@zeytekin
|
İYİ OKUMALAR.
SAVAŞ TANRISININ KALBİ
1.BÖLÜM
İSTANBUL, TÜRKİYE
Tanrı, en yüce çocukları için dahi kötülüklerle dolu bir kader çizer. Onun merhameti yalnızca dualara uğrar, dualara küsmüş çocuklarının üzerlerine acımasızlığının lanetini yağdırır. Kaderin yolları İstanbul’dan geçiyordu, tarih 11 Ekim 2014’tü. Yıldızların geceyi aydınlatmak istercesine parıldadığı, adeta birer işaret verdikleri gecenin ilk dakikalarında arabasını bahçesine girdiği evin içerisine park eden adam motoru kapattı, siyah deri eldivenli eliyle kapıyı açıp yüksek aracından indi. Kapıyı kapatırken etraftaki silahlı ve maskeli adamlarına göz ucuyla bakındı. Ellerindeki korumalar diz çöktürülmüş ve bağlanmıştı, el yordamı ve dedektörle üstleri aranıyordu. Siyah postallarının üzerinde sık taşlı yolda ilerleyerek iki basamaklık merdiveni çıktı ve ardına kadar açık duran koca giriş kapısının karşısında durdu. Aylardır aradığı şeyi burada bulamayacak olsa da ona giden yolu bulacağından emindi. Peşinden ilerlediği her şey onu buraya getirmişti, kaderinin çizdiği yolda olduğundan ve kendisini bekleyen sürprizlerden habersizdi. Çelik kapının eşiğinden geçerek düşmanının sığınağına girdi. Karanlık evde derin bir sessizlik ve huzursuzluk vardı, aylar evvel geldiği yere benzemiyordu. O zamandan kalan tek şey lavanta kokusuydu ve zamanla artan kokuyu soluduğu an yüzünü ekşitmişti. Lavantanın tiksindirici hisler uyandıran bir tarafı vardı. Işıkları açmadı, kargo pantolonunun cebinden bir el feneri çıkarttı, el fenerinin beyaz ışığı önünü aydınlatırken belindeki silahına kuşandı ve ev içerisinde gezinerek bulmayı beklediği şeyi aramaya başladı ancak ne giriş katındaki salonda ve mutfakta ne de birinci ve ikinci katlardaki odalarda hiçbir şey yoktu. Bir zamanlar her zerresi dolu olan ev izlerinden arınmış gibiydi. Yalnızca her odada bir sehpa ve her sehpa üzerinde içi taze lavantalarla dolu bir vazo vardı. Sanki bu evde bir hayat yoktu, yaşanmışlıklar yoktu. Sadece midesini bulandıran lavanta kokusu ve yüreğini sıkıştıran bir şeyler vardı. Planlarının ortaya çıktığını zannetti adam, belki de bir tuzağa düşmüştü. Silahını daha sıkı kavradı, emniyetini açtı. Zemin kata indi yeniden, ortalığı kolaçan edip bir tuzak varsa görebilmek adına camdan adamlarını gözledi ancak hiçbir sorun yoktu. O esnada kulağına bir sanrı olduğunu zannedebileceği kadar kısık ve uzaktan gelen köpek havlamaları doldu. Kulak kabarttı, gelen seslerin gerçekliğinden emin olarak merdivenlere yöneldi. Sesler alt kattan geliyordu ancak alt kata inen bir merdiven yoktu. Zemin katta merdiven ya da bir geçit kapısı ararken gördüğü tabloyla duraksadı. Önünde durduğu koca tabloya doğrulttu feneri, altın varaklı çerçevenin içerisinde bir kadının resmi vardı. Daha doğrusu bir kız çocuğu vardı. Altın bir tahtta oturmuş, kızıl saçlarını süsleyen tacıyla kendisine bakan çok güzel bir kız vardı. Mavi gözleri öyle bir bakıyordu ki, o kızı tam karşısında hissetmişti. Feneri silah tuttuğu sağ eline aldı ve sol eli kıza uzandı. "Valeria." diye bir fısıltı döküldü dudaklarından. Öylesine gizli saklı bir isimdi ki onun için, kendi fısıltısını duyamamıştı. Gözlerini, örgülerle bezeli saçlarını, kırmızı elbiselerini ve eldivenlerini nerede görse tanırdı. Parmak uçları tablonun hafif pürüzlü yüzeyinde gezindi, ona kaybettiklerini hatırlattı. Bu tablonun Kenan Karadağ'ın evinde ne işi vardı bilmiyordu ancak yüreği daha fazla sıkıştı, nefes almakta zorlandı. Alt kata başka bir iniş olmadığından bu koca tablodan şüphelendi, tabloyu kontrol ederken çerçeveyi çekmesiyle tıpkı bir kapı gibi aralandı ve arka tarafında merdiven göründü. Köpeklerin sesleri arttı, son kez kıza bakarak geçide girdi ve fenerle dik merdivenleri aydınlatırken alt kata indi. Merdivenler uzun ince bir koridora açılıyordu. Koridorda ilerlerken köpeklerinin sesini takip etti ve birkaç kapıyı geçerken onları kontrol etmeyi es geçti. Köpekler sanki çığlık atarcasına, haykırırcasına havlıyordu ve bu durum fazlasıyla dikkatini çekmişti. Tamamen demir bir kapının önünde durdu. Dört farklı kilitle kilitlenen kapıya bakarken kesinlikle aradığı şeyi bulduğunu hissediyordu ama kapının ardından gelen köpek seslerini anlamlandıramıyordu. Geriledi, silahını kaldırarak sekmeyecek şekilde açısını ayarlayıp kilitlere doğrulttu. Kilit yerlerine art arda ateş ettiğinde köpeklerin sesi daha da artmıştı. Kilitler düşerken kapı gıcırtıyla aralandı, alttan dumanlar çıkmaya başladı. Eğilerek yerdeki kovanları hızlıca aldı, üzerindeki deri ceketin cebine attı. Eldivenli eli kapı yüzeyine yerleşirken kapıyı ittiğinde karşında karanlığı aydınlatan ve odayı kuşatan alevler varolmuştu. Odaya adım atarken bir yatak odasında olduğunu farketti. Yanmaya başlamış ahşap mobilyalarla dolu oda şu an alev alev yanan lavantalarla donatılmıştı. Etrafta dehşetle koşuşturan iri köpeklerin odadan kaçmak yerine alevlerin içerisine koştuklarını görürken nefesini tuttu, dirseğinin iç tarafıyla ağzını ve burnunu kapattı, odanın içerisinde ilerlemeye başladı. Yer yer kan lekeleriyle kaplı zemini, dağınık ve kanlı yatağı izlerken karşısına çıkan şeyle duraksamıştı. Alevlerin içerisinde biri vardı, bir kadın vardı. Köpeklerin etrafında döndüğü kadın ellerinden tavana bağlanmıştı, baygın bir şekilde başını eğmiş hafifçe sallanıyordu. Uzun, dağınık saçları iki yanından sarkmış yüzünü saklıyordu. Hızlı adımlarla kadına ulaşarak dumanı solumamaya çalıştı, tavandaki kancaya bağlı zincirleri zorladı. Alevler kadına doğru yaklaşırken silahıyla ateş ederek zincirlerin kilit yerlerini parçaladı, yere doğru süzülen minik bedeni kollarının arasına aldı. Bir kadından ziyade henüz çocuk olduğunu anladığı kızı kucaklarken uzun saçlarının yere süzülmesini sağlamıştı. Başı geriye düşen kız, anlık bir uyanmayla harlanan alevleri gördü. Kurtulduğunun farkında değildi, katilinin ellerinde olduğunu zannediyor ve alevlerin içerisinde yanmak için Tanrıya yalvarıyordu. Köpekler bu kez çıkışa doğru koşmaya başladı, adam onlara güvenip seri hareketlerle peşlerinden ilerledi ve ve odadan çıktı. Dumanla kaplanmış koridorda nefes almamaya çalışarak ilerlerlerken köpeklerin ardından evden çıkmış, kollarındaki kızı çorak toprağın üzerine yatırmıştı. Etraftaki adamlarına "Su getirin!" diye bağırarak yara bere içerisindeki yüzüne baktı. Bu o kızdı, tablodaki kızdı. Valeria'ydı. Kaybettiği, ondan alınan şeyi bulduğunu fark ederken birkaç saniye kıpırdayamadı. Ellerinin arasında, karşısında olduğunu idrak edemiyordu. Bir tanrıça gibi kusursuzca göründüğü tablonun ardına hapsedilmiş, yara bere içerisinde bırakılmıştı. Nereye dokunacağını bilemeden onu uyandırmak için hafifçe sarstı. Adamlardan birisi elinde su dolu pet şişeyle geldiğinde adam eline biraz su dökmüş, kızın yüzüne serpmişti. Bir eli mosmor boynuna ulaşırken incitmekten korkarak nabzını yoklama başladı, yüzüne doğru eğilip nefesini hissetmeye çalıştı. Kalp atışları parmaklarına baskı uygulayamayacak kadar zayıftı, nefesini hissedemiyordu dahi. Elleri kızın göğsüne ulaşırken onu yaşatmanın paniğiyle kalp masajı yapmaya başladı. Kız kaşlarını çatarak gözlerini aralarken Ares duraksadı, ellerini kadının göğsünden çekip yüzüne doğru eğildi. "Kalbin duruyor sandım," Bunu ondan ziyade kendisine söylerken yeniden kızın nefesini kontrol etmeye çalışıyordu. Karşısında katilini göremeyen kız fısıltıyla "Yaşıyorum." dediğinde duraksamıştı. "Zehirlenmemek için," yutkundu, temiz havayı soludu. "Nefesimi tutmuştum." Katili yoktu, karşındaki adam onu kurtarmıştı. Cehennemin alevleri artık yoktu, yalnızca izleri kalmıştı. Ares rahat bir nefes verirken sol elini kızın başına yerleştirdi, buna imkan vermese de "Dumanı solumadın mı?" diye sorduğunda kız başını zar zor iki yana salladı. "Nefesimi uzun süre tutabilirim, eğer biraz daha bekleseydim nefes almam gerekecekti." Adamlardan biri "Abi ev yanıyor!" diye bağırdığında Ares başını çevirip zemin kattan yükselmeye başlayan alevleri seyretti. O tablo geldi gözlerinin önüne, alev alev yandığını biliyordu. Boş bir ev nasıl böylesine hızla yanabilirdi anlamıyordu, garip bir şeyler vardı. Aradığı şey bu evde değildi ama bulmayı hiç beklemediği bir şey ellerinin arasındaydı. Bu yangının nasıl başladığını anlayamazken gözleri yangını izleyen kıza kaydı. Ölümü andıran gözlerinde alevlerin dansı vardı. Kendisini hatırlıyor muydu, emin olamadı. Üzerinde kanla lekelenen beyaz bir gecelik vardı. Hemen ceketini çıkarttı ve büyük bir özenle kızın canını yakmadan ceketi giydirip fermuarını çekti. Kız, ceketten yayılan sıcaklığıyla sarmalanırken alevlerin sıcaklığının dahi kendisini ısıtmaya yetemediğini farketti. Ares bu kızın bu evde ne işi olduğunu anlayamazken onu usulca kucakladı, alev alev yanan ve dumanlar yayılan evden uzaklaştırmaya başladı. Köpekler adamın peşinden sessiz sedasız gelirken arabasına ulaşmıştı. Kızı arka koltuğa nazikçe yatırarak "Hastaneye gideceğiz." dedi. "Çok yaran var ama daha ciddi bir yaran ya da kanaman var mı?" Kız başını iki yana sallarken korkuyla "Hastane olmaz." diye mırıldandı. "Bulurlar beni, hastane olmaz. Saklanmam lazım." Ares duraksadı. Karşısında başka bir ülkede zincirlenip darp edilmiş bir kraliçe vardı. Onun neden ve nasıl burada olduğunu bilmiyordu ancak bu bir diplomatik kriz, belki de savaş yaratacaktı. Valeria ciddi bir tehlike altındaydı. Ne yapacağını bilemezken arkasında hareketlenmeye başlayan köpekleri farketti. Kıza ulaşmak için çabaladıklarını anlarken biraz geriledi, köpekler anında kapının önüne geçti. Kız son gücüyle gülümserken "İyiyim." dediğinde köpeklerden biri arabaya binerek kıza ilerlemişti. Ares arka tarafı neredeyse tamamen kaplayacak kadar büyük olan köpeğe bakarken kız siyah eldivenli elini güçlükle kaldırdı ve köpeğin tüylerini okşarken yeniden "İyiyim." dedi. "Korkma Kara, iyiyim." Ares köpeğin orada kalmasına izin vererek kapıyı kapattı ve kendisine bakan köpeklere döndü. Onların arabaya sığmayacağı kesindi, sadece biri dahi bir arabaya zar zor sığmıştı. Adamlarına bakarak gözlerini sağ kolu olan Kerim'e sabitledi, "Köpekleri alın." dedi. "Çiftliğe gidiyoruz. Simay Hanım'a haber verin, çiftliğe gelsin. Adamları da alın, sorgulayın." Göz ucuyla eve baktı. "Yangını kontrol altına alın. Evi koruyun. Hiçkimse o eve yaklaşmayacak." Adamlar kendi boylarını aşabilecek kadar büyük olan köpekleri nasıl alacaklarıni bilemezken kapıdan ses geldiğinde Ares kapıyı açtı. Kız diğer köpeklere bakarak hafif sert diliyle "Arabalara binin!" diye komut verdi. "Gidiyoruz." Ares köpeklerin bunu anlayabilecekleri konusunda şüpheliyken köpekler arkadaki arabalara ilerlediklerinde kaşları havalandı, gözlerini köpeklerden alarak yara bere içerisindeki kıza çevirdi. Kız karşısındaki adamın gözlerine bakarak harap olmuş haline zıt çıkan keskin diliyle "Onlar sadece beni dinler." dedi. "Adamlarını çiğ çiğ yemelerini istemiyorsan asla emir veremelerini ve onlara dokunmamalarını söyle." Ares kapıyı kapatarak gür sesiyle "Köpeklere dokunmayın!" diye seslendi. Ön kapıyı açarak arabaya bindi ve aracı hemen çalıştırdı. Gözleri kana bulanmış eldivenine kaydı, kaşları derince çatıldı. Kızın aktif bir yarası vardı ve bunu gizlemişti. Belki de kendisi o anın paniğiyle farkedememişti. Direksiyona bulaşan kan izlerini görmezden geldi, camı açıp sakinleşmek adına temiz havayı soludu. Kız köpeğin üzerine yatmasına izin verdi, köpek kızın başını korumak istercesine yüzünü boyun kısmına almıştı. Bu, kızın hafifçe gülümsemesini sağlarken yeniden "İyiyim." diye fısıldadı. Hala kelepçeli ellerini köpeğin tüylerinde gezdirirken acıdan bayılmamak için çabalıyordu. "İyiyim oğlum." Ares dikiz aynasından arka koltuğa bakarak "O evde ne işin vardı?" diye sordu. Kız gözlerini köpeğin gece kadar kara tüylerinden ayırmazken acı dolu bir nefes aldı ve kısık sesiyle "Esirdim." dedi. Ares kaşlarını çatmış, neler olduğunu anlamaya çalışırken "Neden?" diye sordu. Alev alev yanan evden uzaklaşıyorlardı ancak kızın ruhu o evde tutsak kalmaya ve yangında kavrulmaya devam ediyordu. Kız ona cevap vermezken adam sıkıntıyla nefeslendi. Planladığı her şey mahvolmuş olsa da şu an umurunda olan tek şey arkasında yatan yaralı kızdı. Telefonunu çıkartıp kırmızı ışıkta durduğu an Kerim'e isteklerini ileten bir mesaj attı. Yarım saati aşan yolculuğun ardından onu getirebileceği tek yere, çiftliğe, giriş yaptıklarında adam arabayı rastgele park ederek arabadan indi. Köpek kızın üzerinden kalkarak arabadan indiğinde Ares eğilip gözleri kapalı duran kızı dikkatlice kucaklamıştı. O esnada, yangının paniğiyle farketmediği bir şeyi farketti, sol elinin altındaki parçalanmışlığı. Kızın geceliğini, üzerindeki deri ceketini ve hatta eldivenini aşan hisler içinin ürpermesine neden olmuştu. Kızın sırtının paramparça olduğunu hissedebiliyordu. Seneler evvel bu çiftlikte hayat varken yapılmış portatif hastaneye girdiğinde kızı yatağa yatırır yatırmaz odaya giren doktora baktı. "Yangından çıkarttım, nefesini tuttuğunu söylüyor ama yine de kontrol edelim. Sırtında fazla kanama var, başından da darbe almış. Başka bir şey varsa bilmiyorum. Hastaneye gitmeyi reddetti, polis de istemiyor ama kararı değişebilir. Ona belli etmeden yaralarının fotoğrafını çek, polise gitmek isterse elimizde kanıt olsun." Kadın başını sallayarak kıza yaklaştığında kız gözlerini araladı ve kırmızı eldivenli ellerini yatağa yaslarken güçlükle doğruldu. Sırtını parçalayan acıya karşı çıkarak zar zor gerilerken "Sakın." diye mırıldandı. "Dokunma bana, sakın." Doktor duraksarken adama kısa bir bakış attı ve yeniden kıza döndü. Nazik dili ve güleryüzüyle konuşmaya başladı. "Simay ben, doktorum. Korkmana gerek yok, yaralarınla ilgileneceğim. İzin verir misin bana?" Ares kıza yaklaşırken kız yeniden gerilemişti. Acıya ve korkuya mahkum olmuş mavi gözleri adamın gözlerine ulaşırken kısık sesiyle "Eldiven taksın." dedi. "Eldivensiz dokunmasın bana. Yasak." Ares eldivenler diye geçirdi içinden. Kanlı eldivenlerine baktı. En azından kendi eldiveni vardı. Simay kızın sözlerini duyduktan sonra gerileyerek odadaki metal komodinin çekmecesini açtı ve paketten bir çift lastik eldiven çıkarttı. "Tamam, eldiven takıyorum." Sağ elinin yüzük parmağındaki biri alyans olmak üzere iki yüzüğü çıkartarak cebine atmış ve mavi eldivenleri hızlıca giymişti. Kıza döndü, ellerini iki yanına kaldırarak hafifçe salladı. "Görev tamam. Şimdi yaralarına bakabilir miyim?" Tavırları, ses tonu ve mimikleri fazlasıyla anlayışlıydı. Kız ona tedirgince bakmaya devam etse de başını usulca salladığında Simay ona ilerledi ve Ares'e bakarak "Lütfen dışarıda bekle," dedi. "Muayene etmem gerekiyor." Ares doktoru onaylayarak kapıya yönelirken kız hafif yükselttiği keskin diliyle "Hayır!" dedi. "Burada kalsın." Ares duyduğu şeyle anında duraksadı. Onu hatırlıyor olabilir miydi? Sonra, dedi. Bunu sonra düşünür, sonra sorgulardı. Şu an önemli olan geçmiş değil, şu andı. Simay'a döndü gözleri, onay bekledi. Simay sabırla nefeslenerek "Peki." dedi. "Kıyafetlerini çıkartacağım, rahatsız olmaman için dışarıya çıkmasını istemiştim." Kızın bedeninde en ufak bir beyazlık yoktu. Görünmeyen yerlerinde de aynı izlerin olduğundan ve çok daha fazlasını yaşadığından emindi. Ne yapacağını nasıl davranacağını bilemiyordu. Meslek hayatında ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyordu ve kendi geçminin izleri soğukkanlı olmasını engelliyordu. Kız başını sağa sola sallarken "Sadece geceliğim var." dedi. "Yaralarım beni gizliyor, çıkartabilirsin." Ares usulca yatağa doğru ilerleyerek belki ortak geçmişlerini hatırladığından kendisine güvenmeyi seçen kızın arkasına oturdu, onun minik nedenini kavradı. "Yanında olurum, bakmam. Bana yaslanabilirsin, tutamıyorsun kendini tüm bedenin titriyor. Benden destek al." Kız ona yaslanmadı, kimseden destek almak istemedi. Tutunduğu dallar kırılıp kendisini yaralamıştı, artık elleri hiçkimseye uzanmazdı. Simay "Önce sırtına bakalım." dedi. "Başı için detaylı bir muayene gerekecek, sırtındaki kanamasını durdurmalıyız." Kız yutkunarak umursamaz tavrıyla "Sadece sürtünme." dedi. "Başımdan darbe almadım, çarpmadım. Duvara sürtündü o kadar. Derin bir yara değil." Simay başını usulca sallarken adama bakarak "Yüz üstü yatır." dedi. "Dikkatli ol, başka yaraları olabilir." Ares doktoru onaylayarak kızın bedeninden kavradı ve kendisine doğru çevirdi. Kızın gözlerine kısa bir an bakarak onun uzanmasını sağlamış, başını kendi dizine yaslamıştı. Elleri turuncu ve dağınık saçlarına yöneldi, is kokan saçlarını kavrayarak nazikçe kenarıya çekti. Upuzun saçlarında gezindi gözleri, garip bir şekilde biçimsiz, kanlı ve is kokan haliyle ilgisini çekti. Beyaz geceliğin sırtı tamamen kana boyanmıştı ve açıkta bıraktığı yerlerden dahi parçalanmış et görünüyordu. Simay malzemeleri hazırlayarak geceliğin askılarını makasla kesti, ardından iki yanından beline kadar keserek ayrılan parçağı kalçasının üzerine doğru sıyırdı. Ares onun yaralarına bakarken sertçe yutkundu, kolundaki kurşun yarası için acı çeken Valeria'yı anımsadı. Canı çok acımıştı, şimdi nasıl dayanıyordu? Ares de, doktor da eti parçalanmış ve yer yer kemikleri görünen sırtına bakarken Simay sertçe yutkunmuş, kendisine hakim olmaya çalışmıştı. Titreyen ellerini yumruk yaptı, nefes alırken kan kokusunu da soludu. Burada kurşun ayıklamaya alışkındı ama bir kız çocuğunun parçalanmış bedenini görmeye hiç alışkın değildi. Telefonunu çıkartıp sırtındaki derin yaraları ve diğerlerini çekti, bacaklarındaki sıyrıkları, morlukları ve çürükleri de çekti. Hemen telefonunu cebine attı. Nereyi nasıl tedavi edeceğini şaşırırken çok fazla dikiş atması gerektiğini kavrayarak sırtını uyuşturmak için iğne aldı. Kız, başını adamın sol dizine yaslamış ve gözlerini sıkıca kapatmıştı. Kısık sesiyle uyarırcasına "İğne yapma." dedi. "İlaçlara bağımlılığım var, kriz geçirmeme sebep olabilirsin. Bu yüzden bekleme hiç, başla dikmeye." Simay duyduğu ifadesiz sözlerin ardındaki ölünün bedenini seyrederken "İsmin ne?" diye sordu. Yatağın kenarına oturdu, elindeki pamukla sırtını temizlemeye başladı. Kız yutkunarak soğukkanlı ifadesiyle "Sadece bedenimi iyileştir, doktor hanım." dedi. "Sesin titriyor, titremesin. Bir doktor duygularını bastırabilmeli. Ne kadar korkunç durumda olduğumu biliyorum ama sen zaten bunlara alışkın olmalısın." Simay boğazını temizleyerek kendisini toparlamaya çalıştı, "Özür dilerim, kendini kötü hissetmeni istemezdim." Kız nefesini seslice verirken "Sen bana kötü hissettiremezsin." dedi. "Görmeme gerek yok, anlamak için acısı yetiyor. Hiçbir şey dik duramamak kadar kötü hissettiremez." Simay sırtındaki kanları güçlükle temizledi ve en derin yaradan başlayarak dikmeye başladı. Kız alnını adamın bacağına yaslarken acıyla kasılan yüzünü herkesten gizlemişti. Dişlerini birbirine kenetlerken nefesini istemsizce tutmuştu. Ares kendisini kasan kıza bakarken eldivenli elleriyle eldivenli minik ellerini kavradı, hızlıca "Canı çok yanıyor." dedi. "İğne yapmalısın, böyle olmaz. Dayanamaz." Simay dikişi anında bırakarak "İzin vermiyor." dediğinde kız başını "Yapamaz." dedi. "Bazı maddelere alerjim var, beni bir iğneyle öldürebilirsiniz. Sadece diksin." Simay ne yapacağını bilemezken Ares izlemeye dahi dayanamazken "Canın çok acır." demişti. "Çok fazla dikiş gerekiyor. Saatler alabilir. Başka bir yolunu buluruz. Böyle olmaz." "Dayanırım, dik." dediği tek şey buydu, küçük kızın. Simay çaresizce dikmeye devam ettiğinde kız adamın ellerini sıkmaya başlamıştı. Bunu yapmasa da acıya katlanabilirdi ancak ona destek olmak isteyen birinin isteğini gerçekleştiriyordu. Ares'in gözleri sağlam kalan tek yer olan omzuna kaydığında oradaki kırmızı lekeyi farketmişti. Sanki bilerek o lekeye dokunulmamış gibiydi. Bunu daha önce görmemişti. Hilalin bir denize yansıması gibi dağınık duran lekeyi incelerken Simay'ın sesiyle ona döndü. "Sırtüstü çevirmeliyiz şimdi. Daha dikkatli ol, dikişlerine zarar gelmemeli." Lekeyi incelerken geçen zamanı dahi kavrayamamış, dağınık bir şekilde dikilmiş sırtında gözlerini gezdirmişti. Nasıl sesini dahi çıkartmadığını anlayamazken kızın ellerini güçlükle bıraktı ve onu sırtüstüne yatacak şekilde dikkatlice çevirdi. Mavi gözlerinin acıdan kızardığını ve kısıldığını görürken tüm yüzünün kasıldığını farketmişti. Gözlerinden akan acının yaşları kızaran yanaklarını ıslatmıştı, damarları belirginleşmişti. Kalan can kırıntılarını da tüketmiş, acı içerisinde kıvranırken yarı baygın yatıyordu. Kayan, titreyen gözleri her an bayılabileceğini gösteriyordu. Simay geceliği kesmeye başladığında adam başını sağa doğru çevirdi, yan tarafına göz ucuyla dahi bakmadı. Simay geceliği tamamen çıkarttığında karşısında çıplak kalan kızın çürüklerle ve morluklarla dolu olan bedenini inceledi, başka bir kesikle ya da yarayla karşılaşmadı. Kız sırtının acısıyla gözlerini kapatıp toparlanmaya çalışırken bundan yararlanarak özel bölgelerini dahil etmeden geri kalan yaralarının da fotoğrafını çekti. Bedenindeki kanları ve kirleri temizleyerek hastane kıyafetlerinden birini kollarından geçirirken adam önce sağ elini bırakıp tuttu daha sonra aynısını sol eline yaptı. Bedeni örtüldüğünde Simay, kızın patlamış dudağı ve kaşıyla ilgilenmişti. Kaşı için gözlerini kapattırdığında hızlıca başını ve yüzündeki yaraları da çekti. Kız acıdan uyuştuğu için hiçbir şeyi kavrayamıyordu. Sol yanağındaki morluğu görmezden gelerek alnının kenarındaki yarayı da sardı. Açık kahve gözleri kızın bomboş bakışlarına tutunurken "Başka bir şey yaptılar mı sana?" diye sorduğunda kız sessiz kalmıştı. Simay sertçe yutkundu, kendisini toparlayıp gözlerini Ares'e çevirerek "Deniz'e haber verelim," dedi. "Jinekolog tarafından muayene edilmesini istiyorum." Ares bahsettiği şeyi anlayarak yutkundu, kalbi bir kez daha sıkıştı. Fazla uzun olmayan ömründe fazlasıyla dehşet verici şeylerle karşılaşmıştı ancak kucağında yatan kız hariç hiçbiri onu sarsmaya yetememişti. Nefes almakta zorlanıyordu, onun canı yandıkça içi parçalanıyordu. Başını usulca salladı. "Haber ver, gelsin." Simay gerilerken kız korkusunu yansıtan keskin diliyle "Hiçkimse dokunmayacak bana." dedi. "Bir kanıta ihtiyaç yok. Eğer yaralarımı sardıysan daha fazlasına gerek yok." Simay kıza bakarken korkusunu azaltıp telaşını dindirmek adına yumuşak bir sesle "Deniz benim nişanlım olur." dedi. "Bunu bir kanıt için değil, tedaviye ihtiyacın olup olmadığını anlamak için istiyorum. Bunu sormayı hiç istemezdim ama cinsel istismara uğradın mı?" Kız sertçe yutkundu, muayene olmayı istemediğinden sessiz kalmıştı. Simay sorusunun yanıtını alırken "Muayene olmalısın." dedi. "Sadece birkaç dakika sürecek, hiçbir sorun olmayacak. O da eldiven takar. Tedavi görmen gerekebilir, korkunu anlıyorum ancak önce sağlığına kavuşmanı sağlamalıyız." "Umurumda değil." dedi, kız, kestirip atarak. "Bundan sonra senin de bana dokunmanı istemiyorum. İster eldivenli ol ister eldivensiz. Hiçkimse bana dokunmayacak." Sıkmaktan kasılan ellerini adamın elleri arasından çekerek "Uzak durun benden." dedi, kimse onu dinlemezken bu ana dek tuttuğu yanı baş gösterdi, kısılan ve titreyen sesiyle "Lütfen." diye ekledi. Simay, adama baktığında bir yanıt arasa da Ares de ne yapacağını bilmiyordu. "Biraz dinlenmeli." dedi, en sonunda. "Daha sonra yeniden konuşuruz bunu. Teşekkürler Simay. Gerisiyle ben ilgilenirim." Simay kızın ellerindeki ve ayak bileklerindeki kalın demirlere bakarken "Onları çıkartın." dedi. "Bir canavar gibi kelepçelenmiş." Ares düz ifadesiyle "Çıkartacağım." dedi. Gözleri bembeyaz olmuş kadının yüzünde gezindi. "Sen de biraz dinlen, kötü görünüyorsun. Bir sorun olursa haber veririm." Simay gerileyerek "Geçmiş olsun." dedi ve odadan kaçarcasına çıktı. Ares kızla olan temasını kesmeden hemen önce onu yataktan kaldırdı, elbisenin sırtındaki ipleri bağladı. Kızı berjere oturtarak kanlı çarşafı değiştirmiş ve onun temiz yatağa yatmasını sağlamıştı. Hemen ardından ten temasını keserek yakınlığını da sonlandırdı ve berjere kendisi oturdu. İçerisinde hiçbir duyguyu barındırmayan boş gözlerle tavanı izleyen kızı seyrederken "İsmin ne?" diye sormuştu. Biliyordu ismini, Valeria onu hatırlamadığı sürece bilmezden gelecekti. Ne hissedip ne düşüneceğini bilemiyordu. Bulunduğu durumda geçmişten sıyrılmak zorundaydı, önceliği Valeria'ydı. Kız beyaz tavanı seyrederken bu soruya verebileceği yanıtı düşündü. Kim olabilirdi? Kimdi? Valeria mı, Adaline mı, Asrın mı, Anastasia mı? Hangi ismi bu mahvoluşuna yakışırdı? Hangi kimliği bu utancı sırtlanabilirdi? Bir yanıt bulamadı, sesini çıkartamadı. Senelerini harcayarak yücelttiği hiçbir ismi bu mahvoluşuyla kirlenmeyi haketmiyordu. Ares onun sessizliğini dinlerken pes etmeyerek "Neden o evdeydin?" diye sordu. "Neden esirdin?" Bunun cevabını da bulamadı, kız. Bazı nedenler vardı ama hiçbiri kabul edilebilir nedenler değildi. O evde ölmesini sağlayan ihanet ise bu oyunun temelini inşaa etmişti. Yeniden sustu kız çocuğu, aylar süren suskunluğuna yeniden kavuştu. Ne acısını anlatabildi ne de başına gelenleri. Günler geçti, kız çocuğundan nefes almak dışında hiçbir hayat belirtisi gelmezken adam onun yanından hiç ayrılmamıştı. Bileklerindeki demirleri çıkarttırmış ve onların kıza elektrik veren bir mekanizmaya bağlı olduğunu öğrenmişti. Sanki idam sandalyesindeki bir mahkumu öldürmek istercesine elektrik verdikleri yerler kararmıştı. Bilekleri çürüyordu kız çocuğunun, kemikleri görünüyordu. Yemeğini yediriyor, her yemek sonrası kustuğunda yanında oluyor, yaralarına pansuman yapıyordu. Yanından hiç ayrılmazken artık kendisi de kız çocuğunun sessizliğine gömülmüştü. Bazı geceler sızıp kalmadıkça uyumuyor, kızın gün boyu tavanı seyredişini izliyordu. Hayatı durmuştu, küçük kızın yaralarını sararken kendisini unutmuştu. Zorunda kalmadıkça kimseyle iletişim kurmuyor, kızı mecburi haller dışında yalnız bırakmıyor, gözünü dahi üzerinden ayırmıyordu. Kız henüz banyo yapmayı istememişti, onu banyoya götürse de kapıyı aralık bırakıp ihtiyaçlarını hallederek korkuyla dönüyordu yanına. Yalnız kalmaktan korkuyordu, banyo yapabilecek kadar uzun süre banyoya kalamazdı. Başka insanların kendisine dokunmasına da izin vermediğinden her gün bir kova suyla yanına gidip bedenini süngerle nazikçe temizliyordu. Her gün ona temiz kıyafetler giydirip temiz nevresimlerin arasına yatırıyordu. Zoraki hareket ediyordu, öyle ki kendisini felçli birine bakıyor gibi hissetmeye başlamıştı. Aslında durum çok da farksız sayılmazdı, kızın yaraları onu kısıtlıyor ve ağrı kesici de kullanmadığından kıpırdarken dahi canını yakıyordu. Hele ki dikişlerinin ağrısı canlı canlı yanıp kavrulduğumu hissettiriyor, etinden et kopartılıyormuşçasına acı çekiyordu. Dokuzuncu günün sonunda kız çocuğu daha fazla dayanamayarak uykuya daldığında Ares bunu şaşkınlıkla karşılamıştı. Onu bulduğu günki kız yerine bir robot varmış gibi hissetmeye başlamıştı. Bunu ilk yaşam belirtisi olarak görüyordu. Onun uyuması kendisine de fırsat verirken biraz olsun dinlenebilmek için uykusuzluktan kızaran gözlerini kapattı, son derece rahatsız olan koltukta yayıldı ve koltukta oturup uyumaktan ağrıyıp tutulan bedenini taşımayı bıraktı. Gecenin bir vakti ansızın anlamsız, kısık seslere uyandığında bunu oldukça garipsemiş, uyku sersemliğini atamazken yatakta adeta kıvranan kadına bakmıştı. Uykusunda konuşuyor, ellerini bedeninde gezdiriyor ve parçamak istercesine çekiştiriyordu. Acı dolu inlemelerinin ardından boğazından bir hıçkırık kaçtığında Ares ne yapacağını bilemeden ayaklandı, uyuşan ayakları yüzünden sendelese de aceleyle kıza ilerledi ve yatağın kenarına oturdu. Ona dokunmak, korkutmak istemiyordu ama uyandırmak zorundaydı. Bileklerindeki aktif yaralar nedeniyle kollarından kavradı, onu korkutmamak için nazikçe, uysal bir sesle "Kızıl." diye seslendi. İsmini söylemediğinden ve kendisi de bilmezden geldiğinden ona hitap edebilmek adına lakap takmıştı. "Kızıl uyan, sadece kabus görüyorsun. Uyan." Valeria başını bir sağına bir soluna çevirerek ağlamaya devam ederken kollarını çekiştirdiği için Ares onu zar zor sabit tutuyordu. Uykusundaki gücüne şaşırmıştı. Onu korkutmamak için nasıl yardım edeceğini bilemezken birden doğrulan Valeria başını omzuna yaslayarak daha şiddetli ağlamaya başladığında rahat bir nefes aldı. Bedenini ona doğru çevirerek kollarını bıraktı, minik bedenini nazikçe sarmaladı. Sırtındaki dikişlere baskı uygulamamak için dikkatli olurken başını göğsüne indirmiş, acısını ve korkusunu haykırarak içli içli ağlayan kadına destek olmak istiyordu. Bu, ikinci hayat belirtisiydi ama keşke hiç olmasaydı. Onu korkutmamak için her an giymeye devam ettiği eldivenli elleriyle saçlarını özenle okşadı, yumuşak tavrıyla "Geçti." dedi. "Sadece kabustu, geçti. Yanındayım ben, güvendesin. Ne korkuttu seni bu kadar?" Kız gördüklerinin etkisiyle ağlamaya devam ederken elleri adamın siyah gömleğini kavradı ve yumruklarının arasına hapsetti. "Oradaydım." diye sayıkladı titreyen sesiyle. Ares onun yanıt vermesini dahi beklemezken günler sonra ilk kez sesini duydu. "Yine geldi, yine geldi. Dokundu bana." Gömleği bırakan elleri boynuna ulaşırken Ares bunu farkettiği an yeniden kollarından kavradı. "Kabustu sadece, ben buradayken hiçkimse sana dokunamaz." Çenesi kızın başına yaslanırken kız hareketlenmiş, dizlerini kendisine çekerek ufalıp adamın göğsüne saklanmıştı. Bu çabasını farkederken kendisine dokunmasına izin vermesine şaşırarak onu yeniden sarmaladı. İçli ağlayışları kulaklarında yankılanırken "Çok mu yaktı canını?" diye sordu. Halbuki biliyordu canının çok yandığını, yalnızca kendisine engel olamamıştı. Sırtındaki yaralara kendisi dahi dayanamazdı, küçük bir kız çocuğu için ölümden beter olmalıydı. Hıçkırıklarının arasında "Öldürdü beni." diye fısıldadı kız. "Öldürdüler beni." Ares sertçe yutkunarak onun saçlarını okşamaya devam etti ve başka bir şey demeden sakinleşmesini beklemeye karar verdi. Gözlerinin önünde küçük Valeria beliriyordu, şu an kollarında o minik kız çocuğu vardı ve Ares bunun bilinciyle nefes almakta zorlanıyordu. Zihninde dönüp duran soruları sorsa yanıt alacağından emindi ama onu daha fazla yıpratmak istemiyordu. Hıçkırıklar aradan geçen oldukça uzun bir zamanın etkisiyle iç çekmelere dönerken adamın kokusunu soluyan kız biraz olsun rahatlamıştı. Krizin eşiğinden döndüğünü ve eğer kriz geçirse nelerin olabileceğini biliyordu. Sakinleşmek zorundaydı yoksa kendisini öldürebilirdi ve bu adam ona engel olamazdı. Yeniden gömleği kavramış olan elleri aralandı, sıkıştırılmış kumaşı bırakarak ellerini adamın bedeninde ilerletti ve sırtına yerleştirdi. Ona kendi rızasıyla sarılırken kalbini kalbine yasladı, alev alev yanan gözlerini kapattı ve kendisini onun kollarının arasına bıraktı. Bir, diye başladı saymaya. Atan her kalp atışında sayılar artmaya başladı. Ares onun kendisine sarılmasıyla bir adım daha attıklarını farkederken belki günlerdir ihtiyacı olan şeyin bu olduğunu düşünmüştü. Eğer ona en başında sarılsa, daha iyi hissettirebilirdi. Bir koltukta oturarak değil, ona sarılarak yanında olduğunu gösterebilirdi. Bu aklına gelmediği için kızamıyordu da kendisine, kız temas konusunda çok fazla hassastı. Şu an ona nasıl sarıldığına dahi inanamazken sarılışının karşılık bulması da şaşırtıcıydı. Kız güçlükle kendisini sakinleştirirken korkudan titremeye devam eden bedenine hakim olmakta zorlanıyordu. Ares, soğukta donan bir kuş misali tir tir titreyerek göğsüne sığınan kızı sarmalıyor, onun saçlarıyla ilgileniyordu. Kız içinde kabaran korkuyla daha sıkı sarıldı ona. Gitmesi gerekiyordu, Katili onu bulmadan gitmeliydi. Geçmişe tutuklu kalmış zihnini toparlamaya çalışırken "Gitmeliyim." diye sayıkladı. "Bulur beni, bulacak. Gitmem gerekiyor. O gelmeden gitmem gerekiyor." Gerilemeye yeltendi ama Ares oma izin vermedi. "Bulsun, ne farkeder?" dedi, uysalca. Ardından dilinden dökülen yeminleri duydu kız. "Bulsa bile parmağının ucuyla dahi dokunamayacak. Sana yaptıklarının bedelini ödeyecek. Bedenince açtığı en ufak yaranım hesabını dahi soracağım ona." Dudakları kızın kan kokan saçlarına değdi. "Sana söz veriyorum, canını yakmanın bedelini ödeyecek." Kız iç çekerek gerilerken başını kaldırdı ve yaşlı gözleriyle adamın yemyeşil gözlerine baktı. Fazla uykusuz kaldığı için gözlerinin altı koyulaşmış, göz kenarları kızarmıştı. Kendisi, adamdan beter bir haldeydi. Kırık dökük sesiyle "Sadece gitmek istiyorum." dediğinde Ares onun sırtındaki elini kaldırarak başına yerleştirdi, nemli yanaklarına yapışan saç tellerini geriye doğru yatırdı. Kızarmış, yaşlarla parlayan mavi gözlerini seyrederken tutulup kaldığını hissediyordu. Büyümüştü. Saçları uzamış, ona dair fiziksel birçok şey değişmişti ancak gözleri aynıydı. Deniz gibiydi gözleri, gök gibiydi. Berraktı, pırıl pırıl bakardı. Harelerinde farklı renk tonları da vardı ama hiçbir renk mavinin en güzel tonunun önüne geçemiyordu. "Seni evine götürebilirim." dedi, parmakları karışık saçlarının üzerinden kaydı. Kız öylesine muhtaç, istekli bakıyordu ki sanki hayattaki tek arzusu buradan gitmekti. Onu kıramazdı ancak gitmesine göz de yumamazdı. Onu bir daha kaybedemezdi. "Ama burada o adam peşindeyken seni yalnız bırakamam." "Evime gidemem." diye fısıldadı, kız. "Bu halde gidemem." derken başını hafifçe iki yana salladı. Gözlerinden iki iri yaş süzülürken Ares iri ellerini kızın yüzüne yerleştirdi ve akan yaşları başparmaklarıyla sildi. Eldiven taktığından olsa gerek kız ona dokunmasına bir şey demiyor ya da rahatsız olmuyordu. Ares onu anlayabiliyordu. Valeria eve gidemezdi ancak bunu istiyorsa gidebileceği başka bir yer olmalıydı. Merakla "Nereye gitmek istiyorsun?" diye sorduğunda kızın boğazına yumru otururken "Gidecek bir yerim yok." dedi, yeniden başını kaldırıp adamın gözlerine baktı. "Ama bulurum, buradan çıksam yeter. Nefes alamıyorum burada." Ares kaşlarını usulca çattı, "Seni rahatsız eden şey ne?" diye sordu. "Eğer bensem gidebilirim." Kız başını iki yana sallarken "Hastanelerden nefret ederim ben." demişti. "Canımı yakıyor, nefes alamıyorum. Gitmem lazım. Burada daha fazla kalamam. İlaç ve kan kokuyor." Ares başını uysalca sallarken "Tamam." dedi. "Gideriz buradan, neden daha önce söylemedin?" Kız titreyen sesiyle "Nereye gideceğiz?" diye sordu. "Her yerde bulur beni. Kendi evimde dahi bulur." Ares onun yüzünü kavrayarak kendisine bakmasını sağladı. "Şhh, sakin ol. Benim evimdeyiz, kızıl. Benim evimde kalmaya devam edeceğiz, sadece bu odada olmayacaksın. Sana söz verdim, değil mi? Bir daha sana asla dokunamayacak, yaklaşamayacak." Kız onun gözlerine bakarken "Sen kimsin ki?" diye sordu. "Onu ben durduramadım, senin karşısında duramayacağın insanlar durduramadı. Sen kimsin de beni koruyacaksın?" Ares bariz bir iğnelemeyle karşılaşmasa da küçümsendiğini göz ardı ederek keskin diliyle "Korurum." dedi. Karşısında bütün yaralarına ve korkularına rağmen bir kraliçe vardı. Küçümsenmenin oldukça sıradan olduğunun farkındaydı. Elleri kadının yanaklarına kapanırken yüzümü ellerinin arasına almış ve tenini hissedemese dur durak bilmeden akan yaşları silmişti. "Kim olursam olayım, masumlara zarar verilmesine izin vermem. Sana hiçkimsenin dokunmasına izin vermem." Kız kızaran burnunu hafifçe çekerek "Benim masum olduğumu nereden biliyorsun?" diye sordu. Burnu akıyordu ve bunu engellemek fazla zordu. "Tüm çocuklar masumdur," dedi Ares, onun yüzünü dikkatle seyrederken. "Hiçbir şey, bir çocuğa işkence etmeleri için neden olamaz." Kız kaşlarını çatarak aksi tavrıyla "Çocuk değilim ben." dediğinde Ares alayla gülümsedi, kaşlarını kaldırdı. "Öyle mi? Kaç yaşındasın?" On altı yaşındaydı, yakında doğum günü vardı. Kız duraksarken saf bir merakla "Bilmiyorum. Hangi tarihteyiz?" diye sorduğunda Ares'in gülümsemesi silinmişti. Zamanı unutacak kadar uzun zamandır mahkum olduğunu anlarken "2014." dedi. "20 Ekim 2014." Kız sertçe yutkundu, gözleri adamın boynuna inerken "16." diye mırıldandı. "İki ay sonra doğum günüm. Daha fazla zaman geçti zannediyordum." Ares daha fazla dayanamazken meraklı tavrıyla "Ne zaman gittin o eve?" diye sordu. "21 Aralık." diyen kız gözlerini adamın gözlerine çıkartmış ve yeniden yutkunmuştu. "2013. Doğum günümde." Ares geçen zamanı solurcasına kederle nefeslenirken "On ay boyunca orada mıydın kızıl?" diye sordu. Kız başını sallarken dehşet dolu sesiyle "Sanki on yıl gibiydi." dedi. "Zaman akmaya devam etmiş, ben aynı yerde kalmışım gibi. Sadece on aymış. On yıl gibi geçen on aymış." Onun yüzünü okşamaya başladı Ares, parmak uçları ellerinin arasındaki küçük yüzde gezindi. "Sanırım artık iyileşiyorsun." dedi. "Konuşmak, anlatmak ister misin? Sonuna kadar dinlerim, yargılamam. Yanında olurum." Kız onun gözlerine bakarken gördüğü ilginin sebebini anlayamadı, "Neden?" diye sordu. "Niye yanımdasın?" İstisnalar hariç hayatındaki herkes aynı şeyleri söylerek ona zarar vermişti. Hepsinin bir amacı vardı ve ödediği bedellerden sonra insanlara verecek neyi kaldığını bilemiyordu. Ares usulca gülümsedi, mavi gözlerdeki yorgunluğun ve acının önünde beliren soru işaretlerini yok etmek için "Benim bir kız kardeşim var, kızıl." dedi. Ona sunabileceği onlarca neden varken en baskın olanını anlattı. "Seninle aynı yaşta. Sana, kendi kardeşime davranacağım gibi davranmak boynumun borcudur. Hiçbir zaman senin için bir tehdit olmam. Benden korkmana gerek yok." Kızın saçlarını geriye doğru yatırarak "Ben yanındayken hiçkimse sana yaklaşamaz. Hiçkimse saçının teline dahi dokunamaz, canını yakamaz. Artık şiddet yok, korku yok. Bütün kötülükler bu evin duvarları ardında kaldı. Hiçbirinin sana uğramasına izin vermeyeceğim." dedi. "Söz, şeref sözü." Kız ona güvenmeyi seçerek kirpiklerinde tutuklu kalan gözyaşlarına inat içtenlikle gülümsediğinde adamın gülümsemesi genişlemişti. Sağ elini kıza uzatarak "Tanışmamıştık değil mi seninle? Ares ben," dedi. "Ares Aladağ." Kız, Ares Aladağ, diye geçirdi içinden. İlk kez bakmıyordu ona ama ilk kez görüyordu. Bunca yıl göremediğini ilk kez, görmemesi gerektiği şekilde görüyordu. Aslında Ares'in kendisini tanıtmasına hiç gerek yoktu. Biliyordu zaten kim olduğu. Ömrünü onları izlerken geçirmişti, aklının tamamen erdiği andan beri kim olduğunu biliyordu. Dünyanın neresinde olursa olsun, gördüğü an tanırdı onu. Güvenirdi de, belki de bu hayatta kendi canını emanet edecek kadar güvenebildiği sayılı insanlardan biriydi. Yalnızca Ares Aladağ bütün bunları bilmiyordu. Onu tanımıyor, kim olduğunu bilmiyordu. En azından Valeria öyle zannediyordu çünkü beş yaşındaki bir çocuğun anıları uzun zaman önce hafızasının derinliklerinde kaybolmuştu. Kız kuruyan dudaklarını ıslatarak adamın eline baktı, uzanıp eldivenli eliyle eldivenli elini kavradı. "Mira." ismi döküldü, dudaklarından. Annesi ona Mira derdi, şu an olmak istediği tek kişi annesinin minik prensesiydi. Binbir emekle yücelttiği hiçbir ismini bu mahvoluşuna yakıştıramıyordu. Ancak savunmasız, güçsüz Mira olabilirdi. Ares'in kaşları usulca havalandı, kimliğini gizlemek istediği için isim uydurduğunu düşündü. Mira da güzeldi. Ona ait olan her şey güzeldi. Valeria onun hatıralarında güzelliklerden ibaretti. Yeniden gülümserken birleşik ellerine baktı ve "Memnun oldum," diyerek yeniden gözlerine yöneldi. Ömründe gördüğü en güzel gözlere bakarken "Mira," diye tekrarladı ismini, ona ne denli yakıştığını farketti. "Acıkmış olmalısın. Yemek yemek ister misin?" Mira başını hafifçe sallarken "İsterim." dedi, kaşları çatıldı. "Ama içinde biber olmasın. Karabiber de olmasın. Süt ya da yoğurt da. Yumurta da." Ares anlayamasa da "Tamam." diyerek cebindeki telefonu çıkarttı. Mira konuşmaya devam ederek isteklerinin nedenini açıklamak adına "Alerjim var onlara." demişti. Ares'in kaşları çatılırken gözlerini Mira'ya çevirdi. Alerjilerinden habersizdi. "Her yemekten sonra kusmanın sebebi bu muydu? Yemeklerde neredeyse hepsi kullanılmıştı." Mira gözlerini ellerine indirirken sesine bulaşan çocuksu masumiyetiyle "Tatlarını merak etmiştim." dedi. "Hiç hatırlamıyordum. Belki onlar beni öldürür dedim ama dayanamayıp kendimi zorlayarak kustum." Ares yalnızca bu odada kaç ölüm riski atlattıklarını sorgulayarak sıkıntıyla nefeslendi, telefonundan mutfağı aradı. Mira'ın alerjisi olan besinleri söyleyerek ona göre yemek hazırlamalarını isterken etrafa bakınan Mira'yı izliyordu. Bulundukları odadan gerçekten rahatsız olduğu usulca çöken omuzlarından ve kesik kesik aldığı nefeslerinden belliydi. Bunu daha önce farkedebilmeliydi. Ares yataktan kalkarak berjerin sırt kısmına asılı ceketini aldı ve yavaşça giydi. Bütün hareketleri ağır, anlaşılır ve sonrası tahmin edilebilirdi. Günlerdir Mira'yı ürkütmemek için en ufak detaylara dahi dikkat ediyordu. Ani hareketlerden, belirsiz durumlardan sakınıyor, kendisini güvende hissetmesi için çabalıyordu. Mira onu izlerken yatağa yaklaşarak üzerine eğildi. Kollarından birini dizlerinin altına diğerini sırtına yerleştirirken kızı usulca kucakladığında Mira elini boynuna atarak yakasından kavramış, hemen ardından kollarını Ares'in boynuna dolamıştı. Tutunmasına gerek dahi yoktu, o kadar zayıflamıştı ki Ares onu sımsıkı kavramış kolayca taşıyordu. "Nereye gidiyoruz?" diye sorduğunda Ares kapıya yöneldi. "Eve." Mira kaşlarını çattı. "Senin evinde değil miydik zaten?" Ares kapıyı açarak "Evimdeyiz." dedi. "Çiftliğin bahçesindeyiz. Madem burada nefes alamıyorsun, seni nefes alabileceğin bir yere götürelim." "Yürüyebilirdim." "Aksini söylemedim kızıl. Sadece güçsüzsün, bedeninde hala yaralar var ve dikişlerini zorlamaman gerekiyor. Kucak servisimiz de hizmetinde, bence değerlendirmelisin." Mira silik bir tebessümle gülümsediğinde Ares de gülümsedi, yüzündeki acıyı biraz olsun dağıtıp onu canlandırmak hoşuna gitmişti. Hastanede olarak kullanılan binadan çıkarak bahçedeki taşlı patikada yürümeye başladığında Mira merakla etrafa bakınmış, serin havayı ciğerlerine çekmişti. Henüz sonbaharın uğrayamadığı ağaçlar ve çimenler yemyeşildi. Gökyüzü aydınlıktı ama açık renkli bulutlarla kaplıydı. Hasret kaldığı göğü dahi göremiyordu. Bu hayattaki tüm kırmızının arasında yalnızca iki maviyi sevmişti. Denizin turkuaza dönen ve gökyüzünün yerine göre bebeksi mavisi hayatındaki en güzel renklerdi. İlerideki koca taş eve baktı. Büyük camları, ahşap detayları vardı. Ares salonun tavandan zemine uzanan açık camından girerek Mira'yı kendi odasına çıkarttığında Mira etrafa bakındı, kısık ve çekingen diliyle "Burada mı kalacağım?" diye sordu. Ares onu dikkatlice kendi yatağına yatırarak "Burası benim odam. Misafir odalarından biri hazırlanana dek burada kalacaksın." dedi. "Akşam olmadan kendi odana geçersin." Mira başını usulca sallayarak güçlükle soğuk yatağa uzandığında Ares onun üzerini yorganla örtmüştü. Ares, Mira'nın yumrukları arasında kırıştırdığı gömleğini değiştirmek üzere duvara gömülmüş ahşap gardrobuna ilerledi. Mira odayı incelemeye başlarken her yerin ahşap mobilyalarla dolu olduğunu görmüştü. Ares banyoda giyinmek istese de Mira'yı yabancı bir odada tek bırakmak istemediğinden gömleğinin düğmelerini açarak üzerinden çıkarttığında Mira'nın bakışları ona kaydı. Düzenli spor yaptığını belli eden kaslarına kısa bir göz atarak Ares'in hızlıca başka bir gömlek giyişini seyretti ve "O gece neden oradaydın?" diye sordu. Ares yüzünü Mira'ya dönmeden siyah gömleğinin düğmelerini iliklerken yanında giyinmenin doğru bir karar olduğunu, onu korkutmadığını anladı, "Bir şey arıyordum." dedi. Evde olduğundan biraz daha rahat olabilmek adına baştaki iki düğmeyi açık bırakarak Mira'ya döndü. Yatağında uzanmış dikkatle kendisini izleyen yaralı kıza baktı. "Seni buldum. Sen neden o evdeydin? Esirdim deme, neden esir olduğunu söyle." Gömleğinin eteklerini beline sokup düzenlemeye başladı. Mira yutkunarak az öncekinden daha kısık çıkan sesiyle "Bazı hatalar yaptım, bazı günahlarım oldu." dedi. "Bedelini, onlara bedel ödetecek kadar fazlasıyla ödedim." Ares bahsettiklerini bir yerlere oturtamazken "Neden doğum gününde kaçırdılar seni?" diye sordu ve yatağın kenarına oturdu. Mira ona bakarken ifadesiz diliyle "Çünkü evimden çıkabileceğim tek gündü." dedi. "Güvendim, evimden çıktım, hayatımdaki en acı ihaneti tattım ve tutsak edildim." Kuruyan dudaklarını ıslatarak gözlerini eldivenli ellerine çevirdi. "Senin için bir çocuk olabilirim, savaş tanrısı." Mavileri Ares'in gözlerine tutundu. "Ama onun için bir çocuk değildim. Suçluydum, bir silahtım, arzuları için kullanabileceği bir objeydim, öfkesini atabileceği bir kum torbasından ibarettim. Yani, bir insan bile değildim." Ares elini uzatarak korkmasından çekinerek Mira'nın yanağından kavradı, nazikçe tenini okşarken "Her şey geride kaldı." dedi. "Bundan sonra hayatında var olmayacak, canını yakamayacak, sana dokunamayacak, seni hiçbir şey için kullanamayacak. Eğer istersen polise gidebiliriz, şikayetçi olabilirsin. Elimden geleni yaparım, ne kadar güçlü olursa olsun seni ondan korurum." Mira başını iki yana sallarken keskin diliyle "Benim savaşıma kimse dahil olmamalı." dedi. Çenesini tüm korkularına rağmen kaldırmış ve kendisine dahi meydan okur hale gelmişti. "Hem, kabusumda dahi bana dokunup zarar verirken her şeyin geride kaldığını nasıl söyleyebilirsin ki? Ben nefes aldığım sürece o evde tutsak kalmaya devam edeceğim. Herkesi özgür kılsam da kendime özgürlüğümü veremeyeceğim. O ev benim mezarımdı. Yüzlerce kez öldürüldüğüm yerdi ve senin gelişin benim mezarımı yaktı." Ares daha önce sormak istediği ama Mira tek kelime etmediği için soramadığı şeyi sormaya karar verirken "Herhangi bir saldırı için sistem mi kurulmuştu?" dedi. "O yüzden mi bulunduğun odada yangın başladı?" Mira başını sallarken "Ailemin beni bulacağını biliyordu." dedi. "Eğer gelirlerse onlar eve girene dek yanarak ölecektim. Yangın beni hapsettiği odadan başlıyordu. O evi benim için hazırlatmıştı, kaçmamam için de özel mekanizmaları vardı. Köpekler engelledi yangının hızla büyümesini, yanan eşyaları ittiler." Ares'in gözleri Mira'nın sargılı bileklerine kaydı. Kurşunla koparttığı zincirlerden elektrik verilmesi bunun en büyük kanıtlarından biriydi. Ellerini Mira'nın bileklerine yerleştirerek sargı üzerinden nazikçe okşadı. O an aklından geçmese de boş bulunarak daha evvel düşündüğü şeyleri sorarken buldu kendisini. "O evde neler olduğunu biliyor musun? Sakladığı özel bir şey var mıydı?" "Ben vardım." diye mırıldandı Mira. "Onun sakladığı en değerli şey bendim." Gözlerine baktı. "Ve sen beni buldun. Onun hazinesini buldun." Yutkundu. Öyle bir yutkunuştu ki bu, Ares sesini duyabilmişti. Yutamayacağı her şeyi güçlükle sinirmeye çalışıyordu. Mira, Ares'le olan temasını keserek biraz geriledi ve sırtını yastıklara yasladı, bütün bedeni acıyla gerildi. Toparlanmak adına aldığı birkaç nefesin ardından "En başta orada yaşıyordu," dedi. "Sonra o evde yaşayamayacağı bazı olaylar yaşandı. Evden taşındı. Sadece ben kaldım. Bir de çalışma odası." Ares evin neden bomboş olduğunu anlarken kaşlarını çatarak "Çalışma odası yoktu." dedi. "Amacım onu bulmaktı." Mira başını iki yana sallayarak "Benim odamın yanındaki oda onun çalışma odasıydı." dedi. Ares aradığı şeyi bulabilecekken son anda kaybettiğini farketmişti çünkü ev tamamen yanmıştı. Yine de bir pişmanlık hissetmiyordu. Mira'nın canı, bulabileceği her bilgiden daha önemliydi. Bu bilgiyi bilerek o eve girmiş olsa da aynı kararı verirdi. Mira dikkatle Ares'e bakarken bu soruların nedenini merak etti, "O evde ne arıyordun?" diye sordu. Ares kendisine karşı açıkça konuşan kıza aynı şekilde karşılık vererek "Bir dosya." dedi. "İsimlerin ve adreslerin olduğu bir dosya arıyordum." Mira kaşlarını kaldırarak "O halde hala bulabilirsin." dedi."Dosyalarını bir kasada tutuyordu, şifresinin melodisi hala aklımda. Kendi odamdan duyabiliyordum. Kenan değerli şeylerini gizlemeyi sever, risk almaz. Tabi hala orada mıdır bilmiyorum. Yangını duyunca gidip almış olabilir." Ares kaşlarını çatarken başını iki yana sallayarak "Kimse gitmedi oraya." dedi. "Adamlarım evi gözlüyorlar." Mira usulca gülümseyerek "O halde aradığın şeyi bulabilirsin." dedi, gülümsemesi soldu. "Tek sorun şifre." Ares bu ihtimali hiç düşünmeden "Seni yalnız bırakamam." diyerek reddetti. Mira onu seyrederken yüzünün her yerini ezberlediğini farketmişti. Bunun nasıl olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Ortak bir sessizlikte geçirdikleri günler onları birbirine yaklaştırmış, alıştırmıştı. En azından Mira için gerçek buydu, Ares'in varlığına fazlasıyla alışmıştı. O odadan çıktığında ve yalnız kaldığında korkacak kadar alışmıştı. Kendisini o kadar zayıf hissediyordu ki, Ares olmazsa tekrar cehenneme döneceğini düşünüyordu. Cesareti kırılmış, duvarları korkunun altında ezilmişti. Zaten onun yanından ayrılmasını istemezken basitçe "Adamlarından biri gidebilir." diyerek omuz silkti, sırtındaki dikişler zorlandığından canı yansa da belli etmedi. "Telefonda konuşursunuz, tuşlara basar ve ben seslerine göre şifreyi oluştururum." Ares usulca gülümserken başını sağ omzuna doğru eğdi. "Neden bunu yapacaksın?" Mira duraksamadan buz gibi sesiyle "Elindekileri nereye koyarsa koysun kaybedeceğini görmesi için. Bir kasaya da koysa, ellerini zincirleyip bir odaya da hapsetse asla tamamen sahip olamayacağını anlaması için. Her hazine kazanılır ve elbet bir gün kazanılan her hazine kaybedilir." dedi. "Benim sayemde çok savaş kazandı, artık kaybetme zamanı geldi." Ares dikkatle Mira'yı incelerken "Kimsin sen?" diye sorduğunda bu kez ismini değil, Kenan Karadağ'a savaş kazandırabilecek kadar değerli olmasını sağlayan şeyi sorduğunu Mira da biliyordu. Kraliçe olmak onu dünyanın en değerli varlıklarından biri kılabiliyordu ancak Kenan Karadağ bu işin neredesindeydi? Valeria'yı nasıl biliyordu, onu nasıl kaçırabilmişti, nasıl kullanabilmişti? Mira "Onun düşmanıyım." dedi. "Ben onun sadece kullanabilmek için esir tuttuğu biri değildim, Ares. Hayatına dahil etmek için çabaladığı biriydim. Ne derler, düşmanını dostundan daha iyi tanıyacaksın. Erkekler keyifli olduklarında bir şeyler anlatmayı severler ve Kenan benim yanımdayken çok mutlu olurdu. Hiçbir yanıt alamasa da sadece içer ve anlatırdı. Hafızam kuvvetlidir, düşmanımı nereden vuracağımı planlamak için dinlerdim bende." Ares yataktan kalkarak cama doğru ilerledi, tül perdeleri çekerek pencereyi açtı. Cebinden çıkarttığı sigara paketinden bir dal alarak bahçeyi seyderken yakmıştı. Sigara dumanının yarısı dışarıya çıkarken diğer yarısı odaya yayılmıştı. Mira sigarası yarıya gelene dek sessizce onu izlerken "Neler anlattığını sormayacak mısın?" diye sordu. Ares başını sallayarak omzunun üzerinden Mira'ya baktı. Aylarca kirli amaçlar uğruna kullanılan kız çocuğunu izlerken "Hayır." dedi. "Onunla olan savaşımızda seni kullanmayacağım. Ben seni Kenan'a karşı koz elde edebilmek ya da kullanabilmek için kurtarmadım. Bu uğurda da kullanmayacağım." Mira'nın kaşları şaşkınca havalanırken kullanılmaya alışkın olan benliğinin şokunu yaşıyordu. "Kendimi kullanılmış hissetmezdim." dedi. "Kendi planlarım var, Aladağ. Sana ne anlatıp ne anlatmayacağıma karar verebilirim. Sırf sen istiyorsun diye her şeyi altın tepsi de sunacağımı zannetmiyordun umarım." Ares söylediklerini umursamayarak yeniden bahçeye döndü, sigarasından bir nefes daha çekerek külünü camdan attı. "En değersiz bilgi için de en değerli bilgi için de seni kullanmayacağım Mira. Bu zamana dek sorduklarım için özür dilerim, sadece olayları kavramaya çalışıyordum. Şu an umurumda olan tek şey senin iyileşmen ve sağ sağlim evine dönebilmen. Bunları tek başına yapmayacaksın, iyileşmen için yaralarını saracağım, seni evine kendim götüreceğim. Her daim yanında olacağım." Mira dikkatle Ares'i incelerken yorganı sıyırdı ve güçlükle doğruldu. Ayakları soğuk parkelerle temas ederken acısını umursamadan ayağa kalktı. ve Ares'e doğru yürümeye başlamıştı. Ares omzunun üzerinden ona baktığında Mira yanında durarak cam pervazındaki paketi aldı. Bir dal çıkarttığında Ares onaylamazcasına "Yaşın tutmuyor." dedi. Mira alaycı bir tavırla "On sekizimden sonra sihirli bir şekilde zehirlemeyecek mi beni?" diye sordu. "İlk kez içmiyorum, savaş tanrısı. Bazen içmek gerekir." Çakmağı alarak dudaklarının arasına yerleştirdiği sigarayı yaktığında Ares kaşlarını çatmıştı. Sanki kendisi de lisede başlamamış gibi "Ama daha fazla zarar veriyor." dedi. "Gelişim çağındasın, zaten yeterince hastasın. Hem, hangi zamanlar içmek gerekirmiş?" Mira bahçeyi izlerken göz ucuyla etraftaki korumaları sayıyor ve kontrol ediyordu. Bulunduğu yeri kavramak için çabalıyordu ancak çiftliğin etrafında ağaçlardan başka hiçbir şey görünmüyordu. İstanbul denen bu cehennem çukurunda kendisini dahi bulamayacağı kadar kaybolmuştu. Sigarasından derin bir nefes alarak havaya saldı. "İyi adamların kötü adamların altında kaldığı zamanlar." dedi. "Sen iyisin, Kenan kötü ama öylesine bir sistem kurmuşlar ki, iyilik güçsüzlük olarak görülüyor. Kötüler her zaman daha fazla değer görüyor, onlara daha çok saygı duyuyorlar." Bakışları Ares'e kaydı. "İşte böyle zamanlarda içilir." Sigarasından derin bir nefes aldı. Ares kaşlarını çatarak "İyi olduğumu nereden biliyorsun?" diye sordu. "Çıkarlarını, senin için hiçbir önemi olmayan bir kız uğruna yaktın." dedi, Mira. "O yangına girdin, kendin de ölebilirdin. Köpeklerim seni öldürebilirdi. Kaçmak yerine beni kurtarmayı seçtin. Gözlerimi açtığımda hayatta kalmam için her şeyi yapabileceğini görmüştüm. Kötü adamlar bunları yapmazlar. O yangını kendileri başlatırlar, ölen hiçkimseyi umursamazlar." Ares, Mira'nın gözlerini seyrederken ders verircesine "İyilik ve kötülük bundan ibaret değil ufaklık." dedi. "Henüz bunu anlayamayacak kadar küçüksün. Dünya masallardan ibaret değil ve asıl kötü adamlar iyi adamların yüzleriyle yaşıyorlar." Mira, ufaklık kelimesinin ardından Ares'e bakmış ve kendisine her daim böyle hitap eden adamı görmüştü. Yeşil gözlerin yerini o kara gözler alamazken "Sence benim dünyam masallardan mı ibaret, savaş tanrısı?" diye sordu. "Ben artık çocuk değilim, uzun zamandır değilim ve ne yazık ki on ay önce kaybetmedim çocukluğumu. İnan bana kötüler hiçbir zaman iyiliğin maskesini takamazlar çünkü maskeler gerçeği haykıran gözleri kapatamaz. Eğer bir insanın iyi ya da kötü olduğunu gözlerinden anlayamıyorsan eninde sonunda canın yanarak öğrenirsin." Sigarasından derin bir nefes aldı, "Ares garip bir isim." diye mırıldandı. "Savaş tanrısı. Kim vermiş ismini?" Ares gözlerini gökyüzüne çevirirken "Annem." demişti. "Bana hamileyken mitolojiye merak salmış, tüm ailenin inkar etmesine rağmen Ares koymuş ismimi. Pek de olayı yok. Saçma bir hikayesi var." Mira "Bence ismin çok güzel." dedi. "Şimdiye dek Ares diye bir adamla tanışmamıştım." Ares alayla gülümsedi. "O kadar nadir değilim." dedi. "Denk gelmemişsindir." Mira sigarasından bir nefes daha çekerek ona bakmıştı. "Bence nadirsin. Nadir olmaktan çekinmemelisin. Bu seni daha değerli kılar." Biriken külü ufak bir parmak darbesiyle camdan atarak rüzgarda uçuşmasını sağlamıştı. Ares arkasını dönderek kalçasını cam pervazına yasladı ve onu seyrederken "Mira ismi nereden geliyor?" diye sordu. Mira'yla gündemlerinden ve onun acılarından başka konular hakkında konuşmak istiyordu. Belki hiç yeri ve zamanı değildi ancak şu an sanattan, spordan, kitaplardan, filmlerden, hobilerinden, sevip sevmediklerinden ve hatta siyasetten bile bahsedebilirlerdi. Mira'nın aklını dağıtmak, gözlerinde mesken tutmuş acıyı biraz olsun silmek istiyordu. Mira bulutları seyrederken onlara olan öfkesini içinde tuttu, gecenin bir an önce gelmesini diledi ve gökyüzünde görmeyi arzuladığı şeyi dile getirerek "Annemden." dedi. "Herkes benim için farklı bir isim seçmiş. Hepsi başka isimler koymak istemişler. Tüm isimler bir şeyin sembolüymüş ve annem o isimlerin hepsinden nefret edermiş." Sigarasından bir nefes daha aldı. "İkinci yaş günümde almışım ismimi. Biraz kararsız bir kadındır annem, ismimi seçmesi iki yılı aşmış. O güne dek bana isimlerimin hiçbiriyle seslenmemiş." Kendi kendine gülerek bahçeye bakınmaya devam etti. Onun gülüşü Ares'in dikkatini çekerken daha fazla gülmesini dilemesine neden oldu. Öyle bir andaydı ki onu güldürmek hayatının tek gayesi haline gelebilirdi. "Mucizeymişim ben, şifaymışım. Annem bir gece kayan yıldız görüp dilek dilemiş ve ben doğduğumda onun yıldızı olduğumu düşünmüş. Başkaları için değerli hiçbir sembolü barındırmayan bir minik yıldızı olmuşum." Ares dikkatle onu dinlerken pervazın dış kısmında sigarasını söndürdü ve kenarıya koydu. Mira isminin sahte olmadığı anladı, bildiği tek isminin Valeria olduğunu farketti. "Diğer isimler neyi sembol ediyormuş?" Mira sertçe yutkunarak "Silahı." dedi. "Aşkı, soyu ve zayıflığı. Babam beni bir silah olarak görmüş, dayım aşkı, büyükannemin mirasını yani soyunu almışım ve dedemin ise en büyük utancı, zayıflığı olmuşum." Dudaklarını ıslatarak derin bir nefes aldı. "Ölümüm de doğumum da birbirinden daha acı felaketler getirirmiş aileme. Bu yüzden beni isteyenler kadar istemeyenler de olmuş. Doğduğum gün lanetlemişim ailemi, o lanet hala devam ediyor. Son durağı ben oldum." Sigarasının son nefesini alarak tıpkı Ares gibi söndürdü ve temiz havayı soludu. Sigarayı eline aldığı ilk günü düşündü. Bir gece vakti deniz kıyısında sevdiği adamla oturuyordu. O vermişti sigarayı, ilk kez onun yanında sırf merak ettiği için içmişti. O günden sonra hiç içmese de bazen içmek gerekirdi ve Mira o sınırı aşmıştı. O gece olduğu gibi kutup yıldızını izlemek istedi ancak yoktu. Yapayalnız hissediyordu kendisini, insanlık yokolmuştu ve koca dünyada bir başına kalmıştı. Gözlerini usulca kapanırken "Tüm mahkumlar güneşe hasret kalırmış," diye mırıldandı. "Ama ben yıldızlara hasretim. Kendi dünyamdan çok uzaktayım, savaş tanrısı. Yabancı topraklarda, yabancı insanların arasındayım. Evim çok uzakta ve dünyanın sahip olduğu en güzel gökyüzü benim evimdedir. Gökyüzüm çok uzakta. Yapayalnızım burada." Ares dikkatle onun yüzünü seyrederken geçmeye yüz tutmuş yaralarına ve çürümüş yanağına bakmıştı. "Yalnız değilsin," dedi. On bir sene önceye gitti, çimenlere yatıp yıldızları izledikleri geceyi anımsadı. Gerçekten dünyanın sahip olduğu en güzel gökyüzü oradaydı. Bütün yıldızlar ellerinin arasındaydı. Valeria tıpkı o gün olduğu gibi yine yanındaydı. Mira'nın bedenindeki morlukların çoğu geçse de yanağındaki morluk yerini çürüğe bırakmıştı. Yeni yeni küçülmeye ve canlanmaya başlıyordu. "Ben buradayım, yanıbaşındayım." Yüzündeki renkler ve pürüzler ona hiç yakışmıyordu. Hiçbir çocuğa, hiçbir kadına, hiçbir erkeğe yakışmazdı. Şiddet ona göre ilkel ve adaletsiz bir yöntemdi ve bugüne dek kadın erkek farketmeksizin hiçkimseye elini kaldırmamıştı. Bazı ilkeleri vardı, onları ne olursa olsun korumakta kararlıydı ancak bulunduğu durumda yüreği Allah'ın verdiği bir canı almak için çarpıyor ve bütün ilkelerini yıkmayı amaçlıyordu. Sol eli yükselirken parmakları solundaki kadının yanağına yerleşti, parmaklarının tersiyle çürümüş olan yanağını okşadı. "Farklısın. Seni farklı kılan şey esaretin miydi yoksa daha öncesi de var mıydı?" Biliyordu her şeyi ancak onunla yeniden tanışmak istiyordu. Bir kez daha kaybetmeye niyeti yoktu, belki bu kez daha yakın arkadaş olur ve ayrılmazlardı. Mira gözlerini ona çevirerek "Henüz dünyaya gelmeden milyarlarca insandan daha farklıydım, Aladağ." dedi. "Esaretim beni ancak zayıf ve acınası kıldı. Çaresiz kaldı. Bahsettiğin esaret farklı bir yan sunmadı, sadece beni değil farklı olan yanlarımı da öldürdü." Biraz gerileyerek Ares'in elini indirmesini sağladı ve ona sırt döndü. "Tek bir yanımı öldüremedi. Ben asla diz çökmem, boyun eğmem. Zaten bu yüzden hıncını sırtımdan aldı, karşısında dimdik duramayayım diye." Ares onun sırtına baktı, derin bir nefes aldı. Ellerinin altındaki parçalanmış eti hala hissederken Mira'nın yaralarının kendi içine işlediğini farketmişti. Sırtı sızladı, sanki o yaraları kendi sırtında taşıyormuş gibi. Mira yatağa oturarak güçlükle uzandı ve yorganı üzerine örttü. "Yine de durdum, çünkü bu da benden alamayacağı yanımdı. Tüm kemiklerimi kırsa da onun karşısında eğilmezdim. Eğer eğilseydim, kendi içimde inşaa ettiğim her şeyi yıkardım. İhanet insanın kendisiyle başlar. Eğer kendine ihanet edersen herkese ihanet edersin. Ben sevdiklerime ihanet etmemek için kendimi ateşe attım, hiçbir zaman baş eğmedim. Evet o bana dokunduğunda şerefim lekelendi ama eğer boyun eğseydim ortada şerefim kalmazdı." Ares'e son kez bakarak gözlerini kapattı, usulca nefeslendi. "Senin ne istediğin önemli değil Ares. Bilmen gerekenleri öğreneceksin. Sana bir hayat, bir can borcum var. Bunun ne denli büyük bir şey olduğunu tahmin dahi edemezsin. Sadece ömrüm boyunca ödeyemeyeceğim borcumun karşılığını biraz olsun vermeye çalışacağım. Kendi kendine triplere girmene gerek yok. Beni kullanmayacaksın. Zaten kullansan da umurumda değil." Ares kaşlarını çatarken "Kenan sana önemli bilgiler vermemiştir." dedi. "Kendisine düşman birisine neden kozlar versin?" Mira alayla gülümserken gözlerini araladı ve hala pervaz kenarında duran Ares'e baktı. "Beni kaçıracak kadar aptal bir adamın neden aptal olduğunu mu sorguluyorsun?" Ares alayla gülerken başını hafifçe iki yana salladı. "Nerdeyse on gündür çıt ses çıkartmadın, şimdi susmuyorsun." Mira'nın gülümsemesi anında solarken kısık çıkan sesiyle "Susmamı mı istiyorsun?" diye sordu. "Çok mu konuştum?" Aylar sonra konuşabileceği birini bulmak hayatta olduğunu hissettirmişti, uykunun krizinden uzaklaşmak için bunu yapmaya mecburdu ancak Ares ona katlanamıyorsa nasıl konuşabilirdi ki? Ares yanlış anlaşıldığını farkederek başını iki yana salladı, en büyük arzusuymuş gibi "Konuş." dedi. "Sen konuşunca zaman daha katlanılır geliyor. Keşke daha önce konuşsaydın. Niye sustun?" Mira yüz ifadesini düzelterek gözlerini kapattı ancak az evvel hissettiği o kırıklık geçmedi. "On ay boyunca ettiğim kelimeler bir elimin parmaklarını geçmez savaş tanrısı. Sadece bir kez konuştum, öncesi de sonrası da sessizlikti." Derin bir iç çekerken ellerini karnının üzerinde birleştirdi. "Eğer ellerim bağlıysa konuşamam. Ellerim, dilimdir benim." Ares onun sargılı bileklerine bakarken "Burada ellerin bağlı değildi, Mira." diyerek cam kenarındaki iki berjerden birini aldı ve yatağa doğru ilerledi, "Konuşabilirdin." Mira ifadesiz sesiyle "Konuşmak istemedim." dedi. "Susmak istedim. Ellerim de dilimde özgürdü ama zihnim hala tutsaktı." Ares sandalyeyi yatağın yanında koyarak otururken onu anlamak için çabalıyordu. "Zihnin nasıl özgür oldu da konuştun?" diye sordu. Mira yutkunarak "Kabus gördüm." dedi. "Dokuz gün sonra tekrar öldüm. Bu kez farklıydı, dilim çözülmüştü. Bu, zihnimi de özgür kıldı." Derin bir iç çektikten sonra "Gözlerim ağrıyor." diye mırıldanarak gözlerini kapattığında Ares kaşlarını çattı. "Doktorunla görüşmemi ister misin? Muayene etsin seni." Mira alayla gülümserken gözlerini araladı ve "Ateşim çıkıyor sadece." dedi. "O yüzden." Ares'in kaşları daha derin çatılırken "Nasıl?" diye sordu. "Neden daha önce söylemedin? Bakayım." Endişeyle eldivenli elini Mira'nın alnına koysa da haliyle sıcaklığını hissedememişti. Uzandı, eğilerek dudaklarını alnının ortasına bastırdı. Birkaç saniye beklerken tenine karışan korları hissetmişti. "Çok ateşin var." Mira tenindeki baskıyla kanına sızan korkuyu dindirdi ve gözlerini Ares'in gözlerine sabitleyerek sakince "Kriz geçirmek üzereydim." dedi. "Kabusla uyandım. Normal bu, gerçekten. Simay Hanım'ı çağıma sakın." Ares kaşlarını çatarak "Ateşin var!" dedi. "Nesi normal bunun? Hem ne krizi geçirmek üzereydin?" "İleri derecede kronik İnsomnia var bende." diye mırıldandı Mira. Bundan söz etmekten nefret etse de Ares'in endişelerini dindirmek için daha güçlü çıkarttığı sesiyle anlatmaya devam etti. "Bayılacak raddeye gelmedikçe ya da ilaç kullanmadıkça uyuyamıyorum. Kabuslar görüyorsam krizler geçirerek uyanıyorum, sakinleştiriciyle hakkımdan geliyorlar. Ateşim çıkıyor, tansiyonum yükseliyor, kalp ritmim bozuluyor, nefes alışverişim sekteye uğruyor. Konuşarak etkilerini azaltmaya çalışıyorum aslında. Kriz geçirmek üzereydim, sen sarıldın bana. O an kriz geçiremeyecek kadar korktum çünkü bana dokunanın o olduğunu zannettim. Sanra senin kokunu aldım, rahatladım." Ares'in eli Mira'nın başına yerleşirken parmakları saçlarının başlangıç çizgisindeki tellerde gezinmişti. "Ne zamandan beri devam ediyor bu? O seni esir ettiğinden beri mi?" Mira başını iki yana sallarken dikkatle Ares'in gözlerine bakıyordu. "Beş yaşımdan beri." Ares nedenlerini sormak istese de daha fazla irdelemeyerek "Ne yapmam gerekiyor?" diye sordu. "Sana ne iyi gelir?" "Normalde ben uyurken yanımda abim olur." dedi, Mira. Sesi yeniden azalmıştı, kendisini daha fazla anlatmak istemiyordu. "Onunla uyurum, krizlerimde de yanımda olur. Hiçbir şey yapmasa da varlığı yetiyordu iyileşmeme. Bu yüzden ne yapabileceğimi bilmiyorum. Beş yaşımdan beri onsuz uyumamıştım." Ares onun nasıl yaşadığını öğrenmek istiyor, en ufak detayları dahi öğrenmek istiyordu. "On ay boyunca nasıl uyudun?" Mira yutkunarak "Uyumadım." dedi. "Ya uyuşturucudan sızmıştım ya da şiddetten bayıldım." Ares duyduğu şeyle kalakaldı. "Sık sık oluyordu zaten, uykuya ihtiyacım olmamıştı. Ben güvende hissetmezken uyuyamam. İstesem de uyuyamam." Ares'in kaşları yeniden çatılırken sertleşen sesiyle "Uyuşturucudan mı?" diye sordu. "Sana madde mi verdi?" Mira sertçe yutkunarak başını salladı, o günlere sürüklenen zihnini şu anda tutmak için çabaladı. "Yeni malları üzerimde denerdi." dedi. "Zamandan emin değilim ama aylar önce olsa gerek, vermeyi bıraktı. Uzun zamandır kullanmıyorum." Ares'in yeşillerine öfke yerleşirken sinirle nefeslenmiş, gerileyerek sırtını berjere yaslamıştı. Mira'yı seyrederken öfkesiyle onu korkutmamak için sakinleşmeye çalıştı ama başaramadı. "Bağımlı olmuş muydun?" Mira başını iki yana sallarken "Hiçbir şeye tam bağımlılığım yok benim." dedi. "Ama bir kez kriz geçirmiştim, hemen bıraktı. Bu yüzden iğne istemedim, tetikleyebilirdi. Bu kez geri dönüşü olmazdı." Ares ne düşüneceğini ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Mira'ın kızarmış gözlerine dikkatle bakarken "Simay Hanım'ı çağırmalıyız." dedi. "Ateşin var, ilaç verir belki. Böyle kalamazsın." Mira ellerinden destek alarak güçlükle doğrulurken başını sol omzuna doğru eğip mırıldanırcasına "Geçer ateşim, bak iyiyim." dedi. "Hiçkimseyi istemiyorum. Hiçkimsenin bana dokunmasını istemiyorum." Ares, bunları duyduğu an Mira'nın yüzüne uzattığı elini indirdiğinde Mira onun eline bakarak "Sen değil." dedi ve yeniden gözlerine baktı. "Sen hiçkimse değilsin, benim kahramanımsın." Ares dikkatle ona bakarken küçük bir kız çocuğunun kahramanı olduğunu duymak yüreğini kabartmıştı. Amaçlarına küçük bir kız uğruna sırt dönmüş olsa da onun kahramanı olmayı duymak söndürdüğü ateşi yeniden harladı, amaçlarını önüne serdi. "Simay da senin doktorun." dediğinde Mira başını aşağı yukarı sallayarak sorgularcasına "Bu onu önemli biri yapar mı?" diye sordu. "Doktorluk onun mesleği, yoksa senin mesleğin kahramanlık mı?" Ares bir anda canlanan sesiyle konuşan Mira'yı izlerken hafifçe güldü ve başını iki yana sallarken "Keşke kahramanlık olsaydı." demişti. "Ne yazık ki çocukluk hayalim bir meslek değil." Mira istediğini almanın etkisiyle gülümserken "Meslek olmasa da kahramansın." demişti. "Bak, çocukluk hayalini gerçekleştirdim. Ölene kadar bana minnettar kalmalısın." Ares'in gülümsemesi dudaklarına takılı kalırken "Kalacağım." dedi. "Sen de ölene kadar beni unutmayacaksın. Tamam mı kızıl?" Elini uzatarak burnuna bir fiske vururken "Çünkü seni asla bırakmayacağım." demişti. Mira afallayarak gerilerken kaşlarını çatmış, yutkunmuştu. "Yapma bunu bir daha." dediğinde Ares'in gülümsemesi soldu. Onun canını yakmaktan ya da korkutmaktan endişelenirken Mira rahatsızlığının nedenini açıklamak adına "Eski bir dostum yapıyordu." dedi. "Onu hatırlatıyor, yapma." Ares başını aşağı yukarı sallayarak "Yapmam." dediğinde Mira anında gülümseyerek başını sola eğdi. "Neden beni asla bırakmayacaksın?" "Çünkü merak ederim." diyerek yutkundu Ares. Bunları şu an Mira'yla birlikte duyuyordu. Ona ne kadar değer vermeye başladığıyla yüzleşiyordu. Bu zamana dek tek kelime konuşmadan ona nasıl bağlandığını anlayamıyordu. Kendiliğinden ona çekildiğini hissediyordu. "İyi misin diye, güvende misin diye, sana zarar veren birileri var mı diye merak ederim." Aslınca on bir senesi bu merakla geçmişti ancak artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Mira gittiğinde ne hissedeceğini ne düşüneceğini bilemiyordu. Sardığı yaralar kendi içinde açılıyor, Mira iyileştikçe kendisi hastalanıyordu. Elini kaldırarak Mira'nın sağ yanağına koydu ve incitmekten, korkutmaktan çekinircesine nazikçe okşadı. "Neden eski dostunu hatırlamak seni üzüyor?" Mira, Ares'e doğru yaklaşarak bir sır verircesine kısılan sesiyle "Çünkü bana ait olanlara ihanet etti." dedi. "Ama bana ihanet etmedi. Zaten en başından beri bana düşman olan biri nasıl bana ihanet edebilir ki? O sadece bana ait olan şeylere ihanet etti ve bu bile canımı çok yaktı. Hayatım boyunca beni merak edecekmişsin ya, bana zarar veren olursa naparsın?" Ares, Mira'nın korlarla dolmuş bakışlarına bakarken en derinlerindeki kırgınlığı da hayalkırıklığını da suçluluğu da görebilmişti. Kendini ifade edebilmek için çabalayışı dikkatini çekti. Onu neyin bu denli üzebildiğini merak ederken konuyu değiştirmek için sorduğu soruyu görmezden gelip "Sana ait olan şeyler neydi?" diye sordu. "Güvenim." diye mırıldandı Mira. "Evim, ailem, sadakatim, inancım," yutkunarak fısıldarcasına "Sevgim." diye noktaladı. "Bana ait olan her şeye ihanet etti ama bana ihanet etmedi. Bu dünyada yüzlerce insan bana ihanet etti ama hiçbiri bana ait olanlara ihanet edememişti. Önce gelişiyle yıktı normallerimi sonra da gidişiyle." Ares dikkatle onun burukluğunu izledi. "Kırgınsın. Ama kızgın değilsin, öfkeli değilsin. Neden sana ait olan tüm güzelliklere ihanet eden birine kızmıyorsun? Neden özlemle bahsediyorsun ondan? Nasıl ihanet etti sana?" "Beni katilime teslim etti," diye sayıkladı Mira. Gözleri Ares'in boynuna inmiş ve tenine sabitlenmişti. "Meğer ben onu yaşatırken o beni öldürüyormuş." Sertçe yutkundu, "Kaçmıştım hep." diye mırıldandı. "Eğer en sevdiklerimden birinin, ailemden birinin bana ihanet ettiği gerçeğiyle yüzleşirsem o an ölürdüm ya da delirirdim. Ama şimdi, onu anımsarken dahi ihaneti bir adım önünde geliyor. Meğer yüzleşmişim, belki de delirmişim. Ya da ölmüşüm, sadece farkında değilim." Gözlerini Ares'in gözlerine çıkartarak "Bana yaşamı hissettiriyorsun." dedi. "Doğduğum andan bu yana insanlara hayat olurdum, can verirdim. İlk kez birisi bunu benim için yapıyor. Tutsak olduğum anlarda dahi bakışlarınla bile yaşamı hissettirebiliyordun. Ölüm kokan dünyamda yaşamı vaddediyorsun." Ares karşısındaki küçük bir kız değil de kendisiyle yaşıt genç bir kadınmış gibi hissederken elini kızıl tellere kaydırdı ve parmaklarını güzel saçlarının arasında gezdirmeye başladı. "Daha önce hiçkimseye hayat olmamıştım, yaşamı hissettirememiştim. Meğer güzel şeymiş, gülmeni sağlamak, konuşmanı sağlamak. Ağlamak yakışmıyor sana, korkmak yakışmıyor." Ağlamak yakışıyordu, öyle güzel ağlıyordu ki canı yanmasa ve gülmek ona daha fazla yakışmıyor olsa ağlamasını isterdi. Mira ilk andan bu yana kendisine destek olan adamı seyrederken Ares, Mira'nın yüzüne yaklaşarak "Sana ihanet ederek Kenan'a mı teslim etti?" diye sordu. "Kim yaptı sana bunu?" Mira'nın bakışları yeniden düşerken "Ne yazık ki benim tek bir katilim yok, savaş tanrısı." dedi. "Ama evet, bahsettiğim katilim O'ydu." Başını hafifçe eğdiğinde Ares saçlarındaki elini çenesine indirerek başını kaldırdı ve gözlerinin en içine bakarken "Sana bunu kim yaptı Mira?" diye sordu. Mira daha fazla konuşmayı istemezken acı çektiğini belli eden sesiyle "Söyledim ya." dedi. "Lütfen, bana bunlarla ilgili sorular sorma. Sen sordukça hatırlarım çünkü, daha çok üzülürüm. Annemden başka hiçkimse üzememişti beni, eğer o üzerse daha da çok üzülürüm." Ares dudaklarını alnının kenarına bastırarak Mira'yı sarmaladığında Mira bu kez öpülmekten korkmadı, kendisini en güvenli limanında gibi hissederken gözlerini uysalca kapatıp başını onun omzuna yasladı. Ares yeniden onun saçlarını okşamaya başladığında Mira çocuksu bir saflıkla "Gerçekten beni asla bırakmayacak mısın?" diye sordu. "Gitsem bile mi?" "Gitsen bile." dedi, Ares. "Peki ya evlenirsem? O zaman da mı bırakmayacaksın beni?" Ares'in dudakları kıvrılırken ağzının içinde cıkladı, "Evlensen bile." dedi. "Çocukların olsa bile, torunların olsa bile. Ben ölene dek hayatımın bir kenarında bana Allah'ın emaneti olarak kalacaksın, hiçkimsenin sana zarar vermesine izin vermeyeceğim. Karşıma çıkmanın bir nedeni vardı, o eve gelmemin bir nedeni vardı kızıl. Bu neden senin kalkanın olacak, sana zarar vermek isteyen herkes benimle karşılaşacak." Mira sessizce onu dinlerken kollarını Ares'in koluna doladı. Ares, Mira'nın kendisine karşılık vermesinden cesaret alarak yaralarına özen gösterip daha sıkı sarıldı, varlığını hissettirirken onun kan kokan saçlarından öperek "Söz." dedi. "Şeref sözü." Mira aylar sonra ilk kez saf sevgiyi hissettiğini farkederken "Söz," diye mırıldandı. "Yıldız sözü." Ares onu anlayamazken "Sen ne için söz veriyorsun kızıl?" diye sordu. "Yıldız sözü ne?" Uysalca "Benim sözüm." dedi, Mira. Ares'in yoğun, güzel kokusunu soludu, şu an ona dokunanın katili olmadığını zihnine kazıdı. "Ben yıldızım, yıldız sözü de benim sözüm." Başını kaldırarak Ares'in gözlerine baktı, "Sen benim kahramanımsın," dedi yeniden. Öyle bir söylüyordu ki bunu Ares kendisini dünyadaki en yüce insan gibi hissetmişti. Parmakları Mira'nın saç diplerinde nazikçe gezindi. "Benim bu dünyada yalnızca bir kahramanım vardı, abim. Artık sen de varsın ve sen tıpkı abim gibi bu dünyada uğruna her şeyi yapabileceğim nadir kişilerdensin. Senin için küçük bir kız çocuğundan ibaret olabilirim ama andım olsun yanımda olsan da olmasan da ben seni bırakmayacağım. Her daim arkanda olacağım, karşında kim olursa olsun seni yıkamayacak." Eli usulca havaya kalktı, Ares'in yanağından kavradı. Parmak uçları teninde gezinirken mavileri adamın yüzünde gezindi. "Sen ve ben, Aladağ, o yangına girdiğinde hiç kopmayacak bir bağla bağlandık. Belki bunu şu an anlayamazsın ancak gelecekte, görünür görünmez bütün prangalarımdan kurtulduğumda ve tam anlamıyla özgür olduğumda bütün bunların karşılığını vereceğim." Ares onun dediklerini anlayamasa da takılmadı, "Özgürsün," dedi. "Şu an tam anlamıyla özgürsün Mira. Neden hala kendini mahkum gibi hissediyorsun?" "Gitmeme izin verir misin?" diye sordu Mira. "Evime gitmesem de senden gitmeme izin verir misin?" Ares keskin tavrıyla "Asla," dedi. "Gidecek başka bir yerin yok, güvende olduğunu bilmeden seni asla bırakmam. İstediğin yere gitmekte özgürsün ancak şunu bilmelisin ki tek başına gitmeyeceksin. Bu evden gideceksen de birlikte gideceğiz. Seni ailene götürene kadar yalnız bırakmam." Mira'ın yüzünü kavrayarak "Hem bana bir borcun yok kızıl." dedi. "Hiçbir şeyin karşılığını vermek zorunda değilsin. Yanında olmak benim tercihim." Mira boncuk boncuk bakan gözleriyle Ares'i seyrederken Ares istemsizce gülümsedi, yüzünü nazikçe okşadı. "Sen iyileş, ağlamak yerine gül bana yeter, anlaştık mı kızıl?" Mira uysalca baş sallasa da aklındakileri ne olursa olsun yapacaktı. Ares o yangına girdiği gün istese dahi vazgeçemeyeceği bir konuma gelmişti ve Mira sırf bu yüzden ona tüm dünyayı sunabilirdi. Minneti, uğruna can verebileceği kadar fazlaydı. Mira onun için gülümsediğinde Ares de gülümsedi, kısılan gözlerini seyretti. Mira oldukça uzun zaman sonra içtenlikle gülümsediğinde yüreğinin prangalarından birisi açılmış gibi hissetmişti. Uzandı, kollarını Ares'in boynuna dolayarak ona sıkıca sarıldı. Ares bir koluyla kızı sarmalarken diğer eli uzun saçlarında dolandı, nazikçe okşadı. "Ne zaman sarılmak istersen buradayım kızıl. Hiç korkma, ben yanındayım." Mira ona daha sıkı sarılarak "Teşekkür ederim," diye fısıldadı. Ömrünün dördüncü demine giriş yapmıştı ve Ares Aladağ geri kalan hayatında hep varolacaktı. Mira bunun bilinciyle Ares'in kolları arasında kalmaya devam ederken iliklerine işleyen güven duygusuyla halsiz bedeni az evvel veda ettiği uykuya sürüklendi, Ares kolları arasına yığılan kadını hiç bırakmadan daha sıkı sarmalayarak oturmaya devam etti. Yolları kesişmişti ve ikisi de hayatın onlara sunacaklarından habersizdi. Kötülüğe gebe bir dünya hiçbir zaman güzellikler sunmazdı.
|
0% |