64. Bölüm

64. BÖLÜM🪷

Zeynepizem
zeynepizem

Ben geldim🥹 hem de finalle

Finalimiz 3 part olacak. Yarın ve ayın 18de peş peşe göndereceğim diğer bölümleri de.

Bu süreç boyunca lütfen yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin çünkü artık sona geldik sayılır. 🫂

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 64

FİNAL-PART 1

 

🪷

 

ÇINAR

 

Jandarma karargahının bahçesine adım attığım anda gözüme ilk çarpan hazırda bekleyen zırhlı araçtı. Aracı görmek beni rahatlattı çünkü geç kaldığımı düşünmüştüm. Asuman'la vedalaşmadan operasyona gitmesini istemiyordum. Gerçi iki saat önce evimdeydi ama o sayılmazdı. Telefonumu çıkartarak geldiğime dair bir mesaj attım. İçeri girmek istemiyordum çünkü timin irdeleyici bakışları beni sinirlendiriyordu. Gerçi umurumda oldukları söylenemezdi ama Asuman'ın umurundaydı. Onları ailesi olarak görüyordu. Ki özellikle Devrim’in Asuman’ı fazlasıyla önemsediğini fark etmiştim. Öyle olmasaydı beni tanımaya çalışmaz, ailemin içine girmezdi.

 

Bahçede sağa sola yürürken arkamdan duyduğum adım sesleriyle yerimde tam tur döndüm. O an nefesimi tutmak zorunda kalmıştım. Bir insan nasıl bu kadar etkileyici görünebilirdi? Kamuflajı, yüz boyası ve yeşil gözleriyle bir insanı mahvedebilecek güzellikteydi. Onu bir kez daha kamuflajla görmüştüm ama o an tek odağım kardeşimi bulmak olduğu için dikkatimi verememiştim.

 

Göz göze geldiğimizde bana gülümsedi. Miğferini kolunun altında tutuyordu ve adımları aceleciydi. "Neden geldin?" Diye sorduğunda başımı sağ omzuma doğru yatırdım. Sorusunda bariz belli olan merak gerçekleri söylememe neden oldu. "Seni görmek istedim."

 

Önümde durarak yüzünü yüzüme kaldırdı. "Nil'i yalnız bırakmasaydın keşke, zaten görüşmüştük."

 

"Yalnız değil." Dedim kendimce bir açıklamada bulunarak. Son iki haftadır Asuman'ı ihmal ettiğim doğruydu. Bu konuda kendime kızıyordum. Tüm dikkatimi ailemin pisliklerine ve kardeşime yoğunlaştırdığım için düşünmeye fırsat bulamamıştım. O da bu konuda herhangi bir şikayette bulunmamış aksine Nilüfer için elinden geleni yapmıştı. Ancak bugün eve geldiğinde farkına vardığım sessizliği ve çekingenliği beni rahatsız etmişti. Bu duruma istemeden yol açmış olduğumdan kendime kızmıştım. Asuman'ın bana kızmadığına veya darılmadığına emindim ancak içim rahat değildi.

 

Elimi kaldırarak yanağına yerleştirdim. Parmaklarımın ucu karıncalandı. "Güzel görünüyorsun." Dedim düşündüğümü dile getirerek. Sert bir nefes vererek güldü. "Teşekkür ederim komutanım." Dedi, dudaklarım iki yana gerildi. "Siz de fena değilsiniz."

 

"Fena değil miyim? Görüp görebileceğin en yakışıklı adamım." Dedim kendimi beğenmiş gülümsememi yüzüme oturturken. Söylediğime sonuna dek inanıyordum. Gözlerini abartıyla devirdi. Gözleriyle yaptığı her hareketi avuçlayıp sevesim geliyordu. O kadar güzeldi ki.

 

"Egonu kenara çek de yüzünü görelim."

 

"Egom ve ben bir bütünüz yavrum, o istediğini gerçekleştiremem." Kıkırdadı. Hayret bir şeydi. Hayran olunası bir şey. Konuşmak yerine yüzüme baktı ve iç çekti. Tek gözümü sorgulayarak kırptım. "Hayırdır?"

 

"Operasyondan sonra Ankara'ya döneceğiz." Dedi. Bunu biliyordum. "Ve?"

 

"Gelecek misin?" Kaşlarım kavislendi. Şu an operasyonlara katılmıyordum. Ceza adı altında yaşadığım olayı atlatmam için bir süreç verilmişti. Bunu sağlayan Halil İbrahim albaydı. O adama karşı zaman geçtikçe borçlanıyordum. "Sana gelmeyeceğimi düşündüren şey ne?"

 

"Nil." Dedi, gözlerini kaçırmıştı. "Onu nasıl yalnız bırakacaksın? Sana ihtiyacı var."

 

"Benim de kardeşime ihtiyacım var." Dedim düşünmeden. Şimdi bile aklım fikrim ondaydı. Ne yaptığını, ne düşündüğünü, ne hissettiğini merak ediyordum. "Ama vatanımın da bana ihtiyacı var." Benim eksikliğim kapatılırdı gerçi ama içimdeki sorumluluk duygusu kapanmazdı. Nilüfer'den sorumlu olduğum kadar vatanımdan da sorumluydum. Nilüfer zaten vatan demekti.

 

Asuman, yanağında duran elimin üzerine elini kapattı. Küçük elinin elimi kaplamasına imkan yoktu ancak tutuşu güçlüydü. "Sen iyi olacak mısın peki? Tüm bu olanlar sadece Nil'i değil seni de etkiledi." Kararsızca yüzüme baktı. Söylemek istediği bir şey olduğunu anladım. Sessiz kalarak onu teşvik ettim. "Belki sen de psikoloğa görünmelisin." Dedi çekinerek.

 

Yüzümü yüzüne doğru eğdim. Benim için endişeleniyor olması güzeldi. "Ben zaten psikoloğa görünüyorum güzelim." Söylediğimle gözleri hafifçe büyüdü. Bu bir gerçekti. Yaşadığım sarsıntıyı tek başıma atlatamayacağımı biliyordum. Yani öfke kontrolümü yapamıyordum. Halil İbrahim albayın emriyle başlamıştım ve ilk başta bu duruma kızsam da şimdi gerekli olduğunun farkındaydım. Görüştüğüm psikolog kendim için olduğu kadar kardeşim için de bana öneriler sunuyordu. Bugün Nilüfer'i sinirlendirmemin sebebi doktorun önerisiydi. Kardeşime eskisi gibi rahat davranmamı ve onu hasta olarak görmekten vazgeçmemi söylemişti. İşe de yaramıştı. Nilüfer bugün bana sinirlenmiş ve hatta kendince bir intikam almıştı. Bu da onu yaşadığı travmadan uzaklaştırmıştı. Düşüncelerinin dağılmasını sağlamıştı.

 

"Gerçekten mi?" Diye sordu Asuman. Kafamı salladım. "Gerçekten."

 

"Bana neden söylemedin?"

 

"Söyledim." Kaşlarını çattı. "Çınar senin için endişeleniyorum. Bu yüzden gözüme uyku girmiyor ama sen psikoloğa gittiğini şimdi mi söylüyorsun?"

 

"Özür dilerim." Dedim açıkça. "Ne hissettiğini bir süre düşünmedim. Seni aksattım."

 

"Yaşadığın onca şeyden sonra kendim adına senden bir beklentim olmadı, Çınar. Aksine sana karşı yetersiz olduğumu düşündüm." Kaşlarım istemsizce çatıldı. Konuşmaya devam etti. "Günlerdir iyi hissetmen için neler yapabileceğimi düşünüp duruyorum ve elimden hiçbir şey gelmiyor olduğunu bilmek canımı yakıyor."

 

Etrafa kısaca göz gezdirdikten sonra ona daha çok yaklaşarak aramızdaki mesafeyi neredeyse sıfırladım. "Yanımdasın. Yanımda olmanın ne kadar önemli olduğunu sana yansıtamadım. Böyle hissettiğini bilmiyordum." Hayatıma yeni bir başlangıç yapmıştım Nilüfer'le. Bu başlangıçta duygularımı saklamak yoktu. Açık ve nettim. Her konuda. Bundan dolayı artık özür dilerken çekinmiyor, yanlışlarımı dile getirebiliyordum. Sadece yanlışlarımı değil, doğrularımı da. Karşımdaki kadın benim doğrularımdan birisiydi.

 

Asuman, yeşil gözleriyle birkaç saniye yüzüme baktı. Sonra ellerini kaldırarak yanaklarıma yerleştirdi. İki haftadır tıraş olmadığım için kirli sakallarım ellerine batıyor olmalıydı. "Benim ne hissettiğim şu an önemli değil. Sadece..." baş parmağı tenimi okşadı. "İyi olmanı istiyorum. Farkında değilsin ama Nil gibi sen de neşeni kaybettin." Dedi. Söylediğini düşünme fırsatı bulamadım. "Yanında kalmayı çok isterdim ancak bana değil kardeşine ihtiyacın var. Geri döndüğümde seni daha iyi bulmak istiyorum. Kardeşin için çabalarken kendini unutmayacağına söz ver."

 

Etrafta askerler olmasaydı çok başka şeyler yapardım ancak şu an yapabileceklerim sınırlıydı. Alnımı alnına yasladım. "Sapasağlam döneceğine söz veriyor musun?" Diye sordum. Bu sefer onun yanakları benim avuçlarımın içindeydi. Gülümsedi. "Veriyorum." Dedi içten bir şekilde. "Asker adama bir şey olmaz."

 

Burnumdan sert bir nefes vererek güldüm. "Asker adamı tekrar kurtarmak zorunda kalmayayım da."

 

"Ne yani zorunda olmasaydın beni kurtarmaz mıydın?"

 

"Görev emri gelmeseydi seni tanımıyor olurdum yavrum." Dediğimde ona istediği cevabı vermemiş olmalıyım ki gözlerini devirdi. "Of! İki romantiklik bekliyoruz şurada."

 

Genişçe sırıtarak yanağında duran ellerimi sıkılaştırdım ve bunalacağı şekilde yüzüne dokundum. Kaşları çatıldı ama onunla uğraşmak zevk verdiği için ben gülüyordum. "Of Çınar! Dur!"

 

"Romantik laflar da mı bekliyorsun sen?" Cevabını beklediğim bir soru değildi. Yüzünü canını yakmadan sıkıştırmaya devam ettim. Yumuşak yanakları stres atmak için on numaraydı. "Oğlum dursana!"

 

"Oğlum az oldu, reis falan de sen bana anca keser seni!" Dedim keyifle. Ellerimi en sonunda iterek benden kurtulmayı başardı ama aslında geri çekilmek istemeseydim biraz zor kurtulurdu. "Yani gerçekten yaptığın iş mi? Operasyona gidiyorum ben, adam öldürüp keseceğim! Senin yaptığına bak oyuncak bebek gibi oynuyorsun benimle."

 

Küçük bir kahkaha attım. "Sevdiğimden." Dediğimde çatık kaşları eski halini aldı. Hatta söylediğimden dolayı bana alık alık baktı. Etrafı umursamadan eğilerek alnına dudaklarımı bastırdım. O an derin bir nefes verdi. "Allah'a emanetsin." Dedim ve geri çekilerek yüzüne baktım. Yeşilleri içli içli gözlerime baktığında burnum burnuna değecek kadar yaklaştım ona.

 

"Niye öyle bakıyorsun?"

 

Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Garip hissettim."

 

"Neden?"

 

"İlk kez birisi beni operasyona uğurluyor çünkü." Ensesinden sıkıca topladığı saçlarından kaçan bir tutam asi sacını parmağıma doladım. "Geldiğinde de burada olacağım."

 

Genişçe gülümsedi. Konuşacağı sırada bizden farklı bir ses duyuldu. "Asuman, hadi!" Kafamı kaldırarak sesin geldiği yere baktım. Tim araca geçiyordu. Asuman'a seslenen de Sancar'dı. Bu adamın beyin yapısını henüz çözememiştim. Bir değişikti. "Geliyorum komutanım!" Diye seslendi Asuman, böylelikle Sancar araca doğru döndü.

 

Kısık gözlerimi o adamdan çekerek önümdeki kadına baktım. "Dikkatli ol." Kafasını usulca salladı. "Olurum, sen de dikkatli ol." Söylediğine karşılık bir şey söylemedim ama ona sıkıca sarıldım. Ellerini belime doladı ve sarılışıma karşılık verdi. Geri çekildiğinde göz göze geldik. Bir baş selamıyla benden uzaklaştı ve arkasını dönerek zırhlı araca doğru koşturdu. Araç o içeri bindiği an harekete geçti. Araç karargahtan çıkmadan önce kornaya bastığı için esas duruşa geçtim ve selam verdim. Araba gözden tamamen kaybolduğunda derin bir nefes almak zorunda kalmıştım.

 

Arkama bakmadan gittiğim operasyonlar aklıma geldi. Bu sefer arkada kalan bendim ve bu durumdan fazlasıyla rahatsızdım. Yine de gitmek için dil dökmemiştim, çünkü iyileşmem gerektiğini biliyordum. Hem iyileştirmem gereken bir kişiye sahip olduğumu da biliyordum.

 

"Üsteğmenim!"

 

Gevşek duruşum kaskatı oldu ve hazır ola geçerek saygıyla sesin geldiği yere döndüm. "Emredin komutanım!"

 

Halil İbrahim albay beni baştan sona süzdü sonra gözleriyle içeriyi işaret etti. "Gel seninle bir konuşalım, asker."

 

Yine azarlanacağımı düşündüm ama çok da önemli değildi. Buna da alışmıştık çok şükür.

 

"Emredersiniz komutanım!"

 

🪷

 

Gece çökmüş sokak sessizlikle boğuluyordu. Altından geçtiğim sokak lambaları ruhsuzca sokağı aydınlatıyordu. Gaza basarak arabayı hızlandırdım. Gecikmiştim. Bir saat gidiş, bir saat geliş, 3 saat karargah toplamda 5 saat olmuştu. Nilüfer çoktan uyumuş olmalıydı. Yanında bu kadar uzun süre olmamak rahatsız hissettiriyordu.

 

Ayrıca bu daha başlangıçtı. Asuman'ı operasyona uğurlarken bir gün uğurlanan kişinin ben olacağını biliyordum. İşte o zaman Nilüfer'e nasıl doyacaktım? Kafam yine duman altıydı. Albayla uzunca bir konuşma gerçekleştirmiştik. Ve söylediği her şeye sonuna dek hak vermiştim. Ben bir askerdim, asker adamın derdi vatanı olmalıydı. Vatan kuru toprak değildi ki. Anaydı, bacıydı... geride bırakılmazdı. Kanının son damlasına kadar çabalanırdı.

 

Bir ara yoldan saptığım doğruydu. Kendi isteğimle gerçekleştirdiğim, savunmasız bir adama saldırmıştım ancak ona adam demek hakaret olurdu. Pişman değildim. Yemin olsun ki içimde en küçük bir vicdan azabı yoktu. Aksine rahatlık vardı. Tamamen rahatlayabilmek için diğerlerini de öldürmeyi ara sıra düşünüyordum. Sonra albay aklıma geliyordu ve vazgeçiyordum. Rütbesinden değil söylediği sözlerden. Birtakım aklımı başıma getiren sözler.

 

Nilüfer için aldığım evimizin birkaç sokak aşağısında Dilan Hanım ve kardeşlerim için bir ev tutmuştum. Henüz Volkan hastaneden taburcu olmamıştı ama ev hazırdı. Çıktıkları an gelecekleri yer orasıydı. Hiçbir şeyleri eksik olmasın diye kazandığım tüm parayı onların evine yatırmıştım. Çünkü onca çektiklerinden sonra rahat etsinler istiyordum. Arkamı dönemeyeceğim bir de onlar vardı. Henüz küçüklerdi, yanlış yola saparlarsa düzeltemezlerdi. Düzeltseler bile eskisi gibi olamazlardı. Ben de bir ara onlar yaşındaydım, saptığım yanlış yollar olmuştu çünkü bana kimse yol göstermemişti. Yeniden doğru yöne dönmek ölmekten daha zordu.

 

Zamanında Korkut tüm mal varlığını üzerime geçirtmişti. Vicdandan ne yapacağını şaşırmış olmalıydı. Tek yaptığı içini rahatlatmaktı. Sanıyordum ki bana güveniyor... en azından bunu yapabiliyor. Bir zamanlar bana karşı gösterdiği tek duygu olan güveni içimde büyütmüştüm. O duyguya tutunmuştum. Sonra öğrendiklerim her şeyin yok olmasını sağlamıştı. Sevgi zaten yıllardır yoktu. Ona artık ne güveniyor ne de acıyordum. Hiçbir duyguyu hak etmiyordu. Hiçbirini.

 

Tek istediğim gebermesiydi.

 

Aile bireylerimin hepsi içerdeydi. İki hafta sonraki duruşmada akıbetleri net bir şekilde belli olacaktı. Hepsini kendi isteğimle sorgulamış gözlerinin içine bakmıştım. Yalnızca Korkut'un sorgusuna girmemiştim. Yüzüne bakar, onu öldürebilecek kadar yakınına gidersem biliyordum ki kendimi tutmazdım.

 

Bana bıraktığı tüm mal varlığını Lavin ve Volkan'a geçirmiştim. Onlar da baba nedir anlayamadan büyümüştü en azından maddi anlamda bir dert edinmesinler istemiştim. Nilüfer de bu mirasın bir üyesiydi ancak kabul etmeyeceğini bildiğim için sormamıştım bile. Bize kalan annemin çiftliğiydi. Orası zamanında annemin babasına aitti. Onlar ölünce anneme kalmıştı sonra annem de gitmeden önce çiftliği üzerime yapmıştı. Sadece yüzde ellilik kısmını tabi. Diğer kısım Nilüfer'indi. Kardeşimin.

 

Sokağın başındaki ev göründüğünde göğsüm rahatlar gibi oldu. Barış, Nilüfer'in yanındaydı, bu konuda gözüm arkada değildi ancak kardeşimi özlemiştim. Hem o bugün bana gülümsemişti. Sınır dışındaki depoda bulduğum günden beri ilk kez yüzünde bir gülümseme belirmişti. Bu gülümsemenin gözlerine işlemediğinin farkındaydım ancak bir gün o da olacaktı. Kardeşim eski neşesine kavuşacaktı ve ben bu olana dek elimden gelen her şeyi yapacaktım.

 

O kadar rahatlamıştım ki gülümsemesini görünce ters dönmüş dünyam düzelmişti sanki. Günlerdir içimde biriken korkunun haddi hesabı yoktu. Psikolog pek de olumlu konuşmuyordu. Nilüfer günlerdir ilerleme kaydetmiyordu. Ama bugün... gülümsemişti. Benimle atışmış, yaptığım çorbadan yemişti. Yemek yediğini görmek dünyalara sahip olmakla aynı şeydi. Belki de daha fazlasıydı.

 

Arabayı evimizin önüne park ettim. Kar yağışı durmuştu ama etrafta birikintiler ve buzlanma vardı. Hava soğuktu. Yan koltuktaki ceketimi alarak üzerime giyinip dışarı çıktım ve arabayı kilitledim. Evin hemen önünde sivil bir araç bekliyordu. Plakayı gözden geçirdikten sonra arabaya doğru ilerledim. İçeride olan iki kişi beni gördüğünde ikisi de oturdukları araçtan dışarı çıkmıştı. "Bir gelişme var mı?" Diye sordum. İkisi de sivil polisti.

 

"Yok komutanım, sakin ortalık. İki ekip de mahallenin çevresini kontrol ediyor sürekli." Kafamı usulca salladım. Hepsinden saat başı haber alıyordum ama görünce yüz yüze sormak istemiştim. Onlara kolay gelsin diledikten sonra evin bahçesine girdim. Cebimden anahtarı çıkardığım sıra istemsizce duraksamıştım.

 

Elimdeki anahtara sonra da kapıya baktım. İnsanın bir evi olması ve o evde ailesi olduğunu bilmesi böyle bir his miydi? Huzurlu. Tamamlanmış. Eksiksiz.

 

Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. Anahtarı deliğine yerleştirdim ve kapıyı açıp içeri girdim. Mutfağın ışığı yanıyor salondan ses geliyordu. Hâlâ uyumamışlar mıydı?

 

Ceketimi vestiyere astım ve ayakkabılarımı çıkartıp ayakkabılığa yerleştirdim. Seslerin geldiği salona doğru adımladım. Salonun ışığı yanmıyordu ama televizyonun ışığı içeriyi aydınlatıyordu. Televizyonun karşısında uyuyakalmış ikiliyi gördüğümde kaşlarım çatıldı. Çatıldı çünkü Barış kardeşime sarılıyordu. Kardeşime!

 

Dişlerimi birbirine bastırdım ve bir avcı gibi Barış'ı göz hapsine aldım. Bu çocuğu bir ara dövmem lazımdı. Fena halde kaşınıyordu. Bakışlarım Nilüfer'in yüzüne indiğinde değişti. Kafasını Barış'ın omzuna yaslamış ve dizlerini kendine çekerek küçülmüştü. İkisi de kapının sesine uyanmadığına göre derin bir uykuya dalmışlardı.

 

Orta sehpadaki kumandayı gördüğümde sessizce yürüdüm, almak için eğildiğim sırada hızlı bir hareketlenme gerçekleşti. Barış salağı bana silah doğrultmuştu. Tepkisi hoşuma gitmişti çünkü onlara yaklaşan bir başkası da olabilirdi ve bu uykusunda bile tetikte olduğunu gösterirdi. Kötüydü çünkü namlunun karşısında ben vardım.

 

"İndir lan şunu!" Diye sessizce kızdım. Çatık kaşları ve ciddi ifadesi kim olduğumu anladığında çözüldü. Tuttuğu silahı indirdiğinde ona öldürmek ister gibi baktım. "Olmadığım her an kardeşimin dibindesin!" Dedim, sitemli ama sessiz kelimelerim Nilüfer'in kıpırdamasını sağladı, neyse ki uyanmadı.

 

"Normal değil mi? Nişanlım o benim! Yakında da karım olacak!" Dedi bana karşı koyarak. Yumruklarımı sıktım. Hayal kuruyordu. Yakında karısı falan olmayacaktı. Kardeşim olarak kalacaktı. Avucunu yalasındı.

 

İlkel kıskançlığımı zorla bir kenara bıraktım ve orta sehpanın üzerine Barış'ın karşısına oturdum. "Kötü bir şey oldu mu?" Diye sordum kardeşimi gözlerimle işaret ederek. Barış, omzunda huzurla uyuyan Nilüfer'e baktıktan sonra konuştu. "Film izledik ve filmin sonuna ağladı. Bunun dışında iyiydi." Gülümsedi. "Sana küstü bu arada." Şerefsizin zevk aldığı şeye bak.

 

Kaşlarım kavislendi. "Neden?"

 

"Aradı, açmadın. Bekledi, geç geldin."

 

"Albayın yanındaydım, duymadım." Dedim kendimi açıklayarak. Gerçi ben niye kendimi bu adama açıklıyorsam?

 

"Gitti mi seninki?" Diye sorduğunda sert bir nefes verdim. Benimki, diye bahsettiği hoşuma gitmişti. "Gitti. Uzun bir operasyon değil ama bir daha buraya dönmezler."

 

"Neden?"

 

Yüzüne birkaç saniye duygularını ölçmek için baktım. Bazı gerçekleri bilmesi ve şimdiden kabul etmesi gerekiyordu. "Askeri üs, Ankara'da." Kaşları belli belirsiz çatıldı. Nilüfer'e dokunan gözleri çok uzun süre orada kalmadı. Bana baktı. "Bu ne demek?"

 

"Ne anlıyorsan o demek." Dediğimde kaşlarını çattı. Bakışları tehlikeliydi. Onun sinirine çok denk gelmezdim, geldiğimde ise gelmemeyi tercih ederdim. Kardeşimin belinde duran elini sıkılaştırdı. "Nilüfer'i götürmene izin vermem, Çınar."

 

Bu konu hakkında henüz net bir karar vermemiştim. Kararımı netleştirecek olan şey Nilüfer'di. "Şimdilik kimseyi bir yere götürmüyorum."

 

"Şimdilik mi? Dalga mı geçiyorsun!?"

 

"Sesini yükseltme, uyandıracaksın."

 

Gözlerini sabır dilenir gibi kapatıp açtı. Ne hissettiğini anlamak zor değildi. Empati yapabiliyordum ve bu durumdan açıkça rahatsız oluyordum. "Nilüfer'e iyi gelen ne ise onu yapacağım. Göreve başladığımda sürekli buraya gelemeyeceğim. Artık Ankara'da olacağım. Kardeşimi oradaki insanları tanımadan götürmem zaten. Onu emanet edebileceğim tek kişi sensin. Ben görevdeyken yalnız kalmamalı."

 

"Peki sonra?"

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Sonrasına kendi karar verecek." Bakarsın, evlenirlerdi. İkisinin de bu konuda biraz acele ettiğini düşünüyordum ama benim düşüncelerim bir yerden sonra önemsizdi çünkü karar ikisine aitti. Bana değil.

 

Barış gözlerime düşmanca baktı. Beni parçalamak istediğini anlayabiliyordum. Anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Ancak sinirlenmedim. Sinirlenme sırası ondaydı. Yüzünde kolay kolay görmediğim öfkesini sert bir nefesle kamufle etti. Benimle tekrar konuşmadı. Nilüfer'i uyandırmadan kucağına aldı ve salondan çıktı. Adım seslerinden anladığım kadarıyla merdivenleri çıkıyordu. Odasına götürüyor olmalıydı. Oturduğum yerden kalktım ve hâlâ çalışan televizyonu kapattıktan sonra üzerime ceket almadan dışarı çıktım. Önceden mutfaktan getirdiğim sandalyeye oturduktan sonra cebimden sigaramı ve çakmağımı çıkarttım.

 

Bir dal sigarayı dudaklarıma yerleştirdikten sonra çakmağı yaktım ve zehri içime çektim. Ciğerlerime dolan zehir istediğimin aksine beni rahatlatmadı. Kafam duman altıydı ve sigara da bir boka yaramıyordu. Gelecek kaygılanmamı sağlıyordu. Kendim için değildi kaygım. Kardeşim içindi. Düşünmek bir işe yaramıyordu. Onu Ankara'ya götürmek benim için en doğrusu olacaktı ama kendisi ve Barış için aynı şeyi söyleyemeyecektim. O yüzden bu konu biraz daha rafta kalacaktı. Daha iyi olduğunda söylerdim ve durumlar kendi isteğine göre gelişirdi.

 

Sigaranın izmaritini pencerenin önündeki küllüğe döktüm. Yarım saat kadar sonra evin kapısı açıldı. Barış ceketini giyerken bir yandan da ayakkabılarıyla uğraşıyordu. Acelesi kaşlarımı çatmamı sağladı. "Hayırdır?"

 

Beni duydu ama kendi işine devam etti. Ayakkabılarını giymeyi başardıktan sonra dikleşti. "Karakola gidiyorum. Nil, sabah bana ulaşamayacak büyük ihtimalle. Söylersin."

 

Tek kaşımı kaldırdım. "Söyleriz de sıkıntı ne birader?"

 

"Birkaç orospu çocuğunu içeri tıkacağım. Farklı bir şey yok." Derken çoktan bahçe kapısına ilerlemişti bile. Koşar adımlarla arabasına gittiğini gördüm. Sonra da son gaz evden uzaklaştı. "Aşık olduğu adama bak." Diye kendi kendime söylendim. Benden bir farkı var mıydı bu herifin? Yoktu. İkimiz de silahların karşısında tehlikenin içinde yüzüyorduk anasını satayım. Nilüfer, ikimizin birden nöbetini nasıl tutacaktı?

 

Oflayarak iç geçirdim ve üçüncü sigaramın sonuna gelmeden küllüğe bastırarak söndürüp eve geri girdim. Banyoya girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa geçtim. Uykum yoktu. Etrafı toparladıktan sonra Nilüfer'in yanına çıkmayı planlıyordum.

 

Tezgahın üstünde kalmış kirli tabakları sudan geçirerek makineye yerleştirdim. Mutfak masasında döküntüler ve fazlalıklar vardı. Çöp olanları çöpe gönderdim. Hayvanların yiyebileceği yemekleri bir kaba ayırıp geride kalan tabakları da bulaşık makinesine attım. Tüm bunları yaparken fazla yavaştım çünkü hızlı davranırsam ses çıkardı ve Nilüfer uyanırdı. Adam akıllı uyku uyuduğu yoktu zaten. Uyandırmak istemiyordum.

 

Masanın üstünü sildikten sonra ocağın üstündeki tencereleri kontrol ettim. Bunlar bu şekilde dolaba sığmazdı. Kalan yemekleri daha küçük bir tencereye geçirsem iyi olacaktı. Üstteki dolapları açarak istediğim boyutta tencereler bulmak için bakındım. O sırada duyduğum adım sesleri mutfağın kapısına dönmemi sağladı. Nilüfer içeriye koşturarak girdiğinde kaşlarım istemsizce çatılmıştı. "Abim?"

 

"Abi!" dediği sıra kollarını belime sarmıştı bile. Sesinden ağladığını düşünüyordum ama yüzünü görememiştim. O kadar hızlı içeri girip sarılmıştı ki. Kollarımı bedenine sardım ve ona sıkıca sarıldım. Çiçek kokusunu içime çektikten sonra sesimi ayarlayarak yumuşak bir tonlamayla sordum. "Ne oldu, gözbebeğim?"

 

Yüzünü biraz daha göğsüme bastırdı ve belime doladığı ellerini sıkılaştırdı. Konuştuğunda onu zar zor anladım. Sesi, yüzünü göğsüme gömdüğü için boğuk çıkıyordu. "Kabus gördüm." Demişti. Bir de bu lanet kabusları vardı. Çok kez odasında onu ağlarken bulmuştum. Birçok kez de uyandırmaya çalışmış, uyandırmış ancak krizlere girmesine engel olamamıştım. Bir elimi ensesine kaydırarak sakinleşmesi için okşadım. "Hiçbir kabus bu kolları aşamaz, abim. Geçti, korkma." Derin derin nefesler alıp verdi. Biraz sakinleşince yüzünü yüzüme doğru kaldırarak bana baktı. Ağlamıyordu ama gözleri dolu doluydu.

 

"Ne zaman geldin?"

 

"Bir saat kadar önce."

 

"Barış nerede?"

 

"Karakoldan aradılar, gitmek zorunda kaldı."

 

"Ne zaman?"

 

"Yarım saat olmuştur." Ofladı ve yüzünü yeniden göğsüme sakladı. Kollarımı sıkılaştırdım. Onu o kadar çok seviyordum ki içim kıpır kıpır oluyordu. Bir de çocuk gibi surat asması yok muydu... yiyesim geliyordu. Döve döve sevmelikti.

 

"Ne gördüğünü anlatmak ister misin?" Kafasını hızlıca iki yana salladı. "İstemem." Diye mırıldandı. Saçlarını sakince okşadım. "Tamam abim, sorun yok. Buradayım." Hep burada olacaktım.

 

Sessiz kaldı. Neredeyse on dakika boyunca öylece bekledik. Geri çekilmediği sürece geri çekilmedim. Kendini güvende hissetmesi için bekledim. "Abi." Diye mırıldandığında oynadığım saçlarındaki elim duraksadım. "Hm?"

 

“Bir an…”

 

“Bir an ne Nilüfer?”

 

“Gelmeyeceğini düşündüm.” Gözlerimi kısaca kapattım. Hep kötüsünü düşünmeyi huy edinmişti. Tabi bu onun hatası değildi. Neler yaşadığını biliyordum. Bildiğim için de ölüp ölüp diriliyordum zaten. Yaşadıklarını açık açık bana anlatmamıştı ya da anlatamamıştı. Ben verdiği ifadelerden, psikologdan öğreniyordum. Öğrendikçe daha çok yanıyordum.

 

“Söz verdim. Söz verdiysem tutarım. Ne zaman tutmadım?”

 

Ağlamıyor olsa da burnu çekti. Söylediklerimi kafasıyla onayladı. “Hep tuttun.” Dedi. Kardeşime gülümsedim. Normalde böyle çok gülümseyen bir adam değildim ama ihtiyacı olduğunu düşünüyordum. İnsan etrafında neyi görürse onu yapardı. Gülümsemelerin bulaşıcı olduğunu söylemişti bir keresinde. Belki benim gülümsemem de ona bulaşırdı. Çünkü zamanında Nilüfer’in gülümsemeleri bana bulaşmıştı.

 

Hafifçe geri çekildiğinde kollarımı bedeninden ayırdım. Birkaç adım geriledi ve mutfakta göz gezdirdi. “Burada ne yapıyorsun?” Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Etrafı topluyordum. Dağınık bırakıp gittim.”

 

“Aslında ben toplayacaktım ama Barış dedi ki boş ver. Ben de boş verdim.” Düz bir bakış attım kardeşime. Benim dediklerimi yapmazdı. Sıra Barış’a gelince uçarak yapıyordu hanımefendi. Sert bir nefesle sinirimi kamufle ettim. Ne kadar başarılı olduğum tartışılırdı. “Yardım edeyim mi sana?” diye sordu bu sefer.

 

“Yok. Boş ver sen.” Diyerek işime geri dönmeye yeltendim ama arkamdan bana sarıldığında yarıda kaldı hareketlerim. Ellerini sıkıca belime doladı ve karnımda birleştirdi. Neredeyse gülecektim, zor yetişiyordu. “Uyumasaydım yapacaktım, vallahi. Kızma.”

 

“Yapmadığın için kızmadım Nilüfer.”

 

“Ne için kızdın?”

 

“Barış’a kızdım.”

 

“Neden?”

 

“Çok güzüme batıyor bu sıralar o yüzden.”

 

“Ama ne yaptı ki çocuk?”

 

Ya sabır… ne yapmadı ki? Ne yapmadı! Seni aldı daha ne yapsın?!

 

“Bir süre Barış’tan uzak durmaya ne dersin kardeşim?”

 

Ellerini belimden çekti. Kendi kendime homurdandım. Cevap vermediği için yüzümü ona taraf döndüğümde kalbim tekledi. Gülümsüyordu. Şaşkınlığımı aşamadan yanaklarımı avuçlarının içine aldı ve yanaklarımı sıktı. “Sen beni mi kıskanıyorsun bakayım?” diye sordu sesini incelterek. Köpek seviyordu sanki. “Oy oy, kıyamam sana.”

 

Normalde geri çekilirdim ama hâlâ gülümsemesinin etkisindeydim. Bir şeyi bu denli özleyebileceğimi düşünmek bile olağandışıydı şimdi yaşıyor olmak imkansızı imkan kılmak gibi bir şeydi. Bir elimde suratını kapattım. Sevmek için sıkıştırdığımda hemen inkar çığlıkları atmaya başladı. Kendi yaptığında bir şey yoktu, biz yapınca sıkıntı oluyordu.

 

“Of abi!”

 

“Abiye oflanmaz Nilüfer.” Diyerek elimi geri çektim. Huylanmıştı. Kafasını iki yana sallayarak önüne gelen saçlarını geri itti. O konuşmadan önce konuştum. “Hadi, yeter bu kadar sohbet. Git uyu, çok geç oldu.”

 

“Ama uykum yok.”

 

“Kapat gözlerini gelir.”

 

“Hayır, gözlerimi kapatınca uyku gelmiyor.” Kafasındaki susmayan seslerden bahsettiğini anladım. “Tamam, otur şurada o zaman. Yemekleri halledince beraber çıkarız yukarıya.” Kafasını hızlıca salladı ve sandalyelerden birini çekerek oturdu.

 

Güldüm. Ona birkaç saniye baktıktan sonra yarıda bıraktığım işe döndüm ancak odaklanamadım. Kendi kendine konuşuyordu çünkü. “Acaba adımı Nilüfer Tanyel olarak mı değiştirsem?” Kaşlarım çatıldı. Omzumun üzerinden Nilüfer’e baktım. “Tanyel kimin soy ismi?” Bu soruyu ilk sorduğumda, evli olduğunu söylemişti. İstihbarat güçlerim olmasaydı inanırdım dediğine. “Benim.” Dedi dalga geçerek. Bedenimi kardeşime doğru çevirdim. “Neyi kastettiğimi biliyorsun Nilüfer.”

 

Omuzlarını kaldırıp indirdi. “Kimsenin değil. Devlet yurdundan ayrıldıktan sonra kendi isteğimle adımı da soy adımı da değiştirmiştim.”

 

“Neden?”

 

“Çünkü ismimi de soy ismimi de sevmiyordum artık. Geleceğine dair inancım olsaydı veya o zamanlar buraya gelecek cesaretim olsaydı değiştirmezdim soy ismimi.”

 

Eğer yanına gitmiş olsaydım nasıl bir hayat yaşıyor olurduk acaba? İhtimali olmayan bir düşünce canımı bu denli yakmamalıydı. “Abi?” daldığım yerden Nilüfer’in sesiyle ayrıldım.

 

"Ben sana bir şey diyeceğim." Kaşlarım merakla kavislendi. "De abicim."

 

"Ama kızma."

 

Ne yapmış olabilir diye düşündüm. Gerçi konu Nilüfer ise her şeyi yapmış olabilirdi. Hiç emin olamıyordum. "Ne yaptın yine yavrum?" Kızmayacaktım. En fazla kızar gibi yapardım.

 

"Davanın avukatlığını ben üstlendim."

 

"Hangi davanın?"

 

"2 hafta sonra olacak olan." Kaşlarım çatıldı. Bu konuda kızmaya hakkım vardı. Nilüfer'in bir daha hiçbirinin yüzünü görmesini, hatta yakınlarından dahi geçmesini istemiyordum ve bu konuda kararlıydım.

 

"Öyle bir şey yapamazsın, abicim."

 

"Yaptım, Kübra'yla konuştum. Ayarladı bile."

 

"Hayır, ayarlamamıştır. Hem ayarlasa bile böyle bir şeye izin vereceğimi sana düşündüren şey nedir?"

 

Oturduğu yerden kalkarak karşımda durdu. İfadesinde memnun olmayan bir şeyler vardı. İzin vermediğim için hem sinirlenmiş hem de üzülmüştü. İkisini bir arada yapabiliyordu. "Ama yapmak istiyorum. En başından beri buraya gelmekteki amacım buydu."

 

"En başından bu yana çok şey değişti Nilüfer. Bunu da en yakından sen yaşadın. Hiç kusura bakma böyle bir şey yapmana izin vermeyeceğim." Söylediklerimle kaşlarını çattı. Kollarını göğsünde birbirine doladıktan sonra arkasını sitemle dönüp mutfaktan çıktı. Elbette ki peşinden gitmedim çünkü bu konuda gayet ciddiydim. Birkaç saniye kapıya baktıktan sonra işime geri döndüm. Çıkaramadığım küçük tencereleri çıkartıp kalan yemekleri büyüklerinden aktardım.

 

Hayır yani, böyle bir şeye ne gerek vardı ki? Ne diye birden avukatlık yapası gelmişti? Hem, daha iyileşmemişti bile. Benim yüzlerine bakmaya dayanamadığım insanlarla aynı ortamda bulunup savunma mı yapacaktı? Yapamazdı. Kalbi ağrırdı. Benim bile ağrıyordu o minik bedeniyle nasıl dayanacaktı?

 

Dayanamayarak elimdekileri tezgaha bıraktım ve mutfaktan çıktım. Merdivenlere yönelmemişti, bu da salonda demek oluyordu. Salona girdiğimde karanlıkta koltuğa oturmuş ve kollarını birbirine dolayarak çatık kaşlarla karşısına bakarken bulmuştum onu. Gerçi yüz hatları ışığı yakmadığı için çok net değildi ama artık yüzünü görmesem bile anlayabiliyordum.

 

"Nilüfer-"

 

"Küstüm sana." Diyerek lafımı kestiğinde içli bir nefes aldım ve yanına doğru ilerledim. Boşluğa oturduğumda bedenini diğer tarafa çevirerek bana sırtını döndü. Elimde kalacaktı, haberi yoktu. "Bana bak." Omuzlarını şiddetle kaldırıp indirdi. "Küstüm işte."

 

"Abiye küsülmez Nilüfer."

 

"En çok abiye küsülür bir kere."

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve birkaç saniye sırtına baktım. İstediği bir şeyi elde etmekte üstüne yoktu. Ancak bu sefer ona karşı koyacaktım. En azından deneyecektim. Yapmak istediği şeyin ne kadar saçma olduğunu anladığında bu işten kendisi vazgeçecekti.

 

"Bana neden o davaya girmek istediğini söyle."

 

"Söyledim zaten."

 

"Gerçek nedenini soruyorum." Yine sessizleşti. Karanlığa alışan gözlerim artık onu daha net görüyordu. Bacaklarının üzerinde oynayıp durduğu ellerine bakıyordu. Konuşmayacağını anladığımda teşvik etmek için ben konuştum. "Bana gerçek bir neden sunmadığın sürece o davaya giremeyeceğini iyi biliyorsun Nilüfer. Hadi onu da geçelim o davada neler hissedebileceğinin farkında mısın? Sence hissettiklerin, tüm yaşadıkların çocuk oyuncağı mı?"

 

"Sadece..." yutkunuş sesi kulaklarımda yankı yaptı resmen. "Sadece onlara yenilmediğimizi göstermek istiyorum."

 

"Yenilmedik Nilüfer." Yenilmemiştik. "Ancak mahvolduk. Her taraftan parçalandık, biraz daha mı parçalanmak istiyorsun abicim?"

 

Yavaşça bana doğru döndürdü bedenini. Şimdi yüzünü görüyordum. "Hayır, hepsinin paramparça olmasını istiyorum. Yaptıklarının bedelini ödesinler istiyorum. Ve tüm bunlar olurken yüzlerini görmek istiyorum. Olup bitenlerden sonra yalnızca acı çekenin biz olmamasını diliyorum, bunu gözlerinde görmek istiyorum. Mahvettikleri kadar mahvolsunlar istiyorum, abi."

 

"Gerçekten buna gerek var mı? Bedelini ödeyecekler. Ha senli ha sensiz."

 

"Anlamıyorsun!"

 

"Nilüfer asıl sen anlamıyorsun. Dışardan nasıl göründüğünün farkında değilsin."

 

"Ben... iyiyim."

 

Değildi. Allah kahretsin ki değildi. Krize girdiğinde bu kalıba rağmen tek başıma onu durduramıyordum çünkü deliriyordu. Ellerini tutsam ayaklarına engel olamıyordum. Kendine zarar vermeye çalışıyordu. Ki girdiği krizler aniden, ortada bize göre hiçbir şey yokken başlıyordu. Neye üzüldüğünü, sinirlendiğini, canını ne yaktığını anlayamıyordum ki. Anlayamayınca da ortadan kaldıramıyordum o sebebi. İşte bu yüzden, Nilüfer'in daha da kötü etkileyecek bir şey yapmasına rızam yoktu.

 

"İyisin." Dedim düşündüklerimi dile getirmeden. "Daha da iyi olacaksın. Ve daha iyi olmak için kafandakileri silip atman gerekiyor."

 

"Silemiyorum. Elimde olduğunu mu sanıyorsun?"

 

"Değil, biliyorum. Ama o küçük kafanı daha fazla yoracak, kalbini zedeleyecek bir şey yapmayarak bu yolda olduğunu gösterebilirsin. Bunlar elinden gelir. O davadan da tüm davayı ilgilendiren dosyalardan da uzak duracaksın."

 

Kaşlarını çattı ve bana sert olduğunu düşündüğünü bir bakış attı. Bu bakış birkaç saniye sürdü. Oturduğu yerden kalkarak salonun kapısına doğru yürümeye başladığından konuştum. "Tamam dediğini duyamadım Nilüfer."

 

"Demedim zaten." Dedi ters ters. Kapıdan çıkarken de ekledi. "Demeyeceğim de!"

 

"Dayak istiyorsun sen!" Sesim salonda yankılanıp söndü. Avuç içlerimi yüzüme bastırdım ve bir süre nefeslendim. Nilüfer’i şu tepkisinden bile durduramayacağımı o kadar iyi biliyordum ki sinirlenmemek elde değildi. Benden alabileceği en kötü özellikleri almıştı. Bir şeyi kafasına koyduğunda yapmadan rahata ermiyordu. Önüne set de çeksem, odalara da kilitlesem yine bir yolunu bulur o davaya katılırdı.

 

Yapabileceğim tek şey onu bu davaya psikolojik olarak hazırlamaktı. Önümüzde iki hafta vardı. Kısa bir süreydi aslıda ama bizim için çok şey ifade ediyordu. Ne de olsa yirmi dört yıllık bir boşluğumuz vardı. Her saniyemizi dolu dolu yaşamamız lazımdı.

 

Ellerim normalde kullandığım boyuttan uzamış olan saçlarıma çıktığında aklıma bir şey geldi. Keyifle ayağa kalkıp salondan çıkarak merdivenlere yöneldim. Üst katta iki oda bir banyo vardı. Nilüfer'in odası banyonun çaprazında kalıyordu. Odasının önünden geçerken kapısını tam kapatmadığını fark ettim. Bu iyiydi. Odama girip bana lazım olacak eşyaları aldıktan sonra bonoya gittim. Odadan getirdiğim tabureye oturarak elimdekileri lavaboya bıraktım.

 

"Sakallarım da amma uzamış!" Dedim ama der demez pişman oldum. Çocuk çocuk işlere kalkıştığıma inanamıyordum. Yine de devam ettim. Kapı açıktı, yani Nilüfer beni duyuyordu. "Tıraş makinem şuralarda olacaktı." Nedensiz birkaç gürültü çıkarttım. "Bu aynadan da yüzümü doğru düzgün göremiyorum ki! Bir taraflarımı kesmesem bari."

 

Ses çıkartmak için uğraşırken malzemelerin hepsi yere düştü. Bu sefer gerçek bir tepki verdim. "Hay sikeyim!" Yere eğilerek düşenleri toplamaya başladığım sıra minik adım sesleri duyuldu. "Ne yapıyorsun?" Diye sordu banyonun kapısına gelen Nilüfer ters ters. Merakına yenik düşmüştü ama hâlâ bana tripliydi.

 

"Hiç," dedim az önceki halimden eser kalmamış bir şekilde. "Tıraş olacağım."

 

"Bu saatte mi?"

 

"Ne varmış saatte?"

 

"Saat gecenin üçü!"

 

"Olsun, yatamıyorum zaten böyle."

 

"Neden?"

 

"Sakallarım batıyor."

 

"Çok mu batıyor?"

 

"Çok batıyor."

 

"Kes o zaman!" Diye aniden bağırdığında beklemediğim için oturduğum sandalyede titredim. "Kız ne bağırıyorsun!?"

 

"Salaksın sen!"

 

"Allah Allah, yürü git elimde kalacaksın bak şimdi!"

 

Ayaklarını yere vurarak tepindi. "Çok kötüsün, çok!" Derken olduğu yerde ayaklarını yere vurmaya devam ediyordu.

 

"Yavrum ne yaptım da kötü oldum birden?!"

 

"Hiçbir şey yapmama izin vermiyorsun! Onca yıl okuyup avukat oldum ben! Boşuna mı oldum!?"

 

Gözlerimi kısaca kapattım. Sakin olmam gerekiyordu. Ona ters gidince daha da tersleşiyordu. Ve lanet olsun ki bu özelliğini de benden almıştı. Gözlerimi tekrar açtığımda göz göze geldik. "Avukatlık mı yapmak istiyorsun?"

 

Kafasını hararetle salladı. "Evet!"

 

"Tamam, ben sana müvekkil ayarlarım, yaparsın." Hayalleri çöpe düşmüş gibi yüzüme baktığında etkilenmemek için bakışlarımı çektim. Kabul ettiğimi söylemeyecektim çünkü beni ikna etmek için çabalayacaktı. Yani aslında bu iyi olmak için çabalamakla aynı şeydi. Hâlâ elimde duran malzemeleri lavabonun taşına bıraktım.

 

Adım sesleri uzaklaştığı için gittiğini anladım. Tıraş olmak aklımın köşesinden geçmiyordu normalde. Daha farklı düşünmüştüm. Nilüfer’in ilgisini çekeceğini falan. Düşündüğüm gibi olmamıştı, tıraş olasım da hiç yoktu ama bu kadar eşyayı getirmişken aradan çıkartacaktım.

 

Tıraş köpüğünü elime sıktıktan sonra çenemden başlayarak sakallarımın üzerine yaydım. Aynaya bakmak için kalkmama gerek yoktu çünkü artık elim alışmıştı. Bir ara her gün tıraş olmak zorundaydık. Özellikle askerlik eğitiminin başlarında.

 

Bıçakların körleşip körleşmediğini kontrol ettikten sonra jileti yüzüme doğru yaklaştırdım. Tam dokunduracağım sırada Nilüfer’in sesi duyuldu. “Aynaya bakmadan nasıl yapacaksın?” Yüzümü kapıya çevirdim. Bedenini saklamış ve kafasının yarısını pervazdan uzatmıştı. Gitmemişti demek ki. “Deneyeceğim, olduğu kadarıyla.” Dedim yalan söyleyerek.

 

“Ama ya yüzünü kesersen?”

 

“Bir şey olmaz.”

 

Kaşları çatıldı söylediğimle. “Olur, düzgün yap.”

 

“Gel de sen yap.” Dedim sanki hiç istemiyor gibi. “Görelim marifetlerini.”

 

“Gerçekten mi?”

 

Kafamı aşağı yukarı salladım. Bedenini sakladığı yerden çıkarttı ve banyoya girerek yanıma yaklaşmaya başladı. “Ama ben hiç yapmadım daha önce.”

 

“Olsun.”

 

“Yüzünü kesersem?” dedi kararsızca bana bakarak. Oturduğum için yukarıya bakmak zorunda kalıyordum. Buradan da neler hissettiğini görebiliyordum. “Kesmezsin.”

 

Kafasını salladı. Heyecanlanarak elimdeki jilete uzandı. Eline bırakarak yüzümü rahat etmesi için daha çok yukarıya kaldırdım. Dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra yüzüme doğru eğildi ve jileti dikkatlice dokundurdu. Fazla hafif dokundurduğu için yönlendirdim. “Biraz daha bastırabilirsin.” Dediğim gibi yaptı. Artık beni tıraş edebilecek tüm yetilere sahipti.

 

“Bıçakların ucuna köpük birikince yıka.” Dedim bir de ek olarak. Kafasını hızlı hızlı salladı ve odaklandı. Normalde beş dakika sürecek tıraşımı yarım saate bitirdi ama hiç sıkılmadım. Aksine odaklanması ve hiç acıtmadan bitirmesi beni büyülemişti. “Bitti!” dedi geri çekilerek. Gülerek oturduğum yerden kalktım ve yüzümü yıkadım. Sonra aynadan kendime baktım. Tek çizik yoktu. Açıkçası beni şaşırtmıştı. “Aferin kız, güzel yapmışsın.”

 

Tıraş losyonunu elime sıkarak yüzüme yedirdim. Normalde bu işlemi yaptığımda sızlardı yüzüm ama şimdi pek bir şey hissetmemiştim. “Bu ne güzel kokuyor.” Dedi Nilüfer ve kutusunu eline alarak burnuna yaklaştırdı. Birkaç kez derin derin kokladı. “Çok hoş.”

 

Burnumdan sert bir nefes vererek güldüm. Yoktan yere kendini sarhoş edecekti. Elindeki losyonu alarak kapağını kapattım. “Hani teşekkür?” diye sordu yüzüme büyüttüğü gözleriyle bakarak. O an ona sıkıca sarıldım. Kollarını dahi sıkıca sardığım için karşılık veremedi. “Teşekkür ederim, abim. Eline sağlık.”

 

“Rica ederim.” Dedi i harfini uzatarak. Çok tatlıydı. Döve döve sevmek istiyordum ama kıyamıyordum. Ellerimi geri çektiğimde bu sefer o bana sarıldı. Normalden daha güçlü ve sıkı bir sarılıştı. “Abi.”

 

“Abim?”

 

“Baba gibi hissettiriyorsun.” Zorlukla yutkundum. “Bir baba nasıl hissettirir bilmiyorum ama öyle hissettiriyorsun.”

 

Bir an diyecek kelime bulamadım. Tek bildiğim göğsümün sıcacık olmasıydı. Saçlarına dudaklarımı bastırdım ve kokusunu içime çekerek öptüm. Bilmiyordu ama o da bana bir çocukmuş gibi hissettiriyordu. Sanki bir bebeği büyütüyor gibiydim.

 

Canımın içi, keşke beraber büyüyebilseydik. Keşke bu denli geç kalmasaydık.

 

“Ben sana baba da olurum, abicim. Sen iste yeter ki.”

 

Sıkıca sarılmak dışında bir şey söylemedi. Birkaç saniye sonra kollarındaki güç zayıfladı. Artık eskisi kadar güçlü sarılmıyordu. “Abi…”

 

“Söyle gözbebeğim.”

 

“Şekerim düşüyor.” Anında geri çekildim. Gözleri yarı açıktı ve titremeye başlamıştı. Siktir.

 

“Hastaneye gidiyoruz!”

 

“Hayır hayır. Gitmeyelim.”

 

“Ne demek gitmeyelim Nilüfer?”

 

“Çorbandan yemek istiyorum. İyi gelmez mi ki o?” Duraksadım. Şu an duraksamak iyi değildi ama duraksamıştım işte. “Gelir. Yersen gelir.” Dedim telaşla konuşarak. “Tamam, yiyeyim o zaman.” Kafamı hızlıca salladım.

 

İnkar etmesine vakit tanımadan onu kucağıma aldım ve hızlıca aşağıya indim. Mutfağa girdiğimizde nazikçe bir sandalyeye oturmasını sağladım. Riske mi giriyordum bilmiyordum. Eğer yer ve kusarsa şekeri yükselmezdi ve bu da bana büyük endişe veriyordu.

 

Çorbayı hızlıca ısınması için ocağa koydum ve şekerini ölçmek için harekete geçtim. Sessizce beni izliyor olması da canımı sıkmıyor değildi. Son iki haftadır şekerini çok zor bir şekilde sabitleyebiliyorduk çünkü adam akıllı yemek yiyemiyordu. Her gün aldığı vitamin takviyeleri ve serumlar da bir yere kadar iş görüyordu.

 

Glukometrede gösteren değer onu krizi sokmazdı ama etkilerdi. Zaten hâlâ elleri titriyordu. Bir de üstüne terlemeye başlamıştı. “Nilüfer önce hastaneye gidelim, dönünce yersin.” Dediğimde omuz silkti. “Şimdi canım çekiyor ama.”

 

“Abicim çorba hemen etki etmez ki. Şeker alman gerekiyor.”

 

“Tatlı yapmıştın ya.”

 

Doğru yapmıştım ama pek becerememiştim. “Yapmadın mı yoksa?”

 

“Yaptım.” Dedim sıkıntılı bir şekilde. Dolaba ilerleyerek yaptığım tatlıyı çıkartarak borcamın tamamını önüne koydum. Garip garip yaptığım şeye baktı. Çok haklıydı çünkü sarmayı becerememiştim. Muhallebi ve kremşanti birbirine girmişti, üstelik Hindistan cevizi de uğraşlarımdan sonra topak topak olmuştu.

 

“Çatal vermedin ama?”

 

Çekmeceden bir çatal çıkartarak önüne koydum. Sorgulamadan eline aldı ve yaptığım garip şeye batırdı. Ağzına götürürken sordum. “Yiyecek misin gerçekten?”

 

“Yiyeceğim.” Yedi de. Tepkisini beklerken azap çekiyor gibi hissetmiştim. İkinci çatalı da batırıp ağzına götürdü. Yutkundu. Yüzünde midesinin bulandığına dair bir işaret yoktu. “Eline sağlık.” Derken bir çatal daha almıştı. “Hiç anneminki gibi olmamış ama çok beğendim yine de.” Lokmasını yutarak bana baktı. “Şey bir de lütfen bir daha tatlı yapma.”

 

Endişeli bekleyişim gür bir kahkahayla son buldu. Sinirlerimi bozmuştu. “Hadi, sen de ye. Bu senin en sevdiğin tatlıydı.”

 

Öyleydi. Annem küçükken çok güzel yapardı. İçinde kek tarzı bir şey olmadığı için yemesi çok keyifli olurdu. Çok severdim. Annem gitmeden son kez bana yapmıştı ama o tatlıyı yememiştim. Yemediğim için de bozulmuştu ve böylelikle çöpe gitmişti. O zamandan beri tatlı şeyleri sevmezdim. Nilüfer’i tanıyınca değişmişti bu durum. Dünyanın en tatlı insanı falandı ve ben onu her şeyden çok seviyordum.

 

Kendime de bir çatal aldım ve yanına oturdum. İlk lokmadan sonra yüzüm istemsizce buruştu. Gerçekten de hiç anneminkine benzemiyordu. Yine de yenilmeyecek kadar kötü değildi. Sadece şekli şemali olmamıştı. Hâlâ annemin yaptığı yemeklerin tadını anımsıyor olmak garip hissettirdi. Zaman istediği kadar geçsin zihin sevilen bir şeyin varlığını öyle ya da böyle koruyordu.

 

Hafıza yüzleri, insanları, sesleri silerdi. Ama bazı şeyler daim kalırdı. DNA’ya işlenmiş bir kod gibi. Annemin yaptığı tatlı benim DNA’ma işlenmişti. Ben Nilüfer kaçırıldığı gecenin sabahında yaptığı tatlıyı gözyaşları içinde yemiş annemi anımsamıştım. Onun bunu bilmesine gerek yoktu ama annem gelmiş gibi hissetmiştim. Bana sarılmasını ve her şeyin geçeceğini söylediğini hayal etmiştim. Sonra da kalkmış kardeşimi canımı dişime takarak aramıştım.

 

Bulmuştum.

 

Bir daha da kaybolmasına izin vermeyecektim.

 

O benim canımdı. Kaybolursa kaybolurdum.

 

🪷

 

BARIŞ

 

Üç gündür Nil’i doğru düzgün göremiyordum. İşler o kadar birikmişti ki nefes alacak vakit bulamamıştım. Film izlediğimiz gece yanından ayrıldıktan sonra uykusuz bir şekilde çalışmakla meşguldüm. Çalışırken de kendimi bir ödülle motive etmiştim. Elbette ödülüm Nil’di. Gün içinde yine yanına uğruyor iyi olduğundan emin olmak istiyordum ancak yeterli gelmiyordu. Zaten yanında yarım saatten fazla kalamıyordum. Yaşanılan onca şeyden sonra Nil’in yanında kalmak istediğim için işleri aksatmıştım. Bu yüzden fazlasıyla birikmişti. Neyse ki üç günde yoğunluğu yarıya indirmiştim. Geri kalan işleri de Mesude ve Mirza’ya postalamıştım. Onlar benim gözümde hâlâ cezalıydı.

 

Sonsuza dek de cezalı kalacaklardı çünkü ben onların başkomiserleriydim. Emrimi yerine getirmek zorundaydılar. Evin arkasına park ettiğim arabadan indim ve etrafı kolaçan ettim. Şimdilik sakin görünüyordu. Ön kapıda nöbet bekleyen polisleri de yeniden ayarlamıştım. En güvendiğim adamlara iş vermiştim ve şimdi o en güvendiğim adamlar benim için bir şey yapmak zorundaydı.

 

Çitlerin olduğu kısma yaklaştım ve üst taraftan tutarak kendimi yukarı çektim. Bedenimi çitin içine attıktan sonra bir süre hareketsiz beklemiştim. Herhangi bir ses duyulmadı. Hâlâ fark edilmemiştim ve bu iyiydi. Hatta çok iyiydi çünkü evine girmeye çalıştığım adam bir istihbaratçıydı.

 

Bahçenin etrafını kontrol ettim çatık kaşlarla. Tam yapacakları işe küfredecekken kısık bir ses duyuldu. “Başkomiserim?” Sesin geldiği çalılığa doğru eğildiğimde Berzan’ı gördüm. “Ne yapıyorsun lan orada?”

 

“Vallahi başkomiserim gelin yol yakınken vazgeçelim. Hepimizin cesedini çıkartır bu adam.”

 

“Dediğimi yapmadıysan ben senin cesedini çıkartacağım Berzan!”

 

Kafasını hızlı hızlı salladı ve girdiği yerden eğilerek çıktı. Çıktıktan sonra yeniden eğildi ve istediğim şeyi yavaşça dışarıya doğru çekti. “Ne istediniz de yapmadım Başkomiserim.”

 

“Kes lan.” Yalaka adam sevmem, hele bu adamı kardeşime olan bakışlarını gördükten sonra hiç sevmiyordum. Elindeki merdiveni aldım ve evin duvarının önüne doğru ilerledim. Merdiveni, ikinci katta olan balkona dayadım ve sağlamlığını elimle kontrol ettim. Tamam kolay kısım bitmişti. Diğer kısım Çınar’ın evden çıkması ve Nil’in hangi odada olduğunu bulmaktı.

 

“Ara öndekileri, harekete geçsinler.” Dediğimi hızlıca yerine getirdi. Birkaç dakika stresli bir bekleyişten sonra Berzan telefona bakarak konuştu. “Çıktı başkomiserim.” Duyduğum cümleyle merdivene döndüm ve tüm basamakları tırmanıp balkona geçtim. Bu balkon en tehlikeli yerdi. Çünkü kahrolsun ki hem Nil’in hem de Çınar’ın odasına bağlanıyordu.

 

Nil’in odasına bağlanan kapıya yaklaştım. O an duraksadım. Birden girersem korkardı. Gerçi buradan nasıl girersem gireyim korkardı ki. “Bir bu kalmıştı yapmadığın Barış.” Diye söylendim kendi kendime.

 

Nişanlımı kaçırıyordum.

 

Yani kaçıracaktım.

 

İnşallah.

 

Yakalanmazsam.

 

Yakalanırsam biraz kötü olurdu.

 

Önünde durduğum kapıyı tıklattım. Saniyeler boyunca bir ses gelmeyince kulpu çevirerek içeriye girdim. Saat gecenin biriydi o yüzden uyumuş olabilirdi ancak beklediğim gibi olmadı. Nil odada değildi. Yüzüm başarısızlıktan dolayı buruştu. Şimdi bul bulabilirsen.

 

Sessiz adımlarla balkona geri çıktım. Bu yaptığıma arı kovanına çomak sokmak denilirdi ancak ölmek vardı dönmek yoktu. Yönüm Çınar’ın odasına geçen kapı oldu. Derin bir nefes alıp verdim. Çınar dışarıdaydı. Hemen odayı kontrol edip çıkardım. Nil, burada da değilse aşağıda demekti. Mesaj atıp odasına çağırabilirdim ancak garip kaçardı. Sanki yaptığım şey çok garip değilmiş gibi.

 

Düşünmeyi keserek hızlandım. Çınar’ın balkondan girilen odasının kapısını açtığımda tiz bir çığlık duydum. Hatta bu çığlık düşmanıma sesleniyordu. “Abi!” Koşar adımlarla yatakta oturan Nil’e ilerleyip elimle ağzını kapattım. “Kız ne bağırıyorsun?” diye sordum tutuşmuş bir şekilde. Nil kocaman açtığı gözleriyle yüzüme bakakaldı. Korkmuştu. Hızlı hızlı nefesler alıp veriyordu. İçten içe bir küfür savurdum ama artık olan olmuştu.

 

“Özür dilerim, benim, korkma.”

 

Konuşabilmesi için dudaklarına yasladığım elimi indirdim. “Barış…” diye soludu şaşkınlık içinde. Yüzüme gözlerini kırpıştırarak baktı. “Nerden çıktın sen?”

 

“Balkondan.”

 

“Balkonda ne yapıyorsun?”

 

Genişçe gülümsedim ve yüzüne doğru eğildim. “Seni kaçırmaya geldim.” Biraz daha şaşırdı. Birkaç saniye sonra şaşkınlıkla sordu. “Ne?” Sevimli halini tam şu an yiyebilirdim ancak kırmızı alandaydık. Çınar beni burada yakalarsa ağzıma sıçardı.

 

“Nilüfer?!” diye aşağıdan endişeyle bağırdığında hızlıca doğruldum. “Siktir!” Buraya kadar gelmişken yakalanamazdım. Olmazdı. “Bir şey yap.” Diyerek Nil’in omuzlarına tutundum. Bana daha önce gözlerinde görmediğim bir bakış attı. Ne yağacağını şaşırmıştı ve panikle yataktan kalkıp kapıya doğru ilerledi. İç kapıyı açarak aşağıya seslendi. “Efendim abi?”

 

“Bana mı seslendin abicim?”

 

“Yok, seslenmedim.” Derken bana kötü bir bakış atmıştı. “Bana öyle geldi herhalde. Neyse yat sen geleceğim ben birazdan.”

 

“Tamam abi.” Dedi ve kapıyı kapatarak bana doğru döndü. Döndüğü an burun buruna geldiğimiz için duraksamıştı. “Barış.” Dedi nefes nefese kalmış gibi. Ona göz kırptım. Çok güzeldi. Baktıkça içim gidiyordu. “Ne yapmaya çalışıyorsun?”

 

“Dedim ya seni kaçırmaya geldim.”

 

“Delirdin mi? Abim seni öldürür.”

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Nil’i Ankara’ya götürmeyi ima ettiği için ona acayip derecede kıl oluyordum ve ne zaman Nil’e yaklaşsam oradan buradan çıkmasına artık dayanamıyordum. Bizi elbette bulurdu ama o bulana kadar ben yârimle uzun uzun vakitler geçirirdim. Ellerimi yüzüne yerleştirdim ve günlerin acısını çıkartarak derince yüzünü inceledim. “Çok özledim seni.”

 

Panik dolu bakışları duruldu ve omuzlarını düşürdü. “Ben de seni çok özledim. Bugün hiç aramadın.” Şikayeti gülmemi sağladı. “Seni kaçırma planları yapıyordum.” Söylediğimi duymazdan gelerek boynuma sarıldı. Elbette bu sarılışı karşılıksız bırakmadım. Beline ellerimi doladım ve ayaklarının yerden kesilmesini sağlayarak ona sarıldım. Kokusu günlerin yorgunluğunu alıp götürdü.

 

Son üç gündür daha iyiydi. Dün psikoloğuyla da görüşmüştüm. Gelişme olduğunu söylemişti. Çınar’ın dediğine göre üç gündür odasına kapanmaktan kaçınıyordu. Uzun uzun birlikte vakit geçiriyorlardı. Hem artık bir şeyler yemeye de başlamıştı. Daha çok Çınar’ın yaptıklarını yiyordu tabi. Bu ayrıntıyı ballandıra ballandıra anlatmıştı şerefsiz.

 

Dudaklarımı saçlarının üzerine bastırdım ve bir kez daha kokusunu içime çektim. Nil’i hastanenin çatı katında gördüğüm günden beri kendime gelmiş değildim. Hâlâ içim yanıyor, kalbimde ağır bir huzursuzluk beliriyordu. Ama iyileşiyorduk, iyileşiyordu.

 

“Biraz daha böyle sarılırsak abine yakalanacağız.” Dedim. Bir an önce gitmemiz lazımdı.

 

“Barış, dalga geçme.” Dedi, galiba ciddiyetimin farkında değildi. Geri çekilerek yüzüne baktım. “Dalga geçmiyorum ki.” Kaşlarını kavislendirdi. “Sen ciddisin?”

 

Kafamı aşağı yukarı salladım. “Barış!” dedi gözlerini büyüterek. “Abim çok kızar.”

 

Kaşlarımı çattım. “Abinden bahsetme bana. Düşmanım ben ona bir süre.”

 

“Ona bakılırsa sen abime hep düşmansın.”

 

“Oh iyi yapıyorum.” Kafamı iki yana salladım. “Her neyse hadi, o gelmeden gitmeliyiz.” Elini tutup ilerlediğim sırada beni geri çekerek durdurdu. “Delirdin mi? Abim beni görmezse çıldırır. Çok merak eder Barış.”

 

“Çıldırsın.” Dedim umursamazca. Bana olan bakışı yelkenlerimi birazcık suya indirdi. “Of iyi, not yazdım merak etmesin diye.” Evet, her şeyi düşünmüştüm. Ceketimin cebindeki ikiye katladığım kağıdı çıkarttım ve Nil’e uzattım. Şüpheyle kağıda baktı ve elimden alarak içini açtı. Sesli bir şekilde okumaya başladı.

 

“Nişanlımı kaçırıyorum. Sakın bizi arama. Düş yakamızdan.”

 

Gözlerini notta kaldırarak bana baktı. Sonra güldü. “Sana inanmıyorum.” Dedi gülerken. Yiyecektim şimdi. Dünyanın en güzel melodisiydi sanki duyduğum. Bir başkaydı, bir banaydı. “Barış.” Harfleri uzatmıştı. “Sen sarhoş musun yoksa yürek mi yedin?”

 

“Abimin seni öldüreceğini ikimizde biliyoruz.” Dedi bir şeylerin farkına varmamı istiyor gibi. Ben birçok şeyin farkındaydım ve biliyordum ki bu macera ona iyi gelecekti. Çınar ilk gördüğünde elbet kızardı ama sonradan yelkenleri suya indirirdi.

 

“Sen her şeye değersin.” Dudaklarını birbirine bastırdı. Gözlerimin içine içine baktıktan sonra başını sağ omzuna doğru yatırdı. “Ama ya abim kızarsa?”

 

“Kızarsa bana kızar.”

 

“Barış, bir kez abimden habersiz iş yaptım diye çok kızmıştı.”

 

“Söz veriyorum, evden çıkınca arayıp haber vereceğim.”

 

“Şimdi haber versek?”

 

“Sen benim cesedim çiğnensin istiyorsun herhalde?”

 

Sert bir nefes verdi. Odanın kapısına baktıktan sonra gözlerinde heyecan yakaladım. “Tamam, hadi gidelim.”

 

İşte benim kadınım.

 

“Yanıma bir şey alayım mı?”

 

“Ceketini al sadece. Hatta dur.” Yürüdüm ve Çınar’ın dolabını açıp içinden bir ceket çıkarttım. Kendi malımmış gibi Nil’e uzattım. “Bunu giy.” Karşı gelmeden elimden ceketi aldı ve hemen abisinin en sevdiği ceketini üzerine giydi.

 

Az önce Nil’e okuttuğum notu açarak bir ekleme yaptım.

 

Nişanlımı kaçırıyorum. Sakın bizi arama. Düş yakamızdan.

 

Dip not: Ceketini çaldık.

 

Şahane olmuştu. Notu yatağın ortasına bıraktım. Nil’e döndüm ve elimi ona uzattım. Anında tuttum. Onu balkona yönlendirdiğimde endişeyle sordu. “Atlayacak mıyız? Ben atlayamam.”

 

“Merdiven var.”

 

Balkona çıkarak aşağıya baktım. Berzan bekliyordu. Bizi görünce rahat bir nefes aldı. “Öldünüz sandım başkomiserim.” Gözlerimi devirerek yanımda bekleyen Nil’e döndü. Aşağıya, Berzan’a el salladı. Berzan karşılık verdi. “Merhaba yenge.”

 

“Merhaba.” Dedikten sonra bana döndü. “Ya düşersek?”

 

“Seni tutarım. Düşmezsin.” Kafasını aşağı yukarı salladı. Bana güveniyor olması kalbimi okşuyordu. Balkonun korkuluklarından diğer tarafa bacağımı attım ve merdivenin üst basamağına geçip korkuluktan tutundum. Bir basamak indikten sonra elimi Nil’e uzattım. “Hadi.”

 

Kararsız bir bakıştan sonra harekete geçtik. Bacağını benim olduğu tarafa attı. Sonra da diğerini attı. Böylelikle tam önümde bir basamak yukarıdaydı. Düşmemesi için bir basamak aşağıda ona destek olacaktım. Belli olmazdı, yaraları daha iyileşmemişti hem boşluğuna gelebilirdi. Risk alamazdım.

 

Bir adım indikten sonra onun da bir adım inmesini bekledim. Böylelikle tüm basamakları kazasız belasız inmiştik. Yere adım attığım an Nil’e taraf döndüm ve onu kucaklayarak omzuma attım. Madem bir iş yapıyorduk adam gibi yapacaktık.

 

“Barış!” Diye sessizce sitemde bulundu. Onu duymazdan gelerek Berzan’a bir işaret verdim. Telefondan ön kapıda bulunan polislere haber gönderdi. Bir dakika sonra haber da aldı. “İçeri girdi baş komiserim.”

 

Kafamı salladım ve elimi kolumu rahatça sallayarak ön kapıya ilerledim. Bahçeden çıktım. Kapının kenarında bekleyen polis arkadaşlar gülmemek için kendilerini zor tutsa da onları görmeden geldim. Sokakta duran doblo polis arabasına doğru yürüdüm. Nil olduğu yerden memnunmuş gibi çıtını çıkartmıyordu.

 

Berzan arabanın ön kapısını açtığında Nil’i omzumda indirdim ve ayakları yere değmeden rahatça koltuğa oturmasını sağladım. Kapıyı kapatarak arabanın ön kaputundan dolaşarak şoför koltuğuna yerleştim. “Abimi arayalım.” Dedi anında Nil.

 

Burnumdan sert bir nefes vererek güldüm. O ikisinin birbirine bu kadar düşkün olması beni sevindiriyordu. Çünkü ikisini de birbirinden uzakken tanımıştım. Şimdi aldıkları nefesten haberdar olmak istiyorlardı. Kadere karşı gelmekti bir bakıma bu.

 

Telefonumu çıkarttım ve Çınar’ı arayıp kulağıma yasladım. İkinci çalışta telefon açıldı. “Ne var?” Telefon kulağımdayken arabayı çalıştırdım. “Yatak odanı kontrol et, sana bir not bıraktım.”

 

“Ne diyorsun lan?!”

 

Şeytani bir gülüş yayıldı yüzüme. Sessizlik oluştuğuna göre dediğimi yapıyordu. Çok değil birkaç saniye daha geçti. “BARIŞ!” Yüzümü buruşturarak telefonumu kulağımdan çektim. Telefona gerek yoktu. Sesini evden duyabiliyordum. “SİKTİM LAN SENİ!”

 

Abisinin sesini Nil’de duymuş olmalı ki ellerinin ucunu dudaklarına bastırmıştı. Kıkır kıkır gülüyordu şu an. Durup uzun uzun onu izlemek istesem de yakalanırsam gerçekten beni sikeceğini bildiğim için gazı kökledim.

 

Bu iş işte bu kadardı. Maşallah bana, elimden her iş geliyordu.

 

🪷

 

Arabayı park ederek yanımda sabırsızca bekleyen kadına baktım. Yarım saattir yoldaydık ve her dakika nereye gittiğimizi sormuştu. Merak etmesini anlıyordum ancak nereye gideceğimizin pek bir önemi yoktu. Çünkü nereye gidersem gideyim Nil yanımda olduğu sürece evdeymiş gibi hissedecektim. Gözlerimi ona çevirdiğimde merakla etrafa bakındığını gördüm. İlçenin biraz dışında kalan bahçeli bir kafeye gelmiştik. Kafeden çok konaklama merkezi sayılırdı aslında ama konaklayacağımız yer burası olmayacaktı.

 

Burada gökyüzü bir başka gözükürdü. Etrafta başka yerleşim yeri veya ışık olmadığı için tüm yıldızları en parlak haliyle görebilirdin. Nil’in gökyüzünü izlemeyi sevdiğini biliyordum. Benimle olduğu süreçte onun sevdiği şeyleri yapacaktık.

 

“Bekle.” Dedim kendi tarafımdan inerek. Arka kaputa ilerledim ve içini açarak önceden hazırladığım eşyaları elime aldım. Bir iş yapıyorsam hazırlıksız olmazdım. Nil’in kapısına doğru ilerleyip kapısını açtığım an sordu. “Niye buraya geldik?”

 

“Dağa kaldırdım seni.” Dedim alttan alttan gülerken. Dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra da elimdekilere baktı. “Bunlar ne?”

 

Poşetleri yere koyarak içinden ilk ihtiyacım olan şeyi aldım. Nil evdeyken çorap giymiyordu. Tahmin ettiğim gibi şu anda ayakları çıplaktı. Her şeyi hızlı olacağı için ne çorabını ne de ayakkabısını giyebileceğini sanmamıştım ki doğru da çıkmıştı.

 

“Ayaklarını uzat bakalım.” Hiç sorgulamadan bana taraf döndü. Kendi gibi ayakları da minicikti. Özel olarak seçtiğim tavşanlı çorapları çıplak ayaklarına narince geçirdim. “Bana tavşanlı çorap mı aldın?” diye sordu heyecanla. Bu kadar minik bir şeye seviniyor olmasına hayrandım. Büyük beklentileri yoktu. Hiç olmamıştı ama o her şeyin en güzelini en özelini hak ediyordu. “Ya, sana tavşanlı çorap aldım. Beğendin mi?”

 

Hızlıca kafasını salladı. Bu hali beni güldürdü. Poşette olan botları da çıkartarak ayaklarına giydirdim. Hava soğuktu. Zaten yara bereyle savaşıyordu bir de üşütüp hasta olursa kendimi çok suçlardım. “Bot da almışsın.” Dedi mırıldanarak.

 

“Mont da aldım ama herhalde abininkini çıkartmazsın.” Söylediğim şey gözlerini parlattı ve sanki abisini sarılıyormuş gibi ceketine sarıldı. “Evet. Abim gibi kokuyor. Yanımdaymış gibi hissediyorum.”

 

“Aman yanımızda olmasın güzelim şöyle birkaç saat bizden uzak dursun.”

 

“Şimdi abim senin bacanağın mı oluyor?”

 

“Kayınbiraderim oluyor.” Söylediğime hımladı. Bir şey düşünüyordu belli ki. “Bacanak neydi?”

 

Yerdim ki. “Mesela senin ve Lavin’in kocası birbirinin bacanağı olur.” Dilimi ısırmak zorunda kaldım. Çünkü Lavin’in adını anmak Nil’in anılarla boğuşması demekti. Ki bakışı bunu net bir şekilde anlatıyordu. Duraksamıştı ve az önceki parlayan gözleri solmuştu. Lavin’i affetmediğini biliyordum. Affettiğini dile getirse de içten içe kötü anılarının başında kardeşi gelecekti. İçi bu yüzden hep yanacak, hatta sönmeyecekti. Kardeşlerinin varlığını öğrendiğinde ne kadar heyecanlandığını kendi gözlerimle görmüştüm. Çok sevmişti onları. Hâlâ seviyordu ama bazı şeyler unutulmazdı.

 

İstesen bile unutamazdın.

 

Doğrularak ellerine uzandım ve onu kendime doğru çektim. “Hadi bakalım, Server ustanın çayını içme vakti.” Ayaklandı ve arabadan tamamen çıkarak yanımda durdu. “Buraya çay içmeye mi geldik?”

 

“Bir küçümsedin sanki?”

 

“Yok küçümsemedim de meraktan.”

 

“Öyleyse, evet güzelim. Çay içmeye geldik. Ama asla pişman olmayacaksın.”

 

Kapıyı kapattım ve arabayı kilitleyerek elimi Nil’in beline yerleştirip onu kendime çektim. Şu an azı şeylerin hiç farkında değildi. Olmaması daha iyiydi. İki haftadır psikoloğa ve hastaneye gitmek dışında evden dışarıya adım atmıyordu. İstemiyordu. Ona yaşatılanlardan dolayı korktuğunu biliyordum. Elimden bir şeyin gelmiyor olması canımı yakıyordu ve en sonunda böyle bir çözüm bulmuştum.

 

Nil, yaramazlık yapmayı seviyordu. Hep sevmişti. Şu an aklında dışarıya çıktığımız kısım değil abisinden onu kaçırdığım kısım vardı. Fark edene kadar aslında bir sorunun ve korkusunun da üzerinden gelmiş olduğunu anlayacaktı.

 

Hava soğuk olsa da içeriye geçmeyecektik. Bahçenin olduğu tarafa onu yönlendirdim ve en uç kısımda bulunan ikili masaya geçtik. Sandalyeyi çekerek oturmasını sağladım. Bir kez onunla, ki evlenme tekli ettiğim gece, yalnız başımıza dışarı çıkmıştık ve sonuç kötü olmuştu. Ne olur ne olmaz etrafta polis memurları vardı. Gideceğim her yere üç beş tane serpiştirmiştim. Bize hiçbir şekilde görünmeyeceklerdi. Nil’in yalnız olduğumuzu bilmesi gerekiyordu.

 

“Bekleyebilir misin güzelim biraz? Çayları alıp geleyim ben.” Hiç sorgulamadan kafasını salladı. “Olur, beklerim.” Dediğinde eğilerek saçlarının üzerini öptüm ve geri çekilip iç mekana girdim. Camla kaplı olduğu için Nil’i rahatça görebiliyordum. Huzursuzlanacağı an yanına gitmeliydim.

 

İçeriye bir selam verdim ve iki kupayla çay istedim. Beklerken de gözüm yine Nil’deydi. Etrafa bakıyordu. Meraklı bakışlarının yanında bir hüzün de vardı. Zaten gözlerinde bu sıralar hep hüzün vardı. Çayların parasını ödeyerek kapıya ilerledim ama dışarı çıkmadım. Biraz daha yalnız kalabilmeli ve bunu kendi başına yaptığını fark etmeliydi.

 

Birkaç dakika geçtikten sonra fazlasıyla kıpırdamaya başladığı için kapıdan çıktım ve yanına doğru gittim. Beni gördüğünde derin bir nefes aldı. Hiçbir şeyin farkında değilmişim gibi genişçe gülümsedim ve çayları masaya bıraktım. “Çaylar geldi.”

 

Kupayı anında avuçlarının içine aldı. Üşüyen ellerini ısıtmaya çalıştığını anladım. “Arabada battaniye var, getireyim mi?”

 

Kafasını hızlıca iki yana salladı. “Yok gitme.” Dedi. Yavaş yavaş farkına varıyor olmalıydı. “Gitmem güzelim, buradayım.” Sandalyemi onun sandalyesine yapıştırarak oturdum ve kolumu omzuna attım. Anında bana yaslandı.

 

“Burası ne kadar sessiz.”

 

“Hı-hım, dağa kaçırdım diyorum ya seni.”

 

“Abim burayı bulabilir mi?”

 

“Abin büyük ihtimalle şu an aldığımız soluğa kadar biliyordur güzelim.” Rahat bir nefes aldı. Abisinden aldığı güven başkaydı. Onun varlığı Nil’i rahatlatıyordu. Çınar’ın şu an ensemizde bitmiyor olmasının sebebi de Nil’in uzun zamandır dışarıda vakit geçirmediğini biliyor olmasıydı. Tabi beni güzel haşlayacaktı orası başka bir mevzuydu ama yapmak istediğim şeyin farkındaydı. Sessizce çaylarımızı yudumladık. Aslında muhabbet etmekten yanaydım ama şu an sessizliğe ihtiyacı olduğunu fark etmiştim. Günlerdir hem ifadeler de hem psikolog da konuşuyordu ve belli ki bu durum onu yormuştu.

 

Biraz güvene biraz da sessizliğe ihtiyacı vardı. Ona ihtiyacı olanı verdim konuşana dek konuşmadım. Tek yaptığım saçlarını okşamak, sürekli olarak varlığımı hatırlamasını sağlamaktı.

 

“Barış?” Dedi belki bir saat kadar sessizliğin ardından.

 

“Söyle, güzelim benim.”

 

Omzumdaki başını usulca yukarıya kaldırarak yüzüme baktı. “Seni çok seviyorum.” Dedi. Kalbim hızlandı. Onu ne kadar çok sevdiğimi hiç bilmiyordu. Kelimeler yetmezdi ki anlatmaya. Söylesem kalbimdeki o ihtişamı anlayamazdı ki çünkü anlatamazdım. Başkaydı, bambaşkaydı. Benimdi.

 

“Ben de seni çok seviyorum güzelim.” Dudaklarımı şakağına bastırdım ve kokusunu içime çekerek derin bir öpücük bıraktım.

 

Gülümsedi.

 

Acıyla yoğrulmuştu gülümsemesi ama gülümsüyordu. Bir daha eskisi gibi gülmeyecekti, biliyordum. Yaşanılanlardan sonra eskisi gibi olamazdı. Şimdi kendisi gibi olması gerekiyordu. Yalansız dolansız, sade, saf.

 

Tek gülümsemesiyle insanı nasıl ağlatacak vaziyete getirir hem de içini sımsıcak edebilirdi? Bilmiyordum. Anlatamayacağım bir diğer şey de onun gülümsemesiydi işte. Masal gibiydi ama sonu belli değildi. Ağlatabilirdi de güldürebilirdi de. Sonu olmayan şeyler insana huzursuzluk verirdi ama bu öyle değildi. Huzur Nil’di. Bakışı, nazı, cilvesi, çocuksu halleri… her şeyi bir başkaydı.

 

Onunla evlenecektim. Zaman fark etmezdi. Gelecekten emin olduğum tek şey Nil’di. Ondan ötesi yoktu.

 

Sessizliğimiz devam etti. Çaylarımız bittikten sonra bir süre daha oturduk. Beni kalkmaya iten şey uyuduğunu görmekti. Gülümsemeden edemedim. Çözülmemiş bir diğer konu uykularıydı. Azar azar da olsa yemek yemeye başlamıştı, odasına kapanmıyordu, beş gündür kriz geçirmemişti… ancak hâlâ kabusları dinmemişti.

 

Onu uyandırmamaya dikkat ederek yavaşça hareket ettim. Bir elimi belinde geçirip tamamen göğsüme yaslanmasını sağladım. Diğer elimi de dizlerinin altından geçirerek kucağıma aldım. Uyanacak gibi oldu ama sonra boynuma doğru sırnaştı. Dikkatli adımlarla bahçeden çıkarak arabayı park ettiğim yere ilerledim.

 

Kapıyı açmak biraz zor oldu ama başardım. Nil’i koltuğa yerleştirdiğimde adımı mırıldanmıştı. Uykusu açılmasın diye ben de sessizce mırıldandım. “Buradayım, güzelim. Uyu.” Derin bir nefes alıp verdi ve koltukta rahat bir konuma geçmeye çalışarak geriye doğru yaslandı. Üzerine doğru eğilip ayaklarındaki botları çıkarttım. Sanki bunu bekliyormuş gibi dizlerini kendine doğru çekti ve koltukta küçüldükçe küçüldü. Üşüdüğünü anladığım için biraz daha hızlı davrandım. Kapıyı kapatarak bagajdan battaniyeyi alıp şoför koltuğuna geçtim. Araba ısınsın diye çalıştırdıktan sonra battaniyeyi Nil’in üzerine örttüm.

 

Birkaç dakika yüzünü izlemeye daldım. Çok güzeldi.

 

Gaza bastım ve bir saat sürecek yolculuğa böylelikle başlamış oldum. Arabayı yeniden durduğumda saat sabahın beşine geliyordu. Nil hiç uyanmamıştı. Tatlı bir uykunun kolları arasındaydı. Birazdan da benim kollarım arasında olacaktı.

 

Arabadan indiğim an etrafımı saran adamlara bir baş selamı verdim. Birisi koşarak önüme doğru geldi ve ceketini ilikleyerek saygıyla baş eğdi. “Hoş gelmişsen ağam.”

 

“Hoş bulduk.” Dedim. “Ses çıksın istemiyorum. Dedeme geldiğimizin haberini vermeyin.”

 

“Emredersin ağam, zaten Seyyit ağam çok önceden uyumuştur.”

 

Kafamla onayladım ve arabanın önünden geçerek Nil’in oturduğu taraftaki kapıyı yavaşça açtım. Uyandırmaktan fazlasıyla korkarak onu kucağıma aldım. Uyanmadı. Derin ve sıcak bir uykunun içindeydi. Kucağımda onunla beraber yürümeye başladığımda etrafımdaki adamlardan biri konağın kapısını açtı. İçeri girdim ve dedemin evinde bulunan kendi odama ilerledim. Üst kattaydı.

 

Odaya girdiğimde her şeyi aynı bulmak bir tık buruk hissetmemi sağladı. Çocukluğumun bir kısmı dedemin evinde, yani burada geçmişti. Babamdan çok dedemin yüzünü görmüştüm. Babamdan çok dedem bize babalık etmişti. Hakkını ödeyemezdim.

 

Uzun zamandır buraya gelmiyordum. Babam öldükten sonra birkaç kez gelip ellerini öpmüştüm ancak dedem bana hem kızgın hem de kırgındı. Çünkü babamdan intikam almak isterken ailemi de bunun içine katmıştım. İstanbul’da kaldığım sürece onları arayıp hep hal hatır sormuştum ama burada olmak gibi değildi ki. Sonra zaten ninem de rahmetli olmuştu. Dedem de iyiden iyiye bizimle araya açmıştı.

 

Çift kişilik yatağa ilerleyerek Nil’i yatağa bıraktım. Yatak soğuk olduğundan bana doğru sokuldu. Üzerinde hâlâ abisinin ceketi vardı. Kalın olduğu için uyurken rahat edemeyebilirdi. Çıkartmak için hareketlendiğim sıra mırıldandı. “Çıkartma, abim de bizimle uyusun.”

 

Tövbe tövbe…

 

“Gözü var. Yemin ederim her yerde gözü var.” Dedim kendi kendime. Yok, rahat vermiyordu adam. Kendi ceketimi çıkarttıktan sonra Nil’in yanına uzandım ve onu tamamen kollarımın arasına aldım. Tüm yorgunluğum o an bedenimden çıkıyor gibi değişik bir rahatlamaya kavuştum. Ben de günlerdir doğru düzgün uyumuyordum ve şu an gözlerimi açık tutmak aşırı zordu.

 

Nil’i uyandırmadan dudaklarının üzerine minik bir buse bıraktım ve sonra ona sıkıca sarılarak gözlerimi kapattım. Yakında, gözlerim uykuya dalmadan hep onun yüzünü görecekti, uyandığında da ilk gördüğü Nil olacaktı. Çiçeksi kokusu ciğerlerimi şereflendirdi.

 

“Canım.” Diye fısıldadım. “Her şeyim. İyi ki sen. Hep sen.”

 

🪷

 

Bölüm sonu!

 

Beğendiniz mi bölümü? Düşünceleriniz?

 

Final öncesi son kez Çınar ve Barış'ın ağzından okuduk bu bölümü🥹

 

Yarın part 2 için çok heyecanlıyım çünkü o bölüm benim yazarken en çok güdüğüm bölümlerden biri oldu. Umarım size de yansır.

 

Bu arada, eğer beni şımartırsanız oy ve yorumlarınızla belkiiiii bölümü hemen atarım belkiii😈

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYINN

 

🍭

 

İnstagram; Zeynepizem

WhatsApp kanal; Zeynepizem

Aşağıda kanalım QR kodu var. Tarayarak kanala gelebilirsiniz♥️

 

Bölüm : 16.07.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...