@zeynepzy
|
Okulun ilk haftasını bir şekilde atlattıktan sonra sonunda buradaydım. Aslında okuldan önce buraya gelmek istiyordum ancak kafamda ki canlandırmaya yardımcı olabilmeleri için öğrencileri izlemem gerekmişti ve polis de uzunca bir süre buradan ayrılmamıştı ama şimdi kimse yoktu. Köşke daha varamamıştım evet ama kimsenin olmadığını bilmem için müneccim olmama gerek yoktu. Ses falan da yoktu. Ayrıca internette 1. sıralarda gezen haber değildi artık. Yavaş yavaş gündemden düşüyordu. Yakında da medyadan tamamen kalkar ve dosya kapanırdı. Şu an medya duyduğu için gündemdeydi. Olayla ilgileniyorlarmış gibi yapıyorlardı muhtemelen. Medya olayı unutunca kapanıp gidecekti ve ben en çok da o zaman Rüzgar’ın ailesine üzülecektim. Hesaplarıma bakılırsa köşke gelmeme yalnızca birkaç dakika vardı. Yaklaştıkça heyecanlanıyordum. İşimi yaparken en sevdiğim kısımlardan biri de canlandırma yapmaktı. O an zihnim bana ne söylüyorsa onu yapıyordum. Bazenleri mantıklı sonuçlara ulaşmam da yardımcı oluyordu. Ormanın sessizliğinin sesi hoşuma giderken bir yandan da ürkememe neden olmuştu. Ortalıkta bir hayvan gözükmüyordu ama olsaydı da beni korkuturdu zaten. Neyse bir an önce işimi halledip şuradan ayrılmalıydım. 3 katlı, çamaşır makinesinde 10’dan fazla yıkanmış bu soluk siyah köşke bakarken bulmuştum kendimi. İnternette ki fotoğrafla birebir uyuşuyordu. Ne eksik ne fazla… Yıkılmaya yüz tutmuş Semercioğlu Köşk’üne girerken burası internette okuduğum yazılarla doluydu sanki. Bir hikayeden söz ediyorum aslında. Bir adamdan kaçan kadını. Evi tasvir ederlerken çok fazla detaydan söz etmişlerdi. Biraz atıp tuttuklarını sanmıştım ama tasvirler gerçekten de bu köşkü yansıtıyordu. O yüzden köşkte hiç yabancılık çekmiyordum. Merdivenlerin her bir basamağına bastığımda piyanonun tuşları gibi farklı sesler çıkarıyordu. Tek bir fark vardı. Piyona kadar huzurlu değildi. Aksine korkunçtu. Giriş katta ki odalardan birine girdiğimde burada 5 arkadaşı hayal ettim. Hepsi yan yana ve ne yapacaklarını konuşuyordu. “Dağılalım. Bu şekilde köşkü daha çabuk gezmiş oluruz.” dedi Rüzgar. “O zaman kızlar 3’ü birlikte biz de seninle birlikte gezelim.” Aralarında konuşurlarken açtıkları yayında ki insanlar da onlara eşlik ediyordu. Herkes merakla gözlerini yayından ayırmıyordu. Etrafta ki girilmez yazısı yüzünden rahat ilerleyemesem de bir şekilde halletmeye çalışacaktım. “Biz 3 kız korkarız ama. Çınar Efe bizimle gelsin. Sen sevgilinle git Rüzgar.” Sena Nur birtakım sorunlar yaşayan arkadaşlarının aralarını düzeltmek istiyordu. “Sena ne güzel söyledi, değil mi? Biz birlikte mi hareket etsek? Hem Çınar onların yanında olursa korkmazlar da.” Mavi umutlarının yeşerdiğini zannetmişti ancak çok büyük yanılmıştı. Ah! Mavi üzümlü kekim. Kendi kendime bugün de Mavi’ye yakarken kaldığım yerden devam etmem gerektiğini hatırladım. “Olmaz. Çınar Efe bana lazım. Zaten burayı gezmemiz 5 dakikamızı almaz. Neden korkasınız ki?” Her çiftin yaşadığı sorunları göz önünde bulundurarak bir ortam yaratmaya çalışıyordum. Murat Yalçın ve ben hiçbir zaman bir çift olmamıştık ama aramızda benzer sorunlar yaşanmıştı. Hatta son yaşanan sorun bile değildi. Duygularımla oynamaktı. Her neyse. “Sürekli böyle yapıyorsun. Benden kaçıyorsun.” “Senden kaçtığım falan yok Mavi. Farkındaysan yayını çoktan açtım. Biraz daha konuşursan herkese rezil olacağız.” İstemeye istemeye 2 gruba ayrılmışlardı. 3 kız 2 erkek şeklinde. “Tamam, susuyorum ama bu burada bitmedi.” Çınar’la nereye gideceklerini karar verip kızlara da gidecekleri yönü anlattıktan sonra ayrılmışlardı. Önce Mavi ve arkadaşlarının olduğu yöne gitmeye karar vermiştim. Bildiğim kadarıyla onlar giriş katta hareket etmişti. Rüzgar ve Çınar Efe de 2 ve 3. Katları gezmişlerdi. Yani gezememişlerdi. Giriş katta yürürken 3 arkadaşı hayal ediyordum. “Kızlar Rüzgar’ın üzerine çok mu gidiyorum? Ben barışalım diye akla karayı seçtim ama o yüzüme bile bakmıyor.” “Kızım neler olup bittiğini bize anlatsan da biz de sana yardımcı olsak sanki daha güzel olur, ha?” “Senacığım haklı Mavi. Bize de anlat ki sana kendini affettirme de yardımcı olalım.” Aldığım duyumlara göre Mavi bir konuda Rüzgar’ın canını sıkmış ve o gün bugündür Rüzgar onunla konuşmak istemiyormuş. Mavi ise peşinde koşturuyormuş ancak Rüzgar hiçbir şekilde ona karşılık vermiyor, hatta kaçıyormuş. Aslında ne olduğunu ben de çok merak ediyordum. Keşke öğrenebilsem. Kızlar aralarında konuşurken gelen çatırtı sesleri biraz onları ürkmüş olmalıydı. O yüzden Mavi Çınar Efe’yi çağırma gereksinimi duymuştu. Hem Rüzgar’ın yanına gidip onunla konuşma fırsatı bulurdu. Bu esnada da erkekler 3. Kata çoktan çıkmışlardı. Bu saçma evde daha fazla durmamak için acele ediyorlardı. Çınar kızları düşünmekten fazla odaklanamıyordu arkadaşına. Onları da getirerek büyük bir hata yapmışlardı. “Şuraya baksana bir çerçeve var. Üzerinde de bir kadın ve bir bebek. Bu İlker’in anlattığı hikayedekiler olmalı.” “Evet, sanırım onlar.” Çınar Efe etrafa göz gezdirirken Rüzgar çerçeveyi el feneriyle aydınlatmayı bırakıp arkadaşına çevirmişti. “Ne oluyor kardeşim? Bir problem mi var?” Harabeden başka bir şeye benzemeyen köşkte artık ben de daha fazla kalmak istemiyordum. “H-hayır, yok. Neden olsun ki?” Çınar arkadaşını ikna etmeye çalışırken telefonu titreşim halinde olduğu için mesaj gelmesiyle irkilmişti. Mavi sevgilisiyle birlikte vakit geçirmek için arkadaşından küçük bir iyilik istiyordu ve Çınar da Rüzgar’ın kendi kendine ilerlediğini fak etmeyip onunla mesajlaşıyordu. Mavi’ye yerini bildirirken arkadaşının yanından ayrılmış ve kızların yanına doğru gidebilmek için merdivenlerden inmeye başlamıştı. Senaryo bu şekilde ilerliyordu kafamda. Tam oturmuyordu fakat bir gün bu boşlukları gerçeklerle dolduracaktım. İlerlemeye devam ederken ayağıma değen bir cisimle eğilmiştim. Telefonun ışığını bastığım şeye yansıtacakken bir ses duymuş ve o cisimi cebime atmıştım. “Duygu!” Arkamdan gelen tanıdık sese dönmek istememiştim. “Duygu burada tek başına ne yapıyorsun?” Beni kendisine çevirmek için dirseğimden tutması kızmama neden olmuştu. Sen ne hakla bana dokunursun ya! “Ne var? Ne Duygu Duygu? Adımı mı ezberliyorsun?” dedim sinirle. Ben onun adını herhangi bir yerde görmeye dayanamazken o inatla karşıma çıkıyordu. “Burada tek başına olman doğru değil.” Şaşırmış bir şekilde ona baktım. “Hadi ya öyle mi?” “Beni ciddiye alır mısın?” Kahverengi ve bal karışımı olan gözlerine sabitledim gözlerimi. “Seni ciddiye almayı ben uzun yıllar öncesinde bıraktım Murat Yalçın Tunçay.” Kolumu ondan kurtarmak için çırpınırken kendime bir kez daha lanet etmiştim. Onda ki deli kuvvetine karşılık vermeyi ben hiçbir zaman başaramamıştım ki. “Duygu bak şu an eski defterleri açmanın sırası değil. Rüzgar’ın arkadaşları bu tarafa doğru geliyor. Bizi burada görürlerse hiç iyi şeyler olmaz.” “Geliyorlar mı?” Ama neden? Ne yapacaklar? “Evet, geliyorlar.” demesinin hemen ardından sesler duymuştum. “Nereye saklanacağız?” dedim panikle. Daha okula başlayalı 1 hafta olmuştu. Hiçbir şey öğrenememiştim! Yakalanmamalıydım. “Gel benimle.” Dirseğimi bırakıp ellerimizi birleştirirken hem korkudan hem de eskiye döndüğümü hissederek içim titremişti ama hayır, asla ona kanmayacaktım. Pişman olup olmaması umurumda dahi değildi. Neyse cezası çekmeliydi. Onun yüzünden uyuyamadığım, yemek yiyemediğim, ağlamaktan konuşamadığım günler olmuştu. Bunları unutacak kadar aptal değildim. Eğer böyle bir niyeti varsa ona cevabını layıkıyla vermeliydim. Cinayet 3. katta yaşandığı için direkt buraya geleceklerdi. Murat’ta bunu tahmin ettiği için beni kendisiyle bir alt kata sürüklerken aslında bir şeyleri de kaçıracağımızı hissetmiştim ama orada saklansaydık muhtemelen yakalanırdık. Camın önünde duran heykelin arkasına saklanırken bu kadar saçma bir yere geleceğimizi hiç düşünmemiştim. En azından arkada perde vardı. Kimse bizi göremezdi fakat ben buradan daha iyi bir yer bulurdum. “Şimdi sessiz ol.” Bana söylediği şeyi sinirden gülmemek için kendimi tuttum ancak gülmüyor olmam ağzımdan garip seslerin çıkmayacağı anlamına gelmiyordu. Kendimi sıktığım için ses çıkıyordu ve ben bunu önleyemezken Murat Yalçın kafam kadar olan elini dudaklarımın üzerine yerleştirmişti. Tam arkamdaydı ve eliyle de ağzımı örtüyordu. Ha-ri-ka! Bedenimin ona değmesini engellemek için heykelle birleşmeyi tercih etmiştim. “Buraya gelmekle hiç iyi bir şey yapmadık.” diyen Alara’nın sesini duyunca kulak kesilmiştim. “Alara susar mısın artık?” Sena Nur konuşurken sesler iyice yaklaşmıştı. “Merak etme,” dedi Murat kulağıma doğru fısıldayarak. “Yakalanmamıza izin vermeyeceğim.” Sıcak nefesi boynuma çarpıyordu. Klişe bir sahneden de etkilenmezsin be kızım! Sakin ol. Dibinde nefes alıp vermesi kalbine ağrılar girmesine sebebiyet vermemeliydi. Gözlerimi kapatarak sanki dünyanın en iyi yerine saklanmışım da kimsenin ben bulamayacağını zannederek hayal kurmaya karar vermiştim. Bu şekilde daha az delirirdim. “Rüzgar’ın acısını daha atlatamamışken buraya neden geldiğimizi anlayamıyorum. Bırakın da acımızı yaşayalım.” Alara yine konuştuğunda bu sefer seslerin odanın çok daha yakınında olduğunu anlamıştım. Murat ise diğer elini de karnımdan geçirip beni kendisine çekmişti. “Sessizce yere çökmemiz gerek.” Boyu benden 20 cm daha uzundu. Beni göremeseler bile o çok kolay yakalanırdı. Karşılık veremediğim için dediğini yapıp yere çökerken ikimizde heykelin yanında olan koltuğun arkasına geçmiştik. “Çınar demese gelmeyecektik. Son kez gelmek istedi işte.” dedi Sena Nur. Mavi de gelmiş miydi ki? Ne sesini duymuştum, ne de kendisini görmüştüm. Yanımda duran Murat bulduğu boşluktan onları izliyordu. Yan profiline bakınca aslında ne kadar olgunlaştığını fark edebiliyordum. Çene hattı tamamen oturmuştu. Boğazında ki çıkıntı belirginleşmişti. Sanki ben, ben değildim. Anı görüyor, yaşıyordum ama yolcu koltuğundaydım. Arabayı ben sürmüyordum. “Uzaklaşıyorlar. Hadi biz de gidelim.” Elini dudaklarımdan ayırırken kendisi kalkmıştı. Ben kalkmayınca da kaldırmak için kolumdan tutmuştu. Bu erkeklerin kol tutma merakını anlayamıyordum. “Duygu sen iyisin, değil mi?” dediği an kendime gelip ondan uzaklaşmıştım. “İyiyim tabii.” diyerek önden ilerlerken üst kata çıkan arkadaş grubuna yakalanmamak için parmak uçlarımda yürümüştüm. Bundan sonra kimse kimseyi görmezdi zaten. Köşkten çıktığımızda ilk işim benimle köşkte olan Murat’a soru sormak olmuştu. “Sen neden buraya geldin? Beni mi takip ediyorsun?” dedim hışımla. Bir yandan da ilerliyorduk. “Neden seni takip edeyim ki? Ben de köşkü merak edip buraya bakmak istedim.” “Ne tesadüf! Hem de benim geldiğim gün.” dedim imayla. “Seninle tekrardan yakınlaşmak gibi bir amacım yok Duygu.” Ben de zaten peşimde koşsun diye ölmüyordum. “Mümkünse bir daha yanıma bile yaklaşma.” dediğimde kafasını sağ tarafa eğmişti. Aramızda ki mesafeyi kapatmak istercesine birkaç adım attı. “Neden? Benden yine etkilenirsin diye mi korkuyorsun?” “Ben senin neyinden etkileneyim! Kendini bulunmaz hint kumaşı falan mı zannediyorsun?” Dişlerini göstererek güldüğünde omuzları sarsılmıştı. “Tamam, üzerine gelmiyorum.” Ellerini teslim olurcasına kaldırıp benden uzaklaşmıştı. Az önce yakalanma korkusu yüzünden fark edemediğim ve şimdi tesadüfen fark ettiğim bir şey vardı. O sigara kokuyordu. Sıktığı parfümün kokusundan bile daha baskındı. Asla sigara içmem diyen adam sigaraya mı başlamıştı? “Eve mi gideceksin şimdi?” “Bundan sana ne?” diyerek ilerledim. Nasıl geldiysem öyle de gidebilirdim! Hızlı adımlar eşliğinde oradan ayrılırken hedefim eve gitmekti. Burayı bulmak için epey vakit kaybetmiştim. En azından geldiğim yolu geri gitmekte zorlanmazdım. “Bugün buraya geleceğini bilseydim beraber gelmeyi teklif ederdim.” diye mırıldandığında bunu duymamış gibi yapmamın daha cazip olacağını düşünmüştüm. “Yakalanmadan gidelim artık. Birazdan onlar da çıkar.” deyip oradan uzaklaşmıştım. Kendime çok güveniyordum aslında ama şimdi emin değildim. Kafam allak bullaktı. … “Evet, Rıfkı bey.” dedim telefonda konuştuğum müdüre. “Tekrar gitmeyi düşünüyorum ama şimdi biraz dinlenmeye ihtiyacım var.” “Yine mi gideceksiniz? Başınıza ya bir şey gelirse?” “Gelmez merak etmeyin.” Lafı çok uzatmayarak kapattıktan sonra eve sonunda girebilmiştim. Kendime bir şeyler hazırlayıp küçük olan mutfağımda oturup zıkkımlanmaya başlamıştım. Hayır, yani sen salak mısın da adamın 2 yakınlaşmasına tav oluyorsun? Salak mısın sen Duygu? Evet, salaksın! Ağzıma attığım kaşığı boğazıma kadar sokunca art arda öksürmüştüm. Öleyim de kurtulayım! Her şeyi hak ediyordum ben! Tabakta ki yemeği güç bela bitirdikten sonra telefonla bir süre orada oyalanıp odama geçmiştim. Mantar panomda ki fotoğraflara bakarken kaşlarımın çatıldığının farkında bile değildim. Zor bir bilmecenin içine düşmüştüm. Bir süre panonun karşısında yalı kazığı gibi dikildikten sonra derince bir nefes alıp salona geçmiştim. Murat Yalçın yüzünden hiçbir şeye odaklanamıyordum. Ondan nefret ediyordum! Ayağımı uzatıp televizyondan açtığım bir programı seyretmeye karar vermiştim. Yapabileceğim başka bir şey yoktu. Boş boş oturmak şu an yapılabilecek en iyi şeydi. İzlediğim programa da odaklanamayınca başka kanala geçmiştim. İçimde bir enerji patlaması vardı. Bir şeyle uğraşmadığım takdirde kendimi camdan aşağı atabilirdim. Bu enerjinin sebebi belliydi. Evet, oydu. Kendime defalarca kez anlatmama rağmen anlamıyor olmam yüzümden kendime sinirleniyordum. Delirmek üzereydim gerçekten! Yattığım koltuktan kalkarken yaşadığımız kısa anı nasıl unutacağımı düşünüyordum. Eskileri unuttuysam bunu da yapardım ama yenilerinde olmasına izin veremezdim. Bir insan unutamayınca unutamıyordu işte. Ellerimi koltuğa koyup duruşumu düzeltmek için destek alırken cebimde ki şişlik dikkatimi çekmişti. Evet, orada bir şey bulmuştum. Ne olduğuna da bakamamıştım ama şu an bir engel yoktu. Bakabilirdim. Elimi cebime atıp o şeyi çıkarmıştım. Elektronik çakmak. Bu bir elektronik çakmaktı. Üzerinde ise sadece bir “T” harfi vardı. Siyah renkli bir çakmaktı. Güzeldi de ama T harfi ne anlama geliyordu? T kime aitti? Birinin adı olabilir miydi? Ya da soyadı falan? En önemli soruyu sormadım aslında. Bu çakmak katilin çakmağı olma ihtimali yüzde kaçtı?
______ Nasıl buldunuz 5. bölümümüzü 💞 Haydi kaçtım ben zkhxjzkz
|
0% |