağmen Barış’a yaklaşmaya kalkarsa bu sefer kendimi tutmayacaktım. Sonuçta bizim milletimizde anlamayanı kötekle yola getiriyorlardı.

 

Asansör altıncı kata çıkarken Mesude konuştu. “Şirin’i dövmeni bekliyordum.” Aynadan ona kısa bir bakış attım. “Bir kuzenimin daha canına kast etmek istemiyorum.” Dediğimde kaşları çatıldı.

 

Az oldu bu Nil. Direkt Mahir’i öldürdüğünü de söyle.

 

Mesude’nin bir şey sormasını bekledim ama sormadı. Ben de gözlerimi gözlerinden kaçırarak katı gösteren ekrana baktım. Asansör durduğunda dışarı çıktık ve Kübra’nın kaldığı odaya doğru ilerledik. Eymen’e içten içe saydırdım. Bir şey olursa aramasını söylemiştim ama telefonumda hiçbir araması görünmüyordu. Kübra şimdiye çoktan uyanmış olmalıydı.

 

Odasının kapısı açık olduğu için kaşlarım kavislendi. Adımlarımı hızlandırarak içeri girdiğimde tanımadığım bir kadının etrafı temizlediğini görmüştüm. Büyük ihtimalle temizlikçiydi. “Pardon?” sesimi birden duyduğunda irkilerek bana taraf döndü. “Kusura bakmayın, korkutmak istemedim. Bu odadaki hastayı başka bir odaya mı aldılar?”

 

“Yok, taburcu oldu o.”

 

“Taburcu mu oldu?”

 

Kafasını salladı. “He, bene öyle dediler.” Konuşması aksanlıydı, Antepliydi büyük ihtimalle. Kadına teşekkür ederek odadan çıktım ve telefonumu alıp anında Kübra’yı aradım. Yine ulaşılamıyor lafı tekrar etti. Sinirle numarasın kaydettiğim Eymen’in üzerine tıkladım. Umuyordum ki hâlâ Kübra’nın yanındaydı. Telefon üçüncü çalışta açıldı.

 

“Kimsin?”

 

“Kim miyim? Telefonuna kendimi kaydettiğime yemin edebilirim!”

 

“Ha, Nil. Sen misin?” diye sordu, sarhoş muydu bu herif?

 

“Evet, benim. Kübra uyandığında beni aramanı söylemiştim! Sözünde durmakta bir numarasın.”

 

“Kübra uyandığımda odada değildi. Onu ararken seni aramayı unutmuşum. Kusura bakma.” Ay bayılacaktım şimdi. Endişeden tırnaklarımı yerken sordum. “Buldun mu?”

 

“Evet. Adliyede takılıyor.”

 

“O halde mi?”

 

“Evet.”

 

“Çıkmasına nasıl izin verirsin?”

 

“Benden izin mi istiyor hanfendi?! İki dakika gözümüzü kapattık hemen kaçmış!”

 

“Bir de asker olacaksın! Odadan çıktığını nasıl fark etmezsin?”

 

“Üstüme gelme bak yemin ederim atlarım!” Gözlerimi kırpıştırdım. “Ne?” Birkaç saniye sessizlik oldu. “Bu kadın yine nereye gidiyor?” diye sordu Eymen. Kaşlarım biraz daha çatıldı. “Hey, neler oluyor orada?!”

 

“Ne mi oluyor?” diye sordu Eymen yakarır gibi. “Bir tahmin et bakalım ne oluyor?”

 

Düşündüm ama uzun sürmedi. “Kübra, adliye ve karakolu birbirine katıyor büyük ihtimalle.”

 

“Doğru cevap! Bir sonraki soruya geçmeye hak kazandın!”

 

“Ay deme!” dedim korkuyla. “Yoksa sorgulara mı girmeye başladı?”

 

“BRAVO!” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Eyvah.

 

“Şey sana bir tavsiye, Kübra sorgudayken yanına yaklaşma.”

 

“Geç kalınmış bir tavsiye oldu ama teşekkürler.”

 

“Ne olduğunu sormaya korkuyorum ama söyle, ne oldu?”

 

“Pıtı pıtı arkadaşın dosya klasörünü kafamda kırdı!” dedi dehşet içinde. “Hayır, uzaktan hiç de böyle birine benzemiyordu. Hanım hanımcık duruyordu. İçinden manyak çıktı bunun!” Gülme isteğimi derinlere ittim. Eymen’e acımaya başlamıştım. “Kolay gelsin sana.”

 

“Eyvallah.” Dedi ve kapattı. Telefonu kulağımdan çektim ve ofladım. Uyanır uyanmaz kalkıp işe gitmek ne oluyordu? Ameliyattan çıkalı şunun şurasında kaç saat olmuştu ki? Omuzlarımı düşürdüm. Kübra’nın annesi doğduğu gün ölmüştü. Babası Oktay amcayı severdim ama çok kuralcı bir adamdı. İşin her şeyden önemli olduğunu söylerdi. Kübra’yı da buna göre yetiştirmişti.

 

Canım Kübra, uzun süre boyunca babasının kurallarıyla büyümüş ve sonrasında babasının yarattığı kimliği üzerinden atamamıştı. Zorlandığını biliyordum. Şu an da canı yanıyordu büyük ihtimalle ama durmazdı ki. Onun duracağı yer ölümdü. Tıpkı babası gibi.

 

Telefonu açıp yeniden Eymen’i aradım. Bu yaptığım yüzünden Kübra benden nefret edecekti ama onun iyiliği için yapacaktım. Eymen telefonunu açtığında ondan önce konuştum. “Senden bir şey isteyeceğim.” Dedim hemen. “Biliyorum biraz fazla oluyor ama sonra ne istersen yapacağım, söz.”

 

“Nedir?”

 

“Kübra’yı bir odaya kilitleyip kendine zarar vermeyeceğine emin olur musun?”

 

“Eğer bunu yaparsam sağ çıkma olasılığım yüzde kaç?”

 

“Ee, otuz falan.” İyi ihtimaliyle. “Hadi ya?” diye sordu şaşırmış gibi. “Daha kötü bir oran bekliyordum.”

 

“Yapacak mısın?”

 

“Yapacağım ama sen söylediğin için değil. Zaten düşündüğüm bir şeydi. Şimdi suçu sana atabileceğim ve böylelikle bir taşla iki kuş vurmuş olacağım.” Gözlerimi devirdim. “Anlaştık.” Dedim ve bu sefer telefonu önce ben kapattım.

 

Umarım Kübra Eymen’i öldürmezdi. Bünyem bir cinayet haberini daha kaldıramazdı. Telefonumu cebime atmadan önce birini daha aradım. Abimi. Telefonu ilk çalışta açtı. “Abim, ne oldu?” Endişesi beni gülümsetti. “Bir şey olmadı. Seni göremeyince nerede olduğunu merak ettim.”

 

“Asuman’ın yanındayım. Geleceğim on dakikaya.”

 

“Durumu nasıl?” diye sordum merakla. Asuman da bu hastanede kalıyordu. Hepimiz öyle veya böyle zarar görmüştük. Ve bu işin ucunda Mahir’in emir aldığı kişiler olduğuna neredeyse emindim. “İyi, merak etme.” Dedi abim. “Barış’la nasıl gitti?”

 

“Güzel. Uyandı. Konuştuk onunla. Bizi evlendireceğini söylediğim anda açtı gözlerini.”

 

“Pezevenge bak ya…” Kıkırdadım. Abim ve Barış arasındaki ilişkiyi çok seviyordum. Görünürde birbirlerinden pek haz etmiyorlardı ama ikisi de birbirini çok seviyordu. Hatta abim Barış için çok endişelenmişti ancak hiç belli etmemişti. Çünkü o an onun için önemli olan benim duygularımdı kendi duyguları değil. “Neyse abi, hemen gelmene gerek yok. Ben Mesude’yle beraberim. Şimdi kafeye ineceğim. İşin bitince oraya gelirsin.”

 

“Tamam abicim dikkatli ol. Ayrıca hastanenin içindeki kafeye git.” Karşı gelmeden kabullendim ve Asuman’a iyi dileklerimi göndererek telefonu kapattım. Mesude’ye bakarak sordum. “Kafeye geliyor musun?”

 

“Sıçmaya bile gitsen geleceğim Nil.” Dedi birden. Ondan böyle açık sözler beklemediğim için küçük bir kahkaha atmıştım. “Mesude…”

 

“Affedersin.”

 

Kafamı önemli olmadığını söylemek için iki yana salladım. “Alemsin ya.” Diyerek yürümeye başladığımda arkamdan geldi. Birlikte yeniden asansöre bindik. “Kafe kaçıncı katta biliyor musun?”

 

“Zeminde.” Dediğinde sıfırı tuşlamıştım. Kapılar kapandı ve asansör aşağıya doğru hareket etmeye başladı. Aramızda garip bir sessizlik var oldu. Bana baktığını fark ettiğimde ona baktım. Gözlerini falan da kaçırmıyordu. Düz düz bakıyordu.

 

Asansör aşağıya indiğinde koluna girdim ve benimle birlikte yürümesini sağladım. “Sana ne ısmarlamamı istersin?”

 

“Görev başındayken bir şey yemeyi ve içmeyi tercih etmiyorum.” Dediğinde bir tane suratına geçirmek istedim. Mesude’yi fethedecektim ve bu başarısızlığı kabul etmiyordum. “Yiyeceksin işte!” dedim ve kolunu saha sıkı tuttum. Hiçbir şey söyleme. Duvardaki tabelalardan kafenin yerini bulduğumda kendimi tebrik ettim. Buraya bir kez gelmiş ve tost yemiştim oysa ama yolu hatırlamak zor olmuştu.

 

Mesude’yle boş bir masaya geçip sandalyelere oturduk. “Bak Mesude.” Dedim derin bir nefes alarak. “Sen ve ben, yani bizim aramızda yalnızca…” Nasıl denilirdi ki? “Polis ve halktan insan ilişkisi yok.” Boğazımı temizledim. “Yani… nasıl derler bilirsin.” Tek kaşını kaldırdı. Of, böyle anlatamıyordum. Açık ve dürüst olacaktım. “Yani biriyle sıçmaya gidiyorsan o senin en yakın arkadaşındır! Anlıyor musun?!”

 

Gözleri büyüdü. Sonra garip bir şey oldu. Güldü. Ciddi ciddi güldü. Minik bir gülüş değil, tebessüm değil, kahkaha attı. “Çok doğru bir tespit.” Dediğinde ben de güldüm. Sonunda Mesude’nin buzlarını kırmayı başarmıştım. “Bekle burada, bize kahve alıp geleceğim.” Diyerek sandalyeden kalktım ve kasaya ilerleyip siparişimi verdim. Kahveleri alıp masaya döndüğümde Mesude’nin yüzünde gördüğüm ifade kaşlarımı çatmamı sağladı. “Sorun ne?”

 

Kafasını iki yana salladı ve kahve bardağını kendine doğru çekti. “Sağ ol.” Yerime oturarak gözlerinin içine baktım. “Bazen gözlerinin içinde çok garip bir ifade oluyor.” Dediğimde tek kaşını kaldırdı. Açıkladım. “Bunu söylemek ne kadar doğru bilmiyorum ama yas tutuyor gibi bakıyorsun.”

 

Gözlerini kaçırdı. Bu da haklı olduğum anlamına geliyordu. “Mesude, ailen hayatta mı?” diye sordum. Gözlerindeki bakışı anlayabilmiştim çünkü tanıdıktı. Belki ailesinden birilerini kaybettiği için böyle bakıyordu bilmiyordum. “Hayattalar.” Dedi, sonra kahvesinden bir yudum içti. “Manisalıyım. Birkaç ayda bir gidip görüyorum onları.”

 

Derin bir nefes aldım. Duyduklarıma sevinmiştim ama ailesi yaşıyorsa sorun neydi? Oturduğumuzdan beri birkaç insan Mesude’ye çaktırmadan bakıp duruyordu. Normalde Mesude sivil giyinirdi ama bugün üzerinde polis üniforması vardı ve ona çok yakışmıştı. Çok güzel bir kadındı. Omzunun üzerindeki saçlarını tek tutam bırakmadan arkadan sıkıca bağlamıştı.

 

“Peki, hayatında biri var mı?” diye sordum bu sefer. Her an susup eski haline dönecekmiş gibi hissediyordum ama fırsatını bulmuşken onun hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordum. Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. Gözleri bir yerlere daldı ve o yerde mutlu olduğu belliydi. “Var.” Dedi sonra gözlerimin içine baktı. “Evliyim ben.”

 

Gözlerim kocaman açıldı. Bunu beklemiyordum. Yani sevgilisi olabileceğini düşünmüştüm ama evli çıkmasını hiç beklemiyordum. “Gerçekten mi?” diye sorduğumda kafasını salladı. “Evet, altı senedir hem de.” Biraz daha şaşırdım. “Kaç yaşında evlendin?”

 

“Yirmi iki.” Dedi, öyleyse şimdi yirmi sekiz yaşındaydı. Gülümsedim ama sonra gülümsemem yarım kaldı. Bakışları canımı sıkmıştı. “Mutlu değil misin?”

 

“Mutluydum.” Dedi. “Hem de çok.” Gözlerindeki özlemle birlikte buruk bir tebessümde bulundu. Elini boynuna götürdü ve bir kolye çıkarttı üniformasının altından. Kolyenin ucuna dikkatle baktığımda aslında kolye olmadığını anlamıştım. Bir künyeydi.

 

“Eşim askerdi.” Dedi, kulaklarım uğuldamaya başladı. “Üç yıl önce şehit düştü.” Nefes almayı kestim. Mesude’yi tanıdığım ilk ana gittim. Sonra onunla geçirdiğim zamanlara. Yüzündeki ciddiyet değildi aslında üzüntüydü. İçten içe kocasının yasını tutuyordu ve artık bu yas onun kişiliğine dönüşmüştü.

 

Sevdiği adam ölmüştü, gülümsemelerini sevdiği adamla gömmüştü.

 

“Başın sağ olsun.” Diyebildim. Boynundaki kündeye iki alyans vardı. Ünüformasının altına koydu, belki de kalbinin üstüne. “Vatan sağ olsun.” Dediğinde yumruklarımı sıktım. Gücüne gıpta etmiştim. Barış’ın ölme düşüncesi bile beni mahvetmişti o bu acıya nasıl dayanmıştı? Böyle bir acıya dayanılır mıydı?

 

Düşündüm. Annemi, sonra Esma teyzeyi… acıların boyutu değişiyordu ama deştiği yer hep aynıydı.

 

“Egemen ve Çınar aynı timdeydiler. Abini oradan tanıyorum.” Dedi Mesude. “İlk zamanlar zordu.” Dedi ama şimdi de zor olduğunu söyler gibiydi bakışları. “Çınar, bana bazı gerçekleri gösterdi. Aklımı başıma getirdi diyebilirim. Toparlanmaya çalıştım. Bu kadar oldu.”

 

“Gördüğüm en güçlü kadınlardan birisin.” Dediğimde kafasını belli belirsiz salladı. “Hiçbir kadın bu kadar güçlü olmak istemez, Nil.”

 

“Ben isterdim.” Dedim dürüstçe. “Ben… hep acıdan kaçmayı tercih ettim, savaşmayı değil.”

 

“Herkesin savaşı farklıdır.” Dedi. “Yöntemin buysa seni kimse bu yüzden suçlayamaz.” Derin bir nefes aldı. “Yaşadıklarını az çok biliyorum.” Dedi anlayışlı bir ses tonuyla. “Bir mucize gibisin.” Gözlerimi kırpıştırdım. Böyle düşünmesine ne sebep olmuştu bilmiyordum. “Acıya rağmen gülümseyebiliyorsun. Sahte veya gerçek, fark etmez. Ben ikisini de beceremiyorum.”

 

Bir an ne söyleyeceğimi bilemedim. Kafamdan bir sürü şey geçti ama hiçbiri dilime ulaşmadı. “Bir de.” dedi gülümseyerek. “Senin gülümsemelerin bulaşıcı.” Gülümsedim. Böyle düşündüğünü bilmek beni mutlu etmişti.

 

Konuşmamızı bitiren şey ikimizin ortasındaki sandalyenin çekilmesiydi. Aynı anda yanımıza gelen kişiye baktık. “Bölüyor muyum?” diye sordu Mirza oturup oturmamak arasında gidip gelirken. Mesude’yle kafamızı iki yana salladık. “Hayır,” dedim gülümseyerek. “Ama kahvesizleri masamıza almıyoruz.” Dediğimde Mirza sert bir nefes vererek kendine kahve almaya gitti.

 

Mesude kahvesinden bir yudum içtiğinde ben de kendi kahvemi önüme çektim. Normalde kahve içmeyi pek sevmezdim çünkü kahveler genellikle acı oluyordu. Acısını gidermek için bir sürü şeker atmam gerekiyordu içine ve bu da benim için tehlikeliydi. İçtiğim kahvede şeker yoktu ama tadı güzel gelmişti.

 

Mirza kahvesini alıp yanımıza geldi ve sandalyeye oturdu. İlk olarak bana döndü. “Nasılsın?” diye sorduğunda omuz silktim. “İyiyim. Barış’la konuştum.” Kafasını usulca salladı. “Başkomiserim uyanmış diyorlardı, doğruymuş demek.” Onu gözlerimle onayladım. “Çok şükür.” Dedi içten bir şekilde. “Bunu da atlattık.”

 

Atlatmıştık. Barış iyi olacaktı ve gerisini birlikte halledecektik. Bu sefer ben sordum. “Sen nasılsın?” Omuz silkti. “Aynı.” Dedi kestirip atarak. Gözlerim kısıldı. “Emin misin? Dertli görünüyorsun?”

 

“İnsan sarrafı falan mısın Nil?” diye sordu Mesude şaşkınlıkla. Aslında değildim. Bazı şeyleri kendimden biliyordum, o kadar. “Önemli bir şey yok.” Dedi Mirza kahvesinden içerken. “Bu önemsiz hali mi kardeşim?” Mesude’nin sorusuna katıldım. Bu önemsiz hali miydi gerçekten? Birazdan yere çöküp ağlasa şaşırmazdım.

 

“Şimdi sırası değil.” dediğinde kaşlarım çatıldı. Kendi derdini büyük ihtimalle böyle sıkıntılı bir ortamda dile getirmek istemiyordu. Barış vurulmuştu, birçok saldırı gerçekleşmişti ve herkes kötü bir durumdaydı ama arkadaşlar bu yüzden vardı. “Aksine, tam sırası. Dökül.” Dedim gözlerinin içine dik dik bakarak.

 

Gözlerini kaçırdı ve kahve bardağına baktı. “Elif’i evlendiriyorlar.” Dediğinde afallamıştım. Neden kimsenin yüzü gülmüyordu? “Ne demek Elif’i evlendiriyorlar?!” diye sordum dehşetle. Omuzlarını kaldırıp indirdi. Elif, Mirza’nın sevdalısıydı nasıl evlendirirlerdi?

 

“Elif, istiyor mu bu evliliği?” diye sorduğumda kafasını iki yana salladı. “Hayır. Biz evlenecektik ama aileler izin vermeyince ne yapacağımızı bir süre bilemedik. İstemeye gitmişler Elif’i, üç gün sonra evlendireceklermiş.”

 

Skandal resmen.

 

“Mirza böyle bir şeye izin veremeyiz!” dedim yüksek bir ses tonuyla. Mirza masanın üstündeki yumruğunu sıktı. “Geç kaldım.” Dediğinde kaşlarımı çattım. “Hiçbir şeye geç kalmadın.” Dedim net bir şekilde. Anlamsızca bana baktı.

 

“Elif, bu evliliği kesinlikle istemiyor değil mi?”

 

“Hayır, onu evlendirdikleri adam babası yaşında. Orospu çocuğu. Onu elime geçirdiğim an geberteceğim.” Dedi Mirza. Elbette sevdiği kadının öyle bir adama gitmesini göze almamıştı. Anladığım kadarıyla da planı adamı öldürmekti, hapse girmeyi de umursamıyordu. Aşk… nelere kadirsin.

 

“Saçmalamayı kes.” Dedim ve saçlarımı geriye doğru savurdum. “O düğüne gidiyoruz.” Dediğimde Mirza kaşlarını çattı. “Ne saçmalıyorsun? Sevdiğim kadının düğününe mi gideceğim? Bir de altın takayım istersen?” Elimle kafasına geçirdim. “Aptal! Kaçıracağız!!”

 

“Kimi?”

 

“Ananın- tövbe tövbe! Evlendirdikleri Elif olduğuna göre babasını kaçıracağız, salak!”

 

Durdu ve söylediklerimi düşündü. Sonra yüzünü yüzüme doğru eğdi. “Yapabilir miyiz dersin?” diye sordu merakla. Genişçe sırıttım. “Hayatlarının en güzel düğününü yaşatacağız onlara.” Dedim büyük bir neşeyle. Ne zamandır maceraya atılmıyordum ve işte tam sırasıydı. Bu kaçırma merasimi beni tüm dertlerimden arındıracaktı.

 

“Mirza, biz polisiz farkında mısın?” diye sordu Mesude. “Yani?” dedi Mirza. Mesude gözlerini devirdi. “Yanisi insan kaçıramayız.”

 

“Ya Mesude mızıkçılık yapma! Bize yardım etmek zorundasın! Hani nereye gidersem gelecektin? Ya orada başıma bir iş gelirse?” diyerek çıkıştım.

 

“Peki.” Dedi kabullenerek. Konuşmaya devam etti. “Ama sonra bunu Barış başkomiserime nasıl açıklayacağız?” Sert bir nefes verdim. “Çok basit.” Dedim. “Açıklamayacağız.”

 

“Bok yoluna gidiyormuş gibi hissetmem normal mi?” dediğinde kıkırdadım. “Mirza kardeşin için yaparsın.” Dedi Mirza Mesude’ye yanaşarak. “Hem ben senin komiserinim, bu bir emirdir.”

 

“Siktir git, komisermiş! Eğer başımıza bir iş açılırsa gösterirler sana komiseri!” Acayip iyi bir ikiliydi. Ve biz müthiş bir üçlü olmuştuk.

 

“Merak etmeyin, her şey kontrolümde olacak.” Dedim büyük bir özgüvenle. Şimdiden tüm ayrıntıları düşünmeye başlamıştım. “Ama unutmayın bu yalnızca bizim aramızda kalacak. Eğer bir başkasına söylerseniz, mesela abim gibi veya Barış gibi,” Mirza’ya baktım. “Elif’i unut!”

 

Özellikle Mirza’ya yükleniyordum çünkü Mirza’nın Mesude’yi ikna edeceğini biliyordum. Komiserdi sonuçta. Şeytan gibi sırıttım. Bir Antep düğününe daha katılacaktım ve bu sefer her şey benim istediğim gibi gidecekti.

 

🪷

 

Bölüm sonu!!!

 

Düşünceleriniz?

 

Beğendiniz mi bölümü?

 

Mesude?

 

Onun ağzından bir kısım okumak ister misiniz?

 

Mirza?

 

Sizce o üçü neler yapacak?

 

Kübra ve Eymen tarafında neler oluyor dersiniz?

 

 

🍭

 

İnstagram; Zeynepizem

WhatsApp kanal adı; Şekerlerimm

 

 

Sonraki bölümde buluşalım♥️

 

Bölüm : 21.01.2025 21:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...