@zeynepzy
|
Çantamı sınıfa bıraktıktan sonra koridorda toplanan kalabalığının arasına karıştım. Ders henüz başlamadığı için herkes sınıf yerine başka yerleri tercih etmişti. Sena, Alara ve Çınar bir kenarda durmuş konuşurken yanlarına sessizce yaklaşma fikri ile hareketlendim. Alara’yı bilmiyorum ama Sena biraz gergin gibiydi. Parmaklarını saçlarına sarıp sarıp geri bırakıyor ve kopan saçlarını yuvarlayıp yere atıyordu. “Çınar gerçekten de durum böyle mi?” Sanırım Sena Nur arkadaşı hakkında bilmediği şeyleri öğreniyordu. “Seni doğrulamak istemezdim ama öyle. Mavi, Bade’yi itti.” Benim hedefim Rüzgar’ın katiliyle onu aynı anda göndermekti. Tabii hala Mavi suçunu itiraf etmediği için ve polisin elinde de yeterince delil olmadığından onu salabilme ihtimalleri de vardı ama bir böyle bir şey olmayacaktı. “Daha fazla konuşmayalım. Biri duyarsa okula yayılır.” Çınar konuyu kapatınca ben de aralarına girmiştim. “Günaydın! Nasılsınız?” dedim gereksiz bir neşeyle. Üçünden doğru düzgün bir ses çıkmayınca “Bir sorun mu var? Yüzünüzden düşen bin parça.” dedim. “Bir şey olduğu yok. Sohbet ediyorduk sadece.” Sena Nur durumu kıvırmaya çalışınca fazla üstelemedim. Nasıl olsa bir gün her şey açığa çıkacaktı. “Sınıfa geçelim mi? Ders başlayacak birazdan.” diye bir öneri de bulundum. “Olur. Çok iyi olur. Ben de sana yeni aldığım elbiseyi göstereyim.” Alara koluma girerek beni yürütürken hiçbir şeyden şüphelenmediğimi düşünmeleri için dua etmiştim. Gayet saf oynamıştım rolümü. “Ne renk aldın?” dedim merak etmiş bir şekilde. “Krem.” Telefonunu hızlı hızlı karıştırırken çok fazla aşağı kaydırdığını görmüştüm. Sanırım bir şeyler sallamaya çalışıyordu. “Bak elbiseme.” diyerek telefonu gözüme sokarken elinden alıp “Bu 2022 modası değil mi? Seni kandırmışlar canım.” dedim. O da şaşırmış gibi yapmıştı. Sence ben kolay lokma mıydım? “Nişantaşı’ndan aldım bir de. İnanamıyorum.” “Okul çıkışı o mağazaya gidelim. Ben çok güzel rezil ederim onları.” “Yok. Gerek yok canım. Ben hallederim.” Etekleri tutuşan Alara telefonunda ki fotoğrafı kapattı. “Emin misin? İstersen oraya hiç gitmeden yayın açıp da rezil edebiliriz.” Üzerine gitmek sanırım bundan sonra en sevdiğim şey olacaktı. Kendi telefonuma davranınca hızla elimden çekti. “Duygu gerek yok dedim ya.” Yumuşatarak konuşmaya çalışınca ben de “Sen iyi misin?” demekle yetinmiştim. “İyiyim. Her neyse derse geçelim.” Kendi sırasına alelacele oturunca yeni avımın o olması beni hiç heyecanlandırmamıştı. Eminim ki Çınar ona bizim bildiğimizden daha fazlasını anlatmıştı ve Alara da ağzını tutacak bir kız tavrı yoktu. Alakası olmayan bir konu da üzerine gidince bile kendisini ele vermişti. Tiyatroyu bugün yapıp ona bir şok daha mı yaşatsak acaba? Güzel olmaz mıydı? “Murat günaydın.” diyerek onun yanına giderken “Sana da günaydın Duygu.” dedi. “Matematik ödevini yapabildin mi? Ben bir soruyu anlamadım.” Göz ucuyla diğerlerine bakarken “Mavi’den haber alabildin mi?” dedim. En son arkadaşlarıyla konuşacağından bahsetmişti. Nerede ne kadar arkadaşı olduğunu bilmiyordum. Umarım onlar da bir işimize yarardı. “Annesi olaya el koymuş. Dışarı bilgi sızdırılmasın diye.” “Yani şu anda elimizde bir şey yok mu?” “Maalesef.” Tamam, pes etmiş değildik. Şimdi olmasa bile birkaç gün sonra birtakım şeyler duyardık. Murat ve ben konuşmaya devam ederken müdür bey girmişti içeri. Dimdik ve göğsünü gere gere yürüyordu ki ayağı takılır gibi olunca kahkaha atmama mani olmak da fazla zorlanmıştım. “Merhaba gençler! Okulumuz yoksul olan insanlara kıyafet bağışlamak için yapılan etkinliğe katılmaya karar verdi. Haftaya pazartesiye kadar bağışlamak istediğiniz kıyafetlerinizi düzgün bir şekilde getirin.” Bakışları bize döndü. “Duygu ve Murat Yalçın 2 dakika gelir misiniz?” Önden ilerlerken biz de peşine takılmıştık. Bakalım ne diyecekti? “Bir şey mi söyleyecektiniz hocam?” dedim yanımızdan geçenleri işaret ederek. Biz zaten sürekli iletişim halindeydik. Böyle köşelere geçmeye ne gerek vardı? “Mavi’nin annesi aradı beni. Kızının itham edildiği şeyin okulda dolanıp dolanmadığını sordu. Mavi okula döndüğünde kötü bir muamele görürse okula dava açacakmış.” “Bir anne olarak kızını koruması normal de fazla abartmamış mı?” dedim. “Kızının yaptığı şeyleri örtmeye çalışan bir anne gibi daha çok. Bu bir koruma değil. Hataların üzerini örtme çabası.” “Yani Mavi, Rüzgar’ı öldürmüş olabilir mi?” dedim Murat’a bakarak. O ise kafasını sakince aşağı yukarı salladı. Evet, bu mümkün olabilirdi. “Henüz elimizde yeterince delil yok ve Mavi öğleden sonra okula gelecek. Kendinize dikkat edin.” Bir dakika ne? Rıfkı bey, Mavi’nin öğleden sonra geleceğini mi söylemişti? Ama bu nasıl olur- para tabii ki! Nasıl unuturum bunu? “Tamam, hocam. Derse geçiyoruz.” deyip önden ilerleyip sırama geçmiştim. … “Duygu sana söylemedim ama ben bu işten pek memnun değilim.” “Ama sen de bu zorbalıkların bitmesini ve okulun daha düzgün bir yer hale gelmesini istememiş miydin?” “İstedim tabii. Önce Rüzgar sonra da Bade Gül… Bu ikisinin yaşadığı şeylerin başkalarının başına gelmesini istemiyorum ama Alara’yı biliyorsun sen de. Babası okulun en büyük bağışçılarından biri.” Onu ilk defa bu kadar olgun görüyordum. Serseri çocuk gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti. “Bu durum bizi ilgilendirmez ki. Bunu müdür beyin düşünmesi gerek. Onay verdiğine göre yeterince düşünmüş olmalı.” Bir şey demedi ve düşünceli bir şekilde uzağa daldı. Arkadaşının başına gelenleri hala atlatamamış olmalıydı. Kollarımı bağlayıp başlamak üzere olan gösteriye odakladım kendimi. Okuldan hiç tanımadığımız öğrencileri ayarlamıştık ve herkesin anlayacağı bir şekilde skeci hazırlamıştık. Şimdi ise bu mükemmel tiyatromuz birazdan sergilenecekti. Alara ve arkadaşlarının tam ortalara oturmasını sağlamıştık. Bu fikirlerin bana ait olduğundan haberleri yoktu ve olmayacaktı da. Murat da Mavi’yi gözetlemek için gösteriye katılmamıştı. Okul bomboş değildi elbette ama biri tarafından gözetlenmesi şu an için en iyi seçenekti. Müdür beyimiz sağ olsun hala okulun kameralarıyla ilgilenmemişti. Bir ara değiştirmek için girişim de bulunmuştu ama sonrasında anlaşma sağlanamamıştı. Hala bozuk kameralar vardı yani. Gösteri başladığı an herkes suspus olmuştu. Bir okulu tasvir etmeye çalışmıştık sahnede. En çok ben ilgilenmiştim ve tam da istediğim gibi yapmıştım. Gören herkes de buranın bir okul olduğunu anlamak da zorlanmayacaktı. Hatta o okulun bu okul olduğunu tek bakışta anlayacaklardı. Su’yu canlandıran kız yere itildiğinde arkasında gülen kız tam da Alara’ydı. “Alara anladı mı sence?” diye fısıldadım İlker’e. “Henüz değil.” Bana baktı. “Sen bu kızdan nefret etmediğinden emin misin?” “Bunu daha önce de sormuştun. Ben o zaman da nefret etmediğimi söylemiştim ve hala da etmiyorum. Sadece doğru olanın bu olmadığını göstermeye çalışıyorum. Sen de arkadaşlarını yanlış yol da görsen elinden geleni yapmaz mısın?” “Bilmem.” Anlatım şeklime pek ikna olmamıştı. Skecin çok uzun olmaması herkesin hemen hemen her şeyi anlamasını sağlamıştı. Konferans salonunda fısıltılar duyulurken Alara etrafına bakmıştı kısa süreli. Kaşları havalanmıştı. Sanırım neler olduğunu az çok anlamıştı. Zaten anlamasa bile son da kesin anlayacaktı. “Neden beni sevmiyorsun? Benim senden ne farkım var?” dedi Su’yun karakteri. “Benimle konuşacak seviye de bile değilsin.” Alara’nın karakteri tırnaklarına baktı uzun uzun. Oynayan kızı tebrik etmek lazımdı. Alara’yı Alara’dan daha iyi oynuyordu. “Neden? Babam, amcam gibi zengin değil diye mi?” İşte o an herkes Alara’ya bakmıştı. Herkes gözleriyle onun olduğu yerde küçülmesini sağlamışlardı. “Sana kaç kere babama amca deme dedim! Sözümü dinlemezsen canım bugünkünden daha çok yanar.” “Biz kuzeniz Ayla. Kardeş gibi olmamız gerekirken neden iki yabancı gibiyiz?” “HAYIR! BU KIZ BENİM KUZENİM FALAN DEĞİL. YALAN BU!” Alara ayağa kalkarak herkese bağırırken çok fazla burada durmayıp çıkıp gitmişti. Yüzü tam bir patlıcan gibi olmuştu. Tamamen morarmıştı. Zaten ona da en çok bu renk yakışırdı. Boşuna krem rengi elbise bakıyordu. Alara çıktıktan sonra bu iki karakter bize dönüp kısa ama anlamlı cümleler kurarak herkesin alkışını kazanmıştı. Hatta videoya alanlar da internette paylaşacağından bahsetmişti ve ben de ilk defa bir şeyden bu kadar memnun olmuştum. Tiyatromuz son bulurken ben de bahçeye inmiştim. Murat lavaboya gitmesi gerektiğine dair kısa bir mesaj atmıştı. Ders başlayana kadar ben de Mavi’nin gelip gelmediğine bakınacaktım. Aslında buna gerek de yoktu. Derse de az kalmıştı ama yine bekleyecektim. Bahçenin kapısına doğru yürüyüp kenardan gelen geçene izlerken beyaz son model bir araba durmuştu kapının önünde. Ön kapıdan Mavi inmiş ve okula yaklaşmıştı. Annesi de arkasından kapıyı açıp “Tuana!” diye ona seslenmişti. Tuana? “Anne sana kaç kere şöyle seslenme dedim!” Ardından bana hapşırma isteği gelirken oradan uzaklaşmaya çalışmış, takılıp düşmüş ve üstüne de seslice hapşırmıştım. Beni görmemesi için kulübenin arkasına geçerken korkuyla Mavi’nin okula geçip gitmesini izlemiştim. Tehlike şimdilik geçti ama bundan sonrası için daha dikkatli olmalıydım. Onun okula girdiğinden tamamen emin olduktan sonra ben de sınıfa doğru yol almıştım. Annesinin ona Tuana diye seslendiğini Murat’a ve müdür beye söylemeliydim. Okula girip müdür beyin odasına yol alırken “Duygu, tarih öğretmeni ödevleri bu ders toplayacakmış. Hemen gel.” diyen Melih yüzünden sınıfa çıkmak zorunda kalmıştım. O adam çok korkunçtu. Sinirliydi ve sınıfta kimse ağzını açamıyordu. Kafamızı hareket ettirmemize dahi izin vermiyordu. Ondan azar yememek için mecbur sınıfa gitmiştim. Öğrenci olmasam da ondan korkuyordum. “Duygu, bir bakar mısın?” Sena’nın yanına gidip “Ne oldu?” dedim. “Ben tarih ödevini yapamadım. Bana cevapları verir misin?” “Tamam, sen aç. Ben bir bakayım.” Ödev olan yeri açarken ben de kalemi elime alıp hatırladığım kadarıyla doldurmaya başlamıştım. “Dizine ne oldu senin?” Ödevle alakası olmayan bir soru sorunca gözlerim onun baktığı yere kaymıştı. Dizim kanıyordu ve ben bunu fark etmemiştim bile. “D-düşmüştüm.” dedim kekeleyerek. Mavi de çok yakınımızdaydı ve fark etmesi an meselesiydi. Boş yerleri hızlıca doldurup yerime otururken çantamda ki mendili çıkarmıştım. Öğretmen gelene kadar dizimi temizlemem gerekiyordu. Yanımda yara bandı da yoktu. Umarım kısa süre de kan dururdu. … “Baba beni korkutma.” dedim titreyen sesimle. Annemin kötüleştiğinden bahsediyordu. O adamın cezasını çekmesi için ben de dava açmaya hazırken annemin gitmesine izin veremezdim. “Duygu şu an her neredeysen çabuk gel kızım. Annen seni görmeyi çok istiyor.” Alt dudağım titriyordu. Babam daha da üzülmesin diye ağlamamak için tırnaklarımı kendime batırıyordum. “Tamam, baba hemen geleceğim. Sizi görmeye en kısa sürede geleceğim.” Telefon da konuşmamız uzadıkça zaman kaybı yaşadığımı düşünüyordum. Keşke ışınlanabilme şansım olsaydı. Ya da keşke onların yanından bir an bile ayrılmasaydım. “Annenin yanına gelince ölümden bahsetme sakın. Duyunca çok korkuyor.” “Tamam, bahsetmem. Benim şimdi kapatmam lazım. Görüşürüz baba.” Zor da olsa yutkundum. Oraya bir an önce gidecek ve annemi mutlu edecektim. “Görüşürüz kızım. Dikkat et kendine.” Hızlı adımlarla eve girince kendimi direkt odama atmıştım. En yakın zamana bir bilet ayırmaya çalışmıştım. Otobüsle giderek vakit kaybedemeyecektim. O yüzden bir uçak bileti ayırtmıştım kendime. Daha sonra da ağzıma bir lokma dahi atmadan dolabıma yönelmiştim. Uzun zamandır kenarda duran bavulumu çıkarıp neyim varsa içine doldurmuştum. Bavulumu hazırlayıp hazırlamaz havaalanına gidecektim. Bu akşama bir bilet bulmayı başarmıştım. Sıklıkla üşüdüğüm bu mevsim de seri bir şekilde hareket etmem beni terletmişti. Dizimde ki yarayı iyice temizledikten sonra bir tane yara bandı yapıştırıp okul kıyafetlerimden kurtulmuş ve rahat bir şeyler geçirmiştim. Müdür beye ve Murat’a durumla ilgili bir şeyler yazdıktan sonra evden çıkıp bir taksiye atlamıştım. Bu şehirden hemen ayrılmak istiyordum. Yolun ne kadar süreceğini az çok bilsem de saati sürekli kontrol edip duruyordum. Konu ailem olduğunda hiçbir şey bunun önüne geçemiyordu. Geçemezdi de zaten. Belki de annemin durumu uzun zamandır kötüydü ve babam ben korkmayayım diye söyleyememişti. Ya gerçekten de öyleyse? O zaman çok daha fazla üzülürdüm. Saate baka baka yolun yarısını bitirmiştim. Bu süreç içerisinde ne Murat’tan ne de müdür beyden bir mesaj gelmemişti. Umarım yakında zaman da görüp durumu bir şekilde idare edebilirlerdi. Annemi bir göreyim ondan sonra onlara da yardımcı olmaya çalışacaktım. Yeter ki onu bir göreyim, bir öpeyim, bir koklayayım… Bu liste böyle uzayıp giderdi. “Yolumuz ne kadar kadı?” dedim şoföre. Bu ilk kez soruşumdu. Aslında birçok kez kendimi tutup sormamıştım ama bu sefer dayanamamıştım işte. “Acelen var galiba abla. Sürekli telefonuna bakıp duruyorsun. Az kaldı merak etme.” “Evet, acelem var.” diye mırıldandım. Anneme bir an önce sarılmak için acele ediyordum. Bir süre daha yolculuk yaptıktan sonra nihayet havaalanına varmıştım. Uçağımın kalkmasına pek de bir zaman olmadığı için alelacele koşturup uçağımın yerini öğrenince biletimde yazan yere oturmuştum. Telefonumu son kez kontrol edecekken şarjımın bittiğini görmüştüm. Şarj makinem de bavulumda kalmış olmalıydı ama bu şu an hiç önemli değildi. Evime gidince bir ara takardım. Yolcular uçağa yerleşirken bilette ki saatten önce hareket edecemeyeceğimizi bildiğim için sabırla beklemiştim. Zaten az kalmıştı. 5 dakika sonra havalanacaktık. Bu kadar katlandıktan sonra biraz daha katlanabilirdim. Uçak şaşırtıcı bir şekilde çok dolmamıştı. Hatta yanım boş kalmıştı. Son dakikaya kadar birinin geleceğini sanmıştım ama kimse gelmemiş ve pilot konuşmaya başlamıştı. Sonunda anneme kavuşacaktım.
_______ Medyanın yerine buraya da fotoğraf ekleniyor mu ya ben bulamadım ekleniyorsa kdfbjdks Sınavlar falan da yaklaşıyor vakit buldukça yazmaya çalışacağım💞🙏 Güle güle👋👋 |
0% |