Yeni Üyelik
13.
Bölüm

10. Bölüm

@zeytekin

 

 

 

 

 

 

Merhabalar bebeklerim.

 

Hoş geldiniz.

 

Yeni bölümümüz hakkındaki düşüncelerinizi ve yorumlarınızı bol bol görmek istiyorum.

 

Oylamayı unutmayın.

 

 

 

Savaş Tanrısının Kalbi

 

10. Bölüm

 

 

Ares Aladağ, amcasının konakladığı dağ evine geldiğinde aracının motorunu durdurdu. Yüksek aracından indi ve kapıyı sertçe kapattı. Gökhan Aladağ'ın fazla koruması olmazdı, yine yoktu. Kendisini güvenlik şefi Ferhat karşıladığında sert diliyle "Amcam nerede?" diye sordu. Kapatması gereken bir hesap vardı, daha fazla ertrleyemezdi.

Ferhat ceketinin düğmesini ilikleyip Ares'le el sıkıştı, Ares kısa bir an onun eldivensiz eline baktı. Eldiven takıntısı oluşmaya başlıyordu. "Kış bahçesinde, Ares Bey." dedi, Ferhat. "Kendisi müsait değil. Ziyaretinizi bildirmem gerekiyor. O esnada sizi salonda ağırlayalım. Buyrun."

Ares keskin gözlerle onu izlerken Ferhat onu ilk kez bu kadar öfkeli gördüğü için şaşkındı. "Lüzumu yok." diye kestirip attı, sert adımlarla eve ilerledi. "Ben misafir değilim." Ferhat hemen peşinden ilerledi, Ares "İki kahve gönder." dedi. "İkisi de şekersiz olsun."

Ferhat afallayarak "Gökhan Bey şekerli içer." dediğinde Ares evin etrafından dolanıyordu. "Bugün şekersiz içecek. Yanına lokum koydurma. Ağzı tatlanmasın." dedi. "O mutfaktaki adama da söyle, kahveyi yakmasın. Kafasını cezveye geçirmeme tek kahve kaldı."

Türk kahvesi çok hassas bir noktaydı, Ares'in Türk kahvesine olan sevgisi fal kapatmanın bir tık altında kalsa da geri kalan bütün kahve çekirdeklerinden daha fazlaydı.

"Anlaşıldı, Ares Bey. İsteklerinizi ileteceğim."

Ares arka bahçeye doğru ilerlerken hala peşinden gelen Ferhat'a hitaben "O halde git ilet Ferhat." dedi. "Peşimde koştururken mutfağa isteklerimi iletemeyeceğinden eminim."

Ferhat yerinde kalakaldı, "Tabi." dedi. Ares her adımında ondan uzaklaşıp hızlıca ön bahçeye çıktı. Büyük bir seraya kurulan kış bahçesine yöneldi, cam kapıyı açıp içeriye girdi. Gökhan Aladağ üzerinde takım elbisesi, elindeki bitki suluğuyla bahçenin tam kalbindeki beyaz gül ağacını suluyordu. Ares ağır adımlarla ona yönelmeye başladı, birkaç metre kala durdu. Gökhan beyaz gülleriyle ilgilenirken "Hoş geldin evlat." dedi. Arkası Ares'e dönüktü, herhangi bir göz teması kurmamıştı.

"Hoş geldiğim söylenemez." dedi, Ares. "Mahremiyetim konusundaki hassasiyetimi en iyi sen bilirsin. İkamet ettiğim evi izlemek ne demek?"

Gökhan alayla gülümsedi, beyaz gülleriyle ilgilenmeye devam ediyordu. "Valeria." dedi, keyifli sesiyle. "Artık bir araya gelmenize ihtimal vermiyordum. Kaderin cilvesi, her şey eskisinden de güzel."

"Mira." dedi, Ares. "Benim için Mira, Valeria değil. Aklında ne varsa sil."

"İşte bu daha güzel." diyen Gökhan yeğenine döndü, onun yüzüne baktı. "Mira, Valeria'dan daha kıymetli. En hassas karnındayız. Mira bize başarının anahtarını veriyor, seni unutulmaz kılıyor."

Ares'in kaşları derince çatıldı, başını onaylarcasına sallayarak "Mira kıymetli." dedi. "Benim kıymetlim. Elini ondan uzak tutacaksın, onu güç oyunlarına dahil etmeyeceksin. O kız iyileşecek, evine gidecek. Hiçbir planın beni ilgilendirmiyor, ne plan kurarsan kur bozmak için var gücümle çabalayacağım. Mira aşmaman gereken bir sınır, benim mahremim. Bir daha gözün ona değmeyecek."

Ares Aladağ ve Gökhan Aladağ ilk kez karşı karşıya geliyorlardı. "Kaydı istiyorum." dedi, Ares. "Bütün versiyonlarını istiyorum. Elinde Mira'ya ait tek bir görüntü olmayacak. O kız benim yanımda kendisini güvende ve rahat hissedecek. Bir daha bunu bozacak tek bir hamlen dahi olursa karşında varisin olarak durmam. Senin istediğin gibi bir hayat yaşıyorsam sınırlarımı aşmayacaksın. Aştığın taktirde Meclis'te yalnız kalırsın."

Gökhan Aladağ'ın kaşları havalandı, yeğenini izlerken "Öncelikle sizi her an her saniye izlemedim." dedi. "Güvenlik tedbiri olarak yıllardır o kamera orada durur. Tıpkı her evimde, misafirlerimi ağırladığım salonlardaki kameralar gibi. Genelgeçer bir kontrolde dikkatimi çektiniz. Kameraların bağlı olduğu bilgisayardan kaydı silebilirsin. Elimde bir kopyası yok. Meclis'e karşı bir darbe ilan etse de Valeria'yı riske atacak son insanım. O bana annesinin emaneti, bizde emanete ihanet olmaz."

Ares her zaman iyi niyetliydi, yine bütün iyi niyetiyle amcasına inandı. Ancak inancı yaşananları ortadan kaldırmıyordu. Öfkesi dinmemişti. Arkasına dönüp seradan çıkmak için yürümeye başladığında Gökhan "Evlat." diye seslendi, Ares durdu. Omzunun üzerinden Gökhan'a baktığında Gökhan "Hiçbir kadın ailene sırt dönmene değmez." dedi. "Aşk bir illizyondur. Sana verdiği her şey ellerinden kayıp giderken hiçbir güç onu tutmana yetmez. Bana sakın sırtını dönme. Onunla bir olup Meclis'le savaşma. Bizim gücümüz Meclis'ten geliyor, Meclis yıkılırsa seni koruyacak gücüm kalmaz. Bırak, kendi oyununu oynasın ve gitsin. Kendini ateşe atma. O bir zamanlar tanıdığın kız çocuğu değil. Seninle kedinin fareyle oynadığı gibi oynar, Meclis'e sızdığına göre oynuyor da. Öldürmeden bırakmaz."

"Kendimi koruyabilecek yaşa geldim, gerekirse yanarım." dedi, Ares. "Eğer Mira'ya yaklaşırsan sana sırt döndüğüm güne hasret kalırsın amca."

Ares Aladağ amcası Gökhan Aladağ'a ilk kez sırtını döndü. Aşk için değil, şeref için sırt döndü. Mira'ya verdiği şeref sözlerini tutmakta kararlıydı. Belki aşk ailesine sırt dönmesi için yeterli değildi ancak şerefi uğruna ailesini elleriyle öldürmeye hazırdı. Bu, Ares Aladağ'ın en karanlık yüzüydü ve Gökhan Aladağ Ares'in bu yüzüyle hiç tanışmamıştı.

Amcasının çalışma odasına girdi ve bilgisayarını açtı. Doğum günüydü şifresi. Gökhan Aladağ bir varisinin olduğu güne çok önem verirdi. Kameraları kontrol etti, Mira'ya ait olan bütün kayıtları çiftlikten getirdiği belleğe kaydederek bilgisayardan titizlikle sildi ve söktürttüğü kamerayı da sistemden sildi. Bilgisayarı kapattı, hiç oyalanmadan çiftlikten ayrıldı.

Arabasına binerek yola çıktı, fazla uzağında olmayan çiftliğe ilerledi. Yol üzerinde bir benzinlikte durup benzin alırken belleği aracındaki ekrana taktı, videoyu oynatmaya başladı. Salonda vakit geçirdikleri anları geçerek Mira'ın toplantı yaptığını söylediği geceyi buldu. Amcasının ne öğrendiğini bilmek zorundaydı.

Beş koruması salondaydı. Hepsi Mira'ya hürmet ediyor, ona saygı duyuyordu. Bir lider edasıyla karşılarında duruyordu. Oğuz, Mehmet, Sinan,Yasin, Nihat. Sancar'ın ismini de duydu. Mira onun yanına altı casus yerleştirmişti ve Ares bunu onu korumak için aldığı kayıttan öğreniyordu. Oğuz'un hal hareketlerini zihninden geçirdi. Mira geldiğinden beri bütün sinyalleri vermişti. Sancar ve diğerleri ondan daha başarılı casuslardı. Mira bu yüzden özel koruma olarak ikisini seçmişti.

Mira öylesine bir tavra bürünmüştü ki Ares onun bu yanını hiç görmemişti. Vardiyaları düzenlerken gördükleri hiçbir şeydi. Bir komutan edasıyla adamlarıyla iletişim kuruyor, emirler veriyordu. Kenan Karadağ'a ve en yakın dostu Pars Tekin'e karşı kurulan planları dinledi. Mira karşılarında dimdik durarak en büyük acılarını hiç çekinmeden dile getirdiğinde bir yanı gururla doldu. İyileşiyordu Mira, bunun en somut örneklerinden birini izlemişti.

Ares Aladağ bana özgürlüğümü geri veren adamdır, diyordu. Onun uğruna planlarını değiştiriyor, bir savaşa hazırlanıyordu. Kendisi için değil, Ares için savaşmak istiyordu.

'Ares'i bize katmam demek aramıza tarafı belli olmayan, deneyimsiz ve bilinçsiz birini almamız demek. İhaneti oldukça olası birini kendime katarak risk almayacağım.' dedi. İşte bu sözleri bir tokat misali çarptı. Az önce Mira için amcasına sırt dönmüş, ona set çekmişti. Tarafını seçmişti, onun kutup yıldızı Mira'ydı. İhanet ise asla gerçekleşmeyecek bir ihtimalden ibaretti. Ona ihanet etmektense kendi kafasına sıkmayı tercih ederdi.

Ancak sonra Mira'yı da anladı. O bir kraliçeydi. Adamlarını riske atamazdı. Kendi canını emanet edebileceğini söylüyordu, bu Ares için yeterliydi. Karşılıksızca verdiği emeğin en büyük karşılığı bu sözlerin altında yatıyordu.

Mira bilgisayar üzerinden Sevgili Kumandanım diye hitap ettiği bir adamla konuşmaya başladı. Kumandan kimdi bilmiyordu ancak başına eklenen o sevgili sözcüğü bahsedilen Kumandandan nefret etmesi için yeterliydi. Mira herkese sevgili diye hitap edecek kadar sevgi dolu olmamalıydı.

Bu konuşma onun bir kraliçe olduğunu iliklerine kadar hissettirmeye yetti. Ancak takıldığı bir nokta vardı. Mira, Meclis'e Kenan'dan daha önce de takıntılıydı. Onu Meclis'e bağlayan, savaş planı kurduran ve senelerdir kendisini izleten bir şey vardı. Casusların kendisine özgü olmadığına emindi. Mira Meclis'teki herkesi kontrol altında tutuyor, gözlüyor olmalıydı. Toplantı salonuna normalde varolmayan bir ses sisteminin yüklenmesi de bu sızmanın en büyük kanıtıydı. Anlayamadığı nokta İspanya Kraliçesinin bir örgütle ne bağının olduğu, neden Türkiye için çabalamak istediğiydi. Türk kanı taşımak bunun için yeterli miydi emin olamıyordu. Bilmediği, çözemediği ve dile getirilmeyen bir sebep vardı. Bu sebep Kenan'ın Mira'ya ulaşmasını ve elde etmeyi istemesini sağlamıştı.

Asrın Karaman, dedi içindeki ses.

Ares'in hiç duymamış olmayı istediği gerçek yüzüne çarptı. Mira en az kendisi kadar bu örgütle yakından ilişkiliydi ama bilmediği daha çok fazla şey vardı. Lider çocuğu olmak bu denli büyük bir savaş ilanı için yeterli değildi.

Örgüt benim doğumumla kuruldu, demişti. Meclis'le ilgili geçmişe gömülen gerçekler vardı.

Kaydı izlemeye devam etti.

Dilinden sürekli kendi ismi dökülüyordu. Onu kurtarışını anlatıyor, onun uğruna çabaladığını söylüyordu. Mira gerçekten minnetle doluydu ve bütün çabası minnet borcunu ödemek içindi. Ares'in onu iyileştirmek için verdiği çabanın karşılığını verebilmek adına çabalıyordu.

'Henüz farkında değil ancak adamlarının çoğu hain ve o bu hainleri kendisi seçti.' Artık farkındaydı. Altı adamı Mira'nın casusuydu. Geri kalanların arasında başka hainlerin olduğundan da emindi. 'Gözlerine değil, ellerine ve güçlerine baktı. Asıl sadakat kalptedir ve tıpkı söylendiği gibi gözler kalbin aynasıdır.' Gözlerine bakmamıştı, önemli olan yüzler ve gözler değil verilen hizmetti. Ares, Kerim dışındaki hiçbir korumasıyla samimiyet kurmamıştı. Kerim'le kurduğu samimiyet de duvarlarla doluydu. Adamlarına bağlı değildi, istemediği bir dünyada hayatta kalabilmek için mecbur olduğu şeylerden hep nefret etmişti. İhtiyacı olan hizmeti aldığı sürece insanlara önem vermezdi ve belki de bu en büyük hatasıydı.

'Şeytana tutulmuş insanların devrinde temiz bir yürek bulmak çok zordur.' diyordu Mira. O temiz yürek Ares Aladağ'a aitti ancak Ares öylesine korkunç şeylere göz yummuştu ki Mira bunları öğrendiğinde kendisine bu kadar güvenemeyeceğinden emindi. Elbet dünyasına göre kara değildi ancak bu onu ak da yapmazdı. O zannettiği temiz adam değildi. Mira onu bir varisten öte görüyordu. Meclis'in varisi olarak değil, sadece Ares Aladağ olarak yanında durmak ve güç vermek istiyordu. Temizlemek istiyordu Ares'i. Kara dünyasından çekip kopartmak istiyordu.
'Onun yüreği hainliğe yakışmaz, onun dini şeytan olamaz.' dedi. Bunu diyen kadın az evvel ihanet edebileceğinden söz etmişti. Ona güveniyordu ancak bu güven tam değildi. Nereden geldiğini anlayamadığı şüpheleri güvenini eksiltiyordu.

Oğuz, en sevdiği adamlarından olan Oğuz 'Ares Bey'e karşı olan ilginizin nedeni minnet mi?'diye sordu. 'Bu ilgiyi en son Kağan Bey'e karşı göstermiştiniz.' Ares, Mira'yı tanıyan birinden gelen bu soruya takılı kaldı. Mira ona karşı bir şeyler mi hissediyordu, anlayamadı. Ancak Mira anında bu soruyu yanıtladı.

'Kalbi paramparça bir kadının kalan son kırıntılarını da aşka harcayabileceğini mi zannediyorsun?'

'Aşk söz konusu dahi olamaz, hele ki Ares ve benim aramda.'

'Ne yazık ki kalbim hala bir adam için atıyor, hain bir adam için çarpıyor.'

Ares kaydı durdurdu, kapattı. Daha fazla izlemek istemedi, Mira'nın ağzından başka bir söz duymak istemedi. Kulaklarını tıkadı. Benzinini alarak zihnini kurcalayıp onu huzursuz eden, kalbini sıkıştıran her şeyi ardında bıraktı. Kaçtı. Eve geldiğinde gördüğü araba az evvel sıkışan kalbine bir hançer sapladı.

Kenan Karadağ'ın özel plakalı aracı evindeydi. İki koruması aracın etrafındaydı. Kendi adamlarını göremedi Ares, aracından hızlıca indi. Seri, öfkeli adımlarla korumalardan birine yaklaştı ve yakasından kavrayıp arkasındaki araca yasladı. "Nerede o orospu çocuğu?"

Diğer koruması anında hareket ederken adam "Kenan Bey içeride." dedi. "Sizi bekliyor."

Güzel, patronlarının ne mal olduğunu biliyorlardı.

Ares öfkeyle onu savurdu, "Sikerler beyini." Belindeki silahı çıkarttı. Koşar adımlarla eve ilerledi, merdivenleri çıkıp aralık kapıdan geçti. Bütün korumaların elinde silahlarla evde olduğunu gördü, Sancar anında yanına geldi. "Abi." dediğinde Ares onun gözlerine baktı. "Mira Hanım yukarıda, odasında." dedi, Sancar. Ares onun gözlerindeki öfkeyi ve endişeyi gördü. "Kenan Karadağ yanına çıktı."

Ares kaşlarını çatarak merdivenlere baktı, hiçbir şeyi sorgulamadan koşarak merdivenleri çıktı. Mira'nın odasına yönelirken Oğuz elinde silahla odadan çıktı, kapı aralık kaldı.
Onu umursamadan odaya girecekken Oğuz elini uzattı ve Ares'e engel oldu. "Dur abi." dedi, Oğuz. "Mira Hanım onunla yalnız kalmak istedi."

Ares durdu, duyduğu şeyi idrak etmeye çalışırken Oğuz'un gözlerine baktı. Saf endişeyi gördü ancak bütün endişesine rağmen kraliçesine güvenip onun emrini uyguluyordu.

Aralık kapıdan o ince sesi duydu. "Ares benim kahramanım, sen ise katilimsin." diyordu Mira. Neyin karşılığında bunu söylüyordu bilmiyordu ancak sesindeki o netlik birden fazla duyguya ev sahipliği yapıyordu. Ares'ten gururla bahsederken Kenan'dan tiksintiyle, nefretle bahsetmişti.

Kenan'ın daha yüksek çıkan sesini duydu "Yatağına giriyormuşsun," diyordu. Silahını daha sıkı kavradı Ares. "Senin yatağına giriyormuş. Dokundu mu sana?" Ares'in kaşları derince çatıldı, çenesini kaldırdı. Odaya girip Mira'yı oradan çekip almak istiyordu ancak Mira onun karşısında sapasağlam duruyor gibiydi. Ondan bunu almak istemedi, Kenan'ın karşısında güçlü durması için ona fırsat verdi. Korktuğuna emindi, korkusunu yenebilmesi için bunu yaşamasını istemiyordu. Yine de durdu. "İzin verdin mi ona?"

"Dokundu," dedi Mira. Ares'in kaşları havalandı, "İzin verdim, yatağıma da aldım. Sonuçta artık iffetini kaybetmiş bir kadınım, geri kalanının önemi yok. Korumam gereken bir erdemim yok. Bugün Ares var yatağımda yarın kim olur, hiç bilmiyorum. Haklıymışsın, bu zamana dek görmemişim ama dünyada hiçbir erkeğin reddedemeyeceği bir güzelliğim varmış. İstediğim her erkeği elde edebilirmişim." Mira yalanlar söylüyordu ve Ares bu yalanların başrolüydü. Hayatında ilk kez söylenen bir yalandan zevk aldı. "E Ares de yakışıklı adam. Senin açtığın yaraları sararken ilgimi çekti. Teşekkür ederim, sen olmasan Ares'i tanıyamayacaktım. Onun gibi harika bir adamla birlikte olamazdım."

Silah sesi geldi, Ares adım atacağı an eşikte bekleyen Oğuz odaya daldı. Ares durdu, o silahı ateşleyenin Mira olduğunu biliyordu. Korkularına rağmen öyle güzel oynuyordu ki Kenan'ı delirttiğine emindi. Garip bir zevk aldı bundan. Mira'ya daha fazlası için izin verdi, kendisini savunması için bekledi. Oğuz yeniden kapı eşiğine döndü, aralarında ufak bir bakışma geçti. Oğuz, Mira'ın iyi olduğunu ve bir sorun olmadığını belirtircesine gözlerini kapatıp açtı. "Seni öldüremeyeceğimi zannediyorsan, yanılıyorsun. Bu uyarı atışıydı. Bir adım daha atarsan ikinci kurşunla beynini deşerim." Ares usulca gülümsedi. Mira gerçekten şahane bir kadındı. En büyük korkularını kendi kalbinde hissettiği gibi korkusuzluğunu da hissetti. Mira ondan korkmuyordu. Bu en büyük gururu oldu.

Kenan "Beni kızdırmak için söylüyorsun," dedi. "Sana dokunmadı, dokunamaz. Ares hala Duru'nun peşinde, benim koynuma aldığım kıza dokunmaz. Tiksinir senden." Ares'in gülümsemesi solarken yüzünü buruşturdu, ardından başını hafifçe geriye atıp sağdan sola doğru oynatarak boynunu esnetti. Tiksinmek mi, Ares ona tapıyordu.

"Birincisi senin sikik duyguların umurumda değil." Ares yeniden gülümsedi. "İkincisi Ares'in senin gibi tecavüzcü bir adamın hain kızıyla işi olmaz. Üçüncüsü sen bana tecavüz ettin. Bunu başka kelimelerle anlatman gerçeği değiştirmiyor. Sen on altı yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz ettin, işkence ettin." Ares, Mira'nın ses tonundaki değişimi farketti. Kontrolünü kaybetmeye başlıyordu. Daha fazla dayanamayacağını anladı.

"Onu öldüreceğim," dedi, Kenan. Yanılmıyorsa kendisinden söz ediyordu. "Sana dokunmanın, seni benden çalmanın bedelini ödeyecek. Onu öldüreceğim." Haklıydı, kendisinden bahsediliyordu.

"Öldür," dedi, Mira. Ares hiçbir tepki vermedi. "Başkasını bulurum. Ares'in benim için değerli olduğunu mu zannediyorsun?" Yalandı, bu da yalandı. Yalan olmak zorundaydı. "Ne yazık ki hala o hain yeğenine aşığım Kenan. Bunu ne sen ne de bir başkası değiştiremez. Yatağıma girenler kalbimi etkileyemiyor. Bunu bizzat kendin öğrenmiştin, ne kadar çabuk unutmuşsun." İşte bu doğruydu. Mira hala o adama aşıktı, ona ihanet eden adama aşıktı. "Artık korkacağım bir şey yok," Vardı. Mira bütün dünyadan ölesiye korkuyordu. "Bir çocuğum olmayacak, soyum devam etmeyecek." Hamileydi. "Kendi hapishanemden senin sayende kurtuldum, artık özgürüm. Hayatıma da yatağıma da başka adamlar girecek ve sen yalnızca izleyeceksin, duyacaksın. Casuslarından onlara güldüğümü, gülümsediğimi, sarıldığımı, onları öptüğümü dinleyeceksin." Ares'in çenesi kasıldı, dişlerini birbirine kenetledi. Mira'yı başka adamların hayatında, yatağında görme fikri kalbindeki sızıyı derinleştirdi. Başkalarına gülmesi, gülümsemesi, sarılması, öpmesi ise yepyeni bir sızı açtı. Öyle ya, Mira'nın gözlerine baktığı andan beri yüreğinde sızısını taşıyordu. Artık kanamaya başlıyordu, Kenan'ın içeride olduğunu bilmesi dahi oluk oluk kan akıtıyordu.

Kenan öfkeden kuduruyor olacak ki yükselen sesiyle "Hepsini öldüreceğim," dedi. İşte tam bu noktada Ares içeriye girmek için hazırlandı, Oğuz'a baş işaretiyle yana kaymasını söyledi. "Sen benimsin, duyuyor musun? Bana kendi ayaklarınla gelene kadar hayatındaki herkesi teker teker öldüreceğim. Önce Ares'ten başlayacağım. Sana dokunan herkesi öldüreceğim. Ardından Kağan'ı da alacağım senden, aşık olduğun adamı da öldüreceğim. Yalvaracaksın bana, kendi isteğinle geleceksin."

Kapıya silah tutan elini uzattı, silahın namlusuyla kapıyı itti ve odaya girdi. "Güzel hayalmiş," dedi, büyük bir keyifle.

Mira'nın ona baktığını hissediyordu, ancak karşısındaki adama kitlenmişti. Mira'nın gözlerine bakarsa dönüşeceği adamdan korkuyordu. Mira onun sınırsızlığıydı. Bu odada her şey olabilirdi. Kenan Karadağ öfkeden dönen gözleriyle kendisine bakıyordu. Mira'ya dokunan herkesi öldürmekten bahsetmişti. "Seni ve Kağan'ı öldürme fikrini sevdim." Alevler yükseldi, Mira'yı alevlerin arasında bulduğu anı anımsadı. "Ona dokunan herkesi diri diri yakarak öldürmek istiyorum." dedi. Kinle, nefretle doluydu ve bu iki duygu Ares Aladağ'a derin yaralar açıyordu. "Hazır evimdeyken hayallerimden birini gerçekleştirmek isterim." Silahını Kenan'a doğrulttu, Mira'ın küçük bedeninin kendisine doğru geldiğini farketti. Ona baktı, gözlerinin içine baktı. Mira korkuyordu. Omuzları dikti, çenesi havadaydı ama gözbebekleri titriyordu. Kenan'dan uzaklaşıp kendisine sığınıyordu. Göz ucuyla bedenine bakındı. Beden diliyle dahi ifade etmeden korkusunu bastırıyordu. Kenan ona dokunmamış olmalıydı. Sol elini ona uzattı, Mira'yı kendi yamacına çekti. Biraz olsun rahatlatmak için şakağından öptü. Kenan'ın değil dokunması, ona göz ucuyla bakmasına tahammülü yoktu. "Benim odama geç, güzelim. Davetsiz misafirimizi ait olduğu cehenneme uğurlayıp geleceğim."

Öfkeyle onları izleyen Kenan'a döndü. Elleri onu boğazlayarak öldürme isteğiyle kasılırken içindeki kan ve vahşete karşı gelen "Onu öldüremezsin," diyen fısıltıyı duydu. "Kenan'la işim bitmedi, daha yeni başlıyoruz. Onu öldürürsen her şey mahvolur." Mira'nın planları vardı. Korkularını bastırarak hazırlandığı bir savaşı vardı. Savaşın sonunda Kenan bir ölü olacaktı ancak şimdi de bir ölü olabilirdi. Eğer o ölürse Mira en büyük korkusundan ve acısından kurtulurdu. Meclis, diye bir ses yankılandı zihninde. Kenan bir liderdi ve Ares onu öldürürse Meclis'te yargılanır, öldürülürdü. "Senin dışında hiçbir şey umurumda değil," dedi. Elindeki silahla yalnızca Kenan'ı değil, kendisini de öldürecekti. Mira uğruna ölmeye razıydı.

Tek şans vermişti Mira'ya, o tek şansını kendisini korumak için Meclis'e saldırarak ve Kenan'ın adamlarını etkisiz hale getirerek kullanmıştı. Korktuğundan tek şansını hiç istemediği bir şekilde kullanmıştı. Elbet ona yeni bir şans verebilirdi ama o şans bu olmamalıydı.

Mira onun kolunu kavradı, kendisine yanaştı. "Lütfen, Ares, beni dinle. Onu öldürmek bize hiçbir şey kazandırmayacak, istediklerimi alana kadar yaşamak zorunda." Beynine sızmak istercesine konuşuyordu. Beni dinle, diyordu. Ares son nefesine dek onu dinlerdi ancak duyduklarından her daim hoşlanmayacağından emindi. Şu an da kendisinden istediği şeyden hoşlanmıyordu. Mira onu yaşatmasını istiyordu. İsteklerini her daim yerine getirirdi. Kendisine bakan mavi gözlerine baktı, gerçekten istediği şeyin bu olup olmadığının cevabını aradı. "Onu serbest bırakmamı mı istiyorsun?" diye sordu. Bir çife mavi göz onu ikna edememişti. "Sana zarar vermişken, elini kolunu sallayarak gitmesine izin vermemi mi istiyorsun?"

Mira hafifçe başını salladı, gözlerini gözlerinden kopartmıyordu. "Git," dedi, bunu söyleyebilmek için Mira'ya tutunmak zorundaydı. İçten içe kendinden nefret etmeye başladığı bir andaydı. Nefretinin Mira'ya değmesine izin vermeden öldürmeyi arzuladığı adama döndü. "Ama şunu bil, Mira istediği için hayattasın. Benden kork, Kenan. Bir gece vakti yanına geleceğim, bir gece vakti yatağında öldüreceğim seni. Senin kanınla yıkanacak yatağın. Her gece senin için gelebileceğimi hatırlayarak uyu." Kan arzusuyla doluydu, zihninde onu öldürdüğü anları canlandırıyordu.

Kenan kendisine bakarken "Tekrar görüşeceğiz," dedi. "Ve o gün herkes ait olduğu yerde olacak. Sen mezarda, Asrın benim yanımda." Asrın. Mira'ydı o, Ares'in Mira'sıydı ve Ares'in Mira'sının Kenan Karadağ'ın yanında olma ihtimali kanını kaynattı. Kenan'a saldırmak istedi, dizginleyemediği bir vahşetle dolmuştu. Bunu farkeden Kenan kaçarcasına odadan çıktığında onun ardından baktı.

Mira onun kolunu bıraktı, gözlerini Mira'ya çevirdi. Hafif sarsak adımlarla pencereye ilerledi ve titreyen eliyle pencere kolunu kavrayıp çevirdi. Nefes nefese soluklanırken bir elini göğsüne yaslamıştı. Oğuz girdi odaya,
"Kenan Karadağ gidiyor, hanımefendi." dedi.

Ares gözlerini ona çevirerek "Ormandan çıkana kadar takip edin," dedi. "Bunun sorumlularını bul ve bana getir."

Oğuz "Emrin olur abi." diyerek odadan çıktı. Ares yeniden Mira'ya döndü. Mira silahının emniyetini kapatarak halsizce bedenini çevirdi, pervaza yaslanarak Ares'e çekingence baktı. "Ne duydun?"

Ne yazık ki hala o hain yeğenine aşığım Kenan.

Ares yutkundu, geri kalanları hayal meyal anımsarken "Yalanlarını," demekle yetindi. Silahının emniyetini kapatıp beline koyarak Mira'ya doğru ilerledi. Söylediklerinden utandığını görebiliyordu. "Sorun değil, kudurması hoşuma gider."

O mavi gözlerini kırpıştırdı, "Kızmadın mı?" diye sordu. Sanki bir suç işlemiş gibi çekingen, tereddütlüydü. "Senin hakkında yalan söyledim, haddim değildi ama onun canını yakmak için seni kullandım." Ares başını iki yana salladı, içtenlikle "Kızmadım." dedi.

Mira'nın gözbebekleri titredi, burnunu hafifçe çekip pervazdan ayrıldı ve suya kavuşurcasına Ares'in kollarının arasına atladı. Tir tir titriyordu minik bedeni, hızlıca sarıp sarmaladı. "Geçti." dedi, buram buram şampuan kokan güzel saçlarını öptü. Pişmanlıkla, mahçubiyetle doluydu. Mira'yı dinleyip ormanda söylediklerini umursasaydı amcasının uyarı vermek adına Kenan'ın karşısına çıkmasına engel olurdu. Onu güvende hissettirmek için verdiği bütün çaba hiçliğe karıştı. Mira bu evde güvende değildi, Ares bunu dahi başaramamıştı. "Özür dilerim, yanında olmalıydım. Bu eve girememeliydi."

"Ölmeni istemedim," dedi, Mira. Ona can havliyle daha sıkı sarıldı. "Benim için değerli olduğunu anlamasın diye yalan söyledim. Herkesmişsin gibi zannetsin istedim."

Benim için değerlisin, diyordu Mira. Ares'e bu da yeterdi. Zaten Ares sevginin azıyla yetinmeyi öğrenmişti, fazlasını hiç tatmamıştı. Hakettiğinin bu olduğunu düşünürdü, Mira da onu hakettiği kadar seviyordu. En azından onun için değerliydi.

Tavrı yumuşarken "Biliyorum güzelim," diyerek yeniden saçlarını öptü. Öyle güzel kokuyordu ki saçları, ömrünün her nefesine onun kokusunu doldurmak istiyordu. Saçlarını açtı, hafif düzensiz dalgaları dağıttı. Koku daha fazla yayılırken doya doya içine çekti. "Söylediklerinin hiçbiri önemli değil." O yoğun, meyvemsi kokuyla mest oluyordu. Mira'nın dehşetle çarpan kalbini göğüs kafesinde hissediyordu. "Seni anlıyorum. Çok korktun mu?"

Korkuyordu. Basırdığı bütün korkuları Ares'e sundu. Hıçkıra hıçkıra ağlarken ayakta duramıyordu. En sert kış gününde dışarıda kalmış bir kuş gibiydi. Yere oturdu Ares, onu bacaklarının arasına alıp içine sokarcasına sarmaladı. Kendisinde sakladı. İçli içli ağlayışlarının ardından Mira uyuyakaldığında bedeni de dinginleşene dek bekledi, tamamen uykuya daldığında sırtına dikkat ederek bedenini kavradı. Mira'yı usulca kucakladı, uyanmaması için "Şhh." diye fısıldadı. Yatağına ilerledi, onu nazikçe yatırarak üzerini örttü. "Ares." diye sayıkladı, Mira. Ses tonundaki tereddütü, korkuyu hissetti.

"Buradayım." dedi, Ares. Saçlarını öptü, usul usul okşadı.
"Yanındayım. Uyu." Mira fazla derin olmayan bir uyku çekerken Ares onun yanına uzandı.

'Kalbi paramparça bir kadının kalan son kırıntılarını da aşka harcayabileceğini mi zannediyorsun?'

'Aşk söz konusu dahi olamaz, hele ki Ares ve benim aramda.'

'Ne yazık ki kalbim hala bir adam için atıyor, hain bir adam için çarpıyor.'

Zihninde yankılanan sesi içini huzursuz ediyor, kalbini delip geçiyordu. Her şeyin karşılıksız halini sunmuştu ona ancak neden aşkı karşılıksız kaldığında bu kadar canı yanıyordu? Bir ihtimal dahi yeterdi ona ama Mira bütün ihtimalleri hiç farkında olmadan öldürüyordu.

Telefonunu çıkarttı ve Oğuz'a mesaj atarak bilgisayarını istedi. Kapı tıktıklandığında ayaklanarak üzerini düzeltti, kapıya yöneldi. Olabildiğince sessiz bir şekilde kapıyı araladı, bilgisayarı getiren Oğuz'la göz göze geldiğinde odadan çıktı ve kapıyı tam kapatmadan bıraktı. Oğuz "Buyur abi." derken ona bilgisayarı uzattı. Bilgisayarı alarak "O adamın evime girmesine kim izin verdi?" diye sordu.

"Kerim." dedi, Oğuz. Ares'in kaşları derince çatıldı. "Gökhan Bey'in misafiriymiş." diye devam etti Oğuz. "Onun emriyle çiftliğe alındı. İtiraz ettim ama Kerim beni dinlemedi. Kenan Karadağ'ı misafir salonuna yönlendirdiler, o direkt Mira Hanım'ın odasına çıktı. Mira Hanım emir vermeden müdahele edemedik."

Ares sert diliyle "Kerim nerede?" diye sordu. "Neden bunlar olurken beni aramadınız?"

"Kerim size bilgi vereceğini söyledi." dedi, Oğuz. "O benim şefim, emrinin üzerine iş yapamam. Ama için rahat olsun abi, gerekirse o herifi burada öldürürdüm. Mira Hanım'ı alıp gidemezdi. Aşağıdaki adamların hiçbiri buna izin vermezdi. İki adamla gelmiş, niyeti de onu almak değildi. Göz dağı vermeye gelmiş."

Ares elbette bunu çok iyi biliyordu. Amcasına sırt dönmenin bedeliydi, o bedeli Mira değil kendisi ödemeliydi. Oğuz'un gözlerine baktı yeniden, Oğuz hala öfkeliydi. Kraliçesi için her şeyi yapabilirdi. "Çiftliğe girişlerin kontrolü sende." dedi, düz bir ifadeyle. "Benim iznim olmadan hiçkimseyi bu çiftliğe almayacaksınız. Hele ki Mira Hanım'ın odasına, asla." Başıyla merdivenleri gösterdi. "O eşiği geçen olursa anında öldürün." Ares adamlarına ilk kez silah kullanma ve birini öldürme emri vermişti. "Kerim'e haber ver, beni beklesin. Mira uyandığında onunla görüşeceğiz."

Oğuz, Ares'in değişmeye başladığını fark etti, bu durumdan fazlasıyla memnun kaldı ve gülümsedi. "Emrin olur abi." dedi. Ares "Nöbet kimdeyse gelsin." dedi ve odaya yöneldi. "Mira güvende hissetmeli."

"Nöbet bende abi." dedi, Oğuz. "Buradayım." Ares odaya girip kapıyı kapattı. Yatakta huzursuzca kıpırdanan Mira'ya yöneldi. Bilgisayarı bırakarak yatağa dizlerinin üzerine çöktü ve elini yastığa yayılan saçlarında gezdirdi. Mira usul usul dinginleşti.

Bilgisayarını aldı ve diğer taraftan dolanarak yatağa girdi. Ceketinin cebindeki kablosuz kulaklığını aldı, bilgisayara bağladı. Belleği de takıp kaydı açtı yeniden. Kaldığı yeri buldu. Belki canını daha çok yakan şeyler duyacaktı ancak amcasının ne bildiğini öğrenmek zorundaydı. Mira ansızın "Kağan hiçkimseydi." dedi. Eğer hiçkimseyse onu bu kadar değerli kılan şey neydi, anlayamıyordu. "Yaralı bir kuştu ve ben ona uçmayı öğrettim, yaptığı ilk şey uçup beni terk etmek oldu. Uçarken beni pençesine takıp en yüksekte bıraktı. Ares onun gibi değil, soylu bir ailenin tek varisi. Her ne kadar o soy kire batmış durumda olsa da Ares hala bembeyaz bir ışık. Yaralı da değil, bilgisiz de değil. O Kağan'dan çok üstün. İkisini kıyaslamak dahi başlı başına bir hata."

O Kağan'dan çok daha üstün.

Gerçekten öyle miydi bilmiyordu. Başka bir adamdan üstün olmak gibi bir isteği de yoktu.

Oğuz "Elbette öyle efendim. İkisini de bizzat yakından tanıdığımdan Ares Bey'den hiç şüphem olmadığını söyleyebilirim." dedi. "Ancak bu üstünlüğün yalnızca zihninizde olduğunu ve kalbinize ulaşamadığını söylüyorsunuz. O halde nasıl Ares Bey üstünlük kurabiliyor? Hele de kalbiniz hain bir adam için çarparken?"

Evet, Ares de tam olarak bunu merak ediyordu.

"Sana benim Barlas'ım ol derken tıpkısının aynısı ol dememiştim. Barlas'a kıyamazdım ancak sana kıyabilirim Oğuz. Bana imalar yapma, dürüstçe söyle aklındakileri."

"Ares Bey'le olan samimiyetinizden bahsediyorum efendim." dedi, Oğuz. Ares'in kaşları usulca çatıldı. "Belki de henüz hislerinizi anlayamıyorsunuzdur. Ares Bey'e olan ilginiz bu savaştan ibaret değil." Kaşları havalandı, Oğuz'un ima ettiği şeyi anlayabilmek için çabaladı.

"Ondan etkilendiğimi ya da ona aşık olduğumu mu zannediyorsun?" diye sordu Mira. Evet, tam olarak ima ettiği şey buydu. Ares yanlış anlamıyordu.

Oğuz ansızın "Ares Bey size uygun değil." dedi. Ares ters bir şekilde kapıya baktı ve ekrana döndü. "Tıpkı Kağan Bey gibi. Temiz bir ışık olabilir ancak sizin karanlığınızda kaybolur. Ares Bey benim için her zaman iyi bir patron oldu. Senelerdir onunlayım. Kötüleyecek en ufak bir yön dahi bulamam, eğer siz olmasanız sadakatimi ona adar ve onun uğruna savaşırdım." Ares'in kaşları havalandı, göz ucuyla kapıya baktı. "Elbette sizin de ilginizi çekebilecek bir adam, yaşı da Kağan Bey'e oranla daha uygun. Size karşı olan ilgisi ve tavırları ortada. Bundan etkilenmenizden daha normal bir şey olamaz. Ancak siz karasınız o ak, karanızda kaybolur. Kendinizi kalbinizi incitecek ilişkilerden sakınmalısınız. Bazı şeyler başlamadan bitmelidir."

"Eğer ondan etkilenseydim yatağımda bırakıp gelmezdim, Oğuz." dedi, Mira. Ares yatağında olduğu kıza baktı. Bulunduğu yeri sorguladı. "Bana her ilgi gösterene aşık olacak kadar sevgisiz ve ilgisiz büyütülmedim. Evet, çoğu zaman kimsesizdim ancak Barlas vardı ve o bir erkeğin bana verebileceği bütün sevgiyi verdi. Belki o olmasaydı dediğin gibi bunlar beni etkileyebilirdi ancak şu durumda inan bana kalbimin ritmini dahi değiştirmiyor. Ben aşktan yeterince zarar gördüm, hiçkimseye yeniden kalbimi sunabileceğimi zannetmiyorum. Elbette hayatıma birileri girecek ancak bunlar ya izleri silmek için ya da görevimi tamamlamak için olacak. Benim için endişelenme."

İnan bana kalbimim ritmini dahi değiştirmiyor.

"Ares'i öptüm." dediğinde tek kaşı sorgularcasına havalandı.
"Teşekkür etmek için, yakın hissettiğim için. Bana kızdı. Meğer öpmek Türk kültüründe yokmuş. Neden bana bunu daha önce söylemediniz? Kendimi çok kötü hissetmemi sağladı, belki bilsem öyle davranmazdım ve karşılığında canımı yakabilecek şeyler duymazdım."

"İlk gördüğümde ben de şok olmuştum, efendim." dedi, Oğuz. Mira, Oğuz'du da öpmüş olamazdı. Değil mi? Önce Mira'ya sonra kapıya baktı. "Hepimiz şok olmuştuk." Hepsinden kasıtları kimlerdi? Mira adamlarını da öpüyordu? Kaskatı kesildi, boynunu esnetti. "Ancak zamanla bunun sizin için gelenek olduğunu anladık. Her milletin ve her ailenin kendi gelenekleri vardır. Size tavsiyem, kendi aileniz dışındaki hiçkimseye yakınlığınızı böyle göstermeyin. İnsanlar amacınızı ve içinizi bilemezler. Eminim ki Ares Bey o şokla yüksek bir tepki vermiştir, anlayış göstermelisiniz."

"Bunun bir istismar olabileceğini söyledi. Yani durumu ona açıkladığımda ve ailemde böyle bir şey olduğunu söylediğimde beni istismar ettiklerini söyledi. Kızması göz ardı edilebilir ancak bu biraz benim anlayışımı aşıyor. Bizzat yakın korumalığımı yapmışlığın var. Dedemi tanıyorsun, dayılarımı ve kuzenlerimi de öyle. Sence böyle bir durum söz konusu olabilir mi? Birkaç gecedir aklımı kurcalıyor ve beni huzursuz ediyor bu durum." Oğuz bir kraliçenin yakın koruması olacak kadar iyi ve önemli bir adamdı. Eğitimimi her aşamada ortaya serip kendisini öne çıkartabilmişti ancak Ares onun bu kadar yüksek bir konumda olduğunu düşünmemişti.

"Dürüst olmamı ister misiniz?" diye sordu. Ares kesinlikle dürüst olmasını ve bu sorunun cevabını bilen birinden almayı isterdi. Mira'dan da onay aldığında "Dedeniz hakkında bir yorum yapamam." diye devam etti Oğuz. "Onun bu samimiyetinin bir sapkınlık derecesinde olduğunu söylemem yeterli olur diye düşünüyorum. Sağlıklı değil ancak size özgü de değil." Ares'in kaşları usulca çatıldı. "Dayınız için bu gelenekten ibaret, hakkı olanı çaldığınızı düşündükleri için sizden nefret ettiklerini hesaba katarsak bu sevgi geleneğini devam ettirmekten memnun olduğunu zannetmiyorum. Ancak erkek kuzenleriniz için bu durumun farklı olduğunu düşünüyorum. Ailenizin geçmişi nedeniyle göreviniz olan evliliği içlerinden biriyle gerçekleştirme ihtimaliniz var. İçlerinden biri gücünüze ortak olabilir, aralarında bunu savaşı sürüyor. Ares Bey bahsettiği istismar konusunda yalnızca kuzenleriniz için haklıdır." Ares'in kaşları daha derin çatıldı. Bir kraliyet ailesini öldürmek ne kadar zor olabilirdi ki? En kötü bir tetikçi tutardı, evet tetikçi en kolay ve ulaşılabilir yoldu. Neyse ki tanıdığı bir tetikçi vardı, en yakın zamanda onu aramalıydı.

"Neden bana daha önce söylemediniz bunları?"

"Dinler miydiniz?" diye sordu. "Madam her daim üç adım arkanızdaydı. Gelenekleriniz vardı ve bunlar asla bozulmamalıydı. Eğer sizinle konuşursak gerçekleri görürdünüz ve yalnızca sizin canınız yanardı. Benim görevim sizi korumak. Gerekirse sizi kendinizden de korumak. Eğer kuzenleriniz bu yarışta size daha fazla zarar verseydi inanın bana gözümü kırpmadan onları öldürür ve ömrümü hapishanede geçirirdim. Küçüktünüz ve bunu ifade edemezlerdi. Eve geri döndüğünüzde tamamen genç bir kız olacaksınız. Asıl yarış o zaman başlayacak. Neyse ki Ares Bey gözlerinizdeki perdeyi aralamış."

Ares gergince boynunu esnetti, sabırla nefesleniyordu. Toplantı devam ederken oluşturulan planları dinledi, toplantı sona erdi. Kaydı kapatarak bilgisayarı komodin üzerine bıraktı, kulaklıklarını kutusuna koydu. Ceketini çıkarttı. Mira'dan uzakta durmak istiyordu ancak onun güvende hissetmeye ihtiyacı vardı. Duyguları önemli değildi, hissettikleri de öyle. Burada olma amacına gölge düşüremezdi. Bütün huzursuzluğuyla ona yaklaştı, kollarının arasına aldı. Mira uykusunda dahi gerildiğini belli edercesine gevşeyip ona sokuldu. "Ares." diye sayıkladı. Ares'in gözleri kapandı, onun gülümsemesini görmek istemedi. "Buradayım." dedi. "Yanındayım."

Mira gülümsedi, Ares görmedi. Onun gülümseyişi kalbinin ritmini ele geçiren yegane güçtü ve Ares kalbinin ritmini değiştiremediği, hala başkasına aşık olan bir kadına duygusal yaklaşmak istemiyordu. Kokusu doldu burnuna, sıcaklığı usul usul bedenine yayıldı. Mira ona sarılarak huzurla uyuyordu. Sol eli karnına yaslandı, usulca okşadı. Mira'nın korkusu ve gerginliği bebeği de etkilemiş olmalıydı.
Karnını okşadıkça Mira biraz daha rahatladı, sırtını yatağa yasladı. Ares, onun kendisine izin verdiğini farkederek karnını usul usul okşamaya devam etti. "İyi olmana ihtiyacım var." diye fısıldadı. "Umarım onu hissetmemişsindir." Mira hafifçe kıpırdandı. Bir eli karnına yöneldi, Ares'in elinin üzerine yasladı ve içli içli nefeslenip uyumaya devam etti.

Üst üste duran ellerine baktı Ares. Elini usulca çevirdi ve Mira'nın elini kavradı. Karnına yasladı, kendi eliyle onun minik elini örttü. "O da korkmuştur." diye fısıldadı. "Sen ne hissedersen bebeğin de onu hisseder. Ona da sarılalım, onu da sevelim. Sadece güzellikler verelim." Mira uyuyordu ancak onu anlıyormuş gibi elinin altındaki parmakları kıpırdadı. Ares usulca gülümsedi, parmağının ucuyla karnını okşadı. "Biz buradayız." dedi. "Yanındayız. Seni bütün dünyadan korumak için çabalayacağız. İyi ol, olur mu?"

Mira huzurla uyurken birlikte geçirdikleri zamanları anımsıyordu. Onu Ares'e getiren şey minneti ve korkusuydu. Bir kraliçesi oluşu hala bir çocuk olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Mira sırtında derin yaralar taşıyan bir kız çocuğuydu. Ona sunulan limana sığınmaktan başka çaresi kalmamıştı. Ares elbet bunların farkındaydı. Mira ona hiç umut vermemişti. Başka birini sevdiğini dile getirmekten çekinmemiş, saklamamıştı. Ares hiç umutlanmamıştı, hiçbir beklentisi olmamıştı. Bir kız çocuğuyla ilişki yaşayamayacağının bilincindeydi. Sadece içten içe bazı şeyler hissediyordu ve bu hisler son derece sakıncalıydı. Engel olmak çok zordu.

Saatler akıp giderken oda kararmaya başladığında gece lambalarını yaktı. Kırmızı ışıkların aydınlattığı yüzüne baktı, saçlarını usul usul okşadı. Fazlasıyla masum duran bir yüzü vardı. Kilo verdiğinden belirginleşen yüzünün hafif kemikli yapısı çocuksu yanını ortadan kaldırıyor, onu olduğundan daha büyük gösteriyordu. Çillerine bakındı, her geçen gün daha da belirginleştiklerini hissediyordu. Onları daha net görüyor, Mira uyurken her seferinde sayıyordu. Tabi bu zihninin bir oyunu da olabilirdi, çillerini zaten ezberlemişti. Tam yirmi yedi tane çili vardı. Çoğunluğu burnunda ve burun çevresindeydi. Tek tük bir iki çil de alnında vardı. O güzel çilleri sevmek istediği an Mira kıpırdandı, ışıkların etkisiyle gözlerini kıpıştırarak araladı.
Müptelası olduğu safir rengi gözler ilk ona baktı. Gözlerini gözlerine açtı. İçindeki isteğe engel olamadan parmaklarını yüzüne uzanttı, çillerini okşadı.

Uyku mahmuru kısık sesiyle "Niye beni seyrediyorsun?" diye sorduğunda Ares ona dünyada seyredilmeye değecek tek manzara olduğunu söylemek istedi ancak söyleyemedi. Kendi içinden 'Benim dünyamda seyredilmeye değecek tek manzarasın.' diye geçirdi. 'En güzel manzarasın.' Uzandı, manzarasını öptü. Tam şakağından, o güzel aklında iz bırakmak istediği noktadan. En çok sol şakağını öpmeyi seviyordu çünkü orada minik, kızıl bir ben vardı. Hafif silikti. Mira eve ilk geldiğinde morarığın altında kaybolmuş, o iyileştikçe meydana çıkmıştı. En karanlık günlerin altındaki beyaz ışık gibiydi. Emeğinin en somut karşılığıydı.

Mira bedenini çevirerek usulca ona sokuldu, eli omzuna yerleşti. Minik bedeni öylesine muntazam bir şekilde hareket ediyordu ki, göğsüne sokuluşu dahi bir şiir gibiydi. "Niye kedi gibi sokuluyorsun?" diye sordu. Mira gülümsedi, dışarıda batan güneşin aksine Ares'in dünyasında güneş doğdu. "Seviyorum." dedi, Mira. "Sana sarılmayı." diye devam etti ancak o seviyorum kelimesi Ares'in kalbine dokunmaktan ziyade gururuna dokunmuştu.

Başkasına aşık olan bir kadın kendisine sarılmayı sevse ne olurdu ki? İçindeki ses onu mutlu edebilecek her anı öldürmeye yeminli gibiydi, hiç susmadan Mira'nın Kağan'a olan sevgisini fısıldıyordu.

Ares içten içe huzursuzlanırken ona huzur veren kokuya yöneldi, saçlarını okşayarak yayılan kokuyu soludu. Mira'nın mest eden, büyüleyen bir kokusu vardı. Kendisini "Seviyorum." derken buldu. Seni seviyorum, demek istedi ancak dilinden "Seni izlemeyi." çıktı. Elbette Mira'yı izlemeyi de seviyordu ama en çok Mira'yı seviyordu. İçinden geçenleri değiştirerek dile getirmeyi seçti, "Çok güzelsin." dedi. "Saatlerce oturup izleyebileceğim kadar." Her manzara saatlerce oturup izlenmeyi hak ederdi, Mira o manzaranın içinde yaşanacak kadar güzeldi. Gözlerine baktı, manzarasının en güzel noktası o derin mavilerdi. Tıpkı deniz gibiydi gözleri. Turkuaza çalan gözlerindeki hafif sarı hareler güneşti. Koyu maviler denizin derinlikleri, açık maviler kıyı kısmıydı. Pırıl pırıl, berrak bir suydu gözleri. En kıymetli safirdi, elmastı. Ona baktığında içinde ne var ne yoksa en saf haliyle gösterirdi.

Önce hafif şaşkınlıkla baktı kendisine, sonra garip bir ifadeye büründü. Garipti, tanımlayamıyordu ancak öylesine güzel bakıyordu ki henüz tanımlayamadığı duyguların bile kalbini kıpırdatabildiğini öğrendi. Ardından ufak bir sorgulama belirdi gözlerinde. Anlamak istercesine, sorgularcasına baktı gözlerine. Evden gitme amacını anımsadı, ortada artık varolmayan parçalanmış bir kamera ve o kameranın kaydettiği anlar vardı.

Yeniden Mira'nın saçlarına sığındı, duyduğu her şeyi onun kokusuyla silmek istedi. "İzledim kaydı." dediğinde gözlerindeki sorgular usulca dindi. "Senelerdir yanımdaki casusları gördüm. Sevdiğim, güvendiğim adamlardı hepsi. Senin sözlerinden daha büyük hayalkırıklığı oldu." Mira'nın sözleri, Kağan'la olan aşkı. Ateşten bir parçaya sahip saçlarını okşamaya devam etti, bu yalnızca Mira'yı değil Ares'i de sakinleştiriyordu. Her teli bir ruha sahipti, dokunduğu ruh kendi yankılarını yayıyordu. Buram buram yayılan kokusu kendi ruhunu doyuruyordu. "Biliyordum ama, Oğuz ve Sancar'ın sana uyumlu davranmalarından, istediklerini söylemeden anlayıp yapmalarından, ellerinden emir almalarından anlamıştım. Duygusal bir bağ vardı aranızda, her an seni düşünüp senin için endişeleniyorlardı. Kızamıyorum sana, bana has olmadığını biliyorum. Kendi çatımda casuslarla yaşadığımı bilmek, onları bizzat seçmiş olmak canımı yaksa da iyi ki onları yanıma göndermişsin. Bugün kendini güvende hissediyorsan onlar sayesinde. Yanından ayrıldığımda gözüm arkada kalmaz, seni kendi canları pahasına koruyacaklarını bilirim."

"Seni seviyorlar," dedi, Mira. Ares de biliyordu ancak bunun hiçbir önemi yoktu. Sevgi bazen yetersiz kalırdı, yalanlar üzerine kurulu bir sevgi ise hiçbir zaman yetmezdi.

"Senin hakkında söylediklerim," 'Kalbi paramparça bir kadının kalan son kırıntılarını da aşka harcayabileceğini mi zannediyorsun?' 'Aşk söz konusu dahi olamaz, hele ki Ares ve benim aramda.' 'Ne yazık ki kalbim hala bir adam için atıyor, hain bir adam için çarpıyor.' 'Ares'i bize katmam demek aramıza tarafı belli olmayan, deneyimsiz ve bilinçsiz birini almamız demek. İhaneti oldukça olası birini kendime katarak risk almayacağım.' 'Henüz farkında değil ancak adamlarının çoğu hain ve o bu hainleri kendisi seçti.'

Söylediği her şey zihninde yankı bulurken içi yana yana "Haklıydın." dedi, Ares. "Daha bana sadık adamlarım dahi yok, gücüm yok. Deneyimsizim, senin kadar bilmiyorum bu dünyayı. Buraya kadar sorun yok."

Onu anlayamazken "Nerede sorun var?" diye sordu, Mira.

"Sana ihanet edeceğime inanıyorsun," dedi. "Evet bana güveniyorsun ama aynı zamanda ihanet edeceğime de inanıyorsun. Bir gün sana ihanet edeceğime inanarak yanımda kalıyorsun. Sorun burada, Mira. Keşke sadece ihanet edeceğimi düşünsen. Belki düşüncelerin değişirdi, inancını değiştiremem."

Omzuna yaslı minik eli yükseldi, yüzünü kavradı. Ares sol yanağında hissettiği tüy kadar hafif dokunuşlarla gözlerini kapattı. Tenindeki kıpırdanmaları hissetti, onun dokunuşlarını aklına kazıdı. "Sana inanıyorum." cümlesi çalındı kulaklarına, gözlerini araladı ve o deniz gözlere baktı. Kendisine inançla, güvenle bakıyordu. "İnanç, güvenmekten daha üstündür. Sana inanıyorum ama bana ihanet edeceğini de biliyorum. Belki bu inancım bugün seni üzüyor ama yarın bana ihanet ettiğinde üzülmememi sağlayacak. Beni sırtımdan vuramayacağın tek yol bu. Sen de vurursan, bir daha iyileşmez yaralarım. Şifa zehir olur, başka şifa da işlemez."

Ares'in kaşları usulca havalandı. "Nereden biliyorsun, sana ihanet edeceğimi?" diye sordu. Yaptığı tek şey yaralarını sarmak ve onu doyamadan sevmekti. İhanet hangisine yakışırdı? Sardığı yaraları mı kanatırdı yoksa sevgisine mi ihanet ederdi? Mira kollarının arasında uyuyup uyanırken, yaralarını ona sunarken bunları yapacağına nasıl inanıyordu?

"Kendine ihanet etmenden," dedi, Mira. İşte bu Ares'in hiç beklemediği bir cevaptı. Söz ettiği ihaneti anlayamadı, Ares kendisine nasıl ihanet etmişti? "Bunca yıl temiz kaldı ellerin, bu bataklıktan uzak durdun. Sonra kendine ihanet ettin ve beni buldun, kendine ihanet etmeye devam ederek savaş planlıyorsun. Temiz kalan ellerini kana bulamayı göze alıyorsun. Eğer bir insan kendisine ihanet ederse geri dönüşü olmaz, ihanet insanın kendisinde başlar. Geri kalanı kaçınılmazdır."

Avuç içleri kaşındı, parmakları kasıldı. Mira'nın gözünde bembeyaz bir ışık, tertemiz bir noktaydı. Onun uğruna Kenan'a karşı büründüğü tavır Mira'nın zihnindeki Ares'ten çok uzaktaydı. Ares'in elleri kanlı olmayabilirdi ancak kan değdirmeye sakındığı ellerinde silah vardı. Silah tutan bir el ne kadar temiz olabilirdi? Mira onu öylesine yüceleştirmişti ki bir cinayet işleyemeyeceğini zannediyordu. Yanılıyordu. Ares değerleri ve şerefi uğruna ölmeyi göze alsa da Meclis varisiydi. Elbet bir gün ellerini kanla yıkayacaktı. Bunu bile bile yaşamak, her sabah belki de katil olmadan geçirdiği son günde olduğunu düşünerek uyanmak onun cehennemiydi. Her sabah ellerine bakardı, belki de son kez ellerini temiz gördüğünü düşünürdü.

Eli Mira'nın saçlarında gezinmeye devam etti. Hala kana bulanmamıştı, Mira'nın ateşten saçlarına buluyordu ellerini. Parmaklarının arasından geçip giden bukleli saçlarının süzülüşünü, yeniden kıvrılışını izliyordu. Mira'nın saçları onun ellerine çok yakışıyordu. Onu alev alev yakan ateşten aldı gözlerini, denizlerine dalıp gitti. Yanağındaki narin dokunuşlar kalbinin en derinlerine dokunuyordu.

Öyle güzel bakıyordu ki gözleri, bir çift göz uğruna kaçıncı iç çekişiydi bilmiyordu. Mira ansızın ahenk gibi yayılan sesiyle "Kalbinin ritmini değiştirdin." dedi. Ares doğru duyup duymadığına emin olamadı. "Hatta onu söylemeden saatler önce, sesim dünyanın en güzel melodisi gibi olduğunda kalbimin ritmi değişmişti." Hayal meyal hızla çarpan kalbini, pamuğa dönen sesine karışan o heyecanlı ve çocuksu tonu anımsadı. Sesi dünyanın en güzel melodisi, gözleriyle dünyanın en güzel deniziydi. Oğuz'a 'Kalbimin ritmini dahi değiştirmiyor.' demişti ancak şimdi kalbinin ritmini değiştirdiğini söylüyordu. Onun küçük kalbini kıpırdatabilmişti. "Kenan'a dediklerim belki yalandı," diye devam etti Mira. "Ama hepsi yalan değildi. Sen gerçekten harika bir adamsın, bazen güzelliğine hayran kalıyorum. Gerçek değilmişsin gibi hissediyorum, sanki hala o cehennemdeyim ve rüyalarımda cenneti yaşatıyorum. Bir gün uyanacağım ve sen yanımda olamayacaksın diye korkuyorum."

Ares pek konuşkan bir adam değildi, insanlarla samimiyet kuran bir insan da değildi. Binbir emekle küçültüğü dünyasında her şeyden uzakta yaşamak için çabalardı. Bir gün bir yangına girdi ve o yangının ortasında kendisine yepyeni bir dünya buldu. Mira'nın sözleri daha çeyrek asıra ulaşamayan ömründe duyduğu en güzel sözleri oluşturuyordu. Önce 'Sen benim kahramanımsın.' demişti. Ares o yepyeni dünyada acizce katil olmayı bekleyen bir adam değil bir kız çocuğunun kahramanı olarak varolmuştu.

"Bir de o olmasa tanışamazdık seninle, burada olamazdık. Bana yeniden doğduğumu hissettirdiğinde yaşadıklarımın önemi kalmıyor."

Ares usulca gülümsedi. Ona yeniden doğduğunu hissettiriyordu, kendisi de yeniden doğmuştu. Bir yangında birbirlerine sıkı sıkıya bağlı iki ruh kazanmışlardı. "Kaderimizde varmış tanışmak, belki bugün belki yarın hiç farketmez. Ben yine seni bulurdum." dedi. Yerini zaten biliyordu, hep biliyordu. Valeria'nın yanıbaşında olmak için çok çaba sarf etmişti. Kaderden umudunu kestiğinde hayat onu oyun oynarcasına başka bir kıtanın kara toprağına göndermiş, Mira'yı karşısına çıkartmıştı. Güzel yüzüne uzandı eli, başının altından geçip sırtına uzanan diğer eliyle yaralarını örttü.

Kalbini kıpırdatabilmişti. Sarıldıkları için birbirine yaslanan kalpleri kıpırtılarla doluydu. Göğsüne çarpan hızlı darbeleri hissediyor, üzerine yattığı sağ kulağındaki kalp atışlarının hızını ve şiddetini duyabiliyordu. "Ben de bir şey itiraf edebilir miyim?" diye sordu. Hiçbir şeyin karşılığını almak istemezdi ancak Mira'nın dürüstlüğünün karşılığını vermek istiyordu. Ondan sessiz bir onay aldığında hiç duraksamadan "Kalbimin ritmini değiştirdin," dedi. Kalbinin ritmi şu an da fazlasıyla değişmişti, kıpır kıpırdı. Mira'nın yarattığı o derin sızı depremlere kapılıyordu.

"Ne zaman?" diye sordu Mira. Saftı, çok saftı. Kendisini kara olarak nitelendirmesine rağmen o kadar saf bir yönü vardı ki bunu gördüğü andan beri ona bütün masumiyetiyle yaklaşmaya çalışıyordu. Ares onu kaburgalarının arasında saklamak istiyordu. Saflığını da elinden almalarını istemiyordu, o denizlere katran bulaştırmaları en derin korkularındandı. Onun kendini açıklamak ve belki de affettirmek için verdiği çabaya karşılık vermek istedi, duygularını saklayarak masumiyetini daha fazla kullanmak istemedi. Verdiği tepkiye alındığını, anlam veremediğini de öğrenmişti, içini rahatlatmak istiyordu.

Dokunduğundan beri bakmaktan sakındığı dudaklara döndü. Mira'nın kendisini öptüğü anı anımsadı, yutkundu. İç çekmemek için öylesine bir çaba sarf etti ki, ciğerleri söndü. Kendisini anlatmak için gözlerine baktı, "Beni öptüğünde." dedi. "Kalbimin ritmini değiştirmen korkuttu beni. Bu yüzden o kadar büyük bir tepki verdim, üzerine geldim. Senin için normal olan benim için öyle değildi. Masumiyetin kalbime engel olamadı. En çok da ondan korktum. Sen bana bütün masumiyetinle yaklaşırken hissettiğim şeyle sana zarar vermekten korktum."

O güzel, ışık yansımalarıyla bezeli berrak gözlerinde şaşkınlık belirdi. Yanağında duran parmakları kıpırdadı. Hayretini yadırgamadı Ares. Bir karşılık da beklemiyordu. Tek istediği hislerini bilmesiydi. Ancak düşüncelerini öğrenmek, duymak istedi. Bu andan sonra Mira'ya nasıl davranacağını onun düşünceleri belirleyecekti. Kapı tıktıklandı, göz ucuyla kapıya baktı. Mira usulca gerilediğinde onu tuttu ve hızlıca yataktan kalktı.

İçinden küfrede küfrede kapıya ilerlerken gömleğini yattığı tarafa doğru kayan gömleğini düzeltti. Kapıyı açtığında karşısında Oğuz belirdi, anında "Kusura bakmayın Ares Bey." dedi. Ares onun gözlerine 'Ne var?' dercesine baktı. "Mira Hanım'a mektup getirdim." dedi, Oğuz. "Ona vermem lazım."

Mektubunu da mektup yazanı da göndereni de siksinler. Teknoji çağında mektup mu kaldı, aramayı ya da mail atmayı bilmiyor mu? Çok acilse mesaj atsaydı, mektup ne?

İçindeki fırtınalara rağmen dışı ifadesizdi. Geriledi, kapıyı açıp Oğuz'a yol verdi. Herhangi birini Mira'nın yatak odasına sokmak istemese de buna karışabileceği konumda değildi. Oğuz yatağa yöneldiğinde arkasına döndü. Mira yatağa oturmuş Oğuz'a bakıyordu. "Uyandırdıysam özür dilerim efendim, kumandandan geldi."

Dağılıp hafif kabaran bukleli saçlarına, uykulu yüzüne ve tek askısı düşen kırmızı geceliğine bakındı. Kolundaki o askıyı omzuna çıkartması gerekiyordu. Sütyeninin kırmızı askısı ve üst kısımdaki dantelleri görünüyordu. Oğuz tam olarak kim oluyordu da Mira'nın yatak odasına girip onunla yatağında konuşmaya yüz bulabiliyordu? Mira için bu da normal miydi?

Kerim'i de yatak odasına çağırıp konuştuğunu anımsadı.

Mahremiyet bunun neresindeydi?

Üzerini değiştirmeye ya da düzeltmeye gerek duymayacak kadar rahat ve yataktan kalkıp salonda görüşemeyecek kadar üşengeçti.

İspanyolların rahatlığından ve üşengeçliğinden nefret ediyordu.

Mira mektubu aldı, teşekkür etti. Oğuz ona arkasını döndüğü an "Oğuz." diye seslendi. Oğuz'u durduracak kadar önemli ne vardı? Aksine hemen gitmeliydi, konuşmaya devam etmeleri gerekiyordu. "Kenan Karadağ'ı eve nasıl aldınız?"

Oğuz omzunun üzerinden göz ucuyla Ares'e baktı, mahçubiyet vardı gözlerinde. Ares'ten özür diledi ve Mira'ya döndü. "Kerim aldı, hanımefendi." dedi. "Gökhan Bey, Kenan Bey'in geleceğini ve kendisi gelene dek onu salonda ağırlamamızı söylemiş. Kenan Karadağ çiftliğe girene dek bize bildirilmedi. Engel olmak istedim, Ares Bey'le iletişim kurulacağı ve o ana dek Gökhan Bey'in misafirini ağırlayacağımız söylendi. Vakit kaybetmeden adamlarımızı çağırıp sizin yanınıza gelerek haber verdim. Hemen ardından Kenan Karadağ eve girdi. Ares Bey konuyla ilgilenip gerekli yaptırımları uyguladı, önlemleri aldı."

Mira gözlerini Ares'e çevirdi, ardından yeniden Oğuz'a baktı. "Gökhan Aladağ toplantı kayıtlarına sahipti. Planlarımızdan haberdar. Anladığım kadarıyla Ares'le karşı karşıya gelmenin bedelini bana ödetmeye ve Ares'e göz dağı vermeye karar vermiş." Mira zeki bir kızdı, hangi hamlenin nasıl sonuçlar doğuracağını biliyordu. Ares, Gökhan Aladağ'a sırt dönmüştü ve bunun bedelini Mira ödemişti. Emanete ihanet olmaz demişti, ihanetin en büyüğünü yapmıştı.

Oğuz "Gökhan Aladağ hakkındaki emriniz nedir efendim?" diye sordu.

Mira birkaç saniye sessiz kaldı, Oğuz'un gözlerine baktı. Oğuz kraliçesinin gözlerine kitlenip kaldığında Mira "Bu bizim meselemiz değil, sevgili Oğuz." dedi.

Sevgilini siksinler, diye söylendi Ares.

"Aladağların aile meselesi. Karışmak bize düşmez." Çenesini hafifçe kaldırdı. "Ancak sevgili Gökhancığıma bir armağan göndermek istiyorum. Lütfen bunu daha sonra hatırlat, şu an hediye göndermek için fazla mutsuzum."

Mutsuz muydu, neden mutsuzdu? Ares'in söyledikleriyle bir ilgisi olabilir miydi? Onu mutsuz mu etmişti?

Ansızın konuyu değiştirerek "Canım bir şey çekti ama çözemedim," dedi. Yüzündeki o garip ifadeyi kavrayamadı, ardından kararsızlık ve anlamsızlık kayboldu. "Yaban mersini," dedi. "Ve böğürtlen, ahududu da var. Bir de dağ çileği."

Mira aşeriyordu. Yaban mersini, böğürtlen, ahududu, dağ çileği. Bir ormanın ortasında bulunabilecek harika şeyler istiyordu ancak onlar insan yapımı bir ormandalardı. İlçedeki küçük marketlerde ya da manavlarda bulup bulamayacağından emin değildi. İstanbul'a gitmeleri gerekiyordu. Çilekte sorun yoktu ama yaban mersinini sert mi yoksa hafif yumuşak mı severdi? Böğürtleni tatlı mı yoksa hafif ekşi mi? Ahududuyu nasıl severdi?

"Orman meyveli pasta istiyorum ben." dediğinde Ares rahatladı. Pasta bulmak bu meyveleri bulmaktan çok daha kolay ve zahmetsizdi.

Oğuz "Selma Hanım'la konuşur yaptırırım efendim," dedi. "Tarifinizi bana gönderin, birkaç saate getiririm pastanızı."

Tarif? Bir pasta kaç farklı tarifte yapılabilirdi ki? Alt tarafı kek ve krema olacaktı. Meyveleri zaten seçmişti.

Mira hoşnutsuzca "Olmaz öyle," diyerek ayaklandı. Nereye gidecekti? Konuşmaları gerekiyordu. "Sen malzemeleri aldır, ben yaparım." Mira pasta mı yapacaktı? Banyoya girdi, Oğuz "Çok üzgün." dediğinde gözlerini banyo kapısından alarak Oğuz'un hüzünlü haline baktı. Mira üzgün müydü? Niye üzgündü? Ona söyledikleriyle mi ilgiliydi?
"Üzgünken canı pasta çeker." Aşermemiş miydi?

Oğuz odadan çıktığında Ares banyo kapısına baktı, ardından dağınık yatağa döndü gözleri. Ağır adımlarla yatağa ilerledi, yastığının etrafındaki iki üç tel saçı aldı. Mira her uyuduğunda istinasız iki ya da üç tel saçı dökülüyordu. Ares her seferinde o saç tellerini yataktan toplayıp cebine atıyordu. Daha sonrasında banyodaki havluların arasına koyuyordu. Mira'nın saçlarını toplayıp sakladığını farketmek fazla zor olmamıştı, neden sakladığını bilmese de çabasına destek oluyordu.

Odanın sıcaklığından fazlasıyla bunaldı, kendisine bir sigara yaktıktan sonra camı açıp önüne yerleşti. Eldivenle sigara içmek onu biraz zorluyordu, sigara dalı kumaşın arasından kayıyordu. Tutsa izmariti eziliyordu. Hala alışamamış, sigarayı tutmayı başaramamıştı. Mira her an yanına gelebileceğinden eldivenlerini de çıkartamıyordu.

İkinci nefesinde banyonun kapısı açıldı, Mira üzerindeki geceliğin içerisinde süzülerek odaya geçti. O kadar ufak ve hafif adımları vardı ki adım sesini duymuyordu. Mavi gözleri odanın ortasına sabitlendi, omuzlarını oynatarak geriye doğru kastığını ve çenesini hafifçe kaldırdığını gördü. Tereddütlü gözleri kendisine kaydığında koşarcasına kendisine yöneldi. Korkmuştu, tam olarak Kenan'ın durduğu noktaya bakarken onu yine odasında görmekten korkmuştu. Ares onu sakinleştirmek, rahatlatmak isterken hemen yamacına çekti, sol eliyle saçlarını okşadı. Kaskatı kesilen, gerilen bedeni gevşedi. Mira üzgündü ancak ne bedeni ne de gözleri üzüntüsünü göstermiyordu. Neye üzgün olduğunu, ona nasıl iyi gelebileceğini bilmiyordu. "Ne yaparsam iyi hissedersin?"

"Sadece pasta yemek istiyorum," dedi. Sol omzuna doğru eğdi başını, yavru kedi gibi boncuk boncuk bakarken gözlerini kırpıştırdı. "Bir de belki sarılabiliriz," Ses tonundaki o hafif istekli, hafif çekingen tona içi gitti. Gülümsedi Ares, saçlarındaki elini indirip beline yerleştirdi ve Mira'yı kendisine çekti. Mira ona yanaşırken minik elleri göğsüne yaslandı. Ares başını eğip yanağından öptüğünde elleri iki yanından ilerleyerek beline yöneldi. Birbirlerine sarılmaya başladılar, Ares ona tamamen sarılmak için sigarasını atmıştı. Son zamanlarda farkettiği bir şey vardı, Mira'nın üzerine sinen sigara kokusu. Onu öptüğünde dudaklarından tenine yayılan, kıyafetlerinden kıyafetlerine geçen kokudan hoşlanmıyordu. Buram buram hindistan cevizi kokan saçlarını solurken anında saçlarına sinen sigara kokusunu da almıştı. Mira'nın yanında sigara içmemeliydi ve bu yalnızca kokuyla ilgili değildi. Mira hamileydi, sigara içmesi de sigara içilen bir ortamda bulunması da yasaktı. Bunu neden şu an akıl edebildiğini bilmiyordu, son zamanlarda beynini kullanamamaya başlamıştı. Aptallaşıyordu.

Mira hamileydi.

Karnında başka bir adamın çocuğu olan, kalbinde bambaşka bir adam olan bir kız çocuğunu seviyordu. Ben ne yapıyorum, diye sorguladı kendisini. Mira'ya sarılıyordu ve kahretsin ki ona sarılmayı çok seviyordu. Minik bedenini kollarının arasında sıkıp içine sokarcasına sarıldığında içi kıpır kıpır oluyordu. Kokusuyla doldurduğu ciğerleri şiştiğinden göğüs kafesi ona dar geliyor, kanına karışan hisleri aklını uyuşturuyordu. Saçlarını okşadı, kokusunu içine çekti. "Bir itiraf daha yapayım mı?" Mira 'hıhı.' diye bir ses çıkarttı. "Sarılmaktan nefret ederdim ben." diye devam etti. Bedenini daha sıkı kavrarken kendi haline güldü. "Ta ki sana sarılana kadar. Artık sana sarılmazsam eksik hissediyorum." Mira'yı kavrayarak hafifçe havaya kaldırdı, şaşkın kıkırtısını duydu. İnce, hafif şaşkın hafif keyifli diliyle "Ares." diye sayıkladı. Dünya üzerinde ismini ondan daha güzel söyleyen hiçkimse bulamazdı. Onu yeniden yere indirdiğinde Mira geriledi, dudaklarını yanağına bastırdı.
Sıcak dudaklarının tenindeki ufak baskısını hissettiği an uyuşuyordu. Sevdiği tek sıcaklık Mira'nın sıcaklığıydı.

Hoş kıkırtısıyla geriledi, yüzleri birbirine oldukça yakındı. Yıldızların yansıdığı gözleriyle kendisine bakıyordu. Neşesi yüzüne yansımış, yanakları al al olmuştu. Usul usul gözlerini kıpırtıştı, Allah şahidiydi ki gözleriyle kendisini büyülüyordu. Büyücü memnun muydu bilemiyordu ama büyülenen halinden fazlasıyla memnundu.

"Ben sarılmayı çok severim." diye şakıdı, Mira. Bazen sesi kuş cıvıltısına dönüyordu. "Ama en çok sana sarılmayı seviyorum." Ares'e yanaştı ve parmak ucunda yükselip başını boynuna gömerek ona sıkıca sarıldı. Kollarıyla onun minik bedenini sarmaladı, bir eli saçlarında gezindi. Ares başını fazlasıyla eğmişti, Mira da parmak ucunda duruyordu. Hem yaraları tam iyileşmediğinden hem de hamile olduğundan onu zorlamak istemedi, sırtına dikkat ederek yeniden kaldırdı ve Mira yeniden kıkırdadı. "Ares." diye cıvıldadı. "Kısasın." dedi, Ares. Sırtına fazla yük bindirmemek için kolunu kalçasının altından geçirdi, tek koluyla onu kucağında tutarken diğer kolunu hiç bastırmadan sırtında tuttu. "Eğilmekten boynum ağrıdı. Sarılmaya böyle devam edebiliriz. Sarıl sen."

Mira bir kez daha kıkırdadı ve kollarını kaldırıp Ares'in boynuna doladı. Çıplak ayakları usulca sallandı, Ares'in bacaklarına çarptı. Ares başını onun boynuna yöneltti, burnunun ucu saç tellerine sürtündü. Ruhunu soludu. Sıcaklığıyla kokusunun yayıldığı tenine yaslandı dudakları. Nabzını hissetti, kalbi dudaklarının altında atıyordu. O kalbin tek bir atışına ömrünü verebilirdi. Ansızın Mira da dudaklarını Ares'in boynuna yasladı. Ares gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı, onu daha sıkı sarmaladı.

Bu kız onu bir gün öldürecekti.

Mira mutfağa indiğinde Oğuz ona malzemeleri verdi, Ares'in yanına çıktı. "Kerim'i çağırayım mı abi?" Ares başını sallamakla yetinerek sigarasını söndürdü ve Oğuz'la birlikte Mira'nın odasından çıktı. Odasına uğrayıp kısa bir duş alarak temiz ve ütülü kıyafetlerini giydi, hazırlanıp bahçeye indi. Çardağa geçtiğinde Türk kahvesi geldi, bir sigara yaktı. Oğuz çardağın girişinde ayakta bekliyordu. Ares'in kayıtları aldığını biliyordu. "Özür dilerim abi." dedi, mahçubiyetle. "Görevim neyi gerektiyorsa onu yaptım ama sana şerefim üzerine yemin ederim ne seni ne de aileni riske atacak hiçbir şey yapmadım. Benim vazifem seni korumaktı, beni yanına aldığın günden bu yana da seni koruyorum. Aklında buna dair bir şüphe olmasın. Sana olan sadakatim ve sevgim sonsuz."

Ares onun mahçubiyetine, utancına bakarak nefeslendi, "Sorun yok Oğuz." dedi. "Anlıyorum seni. Görevin neyse onu yaptın, senin suçun yok."

Oğuz konuşacakken Kerim belirdi, ağır adımlarla çardağa girip Oğuz'un yanında durdu. "Buyur abi."

Ares düz bir ifadeyle "Gel Kerim." dedi. "Otur." Kerim uysalca Ares'in çaprazına oturduğunda Ares kahvesinden yudumladı. Stabil bir sesle "Biz ne uğruna savaşıyoruz Kerim?" diye sordu.

Kerim hiç duraksamadan "Duru Hanım," dediği an Ares sözünü kesti, keskin diliyle "Duru Hanım için verdiğimiz savaş ayrı." dedi. "Mira Hanım için buradayız, onu korumak için savaşıyoruz."

Kerim başını salladı, "Evet abi." dedi.

Ares merakla "O halde Kenan Karadağ neden benim evime girdi?" diye sordu. "O gece sen de vardın, Mira'yı onun evinden çıkarttım. Bunca zaman onu bulamasın diye çiftlikten uzak tutmak için önüne yemler attım, farklı adreslerle bağlantı kurdum. Ama sen bütün emeğimi bir gecede hiç ettin, o şerefsizi benim kapımdan geçirdin. Sebebin neydi?"

Kerim gergince nefeslendi, "Gökhan Bey aradı abi." dedi. "Kenan Karadağ'ın geleceğini, onu misafir salonuna almamı istedi. Kendisinin de geleceğini, birlikte senin de katılacağın bir toplantı yapacağınızı söyledi. Selma Hanım'dan da misafiri için hazırlık yapılmasını istedi. Senin bilgin olup olmadığını sordum, haberinin olduğunu ve çiftliğe gelmek üzere olduğunu söyledi. Seni aramama kalmadan Kenan Karadağ geldi, eve almak zorunda kaldım."

Ares sigarasının külünü dökerek kahvesinden bir yudum daha aldı, "Senin vazifen beni korumak, Kerim." dedi. "En başından beri tek vazifen bu. Beni ve ailemi korumakla mükellefsin. Bana ait olanları korumak senin görevin." Kahve fincanını tabağına yerleştirdi. "Çiftlik benim mahremim." dedi, keskin diliyle. "Ve Mira Hanım gidene dek öyle kalmaya devam edecek." Sigarasından içti. "Ne yazık ki böyle bir hamleyi ben de beklemiyordum, bu nedenle konumunda bir değişiklik yapmayacağım. Ancak çiftliğin güvenlik denetimi artık Oğuz'da olacak. Çiftlik sınırları içerisinde Mira Hanım'ın şahsi korumalarıyla iletişim halinde olup onların komutasında olacaksın. Şahsi algılama, bana olan sadakatinden şüphem yok ancak risk alabileceğimiz bir durumda değiliz."

Kerim başını sallamakla yetindi, "Emrin neyse doğrudur abi." dedi. "Adamlarla konuşur, Oğuz'a güvenlikle ilgili gerekli bilgileri veririm."

Ares onu onaylayarak sigarasından içti, "Hain ortaya çıktı mı?" diye sordu. "Mira Hanım konunun üzerine düşmedi, araştırmadı. Belli ki benim ilgilenmemi istiyor."

Oğuz lafa girerek "Unuttu ki abi." dediğinde Ares afalladı, kaşları çatıldı. "Ne demek unuttu?"

Oğuz "Mira Hanım konuyu bana da açmadı, sorgulamadı." dedi. Kraliçesi ihanete takıntılı bir kadındı, hain avlamak onun en sevdiği şeydi. Olay sıcakken söylediklerini daha sonra sorgulamamış, konunun üzerine düşmemişti. Kumandan da kendisine sorduğunda ilgilendiğine dair yalan söylemişti, unuttuğunu o andaki afallamasından anlamıştı.
"Psikolojik anlamda üst üste ağır şeyler yaşadı, bunu düşünebilecek kadar odaklı değil. O evdeki patlamalardan sonra planlarını da bir köşeye itti. Sanırım orada yaşananları düşünmemeye çalışıyor, bu esnada haini de ihmal ediyor."

Ares kendi zihninde Mira'nın hal hareketlerini tartarken "Olabilir." dedi. "Ancak onun unutması hiçbir şeyi yaşanmamış kılmaz."

Kerim söze girerek "Abi bu evdeki korumalar o gece yanımızdaydı." dedi. "Diğer evlere neredeyse hiç adam yollamadı. Gelenleri kontrol ettim, Kenan Karadağ ile bir bağlantı bulamadım."

Oğuz şüpheyle "Gökhan Bey olabilir mi?" diye sorduğunda Ares ona döndü, konuşması için gözleriyle onay verdi. "Salondaki kameradan planlarımızı öğrendi, Kenan Karadağ'a bilgi verdi. Dikkat çekmemek için de yalnızca bir evi söyledi."

Ares, Kenan Karadağ bu eve gelmeden önce asla böyle bir şeyden şüphelenmezdi. Emanete ihanet olmaz dedikten dakikalar sonra emanetine alenen ihanet etmişti. Artık ne düşüneceğini bilemiyordu. Yine de "Amcam bu kadar basit bir şeyle uğraşmaz." dedi. "Mira ona saldırmadı, ihanet için bir sebebi yoktu. Kenan'ın zarara uğraması onun elini güçlendirir."

Oğuz itiraz edercesine "Mira Hanım ona hala saldırmadı." dedi.

Ares başını iki yana sallayarak "Meclis toplantısına sızdı, alenen tehdit etti. Darbe ilanı verdi. Bu bir saldırıydı, Oğuz. Kenan'ın buraya gelişi de o saldırıya yanıttı. Hem bana göz dağı vermek istedi hem de Mira'nın hamlesine karşılık verdi." Sigarasını söndürüp sıkıntıyla nefeslendi. "Daha çok araştırın, aramızda bir hain var." Kahvesinin son yudumunu içerek ayaklandı. "Yasin, Sinan, Mahmet ve Nihat da Mira Hanım'ın güvenliğiyle mesul. Madem kendi adamları burada, onu yakından koruyacaksınız."

Oğuz başını eğdiğinde Ares onun karşısında durdu, elini omzuna koyarak anlayışla "Utanmanı gerektirecek bir durum yok, Oğuz." dedi. "Size verilen vazife artık sona erdi, yeni vazifeniz Mira Hanım'ı korumak. Bunu canınız pahasına yapacağınıza inanıyorum. Güvenlik sisteminizi kendi düzeninize göre oluşturun."

Oğuz "Emrin olur abi." dedi. "Sana tavsiyem, olanlardan sonra Mira Hanım'ı yalnız bırakma. Hele de pasta yapıyorsa, genelde pastaların ardından krizleri gelir."

Ares'in kaşları çatılırken yanından geçip çardaktan çıktı ve eve doğru ilerlemeye başladı. Oğuz peşinden ilerleyerek "Abi." dediğinde Ares durup ona baktı. "Ne oldu?"

Oğuz etrafına bakındı, hala çardakta olan Kerim duymasın diye Ares'e yaklaşıp sesini alçalttı. "Ben seni hatırlıyorum." Ares onu anlayamadı, kaşları çatıldı. Oğuz sessizce "Adaya geldiğinde Mira Hanım'ın yanındaydım." dedi. Ares'in kaşları havalandı. Kerim'e bakıp onu baş işaretiyle gönderdikten sonra Oğuz'a döndü. Devam etmesini belirtircesine başını salladı. "Kim olduğunu biliyorsun." diye devam etti, Oğuz. Kerim gittiğinden rahatça konuşabiliyordu. "O benim kraliçem. Senin yanına gelene dek beş yaşından beri onun yanındaydım. Adaya giden ilk ekiptendim. Barlas Komutanım kadar olmasa da onu bütün askerlerinden iyi tanırım. Sana tavsiye vermek haddim değil ama dün olanlardan sonra bir süre daha bebeği öğrenmesin. Darmadağın olmuş durumda, ayakta kalmak için çırpınıyor. Bunu kaldıramaz."

"Farkındayım Oğuz." dedi, Ares. Sıkıntıyla nefeslendi. "Bir süre daha saklayacağız. Mira kim olduğunu bilmemi istemiyor, gizlemeye devam et. Kendisini güvende ve rahat hissetmeli. Burada Valeria yok, Mira var. Ben Mira'yı tanıyorum. Biz de Mira'ya göre davranacağız. Geri kalan hiçbir şey önemli değil."

"Mira'yı da tanıyorum abi." dedi, Oğuz. "Çok nazlıdır, çok hassastır. Toz tanesinden hastalanır. İlgi istiyorsa şımarır.
Sana nazlanıyorsa nazına oyna, dikkat çekmeye çalıştığında ilgi göster. Yoksa perdelerin arkasına saklanır, kendisini görünmez hisseder. Değersiz hisseder. Çocuktur neticede, artık büyümüş olsa da bir yanı hala aynı çocuk. Üzüm ya da karpuz meselesinde dikkatini çekmeye çalışıyordu. İşe gitmeye başladın, yalnız kaldı. Sadece senin gönderdiklerini beğendi, sana nazlanıyordu."

Ares onu dikkatle dinlerken "Pasta?" diye sordu.

"O naz değil." dedi, Oğuz. "Üzgünse canı pasta ister. Mesele Kenan Karadağ değil, Gökhan Aladağ. Kendisine ihanet etti, ondan üzgün. Çok severdi Gökhan Bey'i, ihanet edeceğini düşünmek istemedi. Kamerayı bulunca imha etmemesinin sebebi de buydu. Kendi içinde aklıyordu onu, artık aklanacak bir tarafı kalmadı. Pasta yapar, ağlayarak yer. Onun küskünlüğü pastadan geçer. Ne kadar pasta yapıyorsa durum o kadar vahimdir. "

Ares çardağa geçip oturdu, bir sigara daha yaktı. Oğuz da çardağa girdiğinde eliyle oturmasını işaret etti. Oğuz, Kerim'in kalktığı yere oturdu. Ares sigarasından içerek samimiyetle "Ne yapmalıyım?" diye sordu. "Mira'yı nasıl toparlayacağım?"

Oğuz bir saniye dahi duraksamadan keskin bir dille "Kenan Karadağ'ı bularak." dedi. "Mira Hanım korkaktır." diye devam etti. "Karanlıktan korkar, arılardan korkar, ona anlatılan hikayelerdeki hayaletlerden korkar. En çok ölmekten korkar ama ben daha önce hiç bu kadar korktuğunu görmedim, abi. Bir orduyla onu öldürmeye geldiklerinde bile gözlerinde korku yoktu. Darbe yapıldı, gözünü kırpmadan zerre korkmadan binlerce asker öldürdü. Ben bile korktum, o korkmadı. Evleri aldığımız gün ormanda Kenan'ın sesini duydu, ilk kez korktuğunu kendi gözlerimle gördüm. Orada sandı, geldi sandı. Ne sen korkmasına engel olabildin ne ben ne de Türk askerleri. Kenan Karadağ on ay boyunca ona sadece işkence etmemiş, benim kraliçemin ruhunu öldürmüş. Cesur olmak için çabalıyor, çabaladıkça batıyor. Eğer en büyük korkusunu ondan alırsan, bataklığını kurutursun."

Ares dikkatle onu dinlerken "O Allah'ın emri." dedi. "Birkaç gün daha buradayım, olayın sıcağı geçsin Kenan'ın peşine düşeceğim." Sigarasından içti, Oğuz başını sallayarak "Biz buradayız abi." dedi. "Gözün arkada kalmasın. İçin rahat etmezse Kumandan'la görüşür bir tim göndermesini isterim."

"Gönderdikleri ne halta yaradı?" diye sordu Ares. "Kapıda iki üç gece bekleyip gittiler. Kenan geldiğinde hiçbiri yoktu. Asrın Karaman kimliğinde devleti daha fazla arkasına alamaz."

Oğuz başını iki yana salladı, "Kumandan'ın timleri ayrıdır. Devletle işimiz yok." dedi. "Özel kuvvetlerden atılan ya da ayrılan adamlar hepsi. Mira Hanım zamanında eğitimlerine şahit olmak için hepsini İspanya'ya getirtmişti. O zamanlar adada değildim, buradaydım ama duyumlar aldım. Askerler biz daha önce asker değilmişiz demişler. Onu tanırlar, bilirler, korurlar. Korumak zorundalar çünkü onların özgürlüğü Mira Hanım'ın hayatına bağlı. Dahası Mira Hanım onları Türkiye'den korumak için vatandaşlık verdi ve Kraliyet Ordusu bünyesine dahil etti. Askerliklerini Mira Hanım'ın yanında, emriyle savaşa giderek yaptılar. Artık kanlarında olmasa da canlarında İspanyol yatıyor. Benim gibi. Hepsi kraliçesine biat eder, onu son nefeslerine kadar korurlar."

Ares başını usulca salladı, "Pekala, dediğin gibi olsun." dedi.
"Kerim'le paslaşıp güvenliği bir düzene oturtun. Mira'ya sor, eğer isterse tim için Kumandan'la iletişim kurarsın." Sigarasından bir nefes daha içti. "Sizin ekipteki bütün korumaları uyar. Mira'ya ne sigara ne de alkol alınmayacak, verilmeyecek. Direkt beni arayın. Beslenmesini de hamileliğine göre ayarlamaya çalışıyorum, mutfağa alınan her şeyi kontrol edin. Selma Hanım'ı uyardım ama ona göre eve aldığı her şey sağlıklı."

Oğuz hafifçe gülerek "Sonunda." dedi. Ares onun bu tavrını garipseyerek bakarken hemen kendisini toparladı. Kendisini açıklamak isterken "Uzun zamandır aklımdaydı abi." dedi. "Başta Mira Hanım'a göre mutfak alışverişini düzenlemiştim ama hamileliğinden sonra henüz el atamadım. Sen ilgileniyorsun diye müdahele de etmek istemedim." Ares baş sallamakla yetindi. "Mira Hanım bu yaşına kadar hiç hazır gıda kullanmadı." dedi, Oğuz. "Kaçak göçek tüketmiştir illa ki ama kalenin mutfağında yasaktı. Her şey ona özel üretilir, el yapımı olur. Market alışverişi yapılmaz. Buradaki yemeklerden pek yiyemiyor. Bi sen varken zorluyor kendisini, işe gittiğinde ağzına hiçbir şey sürmüyor. Damak tadı çok hassas, yemekleri beğenmiyor. Pek Türk yemeklerine alışkın değil."

Ares sıkıntıyla nefeslenirken yeniden başını salladı. "Selma Hanım'a bunları anlatmak zor. Birkaç çiftlikle anlaştım, sebze meyveleri oradan alacağız. Sanırım mutfağa ciddi anlamda el atmam gerekiyor, sağlıklı ve düzenli beslenmeli."

Oğuz onu onayladığında Ares sigarasını küllükte söndürdü ve ayaklandı. Oğuz da hemen ayağa kalktığında Ares elini uzattı ve onun omzuna iki kez vurdu. "Eyvallah Oğuz. Sen işleri hallet, Mira'nın yanında duracağım. İşin bittiğinde yanına gelirsin."

"Tamamdır abi."

Ares arkasına döndü, sonra durdu ve Oğuz'a baktı. "Buyur abi." dedi, Oğuz.

"Kamera sistemleri ne durumda?"

"Sadece giriş kapılarında var abi." dedi, Oğuz. "Toplasan on kamera anca var. Ne oldu?"

Ares usul usul başını salladı, "Anladım." dedi.

"Kamera alalım mı abi?" diye sordu, Oğuz. "Korumalara güven olmaz. Nöbetim bittiğinde aklım burada kalıyor valla. Güvenmiyorum kimseye. Kerim bile hayalkırıklığı."

Ares sabırla nefeslendi, yeniden başını salladı. "Alacağız Kerim. Görev sende, telefonuma bağlayabileceğim bir sistem istiyorum. Bu çiftlikte tek bir kör nokta dahi kalmayacak. Ormanda da kamera istiyorum, Mira Hanım'ın sıklıkla bulunduğu alanlarda sayıyı arttır, farklı sistemlere bağlı olacak. Bir sisteme saldırsalar diğeri etkilenmeyecek. Hepsinin denetim ve kontrol mekanizması da ayrı olacak."

Oğuz fazlasıyla memnun bir ifadeyle "Tamamdır abi." dedi.

"Eve de kamera taktır." dedi, Ares. "Mira'nın haberi olmasın,

izlendiğini düşünerek tetikte olmasın. Eve bağlı bütün kameralar sadece benim erişimime açık olacak. Gizli tut, anlamayacağı şekilde yerleştir. Tuvaletler ve banyolar dışında tek kör nokta istemiyorum. Gerekirse binlerce kamera al. Hamileliği onu nasıl etkileyecek bilmiyorum, evde olmadığım zamanlar durumunu kontrol etmem gerekiyor."

Oğuz duraksadı, "Tetikte hissetmez normalde." dedi. "Evinde de kameralar vardı."

"Normal bir zamanda değiliz, Oğuz. Evinde de değil." dedi, Ares. "Biraz özgür hissetmeye ihtiyacı var, bu kadar büyük bir ihlal onu kötü etkileyebilir."

"Anladım abi, haklısın." dedi, Oğuz. "Kamera işini bizim buradaki karargahtan ayarlarım, sistemleri güvenilirdir. Mira Hanım evde olmadığında her yere takarım."

Ares onunla anlaştı, "En kısa sürede hallet, evden çıktığımda aklım burada kalıyor."

"Emrin olur abi."

Ares hızlıca eve döndü, verandadan açılan cam kapıdan mutfağa girdi. Müzik sesini duydu, gözleri tezgaha yaslanmış pasta yapan Mira'yı buldu. Kızıl, bukleli saçları topuz yapılsa da bazı bukleler topuzdan çıkmıştı. Üzerinde siyah bir önlük vardı, ellerine beyaz lastik eldivenler geçirmişti. Bir yandan sessiz sedasız ağlarken bir yandan da ağlamaktan çatallı çıkan sesiyle İtalyanca şarkıya eşlik ediyordu.

Gözlerinden akan yaşlara, sesinin titreyişine dayanamıyordu. Müziğe rağmen hafif burun çekişlerini, içli içli nefeslenişini dinledi. Mira'nın sesi dünyanın geri kalan bütün seslerini bastırabilirdi. Bir küllük alıp kahve yaparak mutfak masasına oturdu ve sigara yaktı. Mira'nın gözlerinin önünde tükenişini izlemek istemiyordu, bu kez yaralarını sarmak için farklı bir yol bulmalıydı.

Bütün yollar Kenan Karadağ'a çıkıyordu. Kendi sonuna gideceğini bilmesine rağmen Kenan'a uzanan yollara girmeye hazırdı.

 

 

 

 

.

 

 

Valeria odadaki vazoları süsleyen ve kokusu artık ciğerlerine işleyen lavantaları seyrederken gözlerinde hiçbir duygu yoktu.

Sırtından akan kanları hissediyordu, kalçasından sızıp yatağa yayılıyordu. Üzerindeki beyaz geceliğin her yeri kandı, sırtı kuyruk sokumuna kadar yırtıktı. Sırtı yaralı olduğundan yatamıyor, yatağın ortasında oturuyordu. Yaralarına rağmen dimdikti omuzları. Kenan'ın onu kameralardan da izlediğini bildiğinden onun yokluğunda dahi gardını düşürmüyordu. Yalnızca tuvalete gittiğinde acısını yaşayabiliyor, dik duramıyordu. Acıdan ağlamamak için çabalıyordu. Ağlarsa yüzü, gözleri kızarırdı. Kenan anlardı. Acısını anlamamalıydı.

Eteği hafif yukarıya sıyrıldığından görünen bacakları çürüklerle, sıyrıklarla doluydu.

Ekimoz, diye geçirdi içinden. Ekimozlar, karanlık dünyamın yeni renkleri.

Acıyan ciğerleri nefes alışverişini zorluyordu, minik nefesler alabiliyordu.

Kapı kilidinin sesini duydu, gözleri sıkıca kapandı.

Kabus başlıyordu.

Kenan keyifle odaya girdiğinde elinde yemek tepsisi vardı. Adamlarından biri kapıyı arkasından kapattı ve kilitledi.

Kenan ona ifadesiz gözlerle bakan kıza ilerledi. "Asrın." dedi, keyifle. "Nasılsın?"

Valeria, Bedbaht bir haldeyim, diye geçirdi içinden. Kaderine sayıp sövmeden duramıyordu. Gözlerini devirmekle yetindi, Kenan güldü. Tepsiyi komodine bıraktı. "Acıkmışsındır. Bıldırcın yaptırttım. Asude en çok bıldırcın sevdiğini söylemişti. Kusura bakma, yeni hatırladım."

Valeria omzunun üzerinden tepsideki bıldırcına baktı, kokusunu soludu. Severdi, çok severdi. Çok da güzel kokuyordu. Açtı, en son ne zaman yemek yediğini hatırlamıyordu. Ama bir gün olmadığına emindi, Kenan onun beslenmesine dikkat ediyordu. Her yemek saati kendisi gelirdi.

Kenan ayakkabılarını çıkartıp yatağa oturdu, tepsiyi kucağına çekti. Önce çorba içirmeye başladığında Valeria artık itiraz etmiyordu. Kenan kendisi yedirmezse ona yemek vermiyordu, burada açlıktan ölmek istemiyordu. Kenan dikkatlice ona yemek yedirirken "Şu çeneni bir kez indirsen, her şey daha güzel olacak." dedi. "Sana zarar vermek istemiyorum ama beni buna zorluyorsun." Valeria'nın yüzüne nevri dönmedikçe dokunmazdı, seviyordu yüzünü. Uzun zamandır yüzüne el sürmüyordu, morluk ya da yara yoktu. Gözlerinde ruhsuzluğu sevmiyordu, bir duygu göstersin istiyordu. Öfkesini, acısını, nefretini dahi yansıtmıyordu Valeria.

Küçük kasedeki çorba bittiğinde içi pilavlı bıldırcından yedirmeye başladı. Valeria sık sık elindeki bıçağa bakıyordu, görmezden geldi. Ona herhangi bir saldırı aleti alabilmesi için çok fırsat vermişti ama Valeria hiçbirinde almamıştı. Silahını komodin üzerinde unutmuş gibi de yapıp gitmişti, Valeria o silaha el sürmemişti. Kenan'ı öldürmeyecekti, Kenan da buna güveniyordu.

Valeria karnını doyurduğunda ona su içirdi, ağzını peçeteyle silip gülümsedi. "Afiyet olsun."

Tepsiyi alarak odadaki şifonyerin üzerine bıraktı, banyodan ilk yardım kutusunu alıp yatağa geçti. "Saralım mı yaralarını?"

Valeria tepsisiz kalırken onun arkasına oturdu ve yaralarına yapışan kanlı saçlarını elleriyle toparladı. Her saç teli jilet gibi süzülüp giderek canını yakıyordu.

Saçlarını sağ omzundan sarkıtarak sırtındaki kanları temizlemeye başladığında Valeria alev alev yansa da tepki vermiyordu.

"Neden boyun eğmiyorsun?" diye sordu, Kenan. Artık yılmıştı, o yorulmuştu ama Valeria yorulmuyordu. Gözleriyle, diktiği çenesiyle ona meydan okumaya devam ediyordu. "Neden hala direniyorsun?"

Valeria sessizliğini korumaya devam etti, Kenan onun yaralarına çatık kaşlarıyla bakıyordu. "Beni kabul etsen, bunların hiçbiri olmayacak."

Pamuğu bastırdığında Valeria dizlerini kendisine çekti ve kollarını etrafına doladı, bedeninden güç aldı. Zincirler yatakta süzülerek sesler çıkarttı, ardından duruldu.

"Canını yakmaktan nefret ediyorum." dedi, Kenan. "Beni kötü bir adam yapıyorsun, Asrın."

Valeria gözlerini devirdi, sabırla nefeslendi. Ciğerleri acıdı, kaburgaları sızladı. Umursamadı.

Kenan onun bütün yaralarını sarıp kapattı, zincirlerini çözdü. "Banyoya geç, seni temizleyelim. Leş gibi olmuşsun."
Valeria kalkmaya yeltenmedi, Kenan ona tepeden baktı. "Kalk!" dedi, bezgin bir ifadeyle. "Senin iyiliğine bir şey yapmaya çalışıyorum Asrın, her yerin kan. Böyle mi oturmak istiyorsun?"

Valeria şişip moraran ayak bileğini gösterdi. Ayağını incitmişti, belki de çıkık vardı. Tek bildiği üzerinde duramayacağıydı.

Kenan onun gözlerini takip etti, "Haklısın, özür dilerim." Bileğini kavrayarak incitmeden kontrol etti. "Kırık ya da çıkık acısı var mı? Doktor getireyim mi?"

Valeria başını iki yana salladı, "Seni yıkadıktan sonra sararım." dedi, Kenan. Valeria'ya destek olarak onu yataktan indirdi, banyoya götürdü. Mermer oturma alanı bulunan duşakabine oturttu ve soydu. Valeria duvardaki siyah fayansları seyrederken Kenan yaralarına dikkat ederek onu yıkayıp temizlemişti.

Böyleydi Kenan.

Bir gün gelir döver diğer gün severdi. Keşke hep dövseydi, sevgisi şiddetinden daha ağır, daha dayanılmazdı. Bu halleri Valeria'ya yaralarından daha fazla acı veriyordu. Tahammül edemiyordu.

Yatağı da temizledi, Valeria'yı giydirip yatağa oturtarak ayak bileğine masaj yapıp sardı. Bileklerindeki kelepçelere zincirleri takmaya yeltendi, durdu. Zincirleri usulca bıraktı, şıngırtıları Valeria için kıyametin sesi gibiydi.

Kenan ceketini çıkartarak yatağ uzandı, yorgunca nefeslendi. "Ellerini bağlamıyorum bak, uykumda boğazlama beni. Biraz dinlenmem gerekiyor."

Valeria yanına yatan adama bile bakmadı, en ufak bir tepki vermedi. Kenan uzun zamandır evine gitmiyordu, işlerini buradan yürütüyordu. Valeria'nın yanından ayrılmıyor, onun yanında uyuyordu. Yine uyudu, huzurla uyudu. Valeria onun hafif hırıltılı nefeslerini bıkkınlıkla dinlerken lavantalara bakmaya devam ediyordu.

Omzunun üzerinden ona baktı, ellerine döndü. Aslında Kenan'ı uykusunda öldürebilirdi, yapmadı. Ölmeyi hak etmiyordu. Canı yanmaya devam edebilirdi, ordusu gelene kadar dayanmalıydı.

Kaç gün, kaç hafta, kaç ay olmuştu? Ordusu neredeydi? Adamları neden gelmiyordu? Barlas onu asla bırakmazdı, neden hala gelmiyordu?

Kenan fosur fosur saatlerce uyudu, Valeria sessiz sedasız oturmaya devam etti. Uyandı, bütün telefon görüşmelerini Valeria'nın yanında yatağından hiç kalkmadan yaptı. Gelen belgeleri odaya koydurttuğu çalışma masasında inceledi, işleriyle ilgilendi. Oldukça uzun bir süre insan oldu, Valeria'nın pansumanlarını yapıyordu ve yeni yaralar açmıyordu.

Ancak Valeria bu numaraları yemiyordu. Kenan onun gardını düşürmek için her yolu deniyordu. İyi davranıyordu, gönlünü almaya çalışıyordu ve ince ince aklına sızmak için çabalıyordu. Başaramadığında ise kabus aynen devam ediyordu.

Öyle de oldu.

"İnsan ol artık!" diye bağırdı, Kenan. İyi adam rolü buraya kadardı. "Sesini çıkart! Tepki ver! Karşımda ruh gibi durma!"

Yeni ekimozlar oluştu, yeni renkler eklendi. Bu kara dünyada beliren morluklara ve çürüklere dahi razıydı. Karanlığa tamamen kapılmasını engelliyorlardı.

"Ne yapayım ben Asrın? Ben sana daha ne yapayım? Ne yapsam şu çeneni indireceksin? Dövüyorum, olmuyor. Sövüyorum olmuyor. Ne yapayım daha?"

Ekimozlar ekimozları çeker, ya yenileri eklenir ya da var olanlar büyür.

"İNSAN OL LAN! İNSAN OL. RUH GİBİ DURMA KARŞIMDA! KONUŞ!"

"BENİ SEN BU HALE GETİRİYORSUN! BENİ SEN DELİRTİYORSUN!"

"NE YAPAYIM LAN! ŞU KAFANI EĞDİRMEK İÇİN NE YAPAYIM? ÖLMEK Mİ İSTİYORSUN SEN? İLLA ÖLDÜREYİM Mİ? GEBERMEK Mİ İSTIYORSUN?"

"Asrın, Allah şahidim olsun seni gebertirim. Seni sike sike gebertirim."

"LAN KONUŞ! TEPKİ VER! SUSMA LAN SUSMA! GEL VUR BANA! ÖLDÜR BENİ! KAÇSANA! AÇTIM ZİNCİRLERİNİ KAÇ! BIÇAK ORADA! AL ÖLDÜR BENİ! NİYE DURUYORSUN?"

"TEPKİ VER LAN TEPKİ VER! BAĞIR, ÇIĞLIK AT! KÜFRET!
KONUŞ! SUSMA BANA ASRIN SUSMA!"

Valeria sesini çıkartmadı, konuşmadı.

O bir askerdi.

Esir alınan bir asker derisi canlı canlı yüzülse de konuşmazdı. Onun dili devletinin sesiydi, devlete aitti.

Valeria sesini değil, devletini saklıyordu.

Ve ellerinde kelepçeler varken devletinin sesini esaret altında duyurmadı.

 

 

 

.

 

 

 

Kenan'ın varlığını hala etrafımda hissederken kaçarcasına odadan çıktım, mutfağa indim. Saçlarımı toparlayıp önlük taktım, ellerime lastik eldivenler geçirdim. Sevdiğim şarkılardan liste oluşturup bir şarkı açarak pasta yapmaya başladığımda dilim lal oldu, gözlerim bütün dünyaya kapandı. Yalnızca şarkı söylerken bilinçsizce pasta yaptım, onu süsledim ve dinlenmesine fırsat vermek adına mutfağı topladım. Tezgaha yaslanarak çatalımı pastaya batırıp ağlaya ağlaya pastamdan yemeye başladığımda Oğuz'un sesini duymuştum. "Ares Bey," dedi, uyarırcasına. "Dokunmayın, sizi görmez duymaz. Yalnız kalması gerekiyor, buna ihtiyacı var."

Ares buradaydı, bana sarılmak istemişti ama Oğuz onu engellemişti. Ağlamaya devam ederken pastamı bitirene kadar durmadım, gözyaşlarımın aktığı pastayı ağlaya ağlaya yemeye başladım. Pastamı bitirdiğimde önüme bir mendil uzatıldı, Oğuz'a baktım ve mendili alarak ağzımı usulca sildim. Oğuz "Bir pasta daha yapmak ister misiniz?" diye sorduğunda tutuk bir hareketle başımı sallamıştım. Çatallı sesimle "Limonlu istiyorum ama," dedim. "Limonlu pasta olur mu?"

"Elbette olur," dedi. "Cheesecake nasıl oluyorsa pasta da olur bence. İçini çikolatalı dışını limon soslu yaparsınız, olmaz mı?"

"Ve vanilyalı," dediğimde "Ne yazık ki taze vanilyamız yok." dedi. "Hemen aldırayım, o esnada hamurunu yaparsınız. Bol bol malzememiz var." Başımı usulca sallarken burnumu çekip ona baktım. "Barlas'ı arar mısın?" dediğimde boğazımdan bir hıçkırık kaçtı. "Söyleme ama burada olduğumu, muhabbet et sadece. Sesini duysam yeter." Oğuz telefonunu hızlıca çıkartırken "Ararım elbette." dedi. Önce birisine mesaj attı, muhtemelen vanilya ve limon almalarını istedi. Ardından Barlas'ı arayarak telefonu hoparlöre alıp elinde tuttu.

Arama sesi kalp atışlarımı arşa çıkartırken duyduğum sesle gözlerim sıkıca kapandı. "Alo? Naber koçum?"

Bir 'Alo.' insana neler hissettirebilirdi?

Bir aile olabilir miydi? Hasretle, özlemle doldum, burnumun diğeri sızladı.

Barlas.

Nam-ı diğer Türk Çocuğu.

Benim korumam, benim şövalyem, canım, abim. Hatta babam. Her şeyim, herkesim. Kalan son canım.

Benim minik prensesim, küçük kraliçem.

Sevgi dolu sesi kulaklarımda yankılanırken burnumu çektim.

Oğuz olağan bir şekilde "İyidir abi," dedi. "Müsait misin?" Arkadan biraz ses geldi, Barlas uyuşuk diliyle "Bir dakika." dedi. Devrilme sesleri gelirken kaşlarımı çatıp telefona baktım, bir cam parçalandı. "Siktir."

Oğuz'a baktığımda gözlerimdeki sorguları dile getirdi, "Abi, iyi misin?" diye sordu.

Barlas sarhoş olduğunu sesiyle dahi anlatırken "Bok gibiyim." dedi. Gözlerimi acıyla kapattım. Barlas hep iyi olurdu, dimdik dururdu. Bir kez olsun kötüyüm demezdi. O hep yenilmez şövalyemdi. "Anam ağlıyor Oğuz. Offf, başımı sikiyorlar resmen. Bir şey mi oldu?"

Oğuz "Buralarda hareketlilik var," dedi. "Raporlamam gereken durumlar olacak, Hermes yok. Ne yapayım diye soracaktım."

Barlas öfkeyle "Sikerler Hermes'i," dedi. "Orospu çocuğu. Mahvetti her şeyi." Birden ağlamaya başladığında dudaklarım büzüştü, sessizce ağlamaya başladım.

Barlas ağlamazdı ki! Askerdi o, ağlamazdı. Ağlayamazdı. Bize ağlamak yasaktı.

O ağladı, ben de ağladım.

"Çok zor her şey," diye sayıkladığında Oğuz ne yapacağını bilemezken "Ne oluyor abi?" diye sordu. "Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?"

"Valeria'yı geri getirebilir misin?" diye sorduğunda Oğuz bana baktı, akan burnumu ses çıkmasın diye çekemezken mendille sildim. Barlas sarhoş olduğundan rahat rahat, düşünmeden konuşuyordu. "Kafayı yiyeceğim artık. Herkes bir oldu üzerime geliyor, bir köşede kafama sıkacağım."
Korkuyla dolarken bir elim kalbima gitti, Oğuz'un koluna tutundum.

Oğuz "Aman abi," dedi, uyarırcasına. "Dağıtmışsın iyice, son gördüğümde daha iyiydin. Valeria Hanım seni bu halde görse döve döve kendine getirir. Toparlan."

"Yeter ki gelsin," diye sayıkladı Barlas. "Eşek sudan gelene kadar dövebilir." Birden yeniden ağlamaya başladı, "Çok özledim." dediğinde daha fazla dayanamazken telefonu elime aldım.

Titreyen sesimle "Abi," dediğimde Oğuz geriledi. Hattın diğer ucundan sesler gelirken yine bir şeyler devrildi, kırıldı. Barlas hayretle "Valeria!" dedi. "Kafayı yedim galiba. Sen misin?"

Burnumu seslice çekerken darmadağın olan sesimle "Çok özledim seni," dedim. "Ağlama lütfen, unuttun mu ağlamak yasak."

İç çekercesine "Birtanem benim," derken sesi yumuşacık olmuştu. "Sen de ağlıyorsun. Noldu birtanem, anlat bana. Neredeysen gelip alayım seni." Usulca yere çöktüm, sırtımı dolap kapaklarına yaslayarak dizlerimi kendime çektim.

Kırık döküktüm. "Gelemezsin yanıma."

"Neden?" diye sordu. "Sen gel o zaman."

"Gelemem." diyerek acıyla nefeslendim. "Şu an gelemem. Söz ver bana, kendini toparlayacaksın. İçkiyi yasaklıyorum. Öyle kafana sıkmak falan da yok, öldürürüm seni!"

Barlas ağlarken güldü, "Ölürsem öldüremezsin," dedi.

"Öldürürüm." dedim, huysuzluğumun bulaştığı inatla. "Sarhoş olmak yok, kafana sıkmak da yok. Kendine gel askersin sen! Hiç askerler böyle yapar mı?" Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için zor dururken Barlas "Sikerim askerliğini." dedi. "Sen yoksan burada ne işim var benim? Neredeysen söyle geleyim, n'olur Valeria. Geberiyorum burada korkudan endişeden. N'aptılar sana?"

"Gelme," derken boğazımdan bir hıçkırık koptu. "Görme beni istemiyorum. Hem iyiyim ben, gerçekten." Barlas "N'aptılar sana?" diye sordu, yeniden. Ancak bu kez daha sertti sesi, acı doluydu. "Çok mu dövdüler?" Gözlerim acıyla kapanırken boğazımdan bir hıçkırık koptu. "Her yerin yara oldu, değil mi?" diye sordu acıyla. "Saklanıyorsun yine. Öyle olmaz ki birtanem, gelip sarayım yaralarını."

Başımı dizlerime yaslayarak "Olmaz," dedim. "Çok dövmediler, yaram da yok. Yakında geleceğim, söz. Yıldız sözü. Ben gelene kadar kendine iyi bak olur mu?"

Telaşla "Dur dur, kapatma telefonu!" dedi. "Yalan söylüyorsun bana, biliyorum. Kenan naptı sana? Nerede sakladı, neden bulamadık seni? Anlat her şeyi, neredeysen söyle geleyim."

"Barlas," dedim, zayıf sesimle. Yalvarırcasına. "Lütfen zorlama. Bak söz verdim, yakında geleceğim. Omuzlarına çok büyük bir yük bıraktığımın farkındayım, seni mahvettiğimin farkındayım ama ne olur biraz daha dayan. Toparla kendini, yapma böyle. Üzülürüm bak," kremalı eldivenlerime bakındım. "Bir sürü pasta yapıp yerim kusmaktan hastanelik olurum, serum takarlar gelemezsin de. Serumumu kan yürür, kanım akar. Senden başka kimse görmez. Kelebekli yarabandından takamazsın, delik kalır kolum. Delik mi kalsın kolum? Ha? Kanım mı aksın? Hasta mı olayım mı? Üzüleyim mi?"

Barlas ağlarken gülmeye başladı, sonra güçlükle "Nasıl yaptın?" diye sorduğunda onu anlayamadım. "Neyi nasıl yaptım? Pastayı mı? Biliyorsun nasıl yaptığımı."

Barlas yeniden güldü, "Nasıl kaldırdın bu kadar yükü?" diye sordu. "Kaç yaşında adamım, yetişemiyorum hiçbir şeye yapamıyorum. Daha miniciksin sen, her şeyi nasıl yapabildin? Hiç mi yorulmadın?"

Başımı dolap kapağına yaslayarak burnumu çektim, bitkin bitkin "Yoruldum," dedim, boğazıma oturan yumru yüzünden zar zor konuşurken. "Özür dilerim bunları yapmaya mecbur kaldığın için. En kısa sürede gelmeye çalışacağım. Lütfen, geldiğimde iyi ol." İyi olmana ihtiyacım var. İyi ol.

"Oğuz yanında," derken beynini kullanmaya başlamıştı. "Gökhan Aladağ'ın yanında mısın? Ben oraya geleceğim, Valeria. Sen yerini söylesen de söylemesen de geleceğim. Bulacağım seni. Lütfen beni daha fazla yormadan yerini söyle, geleyim yanına. Biliyorum yaraların var, yoksa saklanmazsın benden. Sorun değil birtanem, sararız yaralarını. Prensesli yarabandından da getiririm sana." Boğazımdan bir hıçkırık kaçarken güldüm, delirdiğimi hissediyordum. "Hem ağlıyorsun," dedi. "Canın yanmadıkça ağlamazsın ki sen. Çok yakmışlar canını. Tek başına saramazsın yaralarını, geleyim yanına."

Burnumu çekerken dudaklarım aralandı, "Çiftlikteyim," dedim, bilinçsizce. "Gökhan'ın çiftliğindeyim." Barlas aceleyle "Hemen uçak ayarlayıp geliyorum." dedi. "Hemen geliyorum, tamam mı birtanem? Ağlama lütfen hemen geliyorum."

İç çekerek başımı sallarken "Tamam, ağlamam." dedim. "Dikkatli ol ve gelmeden önce Kağan'ı bırak."

Barlas hayretle "Ne?" diye sordu. "Onu bırakayım mı? Seni kaçırdı, Kenan'a verdi. On bir aydır yoksun Valeria! Nasıl bırakabilirim onu? Ölmesi gerekiyor."

Elimin tersiyle gözlerimin altını silerken "Hayır." dedim. "Serbest bırakmanı istemiyorum, rahat bırakmanı istiyorum. Birinci kattaki hücrelerden birine yerleştir, tedavi etsinler. Döndüğümde ilgileneceğim onunla, o zamana dek Kağan'a hiçkimse dokunmasın."

Barlas nefeslenirken "Kıyamıyorsun ona," dedi.

"Zarar görmesini istemiyorum. Ödemesi gereken bedel bu değil."

"Bedeli ne olacak, Valeria?" diye sordu, öfkeyle. "İki gün adadan gönderip sonra geri mi alacaksın? Ne yapacaksın? Sen bu adama neden kıyamıyorsun? Herif sana kıymışken, seni düşmanına vermişken sen neden hala onu koruyorsun!"

Çaresizce "Ailem o benim." dedim. "Senin gibi, Kaptan gibi, Can gibi. İsabel gibi." İçli içli nefeslendim. "Size de kıyamam ki ben."

"Öldüreceğin günü merakla bekliyorum." dedi. "İstediğin gibi, rahat bırakacağım. Sadece sen gelene kadar. O herif yaşamayacak, Valeria! İhanetin bedelini ödeyecek! O herifi öldüreceksin! Herifi aldın getirdin asker yaptın. Bir askerin ihanetinin bedeli neyse onu ödeyecek!"

"Öldürmeyeceğim." dedim, keskin dilimle. "Bu bir emirdir, Türk Çocuğu."

"Emret." dedi, öfkeyle. "Emret Valeria. Bana kan kusturacak her şeyi emret!"

Telefon yüzüme kapandı, sinirle geri aradım.

Telefonu açıp "Ne var Valeria?" diye patladığında irkildim, hemen toparlanıp öfkeyle "Sen benim yüzüme telefon kapatamazsın!" diye yükseldim. "Gerekirse damacanayla kahve iç, kendine gel! Kağan'a ellersen seni gebertirim Barlas!"

"Anladık!" diye bağırdı.

"Bağırma bana!" diye bağırdım.

"Valeria bak telefonu yine suratına kapattıracaksın!"

"Kapat da geldiğinde kafanı kırayım!"

"Gelmiyorum."

Duraksadım, tüm öfkem dinerken yeni bir ağlama dalgası geldi. "Ne demek gelmiyorum?" diye sordum, titreyen sesimle. "Hiç mi özlemedin beni? Hiç mi merak etmedin? Gelmeyecek misin?"

Barlas sabırla nefeslendi, "Geliyorum Valeria." dedi. "Geliyorum birtanem, gelmez olmur muyum?"

"Niye gelmiyorum dedin?"

"Öylesine dedim."

"Öylesine demedin. Gelmeyecek misin?"

"Geliyorum dedim ya küçük kraliçem." dedi. "Hemen uçağa atlayıp geliyorum."

"Gelmiyorum dedin." diyerek ağlamaya başladığımda sesi soluğu kesildi, hıçkıra hıçkıra ağlarken "Sanki ben gel dedim. Sen ısrar ettin. Gelme, istemiyorum!" diye sayıkladım. Sonra sinirlenirken "Köpek." diye bağırdım ve telefonu suratına kapattım.

 

 

 

.

 

 

 

Kenan Karadağ önüne kurulan masaya hoşnutsuzca bakarken "Bunlar ne?" diye sordu. "Köpeğe aş mı veriyorsunuz?"

Küçük bir tabakta birkaç çiğköfte, özensiz ve şekilsiz meyveler, küçük küçük kaplara öylesine konulan mezeler ve çeşitli eşlikçiler vardı.

İçkisini dolduran garson gerilirken çekingen tavrıyla "Duru Hanım'ın emri, Kenan Bey." dedi. "Fazla özenmeyin, önüne yaş mama koysanız da olur dedi."

Kenan sabırla nefeslendi. Kızı uzun zamandır çok ses çıkartıyordu, Asrın'dan yeterince bezmişken bir de Duru'yla uğraşmak istemiyordu. "Çağır onu." dedi, aksi tavrıyla. "Gelsin bana desin. Şunları da gözümün önünden kaldır. Adam akıllı masa kur."

Garson emrini onaylayarak masayı topladı ve Duru Hanım'ın çağırılmasını söyleyip Kenan Karadağ için en güzel sofrayı kurdu.

Kulisteki ikinci şarkıcıyla Türk kahvesi içen Duru keyifli kahkahalar atıyor, dedikoduya dalıp gidiyordu. Kulisin kapısı tıktıklanıp açıldı, Duru'nun sağ kolu Hayri odaya girdi. "Abla." diye seslendi. "Kenan geldi, seni çağırıyor."

Duru'nun gülüşü soldu, tereddütle "Odama çıkmadı, değil mi?" diye sordu. Uzun zamandır gelmiyordu, tekrar aynı kabusa dönmek istemiyordu.

Hayri başını iki yana salladı, "Oturuyor salonda." dedi. "İçmeye başladı. Sinirli baya."

"Yaş mama vermediniz mi?" diye sordu, Duru. "Niye dellendi?"

Şarkıcı koca bir kahkaha attı, "Ay Allah iyiliği versin kız. Yürü git daha da kudurtma adamı. Canını zor kurtarıyoruz sonra." Işıklı aynaya dönerek makyajını kontrol etmeye başladı, Duru fal kapatıp "Ellemeyin falıma." dedi. "Şuna bakıp geleyim. Gece gece benden görünmüşler herhalde."

Ayaklandı, darmadağın odanın altın renkli boy aynasından kendisine baktı. Üzerinde mini, payetli bir elbise vardı. Yakası ve göğüs bölgesinin sıkı oluşu göğüslerini meydana çıkartıyordu. Bacağında dövme elbisenin bitiminden başlıyordu. Altın renkli elbisesi onu ışıl ışıl gösterirken maşalı saçlarını düzenleyip yoğun makyajını kontrol etti ve Hayri'ye döndü. "Yürü Hayri." dedi. "Belli ki Ares yerinde durmadı, yoksa buraya gelmez."

İnce topuklu stilettolarının üzerinde yürürken odadan çıktı, parmağındaki yüzükle oynaya oynaya uzun ve loş koridorda ilerledi. Topuk sesleri zamanla müzik sesinin altında kaldı, ana salona girerek masaların arasından ilerleyip sahnenin önündeki masaya yöneldi.

Arkasına yaslanıp bacaklarını ayırarak oturan babasının karşısına geçti ve "Hoş geldiniz Kenan Bey." dedi, abartılı ifadesiyle. "Sizi buralarda görmek ne hoş."

Kenan göz ucuyla kızını incelerken başıyla yanını gösterdi. "Otur şuraya."

Duru yarım daire şeklindeki koltuğa geçip babasından en uzak kenarıya oturdu. Hayri'e işaret verdiğinde ona da kadeh getirdiler ve rakısını doldurdular. "Yine Ares mi?" diye sordu, Duru. "Kovuyorum olmuyor, dövdürüyorum olmuyor, mekandan atıyorum olmuyor. Kaçıyoeum geliyor, saklanıyorum buluyor. Daha ne yapayım? Ne diye bana geliyorsun?"

Kenan göz ucuyla Duru'yu incelerken başını sallayıp "Konu Ares." dedi. "Hala seviyor musun onu?"

Duru afalladı, bariz bir şaşkınlıkla Kenan'a bakarken rakısından içip "Neden?" diye sordu. "Sevsem ne olacak?"

Kenan da rakısından içti, sahnede kendisine bakarak şarkı söyleyen kadına baktı. Üzerinde turuncu renkli payetli abartılı bir abiye vardı. Esmer güzeli, balıketli bir kadındı. Sünnet annesi topuzu ona on yaş ekliyordu. Kenan'a cilveli cilveli şarkı söylerken sürekli gülümsüyor, göz süzüyordu.
Kenan Karadağ yaşı ilerlese de dinç bir adamdı, yaşıtlarından daha sağlam ve gençti. Gittiği yerlerde adının da etkisiyle gözler ona dönerdi, her yaştan kadınların ilgi gösterdiği bir adamdı. Alıcı gözle kadını süzdü ama olmuyordu. Uzun zamandır başka kadınları düşünemiyor, kimseye dokunamıyordu. Bu gece de başaramıyordu.

"Ares'e gideceksin." dedi, Kenan. Çiftlikte gördüklerinden, duyduklarından sonra eskisinden de kirli oynamaya karar vermişti. Asrın'ı orada o herifle bırakamazdı, geceleri uyuyamıyordu. Gerçi gündüzleri de uyuyamıyordu, Asrın gittiğinden beri doğru düzgün uyuyamıyor, alkolsüz gün geçirmiyor, kendisine hakim olamadığında madde kulanıyordu. Ares'in yanında olduğunu bilmek, ona dokunduğunu bilmek kanına katran karıştırıyordu.

Duru öylesine büyük bir hayrete tutuldu ki, dakikalarca konuşamadı. Kenan en sonunda ona baktığında Duru rujlu dudaklarını ıslatıp içkisini tekledi. Birkaç derin nefes aldı, titreyen ellerini kucağında birleştirdi. "Beni Ares'ten ayırmak için yıllardır uğraşıyorsun, şimdi ne oldu?"

Kenan ona öfkeyle bakarken işaret parmağinı doğrulttu. "O piç senin yüzünden elimdeki en büyük silahı aldı! Her şeyimi kaybetmek üzereyim, Duru. Ares'e gideceksin, ona yanaşacaksın. Kontrol altında tutacaksın! Duydun mu beni?"

Duru gözlerini kırpıştırdı, "Seni bitirecek kadar mühim olan şey ne olabilir?" diye sordu. "Kenan Karadağ'ın sen, ailemin babalarından birisin. Ayrıca sana en başında söylemiştim, Ares beni bırakmaz demiştim. Beni dinleseydin bugün ayağıma gelmezdin. O adama yapmadığım kalmadı, şimdi gidip beni affet mi diyeceğim? Kafayı mı yedin?"

"Gideceksin!" dedi, Kenan. "Ayağına kapanıp özür mü dilersin, yalvarır mısın beni ilgilendirmez. O çocuğu benim etrafından alacaksın!" Rakısından yudumladı. "Git, Ares'in aklını dağıt. Onu kendi yanına çek."

Duru başını iki yana salladı. "Yaptıklarının bedelini ödüyorsun, Kenan Karadağ. Sevdiğim adamı sana yem etmeyeceğim. Pis oyunlarına yeterince ortak oldum, gidip onu tuzağa çekmeyeceğim!"

Kenan uzandı, Duru'nun çenesinden kavrayıp sertçe sıkmaya başladı. Hayri silahını çıkarttığı esnada Duru sağ elini kaldırıp onu durdurmuştu. "Duru!" dedi, öfkeyle kızının gözlerine bakarken. "Seni fazla boş bırakmışım, unutmuşsun babanı." Duru yutkundu, unutmamıştı. Unutmuyordu. O gece boğazına dayanan el yıllardır nefesini kesiyordu.
"Ben ne diyorsam onu yapacaksın. O Galata'daki eve git, adamı elinde tut."

Duru öfkeyle babasına bakarken zar zor "Hayır." dedi. Çenesindeki baskı yüzünden konuşurken zorlanıyordu. Kenan Karadağ şeytanın yer yüzündeki eliydi, hayatına her dokunuşu Duru'nun canından can alıyordu ama bütün korkusuna rağmen itiraz etmeyi başarabilmişti.

Kenan alayla gülümsedi, "Ares seni bıraktı, Duru." dedi. "Evinde yatağında başka kadın var. Sen onun yüzünden burada sürünürken o başka kadınlarla keyif çatıyor."
Duru duraksadı, sertçe yutkundu. Kenan onun gözlerindeki şüpheyi gördüğünde üzerine gitmeye devam etti. "Senden daha güzel bir kız bulmuş." derken çenesini bıraktı, sahte şefkatiyle kızının saçını okşadı. "Aynı evde aynı odada kalıyormuş onunla. Çok aşıkmış. Artık seni aramıyor, iki aydır senin peşinden koşmuyor. Seni unuttu, Duru. Sen onun yüzünden burada çürürken o seni unuttu."

Kızının yanağını okşadı, Duru gözlerini kırpıştırdı. Fazla güçlü bir karakteri yoktu, her sözden her hareketten kolay etkilenirdi. Saçını, yanağını okşayan babası onu kolayca etki altına alıyordu. "Sen benim kızımsın." dedi. Onun kızıydı Duru. Yıllardır bunu söylüyordu. Baba ben senin kızınım diyordu. "Hiçkimse benim kızıma arkasını dönüp gidemez. O Ares denen adama Karadağlarla uğraşmaması gerektiğini öğreteceğiz."

Duru öylece kalakaldığında Kenan geriledi, kızının bedenini kavrayıp kendi yanına çekti. Duru gerildi, kalçasının yanına yaslanan el onun kıpırdanmasına neden oldu. Kaçmak istiyordu ama kaçmayacağını biliyordu. "Benim tek korkum kızlarımın üzülmesi." dedi. "Ares'in seni üzmeyeceğine, bırakmayacağına inansaydım onunla olman için her şeyi yapardım. Bak, haklı çıktım. Peşinden o kadar çok koştu ki beni ikna etmek üzereydi ama ona verdiğim ilk kızda seni bıraktı. Onu denedim, başaramadı. Şimdi intikam vakti. Onun yüzünden yaşadıklarının, ihanet ettiği sevginin bedelini ödetme vakti. Sen burada yapayalnız kalırken onun başka bir kızla mutlu olmasına izin verecek misin?"

Duru babasının söyledikleriyle darmadağın oldu, "Anlamıyorum." diye sayıkladı.

"Her şey sizin için." dedi, Kenan. "Nevra Gurur'u seviyor ve şu an Gurur'la birlikte. Onun evine gittiğinde senden daha küçüktü. Neden engel olmadım, biliyor musun? Çünkü Gurur onu asla bırakamaz. Yıllar geçti, hala bırakmadı. Yakında evlenecekler. Ares seninle asla evlenmezdi, Duru. Seni aldı, evine götürdü. Yatağına götürdü. Kimsesiz olduğunu zannetti, seni kullanmak istedi. Kızımın namusuyla oynayacak bir adama onay veremezdim. Yaptıklarım sana çok korkunç geliyor biliyorum ama her şey sizi korumak için. Ares tam da tahmin ettiğim gibi seni bıraktı, burada olduğunu bile bile sırt döndü. Şimdi ben ona ne yapayım?" Kızının sırtını okşadı, en babacan ifadesine bürünmüştü. "Ya gidip öldüreceğim ya da kendi intikamını sen alacaksın. Mutlu olmasına izin vermeyeceksin, kendi hayatını yaşayamayacak. Onunla tıpkı seninle oynadığı gibi oynayacaksın. Bizden aldığı şeyi geri aldığımızda da Ares'i bitireceksin. Seçim senin."

Duru kadehine uzandı, birkaç yudum içip duyduklarını düşünürken "Sevgilisi var yani." dedi. "Kim?"

"Mira." dedi, Kenan. İçinde büyük bir öfke ve ateş vardı.

Duru başını tereddütle sallarken "Tamam baba." dedi. "Yapacağım."

Kenan gülümsedi, kızının alnından öptü. "Aferin." dedi, belki de ilk defa. "Herkes ailemize bulaşamayacağını öğrenecek."

Duru gece boyu babasının yanında oturdu, onunla içip konuştu. İlk kez babasıyla samimi bir muhabbeti olmuştu. Kenan ilk kez onun başını okşamış, alnından öpmüştü. Ve giderken kızına sarılmıştı.

Kenan gittiği an Duru'nun yüzündeki tebessüm silindi, masaya yerleşip Hayri'ye baktı. "Buyur abla." dedi, Hayri.

Duru etkilemesi çok kolay bir insandı. Her söze kanar, güzel lafa aldanırdı. Ancak aptal değildi. Bu alemde doğup büyümüştü, neyin neden yapıldığını çok iyi anlardı. Babasının yakınlığı, ilgisi hoşuna gitse de içten olmadığını biliyordu. Artık yalanlara kanmıyordu.

"Ares Aladağ'ı araştır." dedi, düz bir sesle. "Sevgilisi varmış, Mira. Kim olduğunu öğren. Babamla aralarında ne geçmiş, onu da öğrenin. Belli ki mesele büyük. Galata'ya gittiği an haberim olsun. Kendisini ziyaret edeceğiz."

"Öğrenirim abla." dedi, kendisinden yaşça büyük olan Hayri. "Ancak Kenan Bey doğru söylüyor olabilir. Ares Bey uzun zamandır ortalıkta yokmuş. Mekanlardan haberi gelmiyor, hiçbir yere uğramamış."

"İstediğimiz şey de bu değil mi?" diye sordu, Duru. "Onu babamın elinden kurtaracağız, Hayri. Ares hakkında her şeyi öğrenmek istiyorum. Babamın amacını bilmem lazım."

Hayri usulca eğildi, tereddütle "Abla." dedi. "Adamlar arasında bir muhabbete şahit oldum. Meclis'e Asrın Karaman gelmiş. Kenan Bey'i tehdit etmiş."

Duru kaşlarını çattı, "Şu meşhur olan bebek mi?" diye sordu. "Efsane doğru muymuş?"

"Doğruymuş." dedi, Hayri. "Cengiz Karaman karşısında ayağa kalkmış, ceketini iliklemiş. Bir dahaki toplantıyı Asrın Karaman yapacak demiş. Sağlam bomba atmış kız, Meclis'i bitireceğini söylemiş. Kenan Bey'in derdi bu olmasın?"

Duru kaşlarını düzelterek dudak büktü. "Bilemiyorum, Hayri. "Ares'le ne ilgili var bunun?"

"Söylentilere göre Karadağlar ve Karamanlar arasındaki ittifak bozuluyormuş." dedi, Hayri. "Asrın Karaman, Kenan Karadağ'a savaş açmış. Gurur Karaman ve Nevra Karaman nişanı atar diyorlar. E bu durumda Meclis'te bir koltuk kaybedecek. Seni kullanarak Aladağ koltuğunu almaya çalışabilir. İkimiz de az önce dediklerinin yalan olduğunu biliyoruz. Derdi başka."

Duru bunu fazla mantıklı bulurken "Sanırım haklı olabilirsin." dedi. "Kaybedeceği gücü geri kazanmak için bu yola başvurabilir." Rakı bardağını doldurdu, "Sen dediklerimi yap." dedi. "Babam bir şeylerin peşinde, Ares'i de sevgilisini de korumamız lazım."

Hayri afallayarak "Sevgilisini de mi?" diye sordu. "Abla, sen iyi misin?"

Duru dudak büktü, "Ares ölüyordu, Hayri." dedi. "Peşimden koşmaya devam ederse er ya da geç ölecek. Yaşasın. Başkasıyla da olsa yaşasın. Ben Ares'i uzun zaman önce bıraktım, bu saatten sonra tutamam. Çok kanattım, çok yara açtım. Artık onu mutlu edemem. Bırakalım mutlu olsun."

Hayri buruk bir ifadeyle gülümsedi, "Senin yüreğini yerim be abla." dedi. "Ne güzel seviyorsun sen."

Duru buruk bir ifadeyle gülümsedi, "Ben sevmenin kıyısına yaklaşamıyorum Hayri." dedi. "Ne güzeli? Adamı bir öldürmediğim kaldı, o da eksik kalsın. Hadi git, mekan kapanışı da başlat. Sahne dursun ama, biraz daha çalsınlar. Kulisteki fincanı da getir, fal bakacağım."

Hayri, Duru'nun emirlerini uygulamak üzere giderken Duru kederle nefeslendi, telefonundaki fotoğraflara bakındı.

Onun hayatı Ares'ti, Ares'ten başka kimsesi yoktu.

Artık onu da mı kaybediyordu?

 

 

 

 

 

 

⚔️

 

 

 

Ve, perde kapandı.

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

 

💋💋

 

Loading...
0%