Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Haz ve Hız

@zeynepsara

Ruh ikizi, kavramına inanıyordum.

Annem hep derdi ki; ruh ikizi ervahı âlemde kavuşan ruhların, dünyada tanıştıkları vakit: "Seni ilk bulduğumda, kalbim mânasızca tanıdıklık hissiyle dolup taşmıştı." Diyebilenlerdir. Fakat bu inancımı yitirebilmenin eşiğindeydim çünkü ruhum çok eşsiz olmalıydı ki, ikizini bulamamıştım şimdiye dek.

Pekâlâ, bu bayat bir espriydi.

Zorla getirildiğim Türkmen holdingin girişte bulunan devasa avlusuna süratle, insanlara çarpa çarpa koşturuyordum. Bedenimi manüel dönerli kapının rastgele bir kanadına attığımda, ışık hızıyla açık otoparktaydım.

Saniyeler içerisinde ardımdan koşturan babamla ve iki baş belası üvey ablalarımla aramıza hatırı sayılır bir mesafe koymayı başararak caddeye atılmıştım can havliyle. Hiç duraksamadan kavşağa ilerledim.

"Levlâ! Dur diyorum sana, yoksa elinden bütün haklarını alacağım!"

Babama dönerek, geriye doğru adımlar atmaya başladım.

"İstemiyorum senin kredi kartlarını, haklarını!" Diye bağırdım. Arkama dönük olduğum için sert bir bedene çarptığımda, bütün sönen havamla bir küfür savurdum ve çarptığım kişiye bakmadan başımı tutarak önüme dönüp tekrar koştum. "Senin o üvey kızlarının bütün altın kolyelerini döviz bürosunda bozdurdum. Amerika'ya kaçıp hepsini yiyeceğim!"

"Levlâ!" Diye gürledi babam.

Yerimden sıçrayıp bu kezde çöp konteynerine çarptım. Sinirden çığlık attım.

"Amerika'da heyecan yok gerizekalı!" Diye arkamdan bağırdı sevimsiz Melda.

"Melda haklı, dolar sabit olduğu için borsa takip etme derdi bile yok!" Diye Melda'ya katıldı, Eda.

"Eda haklı, her şey o kadar sabitki istediğin eşyalar hemen pahalanıyor diye dert yakınıp depresyona bile giremiyorsun!"

Babam ardımdan koşturmaya devam ederken kızlarına laf yetiştirmekten bıkmış bir tavırla ikisinede çıkıştı.

"Destekmisiniz, köstekmisiniz belli değil! Bir susun, Levlâ gel buraya sende!"

Kimseyi dinlemedim, çoktan kaldırımları aşmış ve işlek alana ulaşmıştım. Başını elinde tuttuğu telefona eğmiş bir vaziyette, dalgınca arabasına binen adama doğru ilerledim.

O kadar dalmıştıki, kalabalık kavşakta kopardığımız yaygarayı bile duymuyordu.

Âni bir şekilde, sürücü koltuğuna binen adamın hemen yanındaki koltuğa bindim ve kapıyı çarparcasına kapattım. Nefes nefese kalmıştım.

Yabancı adam durup şaşkınlıkla damdan düşer gibi aracına binen bana baktı.

"Ne oluyor lan?"

"Gaza baz, Tanrı aşkına hemen sür arabayı!"

Kapkara gözleri camdan dışarıyı taradı, sert bir çehresi yoktu ama çatılan kaşları O'na daha önce kimsede görmediğim egzotik bir ürkütücülük katmıştı.

Umuyordumki, organ mafyası bir adamın aracına binmemiştim.

Babamların yaklaştığını görünce panikle direksiyona atıldım.

"Sür şu arabayı, lütfen sür!"

"Kimsin kızım sen? Başımı derde sokma, in arabamdan." Diye söylendi aksi bir ses tonuyla.

Bu sırada arabayı çalıştırmak için neredeyse üzerine abanan beni zaptetmeye çabalıyordu. "Dursana kaçık kadın!"

"Yok polis molis, zorla evlendiriyorlar beni. Tanrı aşkına sür, yoksa kaçtığım için öldürüleceğim!" Diye haykırdım yüzüne, ağlamaklı bir ses tonuyla.

Bu kez duyduklarıyla, eli kontakta asılı kaldı. Camdan dışarıya, telaşla baktığım yöne; yaklaşmakta olan öfkeli babama ve kuyruklu elbiselerini tuta tuta peşinden koşturan çılgın ablalarıma baktı.

Bir sövgü savurdu.

Attığım yalana inanmış olacakki bir ânda arabayı çalıştırdı ve park yerinden çıkarak yola koyuldu. Sarsılarak yerime oturduğumda, sırtım koltuğa gömülmüştü.

"Seni gökten zembillemi gönderdiler bilmiyorum ama nereye gideceksen söyle, sonra düş yakamdan." Dedi dişlerini sıkarak.

Savunmasız görünen bir kadına yardım etmeyi kabul etmişti.

"Düz git, izini kaybettir yeter. Nereye bırakırsan kâr bana." Çantamı göğsüme bastırarak kocaman gözlerle yola bakıyordum.

Yüzüme yandan bir bakış attı. Gözlerinde bariz bir afallamışlık ve neye uğradığını şaşırmış bir öfke vardı.

Belkide önemli bir işinden alıkoymuştum onu.

Fakat alt üst olan planlarım dahilinde seçtiğim ilk kurban o olmuştu.

Dikiz aynasına bakarak sertçe yüzünü sıvazladı. "Aşirettenmi kaçıyorsun? Bu ne lan! Cümbür cemaat kovalıyorlar birde!" Diye alevlendi elini direksiyona vurarak.

"İstanbul'un göbeğinde aşiretmi? Sadece biraz medeniyetsizler."

Dönüp bana hayretle baktı. Bir ân sonra mağdur rolünden çıktığımı çok sonradan farkederek yüzüme tedirgin bir ifade kondurdum.

Başımı arkaya çevirdim. Gördüğüm manzarayla gözlerim fal taşı gibi açıldı, peşimizde dört araba vardı.

Zaten şans kapımı çalsa, tanımaz geri çevirirdim.

Derin bir nefes aldım.

"Bu caddeden sap, anayola gir lütfen. İleride bir benzinci var, beni oraya bırakıp git. Ayrılırsak senin değil, benim peşime düşerler."

Araçlardan biri neredeyse bize makas attığında, ağır bir sövgü daha savurdu. "Başlarım böyle işe!"

Heyecan, korku ve gerilim, arabadaki basık havayı daha çok ağırlaştırmıştı. Yüreğim gümbür gümbür çarpıyordu.

Ana yola saptığımızda, hızla virajdan döndü. Araba o kadar hızlı gidiyorduki onlarla aramızdaki mesafeyi tekrar açması uzun sürmemişti.

"Nerede benzinci?" Diye sordu çatılmış kaşlarla.

Nefesimi tuttum. İşte başlıyorduk.

Çünkü ileride benzinci değil, polis çevirmesi vardı.

Belli belirsiz, "Siktir!" dediğini duyar gibi oldum.

"Buda nereden çıktı!" Diye söylendi. Kısa bir lahzada yoldan gözlerini ayırarak bana çevirdi. "Bu iş buradan dönmez. Polislere sığınırsın, senin için şahitlik ederim. Tamam mı?"

O'na cevap vermedim. Gözlerim telsizi kulaklarında tutmuş, giderek yaklaştığımız polislerin sağa çek direktifi veren havadaki ellerindeydi.

Yolun ortasına kurulmuş küçük bir barikat vardı. Yolun iki kanadında durmuş polis arabaları, yolun üzerine gölge düşüren mavi kırmızı ışıklar ve delilik...

Kesinlikle bu yapacağım delilikti.

Benden cevap bekleyen adama, "Özür dilerim." Diye mırıldandım.

O daha ne olduğunu anlayamadan Ona doğru atılıp, gaz pedalının üzerindeki ayağının üzerine kendi topuğumla kuvvet uyguladım.

Yavaşlayan araç süratle barikatlara yaklaşıyordu bir kez daha. Polisler ellerini sallayarak bizi durdurmaya çalıştılar ama hayır, durmayacaktım.

Kontrol noktasına afilli bir giriş yaptık; barikata çarpıp geçmiştik. Polisler geriye çekilirken, sınır devriyesinden bir polis aracı hiç duraksamadan peşimize takıldı. Babamın araçları geride, çevirmede kalmışlardı.

"Ne yapıyorsun sen kaçık kadın!"

"Bana yardım etmeni sağlıyorum!"

"Kaza yapacağız, cehennemimi boylamak istiyorsun!"

Beni ittirmeye çalışsada direksiyondaki hakimiyetini kaybetmemek için bunu başaramadı.

Hız ibresi haddini aşmıştı.

"Kafayımı yedin sen, dur diyorum!"

Önümüze çıkan rampalarla soluk soluğa kendim çekildim geriye. Adam yüz kızartacak küfürler savurarak sağ duyusunu kullandığım için öfkeyle durdurdu aracı.

Fakat bana dönemeden iki yanımızdan açılan kapılarla yaka paça dışarıya çıkartıldık.

"Alın ikisinide."

"Benim bir suçum yok!" Diye bağıran yabancı adam çoktan benim gibi kelepçeye vurulmuştu.

"Aracı arayın, hız limitini aşan iki gencide nezarethaneye atın derhal!"

Polisler bizi enseleyerek götürdüğünde ise uzaktan hissettiğim babamın deva

sa öfkesi, ablamların şaşkınlığı ve arabasını gasp ettiğim adamın suçsuz olduğunu haykıran sözcükleri eşliğinde polis arabasına bindirildik.

🍷

Nezarethanenin soğuk duvarına yaslanarak, biraz önce kapatıldığım parmaklıklara doğru döndüm ve buz tutmuş kirli zemine oturup bacaklarımı öne doğru uzattım.

En az, evine sığınmış kimseler kadar rahattım.

Arabasını gasp ettiğim adam ise, karşımdaki parmaklıkların ardında duruyordu. Bizi ayıran demirler ve o demirlerin arasındaki mesafeydi.

Benim aksime ayakta volta atıyordu. O'ndan daha korkunç bir tepki beklesemde, bir saate yakın bir zaman boyunca hapsolduğumuz yerde yavaş yavaş öfkesi dinmiş ve olayı sorgular olmuştu.

"Beni bu hâle düşürmenin mantıklı bir açıklaması yokmu?"

Gözleri, yere oturmuş bendeydi. Yanılmıştım, bozguna uğramış öfkesi yerli yerindeydi.

"İyi bir adam olman."

"Ne?"

"Aracına bindim ve bana yardım etmeyi kabul ettin. Bende bana yardım etmen için sana yardım ettim."

Tıpkı benim gibi duvarın dibine çökerek burnundan sert bir nefes verdi.

"Raporun varmı?" Diye sordu.

Anlamayarak kaşlarımı kaldırdım.

"Ne raporu?"

"Akli dengenin yerinde olmadığına dair bir teşhis?"

Şaşkınlıkla gözlerim büyüdü.

"Oradan bakılınca deli bir kadınamı benziyorum?"

"Değil misin?" Diye terslendi.

Alay etmiyordu. Bunu ciddi ciddi soruyordu çünkü düştüğümüz konumun içindeki umursamazlığım ve yaptığım çılgın eylemler ona bunu sorgulatıyordu.

"Deli değilim ama akıllı bir insanın yapmayacağı her özelliğe sahibim." Dedim omzumu indirip kaldırarak.

Garip garip yüzüme baktı. "Yalancı olmak gibimi?"

Bir ân gülecek gibi oldum. Suratımı kaplayan muzip ifade, sinirden sağ gözünün seğirmesine sebep oldu.

"Tamam, zorla evlendirmeyeceklerdi ama kovalandığım bir gerçekti."

Adam boynunu geriye atarak kafasını duvara yasladı sertçe. Sabır dilenir gibi göz bebeklerini yukarıya dikmişti. Adem elması kahredici bir çekicilikle gözlerimin önüne serildi.

"Üzerine titreyen bir ailen olduğu için canınmı sıkıldı? Aksiyonmu arıyordun? Hadi kaos arıyordun, beni niye buldun!" Diye patladı en sonunda.

Zemine uzattığım bacaklarımı kendime çektim. Gözlerim boşluğa takılmıştı ansızın.

Polisler ifademizi almışlardı. Yaptığımız hız ve çiğnediğimiz kurallardan dolayı alkollü olup olmadığımızı sorguya çekmişlerdi. Adam suçsuz olduğunu iddia etse de ikimizide buraya atmışlardı.

Ve babamı görmüştü... Babamı herkes görmüştü, çünkü deliye dönmüştü. Beni buradan çıkarmak pahasına, ne denli depar attığını bende görmüştüm.

"Babam iyi niyetle yaptığı her kötülüğü kahramanlık sanacak kadar ahmak bir adam." Dedim açıkça. Üzerime titriyormuş, yok ninemin çiçekli donu!

Adam alayla güldü. Kollarını geniş göğsünde birleştirerek karakteristik bir hareketle dilini yanağının içinde gezdirdi. Dikkatimi dağıtıyordu.

"Şımarık bir kız çocuğunun oyununa denk geldiğime inanamıyorum..." Diye söylendi.

Dik dik yüzüne baktım. "Bir çocuğa itimad edecek kadar aklın havadaymış seninde."

Alaysı ifadesi hızla kaybolurken yine öfkeyi kuşandı.

İşaret parmağını kaldırarak tehditkârca havada salladı. "Buradan çıkınca elime düşme!"

Güldüm. "Buradan çıkmaya niyetim olsaydı, girmezdim zaten."

Göğsünü şişiren sinirli bir nefes aldı. Parmaklarını şakaklarına bastırarak sakin olmaya çalışıyordu. Yada başı ağrımıştı.

Birden yine celallenerek başını kaldırdı ve hiddetle, "Aracıma binmeden önce bana âna yolu bilerek tarif ettin. Çevirme olduğunu nereden biliyordun?" Diye yükseldi.

Dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım.

Cevap veremedim, çünkü vermeye fırsatım olmadı.

Koridorda birden fazla adım sesleri yankınlanmaya başlamıştı. Bir kaç saniye sonra önde iki polis memuru, babam ve tanımadığım takım elbiseli bir adam durdu nezarethanenin önünde. Babamı görünce yüzüm asıldı.

Memurlardan biri, tuzağıma düşen yabancı adamın parmaklıklarına yaklaşıp asma kilitleri açtı.

"Avukatınız, cezai taksiratınızı ödedi. Trafik kuralı ihlalinden, isminiz tarafımızca takip edilecektir Sancar Bey. Dikkat etmenizi temin ederim." Dedikten sonra kenara çekildi.

İsminin Sancar olduğunu öğrendiğim adam, olduğum tarafa ters bir bakış atarak dışarıya çıktı.

Bu seferde hepsinin bakışları bana dönmüştü. Bir diğer memur bulunduğum nezaretin asma kilidini açmaya başladığında, hızla ayağa fırladım.

"Beni buradan çıkarmazsınız!" Diye soluduğumda, Sancar gitmek üzereyken durup anlamayarak yüzüme baktı.

Babam, "Levlâ, yeter artık!" Diye dişlerinin arasından nerdeyse tısladı. Gözlerinde korkunç bir otorite hakimdi.

O'na hiç bakmadan gerginlikle polisleri aldım muhatabıma.

"Suçluyum, diyorum ben!" Beni dinlemediklerini farkettiğimde telaşlandım. "Ben yaptım her şeyi. Adamın aracına bindim, kuralları ihlal ettim-"

Babam öfkeyle sözümü kesti.

"Sen birde bütün suçu üstlenmeyemi çalışıyorsun?"

"Çünkü adamın suçu yok! Ben bindim arabasına!"

"Daha fazla saçmalama-"

"Yalan söylemiyorum! Asılsız ihbarıda ben verdim bölge emniyet müdürlüğüne! Uyuşturucu ihbarı verdim, bütün bölgeyi kapattılar çünkü-"

"LEVLÂ!"

Babam yeri göğü inleten bir kızgınlıkla bağırdığında, korkuyla susmuş ve geriye çekilmiştim. Ancak o ân, bütün bunları dinleyen Sancar'a gözüm çarptı. Şaşkınlıkla olduğu yerde kalmıştı.

İtiraflarımı duymasaydı, iyidi.

Polis memuru içeriye bir adım attı. "Zorluk çıkarmadan şöyle buyurun, Levlâ hanım."

Sinirden ağlayacaktım. Planım böyle değildi.

Bir kez daha yalvar yakardım.

"Suçluyum diyorum suçlu! Asılsız ihbar verdim, hız yaptım. Hem... Hem geçen gün bir esnaftan marul çaldım. İçeriye atın beni, rica ederim çekerim ben cezamı memur bey!"

Suçumu itiraf ediyordum ama babam bu ülkenin sayılı iş adamlarından biriydi. Hapsede girsem oradan çıkarırdı beni.

Beni dinlemeyen polis, "Sorun çıkarmayın hanımefendi. Siciliniz karalanırsa, hakkınızda kısıtlama emri gelmesini istemezsiniz." Dediğinde, işin ciddi boyutuyla sus pus oldum.

Kıpkırmızı olmuş bir suratla ağır ağır dışarıya çıktım. Böyle olmamalıydı...

O delikte kalmalı ve herkesten kurtulmalıydım.

Toplu bir şekilde karakolun bahçesine çıktık. Sesim soluğum kesilmişti çünkü başıma gelecekleri az çok tahmin edebiliyordum. Babam canıma okuyacaktı.

İki ablamın hâlâ burada olduğunu farkettim. Ciğerlerime güçlü bir nefes çektim. İşler sarpa sarmıştı.

"Sancar Bey?" Diye şaşkınlıkla konuşan ablam Melda'yla, hızla başımı kaldırdım. O'nu tanıyorlarmıydı?

Babam polislerle konuştuktan sonra soluğu yanımızda aldığında, Sancar hemen çarprazımda kendisine seslenen kadınla biraz önümüzde durmuş; Melda ve Eda ablama bakıyor, babamda sinirden titreyerek ona bakıyordu.

"Sizin ne işiniz var burada?" Bu kez soran ise Eda ablamdı.

Tuhaf tuhaf ikisine baktım. Adamı nereden tanıyorlardı?

Sancar dudaklarını aralayacakken, hiç kimsenin beklemediği bir gelişme yaşandı. Babam karakolun önünde olduğumuzu umursamadı, etraftaki insanları yada itibarınıda kaale almadan yaşına göre atik bir hızla Sancar'ın suratına yumruk attı.

Dehşetle iç çektim.

"Baba ne yapıyorsun!"

Beni duymadı. Benim tanımadığım ama herkesin bakışlarından anladığım kadarıyla tanıdıkları Sancar'ın yakalarına asıldı.

"Kızımı kaçırabileceğinimi sanıyordun şerefsiz!"

Sancar yana düşmüş başını kaldırarak çenesini sıktı, babama yumrukla karşılık vermesini bekledim fakat tepki vermeden başını bana çevirdi. Yumruktan etkilenmemişti ama neler olduğunu anlamak için kendini dizginleyen, fırtına öncesi bir sakinliği vardı.

Hızla yerimden ayrılarak ablamları geride bıraktım ve babamın kolunu tuttum. "Baba bırak! Hiç bir şey göründüğü gibi değil." Diye bağırdım.

Her zaman, işimi baltalayan Melda şokla ortaya atıldı. "Ne yani? Kaçacağım dediğin adam Sancar Türkmenmiydi?" Diye sordu.

Eda ablam hiç geri dururmuydu.

"Bizde şirketten kaçtığını düşünüyorduk ama sen zaten şirketin yerel sahibini kapmışsın!" Gözlerinde kıskançlık ve anlayamadığım bir delilik harbi vardı.

Türkmen'mi? Sancar Türkmen'mi?

Türkmen holdingten kaçarken, sahibinin arabasınamı binmiştim?

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki. Buz kestim. Elim, babamın kolundan kayıp aşağı düştü.

"Kesin sizde sesinizi!" Diye kükredi babam. Ablamlar hemen geriye çekilip birbirine sığındılar.

"Bana bak delikanlı! Kızımı benden istemeden, korkak gibi kaçırmak adamlığına sığıyormu?"

Gözlerim kocaman açıldı. Bu sözler Sancar'ı öfkelendirdiğinde, yakasındaki elleri hınçla üzerinden savurdu. Geriye çekilerek yakasını düzeltti ve babamın kaba kuvvetine rağmen vakur bir tavır sergiledi.

"Çizginizi aşmayın Vahit Bey!"

Babamı tanıyordu. Babamda onu tanıyordu çünkü ortak olduğu şirketin sahibini elbette ki tanırdı.

Genç bir işletmeciydi. Otuzuna merdiven dayamadığına emindim.

Üstelik Sancar'ın, babamı ikaz etmek yerine üzerine yaftalanan suçlamayı inkar etmesi gerekmiyor muydu?

"Baba yanlış anladın-" Beni yine dinlemedi.

Sancar'a ürkütücü bir soğukkanlılıkla bakıyordu. "Senin kalemini kıracağım!" Diye karşılık verdi asabi asabi.

Sancar alayla güldü. Güçlü bir duruşu vardı.

"Peşin hüküm veriyorsunuz. Ne yazık ki sizin dokunulmazlığınız, benim infazımı verecek kadar kapsamlı değil."

Bu sözler, kendi gücünü gösteren ve babamın saygınlığını küçümseyen bir kinayeyle dökülmüştü biçimli dudaklarından. Babam tam anlamıyla çileden çıktı.

Hışımla bana döndüğünde, ensemden aşağıya buz gibi bir ter damlası döküldü.

"Öylece çıkıp gidecekmiydin Levlâ!" Bütün meydanı titretecek bir şiddetle haykırdı yüzüme. "Rızam olmadan adamın tekiyle kaçıyorsun, yetmedi kendini nezarete attırmaya çalışıyorsun. Derdin ne senin?"

"Derdim sizsiniz!" Diye çıkıştım en sonunda. "Derdim sizden kaçmak!"

Gözü döndü. "Öylemi? Evlenin o zaman! Bilakis, adabına uygun davranacak ve benim himayemden çıkacaksın o evden!"

Gözlerim iri iri oldu. Evlenmek mi?

Tekrar Sancar'a döndü.

"Madem kızımı istiyorsun, gelip benden isteyeceksin!"

İşin içinden çıkmak için hızla Sancar'a döndüm. O'da bana bakıyordu.

Bu kez beklediğimin aksine haylaz bir ışıltıyla parlıyordu kara gözleri. Kaşlarım çatıldı. Sanki önüne bir piyango bileti düşmüş, O ise kartlarını çoktan masaya yatırmıştı.

Kafasında bir ampul yanmıştı. Öfkesini, şaşkınlığını ve düştüğü durumu fırsata çevirmek isteyen bir adam duruyordu artık karşımda.

Az sonra yanıma varıp, elimin tekini elinin içine aldığında inme inmiş bir şaşkınlıkla yerimde kaskatı kesildim.

Babama dönüp birleşmiş ellerimizi havaya kaldırdı.

"Tamam," Dedi ablalarımı ve beni şoka uğratarak. "Kızını senden isteyeceğim." Tekrar bana baktı, göz kırptı. "Bu hafta evleneceğiz."

"Sen nasıl..."

Kulağıma eğildiğinde susup, nefesimi tuttum. "Birazda sen benim oyunuma ayak uydur." Diye fısıldadı eğlenen bir tavırla.

Olanları idrak edemiyordum. Peşime düşmesinler diye evden çıkmadan evvel bir mektup yazmış, bir adamla kaçacağımı söylemiştim. Fakat holdinge gitmek zorunda kaldığımda, asılsız ihbar ve hız suçundan kendimi nezarete attırmaya çalışırken, Sancar'ın arabasına denk gelmiş ve binmiştim.

Babamda mektupta bahsettiğim adamın Sancar olduğunu sanmış, arabasına bindiğim için onunla kaçtığımı düşünmüştü.

Sancar gülümsedi tatlı tatlı. Çehresinde muazzam bir oyunculuğun sempatikliği vardı. Bir kez daha fısıldadı sesini kulağıma.

"Seninle çok eğleneceğiz."

....

Bugüne kadar okuduğunuz bütün çiftleri unutun sjshdhdg

Nasıl buldunuz? Devamı gelsinmi?

 

Loading...
0%