@zeynepizem
|
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
ZEHİRLİ ŞEKER BÖLÜM DOKUZ
🪷
Heyecanlıydım. Gergindim. Durduk yere ürperiyordum.
Sanki, her şey kötü gidecekmiş gibiydi. Buraya gelmeden önce edindiğim tüm cesaret bir gecede puf olup gitmişti. Bugün abim geliyordu. Saat kaçta geleceğini bilmiyordum ama düşünceler zihnimi işgal ettiği için en fazla bir iki saat uyuyabilmiştim. Geçmek bilmeyen zamana karşı bildiğim tüm beddualı okurken aynı zamanda zaman geçmesin diye dua de ediyordum.
Arada kalmıştım.
Elimde bulduğum beyaz taşla yeri çizerken düşündüm. Öncelikle buraya gelme amacımı unutmamalı, her ne olursa olsun kendimden ödün vermemeliydim. Bu yol belki yıpratıcı olacaktı ama sonuçta en iyi ihtimalle abimi tanımış olacaktım.
Gerisi kaderin ve yaptıklarımın sonucu olarak göğsüme çarpacak olsa da şimdilik kara bulutları zihnimden def etmem gerekiyordu. Dün, yemekte Barış’ın yaptığından sonra Esma teyze çok kızmıştı. Tabi Barış oralı olmamıştı ama neyse ki Baran’a bir şey olmamıştı.
Daha sonra odaya geçmiş olabilecek her şeyi zihnimde düşünüp durmuştum. En sonunda sabahın köründe hazırlanıp bahçeye çıkarak düşüncelerimi kenara itmeye çalışırken yere çizdiğim iki ucu birleştirdim.
Henüz kimse uyanmamıştı. Ev çok sessizdi, yalnızca korumalar ayaktaydı ki kapının önündeki adamların da şu an bakışları üzerimdeydi. Şey düşünüyor olmalıydılar; ne yapıyor bu deli?
Kendi kendime sırıttım ve birkaç adım ileriye gidip eksik kalan kısımları beyaz taşla yere çizmeye devam ettim. İşim bittiğinde birkaç adım gerileyip şaheserime göz attım. Tam bir ressamdım. Seksek çizmiştim!
Elimdeki taşı birinci kutucuğa atıp tek ayakla çizgilere basmadan zıplaya zıplaya sona ulaştıktan sonra tek ayakla geri dönüp yerdeki taşı aldım ve birinci kutucuğa basmadan çizgilerin dışına atladım.
Korumalar birbirine anlamsız bakışlar atıyordu ki bence haklıydılar.
Sabahın köründe 24 yaşında bir kadının bahçenin ortasında seksek oynaması pek akıllı işi değildi. Taşı ikinci boşluğa attığım an bir ses duyarak irkildim. “N’aparsın?”
Olduğum yerde arkamı dönerken kimseye karşılaşmamıştım. Sonra aklıma yere bakmak geldi. Aysu…
“Kız, ne yapıyorsun sen bu saatte ayakta?”
Omuz silkti. “Saati bilmiyom ki,” dediğinde içim gider gibi oldu ama aldanmadım. Çünkü gözleri yine kolumun altındaki tavşanıma kaymıştı. Tavşanımı arkama doğru sakladım. “Ne bakarsın?” diye sorduğumda omuz silkti. Gözleri yerde dolandı bir süre. Sıkıldı, utandı falan bir şeyler oldu.
“Ben de senlen oyniyim mi?” diye sorduğunda içten bir gülümseme sundum ona. Yanaklarını yemek istiyordum. Onu toptan yemek istiyordum. “Oyna.” Dediğimde yüzünü hemen yüzüme doğru kaldırdı. “Yalan demezsin değil?”
Kafamı iki yana salladım. “Yok, demem.” Genişçe gülümsedi. “Timam.” Onu yanıma çağırdığımda hemen koşarak geldi. Yerden taşı alarak ona verdim. “Al birinci sen ol, sen yanınca da ben oynayayım ama bak mızıkçılık yapmak yok.”
Kafasını hızlı hızlı salladı. Elimdeki taşı aldı ve birinci kareye attı. Üstünde rengarenk bir şalvar ve kalın bir kazak vardı. Saçları omuzlarının biraz altında olsa da taranmadığı için şu an geven gibi görünüyordu. Bu düşünceme kendi kendime güldüm.
Aysu, tek ayağıyla zıplaya zıplaya sona kadar gidip geri geldi ve taşı dikkatlice alıp çizgilerden dışarı atladı. “Bak gördün! İkiye geçtim!”
“Ya sen saymayı da mı biliyorsun?” diye sorduğumda kaşlarını çatmıştı.
“Biliyom tabi! Abim öyetti!” kıkırdadım. “Aferin abine.” Dedim ve sekseği gösterdim. “Hadi at.”
Aysu, taşı dikkatlice ikinci kutuya attığında taş yuvarlanarak çizginin dışına çıktı. “Yandın!” dedim hemen. Alt dudağını sarktı. Hiç oralı olmadan taşı elime aldım. “Sıra ben de!”
Aysu, geri çekildiğinde onun yerine geçtim ve birinci kareyi hiç zorlanmadan geçtim. Taşı ikinci kutuya attığımda tam istediğim yere geldiği için gülümsedim. O sıra Aysu ofladı. Şeytani bir gülüşle sekseği tamamlarken içeriden duyduğum seslerle dikkatim dağıldı ve çizgiye bastım. Küçük cadı bu yaptığımı gözden kaçırmadı. “Yandın! Yandın! Göydüm!”
Gülerek kenara çekildiğimde sıra ona geçmişti. İkinci ve üçüncü kareleri rahatlıkla geçip dörtte yanmıştı. Ben oynarken beşe kadar gelmiştim. Bu yüzden hoşnutsuzdu kendisi. Çizgiye basmadığım halde, bastın, dediği için onunla kavga ediyordum şu an.
“Basmadım.”
“Bastın! Yalan deme!”
“Yalan demiyorum yahu! Basmadım çizgiye!”
Omuz silkti. “Bastın işte göydüm! Kötü yinge!”
“Başlayacağım şimdi yingene…” diye mırıldandım. Yine omuz silkti. “Yandın! Yandın!”
Allah’ım sabır!
Çocukla çocuk olma Nil.
Ben de omuz silktim. Basmamıştım ki! Çocukluk değildi bu!
“Haksızlık ediyorsun.” Dedim üzülerek. “Bir daha oynamayacağım seninle.” Kollarımı bağlayıp küsmüş bir şekilde gidecekken kapının önünde pervaza yaslanmış yarım bir gülümsemeyle bize bakan Barış’ı görmüştüm. Kaşlarım çatıldı.
“Kardeşin de senin gibi mızıkçı!” dediğimde kaşlarını kaldırdı. “Benim gibi mi?”
Kafamı salladım. Yaslandığı yerden ayrılarak üzerimize doğru yürümeye başladı. Ona dik dik bakarken tam önümde durdu ve gözlerimin içine baktı. “Biz seninle daha önce oyun oynamadık.” Dedi. Gözlerini kısarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “Benimle oynamaya cesaret edemezsin.”
Kaşlarımı kaldırdım. “Niye edemiyormuşum?”
Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. “Çünkü yanarsın.” Dedi ve yanımdan geçip gitti.
Nasıl bir yanmaktan bahsediyordu?
Gözlerimin önüne ahlaksız görüntüler dizilirken nefesim boğazıma takıldı.
Ne oluyor, Nil? Görevinden sapıyorsun!
Ölüyorum, bi’ dakka!
“Yingeye n’oluyo?” diye soran Aysu’ya Barış cevap vermişti. “Deli o, boş ver.”
Olduğum yerde usulca Barış’a döndüm ve dik dik yüzüne baktım. Bakışlarımı fark ederek bana döndü. “Deli?” dedim tek kaşımı kaldırdım. Bedenimi baştan sona süzdü. Sonra kardeşine baktı. “Kaç Aysu!” ikisi de birden koşmaya başladığında peşlerine takılmıştım. “Buraya gelin!”
Bahçede dört dönerken Aysu çığlıkla karışık kahkaha atıyordu. Kahkahası o kadar komikti ki gülmeden edemiyordum. Gülerken elimde olmayan bir şekilde gözlerim kapanıyordu. Görüş açım sıfırlanıyordu yani.
Kıkır kıkır gülerken bir bedene toslamamla geri sendelemem bir oldu. Çarptığım her kimse kolumu tutmuştu. Gözlerimi açıp karşıma baktığımda tanımadığım bir adamı gördüm. Gözleri…
Yutkundum. Tanımadığım adam… o tanıdıktı aslında… gözlerimi kırpıştırdım.
Çınar.
Abim.
Kirli sakalları, kısık sert bakışları, siyah saçları ve siyah gözleri… annem.
Bu sefer emindim. Karşımdaki abimdi.
Gözlerinde hiçbir duygu yoktu. Şaşırmış mıydı? O yüzden mi bu kadar duygusuz bakıyordu? Kolumdaki eli, niye bu kadar sertti? Gözleri yüzümde dolandı. Sonra o duygusuz bakışlarında bir nefret gördüm.
“Çınaaaay!”
Dudaklarım açılıp kapanırken kolumu bıraktı. Beni görmezden gelerek Aysu’ya döndüğünde onu izlemekten öteye gidemiyordum. Aysu, Çınar’a doğru koşarken Çınar eğilerek bir dizini yere yasladı ve Aysu’ya kollarını açtı.
Aysu gülerek Çınar’ın kollarına atladığında Çınar onu kollarının altından tutmuş havaya kaldırmıştı. “Prensesim!”
Bir kez daha yutkundum.
Aysu’yu kıskanıyordum.
Aysu’yu kıskanıyordum.
Çınar, benden yirmi santim falan uzun olmalıydı. Geniş omuzları, güçlü bir duruşu vardı. Aysu’ya gülümsediğini gördüm. Onun da gözleri kısılıyordu güldüğünde... annem, bu özelliğimi babamdan aldığımı söylerdi. Derin bir nefes çektim içime.
“Küstüm senden. Hiç geymiyoysun!” diyen Aysu’yla yutkundum. Onu anlayabiliyordum çünkü abim bana da hiç gelmemişti. Sadece, benim ona küsmeye hakkım yoktu.
“Geldim ya prenses.” Dedi Çınar sıcak bir tonlamayla. Gerçekten gelmişti ama anladığım kadarıyla bana gelmemişti. Yumruklarımı sıkarken Barış’ın Çınar’a yaklaştığını gördüm. Birbirlerine selam verdiler. “Kardeşim, hoş geldin.” Dedi Barış. Çınar, kucağındaki Aysu’yu bırakarak Barış’a elini uzattı. Tokalaştılar.
“Hoş bulduk.”
Barış bana baktığında beni tanıtacağını düşündüm. Doğru ya, abim beni tanımamış olabilirdi. O yüzden yüzüme bakmıyordu. “Çınar…” diye lafa girmişti ki evin kapısından Esma Teyze çıktı. Abim hareketlendi. “Oo! Esma sultan! Bu ne güzellik?”
Gülümsemeden edemedim. Esma teyze utanmıştı. Elindeki el bezini, alacağın olsun, der gibi sallarken Çınar’a sarıldı. “Gözümüz yollarda kaldı oğlum!” Esma teyzenin gözlerinde yine o sıcaklığı, anne şefkatini gördüm. “Hadi, geçin içeri çabuk! Kahvaltı yapalım birlikte.”
Çınar kafasını iki yana salladı. “Başka zaman Esma Sultan.” Dediğinde Esma teyze bana baktı. “Doğru ya, sizin konuşacaklarınız vardır.” Diyerek geri çekildi. O sırada Aysel’i fark ettim. Kapının önündeydi, içeriden çıkmamıştı, öylece dikilmiş Çınar’a bakıyordu.
Çınar benim gibi onu fark ettiğinde gülümsediğini gördüm. “N’aber Aysel? Okul nasıl gidiyor?”
Aysel kendini toparlamaya çalışarak konuştu. “İyi.” Dedi. Üzülmüştüm ama kıskanmıştım da. Çınar, Aysel’e kardeşi gibi bakıyordu. Bana ise bir yabancı gibi…
Barış’ın bakışlarını üstümde hissettiğimde ona bakma ihtiyacı duydum. Göz göze geldiğimizde bana güven verici bir gülümseme sundu.
“Nilüfer.”
Çınar… gözlerim usul usul ona doğru kaydı. Bana bakıyordu. “Eşyalarını topla, gidiyoruz.”
Tanımış…
İçimdekileri bastırarak Çınar’a doğru yürümeye başladım. Sonuçta eve olduğu yerden giriliyordu. Tam önünde durduğumda derin bir nefes aldı. Bir şey söyleyecekken lafını kestim. “Adım Nil.” Dedim gözlerinin içine bakarak. Kaşları çatılmıştı. Bir şey söylemesini beklemeden eve girdim.
Madem o beni görmezden geliyordu ben de onu görmezden gelebilirdim. Lakin şu saniyelerde yüzünü son ayrıntısına kadar izlemek ve hatta ona sarılmak isteyen tarafım acı çekiyordu. Hızlı adımlarla kaldığım odaya girdiğimde derin bir nefes verdim. Saçlarımı geriye doğru ittim.
“Sakin ol, Nil.” Dedim kendi kendime. “Belki önyargılı bir insandır. Sonuçta beni tanımıyor.”
Yüzümü yukarıya kaldırdım.
Bakışlarını gördün mü?
Gördüm.
Niye öyle baktı?
Bilmiyorum. Galiba beni sevmedi.
Gözlerimi gardırobun üzerindeki aynaya çevirdim. Kendime bir süre baktım. Altımda gül kurusu pileli bir etek vardı. Dizlerimin biraz ürerinde kalıyordu. Üstümde ise oldukça bol olan, zebra çizgileri olan sweat vardı. Sweatin boyu kalçalarıma kadar geliyordu. Saçlarım omuzlarımın üstünden dalgalı bir şekilde aşağıya süzülüyordu.
Kötü görünmüyordum ki…
Kafamı iki yana salladım. Çıkarttığım birkaç eşyayı valizime teptim, sırt çantamı sırtıma taktım, el çantamı aldım ve son olarak da tavşanımı kolumun altına sıkıştırdım. Valizimi kapıya doğru iterken eğilerek kapıyı açtım.
“Nil.” Dedi merdivenlerden çıkan Barış. “Bırak valizini ben indiririm.” Kafamı iki yana salladım. “Ben hallederim.” Dedim. Şimdiye dek birçok ağır şey taşımak zorunda kalmıştım. Bazen, alışveriş poşetleri bile bana çok ağır gelirdi ama mızmızlanıp taşı diyebileceğim kimse olmamıştı.
“Nil.” Dedi Barış tekrardan. Gözlerimi yüzüne çevirdim. Tam önümde durdu. “Asma suratını, sana somurtmak yakışmıyor.” Kafamı iki yana salladım. “Somurtmuyorum ki.” Dediğimde sert bir nefes aldı. “Bal gibi de somurtuyorsun.”
Ona tekrar karşı gelecektim ki yeniden konuştu. “Çınar’a alışman zor olacak ama inan bana onun tavrı sana değil.”
“Kime?” diye sordum merakla. Gerçekten merak ettiğim bir soruydu. Onlara karşı oysa oldukça içten ve sevecendi. Beni ise görmezden gelmişti. Tanışmamıştık bile.
“Geçmişe.” Dedi, Barış. “Her şeyi konuşarak çözebilecek yaştasınız. Üstelik Çınar’ın seni böyle üzmesine izin verme. İlk geldiğin gün burnumdan getirmiştin benim, onun da burnundan getirebilirsin.”
Kendime engel olamadan güldüm. “Tamam. Öyle yaparım.”
“Beni boğmaya çalıştığın hâlâ aklımda,”
“Ya bilerek yapmadı, refleks olarak şey oldu.”
“Kızım refleks olarak insanları nasıl boğabilirsin ya?”
Ona göz kırptım. “O sana özeldi.”
Güldü. Elimdeki valizimi aldığında karşı gelmemiştim bu sefer. “Bu arada, numaram sen de var. Bir şey olursa beni arayabilirsin.” Söylediği beni duraksatmıştı. Bu cümleleri çok sık duymadığım için söylemesine sevinmiştim. Belki sorun olsa da aramazdım ama sonuçta beni düşünmüştü. Usulca kafamı salladım. Birlikte aşağıya indik. Hâlâ bahçedeydiler. Sadece Baran da onlara katılmıştı. Ki beni ilk gören kişi de Baran olmuştu. “Hah!” dedi Çınar’ın önünde beklerken. Onun da gözleri bana kaydı. “Nil de geldi.”
Ona gülümsedim. “Çınar abi, Allah’ın emri, peygamberin kavliyle Nil’i kendime-” devam edememişti çünkü içerden hızını alamayarak çıkan Barış valizimi Baran’a atmıştı. Gözlerimi büyüttü. “Götür lan şunu arabanın yanına!” Baran ofladı. “Abi şurada önemli…” her ne olduysa sustu ve valizimle dış kapıdan dışarı çıktı.
Barış’ın bakışlarını gördüğümde ne olduğunu anlamıştım. İlk karşılaştığım gün ki gibi bakıyordu. Çınar’la göz göze geldik o sıra. “Hazır mısın?”
Kafamı salladım. “Evet.”
“Hadi öyleyse.”
Gitmeden önce herkesle vedalaşmış ve teşekkür etmiştim. Özellikle Barış’a. Benim için yaptıklarını unutmayacaktım. Çınar önde ben arkada bahçeden çıktığımızda evin karşısında siyah bir jeep karşıladı bizi. Arabayı gösterdi. “Atla.”
Duraksadım. “Benim arabam ne olacak?” diye sordum boş bulanarak. Bakışlarını bana çevirdi. O da boş bir soru sordu. “Senin araban mı var?”
Tek kaşımı kaldırdım. “Olamaz mı?”
Bir süre beni inceledi. Sonra kafasını belli belirsiz salladı. “Konuşacaklarımız var.” Dedi. “Ben sonra arabanı aldırtırım.”
Omuz silktim. Fark etmez, demiştim kendimce. Onun sesli bir cevap beklediğini anladığımda konuştum. “Olur.”
Arabasını uzaktan kumandasıyla açtı. Anında gürleyen jeep normal şartlarda olsaydık ağzımın sularını akıtırdı. Lakin şu an duruşumu bozmayacaktım.
Çınar arabaya binmeden önce elini bana doğru uzattı. Yüzüne baktım. “Ne?” dedim anlamadığım için. Bıkkın bir nefes aldı. “Sırt çantan.”
Aydınlandım.
Sırt çantamı çıkartarak eline tutuşturdum. Vakit kaybetmeden çantamı bagaja attı ve arabaya geçti. Ben de kapıyı açarak şoför koltuğunun yanına yerleştim ve kapıyı kapattım. Arabanın içinde aldığım ilk nefeste gözlerim kapanmıştı.
Abimin kokusu…
Çok hoştu. Annem gibi.
🪷
BÖLÜM SONU!!
DÜŞÜNCELERİNİZZZ??
YENİ BÖLÜM YARIN💃🏻
Çınar??
VOTE VE YORUMU UNUTMAYIN😚
🍭
İNSTAGRAM; Zeynepizem
|
0% |