@zeynepzy
|
#Duygu’nun Anlatımından Kafamı otobüsün camına yaslamış bir şekilde kısa süreli kafa travmaları yaşıyordum. Taktığım kablolu kulaklıkla çalma listemde ki şarkıları tek tek dinliyordum. Kafam allak bullaktı. İstanbul’a dönme fikri ise aklımın ucundan bile geçmemişti bu zamana kadar. Herkesin Bluetooth’lu kulaklık kullandığı ortamda kablolu kullanarak kendimi daha güvende hissediyordum fakat koskoca İstanbul’da nasıl güvende hissedecektim? Doğup büyüdüğüm şehre dönmek biraz farklı hissettiriyordu. Yaşanılanlardan sonra toparlanmak pek de kolay olmamıştı. Geçirdiğim zor zamanlardan uzunca bir süre sonra İstanbul’daydım. Şarkı sonlandıktan sonra çalma listem karışık hareket ettiği için kafasına göre bir şarkıyı başlatmıştı. Uzun yolda dinleyebileceğim bir liste hazırlamıştım. Birkaç yıl öncesinde yenilediğim listede çoğu eski şarkıyı çıkarıp yerine güncellerini yerleştirmiştim. Eskilerinin yeri çok ayrı olduğu için dinledikçe pek de hoş görüntüler ortaya çıkmıyordu. O yüzden ben de listeyi yenileme ihtiyacı duymuştum fakat gözden kaçırdığım bir şarkının olduğunu şimdi fark ediyordum. İzini kaybettiğim duygulara, bir gülüşle kavuşmakmış aşk… Kimisi için hiçbir anlam içermeyen o şarkıyı duyduğum an kalbimde bir süre saklanmış olan duyguların bir anda açığa çıkıvermesini sağlamıştı. Gözlerimin dolduğundan bahsetmek dahi istemiyordum. Şarkının yaydığı enerji tüylerimi diken diken etmişti. Kafamı camdan ayırıp kapalı olan telefomun ekranını açıp alelacele şifreyi girmiştim. Bu şarkıyı nasıl olur da silmeyi unuturdum? Gitar teli gibi titreyen parmaklarım silme tuşunu ararken bu telefonu 2 yıldır kullanan kişinin ben olduğumdan emin olamamıştım. Üç noktaya basıp şarkıyı sil kısmına basmak bu kadar zor olmamalıydı ama zor olmuştu. Sandığımdan daha çok hem de. Şarkıyı değiştirmek yerine tek seferde kapatmayı başararak kulaklığı küçük sırt çantama sokuşturmuştum. Esenler otogarına giriş yapmak üzereydik. Birazdan inecek ve eşyalı olarak tuttuğum eve gidecektim. Sonra da müdür Rıfkı’yı ziyaret edecektim. Programım bugün yeterince doluydu. Otobüs otogara yanaşınca yerine park etmiş ve kapılar açılmıştı. Ben de dahil olmak üzere birçok kişi yerinden kalkmış ve kapıya yönelmiştik. Evet, sonunda buradaydım. İstanbul’daydım. Bavulumu pazar yerinde canla başla meyve sebze almaya çalışan insanlar gibi alabildikten sonra kalabalıktan uzaklaşmıştım. Güne korkunç başlamak istemiyordum ancak daha şimdiden başıma gelenlere bakacak olursak pek de neşelenmeye değer bir şey yoktu. Bir okul da cinayet işlenmişti ve bunu çözebilmem için benden yardım istenmişti. Profesyonelce işimi yapıp hayatımı sürdürdüğüm şehre geri dönecektim. Düşününce her şey bu kadar basitti. Öyle de olmasını umuyordum. 26 koca yılı bitirip 27 yaşına gelmiş biri olarak söyleyebilirim ki her şey bir film şeridi kadar kısaydı. Güzel günlerimin sayısı kötü geçirdiğim günlerden çok daha fazla olmasına rağmen onların çoğunu hatırlamıyor olmak beni en çok yaralayan şeydi. Her insanın da yaptığı gibi ben de kötü geçen günlerin her bir saniyesini hafızam da ki son depolama alanına kaydetmiştim. Alzheimer olsam bile eminim ki bunların hiçbirini unutmazdım. Çantamdan çıkardığım anahtarı yerleştirip yukarıdakini deliği 3 kere aşağıdakini 2 kere çevirince kapıyı açmış ve kendimi içeri atmıştım. Bavulu kapının yanına koyarken ilk işimin kendimi koltuğa atmak olacağını tahmin edememiştim. Yolculuğumun saatler sürmesi beni en çok yoran şeylerden biriydi. Rıfkı beye sözüm olmasaydı şu anda hiçbir şey yapmadan rahat koltuğumda saatlerce yatabilirdim. Keşke gelir gelmez onu ziyaret edeceğimi söylemeseydim. Tavanla yaşadığımız aşk dolu bakışmam sonrası koltuk da doğrulup okula gitmem için kendime güzel sebepler sunmak için düşünmeye başlamıştım. Bir an önce kalkıp okula gitmeliydim. … “Hoş geldiniz Duygu hanım.” Müdür Rıfkı elimi sıktıktan sonra oturacağım yeri göstererek kendi yerine geçmişti. “Ekip arkadaşınız Ali beyin gelemeyeceğini öğrenince çok üzüldüm.” Diye söze başladı. “Onun yerine başka bir arkadaşınız gelecekti, değil mi?” “Benden başka bir dedektif de olacak ancak kimin bize eşlik edeceğini maalesef ben de bilmiyorum.” Rıfkı beyin de dediği gibi bir arkadaşım da gelecekti ama özel sebeplerden dolayı kendisi katılamamıştı. Ersin beye durumu bildirdikten sonra onun başka birini ayarlayacağını duymuştum ama kimdi, neyin nesiydi onu bilmiyordum. Ben de kendisiyle bugün tanışmayı umuyordum fakat gördüğüm kadarıyla henüz gelmemişti. “İsterseniz Murat bey gelene kadar biz yavaştan başlayalım?” “Murat bey derken kimi kastediyorsunuz?” “Birlikte cinayeti açığa kavuşturacağınız ekip arkadaşınızdan. Ersin size hiç mi bir şeyler anlatmadı?” Murat ismini duymak bile tiksinmeme neden oluyordu. Hayatımda bir süre yer edinen isimden hiç bu kadar nefret edeceğimi nereden bilebilirdim ki? Her neyse şu an tadımın kaçmasına izin veremezdim. “Rıfkı bey, elinizde ki dosyayı alabilir miyim?” Cinayete uygun olsun diye mi kırmızı renkteydi, bilmiyordum. Tek bildiğim şey dosyada ki cinayeti açığa kavuşturabilecek olmamdı. Kendime bu konuda oldukça güveniyordum. Büro da hangi işi bana verseler en doğru şekilde cevapları ben buluyordum. “Teşekkür ederim.” Dosyanın ilk sayfasını açtığım da 5 farklı yüzle karşılaştım. Daha önce hiç görmediğim 5 farklı yüz. 3’ü kız 2’si erkek. Ölen kişinin üzerini kırmızı kalemle çarpı işareti atılmıştı. Sonra ki sayfaya geçtiğimde ölen çocuğun bir fotoğrafı ve onun hakkında bilgiler içeriyordu. Rüzgar Akhan: -1.75 boy -60 kilo -Esmer Semercioğlu Köşk’ünde öldürülen kişi. Bıçak darbeleri ve tekmelemeler sonucu hayatını kaybetmiştir. Kafamı dosyadan kaldırdım. “Öğrencilerin nasıl ifadeler verdiklerini biliyor musunuz?” diye sordum. “Polis onu gizli tutuyor.” Sonra ki sayfayı çevirdiğimde diğerleriyle ilgili kısa bilgilerin yer aldığını görmüştüm. Bunların çok da işime yarayacağını sanmıyordum. “Katilin kim olduğunu öğrenmem için onları daha yakından takip etmem gerekiyor.” “Sanırım aklınızda bir fikir var. Yoksa yanılıyor muyum?” “Evet, var.” Dedikten hemen sonra kapıya birkaç kez vurulmuş ve kapının kulpunu aşağı inerken ağır çekimde kapı açılmıştı. Ardından da arkada bekleyen kişinin sıfatı gözler önüne serilmişti. O yüzü gördüğüm anda böbreküstü bezlerimde salgılanan adrenalin kan akışımı hızlandırmıştı. Şokla göz bebeklerim büyürken sandalyeden ne ara kalktığımı gerçekten bilmiyordum. “Senin burada ne işin var?” demiştim bana bakması için. Artık saçmalığında daniskası. “Duygu?” Murat hayretle adımı söylerken kendimi geri çekme ihtiyacı duymuştum. “Asıl senin burada ne işin var? Yeterince beni rezil ettiğin yetmedi mi? Şimdi niye geldin?” dedi o şahıs. Yaşattığı acılar yetmiyormuş gibi bir de yağ gibi üste çıkıyordu rezil herif! “Senin için geldiğimi falan mı sanıyorsun? Benden sana bir tavsiye kendini bu kadar önemli biriymiş gibi görme. Sonra canın çok yanar.” Kan beynime sıçramıştı. O nasıl burada olabilirdi? “Hey! Gençler ne oluyor?” Müdür araya girmesine rağmen soğumak bilmeyen nefretimin tekrar alevlendiğini hissetmiştim. “Bir an öğrencilerim kavga ediyormuş gibi hissettim. Çok özür dilerim ama neden kavga ediyorsunuz?” Müdürün şaşkınlığı yüzünden yeterince okunuyordu. “Rıfkı bey bana bu kişinin benimle birlikte cinayet davasında yer alacağını sakın söylemeyin.” “Siz birbirinizi tanıyor musunuz?” “Maalesef.” Diye yanıtladım onu. O esnada gözlerim ondan ayrılmıyordu. Saçma bir şekilde bunu hissetmiş olmam da garipti. “Bu daha iyi olur o zaman. Birlikte hareket ederseniz kolay bir şekilde davayı sonuçlandırırsınız.” Ses tonuna bakılırsa epeyce bir korkarak kurmuştu cümlelerini. “Rıfkı bey ben vazgeçiyorum.” Dedim. “Hayır, asıl ben vazgeçiyorum.” Diye çıkışınca tırnaklarımı hep olduğu gibi avuçlarıma batırmıştım. “Sen zaten neyi tamamladın ki?” Her söylediği sözden bir anlam çıkarma çabamı şu anda tebrik edemeyecek kadar öfke doluydum. Sinir beynimi ele geçirmişti. Öfke kanıma işlemiş ve hücrelerle birlikte vücudumda tur atmaya başlamıştı. “Hayır, vazgeçemezsiniz. Asla izin vermem. Yoksa işimden atılırım.” Müdür kalın çerçeveli gözlüklerini düzeltirken bir benim önüme bir de onun önüne gidip gelmişti. “Lütfen gitmeyin. Bakın size benim olduğum kadar okulun da ihtiyacı var. Öğrencilerin birçoğunu bu okuldan aldılar. Kalanlar da katil bulunmazsa gidecek. Dükkanım kapanacak. Ekmek yediğim yer yok olacak. Ben nereden iş bulacağım?” Benden yaşça büyük olan adamın çırpınışları pek de hoşuma gitmemişti. Olaya onun tarafından bakınca biraz üzülmüştüm ancak benim de yapabileceğim bir şey yoktu. Türkiye de başka insan yokmuş gibi bunu karşıma çıkarmışlardı. “Yapmayın gözünüzü seveyim. Lütfen beni ve burada çalışan insanları düşünün. Hepimiz işsiz kalacağız. En önemlisi de Rüzgar’ı öldüren katil dışarı da rahatça gezecek ve belki de bir başkasının ölümüne sebep olacak.” Yaptığı mantıklı açıklama hem gözümü korkutmuştu hem de vicdanımı sızlatmıştı. Biri hayalleri olan genci hiç düşünmeden öldürmüştü ve çok rahat bir şekilde hayatına devam ediyordu. “Ersin sizlerin işiniz de çok iyi olduğunu söyleyince içim rahatlamıştı ama şimdi çok büyük hayal kırıklığına uğradım. Anladığım kadarıyla ikiniz de iş ile özel hayatı birbirine karıştırmayacak kadar profesyonel değilsiniz.” Suçluluk duygusu yaratarak bizi manipüle etmeye çalıştığını fark edemeyecek kadar aptal değildim fakat sözlerinde ki haklılık payı çok fazlaydı. Direkt söylemek gerekirse haklıydı. “Yaptığım işi sorgulayacak son kişi değilsiniz müdür bey.” Dedim karşılık vermeye çalışarak. “Hiç değişmemişsin Duygu. Aynı sivri dilliliğinle hiç değişmemişsin.” “Farkındaysan sen benim muhatabım değilsin. O yüzden araya girmeye çalışma.” “Okulumda ki öğrencilerin atışması sizin kadar ergence değil.” Müdür kendi kendine bir şeyler mırın kırın ederken onu duymadığımı zannetmiş olmalıydı ama ben onu duyduğumu belli edebilmek için “Mmhmm!” diye yüksek bir ses çıkarmıştım ona doğru. Aklıma tonla cümle gelmesine rağmen konuşmamayı tercih etmiştim. Ben bana verilen işi layıkıyla yerine getirecektim. Kimsenin bana işinde hiç profesyonel değil dediğini duymamak için elimden geleni yapacaktım. “Bakın ne yaşadınız bilmiyorum ama şu anda vakit kaybediyoruz. Siz de dahil olmak üzere birçok insanın hayatı tehlike de. Korkuyorum. Korkuyoruz. Anlatabiliyor muyum?” Müdürün söyledikleri bir yana tamamen kendi hislerimle düşünecek olursam gerçekten de herkes zor durumdaydı. Hem ben de saatlerce yol çekip İstanbul’a gelmiştim. Bir de ev tutmuştum. Her şeyin boşa gitmesini istemiyordum. Belki de bir süreliğine onu idare edebilirdim. “Siz ne diyorsunuz Murat bey?” Murat Yalçın Tunçay beni gördüğü andan beri sudan çıkmış bir balıktı adeta. Suçlu olduğu için bana tek bir laf edemiyordu. Yeni konuşmayı öğrenen bir bebek gibi ağzını açıyor ama harfleri bir araya getiremeden susmak zorunda kalıyordu. Yazık. “Bir şey söylemeden önce kararınızı gözden geçirin lütfen.” Dedikten sonra o konuşmuştu. “Duygu hanım da benim gibi sadece işini yapmayı kabul edecekse ben varım. Okulunuzu katilden kurtaracağım.” Kendine güveni her zaman ki gibi tavandı. “Siz ne diyorsunuz Duygu hanım?” Ona haddini bildirmek için dudaklarımı aralarken içeri dalan bir kadınla dikkatler o yöne çevrilmişti. Üstünde ki lacivert ceket ve lacivert kalem etekle bir iş kadını gibi görünüyordu. Bir de sıkı bir topuz ve ciddi surat ifadesi de vardı. Tahminime göre kıdemli biriydi. “Özür dilerim Rıfkı bey. Önemli bir şey hakkında konuşmamız gerekiyor.” Kadının bakışları benim ve onun üzerinde gezinirken “Siz kimsiniz?” dedi. “Ahahahaa onlar şey, şey onlar okulumuzun yeni öğrencileri. Okulumuza kayıt olmak için gelmişler.” Müdürün kendisine ne kadar inanarak konuştuğunu görmek beni hayrete düşürmüştü. 27 yaşına gelmiş insanları liseli bir ergen diye yutturmak çok fazla acemi olduğunu gösteriyordu. “Öğrenci demek. Bu konu da hemfikir olduğumuza emin değilim.” Kaşları çatık bir şekilde yüzüme bakmıştı. “Liseli öğrencilere hayat 2 çentik atar mı?” 2 çentik mi? Nerede? Ellerim yüzümde gezinirken çentikleri bulmaya çalışıyordum. Göz kenarlarımda mı? Yoksa başka yerde mi? “Bence olmaz çünkü çentikleri atan hayat onların belli bir dönemden sağ bir şekilde çıktıklarını gösterir. Liseli öğrencilerin ise akıllarının başlarına geldikleri yılları saymaya çalışsanız bir elin beş parmağını geçmez.” Kadının iğneleyici laflarına bakılırsa benden pek hoşlanmamıştı. “Asude hanım isterseniz dışarı da konuşalım.” Müdür alnında ki teri silerek kadına doğru yönelmişti. “Velileriniz gelince kaydınızı hallederiz çocuklar. Siz de isterseniz okulumuzu gezin.” Diyerek çıkarken kafa sallamakla yetinmiştim. … “Kusura bakmayın müdür yardımcısı şüphelenmesin diye bir şey belli etmedim.” Dedi Rıfkı bey. “O bilse bir problem olmaz aslında.” Dedim. “Bu sadece aramızda kalmalı. Bizim haricimizde biri öğrenirse tüm okul öğrenmiş olur. Katil bulunana kadar kimse bunu öğrenmemeli.” Okulunu kurtarmaya çalıştığı için duyulmamasını istemesi normaldi. Aman canım neyin ne olduğuyla ilgilenmiyordum. Bir an önce işimi yapıp yaşamımı sürdürdüğüm şehre geri dönmek istiyordum. “İkiniz de dosyaları incelediniz mi? Sizce katil kim?” Bunun cevabını bir bilmece çözmek kadar olduğunu sanıyordu herhalde. “İnsanların fotoğrafına bakarak kimin katil olduğunu bulmamızı mı istiyorsunuz?” O kişi konuşurken ben de yerdeki parkeye bakıyordum. Griydi. Açıkçası ben bu rengi tercih etmezdim. “Ben ne dediğimi biliyor muyum sizce? Günlerdir bu olayla uğraşıyorum. Giderek kan kaybediyoruz. Öğrenciler gitmeye devam ederse dükkanı kapatmak zorunda kalacağız.” Müdür aynı anlama gelen cümleleri farklı şekilde dile getirirken cinayeti nasıl açığa kavuşturacağımı düşünüyordum. Önce olay mahaline gitmeliydim. Bir şey bulacağımdan değildi ama oradaki olayı yeniden yaşatabilmek için bunu denemem gerekiyordu. “Bir an önce başlayacaksınız değil mi?” “Bana soruyorsanız ben şimdiden başladım bile ama onu bilemem.” Aslında o yokmuş gibi davranmak istiyordum ama elimde değildi. Canını öyle yakmak istiyordum ki belki fiziksel olarak değil ama ruhen acısından kahrolsun istiyordum. “Rüzgar’ın ölümüyle ilgili daha anlatacak bir şeyiniz yoksa bunun üzerine çalışmaya başlayacağım.” Dedi Murat. “Yok. Hemen başlayabilirsiniz.” “Aslında Rıfkı bey bir şey söyleyeceğim.” Dedim. “Buyurun Duygu hanım sizi dinliyorum.” Emin olmayan bir ifadeyle aklımdakileri dile getirmeye karar verdim. “Az önce müdür yardımcınıza bizi yeni kayıt yapan öğrenciler olarak tanıttınız. İzin verirseniz bu yalanı doğruya çevirmek istiyorum.” “Anlayamadım. Nasıl?” “Rüzgar’ın arkadaşlarını daha yakından tanımak gerek.” Müdürün anlık olarak attığı yalana ortak olmak için gönüllü oluyordum. Eğer o da kabul ederse bu işi tereyağından kıl çekermiş gibi halledecektim. “Siz şimdi öğrencilik yıllarınıza geri mi dönmek istiyorsunuz?” “Evet, tabii siz de kabul ederseniz.”
_______ Merhabalar Nasıl buldunuz yeni bölümümüzüüü✨ Asıl başrollerimiz giriş yaptı sonundaa💕 Görüşürükkk |
0% |