Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.Patron ve Asistan

@zeynepsara

Bölüm başı size sıkıcı gelebilir ama bölüm ortasından sonra spoiler verdiğim köşk maceramıza ışınlanıyoruz. Keyifli bir bölüm oldu, keyifle okuyun :)

 

3.BÖLÜM: PATRON VE ASİSTAN

🍷

İnsan mutluluğu ararken, mutludur. Onu bulduğunu zannettiğinde bütün büyü bozulur.

Bunu annemi kaybettiğimde anlamıştım. Çünkü mutluluğu annemden ibaret sanırdım. Değilmiş.

Bulduğum ilk boşlukta, Sancar'ın odasından kaçmış; soluğu Safa Beyin odasının önünde almıştım. Ancak içeriye bir adım dahi atamadan, kapı eşiğinde içeriden duyulan cümlelerle donup kalmıştım.

"...Levlâ son bir kaç aydır öfkeli, savurgan ve saldırgan bir kız çocuğunun ruhunu taşıyor. Ayrıca çoğu zaman tedirgin edici bir sessizliğe gömülüyor. Çünkü kız çocukları, annelerinin savunmasız kalışına şahit olduklarında; hayatlarının geri kalanında her ân kendilerini savunmada hissederler."

Yutkunamadım. Babam, Peyami Safa Beye bunları anlatırken sesi kederliydi. Beni neden o adama anlatıyordu?

"Anneler, kız çocuklarının klavuzudur Vahit. Levlâ'nın yolundan şaşması, onun özünü değiştirmez. Kendisine yeni bir kimlik bulma arayışındadır sadece." Dedi Peyami Bey, olgun ve soğukkanlı bir teselli tonuyla.

Tuhaftı. Adamın sesini daha önce hiç duymasamda, tıpkı Sancar gibi sakin ve uysal bir tehlikeyi ince ince sezdiren bir yanı olduğunu hemen anlamıştım.

Aile evinde olmak o kadarda iyi bir fikir olmayabilirdi...

"Belkide artık eskisi kadar şımartılamadığı için ilgi çekmeye çalışıyordur babacığım." Diye söze karışan kişi Melda ablamdı.

Hemen ardından Eda ablam, "O'na büyüdüğünü ve her zaman talep ettiklerini kolay yoldan alamayacığını öğretmeliyiz." Diye ekledi.

Babam sustu. Babam sustu ve benim başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki.

O'nları haklımı buluyordu?

Bocalayarak geriye bir adım atacağım sırada, ensemde hissettiğim nefesle irkildim. Boğazımdan taşan çığlığı dökmek üzereyken arkamdan bir kol uzandı ve dudaklarımın üzerine büyük bir el kapandı. Gözlerim büyüdü.

"Şhht, sakin ol." Diye fısıldadı tanıdık ses. "Kaçak asistan."

Sancar tepki vermediğimi farkettiğinde, elini dudaklarımdan çekti ve önüme geçti. Odada konuşulanları duymuşmuydu?

Başını eğerek kulağıma yaklaştı. "Kapı dinlemek, Tanrının bir hanımefendiye yakıştırmayacağı kadar çirkin bir hareket." Diye fısıldadı.

Üzerimdeki trans halini atarak alayla gülümsedim.

"Ahlak kurallarının bile estetik standartları olmalı," Gözleri kısıldı, aynı şekilde karşılık verdim ve devam ettim. "Kapının ardında bir dedikodu döndüğünde, bu bir suç teşkil etmez. Ancak o dedikodu dinlenince insanlar ayıplanır." Bir adım atarak gözlerinin içine alaydan sıyrılmış bir öfkeyle baktım.

"Tanrı sizin gibi ikilemde kalan insanların saygısını önemsemez bay Türkmen."

Kaşları havalandı.

Onu hiç umursamadan kapı kulpuna attım elimi. Ancak kapıyı açamadan beni karnımdan yakalayarak kendisine çekti. Sırtım göğsüne çarptı.

"Bu kuralsızlığın seni bir adım öne taşımaz," Yüzü, boynumun açısındaydı. Midem yine tanıdık bir buruklukla sıkıştı. "Aksine bütün kuralları bilmeli, onları kendi kurallarıyla yıkmalısın. Bilmek, yıkmaktır sevgili Levlâ." Diye devam etti boğuk bir fısıltıyla.

Beni bıraktığında, kapıyı benden önce o açtı. Çalma gereksinimi duymamıştı. Sarsılmış bir yüz ifadesiyle, daha ne olduğunu anlayamadan kendimi onunla yan yana içeride buldum. Herkesin bakışları bize çevrildi.

Boş boş yüzlerine baktım.

Peyami Bey belli belirsiz bir dehşetle önce bana, daha sonra ise ablalarıma baktı. Aramızdaki farklara ve onların nezdindeki güzellik algılarına...

Üzerimde bol bir tişört, rahat bir pantolon vardı. Bal köpüğü saçlarım dağınık bir şekilde toparlanmıştı ve şakaklarıma asi tutamlar fırlamıştı. Melda ve Eda ablam resmi, bakımlı, tepeden tırnağa dikkat çekiciydiler.

"Demek bir türlü tanışamadığımız küçük kızın bu," Diye mırıldandı.

Sanki biraz önce babamı teselli eden kendisi değilmiş gibi tamamen tavrı değişmişti.

Çatık kaşlarla, Sancar'la aramızdaki uyumsuzluğa bakıyordu.

Göz ucuyla tekrar ablalarıma baktığında, oğlunu onlardan biriyle evlendirmek istediğine kalıbımı basabilirdim.

İlgisiz bakışlarını benden çekerek oğluna döndü.

"Her zaman en gizemli ve zor olanını bulup, onu seçersin Sancar."

Sancar, tek bir mimik dahi oynatmadan esnek bir rahatlıkla ellerini ceplerine daldırdı.

"Hazineyi bulman için, önce onu araman ve saklandığı yerden çıkarman gerekir Baba."

Pantolonumun kumaşını sıktım. Sahiplenici tavrı aldatıcıydı. Bir sözleşme yaptığımızdan habersiz olsam, O'nun bana gerçekten aşık olduğunu düşünürdüm.

Eda ablam huzursuz bir tavırla yerinde kıpırdanınca gözlerim ona çevrildi. Derdi neydi bunun?

Artık tek derdi benimle değilde, sahte ilişkimleydide sanki.

Babam dik dik müstakbel sahte damadına baktı. "Önemli olan, hazineyi bulduğunda saklamandır."

Peyami Safa Bey, bu çıkışa karşı gözlerine ulaşmayan bir kibirle gür bir kahkaha attı. Altın topuzlu bastonunun başını tuttuğu elinin baş parmağında tarihi ve antik bir yüzük vardı.

Dikkatimi çekmişti.

"İlahi Vahit, oğlum elindekinin kıymetini bilir. Yeterki elindeki kıymetli olsun."

Bu noktada odada gergin bir sessizlik oluştu. Kibarca istenilmediğimi belli ediyordu.

Babamın duruşu bozuldu. "Peyami," Diyerek ayağa kalktı ağır ağır. Aralarında hatırı sayılır bir saygı vardı. "Kızlarımın hepsi benim için altındır, kimsenin onlara değer biçmesine izin vermem. Altının değeri zaten bellidir."

Sancar dişlerini gıcırdatarak babasının pervasız oturuşuna bakıyordu. Gerginleşmişti.

"Ah babalar," Dedi Peyami Beyde yüzündeki ifadenin aksine yumuşak bir tebessümle ayaklanarak. "Kızları konusunda hep hassaslar. Seni bu konuda anlayamam, hassasiyetine saygı duyarım."

Babamın celallenen siniri saniyeler içinde yatıştı. Dostane bir tavırla tokalaştılar.

"Kalbini kırmayayım Peyami," Diyerek güldü. Odadaki herkes kısa bir süre içinde anlaşmalarına hayretle bakıyordu. "Kızımın yıldızı sönerse, oğlunu av tüfeğimle vururum."

İkisinin arasındaki boşluğa olgun kahkahalar yayıldı. Düz düz hakkımda yapılan çıkarımları dinliyordum.

Çünkü ben bunun rövanşını daha sonra fena alırdım.

Biliyordum, ön yargıyla harmanlanan bir ortamda savunma çabası ve kiyafetsiz sözcükler hiç düşünülmeden infaz edilirdi.

Peyami Bey ikinci defa benden tarafa bakmamıştı. "Bu hafta sizi köşkte ağırlamak için bütün hazırlıklarımı yaptım." Göz ucuyla oğluna baktı. "İki aileninde istişare etmesi ve vakit geçirmesi gereken bir noktadayız."

Ne? İşte bu korkunçtu...

Babamın kabul etmemesi için içimden dua ederken yanılgıya uğradım.

"Feraye'ninde kısa bir tatile ihtiyacı var." Diyerek kabul etmiş oldu.

Daha sonra ise dikildiği yerden ayrılarak Sancar'ın önünde durdu. Pekte samimi olmayan bir hareketle elini omzuna koydu ve demiri bükmek isteyen bir güçle sıktı.

"Gözüm üstünde, delikanlı."

Sancar cevap vermedi. Babamla aralarında soğuk bir bakışma geçti.

O ân neden hâlâ burada durduğumu düşündüm. Çağırılmışmıydım? Hayır. Davet edildiğimiz bir köşk seyahatinden bile haberim yoktu fakat ablamların ifadelerinden onların bunu bildiğini anlayabiliyordum.

Hissettiklerim ya da fikirlerim sorulmuşmuydu? Hayır.

Babam bazen dünyanın en düşünceli adamı olabiliyordu, bazende en ahmak adamı.

Ruhsuz bir ifadeyle kimseye bakmadan kapıya doğru yürüdüm.

Fakat en beklenmedik ânda, beklediğim bir şey oldu.

Sancar bir ânda uzanıp elimi tuttu. En başından beri odadan beraber çıkıyormuşuz gibi adımlarımızı eşitledi. İşte bu, herkesin dikkatini, yalnızlığımdan çok çekmişti.

Peyami Bey, "Büyüklerden müsaade istenmeden odadan çıkılmaz Sancar." Diye seslendi.

Melda ablam sevecen bir tavırla araya girdi. "Sancar Beyin toplantısı yarıda kalmıştı Peyami Bey. Oğlunuz önceliği size vermişti."

Eda ablam geri dururmuydu?

"Sancar Bey profesyonelliği ve aile bağını bile daima eşit yapıyor." Diye takdir etti.

Babam ve Peyami Bey, bu şov karşılığında güldüler. Fakat babam daha çok nezaket ve öfkenin arasında kalmış, kasıntı bir gülüş sergilemişti. Gözleri birleşik ellerimizdeydi.

"Kızlar senin iş disiplinini ezberlemiş Sancar."

Burnumdan sinirli bir nefes aldım. Başkalarının yanında melek yüzlü görünen ablalarımın evde Ebu Cehile, firavuna, deccale nasıl dönüştüğünü bir ben birde Yüce Mevla bilirdi.

Yine sustum. Sancar'da kendisine övgüler yağdıran ablalarıma zarifçe tebessüm etmekle yetindi.

Elimi daha sıkı tutarak kapıyı açtı.

Kalbim hızlanmamalıydı, manasızdı, düzmeceydi, kalbim kesinlikle hızlanmamalıydı.

"İzninizle, fikirlerinize kulak veremedim çünkü aklım ve ruhum tıka basa dolu."

"Aklın toplantıda kalmış olmalı." Dedi babam iğneleyici bir tonda.

Sancar gülümsedi. Öyle bir gülümsediki, babamın yüz ifadesi dondu.

"Aklım uzun zamandır, kızınızla dolu."

Ve herkesin şaşkın bakışları altında odadan çıktık.

Kahretsin, kalbim hızlanmak için pusuda bekleyen bir aptal gibi.

🍷

Gerginliğin bütün atmosferi kasvetli bir basınçla sıktığı, puslu bir ayaz havasını andıran basık odada herkesin aksine yayvanca oturuyordum.

Sancar, Peyami Bey ve misafir olarak ağırladıkları babam; farklı bakış açılarıyla yeni stajyerlere anket yaptırıyor ve genel bilgilerini test ediyorlardı.

İki haftalık bir deneme süreçleri vardı.

Benmi? Deneyim kazanmak için Sancar'ın hemen yanı başında oturuyor ve aynı testten kaygısızca geçiyordum.

Sorumluluk sahibi olmak, sandığımdan daha sıkıcıydı.

"Peki, sizi neden işe almalıyız?" Diye sordu Sancar otoriter bir sesle.

Stajyerlerin hepsi cevap verirken notlar alıyordu. Karşımda oturan genç adam atıldı soruya.

"Mükemmelliyetçi ve tecrübeli bir çalışanım. Alanımda gelişmeler kazandım ve şirkete kazanç sağlayacağıma güveniyorum." Dedi öz güvenli bir baş kaldırışla.

Peyami Safa Bey, adamı beğeniyle süzdü. Başaracağına inanıyor gibiydi.

Sancar bana döndüğünde, anketin bu saçma sorularına vasat cevaplarımdan vermeye devam ettim.

Sevimsiz sevimsiz gülümsedim ve, "İşsizim." dedim basit bir konudan bahseder gibi.

Sancar bıkkınlıkla önüne dönüp sorular sormaya devam etti.

"Bir satış hatasında, elde edilen iki günlük zarar size neyi düşündürür?"

"Bir şirket misyonu, çarklara benzer. Çünkü bir döngü hatası, bütün düzeni bozar. Zarar hemen kapatılmalıdır." Diye cevap verdi genç kızlardan biri.

İşi bu kadar ciddiye almalarını anlamıyordum.

Ya da ben sahiden işsizin tekiydim.

Babam, "Elde edilen zarar kapatıldıktan sonra, kaybedilen gün boşluğunun önemi yokmudur?" Diye sordu dikkatle.

"O boşluk için bir sonraki satışta kâr edilme amacı güdülmelidir."

Vay canına, sanki dünyayı kurtaracak.

Peyami Bey itinayla yüzüme döndü. Pek saygıdeğer kayın pederime dudağımın ucuyla sırıttım. Yaşlı kurdun gözüne girmek gibi bir niyetim yoktu.

"İki günlük zararda kaybedilen tek şey iki gündür. Tıpkı diyet gibi. Koskoca şirket batacak değil ya?" Dedim geniş geniş.

Stajyerlerin bir kaçı gülmemek için yüz kaslarını bütünüyle kasmıştı.

Hepsi bana, seni neden bu işe aldık der gibi bakıyordu.

"Levlâ hanım, uykusuz sanırım. Başka türlü olgun bir öğrenciye benziyor." Dedi babam stajyerler içinde resmi bir uyarıyla. Hepimiz, sanırım protokoller gereği birbirimizi tanımamazlıktan geliyorduk.

"Adeta bir olgunluk timsali... Kendisi Osmanlı kapısına dayanan viyanalar gibi insanların hayatına bacadan düşmez, hiç tanımadığı insanlarla günahını bölüşmek için nezaretede attırmaz." Diye kendi kendine konuştu Sancar.

Dik dik yüzüne baktığım için benden tarafa hiç bakmadan sorularına devam etti.

"Sizi şirket ortamına ait hissettiren asıl şey ne olmalıdır?"

"Düzen."

"Birlik."

Hiç düşünmeden, "Patronum." Dedim bir anda.

Az sonra ise yaptığım gafı farkederek dilimi ısırdım. Siktir!

Tek amacım acımasız patronların çalışanları işten soğuttuğunu söylemekti ancak yanlış anlaşılmıştım. Babam içtiği suyu püskürtürken, Peyami Bey kıpkırmızı olmuştu. Utançtan Sancar'a bakamıyordum bile.

Stajyerler kırdığım potu farketmesede, komisyonun başındaki kişilerin babam ve kayın pederim olması, patronumun ise evleneceğim adamı olması işi onların açısından farklı bir boyuta taşıyordu.

Sancar kulağıma eğildiğinde nefesimi tuttum. "Şirketten çok, bana ilgi duyduğunu baş başayken söylemeni tercih ederdim." Diye fısıldadı.

Kaskatı kesilmiştim. "Ankete devam et yoksa babam topuğuna sıkar."

Hızla önüne döndü ve havadaki komik gerginliği dağıtmak için sorularına devam etti.

"Sizi şirketten soğutan bir etmen yada etik bulmadığınız bir değer varmı?"

Stajyerlerden biri, boğazını huylandıran bir gülüşü bastırmak için sahte bir öksürükle toparlandıktan sonra cevap verdi.

"Çalışanların birbirini rakip görerek polemiğe girmesi." Dedi ve devam etti. "Çünkü bu dikkat dağıtıcı."

"Fakat bazen olduğun yerde saydığını, bir başkasının yükselmesiyle farkedersin evlat." Diye bir nasihat verdi Peyami Bey.

Gözleri ve ilgisi üzerimdeydi. Neden bu kadar aylak davrandığımı sorguluyordu muhtemelen.

Babamında yoğun bakışlarına dayanamayarak bakışlarımı yüzüne çevirdim. Gözlerimdeki kırgınlığı, hissiz bir ifadeyle gizleyerek düz düz yüzüne bakıyordum.

"Çalışanı ilk hatasında elemek," Diye mırıldandım ilk defa gerçek fikrimi söyleyerek. "Felsefenin yazısız bir kuralı varsa, oda; insanın hata yapmamaya odaklandığında, muhakkak hata yapmasıdır."

Peyami Safa Bey, ilk defa ciddiyetle ankete katıldığım için küçümseyici bir bakışla üzerimi süzdü ve soruyu bana yönelik devam ettirdi.

"Zararı zarar olarak görmeyen çalışanlar, genellikle hata yaptığınıda farketmez. Bu yüzden onları gözden çıkarırız." Diye laf soktu.

Biraz önce: İki günlük zararda kaybedilen tek şey iki gündür. Diye sarfettiğim sözleri bana geri iade ediyordu.

Dudağımın kenarı usulca kıvrıldı. Beni köşeye sıkıştırdığını zannediyordu kurnaz ihtiyar ama sandığı kadar aptal değildim.

"Periyodik bir süreçte, ivme kazanan küçük bir zarardan korkmamalısınız Peyami Bey. Ticari satışlar, mutlak bir değer almak için önce kaybedilir. Bilirsiniz, değişimler için devrimler gereklidir ve devrimlerde tahribatlar gerektirir."

Bir saat önce onun odasında, beni kibriyle ezdigi hâlde hiç bir cevap vermediğim ve dakikalardır absürt cevaplar verdiğim için zekamı sorgulayan adamın yüzünde enteresan bir hayret dalgası oluştu.

Ama ben bunun rövanşını alırım demiştim. Ehe.

Stajyerler bir alkış tufanı koparırken, babamın keyfi yerine gelmişti.

Sancar ayaklandı. "Anket bitmiştir." Diye mırıldandığında, bakışları benim üzerimdeydi. Katran karası gözlerinde tuhaf bir ışıltı vardı.

Herkes ayaklanarak komisyon salonundan çıkmaya başladı.

Ancak Sancar bir şey söylemek üzere dudaklarını aralayacakken birden babam çıktığı kapının eşiğinden kafasını uzattı ve kısık gözlerle bize baktı.

"Biraz uzaklaşın birbirinizden."

İkimizde homurdanarak birbirimizden uzaklaştık. Babam memnuniyetle gülümseyip gitti.

Henüz Sancar'ın dikkati dağınıkken, şirkette geçirdiğim bir saatin bünyeme verdiği usanmışlıkla kaçmak üzere kapıya doğru ayak parmaklarımın ucunda sessiz adımlar attım. Fakat iki adım atamadan tişörtümün ensesinden yakalanıp tekrar yerime geçmemle göz bebeklerimi yukarı kaldırıp yüzüme doğru eğilen adama baktım.

"Nereye?"

Gergince gülümsedim. "Gördüğünüz gibi kaçıyorum Sancar Bey."

Şirket içerisinde, sadece patron ve asistandık.

"Seni kovmamam için bir sebep söyle?"

"Sözleşme."

"Afedersin?"

"Sözleşmeye eklemek istediğim beşinci madde; evlilik süreci boyunca beni bu şirketten kovmamanız Sancar Bey."

Tişörtümü bırakarak önden yürüdü.

"Siz kadınlardan korkulur."

Neden sözleşmenin hiç bir maddesine itiraz etmiyordu? Şüphelenmeye başlıyordum çünkü nedense onun tek şartının, benim bütün şartlarımı yerle bir edecek güçte olduğunu düşünüyordum.

Yerimde durduğumu farkedince arkasını dönmeden yine seslendi.

"Beni takip et, Levlâ."

"Peki Sancar Bey."

Onu takip etmek üzereyken koridorun sonunda gördüğüm yangın merdivenlerine rastgeldiğimde gözlerim parladı. O tarafa doğru kaçmaya çalıştım ama yine ve yeniden, Sancar güçlü sezgileriyle hızla arkasını dönüp önüme geçince etrafa bakıyormuş gibi ıslık çalarak sağa sola göz gezdirdim.

Asansörden inen sekreteri tane tane adımlarıyla yanımıza vardı.

"Canan hanım," Diye mırıldandı Sancar. "Levlâ hanıma ajandasını verin ve günlük planlarını anlatın."

"Hemen Sancar Bey."

Yüzüm asılmış bir şekilde göğsüne diktim gözlerimi. Neden önümden çekilmiyordu?

Burnundan güler gibi bir nefesi seslice verdikten sonra arkasını dönüp bekletmede olan asansöre yöneldi.

"Bu arada Canan hanım, güvenlik şefine haber verin. Şirketten her ân kaçmaya hazır, 1.65 boylarında, karamel kaküllerini yamuk kestiği için tel tokayla saklayan ve kurşun kalemini sürekli topuzunda unutan bir asistan görürse, kaçmasına izin vermesin ve acil durum butonuna bassın."

Sesi kademe kademe kayboldu ve en sonunda görüntüsüyle birlikte yok oldu. Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım.

Sekreter Canan bana döndü.

"Sanırım kakülleri yamuk asistan siz oluyorsunuz?"

"Neden üç özelliğimi saydığı halde bu detaya takıldın?"

"Saçlarınız o kadar dağınık ve pejmürde duruyorki, Sancar Beyin hiç görünmeyen kaküllerinizin yamuk olduğunu nasıl anladığını anlamak için çaba sarfediyor ve anlamıyorum."

Manastır destanına benzeyen uzun cümlesini tek solukta sıraladıktan sonra asansöre doğru kaçtı.

İşte bu hatayı yapmayacaktı.

Hiç düşünmeden yangın merdivenlerine koştum.

"Levlâ hanım nereye!"

"Kaçıyorum! Her saat başı iş yaparak gençliğimi heba edemem!"

🍷

"Sezen abla," Diye fısıldadım hüzünlü bir ses tonuyla. "Lütfen Duby'e iyi bak. Bir kaç gün boyunca onsuz nasıl uyuyacağımı bile bilmiyorum."

Sezen abla anlayışlı bir tebessümle Duby'i kucağımdan aldı ve şöminenin yanındaki özel minderine yatırdı.

Duby solgundu. Nefes alış verişleri sönük, küçük gözleri yorgun ve yumuşacık tüyleri titriyordu. Bu görüntü mideme kramplar saplıyor, benide hasta hissettiriyordu.

Babam onu geri getirmişti.

"Bakma onun halsizliğine, ilaçlar onu uyuşturuyor. Doktoru duydun, tedavisi olumlu ilerliyor. Bir kaç gün içinde daha dinç ve sağlıklı olacak."

"Umarım," diye mırıldandım sessizce ve umutsuzca.

"Artık seninle ilgilenmemiz gerekiyor. Aşağıda herkes hazır."

Ofladım. Küçük bir köşk seyahati için ablalarımın ve Feraye'nin son derece gösterişli giyinmeleri işten bile değildi.

"Sanki kraliyet şatosuna gidiyoruz," Diye homurdandım.

"Vahit Bey üç genç kız babası ve gözler sürekli evlilik çağındaki kızlarının üzerinde." Sezen abla yatağımın üstüne sade bir elbise ve korse bırakırken devam etti.

"Cemiyetteki şöhreti onun için önemli. Ablalarında bu yönde hareket ediyor, bu yüzden seni onların yanında daha sönük göndermek istemiyorum."

"O korseyi takmak istemiyorum!" Diye sızlandım halının üstünde yuvarlanarak. "Tanrı aşkına, bir dik duruşun bedeli bu kadar eziyetli olmamalı!"

Son yarım saat boyunca Sezen ablanın saçlarımı örmesinden kaçarak, bir elbise yerine normal bir tulum giyerek ve yüzüme yeni bir kalıp yapacağı makyajdanda güç bela kurtularak odamdan çıkıp merdivenlere doğru koşturdum. İstemiyordum işte!

İnce bir bedene çarptığımda durdum ve burnumu tuttum.

"Of, çekil Melda!"

"Ben Melda değilim, sersem."

"Pardon ya, yüzünüzdeki makyajdan hanginizin kim olduğunu çıkaramadım."

Eda'nın suratı bozulurken dayanamadım ve bir kahkaha patlattım.

Sezen abla ardımdan geliyor ve telaşla sesleniyordu.

"Levlâ, at çiftliğine bile daha özenli gidiyordun. Tanrım, rüsva olmadan önce gelip üzerini değiştir!"

"Ulan, yüzüme bir ton boya badana sürdükten sonra nüfusumuda değiştirin tam olsun! Ortada Levlâ değil, cahiliye devrinde put niyetine yedikleri helva kalıyor zaten."

Merdivenlerden inerken bu kezde babama çarptım.

"Ne oluyor yine?"

Sitem etmeye başlayacakken bundan vazgeçtim ve suskunluğuma bir mühür daha vurdum. Babam derin bir nefes aldı. O'na kırgın olduğumu biliyor ama dile getirmiyordu.

Gözlerini üzerimde gezdirdikten sonra açık kalmış saçlarıma ve normalde tel tokalarla tepemde tutturduğum kâküllerimin yamuk kesimine baktı.

Dudaklarını nahoş bir tebessüm esir aldı.

"Seni hiç bir zaman farklı göremeyeceğim sanırım, canım Levlâ?"

Somurttum. "Farkı görsende, farketmezsin zaten."

Dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdı. O'na olan ters tavrımı alttan alarak elini küçük bir çocukmuşum gibi şefkatle kafamın üstüne koydu.

"İzin verirmisin?" Diye sordu nazif bir tonda.

Anlamsızca göz bebeklerimi yukarı diktim. "Ne için?"

Sezen ablaya seslendi "Yumuşak bir tarak alabilirmiyim Sezen hanım?"

Sezen abla ikiletmeden evin içinde koşturdu ve saniyeler sonra dişleri ince bir tarak verdi babamın eline.

Babam tarağı aldıktan sonra duraksadı ve tekrar Sezen ablaya döndü.

"Birazda ılık su, lütfen."

Herkes anlamak istercesine babama bakarken, babam ikimizi bir koltuğa oturttuğunda ve hafifçe saçlarımı ıslatarak taramaya başladığında buz kesmiştim.

"Islatmadan taramak, dökümlere ve kırıklara sebep oluyormuş." Diye açıklama yaptı.

"Baba...Ne yapıyorsun?" Dedim çatallanmış bir ses tonuyla.

Babamın parmakları naif dokunuşlarla uzun saçlarımda gezindi. Boğazım düğüm düğüm olmuştu.

"Akşam yemeğine katılıyoruz, tatlı Levlâ. Ve sen, yemekte saçlarını açık bırakmaktan hoşlanmazsın. Perçemlerin yüzüne düşünce rahatsız olursun." Ben nefesimi tutmuşken bileğimden tokamı alarak yavaşça bağlad ı saçlarımı. "Yemekten sonra tekrar açabilirsin. Misafir evinde, aç yatınca ikinci bir servis istemeyeceğinide biliyorum."

Annem öleli iki buçuk yıl olmuştu. Babamdan iki buçuk yıl sonra ilk defa böyle bir geri dönüt alıyordum. Sahiden kırgınlığımı anlamış gibiydi...

"Teşekkür ederim." Diye fısıldadım cılız bir ses tonuyla.

Feraye boğazını temizleyerek aramızdaki duygusal atmosferi tuzla buz etti.

"Levlâ, önemli davetleri her zaman geciktiriyorsun tatlım. Geç kalıyoruz."

Tepki vermeden yüzüne baktım. Bir leydi gibi zarif elbisesi, boynundaki parlak beyaz inci ve soğuk gülüşünü dikkat çekici kılan mağrur güzelliği...

Çok güzeldi. Kızlarıda öyle.

Fiziki kıvrımları, boyları mükemmel ve kusursuzdu. Göz kamaştırıcı bir cazibeleri vardı. Onları sevmiyor olabilirdim fakat hiç bir zaman cezbedici yanlarını inkar etmemiştim.

Onların bulunduğu ortamda asla dikkat çekmezdim. Görülmezdim bile.

Ancak ne varki, onları kendime rakip görmüyor; bir ortamda el üstünde tutulmak için çaba sarfetmiyordum.

Fakat onlarda fazlasıyla rüküş duranda, ziyadesiyle cüretkar giyinmeleriydi. Sanırım bu bir adama bile...Fazlaydı.

"Herkes tamamsa, çıkalım." Dedi babam. Her zaman yeni eşiyle tartışmamdan ödü kopardı.

Melda ablam zarifçe yanıma sokuldu.

"Böylesine özel bir davete senin için gidiliyorken, neden inat ederek günlük kıyafetlerinin içinde duruyorsun kardeşim?"

Kardeşliğin batsın.

Dişlerimi sıktım. "Seni ilgilendirmez!"

Kınayıcı bir gülüş sergiledi. "Ne kabasın. Sahiden Sancar Beyin kendisi gibi ince ve kibar bir kadın seçmesini beklerdim."

Babam, "Melda!" Diye uyarınca, Feraye kızının arkasını kolladı.

"Melda sadece kardeşini düşünüyor, Vahit. Aralarına girme. Kırıcı bir üslup, belki Levlâ'ya nasıl bir ailede büyüdüğünü hatırlatır." Dedi iğleneyici bir tonda.

Babam sertçe yüzünü sıvazladı.

"Hadi, çıkalım artık şu evden." Diye geçiştirdi.

Gözlerim boşluktaydı.

Büyüdüğüm aile onlara ait değildi. Ancak ben yavaş yavaş siliniyordum bu evden. Belkide evlendikten sonra tamamen unutulacaktım...

Bir hışımla evden çıktım.

Hepimiz uzun bir limuzine bindik. Arabada şen şakrak bir sohbet dönsede hiç birine katılmadım.

Yaklaşık kırk beş dakika sonra, İstanbul'un göbeğinde şık bir köşkün önünde durduk. Saray yavrusu gibiydi. Uçsuz bucaksız aydınlatmaları ve ağaçları, devasa avlusu, defalarca restore edilmiş gibi modern yapısı büyüleyiciydi.

Maddi durumumuz ne kadar iyi olursa olsun, Türkmen köşkünü anlatan iki kelime olabilirdi; ihtişam ve asalet.

"Hiç heyecanın yok, neredeyse Sancar'la zorla evlendiğini düşüneceğim." Diye kulağıma fısıldayan Eda'ya sahte bir şaşkınlıkla baktım.

"Evet dersem fırsatı değerlendirecek gibi duruyorsun."

Nerede olduğunu unutarak şokla bağırdı. "Haddini bil!"

Keyifle güldüm. Babamın radarına takılmamak için önüme döndüm ve çakıl taşlarıyla bezenmiş yolda etrafıma bakınmaya başladım.

Dakikalar sonra aracımızı parkeden kahyalar, bize kapıyı aralayarak hepimizi özenle karşıladığında, ev ahalisinin önünde ve tam holün ortasındaydık.

Babam ve Peyami Bey çoktan selamlaşarak içeriye geçti. Sancar'ı henüz görememiştim.

"Son bir aydır hiç görüşememiştik Feraye'ciğim," Sevecen ve samimi tavrıyla, Peyami Beyin eşi olan Müzeyyen hanım sıkıca Feraye'ye sarıldı. "Kızların gün geçtikçe güzelleşiyor."

İkisi, hanımefendilere yakışır şuh bir kahkaha koyverdi.

Müzeyyen hanım beklediğimden daha sıcak bir tavırla üvey ablalarımada kucak açtı.

Ancak sonra sıra bana geldi, birden duraksadı.

"Sen," Diye mırıldandı özensiz kıyafetlerimi memnuniyetsizce süzerek. Beni tanımamıştı.

"Levlâ," Dedi Melda ablam, şeytani yanını bastıran meleksi sesiyle. "Küçük kız kardeşimiz."

Müzeyyen hanım afalladı. Suratında müthiş bir değişim yaşandı. Rengi atmış bir şekilde, biraz gerimizde duran Feraye'ye baktı.

"Gelin kızımız, Levlâ'mı?" Diye sordu, inanamazca.

Muhtemelen Sancar evleneceğinden bahsettiğinde, Özden ailesinden tıpkı üvey ablalarım gibi cemiyete ayak uyduran bir hanımefendi bekliyordu.

Feraye yapmacık bir gülümsemeyle, "Ah, evet. Bizde anlamış değiliz." Diye geveledi.

Kadın bana sarılmadan geriye çekildi ve eli ayağı birbirine dolaşmış gibi yemek masasını gösterdi.

"Hemen yemeğe geçelim, uzun yoldan geldiniz."

Bizden uzakta duran genç bir kız daha vardı. Hiç kimse selam dahi vermemiş, hepimizin üzerindeki ters ters bakışlarına ilişmemişti. Kimdi o?

Evin geri kalanı çalışanlardan oluşuyordu.

Yemek masasına doğru giden isteksiz adımlarım, merdiven basamaklarında duyduğum sesle durdu.

Sancar, onu karizmatik gösteren siyah bir gömlek ve kuşandığı asil ifadesiyle, dikkatimi tamamen kendisine çeken bir duruşla yanıma yaklaştı. Herkesin gözleri üzerimizdeyken ne tepki vereceğimi bilemedim, öylece yüzüne baktım.

Bir iki adımla daha dibimde durdu, başımı kaldırıp gözlerine baktığım sırada eğilip soğuk dudaklarını yanağıma bastırmasını beklemiyordum. Buz kestim.

"Evine hoşgeldin, güzelim."

"H-hoşbuldum." Lanet olsun kekelemişmiydim?

Babamın öldürücü bakışları bir ok gibi ikimizin yüzüne saplanmışken büsbütün beklenmedik öpücüğü karşısında afallamıştım.

Eli bel boşluğuma dokunarak bizi yemek masasına yönlendirdi.

Hemen yanıma oturdu. En başta Peyami Bey, yanında eşi ve masanın diğer kısmında ise babam ve Feraye yan yana oturmuştu. En kötüsü ise Eda ablam tam yanıma oturmuş, durmadan yerinde rahatsızca kıpırdanıyordu. Sancar'a karşı bir ilgisimi vardı?

"Melda kızım, çok güzel piyano çalar. Yemekten sonra bize güzel bir dinleti yaparsa, tatlı menüsüne katkıda bulunuruz." Diyen Feraye, ev ahalisinin gönlüne taht kurmuştu.

Zira cümlesinin hemen ardından sofradan gülüşmeler duyuldu, keyifli lakırdılar ve birbiriyle tokuşan rakı dublelerinin şangırtısı...

Feraye'nin durmadan kızlarını meze yapması, Müzeyyen hanımında tıpkı Peyami Bey gibi sanki Sancar'ın evleneceği kişi ablalarımdan biriymiş gibi onlarla ilgilenmesi bunaltıcı olmaya başlamış, kafamı masaya vurma isteğimi kamçılıyordu.

Müzeyyen hanım, "Sancar, bir dönem piyanist olmaya çok istekliydi." Dediğinde, Eda hevesle Sancar'a döndü.

"Öylemi? Sancar Beyin o kadar çok takdir edilesi yönü varki, bu şaşılacak bir şey bile değil."

Müzeyyen hanım dudaklarını mendiliyle silerek gülümsedi.

Hemen yanımda oturan Sancar, oralı bile olmadı. Bir ânda bana doğru yaklaşarak, hiç dokunmadığım tabağımla ilgilenmeye başladı.

Hadi ama, böyle yaparsa sahte bir evlilik yapacağımızı unutacaktım.

Ki, ailesi çoktan bana karşı gösterdiği yoğun ilgisini 'aşk' diye yutmuş gibiydi. İyi rol yapıyordu bay Türkmen.

Bıçağıyla etimi küçük küçük dilimlere ayırdı. Daha sonra ise, ortaya konumlandırılmış ilginç salata tabağından birazını kenarına koydu ve tekrar önüme bıraktı.

"Yemekler, gayet hijyenik." Diye şakaya vurdu.

Bu sırada babam kıskandığını belli eden bir yüz ifadesiyle Feraye'ye döndü, Feraye aynı jesti kendisi için yapacağını zannederken uzanıp benim tabağımı aldı ve kenarına patates püresinden koydu. Tekrar yerine oturdu.

Burun kıvırarak Sancar'a yan bir bakış attı. "Kızım salata yemez, bıldırcın etinede alerjisi var." Tatlı tatlı gülümseyerek bana döndü. "Patates püresinin tadı gayet lezzetli, tavsiye ederim kızım."

Peyami Safa Bey bıyık altından babama güldü. Müzeyyen hanım ise ilk defa babamla aramızdaki iletişime şahit olduğunda yüzünde şaşkın ve hoşnut olmuş bir tebessüm filizlendirmişti.

Göz ucuyla Sancar'a baktım. Bozulmuş bir suratla, hıncını çıkarmak ister gibi çatalını yemeğine bastırmakla meşguldü. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

Bozulan bir diğer üyeler ise ablalarım ve cici Feraye'ydi.

"Değişemez tek kanun, evin küçük çocuğunun daima özel bir köşesinin olduğu olmalı." Diye söze girdi Müzeyyen hanım.

Geceden beri ilk defa üzerime çekilen ilgisine duyar kasacak değildim. Daha fazla bu bunaltıcı ortamda duramıyordum. İnsan ait hissetmediği yere, uyum sağlayamazdı.

Kimse farketmeden kolumu tabağıma vurmuş gibi yaptım ve yemeğimi düşürdüm.

"Ah, çok çok üzgünüm..."

Yere eğilerek hızlıca toparlamaya çalıştım.

"Sen bırak, çalışanlar toplar." Dedi Peyami Bey soğuk bir sesle.

Kimseyi umursamadan tabağımdan düşen bir iki et parçasını peçeteyle toplayıp mutfağa doğru yürüdüm. Yardımcı olmaya çalışan kahyalara tabağımı uzatacağım sırada, mutfağın bahçeyi gösteren uzun menzilli camlarından gördüğüm görüntüyle tabağıda alarak o tarafa yürüdüm.

Açık kapıdan bahçeye çıktım.

Pencere kenarına ilişmiş kedinin yanına bağdaş kurup oturdum.

Tatlı mırıltılarla başını bacağıma sürttü. Etleri önüne döktüm. İştahla yemeğine gömüldü.

Güldüm. "Tanrı akşam yemeğini gönderdi, minik dostum."

Minnetle miyavladı.

Yerimden kalkıp kediyi yemeğiyle baş başa bıraktım.

Mutfak kapısından, ufka doğru açılan devasa ormana doğru ilerledim. Etraftaki ışıklandırmalar bir noktada daha yoğundu.

Oraya yaklaştım.

Küçük bir bariyer vardı, üzerine ise dizilmiş şişeler. Hemen yandaki konsolun üzerine atış talimleri için kullanılan susturuculu kuru sıkı tabancalar konulmuştu. Hedef alınıp kırılmış şişelere baktığımda, dudaklarım kıvrıldı.

Tabancalardan birini alarak geriye doğru bir kaç adım atarak hedef noktasına geçtim ve bir şişeye doğrulttum. Tereddüt etmeden tetiğe bastım.

İlk seferde şişeyi vücudundan vuran ateş huzmesi, tiz bir patlama sesi çıkardı ve etrafa kırık cam şişeler yuvarlandı.

"Etkilendim."

Bir ânda arkamdan duyduğum sesle irkilerek kocaman olmuş gözlerle omzumdan geriye baktım.

Geldiğimden beri ilk defa gördüğüm, karanlığı içinde dudağının kenarına sıkıştırdığı beyaz filtreli sigarasıyla bir adam duruyordu on adım ötemde.

Ne zamandan beri oradaydı?

İstemsizce sırıttım. "İnsanların benden etkilenmesi için, ekstra çaba sarfetmem genelde." Dedim işgüzar bir ifadeyle.

Sert ve kemikli suratının bir kısmı karanlıkta kalmıştı. Gölgelerin içinden sıyrılmış yüzünün öteki yarısında muzip bir gülümseme oluştu.

"Öz güven ve aptal cesaretini ayıran bir kadın ha?" Bana doğru yürüdü. "Bunu sevdim."

O bana yaklaştıkça farkettimki, Sancar'ın iki katı uzun olan ve yemyeşil gözleri haricinde, tıpkı Sancar'ı anımsatan bir yüzü vardı.

Merakla yüzüne baktığımı farkedince, dudaklarının arasından üflediği dumanla, "Cesur Türkmen." Dedi kalın ses tonuyla.

"Yani?"

"Her evin genellikle diğerlerine uyum sağlayamayan serseri adamı."

Mizahi yanı baskın olan bu adamın kibirden uzak, yumuşak tavrını sevmiştim.

Gülüşüm büyüdü. "Masaya oturmamandan anlamalıydım."

Dudağının kenarından gözlerine kadar ulaşan gülümsemesi, sigara dalını sendeletmiş ve karanlık havaya doğru titreşen dumanı dalgalar halinde savrulmuştu.

İnsanların gözlerinin içine uzun uzun bakamazdım. Bu yüzden hızlıca önüme döndüm.

"Talimleri kim yapıyor?" Diye sordum aramızdaki sessizliği bozarak.

"Kafasına sıkmamak için şişelere sıkan herkes."

Verdiği cevapla kaşlarım havalandı. Onda insanı konuşmaya iten bir şeyler vardı. Belkide benim konuşmaya ihtiyacım vardı, emin değildim.

"Terapi gibi bir şeymi?"

Bir kez daha güldü. Sanki uzun zamandan sonra ilk defa gülüyormuş gibi gülüşü tuhaf bir içtenlik taşıyordu.

"Pek sayılmaz, küçük."

Gözlerimi kısarak daha önce kırılmış şişelerde gezdirdim meraklı bakışlarımı.

"Talimi yapan kişi keskin bir nişancı olmalı, ya da askeri geçmişi olan bir adam. Vuruşları isabetli ve deneyimli. İlk defa talim yapan biri mesafeyi ayarlamadan hedef almaz..." Diye analiz ettim.

"Öylemi?"

"Evet," Dedim dalgınca.

"Her genç adamın askeri geçmişi vardır."

"Hayır, hayır askeri bir deneyimden bahsetmiyorum, uzun süreçli bir askeri yaşantıdan bahsediyorum."

"Bayan junior Sherlock Holmes'lemi karşı karşıyayım yoksa?"

Kahkaha attım. "Anlamak pek zor değil," Dedim burnumu kırıştırarak. "O her kimse, hedef almak istememiş; istediğini almak istemiş ve almış."

Kemikli çehresinde hoşnut bir keyif vardı. Bu gece, bu evden biriyle tasasızca konuştuğum ilk ândı.

"Bak," Dedim heyecanla ve toprak zemine çömeldim. "Benim yaptığım atış, yakın mesafede; hedef noktasındaydı. Şişem büyük parçalara bölündü. Ama O, hiç tereddüt etmeden en uzak mesafeyi seçmiş. Camlar tuzla buz olmuş. Vuruşları çok kuvvetli... Tıpkı bir savaşçı gibi."

Sessiz olduğunu farkederek başımı kaldırıp yüzüne baktım. Bilgeç bir tebessümle beni izliyordu. Farkettiğim şeyle şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.

"O... Sensin değilmi?"

"Bir insanı görmeden tanıyabilen tek varlıksın."

Ayağa kalkıp toprak olmuş parmak uçlarımı birbirine vurdum. Vay canına...

"Sen bir askermisin?"

Sorumu yanıtlamadı. Ancak muhabbetimden memnun olmuş bir tavrı vardı.

Üzerime doğru yavaş bir adım attı. "Bu soruya cevap veremem ama," Bir adım daha yaklaştı. "Bütün bu askeri meramının asıl sebebini merak ettim, küçük."

Karşımdaki kişi Sancar'ı anımsatıyordu. Ancak Sancar değildi. Bu yüzden her nedense aramızdaki mesafenin kısalması beni rahatsız hissettirdi. Bunu hissettirmemeye çalışarak rahat görünmeye çabaladım.

Kötü zihniyetli birine benzemiyordu. Bu evdekilerin aksine bana ukala ve burnu havada bir tanışmada sunmamıştı.

Omuz silktim. "Sadece... Hep bir abim olsun isterdim. Askeri meziyeti olan ve şiddeti sanatsal yapan bir abi."

Bu söylemim ikimizide güldürdü.

Yüzüme doğru eğilerek bir sır verircesine sesini kıstı. "Kadınlar genellikle, bana abi gözüyle bakmazlar ufaklık."

Gözlerimi kırpıştırdım. Buda neydi şimdi? Bu evdeki adamların hepsi bir kadının sağ duyusunu tetikte tutacak bir etkiye sahipti.

Sersem ifademe bakarak kısık bir kahkaha attı ve geriye çekildi.

"Sadece şakaydı."

Cevap veremedim. Aramızda değişen bir şey yoktu ama onun kim olduğunu ilk defa merak ettim. Evleneceğim adamın nesi oluyordu mesela? O'nunla bu kadar samimi olmam, beni kötü bir kadın yaparmıydı?

Bu evlilik işini fazla ciddiye aldın, aptal Levlâ.

"Fakat Levlâ, evleneceği adamın abisine başka türlüde bakamaz zaten."

Bahçeye yayılan sert ses tonuyla ikimizde karşı tarafa baktık. Sancar çatık kaşlarla yanımıza vardı, hemen sonra sahiplenici bir tutuşla kolunun belime yaslanması nefesimi seslice içime çekmeme sebep olmuştu.

"Levlâ...Güzel isim." Diye mırıldandı henüz ismini öğrenemediğim adam.

Bunu beklemiyor gibiydi. Yemyeşil gözlerine çalınan keyifli ışıltı sönmüş, yerini çakmak çakmak yanan bir huysuzluğa bırakmıştı.

"Öyledir." Dedi Sancar ruhsuzca.

"Evin küçük kızını kaptığını tahmin etmeliydim." Gözlerini önce belimdeki ele ve sonra benim gözlerime değdirdi. "Zira ablalarının aksine dikkat çeken şey güzelliği değil... Sürprizlerle dolu oluşu."

"Şovu kes, Cesur." Diye çıkıştı Sancar.

Demek ismi Cesur'du.

Cesur histerik bir şekilde güldü. "Sözlüne, abini böylemi takdim ediyorsun?" Dilini damağına vurarak kınayıcı bir ses çıkardı. "Çok ayıp, çiçeği burnunda damat."

Abisimi?

Sancar dişlerini sıktı. Farkında olmadan belimdeki elini gittikçe sıkıyordu.

Cesur'un biraz önceki nezaketli tutumu tamamen yok olmuştu. Kardeşine yakın düşmanıymış gibi bakıyordu. Keza, Sancar'ında pek farkı yoktu.

Aralarında hissettiğim soğuk savaş, bedenimi cayır cayır üşütmüştü. Araya girmek istemedim, neler olduğunu anlamak isteyen bir yanım vardı.

"Sen zaten, maskelerinle tanıtmışsın kendini." Diyen Sancar'ın sesi buz tutmuş bir kar kristalinden farksız değildi.

Cesur, cesur bir bakışla yüzümü süzdü. Bu Sancar'ı her ân çileden çıkaracak gibiydi fakat kendini dizginliyordu.

"Küçükkende böyleydin...." Dedi Cesur, ardından başını sakin sakin omzuna doğru eğdi. "En hasarlı oyuncakları, kırgın arkadaşları, uğraştıran oyunları seçerdin."

Sancar hiç bir tepki vermediğinde, devam etti.

"Sonra oyunlar biterdi, bir gün herkesin oyuncağı kırılırdı ve arkadaşları giderdi. Ama seninkiler kalırdı. Çünkü yara bantlarıyla yaralarını paylaşan kazanırdı."

Ve koca bir hiçlik.

Aralarında geçen bakışma, Sancar'ı yıkmıştı sanki. Zaten Cesur'dada yıkıcı bir şeyler vardı.

Bizi orada bırakarak eve doğru yürüdü ve bir kaç saniye sonra gözden kayboldu. Hiç bir şey anlamadan huzursuz olmuş bir ruh haliyle geriye çekildim.

Sancar donuk bakışlarla yüzüme çevirdi şimşekler çakan kara harelerini. Ürkütücü bakışlarıyla baştan aşağıya titredim.

"Abime aşık olma." Dedi bir ânda.

Göğsümün ortasına sağlam bir tekme atılmış gibi hissettim, geriye doğru yalpaladım.

"Ne?"

Çehresini olağan gücüyle sıkmaya devam ederken üzerime doğru bir adım attığında, iç güdüsel bir hisle geriye doğru bir adım çekildim.

"Bu evliliğin sonucunda, her kime aşık olursan ol ama abime aşık olma Levlâ." Boşlukta takılı kalmış bakışlarla bir adım daha attı üzerime. "Lütfen." Diye fısıldadı bağrından kopmuş bir iç çekişle.

"Olmam." Dedim fısıltıyla.

Gitmek istedim. Bu evde kasvetli bir şeyler vardı. İnsanı için için daraltan, duvarları üstüne üstüne getiren bir şeyler.

Geriye doğru adımlar atarken, birden ayağımın teki boşluğa savruldu. Ağzımdan tiz bir nida fırlamadan hemen önce, Sancar soluğu yanımda almış; ona refleksle uzattığım kolumun bileğini kavrayarak beni kendisine çekmişti.

Çekmeseydi, hiç farketmediğim havuzun içine fırlayacaktım.

Nefes nefese kaldığım o lahzada, alnım göğsüne çarptı.

Şimdi neredeyse bir bütün halindeydik.

Sancar çenesini şakağıma sürterek nefesini yüzümün sol tarafına döktü. Dudakları tenimde hareket etmeden ince ve silik bir yol izledi; kulağımın yakınında durdu.

Dizlerim zangır zangır titriyordu. Biriyle sınırlarını bu kadar paylaşma düşüncesi ruhumun duvarlarını zedelemişti sanki.

"Sana şart koştuğum tek madde Levlâ," Kolu belimin etrafını sıkıca sarıyordu. "Bütün şartlarını yıkar, yok eder, bozar ezberlerini. Beni belkide hiç kabul etmemeliydin."

"Neden?" Diye sordum sızlayan ve tükenmiş bir ses tonuyla.

"Günün sonunda kaçmak istediğin her şeye sığınırken bulacaksın çünkü kendini. Bana sınırlar vaat edeceksin, ama o sınırları kendin bozacaksın." Tıpkı şuan olduğu gibi. Burnumu boynuna yaslamamak ve ellerimi sıcak gövdesine dolamamak için bütün bedenimi kasmıştım. "Değişeceksin, farkına varacaksın, gözü kara olacaksın. Çünkü bu evde olmak, bunu gerektirir."

Fısıltısı geceyi dağlayan bir serzenişe ev sahipliği yapıyordu.

"Sana bir ailenin nasıl olması gerektiğini gösteremem ama nasıl olmaması gerektiğini gösterebilirim Mâ femme."

Sertçe yutkundum. Muhtemelen Sancar fıransızca bildiğimi bilmiyordu ama söylediği son kelimenin anlamını biliyordum. Karıcığım, demekti.

Ne demek istediğini anlıyordum. Babam ve yeni ailesi, sandığın kadar kötü değil; henüz Türkmen ailesiyle tanışmadın demekti bu.

"Babamı yeniden ararmıyım?" Diye sordum başım omzuna düşerken. "Babama yeniden özlem duyarmıyım? Bunun karşılığı bedel ödemekse... Öderim."

Boşlukta olan diğer eli enseme yerleşti. Başımı boyun girintisine sakladı.

"Bazen cehennemini, başka bir cehennemin ateşi söndürür."

Aramızda uzun uzadıya bir sessizlik oluştu. Ona sarılmadım ama oda bana sarılıyor gibi değildi. Bana tutunuyordu.

"Kendi gözlerinle gör istedim bu evi. Şimdi söyle bana, hâlâ benimle evlenmeyi kabul ediyor musun?"

...

Nasıldı? Sizden ne kadar etkileşim alırsam, o kadar hızlı bölüm atarım. Birde bölüm uzunluğunun sizin açınızdan iyi olup olmadığını merak ediyorum.

Entrikalar, kaoslar ve romantizm zinciri... Hepsi bu bölümden sonra açılıyor. Cesuru sevdinizmi:)

 

 

​​

 

 

Loading...
0%