
12 bin kelime. Lütfen yorumlarınızı ve oylarınız eksik etmeyin♥️
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
ZEHİR ŞEKER
BÖLÜM 56
🪷
ÇINAR
Omuzlarım dikti. Bedenim dikti. Bu bedeni eğmek neredeyse imkansızdı çünkü bu hale gelebilmek için binlerce yıkımın içinden geçmiştim. Duruşuma rağmen içimde kıyım kıyım olan kalbim bir tezatlık oluşturuyordu. Gözlerimi diktiğim kapıya birkaç saniye daha bakma gereği duydum. Sonra omuzlarıma yenik düşen kalbimi dinleyerek elimi kaldırdım ve iki kez tıklattım.
İçeriden artık ezbere bildiğim sesi duyuldu. “Girin.” Elim kapının kulpuna uzandı. Çevirerek içeriye doğru ittim. Gözlerim anında güzel bedenini esir aldı. Asuman, beni gördüğünde gülümsemiş ve yatakta hafifçe doğrulmuştu. “Müsait misin?” diye sorduğumda kafasını salladı. Değilim deseydi bile yanına gitmeyi düşünüyordum aslında. Şu an gidebileceğim başka bir yerim yokmuş gibi hissediyordum. Kapıyı arkamdan kapattım ve sırtımı kapıya yaslayıp onu baştan sona inceledim.
Hasta kıyafetlerini çıkartmıştı. Gri bir eşofman altı ve kahverengi bir tişört giymişti. Giydiği tişört tüm hatlarını ortaya çıkartacak kadar dardı. Aklımı başımdan alacak bir fiziğe sahipti. “Çınar, iyi misin?” diye sordu merakla. Yeşil gözlerine baktım bu sefer. Endişeliydi. Benim için.
Son zamanlarda en çok garipsediğim şey birilerinin benim için endişeleniyor olmasıydı. Başta kardeşimde şimdi de karşımdaki kadında gördüğüm bakışlar kalbime yara bandı niyetine yapışıyordu. Asuman, hareketsizliğimden dolayı daha fazla endişelenmiş olacak ki ayağa kalktı ve terliklerini bile giymeden hızlı adımlarla önüme doğru geldi.
Kafamı minik bir açıyla eğip güzel yüzüne baktım. Boyu çenemin biraz altında kalıyordu. Ellerini kaldırdı ve tıraşsız yanaklarıma avuç içlerini bastırdı. “Çınar, bir şey mi oldu?” Buraya ne diye gelmiştim bilmiyordum ama gelmem gerekiyormuş gibi hissetmiştim. Normalde hastaneden çıkmam ve işlerimi yapmam gerekiyordu. Günlerdir koşturup durduğumdan mıdır nedir biraz nefes almak istemiştim ve istikametim Asuman’ın kaldığı oda olmuştu.
“Cevap versene be adam!” Sinirlendiğinde gözlerinin rengi daha alevli bir yeşil oluyordu. Alevli yeşil diye bir rengin hayatım boyunca varlığından bihaberdim ama işte, bu kadının gözleri ancak bu şekilde tasvir edilebilirdi. Dudağımın kenarı belli belirsiz yukarıya kıvrıldığında Asuman kaşlarını çattı. “Geçireceğim şimdi kafamı ağzına sırıtmak neymiş göreceksin! Konuşsana!”
Bu hallerini seviyordum. Hem de fazlasıyla. Yanaklarımda duran ellerinin üzerine ellerimi yerleştirdim. “Yapacak çok işim var.” Dedim belli belirsiz bir tonlamayla. “Ama yoruldum.” Gözleri kısıldı. Alevli bakışlarına bir sevimlilik ekledi. Mutlu olmuş gibiydi ama neye mutlu olduğunu anlamadım. “Dinlenmek için bana mı geldin?” diye sordu kafasını omzuna doğru yatırarak. Başımı usulca sallayarak onu onayladığımda genişçe gülümsedi.
“Öyleyse seni boş göndermeyelim.” Dedi ve yanaklarımda duran ellerini indirerek ellerimi tuttu. Beni yatağa doğru yürütmeye başladığında ona zorluk çıkartmadım. Birkaç gündür sürekli onu görmeye geliyordum. Uzun kalamıyor olsam da dakikalık kaçamaklarda dahi içimi umutla dolduruyordu. Yatağa oturmamı sağladı ve arkasını dönerek kapıya doğru ilerledi. Ne yaptığını merakla izlerken bir yandan da bedenini izliyordum. Eşofman ince belini kıskanacağım bir sıkılıkta sarıyordu. Uzun bacakları oldukça dikkat çekiciydi.
Kapının önünde durdu ve kilidi iki kez çevirip yeniden bana döndü. Onu her ayrıntısıyla izlemeye devam ettim. Kıvırcık saçlarını arkadan gelişigüzel topuz yapmıştı, birkaç asi tutam çehresine dökülmüştü. Önümde durduğunda kafamı kaldırarak yüzüme baktı. “Ne kadar zamanın var?” Derin bir nefes alarak kolumu kaldırdım ve bileğimdeki saate baktım. Saat sabahın onuydu. Öğlenden sonra üçte Devrim’in yanına gitmem gerekecekti. Operasyona çıkmadan önce onlara vermem gereken bilgiler vardı. Gidecekleri yeri de insanlarını da tanırdım. Geçecekleri yolları harita üzerinde işaretlemeli, ayrıca tünel giriş çıkışlarının da bilgisini geçmem gerekiyordu.
Devrimlerin yanına geçmeden önce yaşanan 3 saldırıdaki olay yerlerine tekrar gitmeyi ve incelemeyi düşünüyordum ama planladığım gibi olmayacaktı anlaşılan. Yorulmuştum. Her anlamda. “Birkaç saat.” Dedim kolumu indirirken. Elini yanağıma yerleştirdiğinde yüzümü avucuna doğru bastırdım. “Gözlerinin altı morarmış. Kaç gündür uyumuyorsun?”
Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Hesabını yapamayacağım kadar olmuştu sanırım. Baş parmağı gözümün altını okşadı. “Biraz uyumaya ne dersin?” Yüzümü yüzüne doğru eğdim. “Sen de benimle uyuyacaksın.”
“Bu bir emir mi?”
Kafamı belli belirsiz salladım. “Kabul ediyorsan hayır.”
“Etmiyorsam?”
“Bir emir, evet.”
Kıkırdadı. Eli yanağımı sevmeye devam ederken konuştu. “Öyleyse…” elini çekti ve asker selamı verdi. “Emredersiniz komutanım!” Gülecek halim yoktu ama güldüren olunca bana başka yapacak bir şey kalmıyordu. İki gün önce Halil İbrahim albay bizzat kendisi Antep’e gelmişti ve o sürede buluşma imkanımız olmuştu. Artık time gireceğim kesindi fakat şu an MİT’e bağlı bir operasyon yürüttüğüm için emirleri aldığım kişiler farklı olacaktı. Operasyon tamamlandığında Asuman’ın timinde görev yapacaktım. Bir üsteğmen olarak.
Yani bıraktığım yerden rütbemle devam edecektim.
Asuman’ın üzerine doğru eğildim ve bir bacağını kavrayarak bedenini üzerime doğru çektim. Sesli bir nefes verdi. Kendi isteğiyle kucağıma yerleşti ve bacaklarını belime sardı. Ellerimi beline yerleştirip bedenini bedenime bastırdım.
Asuman’ın babası Ergun Binbaşı kızından uzak durmama dair birkaç kez daha beni uyarmıştı. Lakin bilmediği bir şey vardı. Emretse dahi kızından uzak durmazdım. Duramazdım. Yüzünü izlemeye devam ederken sordum. “Sen nasılsın?”
Onunla ilgileniyor olmamı seviyordu. Bunu gözlerindeki pırıltıdan anlayabiliyordum, gerçi şu an gözlerinde farklı bir duygu vardı. Kaşlarım kavislendi. “Ne oldu?”
Bir omzunu kaldırıp indirdi. “Annemle konuştum.” Dikkatimi biraz daha ona yoğunlaştırdım. Gözlerim yüzünü esir almışken ellerim de ince belinde dolanıyordu. “Ne konuştunuz?” diye sordum bu sefer. Gözlerini gözlerimden kaçırdığında kaşlarım çatıldı. Belindeki bir elimi çekerek çenesine yerleştirdim ve bana bakmasını sağladım. “Tekrar mı sorayım yoksa anlatacak mısın?”
“Her zamanki şeyler.” Dedi, kestirip atar gibi. “Annem asker olmamı hiçbir zaman onaylamadı. O daha çok bir plaza kadını görmek istiyordu yanında.” Derin bir nefes aldı. “Ne yazık ki bu benim hayatım. Onun değil.”
“Sana ne söyledi, Asuman?”
Omuzlarını düşürdü ve sonunda düşüncelerindekileri dile getirdi. “Aslında önemli bir şey değildi. Ona hastanede olduğumu söyledim. Normalde taburcu olmam gerekiyordu şimdiye dek, o yüzden sorguladı. Bir kaza olduğunu anlattım.” Gözlerini yine kaçırdı. “Bu akılla devam edersem daha buralarda çok kalırmışım…” Yutkundu. “Nasıl olduğumu hiç sormadı.” Annesizliğin ne olduğunu bildiğimden ne hissettiğini anlayabiliyordum. Belki aynı değildi ama anneleri tarafından yaralanmış çocuklar birbirilerini anlardı. Annem, beni yokluğuyla yaralamıştı.
“Asuman.” Dediğimde gözlerini gözlerime çevirdi. “Asla aynı hissettirmeyeceğini biliyorum ama ben sana her zaman nasıl olduğunu soracağım.” Buruk bir gülümseme yerleşti dudaklarına. Boynumdaki ellerini sıkılaştırdı. “Teşekkür ederim.” Dedi fısıltıyla. “Nasıl olduğumu sorman önemli değil ama babama rağmen gitmediğin için teşekkür ederim.” Burnumdan sert bir nefes verdim. “Sana hiç vurdu mu?” En merak ettiğim şeylerden birisiydi bu. Asuman, babasından fazlasıyla korkuyordu ve bunun altında yatan sebepler aramadan duramıyordum. Gerçi Ergun binbaşının nasıl bir insan olduğunu az çok anlamıştım ama eğer böyle bir gerçek varsa bilmek istiyordum.
“Hayır, babam bana vurmaz.” Dedi Asuman. İçim birazcık rahatlar gibi oldu. “Ama sözleri her zaman tokatlardan daha ağır olmuştur. Annem ve babamın ilişkisi küçükken de çok sağlıklı değildi. Annem her zaman babamla evlendiği için büyük bir yanlış yaptığını söyleyip dururdu. Babam da onu duymazdan gelirdi. Bir süre sonra ikisi de odaklarını ben yaptı. Birine göre dünyanın en iyi kızı olmalıydım, sanatla uğraşmalıydım, nazik ve uysal davranmalıydım. Birine göre de sert ve dediğim dedik olmalıydım. Babam bana hiçbir zaman asker olmamı söylemedi. Asker olmak benim tercihimdi. Anneme bunu söylediğimde yıkılmıştı. Ben onların yarışıydım. Beni kendi taraflarına çekmek yarışın kazananını belirleyecekti. Bu yüzden annem benden nefret ediyor.”
Hiç annem olmadığı için bu konuyu nasıl yorumlayacağımı bilemedim. Asuman konuşmaya devam ettiğinde onu dikkatle dinlemeye devam ettim. “Beni sürekli fikrimden vazgeçirmeye çalışmıştı.” Duraklarına yine buruk bir gülümseme yerleşti. “En sonunda da benim gibi bir kızının olmadığını söyledi.”
Omuzlarını kaldırıp indirdi. “Bunu söylemek için geç kaldı. Babamla evlenmeden önce düşünseydi, değil mi?” Gülümsedim. Yanağını sevgiyle okşadım ve hafifçe yüzüne eğildim. “Annen seni seviyor, Asuman. Sen ameliyattayken gözlerindeki korkuya şahit oldum.”
“Belki.” Dedi yüzünü avucuma yaslayarak. “Ama hiç göstermedi.”
“Bu durum birazcık babanla alakalı olabilir mi?” diye sordum. “Yaptığımız iş kolay bir iş değil. Bugün varız yarın yokuz be kızım. Annenin tavrı belki bu gerçeğidir ve yanlış bir şekilde yansıtıyordur.”
“Bilmiyorum.” dedi. “Çocukken, babam evde değilken benimle oyunlar oynadığını hatırlıyorum. Nadir de olsa bunu yapardı. Galalarda veya davetlerde değilse benimle ilgilenirdi. Babam evdeyken ise başka bir kadına dönüşüyordu. Babamı seçtiğimi düşünüyor ama aslında babamı değil mesleğimi seçtim. Hiçbir zaman prenses olmadım. Her zaman aşırı bir çocuktum. Sürekli okuldakilerle kavga ederdim. Annem babama benzememden çok korkardı. Ona korkusunu yaşattım.”
“Babana benzemiyorsun.” Dedim kendi açımla durumu yorumlayarak. “Gerçi her an yumruğu yüzüme geçirecekmişsin gibi hissetmiyor değilim.” Güldü. Gülüşü güzeldi. “Bunun için sana bir temenni veremem, maalesef.”
Alnımı alnına anlık olarak yasladım. Bu daha çok nabzını ölçmek için yaptığım bir şeydi. “İyileştiğinde dövüş talimi yapmaya ne dersin?” Gözleri parladı. “Seve seve, derim.” Gülümsedim. Aklına başka bir şey gelmiş gibi bakışları değişti. “Buraya dinlenmeye geldin ama konuşup duruyorum. Aslında hiç bu kadar konuşan bir insan değilimdir.”
Belini okşadım. “Şu an dinleniyorum.” Dedim gözlerinin içine bakarak. Yorgunluğumun bedensel değil ruhsal olduğunu anlamamı sağlamıştı ve bunu yalnızca konuşarak yapmıştı. İlgim tamamen ondaydı. Sözlerinde, bedeninde, sıcaklığında…
Başını sağ omzuna doğru yatırdı ve gözlerimin içine ışıldayan gözlerle baktı. Sonra bir elini boynuma sürterek kalbime doğru getirdi. Orada durdu ve avucunun içini göğsüme bastırdı. “Biraz da sen anlatmak ister misin?” Kafamı iki yana salladım. “Seni dinlemek daha güzel.”
“Ben de seni dinlemek istiyorsam?”
“Başka bir zaman ne dersin?” diye sorduğumda kafasını salladı. Şu an kendi dünyama dönmek istemiyordum çünkü orası fazla karmaşıktı. Dönmek isteyeceğim tek şey kardeşimdi. “Bu akşam Nilüfer’in nişanı var.” Dediğimde kaşları kavislendi. “Gerçekten mi? Barış taburcu oldu mu?”
“Hayır, hastane odasında olacak nişanları.” Güldü. “Nil’in farklı bir dünyası var. Onu tam anlamıyla tanımış sayılmam ama tanıdığım kadarıyla benzersiz bir insan.” Gözleri kısıldı. “Sana benziyor.” Dediğinde onu öpmek istedim. Şimdilik kendime engel olabilmeyi başardım.
Nilüfer, söylediği gibiydi. Her şeyiyle benzersizdi ve aslında evlenecek olması canımı sıkıyordu. “Evlenmesini istemiyorum.” Dedim içimde ağırlık yapan gerçeği dile getirerek. “Neden?”
Omuz silktim. “Benimle kalmasını istiyorum. Evlilik bana ayrılık gibi geliyor. Onunla daha fazla vakit geçirmeliydim.” Asuman’a Nilüfer’le olan gerçeğimizi anlatmıştım. Kardeşimle birbirimizi birkaç aydır tanıdığımızı biliyordu yani. “Yine geçirirsin. Birbirinizi çok seviyorsunuz. Kopmazsınız. Hem bence Nil’in evlenmesi bir bakımdan iyi.”
Bana kalırsa hiçbir bakımdan iyi değildi. Yine de merak ettiğim için sordum. “Hangi bakımdan?”
“Biz askeriz, Çınar. Gidip aylarca dönmediğimiz oluyor. Böyle durumlarda en azından kardeşinin yalnız olmadığını bileceksin.” Dediğinde ona hak verdim. Belki de Nilüfer’in bu kadar çabuk evlenmek istemesinin sebebi buydu. Yalnızlıktan ve kaybetmekten yorulmuştu.
Bana söylediklerini anımsadığımda dişlerimi birbirine bastırdım. Annemin gözlerinin önünde öldüğünü söylemişti. Anlatmasını istiyordum ama canını yakmaktan korkuyordum. Asuman, kalbimin üzerindeki elini oynattı. “Hızlandı. Ne düşündün?”
Kafamı iki yana salladım. Asuman’a odaklanmalıydım. Bilinmezlik canımı acıtıyordu. “Hiçbir şey.”
“Hiçler böyle can yakmaz.” Dedi ve kalbimdeki elini sakallarıma çıkartıp yanağımı okşadı. “Eğer anlatmak istersen hep burada olacağım.” Dediğinde onu daha sıkı tuttum ve olayı kendi lehime çevirdim. “Kucağımda mı?”
Güldü. “Evet.”
“İsterim.” Dedim ve kollarımı ona sıkıca sarıp yüzümü boynuna yerleştirdim. Kokusunu derince içime çektiğimde gözlerim kapanmıştı. Kokusu bahar aylarında yeşermeye başlayan ağaçlara benziyordu. Biraz toprak biraz çiçek. “Söz ver.” Dedim ihtiyaçla. “Hep burada olacağına dair.”
Elleri saçlarımın arasına karıştı ve parmakları tutamlarımda gezindi. “Söz veriyorum. Aramıza uçurumlar girse de günün sonunda kucağına sığınacağım.”
Artık biliyordum ki eğer evlenecek olursam bu kadınla evlenecektim. O, yanımdayken bir eve ihtiyacım yoktu. Bir kez daha kokusunu içime çektim. Kokusu her şeye bedeldi. Eğer şehit düşmez de yaşarsak her saniye edeceğim en büyük dua onunla evlenmek olacaktı.
Geri çekildim ve gözlerinin içine baktım. Gözleriyle gülümseyen iki insan tanıyordum. Birisi Nilüfer’di. Birisi de Asuman’dı. Güzeldi. Özeldi.
Duygusal konularda iyi olmadığım için kaçma stratejisini kullanarak konuştum. “Timindeki adamlar başımı ağrıtacakmış gibi hissediyorum.” Güldü. “Hepsi kardeşim gibidir.” Dedi. “Kendi ailemden çok onların yüzünü gördüm. Artık ailem sayılırlar, o yüzden sana karşı önyargılı davranabilirler ama dert etme. Seni tanıdıklarında tavırları değişir.”
Umarım öyle olurdu yoksa biri elimde kalabilirdi. Özellikle de şu yüzbaşı bozuntusu. Asuman, oflar gibi bir nefes aldı. “Leyal’le konuştum, bu akşam operasyona çıkacaklarmış.” Dedi sitemli bir şekilde. “Katılamayacağım.”
“Henüz iyileşmiş sayılmazsın.” Derken önüne dökülen asi tutamları geriye doğru itiyordum. Söylediğim şeyden memnun kalmamış gibi yüzüme baktı. “İyileştim. Bugün taburcu oluyorum.”
“Hastaneden taburcu olman operasyonlara katılabilecek kadar iyileştiğini göstermez, Asuman.” Çok şükür ki yarası iyi bir seyirle iyileşmeye başlamıştı. Bugün taburcu olacağını biliyordum, doktoruyla sürekli konuştuğum için her şeyine vakıf sayılırdım. Tamamen iyileşmesi için en az iki hafta daha evde istirahat etmesi gerekecekti.
“Bana mantıklı açıklamalar yapmayı keser misin?” diye sordu ve kollarını yeniden boynuma doladı. “Hiç hoş değil.” yüzümü yüzüne yaklaştırdım ve burnumu hafifçe burnuna sürttüm. “Beni beklemeye ne dersin? Aynı anda time geri dönmüş oluruz. Bu hoşuna gider mi?”
Düşünüyormuş gibi gözlerini yukarıya kaldırdı. “Hmm.” Diye mırıldandığında dudaklarıma verdiği nefesle derin bir nefes almak zorunda kaldım. “Ne kadar sürer?”
“Fark eder mi?”
“Elbette eder. Seninle her şeye varım ama iyileştiğim an time katılmam gerek. Biliyorsun.” Gözlerimi kıstım. “Biliyor muyum?” diye sorduğumda kafasını salladı. Böylelikle burnu burnuma sürttü. Anlık olarak duraksadı. Sonra derin bir nefes alarak düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Yakınlığım onu etkiliyordu ve bu durum hoşuma gidiyordu. “Sonuç olarak ben bir askerim. Arkadaşlarımın bana ihtiyacı olabilir. Sen de aynısını yapardın.”
“Benim de sana ihtiyacım olabilir.” Dedim ve bedenini bedenime bastırdım. Yeşil gözlerini büyüttü. Onunla taşak geçtiğimi anlamış olmalı ki boynumdaki ellerini saçlarıma götürdü ve acımadan çekiştirdi. “Beni kıvrandırmaya bayılıyorsun değil mi?”
“Henüz kıvrandırmış sayılmam.” Dedim. “Kıvrandırmaya başladığımda emin ol anlarsın.” Gözleri dudaklarıma düştüğünde ben de otomatik olarak dolgun dudaklarına kilitlendim. Birbirimizi tanıyalı günler olmuştu. Onu aşıktım ve bunu durduramıyordum. Aynı hisleri ondan görüyor olmak beni tatmin ediyordu. Bana o kadar tanıdık geliyordu ki birbirimizle geçirdiğimiz zamanın kısalığı önemsizdi. Yanında hiçbir yerde hissetmediğim bir rahatlık hissediyordum. Bu yüzden hoşuna gitmeyeceği bir davranışta bulunma ihtimalim beni geriyordu. Ona yakın olmak istiyordum ama Asuman istemeyebilirdi.
Hastanede kaldığı müddetçe onunla daha yakın olmuştuk ancak ilk kez bu denli yakındık. Asuman’la iki kez oturduğumuz yatakta uyumuştum. Genelde yarım saatlik olan uykular fazla rahatlatıcıydı. Bu durumun tek kötü yanı yakınlığının irademi kırmak üzere olmasıydı.
Kırmızı dolgun dudakları yasak elmayı andırıyordu. Hafifçe aralık duruyordu ve günaha davet eder gibiydi. Yutkundum. “Seni öpeceğim.” Dedim, eğer çekilmek isterse çekilmesi için zaman tanıdım ve çekilmezse ne yapacağımı bilmesini istedim. Heyecanlandığını anlayabiliyordum ama gizlemekte bir numaraydı. Nefesini dudaklarıma vere vere konuştu. “Emir mi veriyorsun?”
Bedenimi kastım. Fazla ateşli bir hatun olduğunu kabul ediyordum. “Şu an emir komutanın bende olduğunu sanmıyorum, Asuman.” Dedim ve onu yeniden kendime bastırdım. Bacaklarının arasında duran bedenim ona gerçeği açıklamış olmalı ki kıkırdadı. Fırsat bu fırsat diyerek onu tam gülerken öptüm.
Dudaklarımı yanıp tutuştuğum dudaklarına bastırdım. Yumuşacık ve dolgundu. Her ayrıntısını keşfetmek istediğim için öncelikle alt dudağını hedef yaptım. Dudaklarımla altdudağını kavradım ve can suyummuş gibi emdim. Ellerimi tüm bedenini keşfetme arzusuyla tişörtünün altına soktum. Tenini hissettiğimde yangın büyüdü.
Bir elim çıplak sırtında dolaşırken diğerini ensesine yerleştirdim ve kendi isteğime göre hareket ettirdim. Muhteşemdi. Her zerresiyle muhteşemdi. Öpüşümü sertleştirdiğimde dudaklarıma doğru inledi. Tahrik edici sesi tüm ipleri koparmama neden oldu.
Onu istiyordum. Tam şu anda. Bu hastanede. Bu odada. Benim olmalıydı. Her zerresiyle onu hissetmeliydim. En kuytu köşelerini kendimle doldurmalıydım. Parmaklarını saçlarımda dolaştırdı. Bana karşılık veriyordu ve bu zaten başlı başına bir zelzeleydi.
Durmak istemiyordum asla ve asla. Lakin isteklerimi bir hastane odasında kıytırık bir yatakta gerçekleştiremezdim. Gerçi benim için sorun yoktu ama Asuman’ın ne hissedeceğini düşünmek zorundaydım. Dudaklarını öpmeyi keserek hafifçe geri çekildiğimde sert bir nefes verdi. Sonra art arda nefesler almaya devam etti. Nefeslerini soludum ve alnımı alnına yasladım.
“Neden durdun?” diye sorduğunda yutkundum. Dudağımın kenarı yukarıya kıvrıldı. Onunla uğraşmayı seviyordum ve tabi ki fırsatları değerlendirmeliydim. “Ben sert bir adamım.” Dedim. Alnını alnımdan uzaklaştırarak gözlerime baktı. “Bunu zaten biliyorum.”
Sırıtışım büyüdü. “Emin ol ki bilmiyorsun.” Gözbebeklerinin büyüdüğünü gördüğümde daha da keyiflendim. Anlatmak istediğimi anlamış olması iyiydi. Derin bir nefes aldı ve dudaklarını dudaklarıma sürttü. “Öyleyse bilmemi sağla.”
Siktir.
Fena halde siktir hem de.
“Sözüm olsun.” Dedim kendimi zorlayarak. Onu yatağa yatırıp üzerinde hakimiyet kurmayı düşünüyordum ve bu düşünce her anlamda kasılmamı sağlıyordu. Derin bir nefes aldım. Dudaklarımı bir kez daha dudaklarına bastırdım. “Henüz iyileşmedin.”
Gözlerimin içine baktı. Bana genişçe gülümsediğinde omuzlarımın düştüğünü hissettim. “Öyle değişik bir adamsın ki…” diye mırıldandığında tek kaşımı kaldırdım. “Nasıl değişik?”
Omuzlarını kaldırıp indirdi. “Öyle işte.” Dediğinde güldüm. “Sen de öyle değişik bir kadınsın ki anlatamam.” O da güldü. Değişik insanlar birbirini bulduğunda böyle oluyordu demek ki. Onu daha sıkı kavradım ve yatağa doğru devrildim. Hızlı davrandığım için dudaklarından minik bir nida koptu. Acı nidası değildi, şaşkınlık nidasıydı.
“Aniden şey yapmasana be!” diye kızdığında güldüm. Omuzlarımı tutarak üzerimde pozisyonunu düzeltti ve en sonunda başını omzuma yerleştirdi. Kollarımı bedenine sıkıca sardım. Biraz uyumam gerekiyordu.
Hayır.
Biraz, Asuman’la uyumam gerekiyordu.
🪷
Zaman hızlı geçiyordu. Hiçbir zaman, zamanla bir derdim olmamıştı. Çünkü ölmek için yaşamıştım. Dakikaları ve saniyeleri sayan bir insan değildim. Tek gerçeğim mesleğimdi. Nilüfer’le birlikte kendi gerçeğimi bulmuştum. Şimdi ise gerçeğime anlam katıyordum.
Asuman’ın göğsüme serilmiş saçlarıyla oynarken derin bir nefes aldım. Göğsüm kabarıp sindi. Bu hareketlilikten dolayı kıpırdanarak daha rahat bir pozisyona geçti. Üzerimde uzanıyordu. Yatak küçük olduğu için değil yakınlığını hissedebilmek için orada uyuması gerektiğini söylemiştim. Uyanalı neredeyse on dakika olmuştu. Kolumdaki saate baktım. Eğer şimdi çıkmazsam geç kalacaktım.
Kollarımı Asuman’ın bedenine sararak olduğum yerde sağa doğru döndüm ve yastığa yerleşmesini sağladım. Neyse ki uyanmadı. Gülümsedim. Benimle birlikte uyumuştu ve bu hoşuma gitmişti. Sessizce yanından kalkarak çıkarttığım botlarımı ayağıma geçirdim. Sandalyede absürt bir şekilde duran ceketimi aldım. O sırada yataktan gelen hareketlilik Asuman’a bakmamı sağladı. “Gidiyor musun?” diye fısıldayarak sorduğunda yanına yanaşarak yüzüne doğru eğildim.
Dudaklarımı alnına bastırdım. “Evet. Şimdilik.”
Derin bir nefes aldı ve gözlerini kırpıştırarak açtı. “Bende seninle geleceğim.” Dediğinde kaşlarım çatılır gibi oldu. “Daha iyileşmedin Asuman.” Dedim beni dinlemesini umarak. Omuz silkti. “İyileştim Çınar. Asker adamız biz, abartma.”
Gülecek gibi oldum. “Asker adamız demek?” diyerek onu tekrar ettiğimde gözlerini devirdi. “Gelmek istiyorum. Çok sıkıldım, hem bizimkileri de görürüm. Operasyona katılacak değilim zaten.”
Gelmesi benim için bir sorun değildi. Sonuçta o da timdendi ama dinlenmesi gerektiği tarafındaydım. Gözlerine baktığımda gerçekten buradan uzaklaşmak istediğini gördüğüm için kabullendim. “Tamam, istediğin gibi olsun.” Derken yataktan doğrulmuştu bile. Hızlıca terliklerini giydi. O sırada dolaba hırkası var mı diye bakındım ama yoktu. Bu da benim ceketimi giyeceği anlamına geliyordu. Dışarısı soğuktu. Kasım ayının sonlarındaydık.
Asuman, dağılmış saçlarını iki eliyle yukarıda topladıktan sonra etrafa bakındı. Tokasını aradığını anladığımda yanına yaklaşarak yatağa oturdum. Bir ara uyanmış saçlarıyla oynayarak yeniden uykuya dalmıştım. Bileğime taktığım tokasını çıkarttım ve saçlarını devraldım. Şaşırsa da bir şey söylemeden saçlarına dokunmama izin verdi. Dikkatli bir şekilde saçlarını yukarıdan topladım ve tokasını bağladım. “Elin böyle şeylere yatkın.” Dedi, sesi şaşkın çıkıyordu.
Omuz silktim. “Kardeşim için zamanında çok denemiştim.” Dedim ve ayrıntı verdim. “Oyuncak bebekler üzerinde.”
“Diğer kardeşinde neden denemedin?” diye sordu merakla. “Bana gerek kalmıyordu. Annesi bağlıyordu onun saçlarını.” Dedim. Lavin ve Volkan’a haksızlık yaptığımı kabul ediyordum ama o zamanlar gençtim. Benim için doğru olan tek şey vardı. O da adını kendim koyduğum kardeşimdi. Tutunabileceğim başka bir şeyim yoktu. Bana göre annem beni terk etmişti ama kardeşim zorunda kalmıştı. Karşılaşacağımız günlerin hayali kurduğum olurdu. Volkan ve Lavin gibi mi olurduk diye düşünürdüm. Onlar pek kavga etmiyordu. Biz, bence ederdik derdim. Benim kardeşim benim gibi hırçındır diyerek kendi kendime kafamda bir kardeş var etmiştim ve sonra her şey olması gerekenden daha da kötüye gitmişti.
Boşa geçen zamana bir kez daha yandım. Asuman, daldığımı görmüş olmalı ki yataktan kalktı. “Hadi gidelim. Geç kalacağız.” Elini bana uzattı. Tuttum ve yataktan kalktım. Hastaneden çıkarken çoktan ceketimi üzerine giydirmiştim. Elimi telefonuma atarak Nilüfer’i aradım. Birkaç saattir sesi çıkmıyordu. Normalde şimdiye araması gerekiyordu.
Telefon yüzüme kapandığında kaşlarım çatıldı. Yeniden arayacaktım ki yukarıda mesaj ibaresi belirdi. Mesaj atan Nilüfer’di.
Abimm;
Uyuyor, arama.
Adımlarım durdu. Yukarıya çıkmayı ve Barış’ı son kez dövmeyi düşündüm. Asuman yanımdan merakla sordu. “Ne oldu?”
Çocuk gibi omuz silktim. “Ben kardeşimi vermek istemiyorum!” dedim burnumdan nefeslenerek. Asuman halime güldü. Komik bir şey mi vardı? Olay kardeşimle ilgiliydi. Gidip tam adamına aşık olmuştu resmen. Neyse ki şöyle güzel bir tarafı vardı; Ne zaman kafam atacak olsa gidip eşek sudan gelene kadar dövebilirdim ve elini dahi kaldıramazdı.
“Bunu bir de kardeşine söyle.” Dediğinde boynumu kütlettim. Söyleyemezdim. Çünkü söz vermiştim ve sözümde de duracaktım. Yalnızca hislerimi dile getirmek iyi geliyordu. Nilüfer’in uyandığında beni araması için Barış’a kısa bir mesaj attıktan sonra yürümeye devam ettik. Asuman’la birlikte arabaya yerleştik ve yola koyuldum. Sessizliği sevmediğim için sordum.
“Ankara’ya ne zaman dönmeyi düşünüyorsun?”
Asuman omuz silkti. “Babama kalsa hemen.” Dedi öncelikle. Sonra kendi yanıtını verdi. “İznim bitene kadar burada kalmak istiyorum.” Bana baktığını hissettiğimde ona döndüm. Söyledikleri beni açıkçası mutlu etmişti. “Tabi senin için sorun olmazsa?” Sorgusu beni güldürdü. Gülmemin sebebi düşündüğü şeyin saçmalığıyla alakalıydı. Bana kalsa yanımdan bir an ayrılmasını istemezdim.
“Benim çiftliğimde kalacaksan bir sorun olmaz.”
“Senin çiftliğin mi?”
“Evet, benim çiftliğim var.” Dedim gururla. “At binmeyi sever misin?”
“Bir de at çiftliğin mi var?” dedi daha çok şaşırarak. “Evet.” Dedim rahatça. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra konuştu. “Severim. Küçükken birkaç kez binme şansım olmuştu ama sonra hiç binemedim.”
Ona baktım. “Neden?”
“Başarıya odaklanmıştım. Akademiyi birincilikle bitirdim.” Şaşırmadım. Onu tanıdığım kadarıyla azimliydi. Ayrıca dosyasını okumuştum. Akademiden birincilikle mezun olduğu ayrıntısı da hâlâ zihnimdeydi. “Kendini bu kadar başarıya odaklama sebebin baban mı?”
Kafasını belli belirsiz salladı. “Evet. Bana kızı olarak hiç aferin dediğini duymadım ama asker olarak duydum.” Dedi sesi kırgınlıklarını saklıyordu. Keşke onun için yapabileceğim bir şey olsaydı. Ne yazık ki yoktu. Ben de baba sevgisi nedir bilmezdim. İki aynı yaranın farklı uçları gibiydik.
Sessiz süren yolculuğun ardından buluşma noktası olarak ayarlanan yerin önünde arabayı durdurdum. Tek katlı bir gecekonduydu. Uzaktan bakan kişi içeride kimsenin yaşamadığını düşünebilirdi. Görünende hâlâ yalnızca bir çiftçi olduğum için böyle bir yer seçmiştik. Gerçi artık aptal bile benim ne yaptığımı anlardı da Albayın emri bu şekildeydi.
Kapıya iki kez yumruğumu vurdum. Çoktan geldiğimizi görmüş olmalıydılar. Asuman sessizce yanımda beklerken omzumun üzerinden ona baktım. “Bizi bilerek bekletiyorlar değil mi?” Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Cevabını anlamak zor değildi.
Bu sefer daha sert vurdum kapıya. Neyse ki sonunda açıldı. Timde daha önce görmediğim bir askerdi kapıyı açan. Pala bıyıklı, sert çehreli bir adamdı. Benden büyük olduğunu anlamak zor değildi. Bir kafa selamı verdikten sonra Asuman’a baktı. “Ooo, Asuman!” dedi beklemediğim sıcak bir ses tonuyla. “Ferhat abi!” dedi Asuman neşeyle ve adamın kollarına atıldı. Kıskançlıktan çatlayacağım sandım.
Adam iki kez Asuman’ın sırtına DOSTÇA dokunduktan sonra geri çekildi. “Dönmüşsün!” dedi Asuman heyecanla. “Neden haber vermedin?”
“Yeni geldim. Operasyona çıkmadan yanına uğrayacaktım.” Dedi Ferhat. “Valla seni böyle dimdik görünce içim rahatladı be kızım. Aklımızı aldın.”
“Oldu bir şeyler be abi.” Dedi Asuman geçiştirmek ister gibi. Sonra bana doğru döndü. “Bak seni Çınar’la tanıştırayım. Artık bizimle olacak.” Ferhat elini bana uzattığında karşılık vererek elini tuttum. “Hayırlı olsun.” Dedi ama az öncekine göre oldukça sertti sesi. “Eyvallah.” Dedim ve elimi elinden çektim.
“İçerdeler, seni bekliyorduk.” Kafamı usulca salladım ve içeriye doğru yürüdüm. Ev boştu. Eşya yoktu. Asuman arkadan gelirken Ferhat’la sohbet içerisindeydi. Kendimi işime odaklamaya çalıştım. Seslerin geldiği odaya girdiğimde aradığım yüzleri görmüştüm.
Devrim buradaydı. İlk odağım oydu. Ki beni beklediğini gözlerindeki bakıştan anlayabiliyordum. Hepsi tam teçhizat giyinmişti. Salonun ortasında bir masa vardı. Masanın üzerine iki farklı harita açılmıştı. Yerdeki çantada görünen 3 tane rulo şeklinde katlanmış harita daha vardı. Birisinin silahı masanın üzerindeki haritanın kenarındaydı. Büyük ihtimalle kağıt kapanmasın diye yerleştirmişlerdi. “İki dakika geciktin.” derken Devrim bana doğru yürüyordu. Ona kısık bir bakış attım ve saatimi kontrol ettim. “Kapıyı zamanında açsaydınız gecikmezdim.” Dediğimde kaşları kavislendi.
“Sansar, biz kapı sesi duyduk mu koçum?” diye sordu Devrim pencerenin önünde bekleyen genç adama. Benden birkaç santim kısa olmalıydı. Temiz bir yüzü vardı ve buradakilere göre daha genç duruyordu. “Duymadık komutanım.” Dedi, Sansar. Odada bir kıkırtı döndüğünde gözlerimi devirdim.
Aman ne komik.
“Şu işi bitirelim.” Dedim sabırsız bir şekilde. Yüzbaşı bana doğru geldi ve elini uzattı. Elini sıkıca tuttum. Birbirimizi ölçtükten sonra geri çekildik. “Albayım senin hakkında bir şeyler söyledi.” Tek kaşımı kaldırdım. “Beni konuşup duruyor olmanız ne hoş.”
“Elbette konuşacağız, birader.” Dedi ortada bekleyen sarışın adam. Gözleri maviydi ve ilgi çekiyordu. “Biz time katılan herkesi konuşuruz.”
“Elbette konuşursunuz.” Dedi içeriye yeni giren Leyal. Sarışın adama ters ters baktıktan sonra yanıma doğru geldi ve elini uzattı. Kısaca tutup geri çektim elimi. “Hoş geldin, Çınar.” Dedi Leyal. Kafamla minik bir onay işareti verdim. “Eyvallah, hoş bulduk.”
Leyal, sarışın adama ve yüzbaşına baktı. “Sen bunlara aldırma. Time ilk kez katıldığımda bir ağzıma sıçmadıkları kalmıştı.” Devrim, Leyal’in söylediğinden rahatsız olmuş gibi boğazını temizledi. Leyal, onu duymazdan gelerek benimle konuşmaya devam etti. “Sana özel değil yani.” Samimiyetine karşılık gülümsedim. “Sen de mi yenisin?” diye sordum merakımı gidermek için. “Çok değil ama eski de sayılmam.”
Anladım dercesine kafamı salladım. Devrim, Leyal’in önüne geçerek benimle göz teması kurduğunda ifadesiz gözlerle ona baktım. Leyal’le konuşuyor olmamı kıskanmıştı. “İşe mi dönsek artık?” dedi yapmacık bir gülümsemeyle. “Dönelim tabi…” dedim ve ben de yapmacık bir şekilde kelimelerimi tamamladım. “Komutanım.”
Sessiz soğuk bir bakışma geçti aramızda. Asuman’ın arkamdan yükselen sesini duydum. “Albayım haber bekler, komutanım.” Dediğinde Devrim, Asuman’a hak verdi. “Daha fazla bekletmeyelim o zaman.” Diyerek eliyle masayı gösterdi. Olduğum yerde bedenimi masaya doğru çevirdim ve birkaç adımda masanın önünde durdum. Bir yanıma az önceki sarışın gelirken diğer yanıma Devrim geldi.
“Üç farklı istikamet çizebildik. En güvenlisi üçüncü yol ama en hızlısı ikinci yol. Önerin nedir?” Masaya doğru eğildim ve haritaya göz gezdirdim. O sırada kalanlar da masanın etrafını sarmıştı.
“Şu orospu çocuklarının verdiği ifadeler birbiriyle çakışıyor. İki farklı ana kamptan söz ettiler.” Dedi en genç gözüken adam. Masaya yeni bir harita açtı. Üç yer kırmızı kalemle işaretlenmişti. “Üçüncüsü?”
“İfadelerden birinde ismi geçti. Ne olduğunu henüz bilmiyoruz.” Haritaya yaklaşarak daha dikkatli baktım. “Açık alan. Toplanma kampı olabilir mi? Üstelik yakınlarında köyler var.”
Devrim konuştu. “Bizim tahminimiz de o yönde ama önceliğimiz ana kampları patlatmak. O taraflarda hiç bulundun mu?”
“Evet.” Dedim ve ilk ana kamp olarak işaretlenen yerin 8 kilometre ötesindeki yeri gösterdim. “Kampa en yakın köy burası. Üçüncü yolun üzerinde kalıyor. Bu köyün içindekilerin hepsi terör yanlısı. O yüzden kampa giderken köyün etrafından dolaşmanız gerekiyor. Aksi takdirde geldiğiniz haberini hemen uçururlar.”
“O zaman üçüncü yolu ortadan kaldırıyoruz, boşuna zaman kaybı.” Dedi Devrim. İkinci yolun istikametinde sert kayaçlar vardı. Geçmesi zahmetli olacaktı ama en yakın yol bu yoldu. Gözlerim birinci yola kaydı. O beyaz bir kalemle işaretlenmişti. “Birinci yola ne dersiniz?”
“Fransa’nın üssü var. O yüzden ilk etapta orayı elemiştik.”
“Sizi oradan geçirtirim, tek seferlik. Dönüşte başka yolu denemelisiniz.” Yanımdaki adam sordu. “Nasıl olacak o iş?”
“Çok fazla Fransız’la iş yaptım.” Dedim. Gerçi yaptığım şeye iş denemezdi çünkü genellikle onları kendi kârıma kullanmıştım. Benim kârım devletin kârı demekti. “Tünelleri var. Tünelin çıkışı yarı yarıya sizi kampa yaklaştırmış olur.”
“Dönüşte neden başka yolu deniyoruz öyleyse?” diye sordu Leyal.
“Tünelin tek girişi var. Çıkış noktalarından içeriye girilmiyor.”
Devrim dikkatle bana baktı. “O tünelleri kaç kez kullandın?” Omuz silktim. “Hiç saymadım.” Dediğimde sert bir nefes verdi. “Güvenli olduğundan emin misin, Çınar? Tünelin içindeyken savunmasız oluruz.”
“Eminim. Yalnızca tek bir sorun olacaktır.” Kapıda karşılaştığım Ferhat sordu. “Ne?”
“Çıkışlarda tuzak var. Açacağınız her kapı hareket sensörlü bir bombaya bağlı. Tünel çok büyük olduğu için Fransızlar nöbet tutmak yerine böyle bir kolaylığa başvurmuş. Yanınızda bir bomba imha uzmanı var mı?” diye sorduğumda herkes arkama baktı. Onların baktığı yere baktığımda Asuman’ı gördüm. “Sikerler! Daha neler!” diyerek çıkıştığımda arkalardan boğaz temizleme sesi duyuldu. Bu bir uyarıydı ama umurumda değildi. Asuman’a doğru ilerledim ve kollarını tutarak yüzüne eğildim. “Sen bomba imha uzmanı mısın!?”
Kafasını usulca salladı. “Ne demek bomba imha uzmanısın? Değilsindir!”
“Öyleyim. Dosyamı eksik mi okudun?”
“Hayır, her ayrıntısını okudum ama dosyanda bu yazmıyordu.” Dedim, gerçekten yazmıyordu. YAZMIYORDU! Biz askerdik elbette her birimiz bu eğitimden de geçiyorduk ama özel alan olarak neden bombayı seçmişti ki? Başka alan yok muydu?
Beni kalpten mi götürecekti bu kadın? Bakışlarım nasıldı bilmiyordum ama halime güldü. “Sakin ol. Benim için çocuk oyuncağı.” Gözüm seyirdi. Düşünüyordum ve düşündükçe gözüm elim ayağım birbirine karışıyordu. “Asuman.” Dedim yüzümü yüzüne yaklaştırarak. “Şaka değil mi? Şakadır şaka.”
Hiç de şakaymış gibi bakmıyordu yüzüme. Yine de duymalıydım. Asuman, yalan söylemezdi. “Yavrum, bir şey söylesene.” Gözlerini büyüttü. Aynı saniyelerde arkamdan sesler yükseldi.
“Ne dedi lan o?”
“Valla toprağım, Asuman bacıma yavrum dedi.”
“Ben de duydum komutanım.”
“Kesinlikle, dedi.”
“Ne yapacağız komutanım? Dövelim mi?”
Asuman, kollarındaki ellerimi indirerek arkama baktı. “Sakin beyler.” Dedi. Sonra uyarı dolu bir bakış atarak masaya yaklaştı. “Kaldığım yerden devam edelim. Değil mi komutanım?” Devrim genişçe sırıttı. O sırada bana bakmayı da ihmal etmedi. “Tabi kardeşim, edelim.” Dediğinde derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bu konuyu daha sonra sindire sindire Asuman’a soracaktım.
Masaya yeniden yaklaşarak konuştum. “Asuman’ı götüremezsiniz. Başka bir imhacı bulun.” Devrim, bana kısık bakışlarla baktığında aynı şekilde karşılık verdim. “Benim için sorun değil, komutanım. Göreve hazırım.” Kaşlarımı çatarak Asuman’a baktım. “Henüz tam anlamıyla iyileşmedin. Bir operasyon kaldıramazsın Asuman.”
O da kaşlarını çattı. “Neyi kaldırıp kaldıramayacağımı ben bilirim.” Dediğinde dişlerimi birbirine bastırdım. Devrim derin bir nefes alarak araya girdi. “Çınar haklı, Asuman. Şu an göreve çıkamazsın.”
“Ama komutanım-”
“Bu bir emirdir teğmen!” Asuman sustu. Devrim’e her ne kadar uyuz oluyor olsam da verdiği karar beni memnun etmişti. Masanın karşısında duran askerlerden birine bakarak bir emir daha verdi. “Aslanım, karargaha bilgi geç.”
“Emredersiniz komutanım!”
Onları izlemeye keserek Asuman’a döndüm. Onunla konuşacak birtakım konularımız vardı. Madem beni değil emir komutayı dinliyordu o halde ben de bu yolu kullanırdım. Ne de olsa onun komutanıydım.
🪷
NİL
Gözlerimi kamaştırarak uyandığımda ilk başta ne olduğunu algılayamadım. Her taraftan bir ses çıkıyordu. Birisi kafamın üstünden bir şey geçirdi. Örtüler odanın ortasında uçuştu. Birkaç dakika etrafa melül melül baktım. Sona Barış’a doğru döndüm. Halinden memnun görünüyordu. “Ne oluyor?” diye sorduğumda genişçe gülümsedi. “Karıcım akşam nişanlanıyoruz ya, onun için hazırlık yapıyorlar.” Dedi Barış. Ağzım bir karış açıldı.
Karıcım… lafına bile şaşıramıyordum şu an çünkü daha çok şaşıracağım şeyler yaşanıyordu etrafımda.
Esma teyze elindeki tencereyi Barış’ın eline tutuşturdu. “Bir tut şunu oğlum!” dedi ve işine kaldığı yerden devam etti. Hastane odasına bildiğin deterjanlarla, bezlerle girmiş temizlik yapıyorlardı. “Anne tavanları da silecek miyiz? Vallahi belim koptu, yeter.” Diyerek sitemle konuştu Aysel. Esma teyze kısa bir süre tavana baktı. “Yok tavan kalsın, yatağın altını sildin mi?”
“Sildim anne.”
“Koltuğun altını?”
“Orayı da sildim anne. Yeminle sildim. Yeter artık!”
“Yetmez! İlk kez kız istiyoruz, pis pis mi isteyelim?!”
“Anne! Hastane odası burası, ev değil ki! Ne bekliyorsun?” Esma teyze elindeki bezi Aysel’e savurdu. “Sus kız! Annene yanıt verme! Benden iyi mi bileceksin sen?!” Aysel mecburen susmak zorunda kaldı. O sırada içeriye sandalyeleri sırtlamış Baran girdi. “Anne yan odadan çaldım bunları. Nereye koyayım?”
“Çaldın mı?!” diye yükseldi Esma teyze. “İzin alarak al, dedim oğlum!”
“Uyuyordu kadın anacım ya! Uyandırmak istemedim!”
“Allah’tan kork! Bırak onları git çabuk izin al! Çabuk!” Baran söylenerek omzuna attığı iki sandalyeyi odaya bıraktı ve dışarı çıktı. Lavin ve Volkan da buradaydı. Volkan duvarın kenara sinmiş korkuyla etrafa bakıyordu, Lavin ise Aysel’e yardım ediyordu.
Onları izlemeyi keserek Barış’a döndüm. “Neden bu kadar uğraşıyorlar ki?”
“E güzelim seni isteyeceğiz, elbette uğraşacağız. Kuru kuruya olmaz.” Gülümsedim. Hoşuma gitmişti. Barış’ın elinde tuttuğu tencerenin kapağını açtım. Gözlerim resmen ışıldadı. Yaprak sarma vardı. Hemen Esma teyzeye çaktırmadan ağzıma birkaç tane attım ve çiğnemeye başladım. Mis gibiydi.
Annemin yaptıklarına benziyordu o yüzden daha çok seviyordum. Ben sarmalardan aşırırken Aysu ortada koşuşturmaya başlamıştı. Esma teyze bir yandan iş yaparken bir yandan da Aysu’ya kızıyordu. Aysu ise kafasına göre koşmaya devam ediyordu.
Kıkırdadım. Ortam o kadar karmaşıktı ki gülmemek elde değildi. Kapı yeniden açıldığında oraya baktım. Dilan hanım içeriye elinde beyaz bir şeyle girmişti. Bana bakarak gülümsediğinde ona karşılık verdim. “Günaydın kızım.” Dedi içten bir şekilde. “Bak sana ne getirdim.” Elindeki beyaz şeyi yatağa bıraktığında doğrularak merakla baktım. “Bu nedir?”
“Bohça. Bizim buralarda adettir. Kız evinden bohçasıyla gider.” Gözlerimi kırpıştırdım. Dilan hanım bohça dediği şeyin düğümlerini çözerek içini açtı. “Pek bir şey değil ama kendi ellerimle yapmıştım. Sevmezsen çarşıdan alırız.” Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. Örgü patikler ve liflere baktım. Çok güzeldiler. Benim hiç bohçam olmamıştı. Bu çok güzeldi. O kadar güzeldi ki.
“Bunları gerçekten bana mı veriyorsunuz?” diye sordum yeniden emin olmak için. Kafasını salladı. Kalbim heyecanla attı. Ben yöresel ürünleri çok severdim çünkü çocukken annem hep anlatırdı. “Çok güzel. Çok beğendim. Çok teşekkür ederim!” dedim sevinçle. Teşekkür etmek için Dilan hanıma sarıldığımda karşılıksız bırakmadı. “Beğendin mi gerçekten?” diye sordu. Geri çekilerek hızlıca kafamı salladım. “Evet! Bayıldım. Söz veriyorum, gözüm gibi bakacağım.”
Benim kadar mutlu olmuştu söylediklerime. Derin bir nefes aldım ve yaptıklarına baktım. Çiçekli işlemeler, özenle yapılmıştı. O kadar güzeldiler ki. Hele ki patiklere bayılmıştım. Annem yaşasaydı o da benim için yapar mıydı acaba böyle şeyler? Dokuma yaptığına hiç şahit olmamıştım. Çünkü zaten eve çok yorgun gelir, daracık vakitte yemeği hazırlar, karnımı doyurur ve uyurdu. “Ne oldu kızım?” diye sordu Dilan Hanım, kafamı iki yana salladım. “Hiçbir şey. Teşekkür ederim tekrardan.”
“Ne demek, istersen yine yaparım sana.”
“Zahmet etmeyin. Bunlar yeter de artar bile.” Aslında isterdim de istemeye yüzüm yoktu. “Nil abla?” diye seslenen Lavin’e döndüm. “Giyeceğin elbiseyi seçtin mi?”
“Elbise mi?” diye sordum şaşkınca. “Şey, elbise işini düşünmedim.” Dedim, aklıma hiç gelmemişti ki. Ben sadece abimden beni isteyecekler iş bitecek sanıyordum. Böyle biliyordum ki. Evde olsaydık hazırlanırdım ama burası hastane odasıydı neticede. Gerek olacağını sanmamıştım. “Olsun. Benim yanımda birkaç makyaj eşyası var. Aysel de saçlarını yapar.” Dedi mutlu bir şekilde. Aysel, camları silerken Lavin’in söylediğine yanıt vermişti. “Yaparım tabi. Hemen şimdi yapayım mı?!” diye sordu yardım dilenir gibi. Kıkırdadım. Annesi arkasında zebellah gibi belirdiğinde konuşmayı keserek camı silmeye devam etti.
Dilan Hanım bohçayı yeniden bağlarken konuşuyordu. “Şimdi kaldırıyorum bunları kızım, kirlenmesin.” Kafamı usulca salladım. Barış’a doğru dönerek merakla sordum. “Abim geldi mi?” Kafasını iki yana salladı ve yastığın kenarındaki telefonumu alıp bana uzattı. “Uyandığında aramanı söylemişti.” Telefonu elinden aldım ve hemen adını tuşlayıp kulağıma yasladım. İkinci çalışta telefon açıldı. “Abicim?” Bana böyle seslenmesini çok seviyordum.
Genişçe gülümsedim. “Ne zaman geleceksin abi?” diye sordum merakla. “Gelirim bir saate güzelim, var mı istediğin bir şey?”
“Yok abi, sağ ol.” Dedim. “Yeni uyandım ben. Anca arayabildim seni.”
“Sanki ben nişanlanıyorum.” diyerek homurdandı. “Ne bu rahatlık?” Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Ne yapayım, uykum vardı.”
Telefonun uçundan güldüğünü işittim. “Tamam abicim, geleceğim ben birazdan zaten. İstediğin bir şey olursa ara, tamam mı?” Kafamı görüyormuş gibi aşağı yukarı salladım. “Tamam abi. Görüşürüz. Kendine dikkat et.”
“Görüşürüz abim.” Dedi ve telefonu kapattı. Kulağımdan indirerek kenara bıraktım. “Barış, nişana böyle gelsem kötü mü olur?” diye sordum üzerimdeki kıyafetleri göstererek. Kot pantolon ve siyah bir kazak vardı. Fazla günlüktü ancak artık elbise için çok geçti.
“Olmaz.” Dedi Barış gülümseyerek. “Ben giydiklerinle değil, seninle ilgileniyorum sevgilim.” Gülümsedim. İçim biraz olsun rahatlasa da elbise giymediğim için üzülmüştüm. Kapı bir kez daha açıldığında dikkatim oraya kaydı. Uzun zamandır görmediğim Berzan’ı gördüm. Barış’ın sol kolu olan polis memuruydu bu. Çok cana yakın bir insandı ve benim gibi çok konuşuyordu. Üstelik hastalandığımda hastaneye bir çelenk ve çikolata getirmişti.
Barış’a bir baş selamı verdikten sonra asıl muhatabına yani Esma teyzeye döndü. “Esma teyze istediklerini getirdim.” Derken elindeki iki kutuyu işaret etti. “Nereye bırakayım?”
“Sağ ol oğlum, ellerin dert görmesin.” Dedi Esma teyze ve pencerenin kenarını gösterdi. “Şöylece bırakıver.” Berzan, Esma teyzenin dediğini yaparken Aysel’in çığlığıyla ona taraf döndüm. Pencereyi silmek için çıktığı sandalyede dengesi bozulmuştu. Yüreğim ağzıma gelmişken yakınında duran Berzan bir kaza olmasını engelleyerek Aysel’in kolunu tuttu ve kendi tarafına doğru çekti. Böylelikle Aysel, Berzan’ın üzerine düşmüş oldu.
“Aysel!” diye kükreyerek doğrulan Barış, eli ayağı birbirine giren Esma Teyze, panikleyen kardeşlerim bir tarafaydı Berzan’ın Aysel’e olan bakışları da bir tarafaydı. “İyi misiniz?” diye sordu üzerindeki Aysel’i dikkatlice kaldırmaya çalışarak. Aysel korkmuş olmalı ki hızlı hızlı nefes alıyordu. “Düşeceğim sandım!” Esma teyzeden önce Barış yataktan kalktı ve kardeşinin önünde diz çökerek ellerini yüzüne yerleştirdi. “Var mı bir şeyin?” diye sordu endişeyle.
Aysel kafasını iki yana salladı. Gözlerinden bile ne kadar korktuğu anlaşılıyordu. Berzan, Volkan’ın yardımıyla yerden doğrularak kalktığında ona dikkatlice baktım. Aysel’e bakıyordu. Esma teyze de kızının yananı gitti. “İyi misin kızım?” diye sordu anne şefkatiyle. Aysu bile yanlarındaydı ve ablasını korku dolu gözlerle izliyordu. “Uf mu oldu abla?” diye sorduğunda ağlamamak için kendimi zor tuttum. Çok güzeldiler.
“İyiyim, korktum sadece.” Dedi Aysel derin bir nefes alarak. Yataktan kalktım ve Barış’ın arkasına doğru ilerledim. Çok hızlı kalkmıştı. Konuşacağım sırada fark ettiğim şeyle gözlerim büyümüştü. “Berzan! Kafan kanıyor!”
Berzan, gözleri Aysel’den çekerek bana baktı. “Kafam mı kanıyor?” diye sordu şaşkınlıkla. Elini kafasına götürdü. “Neresi?”
“Ay! Ambulans gitti çocuk!” diyerek doğruldu Esma teyze. Berzan’ın yanına gitti ve kanayan yere baktı. Barış, kardeşini yerden kaldırırken kendi de doğrulmuştu. “Anne bağırmasana, zaten hastanedeyiz.” Dedi o sırada. Aysel, Berzan’a doğru döndü. “Çok özür dilerim, iyi misiniz? Lavin bir şey yap!” dedi panikle. Lavin, bir hekim edasıyla Berzan’a yaklaştı ve kanayan kafasına dikkatlice baktıktan sonra garip bir şey yaptı. Baş parmağını kana bandırdı ve sonra da dilinin ucuna götürdü.
Barış’a fısıltıyla sordum. “Bu modern tıp falan mı?”
Omuz silkerek, “Hiçbir fikrim yok.” Dedi. Lavin’e garip garip bakmayı sürdürürken o bize dönerek gülümsemişti. “Salça bu!”
Afalladım. “Salça mı?” Aynı soruyu Barış da sormuştu. O sorusunun devamını getirdi. “Anne, Allah aşkına hastane odasında salçayla ne yapmayı düşünüyorsun?” diyerek az önce Berzan’ın bıraktığı kutulara baktı. Gerçekten de kutulardan birisi patlamış ve içindeki salça kavanozu kırılmıştı. Akan salça da Berzan’a yar olmuştu.
Rahat bir nefes aldık. Kimseye bir şey olmamıştı ve bunun nedeni Berzan’dı. Barış, Berzan’ın omuzuna dostça vurdu. “Sağ ol koçum. Yetişmesen-”
“Ne demek başkomiserim!” dedi Berzan panikleyerek. Kaçamak bir şekilde Aysel’e baktıktan sonra Barış’a odaklandı. “İstediğiniz bir şey yoksa ben gideyim Başkomiserim.”
“Yok kardeşim, akşam bizimkilerle gelirsiniz.” Berzan, kafasıyla bir onay verdikten sonra bana baktı. “Görüşürüz Nil bacım.” Ona gülümsedim. “Görüşürüz.” Dedim. Berzan odadakilere de bir selam verdikten sonra dışarı çıkmıştı. Hemen gözlerimi Aysel’e çevirdim. Berzan’ın çıkmış olduğu kapalı kapıya bakıyordu.
Esma teyze konuştuğunda ona döndüm. “Tamam, temizlik işi bitmiştir. Şimdi biraz odayı süsleyelim zaten çok bir şey kalmadı akşama. Lavin kızım sen de kahve fincanlarını ayarla. Bak o kutuda kahve makinesi de var. Çıkarıver onları.”
Genişçe gülümsedim. Bu kadın gibisini görmemiştim. O kadar marjinal bir insandı ki bir benzeri daha yoktu. Bunca hazırlığın benim için olduğunu bilmek, üstelik her ayrıntısını düşünmeleri gözlerimin dolmasına neden oldu. Kendi ailemden görmediğim ilgiyi görüyordum ve içime oturmuştu.
Beni neden babam yerine abimden istiyorlardı mesela? O kadar ilgisiz bir adamdı ki anlam veremiyordum. Özür dilemiş, pişman olduğunu söylemişti ama bunun dışında hiçbir şey yapmamıştı. Gerçekten beni kazanmak isteseydi durmadan uğraşırdı değil mi? Uğraşmıyordu.
“Nil?” bakışlarımı Barış’a çevirdim. Önüme gelmiş saç tutamımı arkaya itti. “Ne oldu?” Derin bir nefes alıp verdim. “Bir şey olmadı.” Dedim. Sonra merak ettiğim içim bir şey sordum. “Şu an ne hissediyorsun?”
Genişçe gülümseyerek yüzüme doğru eğildi. “Mutlu hissediyorum. Sen ne hissediyorsun?”
“Ben de mutluyum ama eksik de hissediyorum.” Dedim onunla içimdekileri paylaşmak istediğim için. “Keşke annem de burada olsaydı.” Diyerek kelimelerimi bitirdiğimde gözlerinin içinde şefkat belirdi. Yanaklarıma ellerini yerleştirdi. Tutuşu o kadar nazikti ki sanki kırmaktan korkuyor gibiydi. “Eskiden büyükler ölenlerin bizleri izlediğini söylerdi. Ben buna inanmıyorum.” Yanağımdaki bir elini kalbime doğru indirdi. “Bizi izleyen anılar bence. Annenin anısı bugün seninle yaşıyor, Nil. Onun yokluğunu, yerini dolduramam ama sana güzel anlar yaşatarak anılarını süsleyebilirim. Geçmişte yaşanan her şey bugünle anlam kazanır.”
İyi ki ona aşıktım. Her şeyin çözümünü bulabilecek bir mucizeydi sanki. Gözlerine daldığım sırada bizden bağımsız bir boğaz temizleme sesi duyduğumuzda irkildik. Barış ellerini çekti ve ben de biraz uzaklaştım. Odada insanların olduğunu unutmuştum. Barış varken diğer her şey yok oluyordu. Öyle bir etkisi vardı üzerimde.
Yine de yüzüm kızarmıştı çünkü odadakiler tarafından izleniyor olmak hiç hoş değildi. Saçlarımı düzelterek Esma Teyzelere yardım etme teklifinde bulundum ama o kabul etmedi. Barış’ın yanından kalkarsam terliği kafama geçireceğini söylemiştim. Esma teyze biraz korkutucu bir kadındı o yüzden sözünü dinlemekten başka çarem kalmamıştı. Yarım saat boyunca Barış’ın uzandığı yatağa oturmuş bir şekilde çevremizde dönen olayları izlerken kapı iki kez tıklatıldı. İçeriye doğru açıldı ve sonra abim göründü. Genişçe gülümsedim. Kafasıyla odadakilere bir selam verdikten sonra bana baktı. “Gelsene bir abim.” Dedi kapıyı göstererek. Kaşlarım merakla yükseldi. Kısaca Barış’a baktıktan sonra yataktan kalktım ve yanına ilerledim. Abimle odadan çıktığımız an sordum.
“Bir şey mi oldu abi?”
Kolunu omzuma atarak beni kendine doğru çekti. “Olmadı abicim.” Dedi abim rahat bir şekilde. Üzerinde siyah bir pantolon ve siyah bisiklet yaka bir tişört vardı. Kasları acayip derecede belli oluyordu. Hastaneden çıkarken bu kıyafetler yoktu üzerinde. Değiştirmişti. “Neden çağırdın öyleyse?”
“Göresim geldi.” Dedi ve omzumdaki kolunu sıkılaştırdı. Yüzüm göğsüne yaslandı ama bu asla bir sevgi sarılışı değildi. Saçlarımı elleriyle hunharca dağıtırken inler gibi bağırdım. “Ya kafayı mı yedin?! Bıraksana!”
Bırakmadı. Ben çırpınırken o gülüyordu ve hiç hoş değildi. “Abi!” Diye bağırdım ve sonunda ellerinin arasından kurtulmayı başardım. Birkaç adım ondan uzaklaştığımda gözlerim ateş saçıyordu. “Mahvettin saçlarımı! Of! Nişanımda güzel olmam gerekiyordu! Çirkin değil!” Ellerimi tarak gibi yaparak dağıttığı saçlarımı düzeltmeye çalıştım. Sırıtan yüzüne açılıp bir tane geçirmek istiyordum.
“Ne diye yaptın ki şimdi bunu?” Diye sordum çaresizce. Saçlarım darmadağın olmuştu. Zaten güzel bir elbisem bile yoktu, şimdi bir de darmadağın saçlar eklenmişti. Gerçekten dünyanın en çirkin nişanı benimki olacaktı. Çünkü ben çirkindim.
“Abiliğin şanındandır kardeşlerle uğraşmak.” Dedi bir de çok güzel bir şey yapmış gibi. Ona kötü kötü baktım bir süre. Sessizlik aramızda gidip geldikten sonra küçük bir kahkaha attı. Kollarını bana doğru açtı. “Gel sarılıp barışalım, hadi.” Omuz silktim ve kollarımı göğsümde birbirine doladım. “Gelmeyeceğim. Küstüm!”
“Söz veriyorum, saçlarını ben yapacağım. Şimdi abinin kollarına gel.” Çatık kaşlarım normal halini aldı. “Örecek misin?” diye sordum çocuk gibi. Kafasını aşağı yukarı salladığında artık ona küskün değildim. Hâlâ açık duran kollarının arasına gülümseyerek sokulduğumda anında bana sarılmıştı. İçimde hissettiğim tüm eksiklikler kapandı. Abimin varlığı annemin yokluğunun üzerinden geliyordu.
Saçlarımın üzerini öptü ve derin bir nefes çekti içine. Geri çekildiğinde gülümseyerek ona baktım. Abim ise üzerime bakıyordu. “Üzerini hâlâ değiştirmemişsin.” Dedi sorar gibi. Gülümsemem sekteye uğradı. “Değiştirmeyeceğim ki.”
“Nasıl değiştirmeyeceksin?”
“Bas baya. Elbise almayı unuttum.” Dedim gözlerimi kaçırarak. “Kötü mü görünüyorum ki?”
“Hayır. Çınar Ilgazoğlu’nun kardeşinin kötü görünme ihtimali yok.”
“Neden yokmuş?”
“Çünkü güzelim meteor gibi bir abin var. Böyle abiye böyle kardeş yakışır.” Dedi eliyle beni göstererek. Güldüm. Pek de mütevaziydi kendileri.
“Neyse,” dedi ve olduğum yerde dönmemi sağladı. Ellerini sırtıma yerleştirip yürümem için ittirmeye başlamışken nereye gittiğimizi sorgulamadan edemedim. Koridordan döndüm ve asansörün olduğu yere ilerledik. “Nereye gidiyoruz?”
“Üzerini değiştirebileceğin bir yere.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. “Abi, dedim ya giyecek bir şeyim yok.”
“Kim demiş yok?” derken asansörün tuşuna basmıştı. Ona garip garip baktım. “Var mı?” diye sordum tereddüt ederek. “Yok mu, Nilüfer?”
Cinnet geçirecektim ama şimdi. “Var mı abi?!” Asansör geldi ve kapılar açıldı. Cevap vermek yerine beni içeri itti ve kendi de yanıma geldi. “Var.” Dedi. Asansör hareket etmeye başlamıştı. “Nasıl var? Yok.”
“Şöyle düşün, sen bir peri kızısın ve ben de sihirli bir abiyim. Ve abiler her zaman yoku var eder.” Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Dalga geçip geçmediğini anlamaya çalışıyordum ama sanırım geçmiyordu. “Bana elbise mi aldın?” diye sordum masumca. “Kardeşime nişan elbisesi almayacaksam ne diye yaşıyorum?”
Dudaklarım açılıp kapandı. Bir an ne söyleyeceğimi bilemedim. Aramızda olan bir adımlık mesafeyi yıkarak ağzına girdim ve o mesafeden tam gözlerinin içine baktım. “Gerçekten mi?” Gülümsedi. “Gerçekten.”
“Yaa!” diye bir çığlık koptu dudaklarımdan. İnanamıyordum. Heyecanla kollarımı abimin boynuna doladım. “SEN VAR YA! DÜNYANIN EN İYİ ABİSİSİN!” Küçük bir kahkaha atarak sarılışımı karşılık verdi. “Biliyorum.” Dedi bir de üstüne.
Off! Muhteşem bir adamdı. Hızlıca geri çekildim ve yüzüne baktım. “Hani? Nerede elbisem! Bakayım, göster hadi!”
Tavrım komiğine gitmiş olmalı ki gülüşü hâlâ yüzündeydi. Asansör durduğunda abim elimden tuttu ve birlikte asansörden çıktık. “Asuman’ın odasına bıraktım. Ayakkabı da aldım. Orada giyinebilirsin.” Asuman’ın kaldığı odaya doğru ilerlediğimizi anlamıştım böylelikle. Onca işi gücü varken beni düşünüp o kadar uğraşmıştı demek. Adımlarım durduğunda abim de otomatik olarak durdu. “Abi.” Dediğimde başını omzuna doğru yatırdı. “Hm?”
“Teşekkür ederim.” Dedim içten bir şekilde. Öncelikli teşekkürüm varlığınaydı ama o aldıkları için teşekkür ettiğimi sandı. Gözlerine sevgi dolu bir ifade yerleşti. “Rica ederim, abicim.” Dedi benim gibi içten bir şekilde. “Yeter ki mutlu ol, senin için yapamayacağım hiçbir şey yok.” Gözlerim dolu dolu olsa da ağlamamak için kendimi kastım. Kendi nişanımda kızarık gözlerle dolaşamazdım. “Ben de senin için her şeyi yapacağım, söz.” Dediğimde güldü. “Öyleyse nişan işi-” Lafını kestim. “O kadar değil!” dediğimde ufak bir kahkaha atmıştı.
Abimle, Asuman’ın odasının önüne geldiğimizde elini kaldırdı ve iki kez kapıyı tıklattı. Kapının birden açılmasını beklemediğim için irkilmiştim. Asuman abimi yok sayarak beni odağına aldı. “Merhaba, Nil.”
Gülümsedim. “Merhaba. Nasıl oldun?” diye sordum öncelikle. Yaralı olduğu için bu hastanedeydi. Abime sorduğumda endişelenecek bir şey olmadığını söylemişti ama aslında bunu söylerken oldukça endişeliydi. Onu ayakta görmek beni mutlu etmişti. “Turp gibiyim.” Dedi ve o sırada abime ters bir bakış attı. “Sen nasılsın?”
“Ben de iyiyim. Nişanıma gelecek misin?” diye sordum heyecanla. Anlık duraksamış olsa da sonradan gülümsedi. “Olur, gelirim. Geçsene içeri.”
Geçsene içeri… tekil. Sadece bana söylediğini hissetmiştim ama umarım yanlış hissetmişimdir. Kapıyı sonuna kadar açıp geri çekildiğinde içeriye girdim. Abim ise birkaç saniye sonra arkamdan geldi. İçeri girip girmemekte tereddüt etmiş gibiydi. “Eşyalar yatağın üzerinde. Ben çıkıyorum, sen rahatça giyinebilirsin.” Dedi ve sonra hazır ola geçip abime baktı. “Dışarı çıkabilir miyim komutanım?!” Bu kadının gür sesi beni bir gün öte tarafa uğurlayacaktı.
Abim, “Asuman-” demişti ki Asuman abimin sözünü kesti. “Emredersiniz komutanım!” dedi ve kapıyı açıp dışarı çıktı. Çarpan kapıya şaşkınca bakındım ve hemen sonra abime döndüm. “Abi! Ne yaptın kıza?!”
Abimin eli ensesine gitti. Yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. “Beni biliyorsun…” dedi kem küm ederek. “Biraz hayvanlaşmış olabilirim.”
“Aferin sana! Aferin yani! Hayır bir de utanmadan söylüyorsun!”
Çocuk gibi omuz silkti. “Ne yapayım?” dedi. “Tepemi attırmasaydı o da.” Gerçekten ona inanamıyordum. Neden kavga etmiştiler bilmiyordum ama abim hayvanlık ettim dediğine göre suç ondaydı.
“Aptal! Gidip gönlünü alacağına söylediğin lafa bak.” Derin bir nefes çekti içine. “Alamam.”
“Ne demek alamam?”
“Çünkü gönlü zaten bende.” Dediğinde burnumdan sert bir nefes vererek güldüm. Sinirim bozulmuştu. Rahatlığı beni öldürecekti. “Madem gönlü sende onu kırma abi. Sonra özür dilemek işe yaramıyor.” Dedim net bir şekilde. “Bunu gayet birinci dereceden deneyimledik. İki taraf içinde yorucu oluyor. Biliyorsun.”
“Maalesef.” Diye mırıldandı. Zar zor duydum. “Neyse üzerini giyin sen. Ben bir benimkine bakayım.” Sırıttım. “Seninki demek ha? Oldunuz mu siz o kadar?”
Çapkınca suratıma baktı. “Beni biliyorsun, hızlıyımdır.” Dedi ve göz kırptıktan sonra dışarı çıktı. Odada yalnız kaldığımda önce derin bir nefes aldım ve sonra hızlı bir şekilde yatağa bırakılmış poşetlere döndüm.
İçimde kocaman bir heyecan belirdi. Gözlerimi sıkıca kapattım ve elimi kalbimin üzerine yerleştirdim. “Anne, nişanlanıyorum.” Dedim beni duyuyormuş gibi. “Çok mutluyum. Çok gülen çok ağlar derdin, çok mutlu olan da üzülür mü anne?”
🪷
Telefonumun sırtını yastığa yaslayarak geri çekildim ve ön kameradan görünen bedenime baktım. Abimin aldığı elbise bembeyazdı ve hayatımda gördüğüm en güzel elbise olabilirdi. Bedenime tam oturmuştu. Boyu dizlerimin biraz üzerindeydi. Bel kısmında korseye benzer bir detay vardı bu yüzden belim oldukça ince görünüyordu. Durduğum yerde hareketlendiğimde kabarık etek oynadı. Çok hoştu. Omuzlarım tamamen açıktı, elbisenin kolları düşüktü ve balon modelindeydi.
Barış’ın aldığı kolye boynumdaki açıklığı göz alıcı bir şekilde doldururken elimi kaldırarak yüzüğüme de baktım. Müthiş bir uyum! Abim elbiseyle birlikte bana ayakkabı da almıştı ve aldığı ayakkabılar oldukça zarifti. Topuklu, önü bantlı zarif, beyaz bir ayakkabıydı. Bileğimden geçen sarmal detay elbiseyle uyum sağlıyordu.
Eğilerek telefonumu elime aldım. Hatıra kalması için kameraya açtım ve kendimi çektim. Geçmişe baktığımda mutlu olduğum bir gün olarak kalacaktı bugün. Çok fazla fotoğraf çekinen bir insan değildim ama bugün bol bol çekilecekmiş gibi hissediyordum. Her ayrıntıyı belgelemeliydim.
Kapı iki kez tıklandığında telefonumu aşağıya doğru indirerek bedenimi oraya çevirdim. “Nil, giyindin mi?” diye sordu Asuman kapıyı açmadan. “Gelebilirsin.” Diyerek seslendiğimde kapıyı açıp içeri girdi. Beni gördüğünde gözlerini büyütmüştü. “Oha!”
Kıkırdadım. Deli dolu bir kadında Asuman. Henüz tam anlamıyla onu tanımıyordum ama sevmiştim. “Çok güzel olmuşsun.” Dedi yanıma doğru gelerek. Gülümsedim. “Teşekkür ederim.” Dedim içten bir şekilde. “Sen de çok güzelsin.” Üzerinde siyan bir pantolon ve deri ceketi vardı. Saçlarını açık bırakmıştı. Yüzüne de hafif bir makyaj yapmıştı. Oldukça güzel ve doğaldı. Özellikle saçlarını kıskanıyordum çünkü benim saçlarım düze yakın bir dalgalıydı ama onunkiler kıvırcıktı.
“Abim nerede?” diye sordum. “Arabadan bir şey alacakmış.” Dedi ve omuz silkti. “Yanına gelmemi emretti beyefendi.”
Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Barışmadınız mı?” diye sorduğumda derin bir nefes çekti içine. “Küs değiliz. Ki zaten çocuk da değiliz. Yalnızca sinirimi bozuyor.” Gülümsedim. “Abimin hobisidir insanların sinirini bozmak.” Güldü. “Anladım onu.” dedi keyfi yerine gelmiş gibi.
“Makyaj yapacak mısın?” diye sorduğunda kafamı belli belirsiz salladım. “Aslına-” Gözlerim kocaman açıldı. “Eyvah!” dedim. Hem de ne eyvahtı! Asuman, aniden değişen tavrıma karşılık meraklandı. “Ne oldu?”
“Ben Kübra’ya haber vermeyi unuttum! Öldürecek beni!” Telefonuma uzanarak hemen Kübra’nın numarasını tuşladım. Üçüncü çalışta telefon açıldı. “Kübra!” diye bağırdığımda kaşlarını çattığına emindim. “Ne oluyor, Nil?”
“Neredeysen ne yapıyorsan hemen bırakıyorsun ve hastaneye geliyorsun!” Dedim hızlıca. Allah kahretmesindi. Tek ailem Kübra’ydı benim. Nasıl ona haber vermeyi unuturdum? Nasıl?! “Nil, bir şey mi oldu?” Sesi endişeyle yükselmişti.
“Nişanlanıyorum! Hem de bir saate!”
Bir sessizlik oluştu. Sonra Kübra sordu. “Nişan mı?”
“Evet! Hemen gel!”
“Kızım şaka mı yapıyorsun?! Ne nişanı! Ne hastanesi! Kafayı mı yedin Nil? Sen beni öldürmek mi istiyorsun?!” Haklıydı, haklıydı! “Kafayı yemedim azdım!” dedim arkasından da bir kahkaha atarak. “Hemen gel Kübra! Lütfen! Sensiz olmaz!”
“Gerçekten pes diyorum başka da bir şey demiyorum sana. Nişanına bir saat kala mı bana haber vermeyi uygun gördün?”
“Unuttum yemin ederim! Aklıma hiç gelmedi. Bu sabah karar verdik zaten. Sonra ben günlerdir uyumadığım için uyudum ve iki saat önce uyandım. Üzerimi giyiniyordum ki aklıma sen geldin. Geliyor musun? Ne olur gel!” Ayaklarına bile kapanabilirdim gelmesi için. Kübra benim annem sayılırdı yanımda olmalıydı.
“Geliyorum Allah’ın cezası! Ben de sana nişanım olduğunda haber vermeyeceğim! Görürsün.”
“Oo kimle nişanlanacaksın ki?” diye sordum şakıyarak. “Yoksa Eymen’le mi?” Sert nefesini duydum. “Saçma sapan konuşma. Geliyorum, istediğin bir şey var mı?”
“Sadece seni istiyorum. Seni çok seviyorum. Hadi hemen gel.” Dedim ve kızacağını bildiğim için hemen telefonu kapattım. Kıs kıs gülerken Asuman da gülümseyerek beni izliyordu. Ona genişçe sırıttım. “Kübra’yla tanıştınız mı?” diye sorduğumda durup düşündü. “Savcı olan mı?”
“Evet.”
“İfade verirken görmüştüm. Çok güzel bir kadın.” Eriyormuş gibi omuzlarım düştü. “Yaa değil mi? Dünyanın en güzel kadını olabilir!” Abartmıyordum, çok güzeldi. Manken gibiydi. Savcılığı bıraksa mankenlikten devam edebilirdi. Hiç sırıtmazdı onda.
Gerçi beni kıstırdığı köşede dövecekti ama onu hâlâ çok seviyordum. Eymen’le iş birliği yapıp onu odaya kilitlediğim için bana hâlâ sinirliydi. Pişman değildim. Pişmiş kelle gibi sırıtarak ellerimi birbirine vurdum. “Hadi makyaj yapalım!”
Asuman, köşeye bırakılan poşetleri kontrol ederek birini aldı. “Burada. Hepsi yeni.” Elindeki poşeti yatağa döktü. Ambalajlı ürünlere bakarken gözlerim ışıldamıştı. “Abimle birlikte mi alışverişe çıktınız?” diye sordum kırmızı ruju alıp plastiğini çıkartmaya çalışırken. “Evet.” Dedi. “Elbiseyi beraber seçtik.” Ona inanamıyor gibi baktım. “Gerçekten mi? benim için elbise mi seçtiniz? Birlikte?”
Eli saçlarına gitti. Sorguluyor gibi sorduğum için sanırım çekinmişti. “Evet.” Dedi ve boğazını temizledi. “Rahatsız mı oldun?”
“Ne? Deli misin? Aksine çok sevindim! Bugün herkes benim için uğraşıyor! Daha önce kimse benim için bu denli uğraşmamıştı.”
Kübra uğraşıyordu gerçi ama kızıyordu da. Canım. “En güzelini hak ediyorsun.” Dedi Asuman içtenlikle. Ona gülümsedim. Başkaları için iyilik dileyen insanlar bence çok sempatikti. Biz birbirimizi pek tanımıyorduk ama en güzelini diliyorduk birbirimiz için. Saf ve karşılıksız bir duruştu bu. O yüzden anlamı büyüktü. “Makyajını benim yapmamı ister misin?” diye sorduğunda hızla kafamı salladım. Odada ayna yoktu ve telefonun kamerası da istediğim konforu sağlamıyordu.
“Zahmet olmayacaksa isterim.” Dediğimde eliyle yatağa oturmamı işaret etti. “Olmaz. Nasıl bir şey istersin?” Yatağa oturdum ve konuştum. “Sade ama göz alıcı bir şey.” Tam önümde durarak yüzümü inceledi. “Belki bir eyeliner çekebiliriz. Elbisen beyaz olduğu için yüzüne renk katmalıyız diye düşünüyorum. Bu yüzden allıkla yanaklarını pembeleştirebiliriz. Açık renkte far iyi gider ama kesinlikle rujun koyu olmalı.”
Gözlerim büyüdü. “Askerdeyken makyaj yapmana izin veriyorlar mı?” diye sorduğumda güldü. Konuşurken aynı zamanda makyajımı yapmaya da başlamıştı. “Bizim makyajımız kamuflaj boyasından öte değil.” Filmlerde görmüştüm. Ellerini ve yüzlerine siyah bir boya sürüyorlardı. “Makyaj yapmayı sana kim öğretti peki?”
“Küçükken annemi çok izlerdim. İzleye izleye öğrendim, benimle ilgilenmekten çok makyajıyla ilgileniyordu, yani teknik olarak kimse öğretmedi.” Dedi, işini kolaylaştırmak için gözlerimi kapattım. Ben annemin makyaj yaptığını hiç görmemiştim. Kelimelerinde bariz bir sitem vardı. Özel olabileceğini düşündüğüm için bu sefer sormadım. Sessizce makyajımı bitirmesini bekledim. Dakikalar içinde pratik bir şekilde bitirdi ve telefonunun kamerasını açıp bana doğru tuttu. “Nasıl olmuş?”
Beklediğimden daha iyiydi. Ben eyeliner çekerken çoğu zaman elim titrerdi bu yüzden çizik genellikle biraz dağınık olurdu ama şimdi sicim gibiydi. Yüzüme renk gelmişti. Koyu ruj dudaklarımı odak noktası yapıyordu. Her şey uyum içindeydi. “Harika olmuş! Eline sağlık.”
“Beğenmene sevindim.”
Kapı tıklatıldı. Abimin geldiğini bildiğim için cevabı Asuman’a bıraktım. O da bana bırakmış olmalı ki ikimiz de bir süre konuşmadık. Abim bu durumu umursamadan içeriye girdiğinde ikimiz de göz devirmiştik. “Niye sesiniz çıkmıyor sizin?” diye sorduğunda Asuman pencerelerin olduğu yere baktı. Onları izlemenin zevkli olduğunu fark etmiştim.
Ayağa kalktım ve abimin karşısında durdum. “Nasıl olmuşum abi?” beni baştan sona inceledi. Sonra derin bir nefes aldı. “Su gibisin.” Dediğinde genişçe sırıttım. Elinde gördüğüm poşet dikkatimi çekti. “O ne?”
Abim bir poşete bir de Asuman’a baktı. Asuman’ın kendine pas vermediğini gördüğünde kafasını iki yana sallayarak poşeti yatağa bıraktı. “Önemli bir şey değil.” Üstelemedim. “Saçlarımı yapacak mısın?” asıl merak ettiğim şey buydu. “Elbette yapacağım.” Dedi abim ve kollarımdan tutarak yatağa oturmamı sağladı. O da yanıma oturduğunda sırtımı ona taraf döndüm. Abim omuzlarımdan saçlarımı arkaya doğru aldı. Asuman ise poşetlerden birini alarak içinden tarak çıkarttı. Abime bakmadan tarağı uzattığında gülmemek için kendimi zor tuttum.
“Eyvallah.” Dedi abim tarağı alırken. Asuman yine bir şey söylemedi. Abim, aldığı tarakla saçlarımı taramaya başladı. Neden kavga ettiklerini çok merak etmiştim. İkisi de burada olduğu için bence sormanın tam zamanıydı. “Sizin sorunuz ne?” Asuman omuz silkti abim ise cevap vermekten yanaydı.
“Hanımefendi bildiğini okuduğu için ona emir verdim ve bu yüzden bana trip atıyor.”
“Trip falan atmıyorum Çınar. Hatırlarsan sus emri de vermiştin, emrini yerine getiriyorum!” Of, abim buradan nasıl dönecekti? “Sus emri falan vermedim, sadece o an susmanı söylemiştim.”
Asuman sesini kalınlaştırarak abimi taklit etti. “Bu saatten sonra sana konuşmak da yasak ve bu bir emirdir! Diyen de bendim değil mi?”
“Yavrum sen de susmuyordun ne yapayım?”
“Siktir oradan!” diye çıkıştı Asuman. Kıkırdadım. Acayip tatlıydılar. “Bundan sonra seninle konuşanı si-”
“O lafını tamamla da bak sana ne yapıyorum?!”
“En fazla emir verirsin!”
“Asuman!”
“Emredin komutanım!”
Her şey o anda oldu. Abim hızla oturduğu yerden kalktı ve Asuman’ın önüne dikildi. Dikilmekle de kalmadı çenesini kavradı ve dudaklarını sertçe öptü. Asuman öncelikle abimi itti ama sonra abim iki bileğini de yakalayarak arkadan bel boşluğuna sabitledi. Böylelikle Asuman’ın direnci kırıldı ve deli gibi öpüşmeye başladılar. Onlara ağzım on karış açılmış şekilde bakarken psikolojimin içi dışına çıkıyordu.
Daha da kötüsü işler kızışıyordu ve ben buradaydım. Burada! İmdat!
Her ne kadar aralarına girmek istemesem de burada psikolojim söz konusuydu. “İMDAT!” Diye bağırdığımda abim geri çekildi ve nefes nefese Asuman’a baktı. Kulağına bir şeyler fısıldadığında Asuman yutkunmak zorunda kalmıştı. “İmdat diyorum! Alo! Ben buradayım! Hey!”
Abim sonunda Asuman’ı bıraktı ve bana doğru dönüp genişçe gülümsedi. “Nerede kalmıştık?” Cevap verdim. “En son Asuman’ı ayak üstü götürüyordun, abi!” Asuman utanmış olmalı ki gözlerini kaçırdı. Abim ise sırıtıyordu. “Ondan önce.”
“Saçlarımı örüyordun.”
“Heh. Hadi öreyim.” Dedi ve az önce oturduğu yere oturup saçlarımı örmeye başladı. İnanılmaz birisiydi. Gerçi sanırım çevremdeki herkes öyleydi.
🪷
Heyecanla derin bir nefes aldım. Gelinlikle piste çıkıyor gibi hissediyordum. Abim koluma girmişti ve şu an Barış’ın olduğu odaya doğru gidiyorduk. “Abi.” Dedim titrek bir şekilde. “Abim?” diye yanıtladı beni.
“Ben çok heyecanlandım.”
“Hiçbir şey için geç değil, istersen tam şu an vazgeçebilirsin.” Dediğinde elimi kaldırdım ve omzuna geçirdim. Saçlarımı örerken de bin kez falan emin olup olmadığımı sormuştu ve benim her seferinde cevabım aynıydı; emindim.
Abimin diğer yanında yürüyen Asuman’a baktım. “Asuman, abime bir şey de.”
“Bir şey.” dedi gerçekten de. Gülmeyi unutmuş gibi ona baktığımda sırıtmıştı. “Erkeklerle çok takılınca böyle oluyor.” Dedi bana bir açıklama yaparak. Bu açıklamaya gerçekten de ihtiyacım vardı çünkü az önce espri zehirlenmesine kurban gitmeme ramak kalmıştı.
Abim, boğazını uyarıyla temizledi. Sanırım Asuman’ın söylediğini kıskanmıştı. Dikkati kendi üzerime çekerek Asuman’ı kurtardım. “Abi, şimdi beni senden istediklerinde ne diyeceksin?”
“Hayır.” Dedi rahatça. “Ya abi! Çalışmıştık ama!” İnatla hayır diyordu. Şu an çok takmıyordum ama ya gerçekten sorduklarında da hayır derse ne olacaktı? Düşer bayılırdım. Zaten gereksiz heyecanlıydım. Ve sanki Barış’ı istemeye giden bizdik. Normalde erkek tarafının gelmesi gerekiyordu ama şartlar değişmişti.
Koridoru döndüğümüzde gözlerim kocaman açıldı. Barış’ın odasının olduğu koridorun tümü insan kaynıyordu. Felç geçirmiş gibi adım atmayı kestim. “Bu ne abi?” diye sordum korkuyla. “Kızım evlenmek istediğin adam ağa! Ne bekliyorsun?”
“Ama abi! Çok kalabalık. Ankastirem tutuyor! Bir şey yap!”
“Ankastirene sıçayım!” diye söylendi abim. “Nişanlanmayı istemeden önce düşünseydin.”
Ofladım. “Çok gıcıksın! İnsan rahatlatmaya falan çalışır ya!”
“Rahatla Nilüfer!”
“Allah razı olsun abi rahatladım şu an bak!”
“Diyorum sana vazgeçmek için geç değil.” Tam şu anda vazgeçme olayını bir düşünmedim değil. “Aşiret bunlar! Milyon tane kuzenleri akrabaları var! Her gün böyle bi’ manzaraya uyanmak ister misin, ha?”
Ağlayacaktım şimdi. Neyse ki Asuman yardımıma koştu. “Çınar abartma.” Dedi abime kızarak. Sonra benim tarafıma geçti. “Merak etme Nil, her sabah göreceğin manzara Barış’ın yüzü olacak.” Rahat bir nefes aldım. Aradığım görümce iş başında.
Yakın tanıdıklarımızın yanımızda olacağını biliyordum ama gerçekten tüm koridorun insan yığınıyla dolmasını beklemiyordum. Yürüyecek yer yoktu. Birdenbire bu kadar insan nereden çıkmıştı? Kendi kendimi rahatlatmaya çalıştım. Sonuçta Barış oradaydı. Panikleyecek bir şey yoktu.
“Hazırım.” Dedim. “Hadi gidelim.” Abim huzursuzca mırıldandı. Sonra beraber yürümeye başladık. Hayalimde canlanana şey herkesin geldiğimizi fark etmesi ve önümüzden sırayla çekilmesiydi. Ama düşündüğüm gibi olmadı. Önümüzdeki insan bariyerine bakarken abim gür bir sesle konuştu. “Çekilin!” İnsanlar abimin gür sesiyle irkildi ve bizi fark ettiklerinde çekildiler. Üzerimde hissettiğim bakışlar beni geriyordu. Fısır fısır bir şeyler konuşuyorlardı ve az çok duyuyordum.
Abimin tuttuğum kolunu sıktım. Abim herkese ölümcül bakışlar attı ve sonunda odanın önüne gelebildik. Kapı açıktı. Ve içerisi de kalabalıktı. Şu günü adam akıllı atlatırsak şükredecektim. Böyle düşünmemiştim. Düşündüğüm şey birkaç kişinin olduğu bir odaydı ve sonra abimden istenecektim. Sonra abim kem küm edecek en sonunda da beni verecekti.
Ama Allah aşkına bu neydi? Tüm ilçe hastaneye akın etmişti resmen. “İnanılır gibi değil.” diye mırıldandı abim. “Resmen adamı istemeye gidiyoruz.” Sessizce güldüm. Haklıydı. Çocuklarıma gelecekte bu durumu abartarak anlatacaktım. Çok komik olacaktı.
Kapıdan içeriye girdiğimizde tanıdık kimseyi görmedim. Kaşlarım çatıldı. “Abi, yanlış odaya mı geldik?” Normalde Barış’ın istirahat ettiği yatakta tanımadığım kadınlar ve çocuklar oturuyordu. Abim de kafası karışmış gibi kaşlarını çattı. Göğsüme bir korku yayılmaya başladı. Ağlamak için hazırlanıyordum ki arkamdan aklımı alacak bir ses yükseldi. Bir kadın ağzıyla zılgıt çekiyordu. Abime yanaştım. “Abi!” dedim korkuyla. “Ne oluyor?!”
“Bilmiyorum.” dedi abim ve etrafa kısaca baktı. Sonra gözlerine bir ifade yerleşti. “Ulan psikopat herif.” Gözlerimi kırpıştırdım. “Ne oluyor? Bir şey söyle.” Abim omuzlarımdan tutarak odadan çıkmamı sağladı. Az önceki kalabalık koridorlarda bulunan odalara çekilmişti. Böylelikle koridorun sonunu görebilmiştim.
Barış, tek başına tam koridorun ortasında duruyordu ve üzerinde takım elbise giyinmişti. Gözlerimi büyüttüm. Ayağa kalkmamalıydı ama aşırı yakışıklı görünüyordu. Abimin kolundan çıktım ve koşar gibi Barış’a doğru ilerledim. Bana genişçe gülümseyerek elini uzattı. “Hoş geldin.” Dedi. “Gözüm yolda kalmıştı.” Kıkırdadım. Yerimde heyecanla kıpırdanırken ellerimi birbirine vurmamak için zor duruyordum. “Resmen seni istemeye geldik Barış!” Bu söylediğim küçük bir kahkaha atmasına neden oldu.
Arkasındaki koridora baktım. Normalde odalarda bulunan koltukları dışarıya çıkartmış ve bir köşe oluşturmuşlardı. Sanki bir evin salonuymuş gibiydi şu an baktığım yer. “Ne yaptın sen?” diye sordum şaşkınlıkla. “Barış, nasıl izin verdiler?” Yani sonuçta hastanedeydik. Bir katın bir koridoru tamamen hasta olmayan insanlarla doluydu ve üstelik köşe bir salon gibi dizayn edilmişti. “Hiçbir şekilde eksik hissetmene izin veremezdim.” Dediğinde bayılacağım sandım. “Özel izinle buradayız. Gece yarısına kadar vaktimiz var.” Eliyle arkasını gösterdi. “Salonuna girmek ister misin?”
Hızla kafamı salladım. Koşar adımlarla özenle hazırladıkları yere ilerledim. O an fark ettiğim ayrıntılar gözlerimin dolmasına neden olmuştu. Televizyon maketi bile vardı. Delirecektim ama asıl gözlerimin dolmasını sağlayan şey maketin yanına dizilmiş çerçevelerdi. Benim ve annemin bir fotoğrafı vardı. En sevdiğim fotoğraflardan birisiydi. Annem genişçe gülümsüyordu ve ben onun kucağındaydım. Üzerimde ise gelinliğe benzer bir elbise vardı. Dört yaşında olduğumu hatırlıyordum.
Diğer çerçeve de abim ve ben vardık. Habersiz çekilmiş bir fotoğraftı bu. Kim çekmişti bilmiyordum ama ikimizde atın üstündeydik. Benim gözlerim tabi fal taşı gibi açılmıştı. Korkum yüzümden belli oluyordu, abim ise karizmatik görünüyordu. Güçlü bir şekilde beni sarmıştı. Kendimizi böyle uzaktan görseydim asla korkmazdım çünkü bu tutuş düşmeme asla izin vermezdi.
Güven doluydu.
Diğer çerçeve de Kübra ve ben vardık. Bu fotoğrafı çeken Kübra’ydı. Yukarıdan ikimizi selfie çekmişti. Ben Kübra’nın arkasından ona sarılıyordum ve gözlerimi kapatmış dudaklarımı öper gibi yanağına uzatmıştım. Kübra ise tek gözünü kapatmış ve kameraya o şekilde poz vermişti.
Çok güzeldi. Çok özeldi. Her an ağlayabilirdim. Gerçekten. Arkamda hareketlilik hissettiğimde olduğum yerde dönerek arkama baktım. Kübra’yı gördüğümde genişçe gülümsedim. Bu fotoğrafları buraya getiren olmalıydı. Alt dudağımı büzerek ona yaklaştım. Kollarımı sıkıca boynuna doladığımda bana hemen karşılık vermişti. “Seni döveceğim ama bugün değil.” dedi geri çekilip genişçe sırıttım. Misafirlikte yaramazlık yapmış çocuk gibi hissediyordum kendimi. “Seni çok seviyorum!” dediğimde gülümsedi. “Ben de seni çok seviyorum.” Dedi ve ışıldayan gözlerle beni inceledi. “Çok güzelsin ve bu güzellikte hiçbir payım yok. Makyajını kim yaptı?” diye sorduğunda kıkırdadım. Ona geç haber verdiğim için kendimi gerçekten kötü hissediyordum ama unutmuştum ne yapayım.
“Kınamda sen yapacaksın, söz.” Eliyle saçlarını arkaya doğru attı. Üzerinde siyah bir elbise vardı ve dizlerinin altında bitiyordu. Tüm bedenini ikinci bir deri gibi saran elbise güzel fiziğini göz önüne sermişti. “Hele bir onda da beni unut o zaman görürsün!” dedi tehditkar bir şekilde.
Abimler olduğumuz tarafa geldiğinde konuşmayı kestik. Koltuklara oturduklarında biz de Kübra’yla yan yana bir koltuğa oturduk. Dilan hanım ve kardeşlerim de geldi ve boşluklara geçti. Şimdi gerçekten kendi evimdeymiş gibiydim. Heyecanla derin bir nefes aldım.
Barış.
O benim şansımdı.
Lavin kolundaki saate baktı. “Geciktiler abla.” Dedi sanki gerçekten evdeymişiz gibi. Dilan hanım da ona ayak uydurdu. “Gelirle birazdan kızım, trafik vardır.” Yüzümdeki gülümseme asla solmuyordu. Hepsini çok seviyordum. İyi ki vardılar ve iyi ki onlarla tanışmıştım. “Belki de Barış vazgeçmiştir.” Dedi abim beni sinir etmekten bir adım geri durmadan. “Erkek adama güven olmaz.” Diye de ekledi. “Sen de erkeksin?” diye sorguladı Asuman. “Kızım lafım meclisten dışarı.”
Sert bir nefes vererek güldüm. Volkan birden bağırdı. “Gülümseyin!” Telefonunu yukarıya doğru kaldırmıştı ve kendini de alacak şekilde bizi ekrana sığdırmıştı. Kameraya kocaman gülümsedim. Volkan birkaç kez fotoğraf çekti.
O sırada kapı tıklatılmasına benzeyen bir ses duyuldu koridorun olduğu tarafta. Barış bu sesi ağzıyla yapmıştı. Heyecanla ayağa kalktım ve onların oyununa ayak uydurdum. “Geldiler geldiler!” dedim heyecanla. Güya kapının olduğu tarafa doğru yürüyecektim ki abim kolumdan tutarak beni durdurdu. “Bekle kızım biraz. Kapı dediğin öyle hemen açılmaz.” Barış tek kaşını kaldırarak abime baktı. Annesi ve kardeşleri de yanındaydı. Baran, kucağına Aysu’yu almıştı, Barış’ın elinde ise dünyanın en güzel çiçekleri vardı.
Sanki birbirimizi görmüyormuş gibi konuştum. “O nasıl bir mantıktır abi ya?” diye yakındım. Kapıda bekleyenler yalnızca Barış’ın ailesi değildi. Polis arkadaşları da hemen arakalarında duruyordu. Mirza ve Mesude kol kola girmişti. Abim kapıdakileri yeterince bekletmiş olduğunu düşünerek kolumu bıraktı. Ben de kapı olmayan yere gittim ve kapıyı açıyormuş gibi yaptım.
“Hoş geldiniz!” Herkes kıkırdadı. Buraya geldiğimizde gördüğümüz kalabalık da yavaş yavaş koridora toplanmaya başlamıştı. Sandalyelerle birlikte boş yerlere sırasıyla geçip oturmaya başlamıştılar. O kadar garip bir andı ki. Anlatabilecek kelimem kalmamıştı. Bunca insanın içinde isteme olacaktı ve biz çocuk gibi oyun oynuyorduk resmen.
“İçeriye buyurun.” Dedim salon gibi olan kısmı göstererek. İlk olarak Barış girdi ve elime çiçekleri tutuşturdu. O sırada da kulağıma fısıldadı. “Çok güzelsin.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Yanaklarımın al al olduğuna emindim. Hep beraber salona geçtik. Çiçeklerimi hasta masasından dönüştürülmüş konsola bıraktım ve ben de boş bir yere oturdum.
Esma teyze ilk olarak lafa girdi. “Nasılsın kızım, oğlum?” diye sordu abim ve bana bakarak. Abim konuştu. “Çok şükür Esma teyze. Sen nasılsın?” Pek de kibardır. Barış resmen yokmuş gibi davranıyordu ve üstelik herkes koltuğa oturmuşken Barış’ı kuru bir sandalyeye oturtmuştu. Esma teyze bu sefer Kübra’ya döndü. “Sen nasılsın kızım?”
Kübra gülümsedi. “İyiyim, efendim. Siz nasılsınız?” Esma teyze gücenirmiş gibi baktı. “Siz ne kızım, bana teyze diyebilirsin.” Kübra yalnızca gülümsemekle yetindi. Asla demeyeceğini biliyordum. Ona böyle alıştırmışlardı çünkü. Hem Kübra resmiyeti bir bariyer olarak kullanıyordu. Esma tyeze Asuman’a döndü. “Sen nasıl kızım?”
Asuman da gülümsedi. “Eyvallah Esma Sultan, iyiyim. Sen nasılsın?” Kıkırdadım. Gerçekten abimin damarı Asuman’ın kolundan akıyor olabilirdi. Vural’ın düğününde tanışmıştılar ve o hemen samimiyeti kurmuştu. Esma teyze neşelendi. “Oh oh, çok güzel. Çok güzel.” Dedi ve sessizlik oluştu. Bu sefer Dilan hanım konuştu. “Yol nasıldı? Rahat gelebildiniz inşallah?”
Kıkırdadım. On dakika boyunca havadan sudan konuşuldu. Muhabbeti bölen koridorda duyulan adım sesleri oldu. Hepimiz o tarafa baktı. Gelen kişi Eymen’di. Koşar adımlarla salona daldı ve hiçbir şey olmamış gibi Kübra’yı bana taraf iterek yanındaki boşluğa oturdu. “Affedersiniz, geciktim biraz.”
“Seni davet ettiğimizi hatırlamıyorum aslanım.” Dedi abim sorgulayarak Eymen’e bakarken. “Ettiniz ettiniz.” Dedi Eymen bana baktı. “Değil mi, Nil?” Etmemiştim, yani aklıma gelmemişti. Kafamı usulca salladım. “Elbette.”
Kübra kulağıma doğru fısıldadı. “Sen bir hainsin. Onu bile davet etmişsin. Ben neden son dakika aklına geldim?” Genişçe sırıttım. Herkes bize baktığı için açıklamamı sonra yapmayı uygun gördüm. “Nil kızım, hadi kahveleri yap sen.” Dedi Dilan Hanım. Kaşlarım kavislendi. “Kahve mi? Nerede yapacağım?” diye sordum merakla. Lavin ve Aysel ayağa kalktığında ben de kalktım ve tabi ki Kübra’yı da kaldırdım.
Olduğumu yerin sağ tarafında bir oda vardı. Birlikte oraya girdik. Masanın üzerine üç tane kahve makinesi yerleştirilmişti ve bir diğer masa da ise işlemeli kahve fincanları yerleştirilmişti. Resmen her şeyi düşünmüştüler. Her an kendimi bırakıp ağlayabilirdim ama ortamı mahvetmek istemedim.
Ben masaya dalmışken Mesude ve Asuman da yanımıza geldi. Hemen sonra da Aysu koşturarak içeri girdi. “Yinge bana da süt virsene.” Dediğinde güldüm. “Yingesi kurban, veririm tabi.” Evet, süt de vardı. Resmen mutfak gibi inşa etmişlerdi. Müthişti müthiş.
Lavin, Aysel’i kucağına aldığında kızlara döndüm ve heyecanla konuştum. “Heyecandan öleceğim! Onca insan nereden çıktı?” Son sorum Aysel’e hitabendi. Aysel omuzlarını kaldırıp indirdi. “Yakın çevre sadece.” Dediğinde gözlerimi büyüttüm. “Tüm koridor insan kaynıyor!”
“Yengecim sen buna laf ediyorsun da düğünde asıl aşireti görünce aklını kaçırırsın ben sana diyeyim.” Neler diyordu? Kalbime indirecekti. “Onca insan püs dikkat bizi izlerken nasıl kahveyi dökmeden götüreceğim?”
“Nil.” Dedi Kübra. Ona baktım. “Nişandan sonra seni güzelce döveceğimi düşün, heyecanın belki son bulur.”
“Ya yemin ederim ben çağırmadım Eymen’i.” Dedim hemen. “Orada abim çocuğu kovmasın diye ben çağırdım dedim.” Kübra gözlerini kıstı. Bana kötü kötü baktığında zorlukla yutkundum. Sinirlenince çok korkutucu bir kadın oluyordu. Mesude ellerini birbirine vurdu. “Hadi kahveleri yapalım.” Hemen Mesude’ye katıldım. “Bence de onca insan bekliyor sonuçta.” Onca değil yüzce insan.
Kenarda iki tane sandalyeyi çekerek Asuman ve Kübra’ya baktım. “Siz oturun. İkiniz de yaralısınız.” Kübra’nın kolu sargılıydı. Bir ay boyunca hiç kullanamayacaktı sağ kolunu. Asuman da yaralıydı. “Abartma Nil, hâlâ bir elim tutuyor.” Dedi Kübra ama onu duymazdan gelerek zorla sandalyeye oturttum. Benden daha çok yorgun olduğunu biliyordum çünkü sürekli sorgulara girip durmuştu. Hepimizin ifadesini de Kübra almıştı ve şu an elinde kocaman bir dosya olduğuna emindim.
Asuman’ı da zorla sandalyeye oturttum. O ikisini yan yana görünce garip bir gerilim var oldu. Onlara gülümsediğim sıra odaya biri girdi. “Yardım lazım mı?” Hepimiz şaşkınca Eymen’e baktık. Asuman hepimizden önce konuştu. “Oğlum senin burada ne işin var ya?”
“Niye öyle diyorsun kardeşim ya, en iyi muhabbet burada döner.” Sırıtarak Kübra’ya baktığında gülmüştüm. Alemdi. O da kendine bir sandalye çekerek Kübra’nın yanına yerleşti. “E ne yapıyorsunuz?”
“Kahve. Sen yapmak ister misin?” diye sorduğumda kafasını iki yana salladı. “Hayır ama istersen özel bir karışımım var. Kahveye eklemen için sana verebilirim.”
“Peki o özel karışımının vereceği zarar tam olarak nedir?” Eymen düşünüyormuş gibi yaptı. “Yani, beş gün yerinden kalkamaz herhalde.” Gözlerimi büyüterek ona baktım. “O şey her neyse hemen yok et!” dedim ve onları kendi hallerine bırakarak kahve makinelerinin olduğu yere döndüm. Kızlarla hızlıca herkese kahve yaptık. Hepsi sadece yapılmıştı. Sanırım şeker hastası olduğum için kimse şekerli içiyorum diyememişti. Yani ben bu şekilde düşünüyordum.
“Hangisi abimin kahvesi?” diye sordu Aysel. “Tuz atacak mısın?”
Kafamı iki yana salladım. “Hayır. Hasta zaten. Tuzlu bir şey yiyip içemez ki.” Dedim üzgünce. Normalde olsaydı bol bol şeker koyardım. Tuz koymazdım. Zaten şu an şeker bile zararlıydı. Kahveyi de içiyormuş gibi yapacaktı. İlaç kullandığı için kafein alamazdı.
Lavin bir yandan Aysu’yla ilgilenirken bir yandan da kamerayla olan biteni çekiyordu. Herkesin kahvesini yaptığımızda gerçekten derin bir nefes almıştık. Kahve makineleri olmasaydı nasıl başa çıkardık bilemiyordum. Kazanla yapmamız gerekirdi herhalde. Son olarak Aysu’nun sütünü de bir fincana koydum. Üç tepsi olmuştu.
Eymen ayağa kalktı ve kendi son model telefonunu cebinden çıkarttı. “Hadi geçin de hep birlikte fotoğrafınızı çekeyim.” Kübra’yı hemen yanıma çektim. Diğer kızlarda yanımda dizildi ve gülüşmeyerek kameraya baktık. “Peynir deyin!” dedi Eymen. Bir süre onun fotoğraf çekmesini bekledik. En sonunda Kübra dayanamayarak konuştu. “Çekmediniz mi Eymen Bey?”
Eymen gülümsedi ama hâlâ ekrana bakıyordu. “Çektim.” Dedi ve ekledi. “Şimdi yalnızca seni çekiyorum.” Kübra’nın gözleri büyüdü. Asuman masada duran kaşığı Eymen’e fırlattı. “Boşuna mı diyorsun lan bizi burada?”
Kıkırdadım. Eymen favori eniştem olacaktı. Tepsilerden birini aldım, bir tepsiyi Mesude diğerini de Lavin aldı böylelikle. Derin bir nefes aldım. En korktuğum şey bir sakarlık yapıp kendimi rezil etmekti. “Hadi abla yapabiliriz.” Dedi Lavin beni cesaretlendirerek. Galiba o kahvelerden birini özel olarak Baran’a yapmıştı.
Yürümeye başladım ve salon olarak hazırlanmış yere girdim. Hepsi bizi bekliyormuş gibi dikeldi. Nazikçe gülümsemeye çalıştım. Öncelikle Esma Teyze doğru ilerledim. “Eline sağlık kızım.” Dedi içtenlikle.
Makineye sağlık.
“Afiyet olsun.” Dedim ve Dilan Hanıma da kahvesini verdim. Sonra da abime kahvesini uzattım. Bana içten bir şekilde gülümsedi ve kahvesini aldı. Son olarak Barış’a döndüm. Zaten gözlerini kırpmadan beni izliyordu. Kalbim yerinden çıkacaktı şimdi. Gözlerini gözlerimden çekmeden kahvesini aldı. Abim o an boğazını temizlediği için dikleştim ve tepsiyi dizlerime koyarak yerime oturdum. Bu sırada arka taraftaki kalabalığa da kahve dağıtılıyordu. Konaktaki çalışanlar ya da korumalar tepsilerle misafirlerin arasında dolaşıyordu. Önüme döndüm ve geniş bir gülümsemeyle bizimkilere baktım. Bir an önce kahvelerini içsinler de isteme faslına geçelim diye an sayıyordum.
Barış’ı bana versinlerdi artık. Sabırsızlıkla geçen birkaç dakikanın ardından herkes kahvesini bitirmişti. Tamam, şimdi beni istemeleri gerekiyordu. Neden istemiyorlardı? Hadi! İsteyin beni diye çığlık atacaktım şimdi. Esma teyzeden gözlerimi ayırmazken konuşmaya geçecekmiş gibi dikleşti. Tam ağzını açmıştı ki koridor gür bir ses tonuyla yankılandı. “Durun!” Gözlerim kocaman açıldı. Ne oluyordu yine? Koridorun başına doğru döndüm.
Yaşlı bir dede bastonuyla bize doğru yürüyordu. Bu adam kimdi bilmiyordum ama aşırı sinirli görünüyordu. Barış’a baktığımda kalbini tutuğunu gördüm, abim ise keyiften dört köşeydi. O yaşlı dede salonun ortasına doğru geçti ve tam Barış’ın önünde durdu ve bastonunu kafasına vurdu.
Dehşetle yerimden kalktım. “Ne yapıyorsunuz?!” diye bağırdığımda manyak dede bana baktı. Gözleri anında neşeyle doldu. “Gelin gızımız sensin? Vay maşallah! Pek de güzelsin!” Ne diyordu be?! Bastonunu bana doğru uzattı. “Tut bagayım ha bunu.” Tutmadım bildiğin elime tutuşturdu. Yeniden Barış’ı odağına aldı. Barış kafasına yediği bastonun etkisiyle şaşkınca manyak dedeye bakıyordu.
“Ula hayırsız! Hem gız istemeye gidiyorsun hem de dedene haber vermiyorsun he?”
Dedesi…
Kafamda bir ampul yandı. Bu adam köyde yaşayan birçok kez bahsi geçen dedeydi. Yani Esma Teyzenin babasıydı. “Baba, nerden çıktın sen?” diye sordu Esma teyze o sırada. Dede bey Esma teyzeye de kızdı. “Pü! Bir de kızım olacaksın! İnsan babasına haber etmez mi?”
Ağlayacaktım şimdi!
Ortamda bir panik alanı oluşmuşken daha fazla dayanamadım ve gür sesle konuştum. “Dede bey! Allah’ın emri peygamberi kavliyle Barış torununu kendime istiyorum!” dedim ve asla susmadım. “Ne olur verin bizi birbirimize artık ya!” Sonda sesim daha yükselmişti. Koridor aniden ölüm sessizliğine gömüldü. Herkes bana bakmaya başladığı için utandım. Eyvah.
Bu dede bastonuyla beni döverdi!
Sessiz ortam aniden herkesin kahkahasıyla dolduğunda zorlukla yutkundum. Dede bey torunlarına kötü kötü baktıktan sonra en sonunda bana döndü. “Sen bizim adetleri bilmiyorsun?” Dede bey Barış’a baktı. “Yoksam gavurdur?”
Gavur mu?
Bayılacaktım.
“Değilim yemin ederim.” Dedim kendimi savunarak. Dede bey beni baştan aşağıya iğneleyici bir şekilde süzdü. “İşin gücün vardır?”
“Vardır! Avukatım, vallahi!”
İşimi yapmıyorum ama olsun.
“Namazını orucunu tutarsın?”
İşte bu soruda kalmıştım. “Şey yani-”
“Dede.” Diyerek araya girdi Barış. Uyarı verir gibi baktı. Dede bey elimdeki bastonu aldığında yeniden Barış’a vurur korkusuyla hemen önüne geçmiştim. “Yapmayın! Hasta zaten!” Sert ifadesi bana Barış’ı ilk gördüğüm anı anımsatmıştı. Saniyeler içinde o çehre yumuşadı ve bana genişçe gülümsedi. “O alışgındır evladım, korkmayasın.”
Baran oturduğu yerden kalkarak dedesine yerini gösterdi. “Buyur dedem, otur şöyle.” Dede bey Baran’a kötüce baktı ve bastonuyla bir de ona vurdu. “Dede ne vuruyon ya?!” diye acıyla inledi Baran. Dedesi ise bastonuyla onu kenara itti. “Hayırsızlar!” diyerek Baran’ın kalktığı yere oturdu. Ortam anlık olarak sakinleştiğinde derin bir nefes aldım ve Barış’a doğru döndüm. “İyi misin?”
Kafasını salladı. “Alışkınım ben güzelim merak etme.” Dedi fısıldayarak. Derin bir nefes alıp verdim. Sonra Barış’ın yanına oturdum. “Hepinizin hesabını sonradan göreceğim.” Dedi dede bey torunlarına ve kızına bakarak. Sonra bana ve abime göz gezdirdi. En sonunda sordu. “Babanız nerdedir?” Dişlerimi birbirine bastırdım ve yutkundum.
Cevabı abime bırakarak sessiz kaldım. Moralim bozulmuştu ama belli etmemeye çalıştım. O sırada sıktığım ellerimin birinin üzerine elini yerleştirdi Barış. Ellerimiz ikimizin arasında kaldığı için kimse görmüyordu. Abim derin bir nefes alıp verdi. “Nilüfer’in abisi de babası da benim.” Dediğinde genzimin yandığını hissettim. “Yani kardeşimi isteyecekseniz benden isteyeceksiniz.”
Esma teyze boğazını temizledi ve sanırım ortamı yumuşatmak istediği için konuştu. “E hadi o zaman baba, madem buraya kadar toplandık sebebi ziyaretimizi açıklayalım.”
Dede bey derin bir nefes alıp verdi ve Barış’la bana baktı. Dedikten sonra abime baktı. “Allah’ın emriyle, peygamberin kavliyle güzel kızımızı oğlumuza istiyoruz.”
Dudaklarımı birbirine bastırdım ve merakla abime baktım. Göz göze geldik. Omuzlarını dikleştirdi. Baştan sona heyecanla titriyordum. Abimin keskin bakışları Barış’a döndü. Anlamadığım ama tehdit dolu bir bakış attı. Sonra da dede beye döndü. “Madem gençler konuşup anlaşmış.” Dedi ve ekledi. “Bize de arkalarında durmak yakışır.”
İçimde biriktirdiğim heyecan dışarı fırladı. Oturduğum yerde Barış’ın boynuna atladım ve sıkıca sarıldım. O da bana sarıldı ve kulağıma doğru fısıldadı. “Geriye imam kaldı.” Güldüm. Onu çok seviyordum. Bizden bağımsız boğaz temizle sesi duyduğumuzda geri çekildik. Herkes ayaklanmıştı ve bize bakıyordu. Ben de ayağa kalkarak üzerime düşen görevi yerine getirdim. Öncelikle dede beyin elini öptüm, sonra da Esma teyzenin. Sonraki durağım elbette abim oldu. Kollarını bana doğru açtığında hemen sığınağıma girdim. Tuttuğum gözyaşlarım burada infilak etti.
“Abi.” Diye sızlandım. Kolları sıkıca bedenimi sardı. “Abim.” Dedi içtenlikle. “Hep yanındayım güzel kardeşim.” Dedi. “Kapım da kollarım da sana daima açık olacak.” Sertçe burnumu çektim. Böyle konuşursa ağlamaktan helak olurdum ki. Geri çekilerek gözlerimin altını nazikçe sildi. “Dur kızım hemen de salıverme şunları.” Burnumu çekerek omuz silktim. “Ne yapayım?” diye sordum. “Benim hiç babam olmamıştı.”
Söylediğim şeyle yüzüme doğru eğildi. “Kurban olurum sana.” dedi içi gidiyor gibi. “Sen iste her şey olurum kızım ben sana.” Şimdi yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım. Görecekti. “E hadi! Yüzükleri takacağız daha!” diye seslendi Esma teyze. Burnumu çektim ve akan gözyaşlarımı sildim. Lavin elindeki yüzük tepsisiyle ortaya geçmişti. Abim belimden ittirerek öne çıkmamı sağladı. Barış da Mirza’dan destek alarak ayakta durabiliyordu şu an. Yüzüklerimizi takmak büyük olduğu için dede beye düşerdi sanırım ama o beklenileni yapmak yerine bastonuyla Baran’ın koluna geçirdi. “Yap ula vazifeni!”
Baran gözlerini büyüterek dedesine baktı. “Afbuyur dede?”
“Hayta! Barış’tan sonra bu evin direği kim olacak?! Yiyeceksin şimdi bastonu gafana! Tak ula!” Baran yutkunarak abime baktı. İşi feci halde yaştı. Yani sonuçta Lavin’i de abimden isteyecekti. “Çınar abim varken bana düşmez dede.” Dedi panikle.
Abim kafasıyla bir onay verdiğinde Baran rahat bir nefes almıştı. Lavin’in tuttuğu tepsideki yüzüklere uzanırken melül melül ona bakıyordu. Biraz daha bakarsa herkes anlayacaktı. Elimi tepsiye doğru uzattım. Heyecanlı olduğum için kimse beni sorgulamazdı ama Baran’ı sorgulamakla kalmaz döverdiler.
Abim itinayla yapardı yani.
En sonunda Baran kendine gelerek yüzüğü aldı ve Barış abisine uzattı. Barış bir aferin çaktı gözleriyle. Sonra pırlanta yüzüğümün olduğu parmağıma gözlerimin içine bakarak alyansı geçirdi. Baran bu sefer Barış’ın yüzüğünü aldı ve bana uzattı. Elinden aldım ve Barış’ın yüzük parmağına geçirdim yüzüğü. Kalbimizin nişanesi artık parmaklarımızdaydı.
Baran, telefonuyla bizi çeken Volkan’a eliyle gel işareti yaptı ve çekme işini kendi devraldı. Volkan ne yapacağını anlamamış olmalı ki abime baktı. Abim de gözleriyle tepsideki makası işaret etti. Böylelikle Volkan’ın ampulleri yandı. Hızlıca makası aldı ve aramızda asılan kırmızı kurdeleye yaklaştırdı. “Barış abi.” Dedi o sırada. “Makas kesmiyor.”
Barış, ceketinin cebinden bir miktar para çıkartıp tepsiye bıraktığında Volkan yeniden konuştu. “Abi bu makas baya kör!”
“Volkan ben seni şimdi o kör makasla bir keseceğim göreceksin!” diye mırıldandı Barış çaktırmadan sırıtarak. Sonra cüzdanını direkt tepsiye bıraktı. Kalabalıktan bir tezahürat yükseldi. Volkan en sonunda kırmızı kurdeleyi kesti. Tüm koridorda bir alkış tufanı koptu.
Biz artık resmen nişanlıydık.
“Allah tamamını erdirsin.” Dedi abim. Barış’la birbirimize baktık ve aynı anda konuştuk. “Amin.”
🪷
Bölüm sonu!!
Beğendiniz mi?
Düşünceleriniz?
Hop oturup hop kalktık resmen xjcldj
Yazarken çok eğlendim. Umarım siz de eğlenmişsinizdir♥️
En sevdiğininiz kıskm neresi oldu?
Barış?
Nil?
Çınar?
Asuman?
Kübra?
Eymen?
Lavin?
Baran?
Volkan?
Mesude?
Mirza?
.
VOTE
VE
YORUMU
UNUTMAYIN
LÜTFEN
♥️
Bİ
DE
TAKİP
Zeynepizem
😍
İnstagram; Zeynepizem
WhatsApp kanal adı; Zeynepizem
.
Sonraki bölümde görüşelim♥️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 269.44k Okunma |
24.01k Oy |
0 Takip |
66 Bölümlü Kitap |