@zeynepyllmz
|
@zeynepyllmz hesabımı takip etmeyi unutmayın. Okumaya başlamadan önce beğenmeyi unutmayın ❤️ Bol bol yorumlar yapınn. Eğer yazım yanlışlarım varsa yorumlarda belirtiniz.
İYİ OKUMALAR DİLERİM ☀️ Anneler ölümsüz değil mi? Hani anneler ölümsüzdü anne. Sen demez miydin küçükken 'anneler ölümsüzdür, ölmezler.' diye şimde sen niye öldün? Annemin gözünde asılı kalan gözyaşı süzülerek yerde göl oluşturan kanın içine düştü, bu son gözyaşıydı annemin. Üzerindeki beyaz çiçekli elbisesi kanlar içindeydi hiç boynundan çıkarmadığı kolyesi kopmuştu oysa kopmasın diye çok dikkat ederdi. Yeşil gözleri açıktı doğrudan gözlerimin içine bakıyordu, siyah saçları dağılmış bir kaç saç tutamı yüzüne düşmüştü. "Anne," dedim fısıltıya. Gözlerimi annemin gözlerinden ayırmadan yanına gittim yavaşça dizlerimin üzerine çöktüm titreyen elimi yüzüne koydum hafifçe sarstım uyanması için. "Anne," Annem uyanmadı. "Anne," Tekrardan sarstım, annem uyanmadı. "Anne," Anneler ölümsüzdür, ölmezler. "Anne," "ANNE!" Avazım çıktığı kadar bağırdım yüreğimde ki acıyı tüm Midyat duysun diye bağırdım. "ANNE!" Göz yaşlarım şiddetli yağan yağmur gibiydi hiç durmadan akıyordu. "ANNE!" Annemi kucağıma çektim sıkıca sarıldım, yanaklarını öptüm, saçlarını öptüm, uyanması için yalvardım annem hiç cevap vermedi. Yüzümü boynuna gömdüm kokusunu almak için ama kan buna izin vermedi, kan annemin kokusuna sis gibi yayılmıştı. "ANNE UYAN, ANNE!" Annem ölmez ki, bizi bırakıp hiç bir yere gitmez ki, ben ve Behramı da alırdı yanına bizi almadan gitmezdi. Demi anne, bizi almadan bir yere gitmezsin? "ANNE, ANNE BİZİ BIRAKMA, BİZİ ALMADAN GİTME!" Annem uyanmıyordu, bize verdiği sözü tutmuyordu 'sizi almadan hiç bir yere gitmem!' derdi her zaman ama gitmişti, sonsuzluğa gitmişti annem. Nasıl dayanıcam, nasıl dayanıcaz anne sensizliğe? Nasıl dayanılır annelerin ölümüne? Kalbimin yarısı ölmüştü artık tam kalbe sahip değildim yarım atıyordu kalbim. Annem ölmüştü, kalbimin diğer yarısı ölmüştü. Annemin cesedine sıkıca sarıldım kokusunu solumak istedim ama kan buna izin vermiyordu, annem bahar kokardı, kan değil. Annemin gür saçlarını öptüm defalarca, saçlarının kokusunu içime çektim ağlayarak bir yandan yalvardım uyanması için, uyanmadı. Hıçkırıklarım boğazıma takılıyordu nefes alamıyordum, almamalıydım zaten bende ölmeliydim. "Anne ölme, anne bizi bırakma." dedim sessizce. Kalbim hızlı atarak ağıt yakıyordu akan gözyaşlarım yakılan ağıdı bağırarak dile getiriyordu. Haykırışlarımsa yakılan ağıda isyan ediyordu kabullen mi yordu ölüme isyan ediyordu. Ama şöyle bir gerçek vardı ki, istediğin kadar isyan et giden ruh bedene geri dönmüyor, beden tekrardan canlanmıyordu. Yüzümü gömdüğüm saçlarından ayırdım yüzümü, buz kesmiş yüzüne baktım. Gözleri açıktı ama içinde ki sevgi sönmüştü, dudakları kupkuruydu hafiften kabuk bağlanmıştı. Göz yaşlarım annemin yanağına damlıyordu, yanakları gözyaşlarımla dolmuştu. "Anne bırakma beni." sesiz dileğim bir isyandı, ben hala isyan ediyordum ölümü kabullen mi yordum. Boğazımdan çıkan hıçkırık genzime tatsız bir acı bıraktı haykırışlarım boğazımı tahriş etmişti öyle ki dudaklarımı araladığımda bile boğazım acıyla cebelleşiyordu. "Anne, anne uyanmayacak mısın?" dedim zar zor. Gözlerimden akan yaşlarla annemin yüzüne baktım donuk bakışları çenemdeydi dudakları hafif aralıklıydı ama konuşmadı, konuşamadı ölmüştü çünkü. Elimle annemin gür saçlarını canını acıtmayacak şekilde okşadım elimde tuttuğum saç tutamlarını burnuma götürerek derince içime çektim aldığım nefesler annemin kokusuyla sarmalandı. "Saçların çok güzel kokuyor anne." dedim burkça gülümseyerek. Annemin saçlarına her iltifat ettiğimde annem mutlulukla gülümser iki yanağımı öpücüklere boğardı ben annemin saçlarına yine iltifat ettim annem mutlulukla gülümsemedi, yanaklarımı öpücüklere boğmadı ölmüştü çünkü, nasıl gülümseyip yanaklarımı öpecekti ki? "Anne," dedim hıçkırıklarımın arasından. "Ben ne yapacağım şimdi sensiz? Anne ben nasıl dayanacağım sensizliğe?" dedim sonlara doğru sesimi yükselterek. Hıçkırıklar eşliğinde ağlayarak yüzümü annemin boynuna gödüm annemin boğazından yayılan mest kokusu her ağladığımda beni sakinleştirdi ama artık sakinleştir mi yordu annem ölmüştü, boğazı kan kokuyordu. Vücudum ağlamaktan her sarsıldığında bir yük kamyonu daha biniyordu sırtıma vücudumu ağırlaştırıyordu, şimdi ben nasıl kaldıracağım sırtımda ki yükleri? Anne ben nasıl dayanacağım? Allah'ım bu acıya nasıl dayanılır? Ben nasıl dayanırım? "Allah'ım ben dayanamam, dayanamam! Benimde canımı al Allah'ım, lütfen al canımı ben annemsiz yaşayamam!" Dudaklarımdan dökülen dualı ağıt dilime dolanan şarkı gibiydi sürekli tekrar ediyordum. Yaralardan kabuk tutmuş ellerim annemin boğazındaydı parmak uçlarımla kesilen yeri okşuyordum nasıl acımıştır canımın canı? Kim yaptı anne bunu sana, hangi cani! "Benimde canımı al Allah'ım!" Titreyen elimle moraran göz altlarını okşadım, öptüm tekrardan okşadım tekrardan öptüm, öptüm... Anneler doğum yaparken kırk kemiği aynı anda kırılıyormuş gibi hissediyorlarmış öyle bir acıymış, doğum yapmak üzere bir kadın değilim ama annemin cansız bedenine her baktığımda kırk kemiğim aynı anda kırılıyormuş gibi hissediyorum. "Anne beni de yanına al, anne." acı fısıldayışlarım yaradana ulaşıyordu, yaradan ölüm duamı red ediyordu. 'yaşam süren daha var.' diyordu yaradan öyle olmazsa şimdi alırdı ruhumu bedenim annemin bedenin yanına serilirdi. Kafamı yere doğru eğdim boynum bile kafamı dik yapamayacağım kadar ağrılar içindeydi. Tükenmek bilmeyen gözyaşlarım ise yanaklarımdan akarak annemin elbisesini ıslatıyordu öyle çok ağlıyordum ki suyu biten gölü bile tekrardan suyla doldura bilirim. Kalbimin açılan yarasından kan gelmiyordu artık annemle birlikte geçirdiğimiz küçük mutlu anılarımız dökülüyordu. Yavaş yavaş, kalbimde ki yarayı daha fazla büyüterek, bir saniye öncesinden daha büyük acıyla dökülüyordu. Artık annemle mutlu anılarımız olmayacaktı, artık annem de olmayacaktı çileli hayata karşı tek başıma mücadele edecektim. "Allah'ım al canımı, al!" "Al canımı Allah'ım! Al! Al!" "Al!" İçim içimden çıkana dek bağırarak yalvardım Allah'a. Bu acıyı tek ölüm dindirir, bu acı bir tek ölümle geçer. "Öleyim Allah'ım, al canımı. Ben bu acıyla yaşayamam, dayanamam, dayanamam, dayanamıyorum!" İçim içinden çıkmıştı yangın yeriydi artık, söndüre bilen varsa söndürsün. Allah'tan ölüm istemek büyük günahtır, ölümsüz dünyada cezası çok ağır ödenir. Acım öyle büyüktü ki ölüm isteyerek kaç bin yıl ceza çekmeyi göze alıyordum. Aşık olduğun öldüğünde seni delirtir, annen öldüğünde seni öldürür derler bizim buralarda çok doğruymuş gerçekten de öldürüyordu. Bu sözü ilk duyduğumda anlamamıştım ama şimdi anlıyorum çok iyi anlıyorum. Annem ölmüştü, bende yaşarken ölmüştüm meğer ölüm yaşarken ölmekmiş toprağın altına girerek değil. İki elimi annemin elsesine baskı yaparak alnını alnımla birleştirdim. Gözlerimi acı içinde kapatmıştım ama halen gözyaşlarım akıyordu. Akacaktı, annemin yanına gidene kadar akacaktı çünkü bu acı ölene kadar geçmeyecekti. Anlımı anlından çekerek kafamı yukarı kaldırdım, son kez yalvardım Allah'a canımı alması için bağırmadan, içimden yalvararak son kez. Allah'ım ben dayanamam, dayanamıyorum! Canımı al Allah'ım! Canımı al! Bekledim, bekledim, bekledim... Yalvarmam boşaydı, Allah kabul etmedi. Sıcak yaşlar yanaklarımdan boğazıma akarken bir kez daha bağırdım yangının altını yelledim, ateşi harlandırdım, kendimi yaktım. Omzumda bir el hissettiğimde irkilerek kapalı gözlerimi açtım umutla anneme baktım, hayır annem değildi annem kıpırtısız yatıyordu kucağımda. Umudum kırıldı bir an için mutlu atan kalbime battı kırılan parçaları. Omzumda ki elin sahibine bakmak için kafamı çevirerek yukarı baktım buğulu gözlerimin arasına giren tanıdık süetle hiçbir şey yapmadan baktım, oda bana bakıyordu. Omzumda ki elini çekmeden dizlerini kırarak oturdu. "Yasmîn, canım iyi misin?" dedi. Cevap vermeden suratına baktım oda gözlerimin içine bakıyordu cevap vermem için. Gözleri gözlerimdeyken kucağımda yatan anneme kaydı baktı, sadece bakıp gözlerini gözlerime çevirdi. Yüzü hissizdi. "Hadi, kalk gidiyoruz buradan." dedi. Cevap vermeden yüzüne bakmaya devam ettim. Sessizliğime daha fazla tahammül edemeyerek kaşlarını çatarak omzumda ki elini koluma indirerek sertçe sıktı. "Kızım duymuyor musun beni? Gidiyoruz dedim!" dedi dişlerinin arasından tıslayarak. "Bı-bırak kolumu." diyi verdim sadece. Çok sakindim daha çok hissizdim. Burnundan sinirle soluyarak sırıttı gözlerinde söylediğim iki kelimin öfkesi vardı. Kolumda ki elini daha da sıklaştırarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı,yüzüme doğru tıslayarak konuştu. "Babam, it babana o kadar para ödedi seni almadan buradan gider miyim sanıyorsun?" Hiçbir sözünden etkilenmeyerek hissizce konuştum. "bırak kolumu, ban-bana dokunma." Annemi görmüyor muydu? Benim annem öldü, cansız bedeni kucağımda, kollarımın arasında, kanlar içinde... Niye annem ölmemiş gibi davranıyordu yoksa, yoksa ölmemiş miydi? Kabus mu görüyordum. Kafamı kucağımda yatan anneme çevirdim gözlerimi bir süre yüzünde gezdirdim gerçek mi, kabus mu ayrıt edemiyordum. Bir elimi yavaş yavaş yüzüne getirdim, dokundum çok soğuktu teni. Kabus değil miydi, benim annem gerçekten ölmüş müydü? Peki neden o ölmemiş gibi davranıyordu? "Annem," dedim başımı çevirmeden. Devam ettim. "benim annem öldü." Akan burnumu çektim, yüzünde ki elimi titreyerek kalbimin üzerine koydum. "annem öldü, kal-kalbimin yarısı öl-öldü." Akan burnumu tekrardan çektim. "benim annem öldü." Kafamı çevirdim gözlerinin içine içine baktım en derinlerine baktım ve yürek yakıcı soruyu sordum. "Anneler ölümsüz değil mi?" Karşımdaki adam sorduğum soruya ifadesizdi hiç içine işlememişti. Daha doğrusu cümlelerimden sıkılmıştı, can yakıcı cümlelerim ona sıkıcı geliyordu. İki eliyle yüzünü sıvazladı sabrının son demlerindeydi daha fazla bana tahammül edemiyordu. Hızla yerinden kalktı gözlerini gözlerimden ayırmadan eliyle kolumu tuttuğu gibi kaldırdı beni. Annem kucağımdan yüz üstü yere doğru düştü. Kolumdan tutulduğu mu umursamadan anneme doğru hamle yaptım ama şerefsiz kolumdan öyle sıkı tutmuştu ki sadece bir adım atabilmiştim. Usanmadan anneme doğru tekrardan hamleler yaptım, tırnaklarımı kolumu tutan elini geçirdim yine de beni bırakmadı. Tutulmaya daha fazla dayanamayarak kendimi yere atarak çırpınmaya, bağırmaya başladım anneciğim üç adım ötemdeydi ve ben şerefsizin birinin beni tutması yüzünden anneme sıkıca sarılamıyordum. Dizlerimin üzerine çökmüş çırpınarak kurtulmaya çalışıyordum bir yandan ses tellerim kopacak derece de bağırıyordum. Bir eliyle sıkıca kolumu tutarken diğer eliyle ağzımı kapatarak bağırışlarımı bastırıyordu. İki elimi ağzımın üstünde ki eline koyarak çekmeye çalışıyordum ama nafileydi çenemi kıracak kadar sıkı tutuyordu. Çırpınışlarım her saniye artıyordu ve beni zapt etmekte çok zorlanıyordu. Kolumdaki elini çektiğinde anneme doğru emekleyerek ilerleyecektim ki kolunu belime sararak havalandırdı beni. Ayaklarımı yere sürterek elinden kurtulmaya çalışıyordum, kurtulamıyordum. Beni büyük çabayla evden çıkarttı ve evimizin arkasına doğru koşar adım ilerledi. Yalın ayaklarımı toprağa sürterek engel olmaya çalışıyordum bu engel hareket onu daha da sinirlendiriyor tutuşunu sıklaştırarak daha hızlı ilerliyordu. Siyah eski model bir arabanın önüne geldiğimizde arabanın ön kapısını açarak sertçe içeri doğru itti beni, kapıyı da sessizce kapatıp kilitledi. Hızlıca arabanın etrafından dolaşıp sürücü koltuğuna oturdu. Babamın beni evlendirmek istediği adama, Baran'a doğru saldırarak bağırdım. "Aç, aç kap-kapıyı seninle gelmek istemiyorum! An-annemin yanına gitmek ist-istiyorum!" Hıçkırıklarım yüzünden rahat nefes alamıyordum, rahat nefes alamadığım içinde kekeliyordum. Baran, sinirine daha fazla mukayyet olamayarak uzun sık saçlarımdan tutarak aşağı doğru çekti ve derinden gelen öfkeyle bağırdı. "Sen bundan sonra benim helalim'sin! Senin orospu çocuğu baban para karşılığı seni, bana verdi! Benimsin artık, benimsin!" "İst-istemiyorum! İst-istemiyorum! Baran, saçımda ki elini boğazıma indirerek sıktı. Nefesimi zar zor alıyorken, Baran'ın boğazımı sıkmasıyla hiç alamadım. "Senin istememek gibi bir lüksün yok, anladın mı? Senin baban, seni bana verdi, bana!" gözleri gözlerimdeyken diğer elini sağ göğsüme atarak sıktı. "sen, her şey'inle benimsin." Gözlerimi kapatarak acının geçmesini bekledim. Hayır, nefessizliğin acısını değil, vücuduma izinsiz dokunmanın acısını. Göğsümde ki elini okşayarak belime getirdi. Belimden tuttuğu gibi beni kendine doğru çekerek yaklaştırdı. Dudaklarını kulağıma değdirerek fısıldadı. "Evimize gittiğimizde, yatağımız da bizzat uygulamalı olarak göstereceğim." nefesini kulağıma bıraktı. "sen yol boyunca sabırsız olacağın için sıkıntı çıkaracaksın ve bende öfkelenerek çok yanlış şeyler yapacağım o yüzden senin yol boyunca uyuman gerek." Elini boğazımdan çektiğinde deli gibi öksürmeye başladım. Öksürükler'im art art da boğazıma takılıyor daha şiddetli öksürmeme neden oluyordu. Rahat nefes almaya başladığımda ise ne olduğunu anlamadan burnuma ve ağzıma dayatılan beyaz bezle kendimi karanlığın en koyu renginde uyurken buldum. İnşallah bu karanlıktan hiç uyanmazdım.
☀️ Kalbim yanıyordu... Sarı, turuncu, kırmızı alevler giderek hararetleniyor kalbim yanıyordu. Hararetlenen alevler, sıçrayarak bağrıma değiyor bağrımı da yakıyordu. Ateş düştüğü yeri yakarmış, yalan, yalan! Ateş kalbime düşmütü yangını ise tüm kadınların kalbindeydi. Benim kalbim nasıl alevler içindeyse Midyat kadınlarının da kalbi alevler içindeydi. Zaten biz kadınların kalbi hiç sönmemişti ki hep alevler içindeydi, hep! Midyat'ın sıcak güneşi bize hiç doğmamıştı. Biz hep geceydik, biz gece parlayan aydık. Yıllarca bekledik, umudumuz diriydi 'bir gün,' dedik 'bir gün bize de doğacak güneş.' Doğmadı güneş kaldık karanlığın içinde. Zamanla anladık güneşin biz kadınlara hiç doğmayacağını. Anladığımız zaman da umudumuzu yitirdik bir daha hiç umutlanmadık. Boğazımdan açık gerdanıma damlalar süzülüyordu, hissediyordum. Boğazımda bir şey takılıydı durmadan öksürüyordum nefessiz kalıyordum, gözlerimde bir ton ağırlık açamıyordum. Bütün vücudum yaralar, ağrılar içindeydi kıpırdayamıyordum. Kendimi zorlayarak gözlerimi kırpıştırarak açtım. Her taraf buğuluydu gözlerim kapatıp tekrar tekrar açtım. Etraf netleştiğinde gözlerimi etrafta gezdirdim, burası benim odam değildi. Duvarlar krem rengiydi, odada bir tek yatak ve dolap vardı. Gözlerimi etrafta dolaştırmaya devam ettim, eski bir ev değildi hiç küf yoktu tavanda sadece tavanın dip köşesinde örümcek ağı vardı. Yataktan doğrulmaya çalıştığımda sol bileğime uygulanan baskı değil yatakta oturur hale gelmeme, kalkmaya çalıştığım gibi geri uzandırıyordu. Uzandığım yerden sol bileğime baktığım da yatağın demirlik kısmından bileğime kelepçeyle bağlandığımı gördüm. Gözlerim şaşkınlık ve korkuyla büyüdüğünde bileğimi kurtarmak için hızlı hızlı çekiştirdim. Korkum şaşkınlığın üstüne çöküp yayıldığında bileğimi daha hızlı çekiştirmeye başladım. Kurtulamıyordum, kelepçeyi bileğimden ayıramıyordum sadece bileğimin hafif çizilmesine sebep oluyordum o kadar. Bileğimi çekiştirmeyi bıraktım etrafıma bakındım bileğimi kelepçeden ayırıcak bir şey aradım ama yoktu, yoktu! Şiştiğini hissetiğim gözlerim yaşlarla dolmaya başladı. Kalbim ritmiğini bozarak hızlı hızlı atmaya başladı, nefes alış-verişimde hızlanmaya başlamıştı. Dudaklarımın arasından çıkan küçük korku nidaları korkumu zirveye ulaştırıyordu. Gözlerimin içinde durmaya devam edemeyen gözyaşlarım yanaklarıma akın ederek aktı. Bileğimi çekiştirmeyi yavaş yavaş bıraktım korkuyla ağlamaya başladım. Nerdeydim ben? Kimin evi burası? Dudaklarımın arasından boğazımı yakan bir hıçkırık çıktı. Ağlamam sessizlikten, sesliye çıktığında odanın duvarlarına çarparak yankı yaptı. Yaşlarla dolu gözlerim kelepçeli bileğime deydiğinde boğazımı yakan hıçkırıklar arttı. Odanın kapısı hızla açıldığında nefesimi tutarak kimin geldiğini bakmaya çalıştım, nafileydi uzandığım için gelen kişiyi görmüyordum. Ben korkuyla nefesimi tutmaya devam ederken gelen kişi adımlayarak yanıma geldi. Görüşüme giren kişiyle yatakta geriye doğru kaçmaya çalıştım. Her şeyi hatırlamıştım... Benim annem ölmüştü, annem... Gözleri açıktı annemin, boğazı kesiliydi, kollarımın arasındaydı... Yer kanla göl oluşturmuştu... Annemin çiçekli elbisesi kandı... Behram, kardeşim ağlıyordu... Baran, annemin ölümünü umursamadan beni kaçırmıştı... Hatırladım... Kafamı iki yana 'hayır!' anlamında salladım. Hayır! Gözlerim donuklaşmıştı ama yaşlar akıyordu. İki elini kot pantolonun cebine sıkıştırmış adam, gözlerinde ki parıldamayla, dudaklarında ki hafif sırıtmayla ağlayan gözlerime bakıyordu. Halim onu bir saniye bile üzmemişti tam tersi sevindirmişti. Nefesimi tutmayı bıraktığımda seslice derin nefesler alıp, verdim. Göğüs kafesim düzensiz nefeslerim eşliğinde boğuluyordu. "Hayır," dudaklarımdan dökülen kelime fısıltının da fısıltısıydı. Bir dilsizin çıkardığı ses gibiydi. Alt dudağım hüzünle büzülürken kafamı 'hayır!' anlamında hızlıca salladım. "Hayır," bu sefer ki sesim biraz yüksek çıkmıştı. Kabullenmek istemiyordum. Annemin ölümünü kabullenmek istemiyordum! Benden on sekiz yaş büyük adamın beni kaçırmasını kabullenmek istemiyordum! "Hayır!" diye bağırarak bileğimi hırçınca çekiştirdim bir yandan da 'hayır!' diye bağırıyordum. Kolumu bir türlü kurtulamam beni çileden çıkartıyor, hırçınlığıma hırçınlık çıkartıyordu. Bileğim kıpkırmızı olmuştu ufaktan da kanlar birikmişti ama canım acımıyordu, hiç acımıyordu ben sadece kurtulmak istiyordum. Dudaklarımdan kısık sesli çıkan inlemeler artık çığlıktı. Vücudum elektirik şok yemiş gibi titriyordu. Kıriz geçiriyordum yaşadıklarım kalbimi parçalayıp, beynimi sarsarak kriz geçirmemi sağlıyordu. "Yasmîn, Yasmîn sakin ol!" Baran kollarımdan tutarak beni yatağa bastırarak beni sakinleştirmeyi çalışıyordu. Ağlamaktan çatallaşmış sesimle gürce bağırdım. "Dokunma bana! Bırak beni!" Kelepçeli olmayan elimle omuzlarından ittirerek üstümden kalkması için çabalıyordum. "Bırak beni! Gitmek istiyorum buradan, gitmek istiyorum!" Küçük dilimi yutacak kadar bağırdığımda boğazım zedelendi ve bağırmamın ardından öksürük kırizine girdim. Baran bağırmamla yüzünü buruşturdu üstümde olan vücudunun ağırlığını iyice vücuduma vererek çırpınmalarımı kısıtladı. "Hiç bir yere gidemezsin senin evin burası!" Oda artık sinirine hakim olamıyor bağırıyordu. Öksürmeye devam ederken başımı iki yana salladım. Burası benim evim değildi! "İstediğin kadar inkar et ama burası! Baban seni, bana verdi. Bana verdi!" Öksürüğüm dinerken dudaklarımdan çıkan sesli hıçkırıklar bu sefer konuşmama izin vermiyordu. Gözyaşlarım ve hıçkırıklarım eşliğinde kafamı iki yana salladım. Asla, asla kabul etmeyecektim! Olumsuz cevabım Baranı çileden çıkartırken kollarımda ki ellerini boğazıma sararak sıktı. Dudaklarım nefessizlikten açılırken, irileşmiş buğulu gözlerim, gözlerindeydi. "Benimsin," dedi sessizce dişlerinin arasından tıslayarak "sen benimsin. Kim engel olacak benim olmana? Hiç kimse, hiç kimse engel olmayacak." ellerini boğazımdan çekmeden yüzünü yaklaştırdı dudaklarında zalim bir sırıtma vardı "engel olanın sonu annen gibi olur. Birisi daha engel olursa kayınbabama bırakmadan bu sefer onu kendi ellerimle öldürdüm." Deprem tek yeryüzünde olmazdı bazen insanın içinde de olurdu tıpkı şu an benim içimde olduğu gibi. Kayınbabama bırakmadan bu sefer onu kendi ellerimle öldürürüm. Kalbim de sancılı bir ağrı hissettim, bu ağrı annemin cansız bedenini gördüğüm de kalbim de oluşan ağrıyla eş değer değildi. Daha ağırdı çok, çok ağırdı. Çırpınmalarım durduğunda Baran ellerini boğazımda gevşeltti ama çekmedi. Uzvurlarıma kadar donmuştum vücudum da var olan güç bir cümlede yok olmuştu. Vicdan azabı hiçbir azaba benzemez derlerdi, çok doğru bir sözmüş gerçekten de hiçbir azaba benzemiyordu. Vicdan azabı hiçbir acıya eş değer değildi zamanla çektiğin acı geçerdi ama vicdan azabı asla geçmezdi. İçimdeki acı yılların geçmemesine rağmen geçmişti çünkü; vicdan azabı çektiğim acıyı dindirmiş yerine azap bırakmıştı. Baran'ın omzunda ki elim güçsüzce yanıma düştü. Ateş'in küçük kıvılcımı kadar gücüm kalmamıştı. Baran, yüzümde ki ifadeleri dikkatle izleyerek üstümden kalktı ve bir saniye bile durmayıp tek kelam etmeden odadan çıkarak beni vicdanımla baş başa bıraktı. Annem, benim canım, benim birtanem, benim kalbimin yarısı annem benim yüzümden ölmüştü. Baranla evlenmeme karşı çıktığı için ölmüştü, benim yüzümden öldürülmüştü. Babam, annemi benim yüzümden boğazından keserek gadarca öldürmüştü. Eğer evliliğe karşı çıkmasaydım annem ölmeyecekti yanımda olmasa da hayatta olacaktı. Ben katildim, ben annemi öldürtmüştüm. Bu evliliği istemeyerek annemin sonunu getirmiştim. Ölenin ben olacağını zannederken ölen annem olmuştu. Kesik bir nefes çektim içime rüzgar oldu harladı vicdan azabımı. Kanımın akışını bile değiştirmişti rüzgar. "Be-beni-benim yü-yüzüm-yüzümden!" kekeleyerek çıkan azabın cümlesi çok ağırdı, çok çok ağırdı. "Be-ben öld-öldür-öldürdüm!" bir evlat, bir annenin sonu olmuştu. "An-anne," katildim ben! Bir çığlık yankılandı oda da, bu çığlık yüreğimin azabını kaldıramamasıydı. Bir çığlık daha yankınlandı ardından bin çığlıklar. "ANNE!" "ANNE!" "ANNE!" Kafamı geriye atarak çığlıklar atıyordum. Hayır, çığlıklarım acımı dindirmiyordu tam tersi arttırıyordu. Dudağımdan çıkan 'Anne!' kelimesi acıydı çığlıklarım ise vicdan azabıydı. Kelepçeli olmayan elimi saçıma atarak sertçe çekiştirdim. Annem benim yüzümden ölmüştü yaşamak gibi bir hakkım olamazdı! "BENİM YÜZÜMDEN!" diye bağırdım. "BENİM YÜZÜMDEN ÖLDÜN!" Vücudumdan giden güç vicdan azabıyla bana geri dönmüştü. Dönen gücün içinde ateş vardı kalbime değeyerek tüm vücudumu alevler içinde bıraktı. "BENİM YÜZÜMDEN! BENİM!" Elimi yumruk yaparak vicdan azabı çeken kalbime üç defa vurdum. "ALLAH'IM ÖLDÜR BU KALBİ, ANNEM BENİM YÜZÜMDEN ÖLDÜ!" Ölümü ben hakkettim annem değil! Annem yaşamayı hak ediyordu, ben değil! Ben ölümü hak ediyordum, cehennem azabında yanmayı hak ediyordum! Ben Annemin ölümüne sebep oldum! Benim gibi lanet bir evlat, meleklerden farksız olan bir anneyi hiç haketmiyordu. Binlerce kez lanet olsun bana! Lanetler olsun benim gibi evlada! Allah belamı versin, benim gibi evlat yaşamayı hak etmiyor! "AL CANIMI ALLAH'IM!" Diğerinden daha yüksek olan çığlıklarım azabı katladıkça katlıyor dayanılmaz acıya döndürüyordu.
"ÖLMEYİ BEN HAK EDİYORUM! BEN!" Benim masum annem ölmeyi hiç hak etmedi. Ben hak ettim, ölmek benim hakkımdı. Lanet olsun benim gibi evlada! Allah belamı versin benim! Benim gibi evlat olmaz olsun! OLMAZ OLSUN! Kırizin eşiğinde beşik gibi sallanıyordum. Beynim yaşanan acıları filim şeridi haline getirip gözümün önünde canlandırıyordu. Bunu gören kalbim dayanamayarak ritmini hızlandırıyordu. Gözlerimden akan gözyaşları yanaklarımı akan gözyaşlarının lekeleriyle doldurmuştu. Bitmek tükenmek bilmeyen gözyaşlarım lekeleri damlayla silip yeni leke bırakıyordu. Yüreğimde de bir leke vardı ama bu leke kocaman ve yanıktı. Bu leke azap ateşinin yüreğimde bıraktığı lekeydi. Ölene kadar leke hiç geçmeyecekti. "Anne," Çığlıklar yavaş yavaş içime gömülüyor, içimde sarsıntılı çığlıklar devam ediyordu. Dilim sussada, kalbim susmuyordu. "Beni affetme anne," dedim hıçkırıklarımın arasından "ben affedilecek bir evlat değilim. Ben taşlanarak lanetlenicek evladım." Ne yüreğim, ne gözyaşlarım susmuyordu içimden bağrıyorlardı bana 'binlerce kez lanet olsun sana! Ölüm senin hakkındı, ölümesi gereken sendin, annen değil!' diye bağırıyorlardı. "Lanet olsun bana, benim gibi evlada!" yüreğimin geçirdiğini, dilim dillendirdi. "ÖLMEYİ BEN HAK EDİYORUM!"
☀️ Gün, gündüz mü, gece mi bilmiyorum. Gözlerim tavanda sessiz fısıltılarla kendime lanetler ediyor, Allah'tan beni öldürmesini diliyordum. Odanın kapsı belirli süreyle açılıp kapanıyordu. Açan her kimse yanıma gelmiyor kapının eşiğinden bakıp gidiyordu. O kişi her kimse umurumda değildi istediği kadar baka bilirdi. Gözlerimdeki yaşlar tükenmeden akmaya devam ediyordu. Lanet ediyordu bana, dilimin laneti yetmiyordu, öyle diyordu gözyaşlarım o yüzden akıyordu. Tiz bir ses duydum açılan kapının sesiydi. Eminim yine bakıp gidecekti. Bir süre hiç ses gelmedi gidecek sanarken içeriye adımlayan ayak seslerini duydum. Endişelenmedim, korkmadım, öfkelenmedim dediğim gibi hissizdim. Yatağımın kenarı çökmesiyle saatlerce yapmadığım eylemi yaptım tavandaki gözlerimi yanıma oturan kişiye çevirdim, Baran. Yüzünde öfkeye dair hiçbir şey yoktu gözlerinde de. Gözlerim düm düz gözlerine bakıyordu hiç bir his yoktu. Onun gözlerindeyse hissizlik yoktu, dolup taşan bir arzu, istek vardı. Gözümün gördüğü gibi içimde hissetti. Elinin tekini gözyaşı lekeleriyle dolu yüzüme gitti, hissederek okşadı. Gözlerini gözlerimden ayırmadan yanağımı bir süre okşadı. Yanağımdaki eli ağır ağır boğazıma indi orda bir süre oyalandıktan sonra elbisemin düğmelerine. Bense hiçbir şey yapmıyordum. Tek yaptığım gözlerine bakmak, fısıltıyla kendime lanet etmekti. Dediğim gibi hissizdim! Baran oturduğu yerden doğrularak üstüme uzandı. Elbisemin düğmeleriyle oynamayı bırakıp teker teker açtı. Açarkende gözlerini gözlerimden çekmeden açıyordu. Nefesini seslice dudaklarımın üzerine verdi. "Şimdilik acı çekiyorsun zamanla çektiğin acıyı unutacaksın." hayır! Çektiğim acı zamanla değil, ölünce geçecekti. Baran, yüzünü çok hafif eğerek çeneme öpücük kondurup geri çekildi. Gözlerime tekrar baktığın da üst dudağı yukarı doğru kıvrıldı. "Çok acı çekiyorsun biraz dindireyim o zaman." dedi ve tekrardan çenemi öptü. Çenemdeki dudaklarını sürttürerek boğazıma indi. Sayamadığım kadar çok öpücükler kondurdu boynuma sonra da emerek ısırmaya başladı. İlkten dişlerini boynuma değdirerek emiyor sonra sertçe ısırıyordu. Sağ eli atletimin üstünden göğsüme çıkarak sertçe sıkarak okşadı. Beynim yeni yeni yaptığı şeyi idrak ettiğinde kaşlarımı çattım tek elimle engel olmaya çalıştım. "Bırak, bırak beni!" dedim ikimizin duyacağı bir sesle. Beni umursamadan boynumda ki dudakları gerdanıma doğru inerek sert öpücükler koydu. Sağ eliyle göğsümü okşamayı bırakıp atletimi yukarı doğru çekiştirdi ardından südyenimide de yukarı doğru çekiştirerek iri göğüslerimin ortaya çıkmasını sağladı. Gözleri göğüslerimin üstündeyken kısıkça gülerek, ıslık çaldı. "Yapma, hayır bırak!" sesim giderek yükseliyordu ama Baran beni takmadan devam ediyordu. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. "Lütfen yapma." Sözlerim sol kulağından girip sağ kulağından çıkıyordu beni dinlemiyordu içindeki iğrenç arzuyu dinliyordu. Gözlerini gözlerime çıkardı iğrenç bir şekilde güldü. "Sadece rahatlamanı sağlıyorum." dedi ve devam etti. İki eliyle, göğüslerimi sertçe sıkarak yoğurdu. Elleri biraz daha göğüsümde oyalandıktan sonra elbisemin üstünden tenime dokunarak elbisemin eteğine indi. Çırpınışlarım giderek arttı bütün gücümle üzerimden onu itmeye çalışıyordum, bağırdım, yardım istedim fakat kimse gelmedi. Elbisemin eteğini yukarı doğru çekiştirerek bacaklarımı açıkta bıraktı. Elleriyle bacaklarımı sıkıca tutarak kendini yerleştirdi erkekliğinin, kadınlığıma temas etmesini sağladı. Hissettiğim şeyle midem çalkalandı çığlık attım. "Lütfen yardım edin! Yalvarırım biri yardım etsin! Yapma, yalvarırım yapma!" dedim. Gözlerimden yaşlar daha hızlı aktı yanaklarıma. Yüzünü göğüslerime gömerek öperek emdi. Meme uçlarımı ağzına alarak emdi bu sefer. Çığlıklarım, yardım istemem daha şiddetli bir hal aldı ama kimse duymadı. Bağırdım herkes bu iğrençliğe sessiz kaldı. Vücuduma izinsiz, kendi rızasıyla dokunuyordu. İznim yoktu dokunmasına ama dokunuyordu. Pis ellerini üzerimden çeksin istiyordum. Baran, sol bacağımı okşayarak kalçama getirdi sertçe sıktı, kendini bana bastırdı. Dudaklarını tenimde gezdirerek dudaklarıma getirdi. Dudağı dudağıma değerken öpücektiki kapının hızlıca açılmasıyla üstüm de oturur vaziyete geldi. Gelen kişi her kimse hiç sesi soluğu duyulmadı bir süre galiba gördüğü görüntü onu şoka sokmuştu. "Baran, oğlum napıyorsun sen?!" Kulaklarıma dolan şiveli kadın sesiyle içimdeki korkuyu ve rahatlamayı hissettim. İçeriye giren kadın yanımıza geldiğinde başını çevirerek bana baktı, bende çaresiz gözlerimi kadına çevirdim. Kadının gözlerin de gördüğüm duyguyla içim daha da kasıldı. Altmışlı yaşların sonun da olan kadın beyaz tülbenti'nin kenarını tutarak ağzını örttü daha fazla bana bakamayarak gözlerini Baran'a çevirdi. "Lawo, tu çi dikî?!" (Oğlum ne yapıyorsun?!) Baran, yaşlı kadının sorusunu duymazdan gelip üstümden kalktı, dağılan gömleğini düzeltti. "Sana diyorum lawo (oğlum)sen nasıl bu ji keçikê re (kıza) dokunursun!" Baran kaşlarını çatarak kadına baktı. Öfkelenmişti. "Sanane daye (anne), sanane benim karımla aramızda olanlardan!" "Ne karısı lawo (oğulum) Sizin aranız da daha nikah kıyılmadan nasıl ji keçikê re(kıza)dokunursun?" Baran hiçbir şey demeden kaşlarını çatarak sinirle annesine baktı. Annesinin bana dokunmasını böldüğü için sinirliydi. Kadın buruşmaya yüz tutmuş elini oğlunun koluna koyarak çekiştirdi. "Nikah kıyılana kadar seni bu odada görmeyeceğim lawo (oğlum)! Çık şimdi odadan, de hayde!" Baran, annesinin söylenmelerine karşı çıkmayarak son kez bana bakıp annesiyle birlikte odadan çıktılar. Ben ise hala aynıydım, bıraktıkları gibiydim. Sağ bileğimden kelepçeliydim, iri göğüslerim dışardaydı, sol bacağım tamamen çıplakken sağ bacağım yarının biraz daha fazlası çıplaktı. Kısaca darma dağındım. Allah'ım al canımı, al bu kulunun canını dinsin acısı!
☀️ Yıllar mı geçmişti, yoksa saatler mi? Bu zamana kadar başıma gelmez dediğim her şey tek tek gelmişti kaç saat öncesinde tacize uğramıştım benden on sekiz yaş büyük olan bir adam tarafından. Oda da yalnızdım hala aynıydım yarı çıplaktım. Baran ve annesinin çıkışı o çıkıştı daha gelmemişlerdi yanıma. Kadının gözlerin de gördüğüm ifade ara ara tavan da canlanıyordu. Bana öyle bir bakmıştı ki sanki 'seni bir kul anlasa, ben anlarım.' der gibiydi bakışları. Çektiğim vicdan azabını bile hissetmişti sanki. Mavi gözleri onu dillendiriyorlardı, ben duydum. Annem hep derdi ki; bazen insansın dili susar, gözleri konuşur. Gözler, dilden daha çok şey anlatır insana. Kadınım dili susmuştu, gözleri konuşmuştu tıpkı annemin dediği gibi. Ah annem! Benim yüzümden ölen annem! Lanet olası bir evladının yüzünden ölen annem! Gözyaşlarım akıyordu, akıyordu... Dilim susuyor, yüreğim bağırıyordu. İçim vicdan azabanın kıyametiydi yanıyordu da, yanıyordu. Dindirmek için bir su damlası bile dökülmüyordu. Hah zaten dökülse ne fayda yanmaya devam ederdi sönmezdi içimde ki yangın. Vicdan azabının ateşi söner miydi? Kapının tiz sesini duydum ardından ses çıkartmamaya özen gösterilen adım sesleri. Birisi gizlice odaya girmişti. Kıpırdamadım, konuşmadım olduğum gibi bekledim. Gelen kişi her kimse narince omzuna dokundu. Tavanda ki gözlerimi ağır ağır gelen kişiye çevirdim. Baran'ın annesi hüzünlü gözleriyle, gözlerime bakıyordu. Omzumda ki eli saçlarıma gitti, şefkatle okşadı. "Keça min (kızım)iyimisin?" Sorduğu soruyla kahkahalara gülmek istedim. İyimiydim, iyi olabilir miydim? Kadın da sorduğu sorunun saçmalığını anlamış olacak ki boğazını temizleyerek bakışlarını çekti, dışar da olan göğüslerime baktı. "Allah belalarını versin!" dedi kadın sessizce. Kadın gözlerini gözlerime çevirdi, saçlarımı okşamaya devam ederek hüzünle fısıldadı. "Buradan hemen gitmen lazım yoksa her şey için geç olacak, keça min!(Kızım)" Sadece baktım, kıpırdamadım, konuşmadım. Baktım, gözlerimden beni anlasın istedim. Kadının mavi gözlerinden bir damla yaş yanağına doğru süzüldü. Kafasını olumlu anlayarak bana 'anlıyorum seni kızım.' der gibi baktı. Gerçekten beni anlıyor muydu? Kadın, elinin tersiyle akan göz yaşını sildi. Hiç vakit kaybetmeden çıplak göğüslerimi, südyenimi aşağıya çekerek kapattı. Ardından atletimi de südyenimin üstüne çekti. Elbisemin düğmelerini kapattı, baldırlarım da olan elbisemin eteğini de aşağıya doğru çekerek açıklığımı tamamen kapattı. Korkuyordu, birisi onu burada benim yanım da yakalayacak kadar çok korkuyordu. Elbisemi düzeltirken sürekli gelen varmı diye kontrol ediyordu. Kadın elini yeleğinin cebine atarak göremediğim bir şey çıkarttı. Kafasını tekrardan kapıya çevirerek gelen var mı diye kontrol etti olmadığını gördüğünde elini kelepçeli elime atarak bir şeyler yaptı. Kelepçenin soğukluğunu bileğim de hissedemeyince ne yaptığını anlamıştım, kelepçeyi bileğimden çıkartmıştı. Kadın tüm bunları yaparken ben hissizce kadını izlemiştim. Yaptıkları bende hiç bir etki uyandırmamıştı. Kadın kıpırdamadığımı gördüğün de iki elini yanaklarıma koyarak gözlerimin içine baktı. "Keça min (kızım), kaçman lazım eğer kaçmazsan hayat işte o zaman sana kıyamet olur." Kadın hala aynı durum da olduğumu görünce kolmdan çekiştirerek beni oturur pozisyona getirdi. Tekrardan beni çekerek ayağa kaldırdı tam dizlerimin üstüne çökücektim ki kadın beni belimden tuttu. Bir kolumu boynuna attı, eliyle de belimden sıkıca tutarak yürüttü beni. "Hadi, toparla kendini olmasın hayatın kıyamet, kaç git!" Kadın, beni yavaş adımlarla odadan dışarı çıkarttığın da hafiften yan dönerek açık kapıyı sessizce kapattı. Kadın, beni tekrardan yürüttüğün de gözlerimle etrafa baka bildiğim kadar baktım ama her taraf karanlık olduğu için bir şey göremedim. Kadın beni sessiz, hızlı yürütmeye devam ederken ara ara da kulağıma fısıldıyordu. Kadın bir anda durduğun da bende otamatikmen durdum. Kadının korkudan ve ağırlığımdan dolayı göğüş kafesi hızla inip kalkıyordu. Bir dakikaya yakın durduğumuz da kadın daha hızlı hareket ederek beni yürüttü. Kapının önüne geldiğimizi hissettiğim de, kadın yavaşça anahtarı çevirerek kapıyı açtı. Ilık hava yüzüme vurduğunda saçlarım hafiften uçuşmuştu. Kadın beni dışarı çıkarttığın da günün aydınlanmak üzere olduğunu gördüm. Kadın, boynunda ki elimi boynundan yavaşça çekti, belimde ki elini de yavaşça çekti. Tam karşım da durarak gözlerimin içine içine baktı. "Kaç keça min(kızım), kaç!" dedi ve devam etti sözlerine "sen kıyamet dersin ama acıdır. Asıl kıyamet, sevmediğin bir adamın hayatın da esir olmaktır!" ☀️ Instagram: zeeynepyllmz Tik Tok: zeeynepyllmz Umarım bölümü begenmişsinizdir. Bu bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Yasmîn'in yaşadıkları hakkında ne düşünüyorsunuz? Yeni bölüm de görüşürüz Allah'a emanet olun 🤍
|
0% |