@zeynepzy
|
“Hava da mis gibiymiş.” dedim içime çekerek. “Çok durmayalım dışarı da. Annen hastalanmasın.” Öğle yemeğinden sonra evin karşısında ki parka gelmiştik. 1 saat kadar yürüyüş yaptıktan sonra babam, annem çok fazla yürüyemediği için erkenden eve dönme kararı almıştı. Üzerine çok fazla titriyordu. Akşamları da fazlasıyla soğuk oluyordu zaten. En iyisi de babamın dediği gibi eve dönmekti. “Tamam, siz eve dönün. Ben de birkaç bir şey alıp geliyorum.” İkisi binaya girerken ben de sokağın başında ki markete yol almıştım. Atıştırmalık alacaktım. Buraya geldiğimden beri canım tatlı bir şeyler çekiyordu. Markete girince titreyen telefonumu alıp direkt kulağıma götürmüştüm. Ben de kayıtlı olmayan bir numaraydı. “Alo.” “Duygu hanım, merhabalar. Ben annenizin doktoru Fırat Cansever.” Evet, hatırlıyordum kendisini. “Bir problem mi var?” Numaramı kendisine bırakmamıştım aslında. Nereden buluştu ki? “Hayır, yok. Şu an da müsait miydiniz?” “Evet, müsaidim.” Abur cubur reyonundan çikolata bakarken ister istemez kaşlarım çatılmıştı. “Sizinle görüşebilmemiz şu anda mümkün mü?” Bir problem yok demişti ama. Neden görüşmek istiyordu ki? Bu doktor da kafamı karıştıran şeyler vardı. Aslında sadece bir kere görüşmüştük ama kanım hiç ısınmamıştı. Umarım ben yanılıyorumdur. “Olur, görüşebiliriz.” diye yanıtladım onu. “Evde misiniz?” “Hayır, marketteyim. Evin adresini biliyorsanız karşısında ki parka gelebilir misiniz? Buradan çok uzaklaşmak istemiyorum.” dedikten sonra telefonuma bildirimler düşmüştü. Murat mesajlar atmıştı. Neden ulaşamadığını soruyordu. Daha sonra cevap verirdim. “Tamam, 10 dakikaya oradayım o zaman.” “Görüşürüz.” Bir şeyler alarak hızlıca kasaya geçtim. Kimse olmadığından hemen aldıklarımın ücretini ödeyip oradan çıktım. Önemli bir şey olsaydı telefonda bahsederdi, değil mi? Başka bir şey söyleyecekti herhalde. Az önce ki parka geri dönüp boş olan banklardan birine geçtim. 10 dakikaya kadar geleceğinden bahsetmişti. Yani birazdan burada olacaktı. Bir anda arayıp beni tedirgin etmişti. Neye, neden tedirgin olduğumu da anlayamıyordum ki. Hiçbir şey söylememiş olması aklımda fazlaca ihtimalin dönmesine neden oluyordu. Aldığım çikolatalardan bir tanesini açıp bir ısırık almıştım. “Merhaba.” Doktor beyin sesini duyunca ayaklanmıştım. Uzattığı elini sıkarken ağzımda ki parçayı bir an önce bitirmeye çalışmıştım. “Merhaba Fırat bey.” “Nasılsınız?” “İyiyim. Siz?” dedim sabırsızca. “Ben de iyiyim.” Sesini düzletmek amacıyla öksürmüştü. Ne diyeceğini bilemez bir şekildeydi sanki. “Duygu hanım,” dedi. Sanki burada olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. “Sizi dinliyorum Fırat bey.” Boğazında bariz bir şekilde duran çıkıntı oynadı. “Ben annenize uygulanan yanlış tedaviyi biraz araştırdım. Annenizin doktorunun çalıştığı hastaneyle konuştum size yardımcı olabilmek için.” “Öyle mi?” dedim şaşkınca. “O doktorun tarafını tuttuğunuzu düşünmüştüm. Beni yanılttınız.” “Ben kimsenin tarafını tutmuyorum. Yanlış anlaşılmasın. Merak ettiğim için bilgi edinmek istedim.” Gözleri biraz aşağı kaydı. Elini kaldırdı yanağıma kadar. Yüzüme yaklaştı ufak bir gülümsemeyle. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu? Bana yanlış hissettiriyordu. Hem de çok yanlış. “Saçlarınız çikolataya geliyordu o yüzden ittim.” dediğinde telefonum yine titremeye başlamıştı. “Farkındaysanız bunu yapmanızı sizden istemedim.” Hemen kendimi geri çektim. Bana istediği gibi yaklaşamazdı. Kim oluyordu da bunu yapma cesaretin de bulunabiliyordu? Onun hakkında olumlu düşüncelere kapılmamam için şimdiden bana nedenler sunmaya başlamıştı. “Yanlış anlayabileceğinizi düşünmedim. Çok üzgünüm.” Düşünmemişmiş! “Fırat bey, eğer annemin doktoru olmasaydınız-“ “Duygu hanım lütfen beni dinleyin. Size anlatmak istediğim şeyler var ama önce isterseniz telefonunuza bakın. Israrla aramaya devam ediyor çünkü.” Konuyu başka yere çekerken ben de ısrarla telefonumu titreten kişiyi merak etmiştim. Murat’tı. Şu anda bakmak için zamanı değildi ama o laftan anlamıyormuş gibi inatla çaldırıyordu. “Sanırım sizi çok merak eden biri arıyor.” Doktor arkada kendi kendine bir şeyler gevelerken ekranıma düşen mesajı okumuştum. Kafanı kaldır. Telefonu cebime koyup dediğini yaparken tam da karşımda duran Murat Yalçın’ı görmüştüm. Dümdüz bakıyordu. Kafasını iki yana sallayıp geriye doğru adımlar atmaya başlamıştı. “Murat, dur!” Doktoru unutup ona doğru koştum. Her şeyi yanlış anladığının farkındaydım ve bunu düzeltmeliydim. Arkamdan gelmesini kim söylemişti ki ona? “Yanlış anladın. Murat sana diyorum.” Kolundan tutup kendime çevirdim onu. “Yanlış anladın. O, annemin doktoru. Benimle konuşmak istedi.” Hala aynı ifade vardı yüzünde. “Murat beni dinlemiyor musun?” “Saçlarına dokunuyordu Duygu. Sana geldiğimin haberini vermek için ararken saçlarına dokundu ve sen hiçbir tepki vermedin.” Evet, yanlış anlamıştı ve doğru düzgün beni dinlemiyordu bile. “Nasıl vermedim? Ondan uzaklaştım, görmedin mi? Babanı araştırmış ve bir şeyler öğrendiğini söyledi onu tam anlatacaktı. Gel beraber dinleyelim.” “Bunu bilerek mi yapıyorsun?” Kahretsin ki hiçbir şey anlayamıyordum! Öylece bakıyordu. Canla başla ona bir şey anlatmaya çalışıyordum ama o dediklerimi umursamıyordu. Yanlış anlaşılmaya müsait bir şey görüp o şekilde de yorumlamıştı ama öyle değildi işte! “Neyi bilerek mi yapıyorum?” “Buraya geleceğimi tahmin edip canımı mı yakmak istedin? Bana oyun mu oynamak istedin?” “Murat,” dedim bana bakması için. Ellerimi omuzlarına koydum ve sıktım. Beni yanlış anlayamazdı. Anlamamalıydı! “Hayır, seni kandırmak istemedim çünkü benim böyle bir amacım olmadı. Saçım öne geldiği için itti. Ben de ona kızdım zaten.” “Ben senin neyinim ki Duygu? Bana neden açıklama yapıyorsun?” “Murat bana bunu yapamazsın. İstediğin gibi anlayamazsın. Annem kötü olduğu için geldim ve annem için de o doktorla buluştum. Bak o da geliyor. Her şeyi söyleyecek sana.” Fırat bey sanki yavaş çekimdeymiş gibi yürüyerek yanımıza geldiğinde kollarını göğsünde kavuşturmuştu. “Doktor bey, bir yanlış anlaşılmayı düzeltebilir miyiz lütfen?” “Neyi düzelteceğiz Duygu hanım?” Yan bir gülümsemeyle Murat’ı baştan sona süzmüştü. “Ben düzeltilecek bir şey olduğunu sanmıyorum. İki medeni insan gibi oturmuş konuşuyorduk. Hem bu kim? Arkadaşınız mı?” “Duygu, özür dilerim. Hiç gelmemeliydim.” “Murat bana haksızlık yapıyorsun şu anda. 2 saniyeliğine bir anlam yüklenmemesi gereken ana tanıklık edip gidemezsin. Bunu yapamazsın.” Beni dinlemeyi tercih bile etmiyordu. Delirmek üzereydim. “Baban annemin hayatının içine ettiği için buradayım. Annem en çok da senin yüzünden bu halde! Ben onun için adaleti aramaya çalışırken sen gereksiz yere sorun çıkarıyorsun.” Nefes nefese kalmıştım. “Sen korkup beni de kötü bir durumun içine sokarak kayboldun gittin! Olan benim anneme oldu. Onun hayatı mahvoldu. Hepsi de senin gibi bir korkağın yüzünden! Ayrıca ben senin gibi aptalca oyunlara da başvurmam! Beni kendinle karıştırma.” Kafasını eğdi. “Evet, hepsi benim suçum. Bir çocuk gibi korkup sana oyun oynamamalıydım. Her şey için tekrardan özür dilerim. Bir daha yoluna çıkmayacağım.” “Son sözü söyleyip haklıymışsın gibi gidemezsin!” Arkasından bağırmaya devam ederken bir kere bile durup bir şey dememişti. “Murat beni dinleyeceksin!” “Biraz sakin olun Duygu hanım.” “Siz de kesin sesinizi. Kalbinizi kırmayayım.” Öfkem bir zehir gibiydi. Çoktan yayılmış ve o zehri akıtmak için de dilimi kullandırmıştı. … Belirli bir eylemi yerine getirdikten sonra üzüntü, utanç, mahcubiyet veya suçluluk karışımı bir duygu hissetmek demekti pişmanlık. Tam da o haldeydim. Pişmandım. Hem de çok. Murat’ın üzerine gidip kalbini kırmıştım. Durumu izah etmek yerine onu alakası olmayan bir durumla vurmuştum. Onu üzmüştüm. Her şey yoluna girdi derken aramıza yeni engel örmüştüm. O benim için buraya gelmişti. Bana destek olacaktı belki de ama ben ne yapmıştım? Onu üzmüştüm. Ben böyle bir insan da değildim ki. Hiç benlik değildi ama ne olduysa ben kendimi kaybetmişken olmuştu. Murat bana cevap verip orayı terk etmese daha da devam edecektim. İyi ki gitmişti. Peki ben neden kötü hissediyordum? Neden deli gibi ona doğruyu anlatmak istiyordum? Onun da dediği gibi ben onun neyiydim? Neden açıklama yapmak istiyordum? Onu hala seviyordum, değil mi? “Kızım iyi misin?” dedi babam. “İyiyim. Anneme ilacını vereyim mi?” “Ben verdim.” Bunun farkında dahi olmamıştım. Kafam o kadar doluydu ki dış dünyayla bağlantım kesilmişti sanki. “Baba,” dedim emin olmayan bir şekilde. “Benim İstanbul’a dönmem gerek.” Bade’den hala bir haber alamamıştım ve Murat’ın da canını sıktıktan sonra daha fazla burada kalamayacaktım. “Hemen mi?” Kafamı salladım. “Ama çok durmayacağım. Söz veriyorum. Geri döneceğim.” “Sen nasıl istersen öyle olsun.” Bu durumdan pek de memnun olmadığı gün gibi ortadaydı ama benim de yarım bıraktığım işi tamamlamam gerekiyordu. Müdür beye de döneceğimi söylemiştim. O da beni bekliyor olmalıydı. Hem babama da anlatmıştım durumu. Eminim zamanla beni anlayacaktır. Babam, annemi yatağına götürürken ben de Murat tarafından atılan mesajlara bakmıştım. Bana neden ulaşamadığını sormuş, aklında bir şeyin olduğundan bahsetmişti. Son mesaj da belliydi zaten. İçimde ki sıkıntı büyüye büyüye koca bir pilates topu haline gelmişti. Canım çok fazla sıkılmıştı. “Ben yatıyorum Duygu. Aklını kurcalayan şeyin seni rahatsız etmesine izin verme. Yat uyu.” O bile anlamıştı bir şeyin olduğunu. Saat de akşam 9’du. İstesem de bu saatte yatamazdım zaten. “Tamam, baba. İyi geceler.” Kafam karışık bir şekilde televizyon da oynayan dizi de göz gezdirdim. Böyle durumlarda aklımı asla bir şeyle meşgul edemezdim. Sürekli aynı sahneyi kafam da oynatıp dururdum. İstemediğim halde ne beynim ne de kalbim söz dinlerdi. Telefonumda en yakın tarihe ve uyguna İstanbul’a bileti ararken buldum kendimi. Bir an önce gidip kendimi açıklamalıydım. Aramızda ki yanlış anlaşılmaya bir son vermeliydim. Bunu yapamadığım her saniye daha çok canım sıkılıyordu. Bir yandan sosyal medyada saatlerimi öldürmeye çalışırken aslında zamanın hiç ilerlememiş olması gerçeğiyle yüzleşmiştim. Olmuyordu. Saat ilerlemiyordu. Üzerime bir battaniye atarak televizyonda ki programları gezmiştim. Uykum gelene kadar bu şekilde vakit geçirecektim artık. Zaman zaman saati kontrol ederek daha önce izlemediğim bir programı izleyip sabırla uykumun gelmesini beklemiştim. Çiftler yarışıyordu programda da. Birbirleri hakkında sorulan soruları cevaplıyorlardı. Güzel de bir şeye benziyordu. Vakit ilerledikçe üzerime çöken ağırlığın kaybolmaması için olduğum yerde hiç hareket etmedim. Televizyonun sesini kıstığım için sesini neredeyse algılayamamaya başlamıştım. Gözlerim de gidip gelirken uykum da iyice gelmiş ve ben de uykunun tatlı kollarına kendimi emanet etmiştim. … “Nasılsınız müdür bey?” dedim içime kaçan sesimle. Sabah ilk işim onu aramak olmuştu. Dün gece bir şekilde uyumuş olsam da sabah uyanır uyanmaz yine Murat’ı merak etmemle müdür beyi arama ihtiyacına kapılmıştım. “Günaydın Duygu hanım iyiyim ancak burası pek iyi değil. Murat bey oraya geldiğinde size bilgi verecekti. Hala görüşmediniz mi?” Görüştük evet. Görüştük. “Murat ani bir kararla döndü ama anladığım kadarıyla size bir şey söylememiş. Onu arayıp bir sorabilir misiniz? Ben ulaşamıyorum da.” “Öyle mi? Tamam, ben de kendisini arayıp nerede olduğunu öğrenmeye çalışırım.” En azından içim rahatlamıştı. Bana cevap vermese de müdür beyle iletişime geçmek zorunda kalacaktı ve ben de durumunu bir şekilde öğrenmiş olacaktım. “Teşekkür ederim.” “Rica ederim Duygu hanım. Ne zaman döneceğiniz de belli mi?” Oradan gideli sadece birkaç gün olmuştu ancak özlemiştim. Rıfkı bey de özlediklerimin arasındaydı. Bir an önce onlarla yeniden görüşmek istiyordum. “Az önce bir bilet aldım. Akşama uçuyorum.” “Sevindim. İyi yolculuklar dilerim.” “Sağ olun. İyi günler.” Çok uzatmadan kapatıp annemle babam için kahvaltıyı hazırlamaya koyulmuştum. Daha uzun kalmak istesem de bu şimdilik mümkün değildi. Murat’ın babası için avukatla iletişim halindeydim ve o da hemen dönmemi söylemişti. Bu kadar kişi beni beklerken daha fazla da kalamazdım zaten. Geri dönecektim. Sucuklu yumurtayı da masaya koyduğumda uzun zaman sonra bu kadar güzel bir masa kurmak kendimi iyi hissettirmişti. “Duygu, bize kahvaltı mı hazırladın?” Annemin çocuksu sesini işittiğimde ona doğru yürüyerek elinden tuttum. “Evet, size özel hazırladım.” diyerek onu baş köşeye oturttum. Çok mutlu görünüyordu. “Aferin kızıma.” Saçlarıma dokunup okşarken arkasından babam da gelmişti. “Günaydın baba.” “Günaydın kızım.” deyip o da oturmuştu. Sıcak çayları da doldurup önlerine yerleştirip ben de ağzıma birkaç lokma atmıştım. Kahvaltı bittikten sonra ikisine de durumu izah edecektim. İştahım kapalı olduğu için pek bir şey yiyememiştim. İkisinin de bitirmesi için yavaş yavaş çayımı yudumlarken telefonum da gezinmeye başlamıştım. Bu akşama gideceğimi nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Henüz cümlelerimi toparlayamamıştım. Anneme söylemeli miydim, onu da bilmiyordum. Önce konuyu babama açmam gerekiyordu sanırım. Beni anlayışla karşılayacaktı evet, ama içten içe gitmemi istemeyecekti. Onun için de en yakın zaman da geri dönecektim. Hikaye paylaşanları izlerken bir sonra ki kişinin Mavi olması aklıma son yaşananları getirmişti. Mavi? Evet, oydu. Rüzgar’ı öldüren kişi oydu.
______ Hadi canım o mu kshdjdks 😉 Kendinize iyi bakın 💕 Sonra ki bölümde görüşelim 💕 |
0% |