14. Bölüm

14. Bölüm

zeyno devit
zeyno_devit_

Taş 

 

Karanlık odalarda karanlık planlar yapıyordu kalpleri kararmış insanlar. Onlar için önemli olan güçtü. Sevgi, merhamet, güven, fedakarlık kavramları onlara bir adamın etek giymesi kadar saçma ve gülünç geliyordu. O kadar uzaktılar insanî sıfatlardan.

Geçmiş

- Yarın yola çıkıyoruz.

- Planınız ne?

- Önce deniz yolu ile başlayacağız. Hayfa limanına vardığımızda orada bizi karşılayanlar olacak. Karadan kervan ile devam edeceğiz.

- Güzel. Filistin'e vardığınızda sizi karşılayanlardan biri benim adamım olacak. Adı Rıza. Orada onunla irtibata geçebilirsin.

- Peki efendim.

- Çıkabilirsin.. Ha bu arada, eğer bizi kandırmaya çalışırsan bunun bedelini ödeyeceğini unutma.

- Öyle bir şey yapmayacağımdan emin olabilirsiniz.

- Göreceğiz.

...

Günümüz

Gün doğmadan denize açılmıştık. Çok heyecanlıydım. Gemiye bindikten sonra ardıma baktım. En fazla iki katlı evler sayesinde camiler çiçek gibi ortaya çıkmıştı. Payitahttan ayrılmadan önce babamla konuştuklarımız geldi aklıma.

- Biz gittikten sonra burayı kim koruyacak peki?

- Bizim ardımızda bizi de koruyanlar koruyacak.

- Devleti koruyanların da koruyucuları var ha?

- Ne sandın.

- Baba..bu taşın ne gibi özellikleri var? derken elim boynumdaki kolyeye gitmişti.

Babam ise elindeki işi bırakıp göz ucuyla bana baktı.

- Bu soruyu soracağını biliyordum. dedi tebessüm ederek. Bende tebessüm ettim.

- Bu taş, defterin üzerindeki taşın bir parçası olması hasebiyle çok güçlü bir taş.

- Nasıl yani? Defterin üzerindeki taş ile aynı mı?

- Evet.

- Aynıysa neden bu taşları birleştirip yerine koymuyoruz? Yani elimizde yedek taş varken neden bu kadar uğraşıyoruz ki?

- Mümkün olsaydı böyle bir maceraya atılır mıydık?

- Doğru, atılmazdık. Ama neden? Aynı taş ise neden olmuyor?

- Korunan taşlar parçalardan oluşarak değil tek parça halinde olması gerekir. Bu taşlar el yapımı ya da işlenmiş değil. Korunan taşlar taşın özü olduğu için müthiş derecede güçlü. Elimizdeki taşlar işlenmiş olduğu için o kadar güçlü değil ama yine de işimize yarıyor.

- Mesela?

- Mesela zamanlar arası seyahat, gücün ikiye katlanması gibi şeyler.

- Çok iyi! Ama bu nasıl oluyor ki? Yani doğal bir taş kendiliğinden bir güç mü üretiyor?

- Bir güç ürettiği doğru. Ancak bunu kendi başına yapamaz.

- Neyle yapar öyleyse?

- Teknoloji ile. Taşın gücü icat ile birleşince ortaya fevkalade bir manzara çıkıyor. Senin buraya nasıl gelebildiğini böylelikle bulmuş oldum.

- Nasıl?

-Sana yaptığım küpeler sayesinde.

Elim kulağıma gitti.

- Bu küpeler..

- ..benim ilk icâdımdı. Defter ile bağlantının kesilmemesi için yedek bir giriş anahtarı yapmıştım. Ofiste ele geçirilmesi çok yüksek bir ihtimal olacağı için sana vermiştim.

 

- Sen..bir mucitsin ama ben bunu şimdi öğreniyorum öyle mi?

- Bunu kimse bilmiyordu, zaten öğrenen kişilerin hayatı pek de iyi sayılmaz.

- Vay be babam bir mucitmiş. dediğimde babam sesli güldü.

 

^^^^

- Ne düşünüyorsun?

- Hiç.

- Yüzün gülüyordu zihninden güzel şeyler geçiyor olsa gerek. Ayy yoksa bir sevdalın mı var?

- Yok artık Hatice!

- Aman canım olağan şeyler bunlar, niye öyle hiddetleniyorsun?

- Öyle bir şey düşünmüyordum cicim. Bizimkileri özledim. İlk defa uzun bir süre ayrı kalıyorum onlardan.

- Yine de onları görme şansın var. Ne güzel. dedi Hatice yüzü düşmüş bir halde.

Ah be Asya kızın ana babası yok senin ettiğin lafa bak!

- Ben..özür dilerim Hatice. Seni üzmek istemedim.

- Yok canım sen üzmedin beni. Benim aklımdan hiç çıkmadılar ki. Onlara verdiğim söz ile ayakta duruyorum zaten.

- Burada sadece görev için birlikte olduğumuzu düşünüyorsan yanılıyorsun pembe yanak. Nasıl ki devleti âliye bizi öz evladı sayıyorsa sen de benim öz kardeşimsin.

- Biliyor musun bir ablam olmasını çok isterdim. Abimle iyi anlaşırım ama oturup derdimi pek anlatamam ona.

- Bana anlatabilirsin. Seve seve dinlerim.

- Cemaati müslimât yemek vakti, haydi sofraya. diye şakıdı Vera kapının kenarından.

- Geliyoruz.

- Haydi gidelim.

.....

1 Ay Sonra

- Ne kadar yolumuz kaldı?

- Yaklaşık 100 mil kadar daha gittikten sonra karaya ayak basacağız biiznillah.

- Yiyeceklerimiz tükendi. Suyumuz da az kalmış.

 

- Ohooo şimdiden nazlanırsanız dönüş gemisine bindirelim sizi.

 

Asaf, Mahir'in sözlerine sinir olmuş gibiydi. Başını yana çevirmesinden ve sağ ayağını sallamasından kolaylıkla anlamıştım.

 

- Abdest için suyumuz yeteri kadar yok. Abdest alacaklar deniz suyuyla alsın diyecektim, müsaade etseydin.

 

- Tabii tabii müsaade senindir. dedi Mahir gülerek. Ama aralarında geçen bu sohbet hiç de şirin bir sohbet değildi.Güvertede esen rüzgardan daha sert esen bir rüzgar dolanıyordu etrafımızda. Ortamı yumuşatmak için konuşmaya başladım.

 

- Acaba..Filistin'e vardığımızda nasıl bir güce sahip olacağız? Yani bunu nasıl keşfedeceğiz, bilen var mı aranızda?

 

Konuşmam saçma da olsa dikkatlerini çekmiş, Asaf konuşmaya dahil olmuştu.

 

- Güçlerimiz fıtratımıza uygun olarak verilir. Mesela merhametli, insanları koruyan ve insanlara yardım etmeyi seven birinin gücü genelde kalkan gücüdür. Dövüşçü biri de gücüne güç katar. Yani bir insanı tanıdıysan zaten alacağı gücü de tahmin etmek zor değil.

- Tanımak yetiyor yani? dedim bakışlarım denize çevrilmiş bir halde. Şaşırmış olacak ki cevap vermedi. Başımı geri çevirdiğimde Mahir ile göz göze geldim. Kızgındı sanki. Kaşları eğilmiş, ortasında bir tane ince bir çizgi belirmişti. Neden kızmıştı ki şimdi? Hatice yanımdan kalkıp beni de peşinden sürükledi.

 

-Hadi gel son kalan fıçıdaki şerbeti ikram edelim. Belli mi olur, bundan sonraki şerbetimiz şehadet şerbeti olur.

- İnşaallah. dedim tebessüm ederek.

İçeri girdiğimizde Hatice fıçıyı ararken bende kupaları tepsiye koyuyordum.

- Asya.

- Hım?

- Dışarıda söyleyemedim ama bu Asaf sana çok farklı bakıyor.

- Nasıl..farklı?

- Şey..sanki âşık gibi.

Elimdeki kupa elimden kayıvermişti. Hiç böyle bir şey beklemiyordum.

- Yok canım.. sana öyle gelmiştir.

- Belki de.. ama zaman zaman sana olan bakışlarını yakalıyorum, derin derin, hüzünlü bir halde bakıyor. Bir şey soracağım. Sen Asaf ile daha önce..

- Haticeciğim, bence sen yanlış görmüşsün. Kapatalım bence bu konuyu.

- Tamam, haklısın. Sonuçta biz davamız için cem olmuş bir gönüldaşız. Dava haricinde başka bir mesele söz konusu bile olamaz. Ama yine de hiç hoşuma gitmedi bakışları.

Huzursuzlanmıştım durduk yere. Durduk yere mi? Hıh. Beni huzursuz yapan Hatice'nin söyledikleri değildi ki, sonuçta yanlış anlamış olması çok muhtemeldi. Beni huzursuz eden şey, bir gün bu söylediklerinin gerçek olmasıydı. Pişman mıydı? Sanmam. O ve pişmanlık.

.......

Geçmiş

- Seni bir yakalarsam! Gel buraya!

- Ya ben bir şey yapmadım.

Arkamda sopayla kovalayan Asaf'ı kontrol etmek amaçlı ara ara bakarken önümdeki ağacı görememiş, ağaca çarpmıştım. Sonrasını hatırlamıyorum. Küçücük yaşta bayılmıştı beni. Ağlarken beni izlemeyi çok severdi. Karşıma geçer hunharca gülerdi. O kadar kırılırdım ki ama yine de vazgeçemezdim ondan ve gamzelerinden.Eskidendi tabii. Çok eskiden.

Ayıldığımda baş ucumda o ve annesi endişeyle bana bakıyorlardı.

- Asya, kızım iyi misin?

Feride Teyze çok endişeliydi. Benim asıl şaşkınlığım Asaf'ın endişeli bakışlarla bakmasıydı. İlk defa düştüğümde gülmemişti. İyiyim dememi bekler gibiydi. Ona bu gülme zevkini vermemek için canım çok yanıyor olmasına rağmen ağlamamıştım.İlk yalanımı ona orda söylemiştim.

- İyiyim biraz başım acıyor diyebilmiştim sadece. Benim yüzünden annesi öğleden ikindi vaktine kadar elindeki terlikle bahçede kovalamıştı.

- Ben şimdi seni ne yapayım ha? Ya bu kıza bir şey olsaydı?! Geberteyim mi seni ha?! Gel buraya!

- Anne valla ben bir şey yapmadım kendisi çarptı ağaca!

- Kovalamasaydın çarpmazdı!

****

 

 

Bölüm : 15.02.2025 23:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...