@zeynepzy
|
Son günlerde olduğu gibi bugün de hayattan soyutlanmışçasına sıramda oturuyordum. Dersin matematik olmasında da büyük bir katkı vardı. Önümde açık olan kareli defterin boş sayfalarında kaybetmiştim kendimi. Murat’ın söylediklerinin doğru olmadığını düşündüm başta. Benimle barışmak için yalan söylüyor zannettim ama öyle değilmiş. Annemin ilk doktorunun soyadıyla Murat’ın soyadı uyuşuyordu. Babasının olduğunu doğrulayabilmek için biraz sosyal medya hesaplarında gezmem yetti. Babası gerçekten de bir psikiyatristti ve en önemlisi de annemin doktoruydu. Annemi hastaneye yatıran doktordu. Annem… Annemi o insana emanet etmiştik biz. Gözlerimi kapama hissiyatına kapıldığımda bir yaş süzülüvermişti. Kimse beni görmesin diye yüzümü gizliyordum ancak bu pek de bir işe yaramıyordu. Gözlerimden akan damla sayısı artmaya başlamışken silip kendimi durdurmaya çalışmıştım. Sınıftakilerin önünde ağlayamazdım. Annemi düşünmeyi bir an önce bırakmalıydım ancak bunu yapamıyordum. “Gençler çıkabilirsiniz.” Matematik öğretmeni zilin çalmasıyla bizleri serbest bırakırken ben sırama gömülmeyi tercih etmiştim. Annemin hali gözümün önüne geldikçe delirecek gibi oluyordum. Keşke o zamanlar bunu fark edecek kadar akıllı olabilseydim diyorum da nasıl anlayacaktım ki? Doktor bizimle profesyonelce konuşup ikna etmişti. Sanki hiçbir amacı yokmuşçasına bizimle ilgilendi. Beni annem konusunda rahatlattı. ONU BİR KAŞIK SUDA BOĞMAK İSTİYORDUM! “Duygu yemekhaneye iniyoruz. Sen de gelsene bizimle.” “Canım bir şey yemek istemiyor Sena. Siz gidin.” diyerek onu başımdan def etmeye çalıştım. “Olmaz. Günlerdir ne bir şey yiyorsun ne de konuşuyorsun. Bizimle gel biraz kafan dağılır. Hem sorununu bizimle paylaşmak istersin.” Bunu sanmıyordum. Keyfimin olmadığını tüm okul biliyordu neredeyse. Biri kapama tuşuna basmıştı çünkü. “Tamam, geliyorum.” dedim zorlukla. Hiç de gidesim yoktu. Eve gidince de aynı böyle ruh gibi takılıyordum. Sena Nur kaçmamam için koluma girerken gözlerim kararmıştı. Bir şeyler yemediğimde genellikle böyle oluyordu ve ben de yemiyordum zaten. Kim böyle bir şey öğrendiğinde yemek yiyebilir, hayatına normal bir şekilde devam edebilirdi ki? Hiç kimse. Ben iyi bile dayanıyordum. Yemekhane bir karınca yuvası kadar doluyken Alara önümüze geçip gözüne kestirdiği masaya doğru yürüyüp orada oturanlara dik dik bakınca kalkmak zorunda kalmışlardı. Alaraların her zaman oturdukları bir yer vardı aslında ve orası hep boş olurdu. Sanırım bugün kendine yeni bir av arıyordu. “Sana bir şeyler getirmemi ister misin?” Sena’nın sorusuna olumsuz cevap verip bakışlarımı sadece yere sabitledim. Bir ailem vardı ama darmadağındı. Annem yıllardır hastane de yatıyor, babam da işten bulabildiği her fırsatta yanına gidiyordu. Ben ise onlar bu zor durumdayken kendi hayatımı kurmuş bir şekilde devam ediyordum. O adamın ceza çekmesini sağlayacaktım. Ne yapabiliyorsam yapacak ve onu tıkacaktım. Annem kim bilir neler çekmişti o adamdan? Bu soruyu sordukça içimi bir titreme kaplıyordu. Okulun sıcak havası bile titrememe mani olamıyordu. Üşüyordum. Bir kimsesiz gibiydim. Murat Yalçın da yemekhaneye giriş yaptığında Mavi’nin odağı olmuştu. Mavi’nin ona seslenmesine rağmen bakmayıp bana doğru gelmişti. Mavi yemekhane sırasına girdiği için ne konuştuğumuzu duyamazdı. “Biraz daha iyi misin?” dediğinde sustum. “Duygu bir şey söylemeyecek misin?” Yine sustum. “Seni çok merak ediyorum. Günlerdir ağzına tek lokma koymuyorsun. Kimseyle konuşmuyorsun. Biliyorum bana eskisinden daha kızgınsın. Haklısın da. Sana söylemediğim için zaten pişmanlık duyuyorum. Bir de sen böyle yapma. Canım daha çok yanıyor.” “Sen benimle dalga mı geçiyorsun?” “Beni affetmen için ne yapabilirim söyle. Gerçekten ne istersen yapacağım. Söyle hemen.” Kahverengimsi gözlerinde ki yalvarmayı görebiliyordum. “Hayatımdan def olup gitmeni istiyorum.” Sinirlenip ayağa kalktığım an gözlerim kararmakta gecikmemişti. Ardından dizlerimin bağı çözülmüştü. Sanki kendimi uçurumdan aşağı bırakmışım gibi yere düşmüştüm. Bir sürü ses duyuyordum. Bir şey de anlayamıyordum ki. Gözlerim ise sonuna kadar açıktı ama hiçbir şey göremiyordum. Karanlıktı. “Ben onu revire götürürüm.” Murat’ın bu söylediğini anlayabiliştim sadece. Sonra da havalandığımı hissetmiştim. “İyi olacaksın Duygu. Ben yanındayım.” “Sen,” dedim zorlukla. “Yanımda olduğun için bu durumdayım.” “Özür dilerim. Seni hiç sevmemeliydim. Belki de hayatına hiç girmemeliydim.” Ona bir şey söylemeyip sustum tekrardan. Hala hiçbir şey göremiyordum. Avuç içlerim, ayaklarım tamamen uyuşmuştu. Vücudum da işleyen sistem tüm faaliyetlerini durdurmuştu adeta. Sadece kalbim atıyor ve nefes alabiliyordum. Yaşıyordum evet ama aynı zaman da ölmüştüm. Yumuşak bir zemine yatırılırken onun sıcak nefesini hissetmiştim. Gözlerimin görüntüsü çekmeyen bir kanal kadar gidip geliyordu. Yüzünü tamamen göremesem de hemen dibimde olduğunu anlayabiliyordum. Beni yatırmıştı ama benden uzaklaşmamıştı. “Senin için ne yapmam gerekiyorsa yapacağım.” Bundan sonra hiçbir şey fark etmezdi. İsterse dünyayı kurtarsın ama yine de bizden olmazdı. Kafamda tonlarca soru ve annemin durumunu göz önünde bulundurunca aslında ben hep çıkmaz sokaktaymışım gibi geliyordu. Oradan ne kadar çabalarsam çabalayayım hiç çıkamamıştım ki. Orada yaşamayı öğrenmek zorunda kalmıştım. “Arkadaşının neyi var?” Bir kadının sesini duymuştum. Hemşire olmalıydı. “Tansiyonu düştü. Ben de onu buraya getirdim.” “Tamam, bizi arkadaşınla yalnız bırak. Ben ona bir bakayım. Sonra sana haber ederim.” Ve kapı kapanma sesi. … “Duygu nasılsın hayatım?” “İyiyim Alara.” “Ben demiştim size bu yıkılır diye.” Sena bir ilki başarmışçasına konuşurken Murat Yalçın kollarını göğsünde toplamış bir şekilde beni izliyordu. “Duygu! Duygu buradaymışsın.” İlker büyük bir gürültüyle revire girip Murat ve Mavi’nin arasına bodoslama dalarak herkesi korkutmuştu. Ardından Bade Gül ve Poyraz Ali de gelmişti. Poyraz’ın yüzünde ki isteksizlik beni görünce kaybolmuş ve geçmiş olsun demişti. Bade’de aynı şekilde konuşurken İlker neredeyse diz çökecek kıvama gelmişti. “Duygu sana ne oldu böyle? Kim seni bu hale getirdi?” Elimi tutarken hiç tereddüt etmemişti. “Kimse bir şey yapmadı.” derken gözlerim Murat Yalçın’daydı. “O zaman bu hale nasıl geldin sen? Yüzün solmuş. Bedenin buz kesmiş.” Elimi yanağına değdirince rahatsız olup çekmiştim. Biraz abartıyordu. “İyiyim İlker. Tansiyonum düşmüş ama iyiyim. Hatta kalkıp dans edebilirim.” Doğrulmak için bedenimi yukarı kaldırınca, “Hayır, değilsin!” diyen iki sesle birlikte donakalmıştım. Hem İlker hem de Murat konuşunca herkesin bakışları onlara dönmüştü. Özellikle de Mavi hayretle bakıyordu Murat’a. Melih’in de bugün okulda olmaması benim için iyi olmuştu. Hep birlikte başımda olsalardı kavga çıkardı. Gerçi şu anda da ortam alev alevdi. “Beyler sakin olun. Duygu kalkmıyor.” Sena Nur’un gülerek söylediği şeye kimse tepki vermemişti. “Ders başlayacak biz de gitsek mi artık?” Poyraz zorla buraya getirildiğini saniye saniye belli etmekten çekinmiyordu. Çınar Efe’nin de sessizce kendisini izliyor oluşu da onu rahatsız etmiş olmalıydı. Katilin o olduğunu düşünüyordu ama ben bu konuda emin değildim. “Ben gelmeyeceğim. Duygu’yu yalnız bırakamam.” “Çok düşüncelisin İlker ama ben iyiyim. Lütfen dersini kaçırma.” “Ama Duygu-“ “Duygu’yu duydun, değil mi? Hadi git.” Murat elini İlker’in omzuna koyup ardından sevimsizce gülümseyip onu kovuşundan sonra arkadaşları da arkasından çıkmıştı. “Siz de gidin isterseniz.” dedim diğerlerine. “Aslında ben kalabilirim. Derslere hiç giresim yok.” Alara’dan beklediğim performans gecikmemişti. … “Evet, baba iyiyim ben.” dedim sesimi canlı tutmaya çalışarak. Canım o kadar sıkkındı ki nefes almak bile ağır geliyordu. “Annem ne yapıyor? Nasıl?” Ağlamamam gerekiyordu ama yapamıyordum. Dışa değil belki ama içime akıtıyordum gözyaşlarımı. “İyi o da kızım. Uyuyor.” “Baba ben aslında sana bir şey soracaktım. Annemin önce ki doktoruna ne oldu da hastaneden ayrıldı?” “Bilmiyorum kızım. Orada ki doktorlara sorduğumda doğru düzgün cevap veren olmamıştı ama iyi adamdı ya. Keşke gitmeseydi. Gitmeden önce bir veda etseydi bari.” “Anladım.” Revirden sonra sınıfa çıkmak yerine müdüre iyi olmadığımı bildirerek eve dönme kararı almıştım. Nöbetçi öğrencinin çantamı getirmesini bekliyordum. “Duygu, canım ben şimdi kapatıyorum. Biraz işim var. Görüşürüz.” “Görüşürüz baba.” Telefonu cebime atıp sınıftan çantamı getiren kıza teşekkür etmiştim. İkimiz de giriş kata giderken yükselen seslere ister istemez kulak kesilmiştim. “Bade ve Poyraz yine kavga mı ediyor?” dedi kız. “Yine derken?” “Geçenler de bir arkadaşımın yerine nöbetçilik yaparken de kavga ediyorlardı.” “Neden ettiklerini biliyor musun?” “Bilmiyorum.” Bakışlarını benden kaçırmıştı. Hayır, biliyordu. Hem de adı kadar. Zorba takım yine bir şeyler yapmıştı. Onu korkutmuş olmalıydılar. “Bana ne duyduysan söyleyebilirsin. Söz veriyorum kimseye bir şey söylemem. Elimden geldiğince seni onlardan korurum da.” Kim bilir Su ve bu kız gibi kaç kişiyi de korkutmuşlardı? Elimi nereye atsam bir problem çıkıyordu fakat bu problemler her zaman matematik problemlerinden daha karmaşık oluyordu. “Bir şey bilmiyorum dedim ya.” “Bana bakmamak için büyük bir çaba harcıyorsun, hızlı hızlı konuşuyorsun. Yalan söyleyen insanlar kendilerini bu şekilde ele verirler.” “A-anlamadım. Ne yalanı?” Okulda kalan öğrenciler de bunların tehditleri yüzünden belki de ayrılmamışlardı. Zorbalar istediklerini yapmazlarsa tehditleriyle korkutmakla kalmayacak hayatlarını mahvetmek için icraate geçeceklerdi. Bu benim sadece aklımdan geçenlerdi ama gerçekleşme ihtimali oldukça yüksekti. “Sana benim bir suçumun olmadığını söyledim. Neden Rüzgar’ı ben öldürmüşüm gibi konuşuyorsun?” “Bade senin yüzünden Mavi ile Rüzgar’ın arası bozulmadı mı? Senin kıskançlıkların yüzünden arkanı hep ben toplamak zorunda kaldım.” “Sana bunu yap diyen mi oldu?” Sesin geldiği tarafa doğru hareket ederken kız kolumdan tuttu. “Oraya gitme. Seni görürlerse hiç de iyi olmaz.” Gözlerinden okuduğum çaresizlik bana anneme yapılanları hatırattı. Aslında hiç unutamamıştım ki. Keşke burayı olduğu gibi bırakıp gidebilseydim. “Sana ne desem boş. Ben gidiyorum. Ne halin varsa gör.” Poyraz Ali dışarı çıkarken Bade Gül de arkasından gitmişti. Konuşmalarından bir şey anladığım söylenemezdi. Kendi derdimi düşünemeden yine bir şeylerin içine çekilmek zorunda kalmıştım. “Bade’yle çok sık kavga ediyorlar. Benim haricimde bir duyan gören varsa eminim benim gibi onları da susturmuşlardır.” “Ama neden bunu yapıyorlar ki? Saklamak istedikleri bir şey olabilir mi?” “Rüzgar öldükten sonra çok fazla kavga eder oldular. Onunla ilgili olabilir mi acaba?” Tam da doğru yere parmak basmıştı. Olay bu 7 kişinin arasında dönüyordu ve her birinin ayrı ayrı alakası olduğunu düşünüyordum. “Neyse ben de gideyim artık. Çantamı getirdiğin için tekrardan teşekkür ederim.” “Rica ederim. Sen de dikkat et kendine. Bir daha bayılma.” “Tamam.” Gülümseyerek ona karşılık verirken kapıdan çıkmıştım. Yorgundum. Kafam karışıktı. Nasıl bu duruma geldiğimi de bilmiyordum. Sanki biri alıp beni buraya bırakmıştı. Bir yandan cinayet bir yandan da öğrendiğim gerçekler üzerime üzerime geliyordu. Bir köşeye sıkıştırılmıştım. Kurtulmak için de kaçmam fayda etmezdi ki. Kalıp her şeyin üstesinden gelmeliydim. Kendimi bu zamana kadar güçlü zannederdim ama değilmişim. Tek bir cümleyle bunca zaman diktiğim kule yıkılıp gitmişti. Ben güçsüz biriydim. Bunu kabullenmek istemiyordum ama görünen köy kılavuz istemezdi. Perişan olmuştum. Murat’la yüz yüze geldikten sonra aklım 5 karış hava da olmuştu. Şimdi de yine onun yalanları yüzünden kalkamaz hale gelmiştim. … “Günaydın Duygu.” Gözlerimi daha yeni zor açmışken telefonda Merve’yle konuşmak zorunda kalmıştım bir de. “Sana da günaydın.” Zaten bozuk Türkçem sabah yeni kalkmışken daha da kötü bir hale gelmişti. “Bavulunu hazırladım ancak bir sorun var.” dedi. “Ne sorunu?” “Kırmızı elbiseni dolapta bulamadım çünkü ayaklanıp benim dolabıma gitmiş olabilir.” Evet, o kırmızı elbisem… Mezuniyet için almıştım ama gitmemiştim ki. O elbise de yıllarca askılıkta öylece kalmıştı. “Hiç problem değil. O elbiseye söyle artık o dolaba ait olabilir.” “Çok teşekkür ederim. Senin de okul saatin yaklaşıyor. Hazırlan da geç kalma sakın.” Ha ha ve ha! Çok komik gerçekten. Liseli ergenlerle uğraştığım yetmiyormuş gibi bir de arkadaşım da dalga geçiyordu. Ne güzel! “Konuşma benimle.” “Tamam, üzülme ablacığım. İstediğin şekeri sana alacağım.” “Git başımdan.” deyip suratına kapatmıştım. Gece de doğru düzgün uyuyamamıştım. Keşke öğrenci olma fikrini hiç ortaya atmasaydım. En azından öğretmen olmayı teklif etseydim bu daha iyi olurdu. Öğrenci gibi azarlanmak zorunda da kalmaktan kurtulurdum. İsteksiz bir şekilde üzerimi giyinirken esnemekten geri duramıyordum. Gözlerimi dahi açamıyordum. Dün geceden beri yatakta dönüp durduğum için uyku kelimesi yanıma uğramamıştı. Mecburen hazırlanıp çantamı da aldıktan sonra evden ayrılmıştım. Merdivenleri üçer beşer inip kapının önüne çıktığımda beyaz bir arabanın önünde duran İlker’i görmeyi beklemiyordum. Onun burada ne işi vardı ki? Neden gelmişti? Hayır, hayır yakalanmıştım! Yalanım ortaya çıkmıştı. Evimin aslında o ev olmadığını biliyordu ve bana hiçbir şey belli etmemişti. “İlker-“ “Bana neden yalan söyledin?” “İlker ben, ben sana yalan söylemek istemedim.” “İstemedin mi? Ama söyledin Duygu. Seni eve bıraktığım gün gitmemi bekledin ve hemen ardından gerçek evine koşturdun. Hepsini gördüm. Bana gerçeği anlatmanı beklemek istedim ama yapamadım. Dayanamadım ve geldim. Buraya gelmesem bana gerçeği bile söylemeyecektin, değil mi?” Bana kızgındı. Ciddi duruşu ve konuşma şeklinden anlaşılıyordu. “İlker beni bir dinle. Sana söyleyemedim çünkü korktum. Tek başıma yaşadığımı kimse bilmesin istedim.” “Tek başına mı?” “Evet, tek başıma yaşıyorum. Annemle babam başka şehirdeler.” En azından bu sefer yalan söylemiyordum. Annemin tedavisi için hastaneden ayrılamıyorlardı. Hep orada kalmak zorundalardı. Murat yüzünden. “Neden teksin? 18 yaşındasın ve tek başına bir evde kalıyorsun. Bu çok büyük bir sorumluluk. Kendi kendine zor olmuyor mu?” Olay şimdi lehime dönmüştü işte. Bir şeylerden şüphelendiğini seziyordum ama bunu da zamanla yok edebilirdim. “Evet, oluyor. Yeri geliyor yalan söylemek zorunda kalabiliyorum. Aynı sana söylediğim gibi.” Kendimi geriye çekip kafamı eğdim. İyi bir oyuncu değildim ama İlker’i ikna edebilecek kadar güzel bir sahne sergilediğimi düşünüyordum. “Ama en azından bana doğruyu söyleyebilirdin. Ben sana yardımcı olurdum.” Kendisini mahcup hissediyordu. Görebiliyordum. “Ben tek başıma da başımın çaresine bakabilirim İlker. Kimseye ihtiyacım yok ama senden bir şey isteyeceğim. Bunu sakın kimseye söyleme.” “Bana bu konu da güvenebilirsin.” Güven. İnşa edilmesi bir o kadar da zor olan şey. Ben en son birine güvendiğimde başıma neler geldiğini bilmek istemezsin. “Teşekkür ederim.” O sırada telefonuma gelen mesaja bakmıştım. Murat’tan bir mesaj vardı. Seninle görüşmek istiyorum. Hemen şimdi. Yine ne saçmalayacağını merak etmiyordum. Bugün yüzünü görmeyi isteyeceğim en son insan bile değildi. O yüzden ona cevap vermedim ve telefonu cebime attım. “Seni okula bırakmamı ister misin? Zaten ben de oraya gidiyorum.” Nazik teklifini kabul edeceğim an ismim yankılanmıştı. “Duygu! Duygu dur, bekle!” İlker’in ve benim bakışlarım sesin olduğu tarafa dönerken Murat koşarak bana doğru geliyordu. Gelişi pek de iyi şeylerin olmayacağını söylüyordu. “Bunun burada ne işi var? Senin evini nereden biliyor?” İşte ben de o soruların yanıtlarını bilmiyordum İlker.
____ Bir bölümün daha sonuna gelmiş bulunmaktayızz✨✨ ❤️❤️ |
0% |