65. Bölüm

65. BÖLÜM🪷

Zeynepizem
zeynepizem

Oy vermeyi unutmayın♥️

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 65 - FİNAL PART 2

 

🪷

 

NİL’ÜFER

 

“Kalk ula! Utanmaz!” Kesik kesik duyduğum seslerden dolayı uykumdan arınmıştım. Gözlerimi henüz açamasam da sesleri net bir şekilde anlayabiliyordum. “Yav dede, dursana.” Bu Barış’ın sesiydi. “Bah hele laf diyor ordan!”

 

“Dede! Çık şu odadan gözünü seveyim!”

 

Saniyeler sonra Barış’ın acı dolu sesini duydum. Gözlerimi kırpıştırarak açtığımda görmeyi beklediğim manzara bu değildi. Barış kafasını tutuyor dede bey de önünde bastonuyla cephe almış bekliyordu.

 

“Barış?” diye mırıldandığımda ikisi de bana doğru döndü. Seslendiğim için bir an pişman oldum çünkü dede bey çok sinirli bakıyordu. Zorlukla yutkundum. Bana da vurur muydu? Gözlerim elindeki bastona değdiğinde indirerek arkasına doğru çekti. “Günaydın gelin kızım.”

 

Yataktan doğrularak ayaklarımı aşağıya doğru sarkıttım. “Günaydın.” Dedim cevapsız bırakmadan. İstemsizce utanmıştım. Henüz nerede olduğumuzu bilmiyordum. Uyuduğumuz odada neden dede bey vardı?

 

Neden Barış’a vuruyordu?

 

Onlara garip garip bakarken dede bey sinili bakışlarından arınarak bana gülümsedi. “Ha bu hayırsız yaksam senden faydalanıyordur?” Ha bu’dan kastı sanırım Barış’tı.

 

“Faydalanmak mı?” diye sordum saf saf. Yorganı üstüme çekip saklanmak istiyordum ama yapmadım. Barış bir adım ileri çıkarak konuştu. “Dede, biz geliyoruz birazdan, hadi sen in, bak kızı korkutuyorsun.”

 

“Bre destur!” diye bağırdı dede bey. Yerimden sıçradım. “Evlenmeden kızı nasıl koynan alırsın? Biz sana heç mi bi’ şey öğretmedik!?”

 

“Vallahi bir şey yapmadık.” Dedim cılız bir tonlamayla korka korka. Ayağa kalksam bastonunu benim kafama indirecekmiş gibi hissediyordum o yüzden kıpırdayamıyordum. Barış derin bir nefes alıp verdi. “Tamam dede, hadi inelim.”

 

Dede bey rahatladı ve kafasını hızlıca salladı. “Düş önüme! Hayırsız!” Barış’ın yüzü çok komik görünüyordu ama gülemedim. Açıkçası dede bey beni korkutuyordu. Barış, çıkmadan bana kısa bir bakış attı. Sanırım endişelenmemem gerektiğini söylemeye çalışıyordu.

 

“Hayde kızım, hazırlanıp kahvaltıya gelesin.” Kafamı robot gibi aşağı yukarı salladım. Kapı kapandığında derin bir sessizlik oluştu odada. Birkaç dakika kıpırdamadım. Ne olduğunu algılamak için daha çok zamana ihtiyacım vardı ama her an dede bey gelip beni de bastonuyla dövebilirmiş gibi hissediyordum. Oflayarak yataktan kalktım.

 

Daha önce hiç bulunmadığım bir odanın içindeydim ama tanıdık bir şeyler vardı. Barış’ın ailesiyle kaldığı evdeki odaya benziyordu burası. Tarihi eser gibi duran birçok eşya bulunuyordu. Bekletmek istemediğim için ayağa kalktım ve üzerimi kontrol ettim. Hâlâ abimin ceketini giyiyordum ve altında da evde giydiğim tavşanlı pijama takımım vardı.

 

Bununla aşağıya inemezdim. Of. Odada bulunan dolaba yaklaşarak içini açtığımda gözlerim büyüdü. Burada erkek kıyafetleri bulmayı bekliyordum ki zaten bulmuştum ama dolabın bir yarısındaydı yalnızca diğer yarısı elbiselerle doluydu. Ellerimi elbiselerin üzerinde gezdirdim hepsi çok güzeldi.

 

Heyecanla elbiselere bakınırken en hoşuma giden beyaz, eteği fırfırlı elbiseyi alıp üzerime tuttum. Boyu dizlerimdeydi. Omzumda bitmeli ince askısı ve belinde de çiçekli bir kemeri vardı. Ay çok güzeldi.

 

Abimin ceketini çıkartıp yatağa dikkatle koyduktan sonra hızlıca üzerimi değiştirdim. Elbise tam bedenime göre olmuştu. Oda da ayna olmadığı için kendime bakamasam da bence güzel durmuştu. Tek sorunum hâlâ bacaklarımda belli belirsiz görünen morluklardı. Derin bir iç geçirdikten sonra kendime bakmayı kesip abimin ceketini alıp üzerime geçirdim. Kocaman oluyordu ama sımsıcak tuttuğu için çıkarasım gelmiyordu.

 

Ayağımdaki çoraplara gözüm değdiğinde dudaklarım hafifçe iki yana kıvrılmıştı. Dün gece değişik ama huzurlu bir geceydi. Değişikti çünkü kendi isteğimle hiç sorgulamadan dışarı çıkmıştım. Huzurluydu çünkü yanımda Barış vardı.

 

Elim saçlarıma gittiğinde beni karşılayan bir boşluk oldu. Kısa olduklarını unutmuştum. Omuzlarımın üzerindeydiler ve hiç uzamamıştılar. Onları zorla kestikleri anı hatırladığımda dizlerimin üzerine yere çömeliverdim. Dizlerime kollarımı doladım ve küçülebildiğim kadar küçüldüm. Birkaç gündür kendimi kontrol edebiliyordum. Abimle vakit geçirirken aklıma kötü anılar gelmiyordu. Şimdi birdenbire dışarı çıkmış, hiç bilmediğim bir yerde uyanıvermiştim. Barış buradaydı ama yakınımda değildi ki.

 

Dizlerimi daha sıkı sardım. Birkaç kez derin nefes alıp verdim. Psikolog böyle anlarda yapabileceğim şeylerden bahsetmişti ama yapmak çok zordu. Şu an düşündüğüm tek şey saçlarımın kesildiği andı ve sıyrılamıyordum. Aksine daha çok gömülüyordum o anlara.

 

Hareket edecek halim kalmamıştı, her tarafım sızım sızım ağrıyordu. Sonra tanımadığım adamlar kollarımdan tutuyor Cahit elindeki makasla üzerime doğru ilerliyordu. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Gerçek değildi, biliyordum ama bilmek yetmiyordu.

 

“Nil?”

 

Sıkıca kapattığım gözlerimi açtığımda Barış’la göz göze geldim. Önümde dizlerinin üzerine çökmüştü. “Güzelim, iyi misin?” Kafamı iki yana salladım. Hiç iyi değildim. İki elimle saçlarımı sıkıca kavradım. “Barış, bunları hiç sevmiyorum. Hiç güzel değiller.” Dedim ağlak bir tonlamayla. Bileklerimi nazikçe kavradı saçlarımı bırakmamı sağladı.

 

“Ben çok seviyorum ve çok güzeller.” Ona hiç inanasım gelmiyordu. Sırf üzülmeyeyim diye yapıyordu. Kafamı belli belirsiz iki yana salladım. “Yine o adamı görüyorum. Neden kafamın içinden çekip gitmiyor? Neden beni rahat bırakmıyor?” Gözyaşlarım bir bir yanağıma aktı. Nefret ediyordum. Ölmesine rağmen anılarımda yaşıyor olmasından nefret ediyordum. Nefret ediyordum!

 

“Nil.” Zorlukla yutkunarak gözlerine baktım. Titreyen ellerimi daha sıkı tuttu. Sanki titremesini durdurmaya çalışıyor gibiydi. “Abin, duruşmaya girmek istediğini söyledi.” Kaşlarım istemsizce çatıldı. O da mı bu duruma karşı çıkacaktı? Şu an bunu konuşmak istemiyordum. “Seni ilk kez cübbeyle göreceğiz.” Gözlerimin içine bakarak gülümsedi. “Çok güzel görüneceğine eminim.”

 

“Katılacağım o davaya.” Kafasıyla beni onayladı. “Katılacaksın. Ben de abin de yanında olacak.” İç çekerek dudak büzdüm. “Abim katılmamı istemiyor.” Dedim şikayet ederek. “Kötü etkilenirmişim diye. Ben güçlüyüm bir kere.” Burnumu çektim. “Güçlüyüm değil mi?”

 

Ellerimi bıraktı ve yüzümü avuçlarının içine alarak eğildi. “Sen gördüğüm en güçlü kadınsın.” Yine burnumu çektim. “Ama hani ikinciydim?” diye sorduğumda güldü. “Artık birincisin.”

 

“Annene diyeceğim seni görürsün.” Derken aslında ciddi değildim ama canım mızmızlanmak istiyordu. “Bak sen?” dedi kaşlarını kaldırarak. “Sen bir polisi tehdit mi ediyorsun?”

 

Kafamı aşağı yukarı salladım. Artık gözyaşlarım akmıyordu. Kafamı dağıtmak konusunda bir numaraydı. Normalden çok kolay bir şekilde onları zihnimin derinliklerine gönderebilmiştim. Gerçi varlıkları silinmiş değildi ama Barış’ın varlığı güçlü hissettiriyordu. Güçlü olan bendim ve zihnimdeki görüntüleri yenebilirdim.

 

Yapabilirdim.

 

“Evet.” Diye cevapladım sorduğu soruyu. Keyiflendi. “O polis sana neler yapar biliyor musun?” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bazı tahminlerim vardı ama emin olamıyordum. “Dene de gör, dedene derim seni.”

 

“Sen de hep birilerine şikayet etmeye başladın bak beni.”

 

“Ne yapayım?”

 

“Ne mi yapasın?”

 

“Evet.”

 

Eli çenemi kavradı. Böylelikle dudaklarım öne doğru büküldü. “Tatlı tatlı konuşma, yerim seni.” Eli hâlâ çenemdeyken gülümsedim. Bunu yaptığım an dayanamamış olacak ki eğilerek ileriye büzülmüş dudaklarıma sert bir öpücük bıraktı. Bir an neye uğradığımı şaşırmıştım.

 

“Kalk hadi, biraz daha bu odada yalnız kalırsak dedem gelip bastonunu kafamda kıracak.” Gözlerim kafasına gitti. “Sana niye vuruyor ki?”

 

“Zevk alıyor herhalde.” Dedi kendi de bu duruma inanamıyor gibi. Kafamı omzuma doğru yatırdım. “Acıyor mu çok?” Güldü. Kendi eliyle hafifçe kafasına vurdu. “Alıştı yavrum. Çocukluğumdan beri kafama baston yiyorum ben.”

 

“Biraz sinirli galiba deden?”

 

“Biraz ama iyi adamdır. Tanıyınca seversin.”

 

“Sevmem bir kere, sana vuruyor.” Halime güldü. “Aferin hep böyle arkamda dur.” Dedi sonra bir şey anımsamış gibi kaşlarını çattı. “Abin vurunca niye laf etmiyorsun?” Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Ediyorum bir kere.”

 

“Hiç de etmiyorsun. Küseyim de gör.” Diyerek önümden kalktığında ben de hemen ayaklandım ve ellerimi hemencecik boynuna doladım. “Ya Barış.” Dedim harfleri uzatarak. Bu anı bekliyor gibi hemen belimi kavradı ve bedenimi kendine yasladı. “Bu Barış ölsün sana.”

 

“Hayır ölmesin.”

 

“Ölsün.”

 

“Ya!”

 

Güldü.

 

Hiç komik değildi. Ellerini belimden çekerek beni kapıya doğru çevirdi. “Hadi, dedemle kahvaltı yapacağız.”

 

Kaşlarımı çattım. “Ya ama sen hep beni zan altında bırakıyorsun. Ben yemek yemek istemiyorum ki şu an.”

 

“İstemiyorsan yemezsin güzelim. Masada bize eşlik et. Dedemin muhabbeti güzeldir.” Derin bir nefes alıp verdim. “Ama dedene ayıp olmaz mı öyle?”

 

“Olmaz. Merak etme.” Kafamı aşağı yukarı salladım. Biraz dedesinden çekiniyordum. İsteme günü bana gavur da demişti hem. O günü anımsayınca dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. Yaşadığım en heyecanlı günlerden birisiydi. Hatta ilk üçe girerdi.

 

Barış, eli belimde beni yönlendirirken omzumun üzerinden ona baktım. Bana hayırdır dercesine göz kırptı. Barış’ın bazen ağa olduğunu unutuyordum çünkü genellikle o işlerin veya ortamın içinde bulunmuyordu. Bulunuyorduysa bile ben çok tanık olmamıştım. “Biz şu an neredeyiz tam olarak?”

 

“Bizim köydeyiz güzelim.”

 

“Burada herkes seni tanıyordur değil mi?”

 

“Tanıyordur.”

 

“Ben daha önce hiç köye gelmemiştim.”

 

Kulağıma doğru yaklaştı ve nefesini vererek konuştu. “Sana ilklerini yaşatıyor olduğumu bilmek çok güzel.” Söylediğiyle gözlerim kocaman açıldı. İma ettiği şey tüylerimi diken diken etmişti. Taş merdivenlerden aşağıya indiğimizde oldukça geniş bir alan karşımıza çıktı. Osmanlı halısına benzeyen dokuma bir halı yeri baştan sona sarıyordu. Koltuklar eski modeldi ama çok şık ve pahalı görünüyordu. Burası bir tık salon gibiydi ama her taraftan kapı açıldığı için emin de olamıyordum.

 

Bir kapıdan elleri dolu çıkan iki kadın dikkatimi çekti. Tabi biz de onların dikkatini çekmiştik. Yirmili yaşlarında duruyorlardı ve başlarına bir yemeni takmışlardı. İki taraftan ördükleri saçları omuzlarından aşağıya sarkıyordu.

 

“Hoş gelmişsiniz ağam. Siz de hoş gelmişsiniz hanım ağam.” Dedi kadınlardan biri saygıyla. Nefesimi tutmak zorunda kaldım. Hanım ağa, demişti. Bana demişti. Gözlerimi kırpıştırdım. Neler duyuyordum böyle?

 

“Hoş bulduk.” Dedi Barış mesafeli bir ses tonuyla. Ben de kafamla onlara selam verdim yanıtsız bırakmamak için. Yanlarından geçerek kemerli bir kapıdan içeri girdik. Girdiğimiz yerde metrelerce uzayan masayı görmek gözlerimin kocaman açılmasını sağladı. Büyük alanın ortasındaki masanın üzeri dopdoluydu. Hayatımda hiç bu kadar büyük bir masayla ve bu kadar çeşit yemekle karşılaşmamıştım. Odanın köşelerinde antika süsler vardı. Yukarıda kocaman bir avize asılıydı.

 

Dede bey masanın en başında oturuyordu. Fısıldadım. “Barış, dedenin adı neydi?” Dede bey anlamasın diye ağzımın içinden söylemiştim. “Seyyit.” Dedi Barış arkamdan ve sonra sesini yükseltti. “Dede bak sana gelinini getirdim.”

 

Seyyit dede burun kıvırarak torununa baktı. “Hadi ordan. İşin düşmese gelmezsin sen buralara, hayta.”

 

“Ayıp ediyorsun dedem, gelmişim işte. Önemli olan bu değil mi?”

 

Seyyit dede öyle bir baktı ki Barış’a kalkıp dövecek sandım. Neyse ki sonradan bana ilişen gözleri yumuşadı ve gülümsedi. Gülümseyince tam bir tonton dede oluyordu aslında. “Hoş gelmişsen kızım, gel hele elimizi öp bakalım.”

 

“Hoş bulduk efendim.” Dedim saygıyla ve yanına ilerledim. “Efendum da nedir ula?” Barış’a sormuştu ama Barış arkamda olduğu için verdiği sessiz cevabı göremedim. Seyyit dede yine bana baktı. “Dede diyeceksin gelin kızım, ha orda anlaşalım.”

 

Hafifçe gülümsedim. Eğildim ve elini öperek alnıma koydum. “Tamam, dede.” Dedim geri çekilerek. Genişçe gülümsedi. “He şöyle, de hayde oturasız. Size hazırlatmışam bunca şeyi.”

 

Barış’a baktığımda gözleriyle hemen dedesinin yanındaki sandalyeyi işaret etti. Söylediğini yaparak sandalyeyi çektim ve oturdum. Barış da tam karşıma geçmişti. “Afra!” Yerimden sıçradım. Sesi pek gür bir dedemizdi kendisi. Yemek odasına koşturarak az önceki kadınlar gibi giyinmiş ancak daya yaşlı bir kadın girdi. “Buyur ağam?”

 

“Yemek servis edesin gelinime.” Dediğinde ağzımı konuşmak için açtım ama konuşamadım. “Her şeyden koyasan. Buraların yemeği suyu gavur memleketlerine benzemez.”

 

“Gavur memleketi mi?”

 

“He ya.”

 

“İstanbul gavur memleketi değil ki.” Dedim boş bir çabayla. Değişik bir ses çıkardı ağzından. “İnsanı gavurdur, toprak olmasa ne olur gızım. Ha böyle tüm memleketimizi işgal ediy Amerika! Bir kez gençliğimde İstanbul’a gittiydim. Oy bir de ne göreyim?! O güzelim Türk topraklarının hepsinde gavurlar yaşar.”

 

Haklıydı diyecek bir şey bulamadım. Az önce ismini öğrendiğim Afra Hanım dolu tabağı önüme yerleştirdi. “Afiyet olsun hanım ağam.” Dediğinde zoraki bir şekilde gülümsedim. Bu hitaba pek alışamamıştım. “Teşekkürler.”

 

Afra hanım Barış’ın tabağına da servis yapmak için hareketleniyordu ki Barış kadını bir el hareketiyle durdurdu. “Sağ olun, ben hallederim.” Kadın afiyet olsun dileyerek Seyyit dedenin servisini de yaptı ve odadan çıktı.

 

“E gızım anlat bakayım, nassın?”

 

“İyiyim.” Dedim, çekinmeseydim daha çok konuşurdum ama zaten son zamanlarda çok konuşmuyordum. Susmak bana daha iyi geliyordu. “Hele deyin bakalım evlilik ne zaman?” Gözlerimi Barış’a çevirdim. Barış alttan alttan güldü.

 

“Hayırlsı dede, bakalım.”

 

“O neden ula? Karar vermediz mi daha tarihe?”

 

“Yok dedem, vakit olmadı.”

 

“Ey şimdi karar verin o zaman.” Gözlerimi kırpıştırdım. “Abim olmadan karar veremeyiz.” Dedim bir anda kendimi tutamadan. Seyyit Dede bana baktı. “Niye gızım abin de mi sizinle evlenecek?” Söylediğiyle gözlerim kocaman açıldı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Hiç bu yandan düşünmemiştim. “Yok öyle değil de-”

 

“He dedem Çınar’ı da nikahıma alacağım.” Dedi Barış sözümü keserek. Seyyit dede kaşlarını çattı. “Tövbe tövbe!” Sessizce kıkırdadım. Seyyit dede bana döndü. “De bakalım gelin gızım neden abin olmadan karar veremiyormuşsunuz?”

 

“Neden olacak göreve giderse onsuz düğün yapamayız.” Abim olmadan evlenmezdim. Yanımda olmalıydı. “İyi geldiğinde kendisine de sorarız o vakit.” Dedi Seyyit dede.

 

“Geldiğinde mi?”

 

“He, kahvaltıya çağırmışam amma öğlene anca gelebilecekmiş. Eyle dedi.”

 

Abim mi gelecekti? Gelsindi. Dudaklarım kulaklarıma varacakmış gibi gerildi. Heyecanlanmıştım. Barış, halime gülümsedikten sonra gözleriyle tabağımı işaret etti. Kafamı iki yana salladım. Bir şey yemek istemiyordum. Kafasını sol omzuna doğru yatırdı. Kararı bana bırakmıştı ama yememi istediğini gözlerinde görebiliyordum.

 

Tabağımdakilere göz gezdirdim. Şu an bir şeyler yemem gerektiğini biliyordum. Çünkü yeni uyanmıştım ve uykudan uyandığım anlarda şekerim hep daha düşük olurdu.

 

“Afiyet olsun.” Dedi Seyyit dedi. Çatalı elime aldım. Tabakta farklı farklı bir sürü peynir vardı. Onları didikleyerek hangi peynirden olduklarını anlamaya çalıştım ama pek becerikli değildim. Ne kadar istemesem de burada fenalaşmayı göze alamadığım için yemek zorundaydım. Küçük bir parçayı ağzıma atarak midemin tepkisini bekledim.

 

Herhangi bir bulantı hissetmedim. Son zamanlarda zaten abimle sürekli mutfakta vakit geçirip birlikte yemek yapıyorduk. Hatta bana mercimek çorbası yapmayı bile öğretmişti. Yemek yemeye yavaş yavaş başlamıştım ama fazlasında yine midem bulanıyordu. Uzun zamandır serumla ve vitaminlerle idare ettiğim için zaten fazla yemeği kaldıramıyordum.

 

Barış ortada duran tavadan kendi tabağına menemen aldı. Güzel kokuyordu. Ben de yemek istiyordum. Bakışlarımı fark etmiş gibi sordu. “İster misin?” Kafamı aşağı yukarı salladım. Bana gülümsedi. Tabağımı ona doğru uzattığımda tavadan menemen ekledi. “Teşekkür ederim.”

 

“Rica ederim güz- öhöm öhö!” Son anda dedesinin varlığını hatırlamıştı galiba. İçten içe haline güldüm ve tabağımdaki menemene bakındım. Çatalımla tadına baktığımda normalden daha acı olduğunu fark etmiştim. Antep biberi vardı galiba içinde.

 

“Ne oldu beğenmedin mi gızım?”

 

“Yok beğendim, her şey çok güzel. Elinize sağlık.”

 

“E, niye yemezsin o vakit?”

 

“Acı da biraz.” Dedim yalan söylemeden. “Afra!” Allah’ım yüreğime indirecekti. Az önceki kadın koşturarak odaya girdi. “Buyur ağam?”

 

“Gelin gızıma acısız melemen yapasın.”

 

“Hiç gerek yo-”

 

“De hayde!”

 

“Hemen ağam.”

 

Kadın geldiği gibi koşturarak gitti. Söylediğim için pişman oldum. Böyle şeylere hiç alışkın değildim ki. Şimdiye dek hep kendi işimi kendim görmüştüm. Annem de bunun doğru olduğunu öğretmişti bana zaten. Şimdi birileri bana hizmet edince istemsizce rahatsız hissediyordum. Barış sorun olmadığını göstermek ister gibi gülümsediğinde ben de ona gülümsedim.

 

Midemi bulandırmayacak şeylerden hafif hafif yedim. Zaten çok geçmeden Afra Hanım benim için yaptığı menemeni getirmişti. Teşekkür etmiştim. Gerçi yaptığı menemenin yarısını bile yiyememiştim bu yüzden de kendimi kötü hissetmiştim ama Barış zorlamamam gerektiğini söylemişti. Ben kocasının sözünde duran bir kadındım.

 

“Hele bakasın gızım, sen bizim bu haytaya gerçekten aşıksındır?” Dedeyle de böyle şeyler konuşulur muydu ki? Yani benim için sorun yoktu da ne bileyim… “Pek de güzelsin maşallah, Bi de bizimkine bak!” Dedi torununu beğenmiyor gibi.

 

“Neyi var ki? Bence çok yakışıklı.” Deyiverdim birden. Barış halime güldü. “Beğenen beğendi dede, elimizdeki malzeme bu n’apalım.”

 

“Sus ula.” Dedi Seyyit dede ters ters. Seyyit dede bana döndü. “Evde kalacak sandıydık bir ara sen biliyorsun? Kimseler beğenmiyordu bunu.”

 

“Ben çok beğeniyorum.” Dedim yine boş bulunarak. Bu sefer Barış kahkaha atmıştı. Dedesi istediğini elde edememiş gibi bozuldu ama ben konuştum. “Hem iyi ki kimseler beğenmemiş. Ne güzel işte bana kalmış.”

 

Seyyit dede ilk kez sesli bir şekilde güldü. “Hay Allah iyiliğini versin gızım.” Dedi, dudaklarımı birbirine bastırarak Barış’a baktığımda bana çapkınca göz kırptı. Afra hanım boşalan çay bardaklarını doldurdu. Çok tatlı bir kadındı. Birkaç kez konuşulan muhabbete misafir olmuştu ve tepkileri çok komikti.

 

“Nil, doyduysan sana etrafı gezdireyim mi?” Çok isterdim. Hem de çok. “Olur.” Dedim heyecanımı saklamaya çalışarak. “Burayı toplamayacak mıyız?”

 

“Yok gızım, bizimkiler şimdi halleder. Ben de bir keyif gahvesi içerim siz gelene kadar.” Kafamı aşağı yukarı salladım. Böyle söylemesi işime gelmişti. Barış ayağa kalktığında ben de kalktım. “Gel, şekerini ölçelim bir.” Dedi, yanına ilerledim ve Seyyit dedeye el salladım. Yemek odasından kocaman odaya çıktık ve merdivenlere ilerlerdik.

 

“Sence çok yakışıklıyım demek?” diye sordu, çapkınca. Kıkırdadım. “Evet.” Dedim açıkça. “Tam benim tipimsin.”

 

“Tipini yerim bak senin. Yürü.” Sırıttım. Birlikte odaya çıktık. Şekerimi ölçtüğümüzde normalde biraz daha düşük çıkmıştı ama son iki haftaya bakılacak olursa gayet iyi bir orandaydı. Hava soğuk olduğu için üzerimdeki elbiseyi değiştirmiştim ve siyah bir pantolon ve kazak giyinmiştim. Abimin ceketini de giydikten sonra hazırdım.

 

Aynı saniyelerde zaten kapı tıklatıldı. “Gel!” diye şakıdım çocuk gibi. Barış da üzerini değiştirmişti. Siyah montuyla çok yakışıklı görünüyordu. Of, o hep yakışıklıydı. “Hazır mısın güzelim?”

 

“Hazırım.”

 

Önüme doğru yürüyerek gözlerimin içine baktı. Kendi boynuna doladığı atkıyı çıkartıp benim boynuma doladı. “Böyle daha iyi.” Dedi ve elimi tuttu. Sıkıca karşılık verdim. Birlikte odadan çıktık ve taş merdivenlerden inerek avluya çıktık. Burası merkezdeki evlerinden daha büyüktü. Hatta büyük demek bile burası için hakaret olurdu.

 

Etrafta nöbet bekleyen adamlar vardı. Onların Seyyit dedenin adamları olduğu belliydi. “Nereye gideceğiz şimdi?”

 

“Nereye gitmek istersin? Dedemin hayvanlarına bakabiliriz ya da köyü gezebiliriz.”

 

“Hayvanlara bakalım!” dedim hiç düşünmeden. “Hangi tür hayvanlarınız var?”

 

“Gel de göstereyim.” Kafamı hızlıca salladım. Avludan birkaç metre yürüdükten sonra araba yoluna indik. Araba yoluydu ama şehirlerdeki gibi betondan falan değildi. Topraktandı. Ayrıca yağıştan dolayı çamurlaşmıştı. Etrafta da su birikintileri vardı. Tek tük arabaların üzerinde de kar birikmişti ama taze kar değildi ve çok sertti.

 

“Abim geldiğinde bize çok kızar mı sence?”

 

“Sana kızmaz ama bana kızar muhtemelen.”

 

Omzunum üzerinden yüzüne baktım. Birazcık üzülmüştüm ama birazcık. Sonuçta onlar atıştığı zamanlarda komik oluyorlardı o yüzden çok da şikayetçi değildim. “Ben seni korurum merak etme.”

 

“Bak sen.” Dedi keyifli bir şekilde. Uzun bir tarlaya doğru gidiyorduk. Tarlanın sonunda yan yana evler vardı tek katlık. “Oraya mı gidiyoruz?” diye sorduğumda kafasını salladı. “Hm hım, ağıl onlar.”

 

“Aa abimin çiftliğindeki gibi değiller ama.”

 

“Evet, abin modern takılıyor. Dedem eski nesildir. Yeni neslin teknolojisiyle ilgilenmez.”

 

“Ama zor olmuyor mu böyle?”

 

“Kendisinin pek bir şey yaptığı yok. Eskiden her şeyi kendi yapardı ama artık eski gücü yok. Çalışanlar ilgileniyor hayvanlarla da evle de.”

 

“Peki neden annenlerin yanına gitmiyor?”

 

“Buranın insanına alışmış, oraya tutunamaz. Daralır. Hem burada vakit geçireceği bir sürü iş var. Annem eve geldiğinde iş yapmasına da izin vermediği için huzursuzlanıyor.”

 

Herhangi bir yorumda bulunmadım. Dedesi için burada akrabalarından kimse olmaması zordu bence, kendi de zorlanıyordu bence ama hatıralardan da vazgeçemiyordu insan. Barış’ın bir kez dedesini anlatırken eşine olan bağlılığından bahsettiğini hatırlıyordum.

 

Ağılların olduğu kısma geldiğimizde merakla içeriye baktım. Üç büyük ağıl iki tane de küçük ağıl vardı. “Burada inekler var.” Dedi ağılları sırasıyla göstererek. “Burada koyunlar, burada da keçiler var. Şu kümeste tavuklar var diğerinde de hindiler.”

 

Küçük ağıl dediğim yerler demek kümesti. “Ben daha önce hindi de görmedim.” Dedim merakla. Gerçi diğer hayvanları da yakından gördüğüm yoktu. Televizyonlardan, belgesellerden biliyordum. Birlikte tüm ağıllara girdik. Birçoğunun yavrusu vardı. Hepsini eşit sevmiştim çok hayvan olduğu için bu biraz uzun sürmüştü ama çok zevkliydi. Hayvanları avucumun içinde hissetmek beni mutlu kılıyordu. İçim sevgiyle doluyordu.

 

“Tüm hayvanları eşit seviyorsun. Neden?” Buzağıyı seven elimi geri çektim ve Barış’a baktım. “Diğerlerine haksızlık olmasın diye.”

 

“Anlamazlar ki.”

 

“Anlarlar. Ben küçükken eşitsiz sevildiğimi düşünüyordum keza abim de öyle seviliyordu. Yani bana göre annem beni seviyor abimi sevmiyordu, babam da abimi seviyor beni sevmiyordu. O yüzden kötü hissederdim kendimi.”

 

Artık büyümüş her şeyin farkına varmıştım ama severken eşitsiz davranmaktan hep çekinmiştim. Çünkü ne hissettirdiğini biliyordum. Belki hayvanlar bunun farkında değildi, ki bence farkındaydılar, kendi içimi ancak bu şekilde rahatlatabiliyordum.

 

“Güzel kalbinden öperim senin, kadın.” Dedi Barış alnıma dudaklarını sertçe bastırarak. Sahiplenici bir öpücüktü. Beni böyle öpmesini seviyordum çünkü içim sevgisiyle yenileniyordu. “Gel hadi, sevmediğimiz hayvan kalmadı, çıkalım artık.” Kafamı salladım böylelikle girdiğimiz inek ağılından çıktık.

 

“Geç kaldığımız için deden kızar mı?”

 

“Kızmaz güzelim, niye kızsın?”

 

“Bilmem, bazen varlığın bile onu kızdırıyor gibi.” Güldü. “Öyle göründüğüne bakma, beni çok seviyor.”

 

“Abim gibi mi?”

 

Abimi hatırlatmak gözlerini devirmesiyle sonuçlanmıştı. “En sonunda gerçekten nikahıma alacağım şu adamı. Sen de rahat edeceksin ben de.” Kıkırdadım. Çok komikti.

 

Yerlerde biriken su gölcükleri gözüme çarptı o sıra. Barış’ın elini bırakarak gölcüklerin birine zıpladım. Etrafa sıçrayan su damlaları hoşuma gitti. Bir diğer gölcüğe zıpladığımda Barış telefonunu çıkartmış ve beni çekmeye başlamıştı. Ona el salladıktan sonra bir diğer gölcüğe zıpladım. Çıkan ses müzik notalarına benziyordu. Eğlenceli hissettiriyordu.

 

Kendi kendime eğlenip gülerken üzerimde derin bir hissiyat oluştu ve kafamı kaldırıp sağa bakma gereği duydum. Bunu yaptığım an gözlerim kocaman açılmıştı. “Abi!” Beni birkaç metre uzakta yüzündeki gülümsemeyle izliyordu. Zıplamayı keserek ona doğru koşmaya başladığımda yüzündeki gülümseme büyüdü ve bana kollarını açtı.

 

Sanki ondan yıllardır uzaktaymışım gibi özlemiştim bu yüzden hızlıca kollarının arasına atıldım. Beni sıkıca güçlü kollarıyla sardı. “Abicim.” Dedi içten bir şekilde.

 

“Gelmişsin.”

 

“Geldim tabi. Seni bu herife yem edecek değildim.” Kıkırdayarak geri çekildim ve yüzüne baktım. “Burada bir sürü hayvan var biliyor musun? Senin çiftliğindekilerden daha çok.”

 

“Orası bizim çiftliğimiz.” Dediğinde kaşlarım yükseldi. “Annemindi. İkimize bıraktı.” Abim orası için ilk başta aileden kalma demişti. Demek ki annemden bahsediyordu. “Orası annemin miydi gerçekten?”

 

“Hı-hım, tabi o bıraktığında küçük bir yerdi ama ben bizim için kocaman bir yere dönüştürdüm.” Başımı sol omzuma doğru yatırdım. “Daha önce neden söylemedin?”

 

“Bilmem, söylemek aklıma gelmedi.”

 

“Sen çok güçlü bir abisin biliyor musun?” dedim yağ çekerek. Hâlâ davaya katılamama izin vermediği için her fırsatı değerlendiriyordum. Uzanarak beni kolunun altına doğru çekti. “Biliyorum.” Dedi kendini beğenmiş tavrıyla. Hiç ama hiç mütevazi olmuyordu. Bir kez bile mütevazi olduğu ana denk gelmemiştim galiba.

 

Barış yanımıza temkinli bir şekilde yaklaştı. “Hoş geldin birader.” Dedi. Abim yavaşça Barış’a baktı ve tehdit içeren bir gülümseme sundu. “Hoş buldum birader.” Dedi her kelimesine bastırarak. Omzuma attığı kolunu çekti. “Sen biraz bekle Nilüfer. Bizim bir işimiz var.”

 

“Ne işi?”

 

“Barış’ı ağıla bağlayacağım.”

 

“Ne?!” Hızla Barış’a döndüm. “Kaç Barış!” diye bağırdığımda beni dinleyerek arkasını döndü ve koşmaya başladı. Abim de peşinden gitti. Tarlada bir tur döndükten sonra Barış önümden yeniden geçmişti. O sırada da bana doğru bağırdı. “Kızım izleyeceğine yardım etsene! Öldürecek beni!”

 

Abim benden önce lafa girdi. “Hareket edersen seni de Barış’ın yanına bağlarım Nilüfer!” Ay korktum şimdi. Hareket etmedim. Hem ben Barış’ı her türlü severdim. Bir şey olmazdı. Tarlada birkaç tur daha koştular. İkisi de vazgeçmiyordu.

 

“Pes et artık be adam! Ciğerim söküldü!”

 

“Daha nerelerini sökeceğim bilmiyorsun oğlum sen?! Ne cüretle kardeşimi kaçırırsın?!” Abim de tık yoktu ama Barış yorulmuştu. E tabi adam askerdi. Daha fazla dayanamayarak Barış önümden geçtikten sonra abimin karşısına dikildim. “Abi dur!” diye bağırdım o hızla bana çarpmasın diye.

 

“Çekil kız kenara!”

 

“Olmaz! Barış’ı almak için beni geçmen gerekiyor.”

 

Tam önümde durdu. Hızlı nefeslerle bana kısaca baktıktan sonra aniden eğildi ve eğildiği gibi dünyam ters söndü. Ağzımdan tiz bir çığlık kaçtı. Kaçırılmalara doyamamıştım. “Geçeriz sıkıntı yok.” Dedi abim beni tamamen omzuna atmışken.

 

“Bebek gibi oynuyorsunuz benimle! Çok sinirleniyorum bak.” Beni duymazdan gelerek doğruldu. Omzunda ben varken koşmaya başladığında düşeceğim korkusuyla montuna sıkıca tutundum. “Abi! Dur! Düşüreceksin!”

 

“Seni düşüreceğime kendim düşerim abim!” Dedi ve koşmaya devam etti. Ağlayacaktım şimdi. “Abi! Bırak ya! Midem bulanıyor bak! Barış imdat!”

 

“Bırak nişanlımı!” diye ters bir ses tonuyla bağırdı Barış. O an abim eğilerek beni yere bıraktı ve o kadar hızlı hareket etti ki onlara baktığımda ikisini de çamurların içinde boğuşurken buldum. Abim Barış’ın üzerindeydi. Gözlerim kocaman açıldı. Onlara doğru koştum.

 

“Abi n’apıyorsun? Bırak Barış’ı!” derken montundan tuttum ve onu geriye doğru çekmeye başladım. Gerçi benim gücümü şu an hissetmiyor olabilirdi ama Barış’ı da göz göre göre feda edemezdim. “Nilüfer! Geri çekil!” diye bağırdı ama çekilmedim. “Bırak o zaman! Ne istiyorsun sevdiğimden!?”

 

“Derisini yüzmek istiyorum!” diye çıkıştığında yüksek bir sesle çığlık attım. Tamamen manipülatif davranmıştım. Abim bir şey oldu sanarak bana doğru döndüğünde onu daha çok kendime çektim montundan. Sonra cart diye bir ses duyuldu. Panikle montunu bıraktığımda dengesi kayboldu, ayağı kaydı ve Barış’ın üzerine düştü.

 

Barış’tan duyduğum acı dolu inleme her şeyi açıklıyordu. Ancak saniyeler sonra kahkahalara boğulacağım bir şey söyledi. “Çınar, seni nikahıma almak şart oldu.”

 

🪷

 

“Bana söylemediğin bir şey var, Kübra. Çok belli ediyorsun.” Dedim kaşlarımı çatmış bir şekilde. Abim gelirken unuttuğum telefonumu da getirmiş ve Kübra’nın çok kez aradığını söylemişti. Vakit bulduğum an aramasına geri dönüş yapmıştım. Dava hakkında birkaç ayrıntıyı konuşmuştuk ama şu an daha önemli bir mevzumuz vardı. Benden bir şey saklıyordu.

 

“Bir şey sakladığım yok Nil. Bazı şeyleri henüz anlayabilmiş değilim. O yüzden yorgunum sadece.”

 

“Bazı şeylerden kastın nedir?”

 

“Boş ver sen beni. Evrakları gelip adliyeden alırsın olur mu?” Görmüyor olsa da kafamı aşağı yukarı salladım. Abimi ikna edememiş olsam da ona belli etmeden dava hakkında bilgi topluyordum. Ancak şu an yaptığım her şeyden haberi olduğuna emindim. Bu, az da olsa bir şansımın olduğunu gösteriyordu.

 

“Olur ama son zamanlarda seni hiç iyi görmüyorum Kübra. Bir şeyler olduğu belli.” Aldığı derin nefesi duydum. “Şu an senin sıran Nil. Bana sıra geldiğinde anlatırım.” Dedi, ne demek istediğini anlayamadım ama sessiz kalarak onaylamış oldum.

 

“Şimdi kapatmam gerekiyor. Kendine dikkat et tamam mı?”

 

“Tamam.” Dedim mırıldanarak. “Sen de kendine dikkat et.” Birkaç saniyelik duraksamadan sonra konuştum. “Bir de… son zamanlarda seni çok ihmal ettiğimi biliyorum. Hatta Antep’e geldiğim günden beri. Çok özür dilerim ama ne olursa olsun bil ki hep burada olacağım. İstediğin her an benimle konuşabileceğini biliyorsun.”

 

“Biliyorum.” Dedi, düşünmedi bile. “Sen sadece iyi olmaya bak. Kötü olduğumda sen benim yardımıma koşarsın ben seni unutmuş gibi yaparım.” Buruk bir şekilde güldüm. “Çok seviyorum seni. Bu yüzden hiç teşekkür etmedim sana ama daima hayatımda olduğun ve bana destek çıktığın için teşekkür ederim. Bil ki ne olursa olsun ben de sana destek çıkacağım.”

 

“Ben teşekkür ederim Nil.” Niyesini soramadım. “Gerçekten gitmem gerekiyor. Ben de seni çok seviyorum. Görüşürüz.” Bir şey diyemeden telefon kapandı. İç çekerek kulağımdaki telefonu indirdim. Onun cephesinde hâlâ nelerin döndüğünü bilmiyordum ama elbet bir gün öğrenirdim.

 

Ellerimi abimin ceketinin cebine yerleştirdim. Telefonla konuşmak ve biraz hava almak için avluya çıkmıştım. Eve doğru döndüğümde kapının kenarına yaslanmış beni izleyen abimi görmek gülümsememe neden oldu. Bu hayatta çok fazla iyi ki’m olmamıştı. İyi ki dediğim şeyleri parmaklarımla sayabilirdim hatta parmaklarım fazla gelebilirdi.

 

Kübra iyi ki vardı.

 

Barış iyi ki vardı.

 

Abim iyi ki vardı.

 

İstanbul’daki hayatımla şu anı karşılaştırdığımda çok farklı bir ben buluyordum. O zamanlarda mutlu olmak için kendimi zorlardım. Düşünmemek için sürekli bir şeylerle uğraşırdım. Üniversitem, işim, belgeler, davalar… kendime vakit ayıracak vaktim olmamıştı. Burada geçirdiğim aylarda ise kendimi tanımaya başlamıştım.

 

Gülmeyi çok da sevmediğimi fark etmiştim mesela. Bazen ağlamanın da içimi boşaltacağını, bana iyi geleceğini anlamıştım. Nitekim burada çok acı çekmiştim ama karşımdaki adama kavuştuğum için değmişti. Başa dönecek olsaydım, bana tüm bunları tekrar yaşayıp yaşamak istemediğimi sorsaydılar, istediğimi söylerdim. Çünkü çektiğim acının büyüklüğünü örtecek bir abim vardı. Beni iyileştirecek bir abim vardı.

 

“Ne içli içli bakıyorsun yüzüme?” diye sordu hafif dalga geçiyor tarzda. Omuzlarımı kaldırıp indirdiğim sıra evin önüne yani abimin yanına gelmiştim bile. “Hiç, öylesine düşünüyordum işte.”

 

“Ne düşünüyordun?”

 

“İstanbul’u.”

 

“Orayı özlüyor musun?”

 

“Pek sayılmaz ama annemi özlüyorum.” Uzun zaman olmuştu onu ziyaret etmeyeli. Abim bana anlayışla baktı. “Seninle konuşmak istediğim bir şey var Nilüfer.” Dedi gözlerini gözlerime sabitleyerek. “Beni üzecek bir şey mi?” diye sordum istemsizce.

 

“Belki… bilmiyorum.”

 

“Konuşalım.” Dedim, kaçış yoktu. Hem dava olayını yeniden gündeme getirebilirdim belki. Avluda bulunan çardağa geçtik. Hemen bitişiğine oturdum çünkü üşüyordum. Ona yaslandığımda kolunu omzuma atarak beni kendine çekmişti. “Biliyorsun, üç hafta sonra göreve döneceğim.” Biliyordum ve görev günü yaklaştıkça huzursuzlanıyordum açıkçası.

 

“Üs, Ankara’da.”

 

Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum. “Yani?”

 

“Yani kolay kolay buraya gelemeyeceğim.”

 

“Beni görmek için de mi gelemeyeceksin?”

 

“Gelirim ama bu aylarca sürebilir. Yılda belki birkaç kez.” Ağlamamak için nefesimi tuttum. “Eğer istersen benimle birlikte gelebilirsin Ankara’ya. Orada bir ev tutarız ama görevde olduğum sürece yine yalnız kalmak zorunda olacaksın.”

 

“Abi, ben bu şehirden nefret ediyorum.” Dedim gerçekleri dile getirerek. “Burada kalıyorsam sen ve Barış olduğu için kalıyorum. Şimdi benden ikinizin arasında bir seçim yapmamı mı istiyorsun?”

 

Gözlerini sıkıca kapatıp açtı. “Özür dilerim. Bana sorarsan Barış’ın yanında kalman en doğrusu olacak. Hem düğününüzü de netleştirdiğimizde hayatın daha da düzene girer. Bazen sen beni görmeye gelirsin. Fırsat buldukça ben gelirim. Olmaz mı?”

 

Olmasına olurdu ama olmamasını tercih ederdim. Abimi daha çok görebilmek için Ankara’ya gitmek beni zorlamazdı. Orada yalnız yaşamaya da alışırdım ancak Barış’sızlığa alışamazdım. Onu çok seviyordum. Bir kez daha arkamı dönemezdim. Barış böyle bir şeyi hak etmiyordu. Benim tarafımdan yeterince yaralanmıştı.

 

“Abi ben…”

 

“Sana söz veriyorum her fırsatta aramızdaki kilometrelere aldırış etmeyecek senin yanına geleceğim. Bir kez daha seni arkamda bırakmaya niyetim yok. Öleyim daha iyi.”

 

Kollarımı beline sıkıca sarıldım. O dünyanın en iyi abisiydi. Ters biriydi, yeri geldiğinde insanı çıldırtıyordu ama her muhteşem insanın kusuru olurdu. Ben onu böyle kabullenmiştim ve hiç de şikayetçi değildim. “Ne olursa olsun hep seni bekleyeceğim ben abi.” Dedim kendimden emin bir şekilde. “Bana geleceğini bilerek bekleyeceğim bu sefer.”

 

Derin bir nefes alarak kokumu içine çekti. “Daima yanında olmayı çok isterdim.” Dedi. Sesinde hafif bir çaresizlik ve burukluk vardı.

 

“Biliyorum.” Dedim ve ekledim. “Ama artık daima yanımda olacaksın çünkü geleceğini bileceğim. Ben de hep senin yanında olacağım. Hiç yalnız kalmayacaksın. Seni sürekli arayacağım, hatta o kadar çok arayacağım ki benden bıkacaksın.”

 

“Senden bıkmam mümkün değil.” dediğinde gülümsedim. Kollarımı daha sıkı sardım beline. Hayatımız bir şekilde düzene girmeliydi. Onun bir işi vardı, benim de vardı. Bir yer de zaten mesafeler aramıza girmek zorunda kalacaktı. Ancak bu sefer aramıza giren hiçbir fiziksel mesafe kalbimize giremeyecekti.

 

“Düğün gününüze karar verdiniz mi?” Değişen konuyla kafamı iki yana salladım. “Hayır, sana sormadan veremeyiz.”

 

“Bana sorarsan ben seni çantama koyup götürmekten yanayım yavrum.” Kıkırdadım. Beni çok seviyordu. Bu sevgiyle nasıl başa çıkıyordu?

 

“Belki sen de burada olursan yaza doğru yaparız.” Dedim düşüncelere dalmışken. “Peki bir öneride bulunabilir miyim?” Kafamı aşağı yukarı salladım. “Ben gitmeden evlenmeye ne dersiniz?” Kafamı aniden omzundan kaldırdım ve dikleşerek yüzüne baktım. “Nasıl yani?”

 

Omuzlarını kaldırıp indirdi. “Bu ay içinde işte.” Gözlerimi kırpıştırdım. “Sen ciddi misin?”

 

“Ciddiyim. Siz ciddi değil misiniz?” Elbette ciddiydik ama bu kadar kısa sürede her şeyi nasıl halledecektik? “Ama hiçbir şeyi ayarlamadık ki. Nasıl olacak?”

 

“Yavrum dert ettiğin şeye bak. Evlendiğin herifin arkasında bir ordu var. İstese her şeyi bir günde de hazırlar o.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir an ne hissedeceğimi bilememiştim. Bir yandan heyecanlanmış, bir yandan telaşlanmış, bir diğer yandan da korku duymaya başlamıştım. “Dava ne olacak? Onun için hazırlanmak istiyordum.”

 

“Ne kadar istemesem de o davaya gireceğini biliyorum Nilüfer. Beni dinlemeyeceğini de çok iyi biliyorum. Şimdiden evraklarla uyuyup uyandığını da çok iyi biliyorum.” Suçlulukla dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerimi kaçırdım ve sözlerinin devamını bekledim. “Yanında olacağım.” Dedi, bir kez daha şoka girerek ona çevirdim yüzümü. “Bu dava ikimizin davası. Yenildiklerini birlikte göstereceğiz.”

 

Dolmaya yüz tutmuş gözlerimle abimin boynuna sıkıca sarıldım. Yanımda olacağını bilmek bir anda kafamdaki tüm korkuları götürmüştü. O mahkeme salonunda ne olacağını kestiremiyordum. Güçlü olmak için elimden geleni yapacaktım ama yine de korkuyordum. Çünkü karşımdaki insanlar annemin ve ailemin katilleriydi. Güçlü duramazsam düşüncesi bazen tir tir titrememe neden oluyordu ama şimdi abim yanımda olacaktı. O yanımda olduğu sürece hiçbir şey beni yenemezdi.

 

Gök gürledi. Sesten dolayı irkildim. Sanırım yine kar yağacaktı. Günün ortasında olmamıza rağmen hava bulutlardan dolayı karanlıktı.

 

“O zaman davadan sonra mı evleniriz? Senin gitmene bir hafta kalıyor hem.” Düşünüyormuş gibi burnunu kırıştırdı. “Olur.” Dedi sonra. Yerimden heyecanla kalktım. “Ay Barış’a söyleyeyim hemen! Çok sevinir!”

 

Beni kolumdan tutup tekrar yerime oturttu. “Ben söyleyeceğim. Sen bir şey söyleme.” Gözlerimi kırpıştırdım. Demek ki düşmanlar dost olacaktı. Milat sayardık artık bugünü. “Tamam.” Eğilerek saçlarımın üzerini öptü. O an aklıma bir şey geldi. “Abi saçlarım uzamaz ama iki haftaya.” Ellerimi saçlarıma götürerek kontrol ettim. Hâlâ kısaydılar. Birazcık bile uzamamışlardı.

 

“Böyle olsa, olmaz mı?” diye sordu abim saçlarımın uçlarıyla oynarken. Omuz silktim. “Olur mu?”

 

“Olur abim, niye olmasın?”

 

“Kötü görünmüyor mu ama?”

 

“Hayır, çok güzel görünüyorsun. Zaten sen hep güzelsin.” Abim saçlarımın tamamını sağ tarafıma doğru aldı. “Baksana kız, sol tarafını kazıtsak mı? Gotik yapalım seni.”

 

“Ya neler diyorsun? Sensin gotik. Ben beyaz elbiselerimle, pembe takılarımla mutluyum.” Halime güldü. Yanaklarımı sıktığında acıyla inledim. Severken dövüyordu resmen. “Abi acıtıyorsun!”

 

“Kızım asker kardeşisin sen mızmızlanıp durma!”

 

Ellerine vurdum ve kendimi kurtarmayı başararak geri çekildim. O sırada avluya giren tanıdık araba dikkatimi çekti. Arabadan çığlıkla bir afacan indiğinde yüzüm kocaman gülümsedi. “Yinge!”

 

Aysular gelmişti. Yerimden kalktım ve Aysu’ya doğru ilerledim. Koşarak kollarımın arasına girdiğinde ona kocaman sarıldım. Uzun zamandır onunla oyunlar oynayamıyordum. Yani pek kendimde olmadığım için başka kimseye vakit ayıramamıştım.

 

“Yinge iyileştin mi?” kafamı salladım. “İyileştim.”

 

Geri çekildi. “Hani bakayım.” Yüzüme uzun uzun baktı. “Gülümsersin.” Dedi neşeyle. “İyileşmişsin.”

 

Onu kendime çektim ve sıkıca sarıldım. Bu hikayede benimle çocuk olan tek kişiydi. Gerçi zaten o çocuktu ama ben de Aysu’yla çocuk olmuştum işte. Ne olacağını düşünmeden oyunlar oynamıştım. Birlikte gülmüş ve birlikte sokaklarda koşturmuştuk.

 

“Yinge boğcan beni!” dedi telaşla. Kıkırdadım ve ellerimi geri çektim. Dizlerimin üzerinde doğrulduğumda arabadan inen diğer aile üyeleri dikkatimi çekmişti. “Yengecim, pek iyi gördüm seni.” Dedi Baran bana kollarını açarak. Çekinmeden kollarının arasına girdim ve ona da sarıldım. “Hoş geldiniz.”

 

“Hoş bulduk yengem, özlettin valla kendini.” Gülümsedim. Ben de onları özlemiştim. Esma teyze oğlunu kenara itti ve önüme geldi. “Nasılsın kızım? İyisin?” Kafamı usulca salladım. Eğilerek elini öptüm ve sonra da Esma teyzeye sarıldım. “Daha iyiyim, teşekkür ederim.”

 

Aysel’le de sarıldık. Hepsinin yüzünde güller açıyordu. Onlarla ilk tanıştığım günü hatırlıyordum. Hep bana karşı nazik olmuşlardı. Onları en başından beri çok sevmiş ve benimsemiştim. “Dedem senden bahsedip durdu telefonda yenge. Baktık unutuluyoruz torunları olarak, hop herkesi toplayıp geldik.” Dedi Baran. Seslerden dolayı Barış ve Seyyit dede de dışarı çıkmıştı.

 

“Ne diye geldiz? Hayrola?” diye sordu ters ters.

 

“Aşk olsun baba. Kendi evime gelemeyecek miyim?” Esma teyze gerçekten de alınmış gibi baktı babasına. Seyyit dede omuz silkti. “Sizin bir çıkarınız yoksa buralara adım atmazsız.”

 

“Dedem seni görmeye geldik, ne çıkarımız olacak. Bizi özlemedin mi?”

 

“Sizin neyinizi özleyeceğim hayırsızlar.” Dedi ve sonra yüzü güldü. Eğilerek Aysu’yu kucağına aldı. “Bir tek ha bu gızımı özlemişem.” Aysu halinden memnun bir şekilde kıkır kıkır güldü ve ablasıyla abisine dil çıkarttı. Bu da yetmede oh canıma değsin der gibi elini göğsünden karnına doğru sürttü.

 

Fenaydı.

 

Abimin arkamda varlığını hissettiğimde omzumun üzerinden ona baktım. “Hoş geldiniz.” Dedi herkese hitaben. Esma teyze abimi yeni fark etmişti. “Ay oğlum! Sen de mi buradaydın!”

 

“Ben de buradayım.” Dedi Barış kendini göstererek. Esma teyze Barış’ı yok sayarak abime doğru geldi ve ona sıkıca sarıldı. “Kardeşini buldun hiç uğramaz oldun be oğlum.” Dedi sitemle. Abim gülümsedi. “Öyle oldu biraz.” Bana göz kırptı. “Gözüm kardeşimden başkasını görmüyor bu aralar.” Söylediği beni güldürdü.

 

“Anne! Bana da sarılsana. Ben üvey miyim?” dedi Barış bu umursamazlık karşısında isyan ederek. “Oğlum bir dur. Allah Allah.” Esma Teyze bana baktı. “Eşek kadar adam oldular hâlâ didişip duruyorlar Nil. Küçükken de böyleydi bunlar. Kavga edip dururlardı ayıramazdım.”

 

“Yedisinde neysen yetmişinde de o olurmuşsun Esma teyze.” Dedim yapacak bir şey yok der gibi. İkisi de homurdandı. İkisini de çok seviyordum.

 

🪷

 

Akşam yemeği için sabah oturduğumuz masada toplanmıştık. Bu sefer nerdeyse masanın tamamı doluydu. Önceden kalabalık yemeklere alışkın değildim. Kübra’yla evimizde minik bir masamız olurdu. Orada yemeğimizi yerdik. Şimdi metrelerce uzan masanın parçasıydım. Herkesin yüzünde mutlu bir gülümseme vardı. Nerden başladığını bilmediğim bir muhabbet evrimleşti ve ortamda bir tartışma ortamı yaratmıştı.

 

Tartışma uzadığı vakit başta oturan Seyyit dede araya giriyor. Beynimin içine ettiz yeter da, diyerek masayı sessizliğe gömüyordu ancak birkaç dakika sonra muhabbet yeniden başlıyordu.

 

“Bizim Nilüfer’le size bir haberimiz var.” Dedi abim tüm muhabbetin odak noktası olarak. Sanırım düğün tarihinden bahsediyordu o yüzden heyecanlanarak karşımda oturan Barış’a baktım. Tepkisini an ve an izlemek istiyordum.

 

“Hayrola oğlum?” dedi Esma teyze merakla. Yanımda oturan abim bana kısaca baktıktan sonra konuşmasına geri döndü. “Biliyorsunuz 3 hafta sonra ben göreve gidiyorum.” Barış’ın kaşları çatıldı. “Nilüfer’le konuştuk. Ankara’da-” Barış abimin sözünü keserek bana döndü. “Gidecek misin?” ciddi sorusu anlık olarak kötü hissetmemi sağladı. Gözlerinde gitme ihtimalimin endişesi vardı.

 

“Sözümü kesme lan!” diye çıkıştı abim. Sonra Seyyit dedeye bakıp boğazını temizledi. “Her neyse işte. Biz bu konuyu uzun uzun konuştuk Nilüfer’le.” Barış’ın masanın üstünde duran eli yumruk olmuştu. Dişlerini birbirine bastırdığını kasılan çenesinden anlayabiliyordum.

 

“Artılarını eksilerini tarttık. O kadar ince ayrıntıları konuştuk ki geriye hiçbir şey kalmadı.” Kaşlarım kavislendi. Ne anlattığını anlayamamıştım. “Ankara’da ev tutmak, benim operasyonlara gidiş gelişim… eh bunlar halledilmeyecek şeyler değil.”

 

“Abi?”

 

“Sus Nilüfer.” Sustum. İyi de böyle konuşmamıştık ki. Neden böyle diyordu şimdi? Barış’ın gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam etti. “Zaten burada kalmak için onu bağlayan bir şey de yok.”

 

Barış yumruğunu masaya geçirdiğinde korkuyla yerimden sıçradım. Gözlerim kocaman açıldı. Tüm masa baştan sona sarsılmıştı. Barış’ın genellikle görmediğim delici bakışları abimden bana döndü. Gözlerinin içinde kırılan kalbini gördüm. Sinirli görünüyordu ama aslında şu an parçalanmıştı. “Gidiyor musun?”

 

Ağzımı açamadım çünkü abim müsaade etmedi. “Sana lafımı kesme dedim birader!”

 

Barış, gözlerini benden ayırmadan abime yanıt verdi. “Yoksa ne olur?” Abime sonra da Barış’a baktım. İkisi de kaşlarını çatmış birbirine dalmak için an sayıyor gibi duruyordu. Herkes şaşkınlık içinde üçümüze bakarken sesimi yükselttim. “Abi yeter!”

 

Abim rahatça arkasına yaslandı. “Bence de yeter. Davadan sonra biz gidiyoruz.”

 

“Abi!”

 

Barış öfkeyle masadan kalktı, öyle hızlı kalkmıştı ki sandalyesi yere düşmüştü. Bana unutmayacağım bir bakış attıktan sonra yemek odasından çıktı. Hemen ayağa kalktım. “Neden böyle bir şey yaptın ki?” diye sordum abime ama cevap vermesini beklemeden Barış’ın arkasından koştum.

 

“Barış!”

 

Kapının önünde ceketini giyiyordu. Eğilerek ayakkabılarını ayağına giyerken ona yetişebilmiştim. “Barış, dur!”

 

“Ne dur!?” diye sordu doğrularak. “Böyle bir karara vardığınızı bana söyleyecek kişi abin miydi Nil?!” Bağırdığı için bir an duraksadım. Bu duraksamadan faydalanarak bana arkasını dönüp kapıdan çıktığında peşinden koşturdum. Ayakkabı giymek şu an umurumda olan son şey.

 

“Barış! Dursana!” Çıplak ayaklarla koşarak önüne geçtim ve ceketinden tutundum. “Bir yere falan gittiğim yok!” Burnundan soluyarak bana baktığında açıklamaya çalıştım. “Abim neden öyle dedi bilmiyorum. Biz başka konuşmuştuk.”

 

“Ne konuşmuştunuz? Konuştuklarınızı herhalde bana gittiğinizde haber edecektiniz?!” Ellerimi yanaklarına yerleştirdim ve gözlerinin içine baktım. “Barış, gitmiyorum.” Dedim artık inansın diye bastırarak. Kaşlarını çattı. Kafası karışmış gibi eve baktı bir an.

 

“Çınar öyle demedi?”

 

“Duydum. Bak biz bugün abimle konuştuk. Bana Ankara’dan bahsetti ama burada kalmamın en doğrusu olacağını da söyledi. Sürekli beni görmek için geleceğini de söyledi. Hatta sonra düğün gününü de konuştuk. Neden masada öyle dedi bilmiyorum.”

 

Gözlerini birkaç saniye kapattıktan sonra açtı. “Ben biliyorum.” Dedi kafasını da sallayarak. Yüzüme eğilerek dudaklarıma hızlı bir öpücük bıraktı. “Bağırdığım için özür dilerim.” Dedi hızlıca ve eve doğru hızlı adımlarla ilerledi. Ben de yine arkasından koşuşturdum.

 

Yemek odasına girdi, girdiği gibi keyifle yemek yiyen abimin omzundan tutarak kendine doğru çevirdi ve yumruğunu yüzüne geçirdi. Ağzımdan tiz bir çığlık kaçtı. Barış yakalarını düzelterek geri çekildi ve hiçbir şey olmamış gibi masadaki yerine geçip oturdu. “Afiyet olsun.” Dedi bir de.

 

“Ne oluyorsunuz oğlum?” dedi telaşla Esma teyze. Aysu o sırada el çırptı. “Abim Çınay’a vuydu!”

 

“Bu iyi bir şey değil ablacım.” Dedi Aysel endişeyle ortama bakarken. “Sen kimseye vurma tamam mı? Abimiz kötü bir şey yaptı şu an.”

 

“Abi niden Çınay’a vurdun?” diye sordu Aysu merakla. Barış bir parça ekmek kopartarak ağzına attı. Hâlâ siniri geçmemiş olmalı ki ekmeğin canını çıkartır gibi çiğniyordu. “Vurmadım abicim. Dokundum sen yanlış anlamışsın.”

 

Abimin yanına giderek yüzüne baktım. Eliyle çenesini kontrol ettikten sonra pis pis sırıtarak Barış’a baktı. “Abi iyi misin?”

 

“İyiyim abim, otur hadi yemeğini ye.”

 

Şaşkınlıkla ikisine baktım. Deliydi bunlar! “Seyyit dede!” dedim sessizliğini koruyan adama bakarak. Seyyit dede çatık kaşlarını normale çevirerek bana baktı. “Buyurasın gızım.”

 

“Bu ikisini ağılına işçi yap! Dalga geçiyorlar resmen! Bok temizlesinler de akılları başına gelsin.”

 

“Ben ne yaptım?” dedi ikisi de aynı anda. Masadaki herkes onlara kötü kötü baktığında susmak zorunda kaldılar. “Eyi düşündün gızım. Yarından itibaren tüm ağıl işlerini ikisi yapacak. Başka kimse de yardım etmeyecek.”

 

“N’aptın dede?!” dedi dehşetle Barış. Ardından abim de konuştu. “Bu biraz ağır oldu yalnız Seyyit dede.”

 

Seyyit dede omuz silktikten sonra beni gösterdi. “Emir büyük yerden.” Dediğinde şirince gülümsedim ona ve masaya yaklaşıp boğazımı temizleyerek herkese tek tek baktım. “Biz Barış’la bir karar verdik.”

 

“Yenge Allah’ını seviyorsan bu konuşmayı başka yerde yap. Dedem en sonunda dayanamayacak hepimizi ağılda yatıracak.” Dedi Baran. Kaşlarımı çattım. “Sus bakayım bu karar hepimizi ilgilendiriyor.”

 

Barış araya girdi. “Hangi karardan bahsediyorsun güzelim?” dedi kafası karışmış bir şekilde. “Of, bir susar mısınız? Şurada bir şey açıklıyorum.”

 

Kafa salladıklarında dikleştim. Sessizlik etrafa yayıldı ve herkes ağzımdan çıkacak kelimeleri bekledi. Barış bile. Boğazımı temizledim ve ellerimi önümde birleştirerek yüksek sesle konuştum. “Biz iki hafta sonra evleniyoruz!”

 

“NE?!” Bunu diyen ilk kişi Barış’tı. “Evleniyor muyuz?!”

 

Kafamı hızlıca salladım. “Aman ya Rabbi!” diyerek ayaklandı Esma teyze. “İki haftaya onca hazırlığı nasıl yetiştireceğiz?!”

 

“Abim vuslata eriyor sıra da bana geliyor!” diyerek şarkı söylemeye başladı Baran. Abim ise hâlâ yemek yemekle meşguldü. Herkes heyecan ve panik halindeyken onun rahatlığı gülmemi sağladı. Barış ayağa kalkarak yanıma doğru geldi. “Doğru mu duydum ben?” Hızlıca kafamı salladığımda kollarını bana dolayarak ayaklarımı yerden kesti. Küçük bir kahkaha attım.

 

“Aklımı alacaksınız benim! Delireceğim en sonunda!” derken beni yere bırakmıştı. Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Abime vurduğun için sana normalde kızardım ama bu sefer hak etti.”

 

“Duyuyorum yalnız.” Dedi abim oturduğu yerden hâlâ yemek yerken. Çocuk gibiydiler ve anlamıştım ki asla ama asla değişmeyeceklerdi. Canlarını birbirlerine verecek kadar sevgileri olsa da hep kavgayla ve didişmeyle devam edecektiler.

 

Allah’ım, ikisini de aynı anda seviyorum!

 

🪷

 

Elimdeki tostan bir ısırık aldım. Esma teyze yapmıştı ve çok güzel yapmıştı. Dün akşam yemekteki konuşmadan sonra Esma teyze yerinde duramamıştı. Binlerce telefon görüşmesi yapmıştı. Onun yerine ben yorulmuştum. Kadıncağız benim düğünüme benden çok heyecanlanmıştı.

 

Gece burada kalmıştık. Gitmemiştik ve gençlerle beraber film izlemiştik. Gençlerin içinde Seyyit dede de vardı. Ona zorla patlamış mısır yedirtmiştim ve pişman değildim. Tek pişmanlığım filmin sonuna kadar onu tutamayışımdı. “Ben bu gavurları izlemem!” deyip gitmişti.

 

Abimle Barış filmin sonuna kadar atışmıştı. İki saatlik filmi beş saatte bitirmiştik çünkü iki de bir filmi durdurup saçmalığı hakkında yorum yapmışlardı. İkisiyle de bir daha film izlememe kararı almıştım ve bence aldığım en iyi kararlardan birisiydi.

 

Sabah çok erken uyanmıştım çünkü dünyanın en iyi filmini izlemeyi kaçıramazdım. Filmin adı: Çınar ve Barış’ın Vuslatı. Karşımdaki manzaraya gülerek baktım. İkisi de ağılda bok temizliyordu şu an. Daha doğrusu kavga etmekten temizleyemiyordu.

 

“Oğlum adam gibi temizlesene!” diye çıkıştı abim. Barış abime ters bir bakış attı ve bu sefer susmayı tercih etti. Onlardan koku geldiği için uzakta duruyordum, bir kamp sandalyesine oturuyordum. Sarıldığım battaniye ve yediğim tostla keyfim gayet yerindeydi.

 

Bir saattir tek başlarına ağıllarla uğraşıyorlardı ve açık konuşmak gerekirse berbattılar. İkisi bir araya geldiğinde konuşmayı bile unutuyorlardı. Ben keyifle otururken Barış’ın bağırdığını duydum. “Lan kapıyı kapatmadın mı?!”

 

“Sen kapattın sanıyordum!” diye karşı cevap verdi abim. Ne olduğunu anlamak için dikkatle bakındım. Sonra gözlerim kocaman açıldı. Tüm tavuklar dışarı çıkmaya başlamıştı. Bir de koşarak çıkıyordular. Etrafa hızlı bir şekilde dağılmaya başladılar.

 

“Çınar! Yapacağın işi sikeyim!”

 

“Ben de senin yapacağın işi sikeyim!”

 

İkisi de koşarak ağıldan çıktı ve etrafa dağılan tavuklara umutsuz gözlerle baktı. “Bunları toplamazsak dedem bizi harbi siker.” Dediğini duydum Barış’ın. Onlara kıkır kıkır gülerken abimle göz göze geldik. “Şunun keyfine bak! Oh paşam çay da getirelim!”

 

“Az önce içtim abi, sağ ol!” dedim duysun diye yüksek sesle. Ters ters baktı. Sonra Barış’a döndü ve duyamadığım bir şey söyledi. Barış kafasıyla abime onay verdiğinde ikisi de üzerime doğru gelmeye başladı. Gülen yüzüm bir anda soldu. “Ne oldu?” diye sordum gerginlikle. “Ne mi oldu?” Abimin sorusuna kaşlarımı çattım. Bunların gelişi iç hayırlı değildi yalnız.

 

Hemen ayaklanarak kendimi korumaya almak için arkama bakındım. “Bulaşmayın bana! İşinize bakın! Bokcuklar!”

 

İkisi birde üzerime doğru koşmaya başladığında büyük bir çığlık attım ve arkamı dönerek tarlada koşturdum. Tavşanı yakalamak isteyen kurttan farksızdı bunlar! Beni çiğ çiğ yiyeceklerdi!

 

Tavukların arasına koştuğumda onlarca tavuk benden korkarak gıdaklamaya ve kanat çırpmaya başladı. Sorun şu ki şu an ben onlardan daha çok korkuyordum. Çığlık atarak abimlere doğru geri koştum. “İmdat!”

 

İkisinin de arkasına geçtiğimde derin bir nefes aldım. Abim omzunun üzerinden bana baktı. “Böyle paçamıza yapışırsın işte.” Kötü bir bakış attım ona. “Toplayın şunları benimle uğraşacağınıza!”

 

Abim yüzünü yukarı kaldırdı ve sabırla nefes alıp verdi. “Barış toplasın!” dedi sonra çocuk gibi. Barış abime o kadar komik baktı ki yarılacaktım. “Anlamadım kar tanesi?” diye sordu bir de. Delirecektim.

 

Abim vuracakmış gibi yumruğunu kaldırdığı sırada kalın bir ses duyuldu. “Ne bok yersiz ula orda!! Tavukları niye saldız?!”

 

“Sıçtık işte.” Dedi Barış fısıltıyla, sonra dedesine dönerek yüksek sesle konuştu. “Hava alsınlar dedik dede!”

 

“Ben şimdi alduracağım size havayi! Toplayın ula şunları!”

 

Aynı anda kafa salladılar ve tavukların peşinde koşturmaya başladılar. Gülerek onları izledim. Aşırı keyif alıyordum o yüzden telefonumu çıkartarak tavukların peşinde koşarken onları videoya çektim. Bakar bakar gülerdim artık.

 

Birçok tavuğu içeriye almayı başardılar. Geriye birkaç tane aldı. Abim tarlanın sonunda bir tavuğu koşarak yakalamayı başararak kolunun altına aldı. Ağıla doğru yürürken abime seslendim. “Abi?” Omzunun üzerinden bana baktı. Koşmaktan terlemişti garibim.

 

“Ne?”

 

“Sen bu tavuklara özel ilgi beslemiyorsun değil mi?” Anlamayarak kaşlarını çattı. “Ne diyorsun Nilüfer?”

 

“Hani küçükken bir tane tavuk sevgilin varmış da sonra sen onu kesip yemişsin ya.” Dediğimde kolunun altındaki tavuk sanki söylediğimi anlayarak çırpınmaya başladı. “Nilüfer!” dedi abim yüksek sesle kızarak. “Gelirsem kırarım bacaklarını bak!”

 

Gür bir kahkaha attım. Sonra onlara sırtımı dönerek evin olduğu yere doğru yürümeye başladım. Yolun kenarında olan bitenleri izleyen yavru bir köpek gördüğümde adımlarım duraksadı. Üç tane pitbulun zamanında beni yemek için koşturması ve sonra da abimle eski konağın yakınlarındaki köpekleri beslediğimiz anılar gidip geldi gözümün önünden.

 

Burukça gülümseyerek köpeğe doğru ilerledim. Bazı şeyleri atlatmayı başarmıştım ve bunda arkamda kalan ikilinin etkisi büyüktü. Köpek kendisine yaklaştığımı gördüğünde kuyruğunu salladı. Yanına varıp elimde yarısını yediğim tostu ikiye böldüm ve önüne bıraktım. Anında midesine indirdi.

 

Kafasını okşadım. Korkmadım. Bana birileri yüzünden zehir olan her şey şimdi şeker tadıyordu. Hayatımda zehirli kalacak birçok şey vardı. Ama onlar abim ve Barış sayesinde tatlanmıştı. Tam bir Zehirli Şeker oluvermişti.

 

🪷

 

BÖLÜM SONU!

 

Beğendiniz mi?🥹

 

Çok güzeller, delircem🤧

 

.

 

Son bir partımız kaldı finale. Yarın okuyacağız onu da, yine aynı saatte atacağım🥹

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYIN

 

🍭

 

İnstagram; Zeynepizem

WhatsApp kanal adı; Zeynepizem

Bölüm : 17.07.2025 20:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...