Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Gelini Öpmek Yok

@zeynepsara

2.Bölüm: Gelini Öpmek Yok

Hellööö. Bölüm başı azıcık birazcık duygusal ve Levlâ'nın yaşantısıyla ilgili. Fakat korkmayın, sık sık aile dramına bağlamayacağım. Kurgu mizah ve eğlence üzerine. İkinci sahneden itibaren macera devam ediyor:)

 

2.BÖLÜM: GELİNİ ÖPMEK YOK

Farkında olmanın farkında olmak, zihin için bir cehennemdi. Çünkü ayrıntıları takip etmek, her düşüncenin ve eylemin ardını deşmek; kafanızın içini, tetiksiz bir silaha dönüştürüyordu.

Çünkü bilmek, acıtıyordu.

Çünkü her ân tehlikede hissediyordunuz ve bir ân sonra sürekli savunmada kalmak; darbeyi savuşturmak için derbeder ettiğiniz kollarınızda derman bırakmıyordu. Yoruluyordunuz.

Babamın aracından bir hışımla inerek korumaların açtığı bahçe kapısından hızlı hızlı içeriye girdim.

Zıvanadan çıkmış bir delilikle kapıya rastgele yumruklar savuşturduğumda, evimizin yedi yıllık çalışanı Sezen abla korkmuş bir şaşkınlıkla kapıyı araladı. O'na göz ucuyla bile bakmadan büyük hole girdim.

Yukarı kata, kendi odama çıkacağım vakit ise karşıma çıkan görüntüyle bütün algılarım yetisini kaybedecek gibi oldu.

"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz!" Diye bağırdım.

Evin büyük bir bölümünü kaplayan merdiven basamaklarından inen adamlara doğru atıldım. Annemin plaklarını, karyolasını, çiçek saksılarını taşıyan adamlar....

Hepsine yetişmeye çalışıyordum. İlk olarak plakları söküp aldım ellerinden.

Öfke ateşi gözlerimi yakmıştı, deliye dönecektim.

"Bırakın!" Merdivenleri hızla tırmanıp ikinci kata koştum.

Annemin yatak odasını boşaltan adamların başında bekleyen Feraye'yi omzundan ittirerek odaya daldım. Vazoyu, eski diyafonu, tabloları almaya çalışan adamlara öyle bir bağırdım ki sesim arşa ulaşmıştı.

"Tek bir eşya bu evden çıkarsa, andım olsunki hepinizi bu evle birlikte yakarım!"

Adamların bir kaçı âniden odada yankılanan sesimle irkilip duraksadıklar. Tereddütle Feraye'ye baktılar.

Feraye dişlerini sıkarak zoraki bir ifadeyle gülümsedi. Beni zaptetmek için yada uzlaşmak için yanıma varıp elini omzuma koydu. Sinirle ittirdim elini.

"Evcil ol Levlâ-"

Tepem attı.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun!" Üzerine yürüdüm. "Bu ev yetmedimi sana? Annemin eşyalarına dokunmayacaksın demedimmi ben!"

"Sakin olurmusun-"

"Olamam!" Yanımdan geçip gitmekte olan adamın elindeki takı setini çekip alarak göğsüme bastırdım.

"Çıkın gidin şuradan! Dokunmayın hiç bir şeye, dokunmayın!" Diye avaz avaz bağırdım.

Canım, canımın içinde kıvranıyordu. O kadın bu eve geldiği gün anlamıştım böyle bir manzaraya tanık olacağımı.

Bunu kabullenemezdim. Hiç bir zaman kabul etmeyecektim.

"Baba!" Aldığım eşyaları yerlerine yerleştirmeye çalıştım telaşla, panikle, dehşetle. "Baba beni eve bu rezalet manzara içinmi çağırdın!" Diye yakardım.

Darmadağın ettikleri odanın ortasına yıkıldım. Ağlamıyordum, ağlamayacaktımda fakat dizlerimin bağı tutmuyordu.

"Ne oluyor burada?"

Babam kapı önünde belirdiğinde, ona dönüp hayalkırıklığı ve kızgınlıkla baktım.

"Niye kaçmama izin vermedin?" Diye soludum. "Kurduğun yeni aileye tanık olmak istemiyorum dedim, annemi silersen benide sil dedim! Niye izin vermedin kaçayım BABA!"

Babam şaşkındı. Aylardır kilitli olan annemin yatak odasına donuk bir şekilde bakarken, feryadımla bana doğru yürüdü.

Onu elimle durdurdum.

"Sakın! Sakın girme bu odaya, haketmiyorsun sen!"

Yutkundu. Elini kırlaşmış saçlarına atacak gibi oldu. Yakasını çekiştirerek yeni eşine döndü. Feraye'ye.

Feraye mağdur rolü oynayarak babama korkmuş bakışlar attı.

"Ben sadece evi yeniden dizayn edeceğiz diye her şeyi yenilemek istedim. İnan bana Vahit-"

"Ben sana bu odaya dokunma demedimmi?"

Sustu Feraye. Babamdan bu kadar fevri ve sert bir çıkış beklemiyor olacakki bocalamıştı. Hayır, babamı yine ikna edebilir ve kendisini haklı çıkarabilirdi. Ama Vahit Özden, kızı dizlerinin üzerine çöktüğünde ayakta duramazdı. Bunu biliyordu.

Babam ondan yanıt almayı beklemeden, adamları tek bakışıyla çıkardı odadan. Daha sonra ise kapı önünde dikilmiş Eda ve Melda'ya döndü.

"Yalnız bırakın bizi." Diye mırıldandığında, Feraye tekrar araya girdi.

"Vahit, hayatım ben gerçekten-"

"Sen babamın hayatı değilsin!" Dedim sert bir ses tonuyla.

Derin bir nefes aldı, kendisini babama açıklamak için beni görmezden gelerek bir kez daha dudaklarını aralayacakken babam yine müsaade etmedi.

"Hadi." Diye vurguladı baskın bir ses tonuyla.

Bu kez ısrar etmedi Feraye. Hepsi aldığı uyarıyla kapıyı kapatıp gittiler.

Başımı eğerek göğsüme bastırdığım takı kutusunu dizlerimin üzerine bıraktım. Baş parmağımla kutunun kenarındaki gümüş işlemeleri okşadım.

"Levlâ," Ağır ağır adımlarla bana yaklaşarak durdu ve dev cüssesi önümde diz çöktü. Başımı kaldırıpta yüzüne bakmadım. "Haberim yoktu. Seninle birlikte öğrendim."

"Çünkü önemsemeyi bıraktın," Diye fısıldadım. "Yoksa kimse bunu yapmaya cesaret edemezdi." Göğsümün içi patlayacak gibiydi. "Bizi önemsemeyi bıraktın."

Bizi. Beni ve annemi.

"Canım Levlâ," Acıyla yutkundu. "Nasıl böyle düşünürsün? Ne zaman yıktım ben sendeki yerimi?"

Donup kaldığımda, yavaşça çenemi kaldırarak yüzüne baktım. Kahrolmuş, kırgın ve kederli bakıyordu.

Elini uzatıp şakağıma dökülmüş bal köpüğü saçlarımı okşadı. "Kendi evinden kaçacak kadarmı kaybettim sendeki yerimi, kızım?"

Şefkatli ses tonu ve anlayış bekleyen gözleri...

Buna rağmen gardımı indirmedim.

"Kaybettin." Dedim acımasızca.

"Neden?"

"Bana annemi unutturmaya çalışıyorsun!" Diye haykırdım yüzüne. "Bu evde kalıp, annemin izlerini silmeni izleyemem ben!"

"Amacım O'nu unutman değil."

"Artık adını bile söyleyemiyorsun." Dedim kısılan sesimle. Gözlerini yumduğunda, çehresi gerilmişti.

"Görmüyormusun Levlâ?" Diye sordu, anlayış bekleyen bir tonda. "Sana yeni bir hayat vermeye çalışıyorum. Devam etmen için çabalıyorum çünkü annenin hayaleti seni yaşamaktan men ediyor."

"Var olmuş hiç bir şeyi yok sayamazsın!" Diye soludum kırgınca. Hırçın bir tavırla kalktım önünden. "Annem bizim geçmişimiz, yeni bir hayat kurmak için onu içinde bitiremezsin!"

Babamın boynu yorgunca önüne düştü. Derin derin nefesler çekti içine.

O'nun için sorumsuz, bencil, şımarık, serseri ve başına buyruk bir kız olabilirdim. Fakat bu benim hayatla mücadele etme şeklimdi.

"Annem, tatlı ölüm uykusuna yatmadan önce sana onu unutturmamam için defalarca yalvardı bana." Omuzları çöktü. Susmadım. "Bütün gece başında bekleyen bendim ama ismini sayıkladığı sendin." Bu kez omuzları çöken bendim. "Sana onu unutturmayacağım baba. Buda ikimizin cezası."

Dalgınlaşmıştı.

Karakolun önündeki öfkesi dinmişti. Sancar'a yumruk atacak kadar hiddetli olan babam şuan düştüğü yerden kalkamıyordu.

"Beni anlamıyorsun." Diye mırıldandı. "Annenin bakışları, kokusu, kafa yapısı... Her şeyini sende miras bırakmışken; yeri kalbimde ebediyken onu unutmam mümkün değil. Anlamıyorsun çünkü tek derdim, kendini tamamen içine kapatmadan önce seni senden kurtarmaya çalışmak. Yeni bir aile veriyorum sana çünkü-"

"İstemiyorum!" Dedim fevrice. "Feraye senin gözlerine perde indirmiş olabilir ama O sadece senin iyimserliğini kullanan-"

O'da benim sözümü kesti. İkimizde birbirimizi dinlemiyorduk.

"İleriye gitme. "

Alayla güldüm. "Bu konuda saygımı haketmiyorsun."

Dudaklarını aralayıp, sert bir tepki verecek gibi olsada bir kez daha iç çekerek sustu. O kadının ne tür bir sadist olduğunu ona kanıtlayamıyordum.

Boğulacağımı hissettiğimde onu orada bırakarak kapıyı açtım ve hemen karşıda duran kendi odama girdim.

Ardımdan geldi.

"Henüz konuşamadık Levlâ."

O'nu dinlemedim gözlerim etrafımı tarıyordu. Odanın köşesindeki tüylü mindere, banyoya ve şöminenin önüne bakıyordum.

"Duby yok." Dedim panikle. Soluklarım hızlandı. "Baba Duby yok."

"Bundan sonra olmayacakta."

"Ne?" Dehşetle arkama döndüm.

Babam kapı pervazının önünde durarak ihtiyatla numaralı gözlüklerini düzeltti.

"Köpeğin özel tedavisini almaya, senden uzakta devam edecek. Bu evde olmasını istemediğimi söylemiştim."

Yüzüme tokat atılmış gibi sarsıldım. Yatağımın üstündeki steteskopa kaydı tedirgin gözlerim. Duby'nin kalp atışlarını dinlediğim minik cihazım oradaydı.

"Baba... Hayır." Diye sayıkladım. Gözlerim tek bir noktada takılı kalmıştı.

Babamın yaşlı ama dinç bedeni saniyeler içinde önümde durdu. Ellerini omuzlarıma bastırdı.

"Sana iyi gelmiyordu."

"Bana iyi gelen tek şeydi."

Kaşları çatıldı. "Yapma Levlâ. Kızım, tek yaptığın şey her gün kalbinin durmaması için üzerine titremekti. Ama biliyordun, bir gün duracak ve hasta bir hayvanı iyileştiremediğin, yaşatamadığın için suçluluk duyacaktın."

Gözlerimin dolmaması için kendimi sıktım.

Zavallı Duby. Tıpkı annem gibi kalp hastası olan minik köpeğim.

Annemin kalp krizi geçirerek öldüğü gün, mezarlıkta terk edilmiş bir şekilde bulduğum ve onunda hasta olduğunu cılız nefes alışverişlerinden anladığım tatlı bebeğim.

Onu iyileştirebilirim sanmıştım.

Geriye doğru iki adım attım. İfadesizce omzumdan düşen ele baktım.

"O'nu geri getir. O'nu geri getir, kalp atışlarını dinlemeden uyuyamam."

"Alışacaksın."

"Tanrı kahretsin, alışamam! Sürekli kaybetmeye alışamam!" Diye patladım.

Babam afalladı. Temkinle attığı adıma karşılık çığlık attım. "O'nu geri getir!"

"Tamam." Dedi telaşla. Krizin eşiğinde olan birini olduğu âna döndürmek için uysal davranan bir tavrı vardı. "Tamam. Gel konuşalım. Sadece konuşalım Levlâ."

Sertçe yüzümü sıvazladım.

Bu evde bana dair hiç bir şeyi bırakmadığını, geçmişimi ve ânılarımı yok ettiğini farketmiyordu. Bu iyilik değildi. Bu iyi niyetle yaptığı en büyük kötülüktü.

Duvarın dibine çöktüğümde, yanıma oturdu.

Aptal gibi başımı omzuna yasladım. Babamı çok seviyordum ama onu hiç bir zaman affetmeyecektim.

"Lütfen geri getir. İstediğin her şeyi yaparım."

"Getireceğim." Dedi pes etmiş bir serzenişle. "Çünkü nefretinle ve inadınla başa çıkamıyorum."

Aramızda çiğ bir sessizlik oluştu.

Bazen sesim yok olsun istiyordum; işte o zaman beni neden duymadıklarına bir kılıf uydurabilirdim.

"Gitmekmi istiyorsun?" Diye sordu biraz sonra.

Konu yavaş yavaş, neden Türkmen holdingten kaçtığıma ve Sancar'a geliyordu.

Cevap veremeden önce yutkundum. "Bu evde kalmak bana azap veriyor."

"O halde git kızım," Diye kısık bir sesle söylediğinde yerimde kal gelmiş gibi kaldım. "Ancak bana neden bugün ilk defa gittiğin Türkmen holdingten kaçtığını ve ortaklarımızı hiç görmediğin halde, Sancar'ı nasıl tanıdığını anlat. Anlat ki gitmene izin vereyim."

Sustum. Cevap veremezdim çünkü polisler araya girdiği için apar topar geldiğimiz karakoldan önce Sancar'ın neden evliliği kabul ettiğini öğrenmem gerekiyordu.

Birazda sen benim oyunuma ayak uydur, demişti. Ne oyunuydu bu?

Babam sinirli bir soluk çekti içine.

"Seviyormusun o herifi? Çevirmeye takılmasaydınız, öylece çıkıp gidecektin."

Yine sustum.

Her şey karmakarışıktı. Asılsız ihbarı benim verdiğime inanmıyordu.

Yurtdışına kaçacaktım. Peşime takılamasınlar diye havaalanına gitmeden önce sahte ihbar vermiş, bölgedeki yolları kapatmaları için polisleri araya katmıştım. Bu sayede zaman kazanacaktım. Çünkü babamlar çevirmeye takılacaktı.

Fakat babamın bir ânda beni Türkmen holdinge götürmesi ve stajımı, tıpkı ablalarım gibi orada yapmamı istemesi beklenmedik olandı.

Evden kaçmadan evvel, onları şaşırtmak için Eda ablamın çantasına attığım: 'Sevdiğim adamla gidiyorum buralardan, peşimden gelmeyin.' mektubumun holdingte ortaya çıkması üzerine; bu kez Türkmen holdingten kaçmaya çabalamıştım.

Bu doğrultuda Sancar'ın arabasına binmek plansızdı; işin içinden çıkamayacağımı anlayınca, çevirmeye kendim takılarak kendimi nezarete attırmaya çalışmıştım.

Ve bingo! Yine buradaydım.

Cevap vermeyeceğimi anlayınca kalktı ve kapıya doğru yürüdü babam. Çatık kaşlarla tekrar bana döndü eli kapı kulpundayken.

"Madem hiç kimseye haber vermeden çıkıp gidecek kadar seviyorsunuz birbirinizi, bu evden benim desteğimi almadan gitme Levlâ. Bana sırtını çevirme, kapılarımı kendine açık bırak çünkü kötürüm bir kararla yapacağın evliliğin pişmanlığını yaşarsan, ben seni bekliyor olacağım."

Şaşırmama fırsat vermeden işaret parmağını kaldırıp anaç bir ifadeyle havada salladı.

"O holdingte, gözümün önünde çalışacaksın. Sen ve o herif gözümün önünde olacaksınız. Yıllardır ortak olduğum adamın oğlu, ailemin içine kadar sızmış. Ruhum bile duymamış. Bunun hesabınıda vermeden, benden seni kimse alamaz."

Bana başka bir söz hakkı daha tanımadan odadan çıktı ve gitti.

"Böyle işin sağını, solunu, evvelini arkasını..." Diye homurdandım.

Ne halt yiyecektim şimdi?

Sancar'la konuşmam gerekiyordu.

Annem öldükten sonra evimle bağımı koparmıştım. Türkmen holdingin sahibi, babamla ortak olan Peyami Safa Türkmenin bir oğlu olduğunu bile yeni öğreniyordum.

Tanıştığımız gibi evlenen ilk çift olmalıydık!

Büyük bir yanlış anlaşılmaydı.

İçimden bir iç daha koptu. Yere uzandım.

Annemin eşyalarını ve Duby'i güvenli bir yere götürmeliydim.

"Of," Gözlerimi yumdum. "Of anne of..."

🍷

Bazen yalnızlık hiç dinmezdi, o yalnızlık başa saracak kadar bile etrafınız dolmazdı. Kalabalıklar bazen çok pahalı olurdu; her şeye sahip olurdunuz ama sarılabildiğiniz bir tek kendiniz olurdunuz.

Benim için ise yalnızlık, ayrıcalıktı. Bu yüzden yalnızlığımı bozmaya cüret eden adamın holdinginde öfkeli adımlar atıyordum.

Odasının hemen önündeki locada, sekreteri olduğunu tahmin ettiğim kişinin önünde durdum asabi bir tavırla.

"Sancar Türkmen odasındamı?" Diye sordum hesap sorar gibi masaya doğru eğilerek.

Genç kız, ansızın üzerine çöken gölgemle ve ters tavrımla irkildi. Gözleri açılırken, "Randevunuz varmıydı?" Diye sordu çekingence.

Yeni işe alınmış olmalıydı çünkü bu şekilde kendisine patavatsızca yaklaşan birini kaale bile almamalıydı.

O patavatsız bendim. Eh, insan kabada olsa kendisinin farkında olmalıydı...

"Yok." Dedim kestirip atarak.

"Öyleyse, görüşme talebinizi ilettikten sonra ancak sizi odasına alabilirim."

Gözlerimi devirerek arkama döndüm. Gözüme çarpan kapıyla hiç düşünmeden hızlı adımlarımı oraya yönlendirdim.

"Hanımefendi ne yapıyorsunuz?" Diye telaşla sordu genç sekreter.

"Şafak baskını."

"Bir saniye beklermisiniz?"

"Hayır."

Müdahale etmesine fırsat vermeden kapı kulpuna asıldım. Kapıyı hiç çalmadan açma girişiminde bulunduğum için kız dehşetle yüzüme bakıyordu.

"Umarım bu telaşın, patronunu uygunsuz bir pozisyonda yakalayacağım için değildir." Dedim yapmacık bir gülümsemeyle.

Pat diye içeriye daldım. "Bana bak Sancar-"

Fakat devam edemeden gördüğüm manzarayla nutkum tutulmuş bir şekilde donup kaldım. Sırayla yüzüme dönen meraklı yüzleri ve şaşkın bakışları gördüğümde boynum ısındı.

Toplantı yapıyorlardı.

Sancar Türkmen, geniş toplantı masasının en başında, destursuzca odaya dalan bana herkesten farklı olarak sert bir hayretle bakıyordu.

Buna cüret edecek kadar delimisin, der gibi.

"Umarım iş toplantısı senin için uygunsuz bir pozisyon değildir?" Diye sorduğunda iyiden iyiye domates gibi kızardım.

Toplantı masasında oturan yedi adamdan ikisi, bıyık altından gülerek başını eğmişti.

Yinede geri adım atmadım. Çenemi kaldırarak rezilliğimi örtbas etmeye çalıştım.

"Konuşmamız gerekiyor." Dedim tasasız ve dertsiz bir duruşla.

Elini alnına atarak sıvazladı. O bir şey diyemeden yaşı olgun bir adam muzip bir tavırla Sancar'a döndü.

"Birilerini çok kızdırmış olmalısın Sancar. Ve ne yazıkki bu hayatta geceyi sabaha kavuşturmayan en büyük pişmanlık, bir kadını kızdırmak."

Sancar ağır ağır yerinden kalktı. Ürpertici bir gülümsemeyle dişlerini sıkarak adama baktı.

"Tatlı nişanlım öfkelenince, ateşini herkese sıçratmaktan çekinmez. Söz sahibi olmadan önce iki kere düşün Bahadır Bey." Diye ikaz etti, her kelimesini bastıra bastıra vurgulayarak.

Neden adama kızıyorduki?

Adamın bozguna uğrayacağını düşünsemde şaşkınca güldü.

Bana baktı sevecen bir tavırla. "Nişanlınmı?"

Babacan bir sempatikliği vardı.

Kaşlarım çatıldı. "Ben senin nişanlın değilim!" Diye çıkıştım Sancar'a, ikinci bir sorunun önüne geçerek.

Yersiz ve fevri olsamda bu doğruydu.

Gözler hiç çekinmeden üzerimizde sabitlenmişti.

Sancar bölünmüş toplantısının ve dünden kalan kindarlığının getirisiyle, gözümü korkutan baskın adımlarla masanın etrafından dönüp bana doğru ilerledi.

"Ah Levlâ, henüz öfken dinmemiş anlaşılan. İş yerine baskın yapacak kadar alevlenmiş üstelik."

Arkasında kalan küçük güruha, seyir zevki vermemek için bana uyarıcı bakışlar atıyordu.

"Sen..."

Önümde durup elimi tutunca sustum. Kocaman gözlerle birleşen ellerimize baktım.

"Devam edin beyler. Benim gönlünü almam gereken bir kadın var."

Toplantı masasından farklı bir adam ardımızdan kinayeyle güldü.

"Kendisinden strateji dehası diye bahsedilen ancak işi ve ilişkisini birbirine karıştıran bir adamamı devredeceğiz ihaleyi?" Diye laf yetiştirdi.

Kaşlarım derinlemesine çatılırken gerilmiştim.

Sancar rahat bir tavırla dudağının kenarını kıvırdı. Ancak göründüğünün aksine, elimi tutan elinin sıklaşmasıyla kasıldığını anlayan bir tek bendim.

Çünkü küçük düşmemek için, hayatına bir ânda giren bir kadını savunmak pekte hoşuna gitmiyor olsa gerekti.

"Bilhassa karıştırmıyorumda. İşim zaten O. Kendinide dert etme, senin ucuz koltuğunu başkasıyla doldururum."

Küçük çaplı bir şok geçirdiğimde, Sancar beklemeden ikimizide odadan çıkardı.

Sekreterinin ellerimize bakarak fal taşı gibi açılan bakışları altında onun odasına girdik. Elimi hızla kendime çektim.

Sakin fakat fırtınayı sezdiren ölümcül bakışları yavaşça beni buldu. Geniş omzunu kapı pervazının yanındaki duvara yaslayarak, kollarını göğsünde birleştirdi ve ben yine korkunç bir tepki beklerken O başını omzuna doğru eğerek kısık bakışlarla yüzüme bakmakla yetindi.

"Sen hep böyle sürprizlimi girersin insanların hayatına? Normal bir huyun yokmu?"

Daha önce hiç bu kadar sakin olupta, tüylerimi diken diken eden bir adam tanımamıştım. Buna rağmen karşısında epey rahat bir duruşum vardı.

"Tanrı vergisi," Dedim tatlı tatlı. "İnsanların beni ilk seferde unutamayacağı bir etkiye sahibim."

Kaşları havalandı. İkimizde patlamaya hazır, pimi çekilmiş bir bomba kadar tehlikeli duruyorduk.

"Kusursuz bir kusura sahipsin öyleyse."

"Bu beni sadece insan yapar."

"Bu seni sadece kabahatli ve yaramaz bir kadın yapar."

Hiç duraksamadan verdiği cevapla kollarımı iki yana açarak yapacak bir şey yok der gibi dudak büktüm.

"Seninle mükemmel meziyetlerimi konuşmaya gelmedim, dün yaptığın saçmalığı düzeltmen için buradayım."

Yine o karakteristik hareketle, dilini yanağının içine vurdu. "Saçmalık?"

"Beni karın ilan ettin."

Gülümsedi. O gülümseyince ensemden aşağıya buz gibi bir ter damlası düştü.

Bakışlarına yerleşen şeytani ışıltı, gardımı indirmeme sebep olacak türdendi.

"Bana tuzak kurdun. Bende avcımı, av yaptım."

"Sen benim avım değildin. Talihsiz bir adam olmalısınki, ben oltamı denize attım, binlerce kişi arasında sen takıldın."

"Öylemi?"

Başımı salladım.

Sinir ve alay karışımıyla güldü. Zaten benimle konuşurken çileden çıkmayan bir adam yoktu.

Yaslandığı yerden doğrulduğunda, peyderpey adımları önümde durdu. Aramızdaki mesafe azalınca uzun boyunun beni aştığını ve yüzümü kaldırıpta yanında ne kadar cüce kaldığımı afallayarak farketmiştim.

Başını eğerek yüzüme eğildi, gözlerimin içine baktı.

Bu hareketi midemde bir kelebek etkisi yaptığında, karnım kasıldı.

"Bazen denize attığın file, balığa kafes olmaz; aksine balığın başını sudan çıkardığın için evini tanır." Gözlerine ulaşmayan gülümsemesi, karış karış tehlike taşıyordu. "Bazende filene büyük balık takılır, olta ağırlaşır ve sende taşıyamaz; denize düşersin. Avcıyken, balığın okyanusunda av olursun." Kulağıma yaklaştı. "Beni hafife alıyorsun."

Yutkundum. Bu gerçekten... Profesyoneldi.

"Tamam," Dedim nefesimi seslice verip geriye çekilerek. Gözlerine zafer parıltısı çalındı. "Dün bir yanlış anlaşılma oldu. Risk almıştım ve senide bir şekilde içinde buldum. Planlı değildi..." İnanamaz bakışları yüzünden susup burnumu kırıştırdım.

"Sahiden öyleydi!" Diye isyan ettim. "Fakat senin neden bu yanlış anlaşılmayı fırsata çevirdiğini anlamıyorum. Neden evliliği kabul ettin?"

Ellerini ceplerine daldırarak, ağır adımlarla masasının önüne vardı. Tek eliyle masanın üzerindeki kağıt destelerini gelişi güzel karıştırdı. Beyaz gömleğinin kollarını dirseklerine kadar katlamış, siyah kumaş pantolonuya estetik bir görünüm kazanmıştı.

Aklıma gelen detayla onun yanıtını almadan önce, "Babamdan dayak yememek içinmi?" Diye sordum kışkırtıcı bir ses tonuyla.

Başı hızla omzunun üzerinden bana döndü. Gülmemek için dudaklarımı sıktım.

İlerleyip tam önünde durdum. "Başka ne nedeni olabilir ki?"

Bir ânda kollarımı dirseklerimden yakalayarak beni kendine, daha sonra ise bedenimi paralel bir açıyla çevirerek sırtımı ardımdaki masaya yasladığında nefesim boğazımda tutuklu kalmış bir şekilde kollarına tutunmuştum.

Ellerini kollarıma sürterek, belimin iki yanından masaya yasladı. Aramızda sadece bir nefeslik boşluk vardı. Sırtım yay gibi kavislenmişti.

"Babana karşılık verebilirdim ama kaçak ve çılgın bir gelin... Fena fikir değildi." Diye fısıldadı, dudaklarıma nazır.

Kanım damarlarımın içinde donup kalmıştı.

Bakışlarım gözlerinden aşağıya düşmesin diye kendimi kastım. "Ne yapmaya çalışıyorsun?" Diye sordum dişlerimin arasından. Kaşlarım çatılmıştı.

Dudağının kenarı kıvrılırken, katran karası harelerini sağ gözümün altındaki siyah bende gezdirdi.

"Aramızdaki şu bir nefeslik boşluğu hiç aşmayacağız." Diye mırıldandı. "Sadece üç ay. Senin kaçmaya, benimde kaçak bir geline ihtiyacım var."

"Ne?" Dedim sersemce.

Gözlerim istemsizce belirgin sus çizgisinde ve kemikli çenesinde dolaşıyordu. Kusursuzdu.

"Bir sözleşme sunacağım sana. Tek bir şartım karşılığında, kendini nezarette değilde göz önünde saklaman için bütün şartlarını yerine getiririm." Gözleri kısıldı. "Tek bir şart Levlâ, bunun karşılığında babana karşı kendi imparatorluğunu kurabilirsin."

Bir cesaret yüzüne yaklaştım. Elimin altındaki kolu kasılırken sertçe yutkundu. "Nedir tek şartın?"

"Benimle birlikte, ailemin evinde yaşayacaksın. Bunun dışında, öz saygını ihlal eden kurallarını sözleşmeye ekleyebilirsin."

Tek kaşım havalandı. Hiç çekinmeden ifademi ve mimiklerimi takip ediyordu.

"Sadece bir kaç ay, ne olduğunu anlayamadığım amacın için ailene bir evlilik şöleni sergileyeceğiz ve onların nezdinde gerçek bir çift görüneceğiz. Ve sen bu tiyatronun başrolü olmamı istiyorsun öylemi?"

"Evet."

Sevimlice gülümsedim. Bu onu yanıltırken, "Siktir git!" Dedim sakin sakin. Şaşkınlıkla geriye çekildi.

"Sokak kadınımısın sen? Bir hanımefendi gibi sansürlü küfür edemiyormusun?"

Bu kez şaşıran bendim.

"Hanımefendiliğin adabı kibar hakaret etmekmi?"

"En azından, senin için."

Tam beni sıkıştırdığı yerden çıkacakken, kollarını tekrar aynı yere; belimin iki yanına yasladı ve bedenimi kapanına kıstırdı.

"Levlâ," Sesinin tonundaki manidar tını, beni olduğum yere çivilerken duraksadım. "Dün holdingten kaçmadan önce, CV'ni vermişsin. Babam, şirketimizde çalışan Melda'yı ve babanın ortaklığını referans yaparak seni işe almış."

Dudaklarımı ısırdım. Dakikalardır bunun için kaçmaya çalışıyordum ve ne yazıkki, beni yakalamıştı.

Geriye çekilip gözlerimin içine baktı.

"Aramızda daima patron ve asistan bağı olacak."

"Patron ve asistan?"

"CV'ni okudum." Nefesi dudaklarıma çarptı. "Kaçamadığına göre, seni işe aldım," Diye devam etti bir sır verir gibi sesini kısarak. Eğlenen bakışlarla devam etti. "Asistan."

Yüz ifadem allak bullak olmuştu. Aramızdaki yakınlık beni bana unutturacak kadar sarhoş hissettiriyordu.

"Bu yüzden seninle evlenmeyeceğim." Dediğimde, keyifli ifadesi dağıldı.

"Sebep?"

"Aramızdaki patron ve asistan ilişkisini korumak için, Patron."

Dikkati dağıldığında onu göğsünden ittirerek uzaklaştım. Dik dik yüzüme bakıyordu.

"Teklifimi reddediyorsun, öyle mi?"

Kapının tıklatılmasıyla cevap veremeden susmak zorunda kaldım.

Sancar, "Gel." Diye komut verdiğinde, kapının ardından ince topuk sesleri duyuldu ve açılan kapının yüzeyinde Eda ve Melda ablam göründü.

Bu holdingte işletme müdürlüğü yapan Melda ablam ve yine bu şirketin asistanlığını yapan Eda ablam.

Üzerimdeki geniş kot pantolon ve rastgele giydiğim tişörtün aksine, her gün özel bir davetiyeye katılacakmış gibi abartılı dekolteleri olan elbiselerle karşımızda duruyorlardı.

"Evet?" Diye sordu Sancar tek kaşını kaldırarak.

Melda cesur bir duruşla içeriye girdi. Ardını Eda takip etti.

"Toplantıyı yarım bırakmışsınız Sancar Bey. Bu duruma el atsamda, alacağınız ihale için şahsi görüşünüz gerekli." Diye açıkladı. İkisininde gözleri üzerimdeydi.

Sancar toplantıyı yarım bıraktığını yeni hatırlamış olacakki rahat tavrına bir darbe indi. Yüzüme ters bir bakış attı. "Akılmı bıraktı." Diye homurdandı ağzının içinden. Sanırım aklını alan kişi ben oluyordum.

"Sen ne için gelmiştin?" Diye sordu Eda'ya yönelik. Göz ucuyla bile bakmamıştı onlara.

Eda ablam, bana ölümcül bakışlar atmakla meşgulken duyduğu soruyla çehresine masum bir ifade yerleştirip bize doğru yürüdü.

Göz devirdim. Annesi kılıklı münafık.

"Peyami Safa Bey ve Vahit Bey, sizi odasında bekliyorlar."

Sancar'ın bakışları hızla ona döndü. "Vahit Bey buradamı?"

"Evet."

"Tamam. Siz çıkın."

Gerilmiştim. Onlar çıkarken karnıma sıcak bir kramp saplandı. Dün bu vakitlerde, bu şirkette stajyerlik yapmam için zorla getirilmiştim ama kaçmıştım.

Başladığım noktadaydım yine.

Babam Vahit Özdenin en katı prensibi, kendi mesleğimizi oluşturmamız ve gerçek bir çalışan olmamız için, sahibi olduğu zincirli Özden holdinglerde çalıştırmazdı bizi. Melda ablam iki yıl evvel, emeklerinin sonucunda bu şirkette yönetim müdürlüğü olmayı başarmıştı.

Eda ablamı ise yanına almıştı.

Babam, ikisinin mahiyeti altında olmam için beni onların yanına aldırmaya çabalıyordu.

Bu saçmalıktı!

Her yaptığım işi baltalayan iki baş belası üvey ablaya ihtiyacım yoktu.

Gözümün önünde şıklatılan parmakla irkilip bakışlarımı önümde dikilen bedeninin göğsünden çekerek yüzüne doğru kaldırdım sersem olmuş bir vaziyette.

"Teklifimi reddediyorsun, öyle mi?" Diye sordu bir kez daha.

Dalgın dalgın göz kırpıştırdığımda, teninden burnuma dolan kokusuyla afallamıştım. Boyu uzundu, gözlerim gözlerinden düştüğünde boynuna değmişti.

Bronz tenli boynu ve gözüme çalınan gümüş künyesinin zinciri...

Bir kez daha cevap veremeden kapı tıklatıldı. Sancar bıkkın bir nefesi içine çektiği sıralarda, sekreteri içeriye girdi. Elindeki kağıt destesini Sancar'a uzattı.

"Sancar Bey, yeni kişisel asistanınız Levlâ Özden için muhasebe biriminden işlemler başlatıldı. Ayrıca yeni stajyerler için komisyon hazırlandı."

Onlar konuşurken düşündüm. Düşündüm, düşündüm...

Babamdan kaçışım yoktu. Bu şirkette çalışacaktım ve üvey ablalarımın baskısı altında olacaktım.

Sancar'ın otoritesini kıramayabilirdim. Çünkü henüz onu tanımıyordum. Hafife alacağım bir adamada benzemiyordu.

Fakat tek bir yolu vardı: Sözleşme.

Bunu düşündüğüm gibi açık kalmış kapıdan kaçmaya çalıştım fakat dikkati üzerimde olmayan adamın ansızın kolumu kavrayarak beni kendisine çekmesini beklemiyordum. Gözlerim şokla açıldı.

Sekreter kadın, bugün ikinci defa ikimize afallayarak bakmıştı.

"... Komisyonuda bir saat ertele. Toplantıyla Semih'in ilgilenmesini bildir Canan."

Sırtım omzuna yaslandığı için, nefesi şakağıma dökülmüştü. Ürpertiyle kavlandım.

"Peki Sancar Bey. Levlâ hanımın odası için boş olan ofisi-"

"Hazırlama," Dedi Sancar sözlerini bölerek. Başını eğip çenesini omzuma değdirdi.

Nefes nereden alınıyordu?

"Tek boşluk bu kattaki ofis Sancar Bey."

Kadının bizi gördüğünü umursamadan omzumdaki yüzü, yüzümün sol tarafına yaklaştı. Kirli sakalı yanağıma batıyordu. "Benim odamda çalışacak." Nefesimi tuttum. "Oldukça yakınımda." Diye fısıldadı az sonra, sadece benim duyabileceğim bir tınıda.

Sekreterin şaşkınlıktan rengi atmıştı. Kekeleyerek odadan neredeyse kaçtı.

Zoraki yutkunarak başımı kaldırıp gözlerine baktığımda, "Sözleşmenin içerisinde, bu şirketteki konumumu yükseltmekte varmı?" Diye sorduğumda gülecek gibi oldu.

"Asistanım olacaksın Levlâ. Deneyim kazanmadan mertebe atlayamazsın. Ancak," Geriye çekildi. Bu hamleyi neden ben yapmamıştım ki? "Ancak sadece benden emir alabilirsin. Geriye kalan hiç kimseye itaat etmek zorunda değilsin."

Bu iş aklıma yatmaya başlamıştı. Babama karşı bir güç kazanmak için, Sancar'ın gücünü kendimle eşitleyebilirdim.

O'nun ne amaçla benimle evlenmek istediğini bilmiyordum fakat o'nunla başa çıkmak için elimden geleni yapacaktım. Aile evinde üç ay yaşamakta ne olabilirdi ki?

"Tamam," Dedim düşünceli bir sesle. Bunun olacağını zaten biliyormuş gibi yüzünde bilgeç bir tebessüm oluştu.

Aramızdaki mesafeye baktım anlık. "Sözleşmenin ilk maddesi," Ciddiyetle çenemi kaldırdığımda, gözleri kısıldı. "Sınırlarımı ihlal etmeyeceksin."

Muzip bir ifadeyle âni bir şekilde yakınlaştı, burnu burnuma sürtündü. "Ne kadarını kapsıyor bu sınırlar? Bu kadarı kırmızı çizgine dahilmi?"

Titredim. Neredeyse iki büklüm olacakken geriye kaçtım. "Evet." Dedim dişlerimi sıkarak.

"Tamam."

"Sözleşmenin ikinci maddesi ise; sadece küçük bir tören yapacağız."

"Tamam."

Bunuda hiç düşünmeden kabul etmişti.

"Sözleşmenin üçüncü maddesi..." Diye mırıldandım. Bakışlarım benden izinsizce dudaklarına düştü.

Yüzü gerildi.

"Törende gelini öpmek yok." Diye fısıldadım.

Yutkundu ve onunda bakışları tanıdık bir karanlıkla dudaklarıma değdi. "Tamam," Desede bir süre duraksadı.

"Gelini öpmek yok."

....

Nasıldııı? Devamı gelsin mi?

Biraz hızlı gidiyoruz galiba ama Levlâ ve Sancar'ı evlilikte daha fena sahneler beklediği için bu ilk bölümleri biraz geçiş bölümü gibi bir şey yapacağım.

5.Bölümden sonra başlıyoruz her şeye....

Gelecek bölüm için çok heyecanlıyım çünkü çok eğlenceli sjsjsjx

 

Loading...
0%