@zeynepzy
|
Bade’nin durumunun kolay kolay iyiye gitmeyeceğini öğrendikten sonra hastaneden ayrılmak zorunda kalmıştık. Saat başı orada bulunamazdım. Mecburen bir süre sonra ayrılmak zorundaydım ve ben de tam onu yapmıştım. Eve gelmiştim. Şimdi ise okula gitmek için hazırlanıyordum. Son olarak da çantamı elime aldığımda telefonum çalmıştı. Arayan Su’ydu. “Günaydın Duygu.” Cızırdayan seslerin arasından onun tam olarak ne dediğini anlamaya çalıştım. Ayrıca Su’yun sesi de boğuk boğuktu. “Sana da günaydın.” Ben de bir yandan da evden çıkıyordum. “Duygu, Alara çok kötü şeyler yaptı.” dedikten hemen sonra sesi daha çok titremişti. O kızın bir şeyler yapmaya devam edeceği belliydi zaten. Su susmayı tercih etmemeliydi. “Ne oldu?” dedim. “Okula gelirken beni yolda görüp çamura batırdı. Telefonumu zar zor açıp seni arayabildim.” “Sen tam olarak neredesin? Bana tarif et. Hemen geliyorum.” Ara sıra ağlaması şiddetlenirken bir an önce anlattığı yeri bulmaya odaklamıştım kendimi. Bunca işimin arasında bir de bununla uğraşıyordum. Su kendini savunmayı az biraz bilse bu kadar şey yaşanmayacaktı aslında. Alara tehdit ettiği şeyi yapmazdı. Yoksa kendisi ile ilgili gerçekler de açığa çıkardı. Telefonunu zorlayarak bana attığı konumu bir şekilde bulmuştum fakat zaman da epeyce geçmişti. Okulun saatini çoktan kaçırmıştım. Bir gün de gitmeyiverirdim. Kaldırım kenarında oturan Su’yun yanına gidip ben de oturmuştum. Anlattığından daha çok çamura bulanmıştı. Saçlarının bir kısmı tamamen çamur olmuştu. Bodoslama dalmıştı sanki. Forma tamamen çamura bulandığı için bu şekilde okula da gidemezdi. İkimiz de gitmeyip bugünü birbirimize ayırırdık artık. “Duygu teşekkür ederim geldiğin için.” Öksürerek sesini düzeltti. “Rica ederim ama bu böyle olmaz Su. Alara’nın yaptıklarına göz yumamalısın.” “Ama ne yapabilirim ki?” İşte bu beklediğim tepkiydi. Su da bundan çok sıkılmış ve usanmıştı. Artık o da zorbalık yaşamadan okumak istiyordu. Ben de ona yardımcı olacaktım. Zorbalara haddini bildirecektim. “Benim aklımda bir fikir var.” Sinsi gülümsememden sonra aklımdakinden ona bahsetmeye ve ardından da onu kaldırıp yürütmeye başladım. Bu şekilde evine dönemezdi. Ailesine durumu anlatıp canlarını sıkmak istemediğinin farkındaydım ve ben de bunu istemezdim zaten. O yüzden de bana gidiyorduk! Tek geldiğim yoldan beraber geri dönüyorduk. Bir süre sonra ağlaması durmuştu. Sakinleşip anlattıklarımı desteklemişti. Benim gibi intikam yemini etmemişti ama fikirlerimi kabul etmişti. En azından bu da iyi bir şeydi. Eve geldiğimizde ilk işim ona temiz kıyafetler vermek olmuştu. Bize aperatif bir şeyler hazırlayıp banyoda üzerini değiştiren Su’ya seslenmiştim. Odamda ki mantar panoyu görmemesi gerektiği için odamın tadilatta olduğu yalanını uydurmuştum. Oraya girip bakmak istemeyecekti bu sayede. “Kıyafetlerini bana ver. Hemen yıkayayım.” Çekingen bir şekilde çamurlu formalarını uzatırken ona getirdiğim atıştırmalardan yemesini söyleyerek elimdekileri çamaşır makinesine atmıştım. Ürkek bir ceylandı Su. Kimseye zararı dokunmayan tatlı bir kızdı. Alara’nın yaptıkları yüzünden okulda doğru düzgün arkadaşı da yoktu. Sırf ailesi üzülmesin diye o şımarık kıza katlanıyordu ama dur diyecektik sonunda. “Nasılsın? Şimdi daha iyi misin?” Yanında ki tekli koltuğa geçtim. “İyiyim. Her şey için teşekkür ederim.” Gülümseye çalışıyordu ama o kadar yorulmuştu ki buna bile hali yoktu. “Evin çok güzelmiş. Tek başına yaşamaktan korkmuyor musun?” “Hayır, neden korkayım ki?” “Bilmem yani ben tek yaşıyor olsaydım dışarı da fırtına koparken tek başıma uyuyamazdım. Hatta uyumayı bırak yaşayamazdım bile.” Sıcak kahveyi ona uzattım. Ben ye diyene kadar bir şeye dokunmayacaktı anlaşılan. “Aslında haklısın. Bazı günler ben de zorluk çekiyorum ama alıştım ya. Artık zor gelmiyor.” Kahvemden küçük bir yudum alırken telefonuma birkaç bildirim düşmüştü. Hem müdür bey hem de Murat Yalçın mesaj atmıştı anlaşmışlar gibi. Nerede olduğumu soruyorlardı. Ben de Su’dan bahsetmeyip biraz halsiz olduğumu yazmıştım. Bir öğrenci olarak devamsızlık hakkımı kullanmalıydım ama! “Annen baban seni özlemiyor mu? Nasıl izin verdiler tek yaşamana? Hem de başka bir şehirde.” İç çektim soruların karşısında. Durumlar öyle karışıktı ki… Onları özlüyordum. Onlar da beni ama elim kolum bağlıydı sanki. Saçma sapan bir durumun içine saplanıp kalmıştım. “Evet, özlüyorlar ama çok yakında dönecekler. O zamana kadar da sürekli telefonda görüşüyoruz.” “Gelecekler mi? Onlarla tanışmayı çok isterim Duygu.” Bir bu eksikti. “Tabii. Tanıştırırım sizi.” Heyecanla ellerini birbirine vurdu. “Sen de benimkilerle tanışırsın. Belki ailelerimiz de çok iyi anlaşır.” Hiç arkadaşı olmadığı ne kadar da belli oluyordu. Umarım bir gün benden daha iyi arkadaşları olurdu. “Bir gün iki aileyi de tanıştırırız.” Konuyu kapatmak istiyordum bir an önce ama Su çok fazla hevesli görünüyordu. “Tam olarak ne zaman gelecekler?” “Henüz bir tarih yok canım ama yakında burada olacaklar.” Umarım ben de yakında şu katili bulup buradan defolup giderdim. “Duygu iyi ki sen de o zorbalardan değilsin. Beni Alara’nın elinden o kadar çok kurtardın ki sana hepsi için ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum.” dedi. “Hayır, buna gerek yok. Kendini borçlu hissetme sakın.” “Zaten borçluyum.” “Hayır, değilsin.” Bana karşı gelemeyeceğini anlayıp susmayı tercih etmiş olması bir aferini hak ediyordu. “Bir şeyler yapmak ister misin? Sinemaya falan gidelim mi? Ya da lunaparka?” Evet, benden de anca bu kadar çıkabiliyordu. “Başka zaman yapsak olur mu? Şu an o kadar enerjik hissetmiyorum.” “Olur. Bana fark etmez.” Birlikte güzel sohbet eşliğinde saatlerce konuşmuştuk. Su sandığımdan daha tatlı bir kızdı. Sevecendi ve hayat doluydu. Okulda sürekli başı eğik gezdiği için kimse onunla arkadaşlık etmiyordu. Anlatmasına göre okula ilk başladığı zamanlar yarı Alman olduğu için biraz ilgi görmüş ve birkaç arkadaş edinmişti ama sonrasında da hepsi tek tek ondan uzaklaşmıştı. Alara onu çekememiş olmalıydı. Kendisinden daha fazla sevilenleri çekemiyor ve sürekli ezmeye çalışıyordu. Bu onu havalı yapmıyordu. Asıl eziğin kendisinin olduğunu gösteriyordu ama o bunu anlayamayacak kadar vurdumduymazdı. Ve işte zaman su gibi akıp gitmişti. “Gitmek istediğinden emin misin? Biraz daha kalsaydın.” dedim Su’ya. “Çok isterdim ama okulun çıkış saati de yaklaşıyor. Tam zamanında evde olmalıyım.” “Peki seninle gelmemi ister misin?” “Gerek yok Duygu.” “Tamam, o zaman yarın okulda görüşürüz.” “Görüşürüz.” deyip bana kocaman öpücük gönderdiğinde ben de hemen ona karşılık verip onu uğurlamıştım. Tam evimde rahat bir keyif sürecekken aşağıdan zilime basmışlardı. Su’yun olduğunu düşünerek kapıyı açtığımda merdivenlerden 2 erkek sesi gelmişti. Ah cidden! Telefonda da konuşabilirdik. Neden geliyorlardı ki? “Merhaba.” Müdür bey önden içeri geçerken Murat da yapay bir gülümsemeyle geçmişti. Bu ikisi iyi kanka olmuştu. “Yarın okula gelecektim zaten. Neden şimdi geldiniz?” “Ben demiştim size. Bakın hasta değil.” Murat bir çocuk edasıyla konuşunca müdür beyin gözleri iki fincan kahveye takılmıştı. Daha onları toplamama bile fırsat vermeden evime baskın yapmışlardı. “Neden bize yalan söylediniz?” dedi Rıfkı bey. “Çünkü anlatmak istemedim.” “Biriyle özel anlar mı yaşadın?” Şeytan diyor ki git Murat’ın kafasına sehpayla giriş! “Lafı nerenden anlıyorsun sen?” dedim dişlerimin arasından. Keşke tırnaklarım uzun olsaydı da şunu bir cırmalasaydım. “Su vardı yanımda. Oldu mu? Alara canını sıkmış okula gitmek istemeyince ben de onunla gitmedim. Beraber benim evimde oturduk. O da az önce çıktı.” “Neyse şu an bu önemli değil Duygu hanım. Size büyük bir gelişmeden bahsedeceğim.” Murat kollarını birbirine bağlayıp “Evet, büyük bir gelişme.” demişti ilgisizce. İkisinin arasında bir şey mi yaşanmıştı? Biraz tuhaflardı. “2. Derste odamdan çıkıp kantine inerken koridorda kavga eden 2 öğrenci gördüm. Poyraz Ali ve İlker’di. İlker, Poyraz’a her şeyi sen mi yaptın diye soruyordu. Art arda sorusunu yinelerken Poyraz öfkelenip her şeyi ben yaptım dedi. Bence Bade’yi de iten oydu.” “Ben de elinize bir kanıt geçti zannettim Rıfkı bey. Bunun için buraya kadar gelmenize gerek yoktu.” “Murat bey çok ısrar etti. Yoksa ben size mesaj çekecektim.” Hem ısrar edip hem de gelmek istemiyormuş gibi davranıyordu. Onu anlamak zordu. Hem de fazlasıyla. Sürekli bir şeyler duyarak yapbozun eksik parçalarını tamamlayamayacağımızın farkındaydım artık. Bir plan yapmalı ve katili oyuna getirmeliydik. Ormanın çevresinde ya da okuldan biriydi işte ama elimizde hala kayda değer bir şey yoktu. O yüzden bir yerden başlamalı ve hemen sonunu getirmeliydik. “Ağlayan Köşk’ün çevresine astığımız kameradan herhangi birinin gelip gelmediğini görebildiniz mi?” dedim müdür beye. “7/24 orayı izliyorum ama hiçbir şey yok. Sadece hayvanlar geziyor ortada ama bir papağanın konuşmaları var. Hani bana bahsetmiştiniz ya. Belki o papağan bu papağan olabilir.” Yani bu da iş görebilirdi. “Aslında benim aklımda bir şey var. Siz de kabul ederseniz bir arkadaşımdan yardım alacağım.” dedi Murat. “Anlatsana. Kafamıza yatarsa planını uygularız.” Ben de müdür beye katılırken ikimiz de Murat’ın anlatacaklarına odaklanmıştık. … Yeni bir günümü de okulda heba etmek için ayaklarımı sürüye sürüye aylardır öğrencisi olduğum koleje gelmiştim. Lise hayatım zehir zıkkım olurken bir de üstüne tekrardan liseye zorunda kalıyordum işte. Bu da böyle bir şeydi ama olsun ya. Ben bu liseyi sevmiştim. Alışmıştım da. Her şey şu an güzel gidiyordu. “Günaydın Çınar.” dedim arabasından inen genç çocuğa. “Sana da günaydın Duygu. Dün neden gelmedin?” “Biraz rahatsız gibiydim.” “Geçmiş olsun. Alara da sana Su’yu nasıl çamura boğduğunu anlatmak için okula heyecanlı heyecanlı gelip seni göremeyince çıldırdı.” “Olsun bugün anlatır o da.” Umarım yine Su’ya bulaşmaya kalkmazdı. Her seferinde nasıl engelleyeceğimi düşünüp bin ton fikir üretmek zorunda kalıyordum. Sınıfa gelince Alara’nın kadrajına girdiğim an beni ayakta karşılamak için önüme gelmişti. “Sen dün nasıl gelmezsin? Son derse kadar gelmeni bekledim ama beni hayal kırıklığına uğrattın.” Biraz daha zorlasa iyi oyuncu olurdu. “Tatlım biraz rahatsızdım. Yoksa gelirdim.” “Tamam,” deyip elimi tuttu. “Önemli değil.” Beni kendi sırasına götürdü. “Şimdi anlatacaklarımı iyi dinle. Sen bile gülmekten öleceksin.” Başka kim gülmekten ölmüştü? “Dün sabah okula gelmek için yola çıktım. Bir ne göreyim eziğin teki yolda yürüyor. Tam da bir özürlü gibi. Beni fark etmediği için kaldırımın yol kısmında okula doğru gidiyordu. Tabii ben de durur muyum? Asla. Arabama yüklenip kenarda ki çamuru yedirdim. Bir de durup fotoğrafını çektim.” Telefonundan bir şeylere tuşlayıp bana gösterdi. “Nasıl çekmişim? Bence efso.” Benim gördüğüm halinden daha kötü bir durumdaydı. Alara’nın çektiği açı onu korkunç göstermişti. Yanlış bir şey söylememek için kendimi sıkarken boğazımın düğümlendiğini hissetmiştim. Ben böyle hissettiysem kim bilir Su neler hissetmişti? “Bir şey desene kızım.” “Fotoğrafın mükemmelliği karşısında dilim tutuldu Alara. Konuşmak aklıma dahi gelmedi.” Su hiç korkma ben her zaman yanında olacağım. Sana sahip çıkacağım. “Duygu senle kafa yapımız çok iyi, değil mi? Bu iki mal sadece güzel dedi. Güzel! Sense keyfimi yerine getirdin.” “Ders başlayacak. Ben yerime geçeyim.” Fazla konuşmamak için bulduğum bahaneyle yerime geçerken sulanan gözlerimi kimsenin görmemesi için saklamaya çalışıyordum. Üzülüyordum ve bu elimde değildi. “Duygu ben zorbalıkta bu kadar ileri gidebileceğini hiç düşünmemiştim.” Melih de sanki ağlamak üzere olduğumu biliyormuş gibi konuşmaya başlamıştı. “Sadece biraz eğleniyoruz. Ne var bunda?” dedim ona bakmayarak. Bakamazdım da zaten. Sesimin titrememesi için kendimi zorlarken bir de gözlerimi saklayamazdım. “Ne mi var? O kızın neler yaşadığını düşünemiyor musunuz?” “Bana ne bundan? Ne yaşıyorsa yaşasın.” “Sana laf anlatmakla hata yapıyorum belli ki.” dedikten sonra daha konuşmadı. Bu zamana kadar tek kelime etmeyip tam da duygusallaşacağım anı mı bulmuştu gerçekten? Aradan geçen 3 dersten sonra okulda bir anons geçilmişti. Öğrencilerin aşağı da toplanmasını ve bir konuşma yapılacağından bahsedilmişti. Murat’ın planını hemen devreye soktuğumuz için de ayrı bir gergindim zaten. Ders bitip teneffüs çaldığında herkes öğretmenler tarafından kendi sınıflarının önünde sıraya sokulurken 32 diş sırıtan Rıfkı bey elinde mikrofonla ağaç gibi dikilmişti. Herkes neler olup bittiğini öğrenmek için can atarken müdür bey konuşmaya başlamıştı. “Bugün okulumuzun kuruluş yıl dönümü. Tam 20 yıldır sizlere eğitim verebilmek için çabalıyoruz. Elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz.” diye söze başladı. “Bir zahmet de iyisini yapın yani. O kadar para ödüyoruz.” Birinin sesi ta arkalardan bana kadar ulaşmıştı. Ben en ön sıraya yakınken Murat da birkaç kişi arkamdaydı. “Ben okula geldiğimde sizden 4-5 yaş kadar büyüktüm. O zamanlar yakışıklıydım da. Hem öğretmenler hem de öğrenciler bana aşık oluyordu.” Rıfkı beyin gerçekten de bunu söylediğini anlayabilmek için yanımdakine bakmıştım. O da yanı şekilde bana bakmıştı. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu? “Neyse konumuza dönelim. 20. yılımızın şerefine size ufak hediyeler hazırladık.” Rıfkı bey biraz daha ıkınsa ortaya belki idare edilebilir şeyler çıkabilirdi ama adam o kadar konuşmak istemiyordu ki saçmalıyordu. Okulun bunca zaman ayakta durması şaşılacak şeydi. “Alt tarafı bir hediye için mi bizi bu soğukta aşağı indirdiniz!” Başka biri müdür duyabilsin diye konuşurken bu Rıfkı beyin hiç de umurunda olmamıştı. Hediyeler öğretmenler tarafından dağıtılırken gözlerim Murat Yalçın’ı aramıştı. O da bana baktığında kafasını sallamıştı hafifçe. “Hediyelerimizin içinde sizler için video hazırladık. QR kodları okutmayı unutmayın.” Müdür bey uyarısını yapınca sahneden inmiş ve hediyelerini alan sınıflar okula girerken sıra yavaş yavaş bize geliyordu. Bu dersten sonra bir kargaşa mı çıkacaktı? Yoksa okul ölüm sessizliğine mi boğulacaktı?
_____ Merak merak merak Bade iyileşir mi acaba🤔 Kendinize iyi bakınn💞 |
0% |