@zeynepss0_0
|
💥Yazarın gözün'den💥
Arslan, Elfida'nın hayatında istemeden de olsa bir yer edinmişti, aslında Elfida'yı ilk kez o uçurum kenarında görmüştü. O gün hep geldiği benimsediği uçurum kenarına her zaman yaptığı gibi içini dökmeye gelmişti tıpkı Elfida'nın yapmakta olduğu gibi, ama Elfida'yı görünce vazgeçti, ve içindeki merak duygusu diğer duygulara nazaran daha ağır basınca gözükmesini engelleyecek genişlikteki büyük bir ağaç gövdesinin arkasına saklanıp, Elfida'yı izlemeye koyuldu sırf içindeki merak duygusunu bastırmak için... Elfida tam o anda izlendiğinden habersiz bir şekilde kendi kendine mırıldandığını sandığı cümleleri elbete Arslan da duymuştu. Elfida aynen şöyle demişti; "Her yaşanan şeyin bir izi vardır. Kimi izler zihindedir, kimisi kalpte, kimisi ise ruhta." Arslan duyduğu sözler karşısında şaşırmıştı hatta kendi kendine; "Bu kız ne yaşadı da bu sözleri söyledi acaba?" dedi sesinde kokan merak tınısı ile. Elfida arkasını uçuruma vermiş bir vaziyette oradan ayrılacakken birden durdu, önüne döndü ve saklamaya çalıştığı ama onu tanıyan birinin anlayacağı acı dolu gülüşünün bu kadar güzel olma sebebini açıkladı; "Acısı çok olanın, gülüşü güzel olur." Elfida'nın ağzından çıkan her kelime de daha da merak duygusu salgılıyordu Arslan'ın bedenine, Elfida son olarak bir şeyler daha mırıldandı ama Arslan tam olarak ne dediğini duyamadı. Zaten Arslan da Elfida'nın ağacın oraya doğru geldiğini fark ettiği anda bir bordo bereli edasıyla anında daha geniş gövdesi olan bir ağacın arkasına saklandı tekrardan... Elfida'nın gittiğini gören Arslan durduğu yerden çıktı ve uçurum kenarına gidip bir dizini kendine çekerken diğer dizini de uçurumdan aşağıya sarkıtıp telefonunu eline aldı. Belfa'dan Late Night Thoughts açtı ve dinlemeye başladı kısık bir ses ile, aslında Arslan aşk acısı çekmiyordu sadece bu müzik çok hoşuna gidiyordu dikti o güzel kehribarlarını gökyüzüne, daldı en derin düşüncelerine benimsediği o uçurum köşesinde gördüğü Elfida'yı zamanla seveceğinden habersizce...
💥Elfida'nın gözünden💥 Gecenin kör bir vaktinde çıktım yaşadığım kapısı dahi olmayan o ıssız sokaktaki eski müstakil evimden ele geçiriyordu rüzgar soğukluğuyla bedenimi, ama pes etmiyordum, etmek bilmiyordum o soğuğa rağmen yürümeye devam ediyordum ayaklarımın götürdüğü yere... Birden bire ayağım takıldı , ve düştüm yolun ortasına aktı tam o anda yaşadıklarıma isyan edercesine bir damla göz yaşı, çünkü düştüğüm zamanlar kimsenin elimden tutup kaldırmaya dahi tenezzül etmediğini hatırladım, acı ama gerçek bir hatırlamaydı. O kadar çok isterdim ki yanımda biri olsun hep arkamda dursun, her düştüğümde de ayağa kaldırsın, tam kayan yıldız düşerken bu isteğimin bir gün gerçekleşeceğinden habersizce... Bu sefer daha sesli ağlamaya başladım. Nereye geldiğimi bilmiyordum, sadece bulanık gözlerimden tek gördüğüm şey koskocaman ağaçlardı hem gene düşmüştü hatrıma acı geçmişim... Dalga geçerlerdi sürekli, hatta çok iyi hatırlıyorum lise sonda, yani 18 yaşında en yakınım dediğim arkadaşım ya da arkadaşım sandığım kişi beni yaralayacak olan şu sözleri söyledi hemde tüm okulun önünde; "Sen annesi, babası tarafından terk edilen aciz bir kızsın sadece, hem seni yetimhanedeyken bile kimse evlatlık almadı çünkü ailesinin sevmediği terk ettiği o çirkin seni, birileri niye alsındı ki ? Ayrıca ben hiç bir zaman senin arkadaşın olmadım sırf sana acıdığım için, yanında kimse yok diye arkadaşınmış gibi davrandım, arkadaş olduğumuzu düşündün... seni terk edip giden aileni tebrik ediyorum, yetimhaneye bırakarak hayatlarını kurtarmışlar." Bu sözleri duyduktan sonra çok üzülmüştüm çünkü beni gören herkes dalga geçiyordu. Takmamaya çalışmıştım, ama yapamadım, okuldan çıkar çıkmaz ağlamamak için kendimi sıkıyordum çünkü tanımadığım insanların gözleri önünde ağlamak istemiyordum, biliyorum ağlamak acizlik değildir, lakin gene de ağlamak istemedim. Kafam aşağıda insanlardan en uzak köşede ağır adımlarla tabiri caizse köpek bağlasan durmaz diyeceğiniz evime gitmeye başladım. Çok iyi hatırlıyorum, gerçi unutmak mümkün mü? neyse... O gün, intihar etmeyi düşünmüştüm sonra evde odamın camı önünde esen rüzgarla beraber tekrardan düşünürken düşüncemin ne kadar saçma olduğunu düşündüm, eğer intihar edersem çevremde ki insanların istediğini yerine getirmiş olurdum. Zaten benden kurtulmak isteyen, beni sevmeyen bir sürü insan var. Neden kendim için yaşamak varken, başkalarının pis düşünceleri yüzünden yaşayacağım hayattan kendimi mahrum bırakıp günah işleyeyim ki? Bu hatıramla beraber bir kez daha hıçkırdım, ama öyle böyle değil en içten bir hıçkırık, ormandaki cırcır böcekleri, öten baykuşlar ve diğer hayvanlar bu hıçkırık ile sus pus olup, sadece benim hıçkırıklarımı dinlediler sanki acımı anlamışlar gibi... İnsanların gözlerinin içine bakıp anlatmak istediğim bu acıyı sadece hayvanların anlaması ne acı, istediğim tek şey beni en içten, tüm yüreği ile gerçekten anlayan biri. Yavaşça yol ortasından kalkıp değmeyen, sadece acı dolu bir anı için akıttığım inci tanelerimi bir elimle silerken diğer elimle de gözümün önüne gelen saçlarımı çektim. Yormuştu bu hayat beni, daha küçücükken başlamıştım her girdiğim savaşı kaybetmeye. Acaba zaferle sonuçlanan bir savaşım olacak mı? yoksa kaybetmeye mahkum kalan ruhum, denizin en dibinde verdiği yaşam savaşını kazanmaya mı çalışacak kazanamayacağını bile bile. Ruhumun da verdiği ağırlık ile hiç bilmediğim bu yolda arkada eşlik eden hayvan sesleri ile yürümeye başladım. Uzun bir yolculuğun ardından sahile inmeyi başarmıştım. Telefondan saate baktığımda 01:30'u gösterdiğini gördüm bu benim en sevdiğim saatti, çünkü ben bu saatte şans eseri ismim olan Haluk Levent'e ait Elfida şarkısına denk gelmiştim. Bu şarkının hikayesine bakana, daha doğrusu bir hikayesi olduğunu öğrenene kadar ismimin anlamına hiç bakmamıştım. Meğerse Osmanlıca'da anlamı; gözden çıkarılan kadın demekmiş... Bir yandan şarkıyı açıp bir yandan da denizin kıyıya vurduğu köşeye gidip kumlara oturup, uçsuz bucaksız olan koyu karanlığı ve gerçekliği anlatmak ister gibi parlayan yıldızları izlemeye başladım, şarkıya eşlik ederken.
Şımartılmamış aşkın sessizliğe yakın Kim bilir kaç yüzyıldır sarılmamış kolların Sisliydi kirpiklerin ve gözlerin yağmurlu Yorulmuşsun, hakkını almış yılların.
Elfida, bir belalı başımsın Elfida, beni fark etme sakın Omuzumda iz bırakma, yüküm dünyaya yakın Elfida, hep aklımda kalacaksın.
Ah küçük Beyzanur... Hayallerini yaşayamamış, çocukluğu gibi ruhu da yarım kalmış küçük melek. Gökteki en küçük yıldızı gözüme kestirip adını da Elfida yani Beyzanur koymaya karar verdim. Çünkü bana göre her meleğin bir yıldızı olmalıdır gökte, kalbi gibi temiz olup parlayan. Ayakkabımı çıkarıp yavaşça ayağa kalktım ve denize doğru yürümeye başladım. Suyun boğazıma kadar geldiğini fark edip olduğum yerde durdum, gökteki küçük meleğe bakıp göz kırptım ve bir an da nefesimi tutarak suyun dışında kalan taraflarımı da suya sokarak kendimi serbest bıraktım. Rahattım çünkü yapacak bir şey bulamadığım zamanlar yüzme öğrenmeye çalışıyordum kendi imkanlarımla, bir de nenemin beni küçükken gönderdiği yüzme kursu sağ olsun az çok bilgim vardı. Tam kendimi denizin güzel soğuğuna ve akıntısına bırakmıştım ki, bir an da birisi tarafından deniz yüzeyine çıkarıldım. Yüzüme gelen saçları çektim ve kör karanlıkta görebildiğim kadarı ile beni yuvam olarak adlandırdığım sonsuzluktan çıkaran kişiye baktım. ''Neden.'' dedim gözlerinin içine baka baka. ''Kendini öldürmeye çok mu meraklısın?'' derin bir nefes alarak göz devirdim ve yönümü beni kurtardığını sanan kişiden uzaklaştırıp yıldızlara çevirdim. ''Eğer kendimi öldürmek gibi bir düşüncem olsa denizde can çekişerek değil, direkt çözüm yolu olan uçurum tepesinden atarak yapardım. Ayrıca ha kendimi öldürmeye meraklıyım, ha değilim sizi ilgilendirmez. Lütfen beni daha fazla rahatsız etmeyin ve gidin.'' ''Rahatsızlık verdiysem kusura bakmayın, haklısınız kendinizi öldürmek isterseniz ben karışamam, bu sizin kendi kararınız ister yaşamaya devam edersiniz isterseniz de bir saniye sürmeyen acısız sandığınız ölüm yoluyla dünyaya gözünüzü kapatıp, koca bir hiçlik dolu karanlığa tekrardan gözünüzü açarsınız.'' Haklı olabilirdi, belki acısız sandığım ölüm bile anlatılamayacak kadar çok acılıydı. Bilemem ama bildiğim bir şey var ki en acısız acı bile aslında yeterince acı içeriyordu... Su seslerinden anladığım kadarıyla çoktan uzaklaşan adama görmeyeceğini bile bile en sahte tebessümlerimden birini atarak. ''Haklısın kimse karışamaz, istersem kendimi bir çırpıda öldürür, daha da karanlık dolu bir diyara gözümü açar cezamı çekerim, ama bu demek değil ki, insanlara istediklerini verip ben mutsuzken mutlu olmalarını sağlayayım.'' Sesimi dalgalardan dolayı zor duyacağını bildiğim için hafif bağırarak söylemiştim cümlelerimi bir çırpıda, duymuş olmalı ki olduğu yerde yüzmeyi bıraktı. ''Güçlü gözükmeye çalışıp içinde can kırıkları taşıyan, en iyi dostu yıldızlar olan kız. Ne olursa olsun hiç bir zaman insanlara istediklerini verme, çünkü verdiğin zaman her sabah aynaya baktığında diyeceksin ki; 'Eğer insanlara hak etmedikleri mutluluğu vermeseydim, ruhum bu kadar parçalı, hayatım bu kadar dağılmış olmazdı.' Sana son sözüm şudur. Zamanın ilerlemesini bekleme, zamanı ilerletmeyi bil.'' ''Zamanı ilerletmeyi bilmeden önce, zaman kavramını düzene sokmalıyım ki. İlerlettiğim vakitte düzgün işlesin zaman dediğimiz içinde acıyı barındıran bu kavram.'' "Haklısın." Küçük bir tebessüm edip kafa salladım, içimi saran dondurucu soğuk ile yüzeye doğru yüzmeye başladığım sırada arkamdan 'Erdem ben'' diye bağırdığını duydum. Durup ona doğru döndüm. ''Ben de ruhu yarım kalmış kız...'' dedim başka bir şey demeye gerek kalmadan, önüme dönüp yüzmeye devam ettim. Demek istediğimi anlamıştı o yabancı adam. Kelimelerimin altında yatan anlamı, anlamları anlamıştı... |
0% |