@zeytekin
|
MERHABALARRR HOŞ GELDİNİZ SEFALAR GETİRDİNİZ. KEYİFLİ OKUMALAR DİLERİM. SAVAŞ TANRISININ KALBİ
5. BÖLÜM
Zaman hayatı boyunca takip ettiği, kolladığı bir kavram olmuştu. Okul sıralarında dersin başlaması ya da bitmesini, tenefüslerini takip etmesini sağlarken iş hayatında farklı formlara dönüşmüştü. Lise yıllarında ona verilen zaman esnekti, dilediği gibi zamanla oynayabilirdi. İş başlangıcının ya da bitişinin bir önemi yoktu. Saatlerce erken bazen ise saatlerce geç gidebilir, kafasına estikçe işten erken ya da geç çıkabilirdi. Kendisi dakikliğe önem verse de ona sunulan sözde şahane hayatın getirilerinden biriydi bu da. Kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştığı anlarda dahi Aladağ soyadı onun değneği oluyor ve zoraki ayakta tutuyordu. Üniversiteye geçtiğinde zaman algıları karışmıştı. Bir kafede, restoranda, müzede, tiyatroda ya da kitapçıda çalıştığı anların bir hiç olduğuyla yüzleştiren şirket hayatına girmişti. Ailesinin elleriyle kurup onun ellerine bıraktığı koca bir şirketle ilgilenmeliydi. Bir yandan mühendis olmak için isteksizce çabalarken diğer yandan Aladağ soyadının ona sunduğu şirketi idare etmeye çalışıyordu. İç içe giren dersler ve toplantılar hayatını karmakarışık ediyordu. Ancak hayatının hiçbir evresinde dakika başı saate bakıp zaman kollayan biri olmamıştı. Aladağ Şirketler Grubunun Merkez Şubesinde, Barcelona'daki şubenin işlerini online yürütebilmek için çabalıyordu. Babası İspanya'daydı ve uzun zamandır uğrayamadığı şirketin işleriyle ilgilenirken Ares mailleri kontrol ediyor, raporları inceliyordu. Bilgisayar ekranının yansımalarıyla dolan gözlerini cam masa üzerindeki telefonuna indirdi ve ekranı açarak saate baktı. Mira'ya düştü aklı. Onu en son 13.24'te aramıştı ve şu an saat 13.27'ydi. Bir maili okumak 3 dakika sürmüştü, Mira'nın sesini duymayalı üç ay geçmişti. Zaman gerçekten korkunç yanılgılar bırakıyordu. İkaz dolu kısık sesiyle "Şimdi değil," dedi, kendi kendine. "Üç dakika oldu, şimdi değil." Sesini duyduğu son an Mira kitap okuyordu. Ona kitap okuması için fırsat tanımalıydı. Yer yer Türkçeyi anlamakta zorlanan, bazı kelimeleri aksanlı konuşan ve özellikle çok yavaş kitap okuyup okuduklarını idrak edebilmek için çabalayan Mira 3 dakikada bir sayfayı bile okuyamazdı. Henüz sayfanın sonuna gelmemişken onu yeniden arayamazdı. Kendi telefonunu almak isterken şirket telefonuna uzandı ve asistanına çağrı gönderdi. "Kahven bitene kadar Mira'yı aramayacaksın." diye kendisini koşullandırırken kapı tıktıklandı ve odaya asistanı girdi. "Ares Bey, bir şey mi istemiştiniz?" Ares telefon ekranındaki dakikaya bakarken az evvelden beri ilerlemeyişi sinirini bozdu, asistanına göz ucuyla dahi bakmazken "Bir şey istemesem sizi çağırmazdım, Aylin Hanım." dedi. "Bir kahve." Ekran süresi dolarak karardığında gözlerini çevirerek karşısındaki kadına baktı. Üzerinde şirket çalışanlarının üniforması haline gelen siyah gömleği ve altında da siyah mini kalem eteği vardı. Versiyonlarını değiştirseler de ana görünümü bozmaları yasaktı. Bir esmer güzeliydi Aylin Hanım, kendisinden bir iki yaş büyüktü. Siyah saçlarının sağlıklı parlaklığı çekti dikkatini, ne kullandığını merak etti. Mira'nın saçları çok cansızdı, sağlıksızdı. Ölü saçlarını canlandırmanın bir yolu olmalıydı. "Ama sen yapma kahvemi, başka biri yapsın." Aylin, Ares'in kendisine olan donuk bakışlarıyla gerilirken "Afedersiniz Ares Bey." dedi, çekingen sesiyle. "Türk kahvesi mi istiyorsunuz?" "Bu zamana kadar başka kahve istedim mi?" diye sordu Ares. "İlgini Görkem Bey'den çekersen hatırlayabileceğine eminim." Aylin rahatsızca kıpırdandı, "Hemen getiriyorum efendim." diyerek arkasına dönüp odadan çıkacakken Ares, "Şekersiz!" diye uyardı, durdu. "Yanına lokum koysunlar." Aylin onu onaylayarak kaçarcasına çıkarken Ares kapı kapanır kapanmaz saate baktı. 13. 28'di. Zaman gerçekten durma noktasına geliyordu. Ares yeni bir mail açarken aklına gelen görüntüyle gözlerini kapattı, sabırla nefeslendi. Daha birkaç hafta önce, İstanbul'a geldiği ilk gün babasını ziyaret etmek için şirkete uğradığında onu az önceki esmer güzeli olan Aylin'le görmüştü. Babasının annesini aldatması yeni bir şey değildi, ilk kez şahit olmuyordu ancak şikette alenen bunu yapması sindirmekte zorlandığı bir şeydi. Bir açıklamayı da haketmemişti, babası kadını gönderip şahit oldukları yaşanmamış gibi davranmayı seçmişti. Unutmayı istediği şeyler her hatasına rağmen kocasını affeden Helen Aladağ'ı ziyaret etmemesi için temel sebepti. Utancından annesinin yanına gidemiyordu. Anlatmasa vicdanına yük olmaya devam edecek, anlatsa annesi yine ağlayıp mahvolacak, babasıyla kavga edecek ve sonra sineye çekip affedecekti. Dayak yediğiyle kalacaktı ve Ares kaç yaşına gelmiş olursa olsun babasına engel olamıyordu. Annesi izin verdikçe ona kalkan bir eli durdurmak mümkün değildi. Sabah engel olsa gece kapılar kapandığında kendi yatağında iniyordu o el, durdurmak değil kırmak şarttı. Kırmıştı da, kasten olmasa da ters bir hareket sonucu annesine kalkan eli kırmıştı ancak annesi o eli kendisi iyileştirmişti. Artık o evde sözünün ne hükmü var bilemiyordu. Saate baktı Ares, 13.29'du. Sıkıntıyla nefeslenirken göz gezdirse de zerre anlamadığı maili tekrar okudu. Kahvesi geldi, Aylin arkasına bakmadan kaçıp gitmek istese de Ares kahvesinden bir yudum aldığı an "Özür dilerim, Ares Bey." dedi. "Yaptığım şeyin yanlış olduğunu ve beni nasıl bir duruma düşürdüğünün farkındayım." Ağzının tadı bozulan Ares "Kahve bayat." dedi. Gözlerini ekrandan ayırmıyordu. "Ve telvesi çok, kaç kaşık kahve attınız şuna? Git yenisini yaptırt. Söyle, taze kahve çektirtsinler." Süslü bir tabakta gelen lokumlardan aldı, yeniden maile döndü. "Ve hatalar için özür dilenir, farkında olduğun yanlışları yapmak senin hatan değil, tercihindir. Tercihlerin için özür dilememelisin." Lokumu ağzına attı. Aylin yutkundu, gerginlikten kuruyan rujlu dudaklarını ıslatarak "Anlaşıldı Ares Bey. Hemen kahvenizi getiriyorum." diyerek tepsiyi alıp hızlıca odadan çıktı. Ares'in kovaladığı dakikalar ilerlerken kendi koşullandırmasına uyarak on dakika dolsa bile kahvesi gelene kadar bekledi, kapı tıktıklandığı an Mira'yı arama vaktinin gelmesiyle anında "Gel!" diye seslendi ve saate baktı. 13.56'ydı. Mira'nın sesini duymayalı seneler geçmiş gibiydi. İçeriye başka bir asistan girdi, kahve servisi yaparken Ares düz bir ifadeyle "Teşekkür ederim." dedi. Kadın suyu ve yeni lokumları servis ederken Ares kahvesini aldı, tekte kafasına dikti. Boğazı alev alev yanarken ağzına dolan telveyi de umursamadı. Çalışan kız hayretle onu izlerken suyu elinden alıp tek yudumda içti. "Telvesi kıvamında, istediğim gibi olmuş. Tekrar yapın." Koşullandırması sona erdiğinden elini telefona attı, parmaklarını oynatarak "Çıkabilirsin." dedi. "Beş dakika sonra getir." Çalışan çıkar çıkmaz rehberinin ilk sırasına sabitlediği kızılı aradı, telefonu kulağına yasladı. Mira ilk çalışta telefonu açarken ince sesiyle "Ares?" dediğinde onun sesini duymuş olmanın verdiği rahatlıkla nefeslendi, stresten salladığı bacağını durdurdu. Başını koltuğun baş kısmına yaslayarak "Nasılsın?" diye sordu. "Ne yapıyorsun?" Mira elindeki kitabı bırakarak yatak başlığına yaslandı, uysal diliyle "İyiyim." dedi. "Hala kitap okuyorum. Son dört aramanda olduğu gibi." Ares istemsizce gülümsedi, "Saat iki oldu, hala öğle yemeğini yemedin değil mi?" diye sordu. "Kitabına biraz ara vermeye ne dersin, Selma Hanım senin için yemek getirsin." Mira yanaklarını şişirdi, oflayarak nefesini verdi. "Midem bulanıyor!" diye yakındı. "İstemiyorum yemek." Ares'in gülümsemesi soldu, yutkundu. "Meyve?" diye sordu. "Belki meyve yemek iyi gelebilir." Mira zihnini yokladı, "Biraz üzüm yiyebilirim." dedi. "Ama çekirdeksiz, yeşil üzüm. Ekşi de olmasın, tatlı olsun. Yumuşak yumuşak olursa da yiyemem." Ares yeniden gülümserken "Anladım." dedi. "Birazdan üzümlerini getirecekler." Mira "Olur, teşekkür ederim." dediğinde Ares birkaç saniye sessiz kaldı, Mira onun sessizliğinden hoşlanmazken "Sen ne yapıyorsun?" diye sordu. "Şirkette misin hala?" "Evet." dedi Ares. "Birazdan yemeğe çıkarım. Sonra biraz daha çalışır eve gelirim. Gelirken bir şey istiyor musun?" "Hayır." dedi Mira. "Kolay gelsin sana." "Teşekkür ederim." Birkaç saniye sessizlik oluştu, Ares yeniden gülümsedi. "Görüşürüz o zaman, kapatıyorum." Mira "Görüşürüz." der demez telefon kapandı, Ares ekrana bakarak güldü. Kesinlikle telefonu başkasının kapatmasına tahammülü yoktu, her seferinde önce kendisi kapatıyordu. Yeni kahvesi geldiğinde bir yudum aldı, kendisini bekleyen asistanına "Kerim'i çağırır mısın?" diye sordu. Mira'yla konuşmak onun gerginliğini aldığından ve Aylin'le muhattap olmadığından yeniden uysallaşmıştı. Asistanı odadan çıktı, ancak odaya Kerim değil Oğuz girdi. Oğuz onun en iyi adamlarından biriydi, disiplini hiçbir korumasına benzemiyordu. Hatta Kerim'den bile iyiydi ama Kerim'le aralarında eski dostluk bağı olmasa kesinlikle onu güvenlik şefi yapardı. Oğuz, "Kerim restoranla ilgileniyor abi." dedi. "Emrin nedir?" Ares ona bakarken kahvesinden bir yudum daha aldı, "Üzüm." dedi. "Yeşil, çekirdeksiz, içi sert olan ve kesinlikle kabukları kalın olmayan üzüm bul ve Mira Hanım'a götür." Oğuz başını sallayarak "Emrin olur abi." dedi. Ares baş işareti verdiğinde odadan çıktı. Ares kahvesini içerek işleriyle ilgilenmeye devam ederken sık sık saati kolluyordu. Mira'yı fazla bunaltmak istemiyordu ama aklı çiftlikteydi. Kapı tıktıklandı, onay vermesine gerek kalmadan Kerim girdi. "İstediğin restoran hazır abi." dedi. "Mutfağıyla ilgilendim, bir sıkıntı yok. Gönül rahatlığıyla gidebilirsin. Masan da hazırlandı." Ares bilgisayarını kapatıp yerinden kalkarak ceketini aldı ve üzerine geçirdi. Telefonunu alıp Kerim'e doğdu yürümeye başladı. Yanından geçerken adımları duraksamadan "Sağ ol Kerim." diyerek iki kez omzuna vurdu ve odadan çıktı. Ares fazlasıyla takıntıları olan bir adamdı ve ne yazık ki bu takıntılar lise yıllarında çalıştığı restoran ve kafelerde başlamıştı. Korkunç şeylerle karşılaştığı için bir dönem yemek dahi yiyemeyip beş kilo vermiş, zar zor kendisini toparlamıştı. Gideceği her mekan önceden kontrol edilir, onun için hazırlanacak masa denetimden geçerek özenle kurulur ve mutfakta her şey ayrılıp ona özel yemek pişerdi. Ne yiyeceği de önceden belli olur, gider gitmez yemeği servis edilirdi. Zaman kaybına tahammülü yoktu, bir restoranda yarım saat yemek beklemek ona göre korkunç bir zaman kaybıydı. Şirketten ayrıldığında korumalarından birisi arabasını getirdi. Araba önünde durduğunda koruması sürücü koltuğundan inip kapıyı açık tuttu. Kendisi için açılan kapıdan geçerek sürücü koltuğuna yerleşti. Koruma konvoyu da peşine takıldığında gözüne kestirdiği restorana geçiş yapmıştı. Arabasını yine korumasına verdi, Kerim'le birlikte restorana girdi. Restoranın müdürü onu karşılayarak hazırlanan masaya yönlendirdiğinde Ares yanında konuşan adamı dinleyemiyordu. Bileğindeki saate baktı, Mira'yı aramalıydı. Müdür, Ares'in kendisiyle ilgilenmediğini farkederek sessizleşti ve onu masasına yerleştirip yemek servisiyle ilgilenmeye başladı. Ares göz ucuyla çatal kaşıklara, bardaklara bakındı. Hiçbirinde leke olmamasına rağmen yakasındaki siyah mendili alarak açtı, servisi kendi mendiliyle ağır ağır sildi. Yemeği servis edildiğinde kadehi dolduruldu, telefonunu alarak Mira'yı araladı. Mira yine hiç bekletmeden telefonu açarak "Efendim?" dediğinde Ares gülümsemişti. "Mira, nasılsın?" Kadehine uzandı, usulca kavrayarak bir yudum içti. "İyiyim." dedi, Mira. Ares kadehini bırakırken "Ama üzüm istiyorum, hala gelmedi." diye yakındı. "Canım çekti." Ares saatine bakarak Oğuz'u gönderdiği zamanı kontrol etti, "Evde üzüm yoktu güzelim." dedi. "Korumalardan biri alıp getirecek. Çiftlik şehir dışında olduğundan biraz uzun sürebilir. Çok mu canın çekti?" Mira başını iki yana salladı ancak Ares'in görmeyeceğini farkederek "Biraz." diye çevirdi. "Sen napıyorsun? Yemek yedin mi?" Ares önündeki yemeğe bakarak "Şimdi geldim, yemek yemeden önce seninle konuşmak istedim." dedi. "Hala kitap mı okuyorsun?" "Hayır." dedi, Mira. "Sıkıldım. Anlamadığım kelimeler vardı. Dizi izliyorum." Ares onun izleyebileceği tek diziyi anımsarken kaşları çatıldı, sakince "Hangi diziyi izliyorsun?" diye sordu. Mira birkaç saniye sessiz kalarak "Komedi gibi bir dizi." dedi. "Yirmi dakika bölümleri, çok kısa. Daha ilk bölümdeyim pek anlayamadım ne olduğunu. İsmini de unuttum, şimdi ekrandan çıkamam." Ares onun sitcom izlediğini anlayarak rahatladı, "Tamam güzelim." dedi. "Sen dizini izle, en fazla bir saate üzümlerin gelir. Başka bir şey istiyor musun?" "Hayır." dedi Mira, hemen ardından "Sen ne yiyorsun?" diye sordu. Ares onun acıktığını anlayarak gülümserken tabağına bakındı, "Et." dedi. Mira yüzünü buruşturarak "Ben et sevmem." dedi. "Afiyet olsun sana." Ares gülerek "Teşekkür ederim." dedi. "Geldiğimde diziyi anlatırsın, beğenirsen birlikte izleriz. Olur mu? Çok yorma gözlerini, ara vererek izle." "Tamam." dedi, Mira. Onunla vedalaştı, telefonu yine Mira kapattı. Ares, Mira'nın sesini duymanın verdiği rahatlıkla yemeğini yerken sosyal medya hesaplarını kontrol etti, arkadaşlarından gelen mesajlara bakındı. O esnada telefonu çalmaya başladı, gelen aramayı yanıtlayarak telefonu kulağına yasladı. "Efendim abi?" Gurur, Ares grupta aktif olur olmaz onu kaçırmamak için aramıştı. "Naber koçum?" diye sordu. "Ses seda yok, Görkem Amca buraya gelmiş. Orada kalıcısın galiba?" Ares etinden yiyerek "Biraz." dedi. "Bir süre daha buralardayım abi. İşlerim var. Aksilik var mı?" "Yok yok." dedi, Gurur. "Her şey yolunda, bir sen eksiksin. Seni merak ettik. Okulu iyice asıyorsun bak. Gizem kızmaya başladı" Ares düz bir sesle "Dondurdum okulu." dedi. "Bu dönem pas veriyorum. Belki bahar dönemine gelirim." Gurur afallarken "Ney ney?" diye sordu. "Oğlum sen manyak mısın? Okulu niye dondurdun? Görkem Amca işe uğradığı da yok dedi. Ne işler çeviriyorsun orada?" Ares bu konuşmadan hoşlanmazken "Var işte bir işim." dedi. "Abi pek müsait değilim, sonra haberleşiriz." Gurur "Var sende bir işler." dedi. "Yakında çıkar kokusu. Kendine dikkat et, başına bela alma. Hadi eyvallah." "Eyvallah abi." Ares telefonu kapatıp yemeğine dönerken bir anda karşısındaki sandalye çekildi ve en yakın dostlarından biri karşısına oturdu. Ares bariz bir şekilde afallayarak ona bakarken Pars gülümsedi. "Naber la İzmir bombası?" Ares çatalını usulca indirirken güldü, "Hoşgeldin kardeşim." dedi. Elini kaldırdığında masaya menü getirildi, Pars menüye göz ucuyla dahi bakmadan "Yemek yemeye gelmedim kardeşim." dedi. "Baktım bir işler çeviriyorsun, beraber çevirelim dedim. Hayırdır? Kenan'ın peşindesin değil mi? Bir şey bulmuşsun, bulamasan geri dönerdin." Ares içkisinden yudumlayarak göz ucuyla etrafa bakındı, Pars'a dönerek ifadesiz diliyle "Kenan'ın peşinde değilim." dedi. "Sadece kafa dinlemek için ara verdim." Pars alayla gülerek "Siktir oradan, Gurur değilim ben. Öyle kolay kandıramazsın." dedi. "Sen kim kafa dinlemek kim, bari yalan söylüyorsun mantıklı yalan söyle. Dökül şimdi, ne boklar yiyorsun?" Ares birkaç saniye boyunca dostuna baktı. Pars Tekin, Meclis üyelerinden Ata Tekin'in tek çocuğuydu. Çocuklukları birlikte geçmiş, ilkokul ortaokul ve lise sıralarında birlikte oturmuşlardı. Lisenin yarısında ev arkadaşı olmuşlardı ve o zamandan beri aynı evde yaşıyorlardı. Pars Tekin onun için değerli bir isimdi, ailesinden biriydi. Kendi köklerinden kaçmaya çalışırken onların bahçesinde kök salmıştı. Belki en yakın olduğu kişi Gizem'di ama Pars onun içini Gizem'den de iyi bilirdi. En azından bir gece oturup içindeki her şeyi döktüğünden beri durum bundan ibaretti. Bu yüzden Ares'in sebepsizce burada olduğuna inanmaması normaldi. Ares yemeğini bırakarak sigara paketini çıkarttı ve Pars'a uzattı. Pars bir dal aldığında Ares de bir sigara alarak paketi kapattı. Zipposuyla önce Pars'ın sonra kendi sigarasını yaktı. Sigarasından derin bir nefes çektiğinde Pars "Hani bırakıyordun?" diye sordu. "Yedi aydır içmiyordun. Ne oldu da tekrar başladın?" "Duru defteri kapandı," dedi Ares, düz bir dille. "En azından bir süre için." Pars afalladı, "Ne demek Duru defteri kapandı?" diye sordu. "Ne oldu lan, doğru düzgün anlat." Ares sıkıntıyla nefeslendi, "Kenan'ın evine girdim." dedi. "Ama son gittiğim gibi değildi. Ev boştu, çalışma odasını bulamadım. Yani kasayı ve ihtiyacımız olan belgeleri de bulamadım." Pars kaşlarını çatarak "Nasıl lan?" diye sordu. "Biz bu herifin bütün evlerini patlattık, bütün kasalarına sızdık. Son ev orasıydı, nasıl yok? Sen gittin o eve, orada yaşıyor dedin. Şimdi noldu?" Ares "Son gidişimin üzerinden on ayı geçti." dedi. "Daha önce dikkatimi çekmeyen başka şeyler varmış." O sırada telefonuna bir arama geldi, Ares anında ekrana bakarken telefonu eline aldı. Mira onu bugün ilk kez arıyordu. Kaç dakikadır aramadığını sorgulayamadan "Bir saniye, önemli." diyerek telefonu açtı ve "Efendim?" dedi. Pars dikkatle ona bakarken yüzünün aldığı endişeli şekli ve sesinin yumuşaklığı dikkatini çekmişti. Mira uysalca "Bir şey soracaktım." dediğinde Ares bir sorun olmadığinı anlayarak rahatladı, "Sorabilirsin." dedi. "Zeytin seviyor musun?" Ares aldığı soru karşısında kaşlarını çatarak "Bazen." dedi. "Zeytine göre değişir. Neden sordun?" Mira aldığı cevaptan memnun olmazken "Hiç," diye mırıldandı. "Bir şey deniyordum. Eski kız arkadaşın zeytin seviyor muydu?" Ares'in kaşları çatılırken Duru'yu anımsadı, zeytin sevip sevmediğini sorgulasa da bir sonuca ulaşamayıp "Hatırlamıyorum." dedi. "Neden soruyorsun?" Mira nefeslenerek "Ben dizi izliyordum ya," dedi. "Orada bir zeytin teorisi vardı. Çiftlerden biri zeytin sevmezse diğeri seviyormuş. Korumalara gidip hepsini sorguladım, teori tutuyor. Sende de denemek istedim. İnsan eski sevgilisinin zeytin sevip sevmediğini unutur mu? Nasıl emin olacağım şimdi?" Ares onun izlediği diziyi anlarken yaptıklarına karşın güldü, Pars daha da şaşırdı. "Gerçekten önemli bir soruymuş." dedi, Ares. "Sen zeytin sever misin?" Mira duraksadı, "Ben de bazen severim." dedi. "Ama bazen sevmem. Siyah zeytinden nefret ederim." "Ben de sadece siyah zeytini severim." dedi, Ares. "Üzümlerin geldi mi?" Mira hoşnutsuzca "Hayır." dedi. "Ama canım artık üzüm çekmiyor. Mutfaktayım şimdi, turşu zeytin yiyorum. Ne zaman geleceksin? Ben bu diziyi çok sevdim birlikte izlemeliyiz." Ares içtenlikle gülümserken gözleri Pars'a kaydı, kendisini toparladı. "Yemeğim bitmek üzere." dedi. "Birazdan geliyorum." Mira mutlu olurken rahat bir nefes verdi, "Sevindim." dedi. "Biraz köpeklerimle oynayacağım. Görüşürüz." Ares "Görüşürüz." dediği an Mira telefonu kapattı, Pars imayla "Vay vay vay." diye sayıkladı. "Duru defteri neden kapandı belli oldu. Yeni bir kız mı? Kim? Sarışın mı esmer mi kumral mı?" Ares kaşlarını derince çattı, "Hiçbiri." diyerek kendi kendine yanan sigarayı küllüğe bastırdı. "Eve gitmem lazım, dizi izleyeceğim." Pars kalakalırken "Ney?" diye sordu. "Sen ve dizi izlemek? Sınav haftası da gelmedi, götüne yumurta dayanmadan dizi izleyemezsin ki sen." Ares sabırla nefeslenerek ayaklandı, "Kalk hadi, yürü." dedi. "Evde konuşuruz. Üzüm alıp eve gitmem lazım. Bi üzüm almayı becerememişler." "Üzüm mü?" diye sordu Pars, daha da hayretle doluydu. "Oğlum senin kafan yerinde mi? Biz yokken meydan dayağı mı attılar sana? Beynin hasar mı aldı?" Ayağa kalktığında Ares omzuna vurarak "Yürü, yürü." dedi. "Vaktim yok. Evde konuşuruz. Önce üzüm almamız lazım." Pars "Ne üzümü lan?" diye sorsa da umursamadı, birlikte mekandan ayrılıp Ares'in arabasına bindiler. Kerim hesabı ödeyerek Pars'ın arabasını aldı, yola çıktılar. Ares bir market ararken Oğuz'u aradı. Oğuz "Buyur abi." diyerek aramayı cevapladığında Ares "Üzüm bulamadın mı?" diye sordu. Oğuz "Hayır abi." dedi. "Yedinci marketteyim. Üzüm buldum ama bir markette siyahtı diğerindekiler resmen bozulmak üzereydi, birinde çekirdekliydi. Diğerlerinde de üzüm yoktu. Burada da yok çıkıyorum şimdi." Pars kaşlarını çatarken Ares sabırla nefeslendi, "Çiftliğe gidiyorum, yoldan üzüm alırım." dedi. "Sen de bulursan al." "Kaç kilo alayım abi? Ne kadar lazım olur?" "Kasayla al." dedi, Ares. "Canı çekmiş, istedikçe yer. Evde bulunsun." "Tamamdır abi." dediğinde aramayı kapattı, Pars hayretle "Şu an bir üzüm krizinde miyiz?" diye sordu. "Kimin canı çekmiş? Sen telefonda kiminle konuştun? Biz niye üzüm arıyoruz?" Ares göz ucuyla ona baktı, kapı kilitlerini açtı. "Atla, yorma beni." Pars elleriyle emniyet kemerine tutunarak dehşet içerisinde "Kapat lan kapıları." dedi. "Kilitle. Çocuk kilidini aç hatta." Ares başını iki yana sallayarak kapıları yeniden kilitledi. "Sabahtan beri beynim sikildi," dedi, aksi bir tavırla. "Bi'eve gidip dinleneyim, konuşuruz. Akşam yemeğine kalırsın." Pars hızlıca "Tamam, sustum." dedi. Ares yol üzerinde gördüğü her markette durup üzüm aradı. Ya üzüm yoktu ya da buldukları Oğuz'un buldukları gibi kriterlere uymuyordu. On dokuzuncu markette istediği üzümü buldu, Kerim ona çakı verdiğinde birkaç üzüm tanesini keserek çekirdekli olup olmadığından emin oldu. Üzümü yıkayıp yedi. Kabukları kalın ve acı değildi, etliydi, yumuşak ve çekirdekli de değildi. Ares istediğini bularak rahatlarken marketteki bütün üzümleri aldı, Mira için başka meyveler de aldı. Pars kabuta yaslanarak sigara içerken marketten çıkartılıp bagajlara yerleştirilen kasalara ve poşetlere bakındı, Ares marketten çıktığında "Aradığını bulduk sanırım." dedi. "Gidelim artık, market gezmekten iflahım sikildi." Ares de bir sigara yakarak "Mira'nın canı üzüm istedi." dedi. "Gıda konusunda seçici, mecburduk." Pars kaşlarını çatarak "Mira mı?" diye sordu. "O kim? Senin kız mı? Esmer de kumral da sarışın da değilse pembe saçlı mı oğlum kız?" "Misafirim." dedi, Ares. "Ve hayır, pembe saçlı da değil. Gittiğimizde tanışırsınız." Pars onu anlamakta zorlanırken sigarasından içti, "Herhalde mor saçlı," dedi. "Ya da mavi. Oğlum fıstık gibi sarışın kızlar varken renk paletleriyle ne işin var?" Ares kaputa yaslanarak sigarasından içerken Oğuz geldi, arabasını park edip inerek kapıyı kapattı, Ares'in yanına geldi. "Üzüm buldum abi." dedi. "Mira Hanım'ın istediği gibi, dört kasa aldım." Ares kaşlarını çatarak "Getir bakayım." dedi. Oğuz yemen bagajı açarak bir salkım kopartıp geldi, Ares arabadan su getirtip üzümleri yıkadı ve ağzına attı. Yediği üzümle duraksarken "Bu daha iyiymiş." dedi. "Nereden buldun?" "Ataşehir'den abi." dedi, Oğuz. "Bizim tanıdık bi manav vardı, ona sordurdum. Bulup getirtti." Pars da üzümlerden alarak yedi, "Harbi iyiymiş." dedi. Ares başını sallayarak "Mira Hanım bunu sever." dedi. "Sağ ol Oğuz. O manavla iletişimi kopartma, ihtiyacımız olacak gibi." Oğuz başını hafifçe sallayarak "Emrin olur abi." dediğinde Ares, Kerim'e baktı, "Aldığımız üzümleri adamlara gönder." dedi. "Akşam yersiniz." "Tamamdır abi." dedi Kerim. Ares sigarasını bitirdiğinde herkes arabalara yerleşti, çiftliğe doğru giderken geride kalan her kilometrede gün boyu içinde yaşayan yüklerini bıraktığını hissediyordu.
...
Cennet bahçemin verdiği huzur, senelerdir aradığım ve bir daha asla sahip olamayacağımı düşündüğüm huzurdu. On yıl evvel kaybettiğim annemin verebileceği huzuru bir adamda bulabilmek garipti ancak bu, beni yalnızca gülümsetebilecek bir gariplikti. Güvende hissettiğim evde her gece uykuya dalıyor, kabuslarımın ardından yanıbaşımdaki adama sığınarak krizlerimi engellemesine izin veriyordum. Korkuyordum sarılıyordu, ağlıyordum göz yaşlarımı siliyordu. Her sabah ve her akşam birlikte yemek yiyorduk. Akşam ne kadar geç gelirse gelsin ormandaki alanda film izliyorduk. Bazen yanımdan ayrılsa da kapımın önünden adamları eksik olmuyordu. On dakikada bir arayarak nasıl olduğumu soracak kadar pimpirikliydi. Sanki o on dakikada dünya savaşı başlayacaktı ve eve bomba düşecekti ya da mafyalar beni kaçıracaktı. Aslında, aklına gelebilecek bütün ihtimaller gerçekleşebilirdi ama bunu ona söylemiyordum. Yoksa ya beş dakikada bir arar ya da iş yerine beni de götürerek gözünün önünden ayırmazdı. Ki ikisi de istemediğim şeylerdi. Sürekli sesini duymak korkularımı ve yalnızlığımı azaltsa da tereddütün fazlası benim de korkularımı arttırırdı. Eskisi kadar yanımda değildi, varlığını arasam da yokluğuna alışmaya başlıyordum. Bahçeleri severdim, her sabah kahvaltımızı bahçeye kurdurduğu camlı çardakta yapmaya başlamıştık. Hava güzelse camları açıyor, serinse kapatıp elektrikli şömineyi açıyordu. Önümdeki puzzle günler evvel bitmişti, hala çerçevelenmemişti. Ortasındaki mavi bir parça eksikti, Ares'in onu nereye koyduğunu bilmiyordum. Tüm savaşım hazırdı ancak ben bulunduğum bu sıcak yuvadan çıkmak istemiyordum. Evet, bir yuvaydı burası. Anne olmasa da baba olmasa da bir yuva gibi hissettirebiliyordu. Bunu yapan Ares miydi bilmiyordum ancak hayatımda ilk kez bir yer bana cehennem olmuyordu. Kendimi bir yere ait hissedebiliyordum, hem de asla ait olamayacağım bir yere. Bu, tamamen Ares'in sihriydi ve Ares kesinlikle özel güçleri olan bir süper kahramandı. Açtığım müzikle kendi kendime dans ederken artık eve girmiş olan köpeklerimle oynuyor, onları seviyordum. Ares, koltuk kadar boyu olan vahşi köpeklerimi eve almak konusunda kararsızdı ancak beni kıramamıştı. Her gece ormanda bizimle film izlediklerinden varlıklarına alışmıştı, artık onları yadırgamıyordu. Kendi etrafımda dönerek geceliğimin eteklerini uçuştururken dans ediyor, şarkıya eşlik ediyor, etrafımda dönüp şarkıya eşlike dercesine havlayan köpeklerimle salonda koşuşturuyordum. Birden müzik sesi kesildiğinde irkilerek arkama döndüm, köpeklerim de neşeli havlamalarını kestiğinde elinde telefonumla bana bakan adama baktım. Ares usulca gülümseyerek bana bakarken yanında bir adam belirdi. Pars Tekin, Ares'in ev arkadaşlarından biriydi. Zaten üç kişilerdi, diğeri de Gurur Karamandı. Yanındaki adamın neden burada olduğunu anlayamadığımdan anlamsızca bakarken yeniden Ares'e bakarak "Sanırım işlerin var." dedim. Her ne kadar bildiğim biri olsa da evde yabancı birisini görmek istemsizce gerilmeme sebep oldu. "Ben odama çıkayım." "Hayır." dedi. "Sadece geldiğimi söylemek istedim, çalışma odamda olacağız. Burada kalabilirsin, dans etmeye devam et lütfen." Adam elini kaldırarak gülümserken "Pars ben." dedi. "Ares'in arkadaşıyım." Gözleri etraftaki köpeklerimde gezindi, kendisini saniyeler içerisinde parçalayarak yiyebilecek bebeklerime bakarak biraz gerildi. Ares "Kardeşim sayılır." diyerek beni rahatlatmak için gülümsediğinde ben de Pars'a bakmıştım. "Memnun oldum," Ona doğru ilerleyerek eldivenli elimi uzattım. "Mira ben." Ares'in neyiydim? Bulunduğumuz durumda benim sıfatım ne olabilirdi? Bir yanıt bulamazken en basitinden "Ares'in arkadaşıyım." dedim. Pars muhtemelen Ares'in giydirdiği eldivenli eliyle elimi kavradı, Ares'e kısa bir bakış atarak "Demek arkadaşın," dedi ve eğilerek elimin üzerinden öptü. "Memnun oldum Mira." İçimden gelmese de çaktırmadan zoraki gülümseyerek elimi çektim. "Sizi meşgul etmeyeyim, çocuklarımla ilgilenmem gerekiyor." Arkama dönerek köpeklerime ilerledim. Ares'in sessizce "Çek o gözünü!" diye kızdığını duymuştum. "Mira sınır ötesinde, duydun mu?" Gözlerimi devirerek koltuğa oturdum ve bir oğlumu sevmeye başladım. O esnada Pars "Nasıl arkadaş lan bu?" diye sordu. "Madem böyle marifetlerin var niye söylemiyorsun oğlum? Kız kızıl demek çok mu zordu? En son yeşil saçlı herhalde diyordum. Aşık oldum galiba." Bir vurma sesi geldiğinde başımı kaldırarak onlara baktım. Ares, Pars'ın ensesine fazla sert olmayacak şekilde vurmuş ve ben bakar bakmaz kavramıştı. Şiddet sayılamayacak o hareket bile istemsizce gerilmeme sebep oldu, Ares'i böyle görmekten nefret ettim ve o anı hafızamdan silmek istedim. "Sen odama çık kardeşim." dedi, baskın çıkan sesiyle. "Geliyorum." Pars bana sırıtarak baş selamı verdi, "Birazdan gelirim Mira, iyice tanışırız." diyerek geriledi ve gitti. Kaşlarım çatılırken Ares'e hitaben kısık sesimle "N'olur gelmeyin." dedim. "Bana aşık olan erkekler kotamı doldurdum bir de senin arkadaşınla uğraşamam." Ares sessiz konuşmalarına rağmen onları duyduğumu anlayarak bana doğru geldi. Köpeklere alıştığı için yanlarından rahatlıkla geçmiş ve yanıma oturmuştu. "Bakma sen ona," diyerek kızlarımdan birini sevmeye başladı. "İşi gücü eğlence, merak etme sana yaklaşmasına izin vermem. Aşık oldum demesini de umursama, dalgasına diyor." Başımı ona çevirerek "Keşke gelirken söyleseydin." dedim. "Odama çıkardım, beni görmezdi." "Pars benim kardeşim, Mira. Üstelik seni kimseden saklamıyorum." Kolunu omzuma atarak beni kendisine çekti ve saçlarımdan öptü. "Sen az önce dans mı ediyordun?" Kıkırdayarak geriledim. "Antreman yapıyordum. Paslanmışım baya." Gülüşüm solarken yutkunarak Ares'e baktım. "Şey?" Başını hafifçe omzuna eğerek merakla "Ney?" diye sorduğunda başımla sırtımı göstermiştim. "Bedenimi esnetirken biraz fazla acıdı. Dikişi patlamadı ama, sadece kanadı. İşin bitince onu temizleyebilir misin?" Ares göz ucuyla sırtıma bakarak başını salladı. "Temizlerim." Eğilerek başımdan öptü, "Kalk hadi." dedi. "Odana çıkalım, sırtınla ilgileneyim." İtiraz etmeme fırsat vermeden bedenimden kavrayarak beni ayağa kaldırdığında itiraz edercesine "Ama ben daha dans edecektim." demiştim. "Ya yine kanarsa?" "Yine temizlerim." dedi. "Hem, kanamasına rağmen dans etmeye devam mı edeceksin?" "Dans bana ait olan tek şey." dediğimde dikkatle gözlerime bakmıştı. "Bazen son nefesimi verirken dahi dans edebileceğimi hissediyorum." Duraksadı, "Dans et, o zaman." dedi. "Sen dans et, sonra yaralarını sararım." Usulca gülümserken hevesle başımı salladığımda o da gülümsemişti. Ondan uzaklaşarak telefonuma ulaştım, müziği başlattım. Salondaki ses sisteminden yayılan müzik ruhumu yeniden kıpırdatırken Ares'in elini kavrayarak etrafında dönmüştüm. "Bu dünyada en sevdiğim şey dans etmek!" diye bağırdım, müziğin sesinden sesimi duyabilmesi için. "Hadi, sen de dans et benimle." "İşlerim var kızıl." derken ellerimi kavrayarak odun gibi durmuştu. "Dans ederken zaman durur." dedim. "Yani, zamanı durdurabiliriz ve dansımız bittiğinde işlerine dönebilirsin. Dünyayı biz durdursak ne olur ki?" Keyifli sözlerim Ares'in gülmesini sağlarken "Dans etmeyi sevmem." dedi. Dudak bükerken ellerini bıraktım. "Anladım, istemiyorsun zaten. İyi git o zaman, çocuklarımla dans ederim ben." Ares'te kesinlikle sitem etmiyor ya da trip atmıyordum, sadece benimle dans etmeyi istemediğini kabullenmiştim. Ares de bunu anlayarak belimden kavradı, beni birden kendisine çekti. Kendi eksenimizde sallanarak dönerken yanağıma tüy kadar hafif bir öpücük kondurarak kulağıma yönelmişti. "Pars'la konuşalım, gelirim. Dans ederiz birlikte. Hem üzüm de getirdim, temizliyorlar şimdi. Üzüm de yeriz." Hevesle başımı salladığımda Ares elimden kavrayarak beni etrafımda döndürdü, geceliğimin uzun etekleri savrulurken bedenimi ileriye doğru hafifçe savurdu. Parmak uçlarımın üzerinde dönüşümün ardından dururken heyecanla kıkırdamıştım. Ares gülümseyerek bana baktı, salondan çıktı. Onun gelişiyle durulan çocuklarım yeniden hareketlenirken müziğin sesini yükselttim, salondaki kapıdan bahçeye çıktım. Müziğin sesi bahçeye ulaşırken köpeklerim peşimden gelip koşuşturmaya başladıklarında onlarla koşmuş, Kerim'in bana verdiği tenis topunu evden alarak atabileceğim her yere atmaya başlamıştım. Kendimi çiçekli bahçelerimde gibi hissederken çıplak ayaklarımın parıldayan çimlere değmesini umursamıyordum. Çimlere dahi parıltısını bahşeden güneşe bakarken uzaktan gelen bir ses duydum. "Mira!" Ares'in bağırışıyla başımı eve çevirdim, gözümü alan güneşten onları birer karartı oladak görürken elimi alnıma perde yaptım. Ares camdan sarkarak bana bağırıyordu, Pars hemen yanında gülümseyerek beni izliyordu. "Alerjin yok mu senin?" diye bağırdı Ares, sesini bana duyurabilmeye çabalarken. Müzik sesi ve aramızdaki mesafe çabasının daha fazla olmasını sağlıyordu. "Güneş altında kalamazsın, eve gir." Omuz silkerek "Bir mahkumdan güneşi ne kadar esirgeyebilirsin?" diye bağırdım, kollarım iki yana açıldı. "Umurumda değil!" Ellerimi indirirken bana tenis topunu getiren oğlumun ağzından ıslak topu alarak Ares'e sırtımı dönmüş ve topu uzağa savurmuştum. Hepsi bir yandan koşmaya başlarken peşlerinden koşuşturmaya başladım. Burada çiçekler yoktu, çiçek bahçeleri yoktu, heykeller, biçilmiş ağaçlar ve mermer saksılar yoktu. Çalılardan labirentler yoktu. Sadece meyve ağaçları vardı, çimler vardı ve ben büyük bir keyifle çimlerde koşuşturuyordum. Güneşin tenimi alev alev yakması da, görüşümü bulanıklaştırmaya başlaması da, kanımın çekilmesi de umurumda değildi. Ta ki, kendi etrafımda dönerek köpeklerimle koşuştururken ansızın yere savrulana dek. Tüm neşem bir anda kayboldu, mutluluğumun yerini acı aldı. Ares'in sesini duydum ancak kulaklarım çınlıyordu ve bu kez çığlıklar değil çiçekli bahçelerinde annesinin önünde koşuşturan kız çocuğunun kahkahaları vardı. Bedenim birden kucaklanırken Ares'in kokusunu soludum, gözlerimi karanlığa araladım. Saniyeler içerisinde bedenim bir koltuğa bırakıldı, Ares endişeyle yüzümü kavradı. "Mira, bana bak. İyi misin?" Karartı kaybolmazken zar zor çıkan sesimle "Bir şey diyeceğim." diye mırıldandım. "Ama sakin ol." Ares iyice endişelenirken sabırsızca "Ne oldu?" diye sordu. "Niye düştün yere?" "Galiba şu an kör oldum." dediğimde duraksadı. "Korkma." dedim bir çırpıda. "Alerjim yüzünden, nadiren geçici görüş kaybı yaşatabiliyor. Birkaç dakikaya geçer." Ares hayretle "Ne?" diye sordu. "Ne demek geçer? Hiç mi görmüyorsun?" Kalbimi sızlatan gerçeği dile dökerken "Sadece karanlık." dedim. "Sorun değil, gerçekten sorun değil. Hep oluyor." İşte bu yüzden güneş zehir Mira. Güneşli günler bize yasak, parıltılar bize yasak, sıcaklık bize yasak. "Simay'a haber vereyim." dediğinde ellerimi hareket ettirerek anında ellerinden kavradım. "Sadece birkaç dakika bekle, Ares." Ares sıkıntıyla nefeslenirken "Ah be kızım." dedi, sayıklarcasına. "Kıpkırmızı olmuş her yerin. Bu kadar mı ciddiydi alerjin?" Gözlerimi kapatarak birkaç saniye beklerken Pars'ın sesini duydum. Kolumda elini hissettiğim an Pars hayretle "Yanıyor lan kız." demiş, bense hemen gerilemiştim. Ares sert diliyle "Dokunma ona." dedi. Yüzlerini göremesem de fazla eksiklik hissetmiyor, seslerinden tavırlarını hayal edebiliyordum. Ares "Mira," dedi, daha yumuşak tavrıyla. "Nasıl hissediyorsun?" "Normal." diyerek yutkundum. "Sorun değil, hiç sorun değil. Geçer." Uzandı, dudakları alnıma yaslandığı an gerileyerek hayretle "Gerçekten yanıyorsun." dedi. "Simay muayene etmeli seni." "Korkma." diye mırıldandım. "Geçer şimdi. Sadece çok sıcak, o kadar." "Ne yapabilirim senin için?" diye sorarken elleriyle yüzümü kavramıştı. "Su." diye mırıldandım. "Su iyi gelebilir. Susadım, nefesimi kesiyor." Ares anında "Pars," dedi. "Su getirsene, soğuk olsun." Adım sesleri uzaklaştı, karanlık delinirken benek benek aydınlıklar olmuştu. Ares'i görebilmeye başlarken yeniden adım sesleri geldi ve dudaklarıma soğuk bir cam yaslandı. Ares bana dikkatlice soğuk suyu içerdiğinde bir yangına serpilmiş su misali ferahlamış, ardından daha fazla yanmıştım. "Kağıt kalem verebilir misiniz?" diye sorarken Ares'in gözlerine bakabilmiştim ve Ares yeniden görebildiğimi anlayarak rahat bir nefes vermişti. Pars cebinden bir fatura ve kalem çıkarttı. "Olur mu?" Başımı halsizce sallarken titreyen ellerimle elindekileri temas etmeden aldım. Tek dizimin üzerine yasladım. Titreyen elimle zar zor ilaç isimlerini yazarken "Kerim bunları alsın." dedim. "Ama biraz özel ilaçlar, her eczanede bulunmaz. Araması gerekecek, İstanbul'da bulabilir mi onu da bilmiyorum. Normalde hep yurtdışından alıyorduk. Eğer bulamazsa gelsin onu bir yere göndereceğim. Oradan alabilir." "Reçete gerekiyor mu?" diye sorduğunda başımı sallayarak "Bilmiyorum, her ülkenin sağlık sistemi farklı. Benim ülkemde reçetesizdi." dedim. "Ne için peki?" diye sordu bu kez. Faturayı ona uzatarak "Krem, losyon ve serum." demiştim. "Ateşte yanmış gibi kabaracak derim, kabuk tutacak. Onlar için." Ares kaşlarını çatarken sabırla nefeslendi ve "Bunları bile bile güneşte mi durdun?" diye sordu. "Güneş kremi dahi kullanmadan?" Omuz silkerek "Özlemişim." dediğimde bana karşı olan tavrı sönerken uzandı, başımdan öptü. "Kerim'le konuşup geliyorum. Pars," gözleri ona kaydı. "Yanından ayrılma, gözünü üzerinden ayırma." Pars onu onaylayarak koltuğa, yanıma oturduğunda Ares kısa bir an bana baktı, sorun olmadığını belirtircesine başımı salladığımda salondan çıktı. Pars beni izlemeye başlarken arkasına yaslanarak bir kolunu koltuğa atmıştı. Baştan aşağıya incelerken gözleri yüzümde ve eldivenleri ellerimde fazla oyalandı. "Kaç yaşındasın sen?" diye sorduğunda kaşlarım çatılırken "Niye soruyorsun?" diye sordum. Omuz silkti, gözleri gözlerimden ayrılmazken. "Hem küçük hem büyük görünüyorsun. On sekiz ya da on dokuz yaşında gibisin ama, emin olamadım." "On altı." dediğimde kaşları havalandı, başını ağır bir ifadeyle sallarken "Ares'le ilişkiniz mi var?" diye sordu. Onu anlayamazken şaşkınca gözlerimi kırpıştırdım, "Hayır." dedim. "Bu da nereden çıktı?" "Arkadaşı gibi değilsin." diyerek yeniden omuz silkti. "Ares kadınlardan uzak durur, bu yüzden başta ihtimal vermedim ama sana karşı tavırları normal değil." "Senin bakışlarının normal olmadığı gibi mi?" diye sorarken tek kaşım sorgularcasına havalanmıştı. "Aramızdaki ilişki seni ilgilendirmez, eğer bu konuyla ilgili bir sorunun varsa Ares'le halletmelisin. Ben senin arkadaşın değilim, karşıma geçip beni sorguya tutamazsın." Pars'ın kaşları alayla havalanırken "Sevdim seni." dedi. "Beni yanlış anlamanı istemem, Ares benim kardeşimdir. Eğer aranızda öyle bir durum varsa buna göre davranırım." Başımı iki yana sallarken "Öyle bir durum olamaz." dedim. "Aramızdaki bağ çok daha farklı, aşktan da öte şeyler vardır." Pars dikkatle beni izlemeye devam ederken gözleri geceliğimin açık bıraktığı kollarımda, gerdanımda ve boynumda gezindi. Bedenimde gezinen gözleri rahatsız etse de bunu ona yansıtmadım. "Tenin kıpkırmızı olmuş, çok mu acıyor?" Sorusuyla afallarken başımı hafifçe sağa sola salladım, "Alışkınım ben." "Güneşe alerjin var ama güneşi çok seviyorsun, değil mi?" diye sordu. "Gel, tenine su tutalım. Yanıyorsun resmen." Ayağa kalkarak bana elini uzattığında tereddütle eline baktım. "Ben kimseye dokunamam." diye sayıklayarak kendim ayağa kalktım, dengemi kuramazken sendelediğim an Pars bedenimden yakaladı. Belimin yanından kavrayan eline bakarken dişlerimi birbirine kenetledim, hemen ellerini çekti. "Özür dilerim." Pars'ın bana eşlik etmesine izin verdim. Kattaki misafir banyosuna girdiğimizde aniden bedenimin iki yanından kavrayarak beni havaya kaldırdı, ben ne olduğunu anlayamadan lavabonun mermer tezgahına oturttu. Ellerinin bedenimle temas etmesi sabrımı sınıyordu ve her an onu öldürme isteğiyle doluyordum. Bakışlarım üzerinden ayrılmazken dolaptan temiz bir havlu almış ve suyu açmıştı. Havluyu ıslatırken kahverengi gözleri bana kaydı. "Mira'ydı değil mi ismin?" Başımı usulca salladığımda suyu kapattı, havluyu ellerinin arasında çevirerek suyunu büyük ölçüde sıktı. Islak parmağıyla geceliğimin kumaşı üzerinden bacaklarımı aralayarak bana yaklaşmış, buz gibi havluyu tenime bastırmıştı. Boynumdaki serinlik beni ferahlatırken rahat bir nefes aldım, gözlerimi kapattım. Alayla "Vampir misin yoksa sen?" diye sorarak havluyu tenimde gezdirmeye başlamıştı. İstemsizce gülerken "Her an kanını emebilirim." dedim. Aklıma Ares'le yaptığımız konuşma geldi. "Benden uzak durmalısın." Pars fazla ciddi bir şekilde "Lütfen em." diyerek gözlerime baktığında afalladım, şaşkınca gözlerine baktım. "Amacın ne senin?" diye sorduğumda imayla gülümserken "Dünyanın en güzel kızını buldum." demişti. "Kaçırmak istemem. Ares'e de kızacağım bunun için, seni benden saklaması büyük hata. Daha önce tanışabilirdik." Tenime değen tenini hissederken panikle "Dokunma bana," dedim, duraksayarak kendimi sakinleştirdim. "Ellerinle, dokunma." Pars anlamış gibi bakarken elini temime değdirmeden havluyu boynumda ve omuzlarımda gezdirmeye devam etti. "Eldiven mi takmam gerekiyor, Ares gibi? Senin gibi?" Başımı salladığımda "Takarım." dedi, umursamazca. Bacaklarımın arasından çıkmadan uzanarak havluyu yeniden ıslattı, suyunu sıktı. Bana yönelerek kolumda gezdirmeye başladığında gözleri bedenimdeki izlere kaymıştı. Bazıları kapanmış, bazılarının izi kalmıştı. "Ares seni kimden koruyor?" diye sorduğunda kaşlarım usulca çatıldı. "Bunu nereden çıkarttın?" Alayla gülümseyerek "Oradan bakınca aptal bir adama mı benziyorun küçük kız?" diye sordu. "Seni burada tutuyorsa birinden saklıyordur ve koruyordur." Gözlerimi devirerek "Ares bir sen iki." dedim. "Bana küçük kız demekten vazgeçin. Soruların varsa da Ares'e sorabilirsin." Pars gülerken havluyu yeniden ıslattı ve boynuma yeniden yerleştirdi. Tenim o kadar sıcaktı ki suyun buhar olduğunu hissediyordum. Havludan süzülen bir damla iki göğsümün arasına süzülerek kaybolmuştu. Pars elini tenime değdirmeden bedenimi ıslatırken fazla yakın olmasını umursamadım ama Ares umursamıştı. Banyoya girerek bizi gördüğünde kaşları çatıldı, "Napıyorsun lan?" diye sorarak Pars'ın kolundan kavrayıp benden uzaklaştırdı. Ares'in verebileceği tepkiler beni korkuturken Pars için olmasa da kendim için karşı çıkmak adına "Ares." dedim hızlıca. "Sorun yok, bir şey yapmadı. Sakin ol." Ares duraksayarak bana bakarken Pars geriledi ve kendisini Ares'ten kurtardı. Elindeki havluyla ona bakarken "Abartma kardeşim," demişti, vurgulayarak. "Yardım ediyordum Mira'ya. Rahatsız gibi görünüyor mu?" Ares onun sözlerinden sonra bana daha farklı baktı, Pars'ın elindeki havluyu sertçe aldı. "Hiçkimse, Mira'ya dokunmayacak. Sen de dahil!" Lavaboya yaklaşarak havluyu ıslattığında Pars kaşlarını çatarak ona bakmıştı. Ares ne yaptığını farkederken "Bu böyle olmaz." dedi ve havluyu bıraktı. Sert tavırla konuşuyor olması alışkın olduğum bir şey değildi, gerilmemek için çabaladım. "Odana gidelim, duş aldıralım sana. Olur mu?" Ona bakarak başımı tutukça salladığımda az evvelki tavrı kayboldu ve yumuşacık bir ifadeyle "Gel bakalım." diyerek bedenimi nazikçe kucakladı. Benim bildiğim adamın geri gelmesi tüm gerginliğimi alıp götürürken rahatladım. "Çok acıyor mu canın? Kerim hemen ilaçlarını bulup gelir. Bir daha güneşe çıkmak yok, söz ver." "Hayır." dedim, inatla. "Çıkarım." Ares sabırla nefeslenirken "Neyse ki kış geliyor." demişti. "Ateş gibi tenin, nasıl iyileştireceğiz seni?" Kollarımı boynuna dolarken "Sen zaten beni iyileştirdin ki." demiştim. "Bu da geçer." Yeniden "Çok acıyor mu?" diye sorduğunda sessiz kaldım. Pars peşimizden gelirken merdivenleri çıktı ve odama girdi. Beni banyoya sokarak duşakabine bıraktı, hala denge kuramadığımı farkederek duvara yaslandım. "Soyun, duş al." dedi. "Kendin yapabilir misin?" Duvara yaslandığımı ve bacaklarımın tirediğini farketti. "Ayakta zor duruyorsun. Yardım etmemi ister misin?" Başımı iki yana sallarken "Halledebilirim." dediğimde içi rahat etmese de "Bir sorun olursa seslen." dedi ve ben onu onayladığımda banyodan çıktı. Soyunarak buz gibi suyu açtım, yere oturdum. Tepemden akan su, buz saçakları misali alev alev yanan tenimle buluşurken bir an rahatlıyor sonra hem yanıyor hem donuyordum. Saniyeler dakikaları devirdi, tenimin alevleri dinmedi. Dünyadaki suları yeterince tükettiğime karar vererek suyu kapatmış, sessizce oturmaya devam etmiştim. Ayağa kalkabileceğimi hissetmiyordum, kumaş altında kalmış yerlerim dahi yanıyordu. Cennet bahçemin içinde, cehennemin alevleriyle değil hasret kaldığım ölümümle yanıyordum. Bedenimdeki su taneleri kendi kendilerine düştüklerinde ve kuruduklarında yavaşça ayağa kalktım, cama tutundum. Dışarıdaki askıdan bornoz alarak üzerime giymiş ve diğer havluyla saçlarımı sarmıştım. Halsiz adımlarla, sallanan yere tutunmaya çalışarak kapıya ilerledim, kapıyı açar açmaz kapının bulunduğu duvara sırtını yaslamış Ares'le karşılaştım. Dikkatle yüzüme baktı, bedenimden kavrayarak beni yatağıma ilerletti. Pencere kenarında sigara içen Pars'la göz göze geldiğimizde Ares gardrobumdan bana temiz çamaşırlar ve gecelik seçmişti. "Kerim bulmuş ilaçlarını, az önce geldi." Başımı salladığımda kıyafetleri önüme koyarak "Biz çıkalım sen giyin." dedi. Başımı salladığımda Pars sigarasını bahçeye savurdu, odadan çıktı. Ares'e bakarken beni yanıltmayarak başımdan öptüğünde gülümsedim, gülümsememi göremeden odadan çıktı. Soyunarak bana verdiği kıyafetleri giydim ve "Ares!" diye seslendim. Kapı anında açılırken Ares başını sarkıttı, tereddütle bana baktı. Giyinik olduğumu görür görmez kapıyı daha fazla araladı. Önce Ares sonra Pars odaya geldiğinde Ares komodindeki ilaç poşetini almıştı. "Nasıl kullanacağız bunları?" "Önce serum." dedim. "Omuzlarım, boynum ve kollarım açıktı. Güneşle direkt temas eden bölgelerime onu uygulamalıyız. Sen yapabilir misin?" "Yaparım tabi." diyerek poşetten serumu aradı ve buldu. Deri eldivenlerine bakarken tereddütle kalsam da "Eldivenlerini çıkartabilirsin." dedim. "Sadece birkaç dakika, sorun olmaz." Ares kararsızca bana bakarken "Emin misin?" diye sorduğunda başımı salladım. "Eldivenle serum ya da krem süremezsin, değil mi?" Ares eldivenlerini usulca çıkarttı, benim ıslak eldivenlerime baktı. "Özür dilerim, aklıma gelmedi." diyerek ayaklandığında kolundan tuttum, siyah gömleğinin kumaşı ıslanarak biraz koyulaştı. "Kalsın, soğuk daha iyi hissettiriyor." Ares benim isteklerime akıl erdiremezken yeniden oturarak eline serumdan sıktı, yüzüme yöneldi. Serumun soğukluğunu yayan parmakları tenime değdiğinde gözlerimi sıkıca kapatmıştım. "Bitecek hemen," diye fısıldadı. "Sadece birkaç dakika, hemen bitecek. Korkma sakın." Yüzüme serumu yayarken parmaklarının yer yer duraksamadan alerjimin kabuk tuttuğunu anlayabilmiştim. "Çok mu çirkinim?" diye sorduğumda parmakları duraksadı ve birkaç saniye sessiz kaldı, "Hayır." dedi. Gözleri gözlerimle birleşti, bakışlarımdan ona inanmadığımı farketti. "Hiçbir şey olmamış yüzüne, hala güzelsin." Keyifsizce gülümserken "Aynalara bakmıyor olabilirim, Aladağ." dedim. "Ama hissedebiliyorum, görebiliyorum. Önemli olan da budur, herkes gözleri açıkken görebilir. Sen kendini gözlerin kapalıyken görebilir misin?" "Eğer kendini gözlerin kapalıyken görebiliyorsan neden açıkken görmekten korkuyorsun?" Çocuk gibi omuz silkerek "Kendimi biliyorum ben." dedim. "Beni nasıl gördüğünüzü değil. Zaten bir insan kendisine kör olamaz, ben sizin gözlerinize kör olmak istiyorum." Elleri boynuma inerken biraz daha serum sıkmıştı. "Simay'la konuştum." dedi. "Maalesef alerjilerle yani en azından senin alerjilerinle ilgili yeterli bilgisi yokmuş. Hastaneye gitmemiz gerekiyor, serumla kremle geçmez bunlar." Konuyu kapatmasını görmezden geldim, ona da kör oldum. İri parmakları boynumda, gerdanımda ve omuzlarımda gezindi, omuzlarıma sürerken geceliğimin askılarını sıyırmıştı. Kollarıma da sürdükten sonra geriledi, sağ bacağımı kavradı. Gözlerimi aralayarak ona baktığımda diz kapağımın altından itibaren kıpkırmızı, derimin pul pul kalktığını ve çorak bir toprak gibi şekillendiğini gördüm. Ares bacaklarıma ve ayaklarıma da sürerken en sonunda sesimi çıkartarak "Hastanelerden nefret ediyorum." dedim. Gözlerim tenimde gezinen ellerinden ayrılmıyordu. "Biliyorum kızıl." derken saçlarıma kısa bir bakış attı. "Saçların da ıslak, biraz daha sabret olur mu? Kurutacağım." Pars "Sen mi kurutacaksın?" diye sordu şaşkınca. "Bebeğin gibi bakıyorsun valla kıza." Hayretle bize baktığını farkettim, Ares onu zerre umursamadan "Ne yapmam gerekiyorsa onu yapıyorum kardeşim." dedi. "Gerekiyorsa bebeğim gibi de bakarım, sorun değil." Gözlerime baktı. "Hiç sorun değil." Dudaklarım hafifçe kıvrılırken "Sonra krem." dedim. "Yapısı yoğun ama, dikkatli sürmen gerekiyor. Ve bu ilaçlardan sonra güneş ışığının yansımasını dahi görmemeliyim. Yoksa daha kötü olur." Ares serumu kapatarak kremi çıkarttı, "Losyon ne zaman?" diye sordu. Sakince "Losyonu derim böyleyken süremeyiz." dedim. "Serum ve krem iyileştirecek, losyon asitli. İz kalmasını engelliyor. Şimdi süresek daha çok yakar." Ares ilgiyle beni dinlerken kremden eline sıkarak yeniden yanıma oturdu ve ellerini yanaklarıma yerleştirdi. Parmakları yüzümün her zerresinde gezinirken dikkatle yüzümü inceliyordu. "Ne zaman geçer?" "Bir ya da iki gün." diye mırıldandım. "Normalde küvetimi buzlarla doldururlar, yanmanın etkisi tamamen geçene kadar suda kalırım. Sonra bu serumla kremi kullanırlar. İki saatte bir yeniden sürerler, tenim hiç kuru kalmaz hep nemlendirirler. Bir de başım çok ağrır, ilaç içerim. Bu kadar. Yaralarımın ciddiyetine göre değişiyor süresi. İstanbul güneşi benim evimin güneşi kadar yakmıyormuş, yarına geçer bence." "Sürekli olur mu bu?" diye sorduğunda "Bazen." dedim. "Zaten güneşe çıkmam yasak. Şemsiye altında dururum hep. Bazen kimseyi dinlemem çıkarım ya da güneşte kalmak zorunda olurum. O zaman olur." "Nasıl zorunda kalırsın?" diye sorarken beni anlayamamıştı. Elleri boynuma indiğinde başımı biraz geriye atarak ona alan tanıdım, "Zorunda kalırım işte." dedim, umursamazca. "Söz dinlemezsem özellikle." Ares'in elleri duraksadı,,"Bir ceza mıydı?" diye sorduğunda yutkundum, boğazımdaki ellerinden bunu hissetti. "Güzel bir ceza." diye mırıldandım. "Güneşi çok severim ben. Bazen ödül gibi gelirdi, ta ki alerjim çıkana dek. O zaman cehennemde yandığımı hissederdim." Ares sabırla nefeslenirken bir daha konuşmadı, sessizce krem sürdü. İşi bittiğinde arkama geçerek sırtımdaki sargıları açmaya başlamıştı. Pars, geceliğimin açık bıraktığı sırtımı daha önce görmediğinden dikkatle bizi izlerken Ares ıslak ve yer yer kanlı sargıları komodin üzerine koydu. "Haklıymışsın." derken sırtımı inceliyordu. "Patlamamış dikişlerin. Simay yarın kontrol edecek, birkaç dikişini daha alacak." Başımı salladığımda sırtımı temizlemeye başlamıştı. Pars daha iyi görebilmek için bize doğru geldiğinde Ares sert diliyle "Yerinde dur Pars." dedi. "Mira'nın özel alanını yeterince aştın. İşimizi yarın hallederiz, bekleme daha fazla." Pars duraksayarak bana baktı, birkaç saniye sonra bakışlarını Ares'e çevirdi. Ona benden daha uzun süre bakarak "Bizi unuttun, kardeşim." dedi. "İşini, okulunu, aileni, arkadaşlarını unuttun. Telefonlara dahi bakmadın, bir şey oldu sandım. Haber dahi vermedin." Ares bu konuşmadan hoşlanmazken "Başka işlerim var." dedi. "Ve onlar geri kalan bütün hayatımdan daha önemli." "Mira mı daha önemli?" diye sordu Pars, sanki ben yokmuşum gibi. "Neden? Ne önemi var bu kızın? Bebek bakıcısına dönmüşsün." Ares'in elleri duraksadı, öfkelendiğini hissettim ama bunu hiç yansıtmadan sakince "Mira her şeyden daha önemli." dedi. "Ve bu konuşmayı onun önünde yapamayacağım. Ya git ya da kal ve sus. İlgilenmem gereken bir kız var." Pars ona hayretle bakarken Ares devam eden sakinliğiyle sırtımı sarmıştı. Her daim böyle bir insan olsa Pars şaşırmazdı, benim için mi sakin davranıyordu? Öfkesini gördüğümde ondan korkacağımı mı zannediyordu? Eğer öyleyse haklıydı, az önceki tepkilerinde yüreğime uğrayan korku bunu kanıtlıyordu. Ares'in gerçekten bana bebeğiymiş gibi baktığını, üzerime titrediğini ve tüm ilgisinin bende olduğunu Pars'ın cümleleriyle anlarken bana iyi gelenin aslında normal olmadığını da anlamıştım ancak bu umurumda değildi. Bencil bir insandım ben, iyi olduğum müddetçe dünya umurumda olmazdı. Pars sessiz kalarak pencereye ilerledi ve yeniden pervaza yaslandı. Daha dikkatli gözlerle beni değil, Ares'i incelemeye başlamıştı. Haklıydım, Ares şu an bir maske takmıştı ve rol yapıyordu. Pars bunu kolayca farkedebilse de nedenini anlayamıyordu. Bir şeyleri, ona neden sunabilecek detayları yakalamak istercesine bizi izlerken Ares banyodan tarağımı ve kurutma makinesini alarak yanıma gelmişti. Islak saçlarımı büyük bir özenle, canımı hiç yakmadan taradı. Parmaklarıyla buklelerimi belirginleştirerek kurutmaya başladığında istemsizce gülümsemiştim. Saç tutamlarımı döndürüyor, şekil verirken ayrı ayrı kurutuyordu. Uzun zamandır bende olmayan buklelerime kavuşmaya başladığımda Ares meraklı tavrıyla "Oluyor mu?" diye sordu. Sesini bana duyurabilmek için makineyi uzaklaştırmış ve kulağıma yönelmişti. Kıkırdarken başımı salladım. Başımı çevirerek ona baktım. "Nereden öğrendin bunu?" Sessiz kalarak saçlarımla ilgilenmeye devam etti. Saçlarım tamamen kuruduğunda makineyi kapatarak "Bu kez pek kabarmadı. Bukle bukle oldu." dedi. "En başından beri böyle mi yapmalıydım? Neden söylemedin ki?" "Toplayınca dağılıyor zaten bir önemi yoktu." Ayrıca böyle olduğundan haberim yoktu, saçlarımı kıvırcık kullanmazdım. "Önemi vardı." Makinenin fişini prizden sökerek yeniden gece lambasının fişini taktı. Tarağımı ve makineyi alarak ayaklandı, kabloyu makinenin etrafına dolarken saçlarımdan öptü. İçtenlikle gülümseyerek başımı kaldırıp ona baktım. "Teşekkür ederim." Yanağımdan makas alarak banyoya girdi ve elindekileri bıraktı. Geri döndüğünde görmezden geldiğini zannettiğim Pars'a bakarak "Salona inelim." dedi. "Mira biraz dinlensin." Yataktaki eldivenlerini alarak yeniden giydi. Pars bu esnada pervazdan ayrılarak bana yaklaşmıştı. "Memnun oldum, Mira. Tekrar görüşeceğimize eminim. Geçmiş olsun." Mesafeli bir ifadeyle "Teşekkür ederim." dediğimde Pars odadan çıkarken Ares alnımdan öptü, "Geleceğim birazdan." dedi. Başımı sallayarak onu onayladığımda odamdan çıktı, hemen ardından ayağa kalktım. Adım sesleri uzaklaştığında ve kaybolduğunda kapımı çıt ses çıkartmadan aralayarak sessiz adımlarla merdivenlere yönelmiştim. Sessizliğim benim maskemdi, çocukluğumun elbisesiydi. Bu nedenle insanlara duyurmadan hareket etmek konusunda ustaydım, öyle ki elimde bir silahla onlara yanaşıp birden alnına dayayabilirdim ve ölmeden evvel ne olduğunu anlayamazlardı. Salonun girişindeki pervazın yanında durdum, kendimi hiç göstermeden konuşmalarını dinlemeye başladım. Pars "Bu ne oğlum?" diye sordu, dehşet dolu sesiyle. "Biz bir plan yaptık! Sen Kenan'a karşı koz bulmak için gittin! Haftalardır ulaşamıyorum lan sana. Yoksun, öyle bir kayboldun ki Kenan Karadağ seni yakaladı elinde tutuyor sandım. Gökhan Amca İspanya'ya gelmese, laf arasında bahsetmese burada olduğunu da bilmeyecektim. Seni bulmak için götümü yırttım, anlat dedim anlatmadın. Napıyorsun sen?" Ares az öncekinden daha sakin tavrıyla "Koz buldum." dedi. "O koz elimde." Benden bahsettiğini sesindeki yumuşak tınıdan anladım ama Pars anlayamadı, "Nerede?" diye sordu. "Ne buldun? Niye söylemedin bunca zaman?" Ares beni bir koz olarak görüyordu ve keskin diliyle beni kullanmayacağını söylerken şimdi kullanacak mıydı? En başından beri bana yalan söylediğine inanmıyordum. Bir insanın gözlerinden anlardım doğrularını. Ares bana yalan söylemiyordu, söyleyemezdi. Kağan'ın doğrularını da anladın mı Mira? Peki ya Robin'in doğruları? Onlar da Ares gibi değil miydi? Onlar da senin güvenini kazanıp seni kullanmadı mı? Sana ihanet etmediler mi? Ares neden yapmasın? O neden kullanmasın seni? Kenan Karadağ'ı yok edebilecek tek silahsın şu an. Neden seni kullanmasın ki? Ares düz çıkan, içi boş sesiyle "Yukarıda." dedi. "Kenan'a karşı en büyük koz Mira. Anlamadın mı hala?"Şeytanlarımın dedikleri yine doğru çıkarken sakince dinlemeye devam ettim. Beni kullanmak mı istiyordu, kullanabilirdi ancak bunu ancak benim iznimle yapabilirdi. Pars hayretle "Mira mı?" diye sordu. "O ne alaka? Küçücük kız ne kozu olabilir ki? Hiçbir şey anlamıyorum Ares." "Mira, Kenan'ın en zayıf yönü." dedi, Ares. Sanki bunu söylemek dahi zormuş gibi güçlükle çıkmıştı sesi. "Zaafı. Sana neler olduğunu anlatamam ama Kenan'ı öldürmeden yok edebilecek şeyi bulduğumuzu söyleyebilirim." Pars birkaç saniye sessiz kalarak bunu sindirdi, "Yani bu ilginin sebebi bu mu?" diye sordu. "Benim tanıdığım herif böyle değil, ne o tavırlar?" Ares sessiz kalırken Pars yeniden konuştu. "E kullanalım o zaman kızı. Neyi bekliyoruz? Çocuk bakmaktan hoşlanıyor olamazsın. Yani güzel kız ama," Ares onun sözünü keserek sert bir tavırla "Onu kullanacağımızı kim söyledi?" diye sorduğunda şeytanlarımım haykırışları fısıltılara döndü. Pars hala anlayamazken "E napacağız?" diye sordu. "Zaafı dedin, Mira nasıl onun zaafı olabilir ki?" Duraksadı, "Hassiktir." dedi. "O kızın yaraları," sustu. Saniyelerce sessiz kaldıklarında Pars "Siktir oradan." dedi bir kez daha. "Bu kadarını yapmış olamaz. Küçük kızlara da mı saldırmaya başladı o ruh hastası?" Ares ciddiyetle "Mira'yı kullanmayacağız." dedi. "Bu savaştaki tek yeri benim yanımda kalması olacak. Kenan delirmiş gibi her yerde onu arıyor, bana saldıracağı anı kolluyor. Her an gelip beni öldürmeye çalışabilir, sadece kendi günahlarının ortaya çıkma ihtimalinden korkuyor." Bir iki tıkırtı geldi, Ares yeniden konuştu. "Mira bu eve ayak bastığından beri Kenan kan kaybediyor. O güvende kalacak, Kenan ona ulaşmaya çalışırken kendisini tüketecek. Hiçbir şey yapmayacağız. Ben sadece yapmam gereken tek şeyi yapacağım, Mira'yı ne pahasına olursa olsun koruyacağım." "Kenan için mi?" diye sordu Pars. "Yoksa kendin için mi?" Hiç duraksamadan "Mira için." dedi, Ares. "Ben ona sözler verdim kardeşim. Biz bir kız çocuğunu silah olarak kullanacak adamlar mıyız? Amacımız o çocukları kadınları kurtarmakken Mira'yı bu uğurda kullanır mıyım zannediyorsun? Tüm savaştan uzakta, burada olacak. Evine gitmek istediğindeyse gidecek." Pars "Mira yardım etmek isterse?" diye sordu. "Amacımızı bilse? Sen onu kurtardın, o da başkalarını kurtarmak isterse? Mira biliyor mu bizim savaşımızı? Anlar belki kendisi dahil olmak ister." Ares keskin tavrıyla "Hayır." dedi. "Kendisi istese dahi ben izin vermem. Kenan için diğer kadınların ya da çocukların bir değeri yok. Eğer Mira onlardan biri olsaydı bunu düşünebilirdim ve kararı yine o kişiye ait olurdu ancak bulunduğumuz durumda ve söz konusu Mira'yken hiçbiri gerçekleşmeyecek. O kız kabuslarla uyanıyor, kabusunu önüne sunmayacağım. Mira bu savaşta hiçbir şey yapmayacak. Sadece iyileşecek ve gitmek istediğinde gidecek." Adım sesleri geldi, ardından bir su sesi duydum. Bardağa çarpan sıvı ya içkiydi ya da suydu, bilemiyordum. Ares yeniden konuşarak "Sana Mira'yı anlatma nedenim bunlar değil. Buraya getitme sebebim de bu değil." dedi. "Onu korumam gerekiyor ve olası bir saldırıda yetersiz kalmak istemiyorum. Amcamın olanlardan haberi yok, onun yanındaki adamlarımı göreve çağıramıyorum. Bana yardım etmelisin kardeşim, Mira'yı birlikte korumalıyız. Tıpkı diğerlerini koruduğumuz gibi." Pars "Bir de soruyor musun bunu?" diye sordu. "Kenan birden yükseldi, birden düştü. Eğer bunların sebebi Mira'ysa onu elde etmek için her şeyi yapacaktır. Birazdan Kerim'le konuşurum, kendi adamlarımdan gönderirim buraya. İstersen benim şiledeki eve geçelim, küçük yeri korumak daha kolay olur. Bu çiftliği korumak fazla zor, ben ne kadar adam getirirsem getireyim açıklar olur." Ares "Mira yer değişimine hazır değil." dedi. "Burayı, yatağını ve odasını zor kabul etti, eve zor alıştı. Tekrar aynı aşamalardan geçmek istemiyorum. Onun şu an güvende hissetmeye ihtiyacı var ve yabancı bir yer güven veremez. Güvenliği hallederiz," Susturduğum şeytanlarımı kulaklarımdan uzaklaştırırken geriledim, sakince salona girdim. İkisi de bana bakarken ellerinde viski kadehleri olduğunu farketmiştim. Orta sehpadaki yarılanmış şişeye ilerlediğimde Ares dikkatle beni izlerken yumuşak tavrıyla "Bir sorun mu var kızıl?" diye sordu. Şişeyi alarak "Evet." dedim ve şişeyi dudaklarıma yasladım. Biraz kaldırarak büyük yudumlar aldım, Ares ayaklanırken elimi uzatarak geriledim. "Yaşın tutmuyor deme bana, yaşımın nelere tuttuğunu hayal dahi edemezsin. Otur." Baskın ve sert tavrım Ares'in afallamasına neden olurken oturdu, uyarırcasına "İçme." dedi. "Lütfen, Mira." Üçlü koltuğun ortasına kurularak viskiden biraz daha içtim, yemek borum boyunca ilerleyen yanık hoşuma giderken ikisine dikkatle baktım. "Henüz reşit olmayan küçük bir kız çocuğu olabilirim ama bundan ibaret değilim, bir aptal da değilim. Benim hakkımda konuşulacağı belliyken yatağımda oturup öylece bekleyeceğimi zannetmediniz umarım." Gözlerim Pars'a kaydı. "Şu savaşı anlat lütfen." Pars kadehini bitirerek yanıma geldi ve bardağını uzattı. Kadehini doldurdum, şişeyi kafama dikerek biraz daha içtim. Alaycı diliyle "Aman dikkat, sarhoş olma." dediğinde dudaklarım alayla kıvrılmıştı. Pars, Ares'in yanına ilerleyerek oturdu. Sessizce beni izleyen Ares'e baktığımda sanki ona bakmamı bekliyormuş gibi konuşmaya başladı. "Savaş falan yok, Mira. Seninle ilgili hiçbir şey yok." Başımı ağır bir ifadeyle sallarken "Gerizekalı mısınız siz?" diye sorduğumda ikisi de afallamıştı. Ares'in gözlerine baktım. "Ben sana dedim ki, Kenan'ın her şeyini biliyorum. Bunu neden dedim? Beni kullanman için dedim." Biraz daha içerek sağ bacağımı diğerinin üzerine attım ve hafifçe sallamaya başladım. "Kenan'ın tüm evlerini biliyorum. Kaç çalışanı var, o evlerde kaç kadın kaç çocuk var biliyorum. Yerlerini biliyorum, kimlerin yönettiğini ve o evleri kimlerin ziyaret ettiğini biliyorum." Pars kaşlarını çatarak "Neden biliyorsun tüm bunları?" diye sorduğunda omuz silkerek "Kenan beni sever." demiştim. "Önceden beni müşterilerine sunardı. Bu yüzden en başta yüzüme dokunmazdı." Ares'in kaşları çatıldığında "Merak etme." dedim sakince. "Hiçbiri bana dokunmadı, dokunamadı. Küçük ve sıradışı bir kızı hepsi istedi ama Kenan'ın gözünde ben dünyalara bedeldim. Yani beni bir gece için alabilmek uğruna milyonlar saydılar ama Kenan onları dahi duymadı. Hiçbirinin bana dokunmasına izin vermezdi, tek derdi gövde gösterisiydi. Bunun babama ulaşmasını istiyordu, babamdan korkuyordu ama onun namusuna ve şerefine bu yolla leke sürebileceğini zannediyordu." Biraz daha içtim, sertçe yutkundum. "O adamlarla yanımda konuşmuşluğu da var, çalışma odasında konuşmuşluğu da." Ares'e çevirdim bakışlarımı. "Aradaki duvar kağıttan sayılır, sadece bir paravandır. Adım seslerini dahi duyardım, neleri duyduğumu sen düşün." Ares başını sallarken kararlılıkla "Hayır." dedi. "Seni kullanmayacağım. Neleri bilirsen bil, kim olursan ol. Kenan'a karşı seni kullanmayacağım." Gözlerimi dahi kırpmadan gözlerine bakarken "Korkuyor olabilirim." dedim. "Bir kız çocuğu olabilirim. Kabuslarla uyanıyor olabilirim ama hala o kabusları yaşayanlar varken burada süs bebeği gibi oturmamı bekleme. Ben savaşarak doğdum, sen mi engel olacaksın bana?" Viskiden biraz daha içerek ayağa kalktım, Ares'e ilerledim. Yeşilleri üzerimden ayrılmazken ona ulaştığımda başını kaldırmıştı. Sol elimle yanağından kavradım ve nazikçe okşadım. "Ya beni de bu savaşa dahil edersin ve elime bir silah verirsin ya da ben hemen şu an evime gider Kenan'a karşı kendim savaşırım. Tercih senin, Aladağ. Ya kozunu kaybedersin ya da kozunla savaşırsın. İki tercihinde de kazanan ben olacağım, bu yüzden kazanmak istiyorsan yanımda ol." Geriledim, sert adımlarla salondan çıkarak merdivenlere ulaştım. Viskimden içe içe sanki yanmıyormuş gibi içimi biraz daha yakarak odama girdiğimde kendimi yatağıma bırakmıştım. Saniyeler geçti, dakikalar geçti, viski bitti, dahil olmak istediğim savaşın tarafları dahi nefesimi kesmeye yetti. Saniyeler geçti, dakikalar geçti, saati devirdi. Kapım tıklatıldıktan sonra sessizliğimin ardından odaya Ares girmişti. Elinde cam bir kase vardı, kasenin içinde de yemyeşil üzümler. Sabah ağzımı sulandıran üzümler şu an hiçbir şey hissettirmiyordu, vaktinde gelmeyen hiçbir şey önemli değildi. Kapıyı kapatarak bana yaklaştı, kaseyi komodine koyup komodin üzerindeki ilaçlarımı alarak yatağa oturdu. Eldivenlerini çıkartışını izledim, bu kez önce bacaklarımdan ve ayaklarımdan başladı. Bileklerimden kavrayarak kollarımla da sırayla ilgilendi. Parmakları önce gerdanımda sonra boynumda dolanmış ve en sonunda yüzüme sürmüştü. İnatla gözlerine bakmaya devam ettim, Ares bir kez olsun gözlerime bakmadı. Alkolün uyuşturduğu hissiz sesimle "Sanırım bu gece evime dönüyorum." dediğimde bunu söyler söylemez gözlerime baktı. "Daha iyileşmedin. Hatta, başka yaraların oldu." Alerjimden bahsettiğini anlarken umursamazca omuz silktim. "Alışkınlar onlar buna. Sadece sırtım kaldı, Barlas sarar benim yaralarımı." Ares eline kremi alarak yüzüme sürmeye başladı, bu kez aşağıdan geldiği yolu yukarıdan indi. Tüm bedenime krem de sürerek banyoya girmiş, ellerini yıkadıktan sonra geri gelmişti. Eldivenlerini giyerek ilaçlarımı komodine koyduğumda Ares "Gidersen ne yapacaksın?" diye sordu. "İntikam peşinde mi koşacaksın? Bahsettiğin savaş bu muydu?" Elimle yerde duran savaşımı gösterdim. "Bahsettiğim savaş o'ydu, savaş tanrısı. O evde kurduğum savaş ayaklarının altında yatıyor." Ares gözlerini bir kısmı görünen tamamlanmış savaşıma baktı. "Yani gitsen de kalsan da aynı şeyi yapacaksın?" Başımı onaylarcasına sallarken "Pars'la bunca saat konuştuysanız bir karar vermişsinizdir." dedim. "Konuşmadığına göre evime gitme zamanım gelmiş demektir." Keskin diliyle "Hayır." dediğinda kaşlarım çatıldı. "Gitmeyeceksin." diye devam etti. Bunu bir karar verdiği için mi yoksa gitmemi istemediği için mi söylediğini anlayamadım. Belki de az önce sorduğu sorunun nedeni blöf yaptığımı düşünmesiydi. Korkularımın içime işleyişini biliyordu, eve gitmek istemediğimi biliyordu ancak onu kandırıp kandırmadığımı bilmiyordu. "Gitmeyecek miyim?" diye sordum saf ancak yalan bir şaşkınlıkla. Vereceği yanıtı biliyordum zaten. Beni koruma konusunda bu kadar keskin fikirleri olan Ares elbette tek başıma savaşmama izin vermeyecekti. Savaşacaktım ancak onun koruması altındayken savaşmalıydım. Bu nedenle beni bırakmayacağını ve ne istersem isteyeyim kabul edeceğini biliyordum. "Gitmeyeceksin." diyerek yüzüme doğru eğildi ve eldivenli eliyle saçlarımı okşamaya başladı. "Gitmene izin vermem. İyileşene kadar kalacaktın, gerekirse izlerinin geçmesini dahi beklerim." "Ya izleri kalırsa, hiç geçmezse?" Bu sorum gerçekti, Ares'e sunduğum maskelerimin dışındaydı. Zaten acılarım hiçbir maskemin ardına sığmazdı. "Sonsuza kadar kalıp kalamayacağını mı soruyorsun?" diye sordu. "Kalabilirsin." Usulca gülümsediğimde birden bire "Özür dilerim." demesiyle afalladım. "Pars yerine." diye devam ettirdi. "Sana dokunmamalıydı, öyle bir şey yapacağı aklımın ucundan geçmedi. Bir sorun oldu mu? Seni rahatsız etti mi?" Başımı uysalca iki yana sallarken yeniden dürüst olarak "Bilmiyorum." dedim. "Hem rahatsız etti hem de etmedi. Eldivenlerinin olmaması kriz geçireceğim kadar rahatsız etmiş olabilir. Onun dışında anormal bir şey yoktu." Çatık kaşlarıyla "Sana çok yaklaşmıştı." dedi. "Dibindeydi, bu seni rahatsız etmedi mi? Simay'ın sana yaklaşmasını dahi istemiyorsun ama Pars'ın sana bu kadar yakın olması ve temas etmesi sorun olmadı mı?" Başımı iki yana sallarken "Olmadı." dedim. "Hastaneleri sevmediğim gibi doktorları da sevmiyorumdur belki ben. Olamaz mı?" Ares dikkatle gözlerime bakarken dilinin ucuna gelenlerden vazgeçerek "Savaşmak mı istiyorsun?" diye sordu. "Savaşalım. Ama en başından söyleyeyim, senin tüm sorumluluğun bende olacak. Eğer bunu kabul ediyorsan birlikte savaşacağız." Kaşlarım çatıldı, "Liderim komutanım falan mı olacaksın anlamadım?" Ares başını iki yana sallarken "Hiçbiri." dedi. "Ben sana hükmedemem, kızıl. Bakışlarınla dahi bunu haykırıyorsun. Sadece senin tamamen benimle olacağını söylüyorum. Yanımdan ayrılmayacaksın, seni riske atabilecek hiçbir durumda bulunmayacaksın, önünde kalkanın olacağım. Yaptığın ve yapacağın her şeyden ben sorumlu olacağım. Yani bu savaşta biz bir olacağız. Anladın mı?" Hatalar yapabileceğimi, bir şeyleri batırabileceğimi zannediyordu ve belki de bunun önlemini bu yolla almıştı. Haklıydı da, krizlerim belliyken neler yapabileceğimi ben dahi tahmin edemezdim. Pimi çekilmiş bir bombaydım ve patlayacağım an kendime dahi sürprizdi. Ares'in beni bu işe dahil etmesi aptallıktan başka bir şey değildi. "Anladım." dedim, içimden geçenlere inat. "Sen bensin, ben de sen. Kime karşı alıyorsun bu önlemi? Pars'a karşı mı yoksa beni tamamen koruyabilmek için kendine karşı mı?" "Bu bir önlem değil." diyerek geriledi. "Senin ellerinde silahların olmayacak, ellerinde silahları olan kalkanın olacak. Bu nedenle sen bensin ben de senim." Eli tenimden ve saçlarımdan ayrılırken Ares ayaklanmıştı. Benim sözlerimi bana karşı kullanmasını fazla önemsemedim ancak gülümsedim. "Kalkanım mı olacaksın?" diye sorduğumda pencereye ilerledi, camı açarak cebinden sigara paketi çıkarttı. Kendisine bir dal yakarken başını onaylarcasına sallamıştı. Aklından neler geçtiğini anlayamazken bedenimi ona çevirdim ve bağdaş kurarak geceliğimin eteklerini düzelttim. "Köpeklerim yine ahırda, atların yanında mı?" "Evet." dedi. "Et dışında bir şey yemiyorlar." "Kenan'ın köpekleri onlar." dediğimde kaşları çatılmıştı. İsmini ağzımdan duymaya dahi tahammül edemiyordu. "Benim gardiyanlarım." diye devam ettim. "Kaçmamam için başımda duruyorlardı. Kenan onlara çiğ et verirdi ama bu bir hayvan eti olmazdı. İnsan yedirirdi." Ares hayretle bana baktığında omuz silktim. "Bazılarını izlemesi keyifliydi. Adamı atardı köpeklerin önüne, onu parçalamalarını izletirdi bana. Suçlarını anlatırdı, eğer benim gözümde günahkarlarsa zevkle izlerdim. Bir tek o zaman gülümserdim Kenan'a. Benim gülümsememi görmek için çabalardı." Ares kaşlarını derince çatmış beni izlerken "Korkmaz mıydın?" diye sordu. "İnsanları öldürüp yiyen köpeklerle aynı odada kalmaktan, insanları parçalayışlarını izlemekten korkmaz mıydın?" "Onlar benim çocuklarım." diyerek başımı dikleştirdim. "Hiçbir zaman korkmadım onlardan. Yemeğimi suyumu paylaştım, sevdim. Eğer bir yaratığa sevgi verirsen zamanla sana bağımlı olur çünkü onu yaratığa çeviren yoksunluk sevgidir. Kenan'ın gardiyanlarını kendi çocuklarım yaptım. Öyle ki, tek bir el hareketimle Kenan'ı öldürmelerini sağlayabilirdim." "Neden yapmadın?" "Yapacağım." dedim, uysalca. "Ama sadece çocuklarım yetmez. Benim amacım onu öldürmek olsaydı bunu bin kez yapabilirdim. Yapmak istemedim. Ölmesini değil, acı çekerek yaşamasını ve bana ölmek için yalvarmasını istedim." Çünkü ben ona yalvardım. Ares sigarasından bir nefes aldı, dalı dudaklarından ayırdıktan sonra dumanı havaya saldı. Dikkatle yüzümü seyretmeye devam ettiğinde "Ne?" diye sorarak başımı hafifçe sağa sola salladım. "Niye öyle bakıyorsun?" "Çözemiyorum seni." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Korkuyorsun." diyerek sigarasından içti. "O kadar korkuyorsun ki, korkudan ölebileceğini zannediyorum. Sonra bir an geliyor, sanki hiç korkmamışsın gibi. Tüm dünyaya kafa kaldıracak kadar cesur oluyorsun." Yüz ifadem değişirken kaşlarımı düzelttim, usulca gülümsedim. "Belki de hem korkak hem cesurumdur." Başını ağır bir ifadeyle salladı. "Öylesin. Seni parçalayabilecek köpekleri sevebiliyorsun. Onlarla oynarken kendini yakabiliyorsun. Hayatımda gördüğüm en tuhaf kadınsın." "Kız çocuğu değil miyim?" diye sorduğumda gülümsedi, "En tuhaf kız çocuğusun." diye düzeltti. "Bazen fazla olgun davranıyorsun, ben dahi unutuyorum küçük bir kız olduğunu." "Kaç yaş var aramızda?" diye sordum. "Ne zaman doğdun?" "1994." dedi. "14 Şubat 1994." Kaşlarım havalanırken "Beş yaş." dedim. "Aramızda sadece beş yaş var ve sen bana kız çocuğu mu diyorsun? Bari on yaş falan olsaydı." Ares alayla gülümserken "14 Şubat'ı duyup sevgililer gününde mi doğdun yani demeyen ilk insansın." dediğinde afallamıştım. "Güzel bir tarihte doğmuşsun. Sevgilin şanslı, tek hediye alsa yeter." Ares gülerek "İşte bunu diyerek herkes gibi oldun." dedi. "Maalesef kızıl, tek hediyeye de razıydım ama hiçbir doğum günümde sevgilim olmadı." Hayretle gözlerine bakarken "Hediye almamak için mi terk ettiler yoksa seni?" diye sordum. "Can da sevgilisini hediye almamak için terk etmişti. Çok üzücü olmalı. Alt tarafı bir hediye halbuki." Sorum Ares'in yeniden gülmesini sağlarken başını iki yana salladı. "Sadece bir sevgilim oldu, kızıl." Sigarasından derin bir nefes alırken gülümsemesi solmuştu. Yeşillerine yerleşen hüzünü anlamlandıramadım. "O da doğum günümden kısa bir süre önce gitti." Gitti dediğine göre terk edilmişti ve gözlerindeki hüzün hala onu unutamadığını gösteriyordu. Ares Aladağ hakkında hiçbir zaman çapkın olduğunu duymamıştım, hatta bir sevgilisi olduğunu dahi öğrenmemiştim. Yeşillerindeki hüzün hoşuma gitmedi, onu keyiflendirmek isterken "Hediye almamak için ayrılmış işte." dedim. Ares gülümsese de bakışlarındaki hüzün kaybolmadı. "Hala onu seviyorsun." diyerek başımı sol omzuma doğru eğdim. "Bir kadını unutmanın en iyi yolu nedir, biliyor musun?" "Başka bir kadın mı?" diye sordu alayla. "Herkes bunu söylüyor, kızıl. Başka bir şey dersin umarım." Başımı iki yana sallarken "Ben buna karşıyım." demiştim. "Eğer kalbinde biri varsa, ondan başkasıyla olmamalısın. Sebebi her ne olursa olsun, başka birine haksızlık edilmesine katlanamam." "Yolun ne o halde?" diye sorduğunda gülümsedim. "Sen Kerim'i bana ver, gerisi sürpriz olsun." Ares anlayamayarak kaşlarını çattığında omuz silktim. "Bakma öyle. Babamın taktiğini uygulayacağım." Ares başını sallayarak "Öyle olsun." dediğinde bedenimi yana devirerek yatağıma uzanmıştım. Bacaklarımı uzattım, ellerimi yüzümün altında birleştirdim ve gözlerimi usulca kapattım. "Ne oldu?" diye sordu. "Birden yattın, bir şey mi oldu?" Sadece uzanmamla dahi ne kadar korktuğunu ve endişelendiğini sesinden anladım. Birlikte ne kadar zaman geçirirsek geçirelim Ares'in endişesine alışamayacakmışım gibi hissediyordum. Başımı uysalca sallarken "Sadece canım yanıyor." dedim. "Geçer." Ne zaman geçti, Mira? Ne zaman geçecek? Adım seslerini duydum, yatağın hemen önümde kalan boşluğuna oturdu. Kabuklanmış derimde dudaklarını hissederken gözlerimi uysalca araladım. Sağ yanağıma uzunca bir süre bastırdı dudaklarını, ardından minik öpücükler kondurdu yanağımın geri kalanına. Kısık çıkan sesimle "Geçsin diye mi öpüyorsun?" diye sorduğumda Ares dudaklarını şakağıma kaydırarak öptü. "Geçmez mi?" "Her yerimi mi öpeceksin?" diye sordum kaşlarım merakla havalanırken. "Hani öpmek normal değildi?" Ares birkaç saniye tereddütle gözlerime bakarken "Ben yaraların geçsin diye öpüyorum." dedi. "Bence bunu normal sayabiliriz. Sayamaz mıyız?" "Peki sen öpünce yaralarım geçecek mi?" "Geçmez mi?" diye sordu yeniden. "Geçmez." diyerek yutkundum. "Belki onun izleri geçer ama yaralarım geçmez. Sen ilaç değilsin ki, öperek geçmez yaralar." Yüzümü diğer tarafa çevirerek bedenimi de çevirdim. "Berbat göründüğümü biliyorum. Bana bakmana dahi tahammülüm yokken böyle yapma. İyi hissettirmiyor, görmediğim yaralarımı hissettiriyor. Ve geçmiyor. Sanırım annen yalan söylemiş, öpünce geçmezmiş. En azından bazı yaralar geçmezmiş." Ares üzerimden eğilerek yüzüme baktığında ellerimle yüzümü kapattım. "İki gün gelme, görme beni." Yüzüme kapanan ellerim nedeniyle sesim boğuk çıkarken Ares bileklerimden kavradı ancak hiçbir çaba harcamadı. "Neden ki?" diye sordu masum masum. "Çirkinim çünkü." dedim. "Bir hanımefendi asla çirkin görünmemeli." Ares gülerken "Sence en çirkin hallerini görmedim mi kızıl?" diye sordu. "Morluklar vardı, kabuklar oluştu. Hiçbir şey değişmedi benim için. Hem, demek bir hanımefendisin ha?" Parmaklarımı aralayarak yüzümü açmasam da onu görebilecek kadar boşluk oluşturdum. Parmaklarımın arasından Ares'e bakarken "Tabi ki ben bir hanımefendiyim." dedim. "Madam bunu duyarsa çok kızar sana. Bir hanımefendiyle böyle konuşulmaz." Ares gözlerime bakarken gülerek "Madam da kim?" diye sordu. "Hanımefendilik kursunun başkanı mı yoksa?" Başımı uysalca sallarken "Benim kursumun başkanı." dediğimde bileklerime ufak bir baskı uygulayarak ellerimi yüzümden çekti. Canım acımasın diye izin verdim çekmesine, çürüyen bileklerime güç harcayacak canım dahi yoktu. Yüzüme dikkatle bakarken "Çirkin değilsin." dedi. "Evet biraz kızardın, balık gibi oldun ama yine de çirkin değilsin." "Ya Ares." diye sayıklayarak ellerimi yeniden yüzüme çekmeye çalıştığımda bana izin vermedi. "Bu dünyada gördüğüm en güzel kızlardan birisin." derken ciddiyetle yüzüme bakıyordu. "Bunu seni kandırmak için söylemiyorum. Hatta gördüğüm en güzel üçüncü kadın olabilirsin." "İlk iki kim?" diye sordum. "Neden birinci değilim?" Ares hafifçe gülümserken "Annem ve kardeşim." dedi. "Maalesef, kızıl, dünyanın sekizinci harikası olsan da benim annemle kız kardeşimi geçemezsin." Bileklerimi usulca bırakarak "Sana yemin ederim," dedi. Beni ikna etmek için, iyi hissettirmek için neler yapabileceğini merak ediyordum. "Kendini benden sakınman için hiçbir sebep yok. Kaç kez yara alırsan al, seni iyileştireceğime söz verdim. Sadece yaralarını görürüm, onları iyileştiririm. Benim gözlerim senin güzelliğini görmez." "Pot kırdın." dediğimde yüz ifadesi değişirken anlamsızca baktı bana. "Senin gözlerin benim güzelliğimi görmediği için mi hayatında gördüğün en güzel üçüncü kadınım?" Dudaklarında alaycı bir tebessüm oluşurken "Kurnaz mısın sen?" diye sordu. Burnuma bir fiske atacak oldu, yaralarımı farkederek durdu. "Pot kırmadım kızıl. Bahsettiğim şeyler bir değil." Omuz silktiğimde uzanarak burnumun ucundan öptüğünde afalladım. "Bir daha sakın benden çekinme, duydun mu? Dünyanın en çirkin kadını da olacak olsan, yüzünü gizleme. Utanma. Hem bilmiyor musun, hanımefendiliğin birinci kuralı kendinden asla ama asla utanmamak ve insanlardan gizlenmemektir. Özellikle de savaş tanrılarından gizlenmemelisin." Kıkırdarken "Nerede yazıyor o?" diye sordum. "Öyle bir kural olsa eminim ki Madam bana öğretirdi." Gülüşüm onun da gülmesini sağlarken "Yazıyordur bir yerlerde." dedi, umursamazca. "Ne önemi var, birinci kural yapmışlar işte. Bir beyfendi olarak ben bile biliyorum, öğrenememiş olmanı hiç yakıştıramadım. Çok ayıp." Kıkırdarken elimi onun gözlerine ilerlettim ve gözlerini kapattım. "O kitapta savaş tanrılarının gözlerini kapatmak hanımefendiliğe aykırıdır yazmıyordur herhalde. Ben senin gözlerini kapatırım böylece beni görmezsin." Ares gülerken ellerimden kavrayarak indirdi ama bırakmadı. "İzin vermem ki." dediğinde keyifsizce gülerken "Madam benim dadım." dedim. "Fransız, Fransa'nın en köklü ailelerinden birinin en küçük kızıymış. Saray kurallarıyla büyümüş. Annemi o büyütmüş." Tüm keyfim sönerken derin bir nefes aldım. "Beni de Madam büyüttü. Doğduğum andan bu yana hep yanımdaydı. Umurunda olan şey iyi olup olmamam değil, iyi görünüp görünmememdi. İçim kanasa da dışımda çiçekler olmalıydı." Ares ellerimi bırakarak doğrulduğunda bedenimi çevirerek sırtüstü uzandım, gözlerimi Ares'e sabitledim. "Alerji olduğumda geçene kadar hiçkimsenin beni görmesine izin vermezdi. Yatağımın tavandan sarkan cibinlikleri vardı, o perdeleri çekerdi ve hiçkimse beni göremezdi. Bazen bir gün bazen bir hafta kalırdım o yatakta, tamamen iyileşene dek hapsolurdum." "Sana yaralarından utanmayı, çekinmeyi öğretmiş." diyerek sıkıntıyla nefeslendi. "Burada tüller perdeler yok. Burada çekinmen gereken insanlar yok. Sadece ben varım ve ben sana bakarken yaralarını görmüyorum." Eğilerek başımda uzun bir öpücük kondurdu. "Dinlen, kızıl. Ben de senin için yemek hazırlatayım. Kerim kapıda bekleyecek, birazdan gelirim." "Pars'la plan kurmaya gidiyorsun, değil mi?" diye sorduğumda yataktan kalkacakken duraksadı. "Hayır." dedi, sakince. "Pars gitti, başka bir işim var." Başımı usulca sallayarak onay verdiğim an ayağa kalktı, camı kapattıktan sonra odadan çıktı. Saymaya başlayarak on dakika boyunca bekledim, "Kerim!" diye bağırdım. Anında kapı açılırken Kerim odaya girdi ve endişeyle "N'oldu Mira Hanım?" diye sordu. Yüzümü farkederken hayretle bakmaya başladığında yutkundum, nasıl göründüğümü yoksayarak sahte bir panikle "Kapıyı kapat, çok gizli." dedim. Kerim kapıyı kapattığında "Gel buraya." dedim, bana yaklaştı. "Berjeri çek ve otur." Hiç sorgulamadan dediklerimi yaptığında doğrularak oturdum ve bedenimi ona çevirdim. "N'oldu Mira Hanım?" diye sordu yeniden. "Plan kuracağız." dedim, masumca. "Bak şimdi, Ares'e sürpriz yapacağım ama hemen değil. Önce iyileşmem lazım, üç gün sonraya diye anlaşalım garanti olsun." Kerim anlayamazken "İyi de abimin doğum gününe çok var." dedi. "Neyin sürprizi bu?" Gözlerimi devirerek "Konu abinin doğum günü değil Kerim." dedim ve Kaptan'ın yolunda giderken yapacaklarımı ona anlattım. Kerim basit planımın sonunda gülümseyerek ayağa kalktı. "Yalnız mı olacaksınız Mira Hanım yoksa Pars Bey ya da Ares Bey'in diğer arkadaşları olacak mı?" Kaşlarım çatılırken "Aslında olsalar daha iyi. Baş başa yapılacak bir plan değil bu, kalabalık olunmalı." dedim. "Ama bilmiyorum." Kısa bir an düşünerek başımı kaldırdım. "Vazgeçtim olmasın. Ben tanımıyorum arkadaşlarını." Kerim başını onaylarcasına sallayarak "Siz emri verir vermez planı uygularım Mira Hanım." dedi. "Başka bir isteğiniz yoksa görev yerime geçmeliyim." "Görev yerindesin zaten. Senin görevin benim. Otur." diyerek parmaklarımla oturmasını işaret ettim. "Daha konuşacağız seninle. Hemen gitmeye çalışıyorsun, o kadar mı korkunç görünüyorum?" Kerim afallarken "Estağfirullah." diyerek oturdu. "O ne demek Mira Hanım?" Omuz silkerek dikkatle ona bakmaya başladım. "Kaç adam var bu evde? Ben yirmi iki saydım ama göremediklerim de olmalı. Alan çok büyük." Kerim afallarken "Neden soruyorsunuz?" diye sorduğunda "Kendi güvenliğimle ilgili detayları merak ediyorum." dedim. "Askerlerle büyüdüm ben, güvenlikten anlarım. Sen bana güvenliğimi nasıl sağladığınızı anlat." Kerim tereddütte kalırken "Bunu Ares Bey'le konuşmalısınız." dedi. Keskin dilimle "Hayır, seninle konuşuyorum." dedim. "Anlat. Birkaç hatanız var, sen bana sisteminizi anlat ben de geliştireyim." Kerim kaşlarını çatarak "Hatalarımız neler?" diye sorduğunda "Bilgiye karşılık bilgi." dedim. Kerim birkaç saniye bana baktı, "Size bu bilgiyi veremem." dedi. "Ares Bey'le konuşmalısınız." "Bekle burada." diyerek ayaklandım, Kerim "Nereye Mira Hanım?" diye sorarken kapıya ilerledim. Kapıyı açarak "Ares!" diye bağırdım. Bir iki saniye bekleyerek daha yüksek sesle yeniden "Ares!" diye bağırdığımda nefesim kesildi, derin ve sesli bir nefes aldım. Ares koridorun sonundaki bir odadan telaşla çıkarak bana baktı, "Noldu?" diye sorarken bana doğru yaklaştı. O odanın kilitli olan oda olduğunu anımsadım, içeride ne vardı merak etmiştim. Kapımın etrafına ve koridora bakındı. "Kerim nerede?" Sakince "Odamda." dedim. "Bana güvenlik sisteminizi anlatmıyor. Söyler misin ona anlatsın." Ares afallarken "Güvenlik sistemi mi?" diye sordu. "N'apacaksın güvenlik sistemimizi?" "Geliştireceğim." diyerek omuz silktim. "Evinde kimi sakladığını bilsen Türk ordusunu kapıma yığardın Aladağ. Neyse ki buna gerek yok. Kerim'e söyler misin bana güvenlik sisteminizi anlatsın. Hatalarınız var, düzeltmem gerekiyor." Ares kaşlarını derince çatarken "Birincisi, Türk ordusu neden senin kapına yığılsın?" diye sordu. "İkincisi, ne hatalarımız varmış? Bana anlat." Gözlerimi devirerek "İspanya Kraliçesiyim ben." dedim ve alayla gülümsedim. "O yüzden karumaları gerekiyor." Ares garip bir ifadeyle bana baktığında güldüm. "Şaka bir yana, bizzat Kerim'le konuşmak istiyorum. O zaten sana anlatır her şeyi. Şimdi söyler misin Kerim'e?" Gözleri üzerimde gezindi, yüzüme ve saçlarıma bakındı. Uzun uzun beni izlerken sanki bir şeyi anımsamak istiyormuş gibi gözlerini kısmıştı. Herhalde bir tehdit olmadığıma ikna olarak yanımdan geçip kapıyı araladı ve hazırolda duran Kerim'e baktı. "Mira Hanım ne istiyorsa onu yapın. Hatalarımız neymiş, onu da öğren." Kerim başını eğip kaldırarak "Emrin olur abi." dediğinde Ares geriledi, yüzüme kısa bir an bakıp "Buyrun İspanya Kraliçesi," diyerek eliyle odamı gösterdi. "Ev serin, üşümeyin." Ares sıcağı pek sevmiyordu, bu yüzden benim kaldığım oda hariç evin geri kalanı serindi. Hatta benim odamda boğulup durmadan cam kenarında oturuyordu. Ben de boğuluyordum aslında ama bir yandan da sıcak iyi hissettiriyordu. Kıkırdayarak odaya girdim, Ares bana dudaklarına yerleşen hoş gülümsemesiyle bakarken aniden kapıyı yüzüne kapattım. Kerim'e dönerek "Duydun Ares'i." dedim ve yatağıma ilerledim. "Şimdi, otur lütfen." Kerim karşıma oturarak dikkatle bana bakarken cebinden telefonunu çıkarttı. Bir yerlere girerek evin uydu görüntüsünü açtı, bana doğru yaklaştı. Elini uzatarak görüntüyü bana gösterirken "Çiftliğin tamamı bu." dedi. Telefonunun kalemini çıkartarak kalemle göstermeye başladı. "Burası ön kapı, ana kapı. Orada güvenlik kulübesi var. Ön kapıda ve çevresinde toplam on adamımız bulunuyor. Hepsi silahlı." Başımı usulca sallayarak onu anladığımı belirttim. Kalemi kaydırarak "Şurası da arka kapı." dedi. "Ahırın sol tarafında kalıyor. Ares Bey ata binmek istemedikçe kapı kullanılmıyor ve kilitli. Yine de orada dört adamımız var. Yirmi iki adam saymıştınız, toplam kırk adamımız var. Nöbet saatlerine göre yer değiştiriyorlar. Yirmi yirmi olarak ayrılıp değişim yapıyorlar. Toplam on dört adamımız kapılarda nöbet tutarken geri kalan altısı duvarlarda bulunuyor. Kamera odasında çalışanlar bu sayıya ve vardiyaya dahil değil. Pars Bey'in adamları da çok yakında bize dahil olacaklar." Şaşkınca "Bu kadar mı?" diye sorduğumda başını salladı. "Evet Mira Hanım. Ne beklemiştiniz?" Ona bakarken "Sizin birkaç hatanız yok ki." dedim. "Kökten hata dolusunuz." Kerim anlayamazken gözlerimi devirerek "Adamları bahçeye topla." dedim. "Kapıları tamamen kapatın, kilitleyin. Kısacası çiftliğin kepenklerini indirin. Herkesi topla. Kırk adamı da karşımda görmek istiyorum." Kerim kaşlarını çatarken ayağa kalkıp dolabıma ilerledim. "Ne yapacaksınız?" diye sorduğunda dolabın kapaklarını açarak "Vardiyaları düzenleyeceğim." dedim. "Adamları görmek istiyorum. On dakikan var." "Ama Ares Bey," Sözünü sertçe kestim. "Ama Ares Bey, Mira Hanım ne isterse onu yapın dedi." Kerim tereddütle kalkarak odadan çıktığında soyundum, siyah bol paça bir pantolon giydim. Üzerime siyah balıkçı yaka, ince bir kazak bularak giymiş ve eteklerini pantolonumun içne sokmuştum. Belime bir kemer takarak sıktım, pantolonun esaretimde kilo verdiğimden iyice incelen belimden düşmesini engelledim. Siyah spor ayakkabıları yara olan ayaklarım nedeniyle güçlükle giyerek üzerime deri ceket geçirmiştim. Şapka aradım, bulamadım. Deri eldivenler giyerek odadan çıkıp Ares'in çıktığı odaya ilerledim, kapıyı tıklattım. "Gel, Mira." diye seslendiğinde benim geldiğimi nereden anladığını kavrayamadım, uysalca odaya girdim. Ahşap mobilyalarla döşenmiş, sarı ışıklı odaya girdiğimde neler olduğunu bilmediğim makineler ve cihazlar görürken çalışma masasında oturmuş, masa lambasının beyaz ışığı altında duran adama baktım. Yeşilleri üzerimde dolandı, gecelik dışınca bir kıyafetle karşısında durmamı garipseyerek inceledi ve en sonunda yüzüme baktı. Göz göze geldiğimiz an içimdeki merakı dindirmek adına "Nereden anladın benim geldiğimi?" diye sordum. "Kapıya beş kez vurmandan." dedi, göz ucuyla beni inceledi ve üzerimdekileri işaret etti. "Nereye gidiyorsun?" "Bahçeye." dedim. "Şapka isteyecektim senden." "Akşam olmak üzere, şapkaya gerek yok." dediğinde başımı iki yana salladım. "Yüzümü kapatmak için istiyorum." Ares elindeki nesneyle taşı bıraktığında merakla "Ne yapıyorsun?" diye sordum. "Mücevher." diyerek ayaklandı, ellerini füme rengi bir havluya sildi. Afallarken "Mücevher mi?" diye sorarak ona ilerledim. Eldivenlerini giydi. "Nasıl yapıyorsun? Ne yapıyorsun?" Ares bana yaklaşarak bedenimden kavradı ve beni kapıya çevirdi. "Öylesine çalışıyorum. Başka zaman gösteririm, bahçeye inecekmişsin şimdi." Tavrıyla afallarken beni odadan aceleyle çıkartıp kapıyı kapatmasıyla daha fazla şaşırmıştım. Beni kendi odasına yönlendirdi, sessizce ayak uydurdum. Odaya girdiğimizde beni bırakarak kendi gardrobuna ilerledi, kapaklarını açıp kurcaladı. Siyah bir kep çıkartarak bana gösterdiğinde "Olur." dedim. Yanıma geldi, şapkayı başıma taktı. Fazla bol olduğunu farkederek çıkarttı ve arkadaki çıtçıtını en sonda tutturdu. Yeniden başıma taktığında tam olmuştu. "Oldu." diye mırıldandığımda ellerini başımdan çekmek yerine kalçama uzanan saçlarımı düzeltti. "Seninle gelmemi ister misin?" Yalnız kalmamam için benimle gelmek istiyordu ancak onu çağırmadığım için tercihi bana bırakıyordu. Başımı iki yana sallayarak "Hayır." dedim. "Mücevher yap sen. Kerim yanımda olacak. Çocuklarımla ilgileneceğim." Ares başını onaylarcasına salladığında odadan çıkmıştım. Peşimden çıktı, ben merdivenlere ulaştığımda diğer odaya girdi. Yavaş adımlarla bahçeye indiğimde Kerim'in kırk adamı da bahçeye dizdiğini gördüm ve karşılarında durdum. Şapkamın altından hepsini incelerken gözüme kendi adamlarımı, Ares'in içine sızdırdığım ve kendi yetiştirdiğim casuslarımı belirledim. Zaten onlar askeriyeye özel olarak seçilip eğitim aldığından diğerlerinden daha uzun ve iriydiler, anında dikkat çekiyorlardı. Altı adamımı gözüme kestirdiğimde Kerim "Şimdi napacaksınız?" diye sordu, sessizce. Ağır adımlarla ilerleyerek adamların arkasına geçtim ve kendi adamlarıma kimseye çaktırmadan dokundum. "Tek vardiya olmayacak." diye konuşmaya başlarken fazlasıyla ciddiydim. "Ekipler ve vardiyalar sürekli güncellenecek." Önlerine geçerek Kerim'e baktım. "Kendime ait adamlar seçmek istiyorum. Tamamen benim güvenliğimle ve isteklerimle ilgilenecekler. Konsortluk edecekler. İznin var mı?" Kerim "Ares Bey'in emriydi zaten." diyerek başını salladı. "Adamları seçmiştim ancak eğer istiyorsanız kendiniz seçebilirsiniz." Altı adamımdan iki tanesini seçerek "En iri olanları istiyorum." dedim. Parmağımla onları gösterdim. "Sağdan sekizinci ve on dördüncü. Lütfen öne çıkın." Adamlar ufak bir hesap yaparak öne çıktıklarında Kerim "Oğuz ve Sancar." dedi. "İyi adamlardır. Onları mı istiyorsunuz?" Tereddütle bakarken "Atışları nasıl?" diye sordum, bana silah tutmayı öğreten adamlar için. "Yakın dövüşte nasıllar?" diye devam ettirdim, bizzat dövüştüğüm adamlar için. Kerim "Oldukça iyiler." dedi. "Ares Bey adamlarını kendisi test eder, kolay kolay beğenmez. İkisi de ilk mülakatta gözüne girecek kadar yeteneklilerdi." "Beğendim." diye mırıldanarak Kerim'in yanında durdum. "İkisini istiyorum. Çalışma saatlerini kendim belirleyeceğim, bu normal bir iş olmayacak." Adamlara bakarak "Oğuz ve Sancar." diye mırıldandım. "Benim özel adamlarım olmayı kabul ediyor musunuz?" İkisi de baş sallarken Kerim "Kabul etmek zorundalar." dedi. Keskin dilimle "Değiller." diye ikaz ettim. "İş tanımları dışında bir görev bu, tercih yalnızca onlara aittir. Adamlar sizin köleniz değil, Kerim. Sen de bir köle değilsin. İş tanımın dışında hiçbir şeyi yapmaya zorunluluğun yok." Oğuz sert ve gür diliyle "İsteğiniz emirdir, Mira Hanım." dedi. "Size eşlik etmekten mutluluk duyarım." Bakışlarım Sancar'a döndüğünde o da beni onaylayarak "Kabul ediyorum efendim." dediğinde gülümsedim. "Merak etmeyin. Özel adamlarıma özel ilgi veririm. Hakkınız olanı biraz geç de olsa alacaksınız. Ağır ve zorlu bir çalışma süreciniz olacak. Yanımda geçirdiğiniz her gün için belirli ücretiniz olacak. Evime gittiğim gün hesabınıza yatırılacak." Kerim itiraz edercesine "Mira Hanım," diye konuşmaya başladığında bakışlarımı ona çevirdim. "Onlar artık benim için çalışacaklar, Kerim. Ares maaşlarını verebilir, benim özel hizmet karşılığıma itiraz edemezsiniz." Oğuz ve Sancar aynı anda "Sağ olun efendim." dediklerinde onlara sert bir bakış attım ancak şapkam yüzünden görmediler. Kerim'in yanında durarak "Korumaların listesini istiyorum." dedim. "Şu an nöbette otuz sekiz adamımız olacak. Vardiyaları ben düzenleyeceğim. Özel mazeretlerinizi lütfen Kerim'e bildirin, ona göre vardiyalarınızı kişisel olarak ayarlayabilirim." Adamlar başlarını sallarken geri kalan dört adamıma göz ucuyla baktım. Göz teması kurduğum an programlanmış robot gibi sağ kulaklarını hafifçe oynatmaları ve beni selamlamaları gülümsememe neden oldu. "Sizleri kendi gözlerimle görmek istedim. Yarından itibaren yeni düzenlenecek vardiyayla çalışacaksınız. Her birinizin çalışma anı farklı olacak. Görev yerlerinize dönebilirsiniz, dediğim gibi vardiya düzeninden evvel varsa mazaretlerinizi Kerim'e bildirin." Adamlar beni onaylarken Ares'in sesini duydum. "Mira. Ne yapıyorsun adamlarımla?" Omzumun üzerinden ona bakarak "Kendi güvenliğimi sağlıyorum." dedim. "Tek vardiyaya sahip nöbet hiçbir zaman güvenli değildir, saldırılarda açık verir." Ares baş işareti verdiğinde korumalar giderken benim seçtiğim iki adam kaldı. Ares onlara baktığında "Oğuz ve Sancak özel korumam oldular." dedim. "Senin değil, benim emirlerimi dinleyecekler." Bedenimi ikisine çevirerek "Gelelim sizin görev tanımınıza." dedim. Aslında ikisi de yapmaları gerekenleri biliyordu ancak Ares ve Kerim'e bunu belirtmem gerekiyordu. "Aferin, şimdi olduğu gibi her an benim emrimi dinleyeceksiniz. Gözünüz üzerimde, gözlerimle, ellerimde olacak. Ben uyurken odamın kapısında bekleyeceksiniz. Diğerlerinden daha çok çalışacaksınız. Bana yaklaşacak herkes önce sizin kontrolünüzden geçecek. Silahlı hiçkimseyi bana yaklaştırmayacak, Ares Bey haricindeki herkesin üzerini arayacaksınız." Omzumun üzerinden Ares'e baktım. "Dedektör var mı?" Ares başını salladığında yeniden adamlarıma döndüm. "Dedektörle de arayacaksınız. Yiyeceğim her yemek ve içeceğim her şey kontrol edilecek. Düşmanım beni yeniden elde etmek için aklınızın eremeyeceği şeyleri dahi yapacaktır. Bu zamana dek kullandığı yöntemlerin temeli beni zayıflatmak için zehir kullanmaktı. Sadece besinlerim değil, kıyafetlerim de kontrolden geçecek. Mutfakta alerjimin olduğu hiçbir besin bulunmayacak. Odama giren çıkanlar ve odamı temizleyenler gözetilecek, aranmadan odama alınmayacak. Silahınız her daim hazırda bulunacak, tek silahınız tabancalarınız olmayacak. Elde edebileceğiniz silahları kuşanacaksınız. Ares Bey, Kerim'e alerji ilaçlarımdan aldıracak. İlaçlarım yanınızda hazır olacak. Bana getirilen ilaçları dahi kontrol edeceksiniz. Eldiven kullanacak ve iznim olmadıkça bana temas etmeyeceksiniz. Aynı şekilde, eldivensiz hiçkimseyi bana yaklaştırmayacaksınız. Acil durumlar için yanınızda lastik eldiven bulundurmanız iyi olur." Ares yanıma gelip "Kenan bu eve ulaşamaz, Mira." dediğinde onu duymazdan gelerek "Göreviniz yarın başlıyor." dedim. "Gidebilirsiniz." Adamlarım gittiklerinde Ares yeniden konuşarak "Zehirlemesinden korkuyorsun." dedi. Bedemimi ona çevirerek başımı kaldırdım, şapkamı çıkartarak gözlerine baktım. "Benim evim tam anlamıyla bir kaleydi." dedim. "Kahvaltıda zehirlendim, akşam yemeğinde zehirlendim, alerjimin olduğu besinleri gizlice attıkları yemeklerden ve tatlılardan yedim. Kıyafetlerime zehir bulaştırıldı, günlerce hastanede kaldım. Oda kokuma zehir karıştırıldı, nefes alırken ölüyordum. Kenan, karşıma geçip beni vuramayacak kadar alçak bir düşmandı. Çocukluğumdan bu yana peşimdeydi ve her fırsatı kullandı. Evime giremedi, evime soktuğu adamlarıyla beni güçsüz kıldı ancak hiçbirinde beni kaçırmayı başaramadı." Ares'e yaklaştım, yüzlerimiz arasında kısa bir mesafe kalırken "O adam benim kaleme girebilmiş bir adam. Babam beni tüm dünyadan sakındı, bir orduyla korudu buna rağmen Kenan bana ulaştı." dedim. "Bu çiftliğe giremeyeceğini mi zannediyorsun? Elini kolunu sallayarak girer. Bunca yıl canım uğruna savaştım, savaşmaya da devam edeceğim. Yöntemlerime karışma, yeter. Zaten nasıl bir strateji kuracağımı göreceksin. Adamların senin askerlerindir ve evini korurken dahi bir savaş planı kurmalısındır. Eğer biri bile hainse düzenlenmiş planda kendisine alan açabilir, ihanetini gerçekleştirebilir. Öyle bir sistem kurmalısın ki, nefes alırken dahi tetikte olmalı. Kendisine alan açamamalı, asla tek bir yerde konumlanmamalı. Değişim tüm planları sekteye uğratır, planlanmış bir değişim o planların temelini çürütür. Adamların senin kölen değil, askerindir ve askerlerinin içerisindeki hainleri bulmaktan ziyade onları kontrol edebilmek ve onlar sezmeden ihanetlerini çürütebilmek önemlidir. Avcılığın ilk kuralıdır avını korkutmamak. Eğer kendini gösterirsen ve avını korkutursan o korku kanına karışır, etine işler. Avını yakalasan da ulaşacağın şey zehirden ibarettir ve o zehir er ya da geç sana bulaşır." Ares dikkatle gözlerime bakarken "Bunları da Madam mı öğretti?" diye sorduğunda alayla gülümsedim. Alaycı bakışlarıma karşın ifadesiz sesimle "Bir asker öğretti." dedim. "Şimdi, izninle çocuklarımı ziyaret edeceğim." Arkamı dönerek şapkamı yeniden başıma geçirirken ahıra ilerledim. "Kerim, ben çocuklarımın yanından dönene kadar vaktin var. Geldiğimde her şey hazır olsun, vardiyaları düzenleyeceğiz." Kerim "Emredersiniz Mira Hanım." dediğinde duraksayarak omzumun üzerinden ona baktım. "Birincisi, ben senin patronun değilim. Bir daha kendini böyle ifade etme. İkincisi, Mira ismini kullanma. Hitap etmek için efendim ya da hanımefendi diyebilirsin. Adamlara da söyle, ismimi hiçkimsenin kullanmasını istemiyorum. Bu arada, çiftlikte çalışan herkesin listesini de istiyorum. Fotoğraflarıyla birlikte." Kerim başını sallarken "Peki efendim." dediğinde yeniden önüme dönerken ufak bir tebessümle beni izleyen Ares'e kısa bir bakış attım. Sert adımlarla ahıra ulaştığımda atların ve köpeklerin sesini duyabilmiştim. Ahırın iki kanatlı tahta kapısının tek kanadını aralayarak içeriye girdiğimde köpeklerim sustu. Yumuşak dilimle "Merhaba." diyerek onların bulunduğu odacığa ilerledim. Tahta kapıyı açtığımda köpeklerim çıkarken onları peşimden bahçeye sürükledim. Köpeklerim koşuştururken bahçe lambalarından birinin yakınına oturdum, onları sevmeye başladım. Ares mücevher yapmaya gitmek yerine yanıma geldiğinde başımı kaldırarak ona baktım. "Köpeklerim ahırda kalmayacaklar, vardiyalara katılacaklar. Onlar bekçi olarak yetiştirilmiş, hiç şüphesiz korumaların çoğundan daha iyi iş çıkartacaklardır. Özellikle sınırların dışında gezecekler." Ares başını sallarken ellerini pantolonunun ceplerine yerleştirdi. "Köpekleri nasıl kontrol edecekler?" "Onlar kontrol etmeyecekler." dedim. "Ben kontrol edeceğim. Bunlar vahşi yaratıklar, hiçkimsenin boyunduruğunda kalmazlar. Adamlarının ters bakışında dahi avcı olur onları yemekten çekinmezler. Uyarıyorum bak aman dikkat, sonra katil demeyin benim çocuklarıma." Ares alaycı bir ifadeyle gülümseyere eğildi, yanına gelen köpeğimi sevmeye başladı. "Hava serin, üşütme eve geç." "Henüz değil." dedim. "Sen neden bahçeye indin? Üşüyorsan gidebilirsin." "Camdan izledim." dedi. "Baktım minicik bir kız toplamış adamlarımı, elleri arkasında bir komutan gibi konuşuyor. Ne olduğunu anlamak için geldim." Hafifçe gülerken "Riske atamayacağım şeyler vardır Aladağ." dedim. "Benden beş yaş büyük olabilirsin ama belki de benden yirmi beş yıl daha tecrübesizsin." Ares'in kaşları çatıldığında "Hiç silah kullandın mı?" diye sorarak gözlerine baktım. "Elbette kullandım." dediğinde "Peki hiç birini öldürdün mü?" diye sordum. "Adamlarına önderlik ettin mi? Piyonları idare etmek kolaydır, zor olan o piyonları eğitmek ve senin için savaşmalarını beklemek yerine onlarla savaşmaktır. Askerlerin sadakati senin liderliğine bağlıdır. Kim, kendi canını hiçe sayan birinin canını önemser ki? Sen onlara değer verip koruyacaksın ki onlar da seni canları pahasına korusunlar." Eğilip köpeğimin başından öptüm. "Senin belki de benden daha güçlü bir kalbin var. Hiçkimseye zarar vermedin bugüne dek, asıl güç budur. Hiçkimseye vurmadın, hiçkimseye işkence etmedin, hiçkimseyi öldürmedin. Ben aklına gelebilecek her şeyi yaptım, yapmaya da devam ediyorum. Bu nedenle evet Ares, belki de senden yirmi beş yıl bile değil bir asır daha tecrübeliyim. Küçük bir kız çocuğu olduğuma aldanma, görünüş her daim yanıltıcıdır." Başımı kaldırarak Ares'in gözlerine baktım. "Sana insanların ruhunu görmeyi öğreteceğim. Kendini koruyabilmenin temel yolu bir ordu kurmak değildir, o orduya alacağın adamları dahi gözlerinden tanımaktır." Başımı kaldırarak aya ve yıldızlara baktım. "Buradan gittiğimde," diye mırıldanırken gözlerim kutup yıldızına sabitlendi. Bakışlarımı hızlıca ona çevirdim. "Kenan sana düşman olmaya devam edecek ve ben nerede olursam olayım senin yanında arayacak. Belki de değişeceksin, insanlara zarar vermek zorunda kalacaksın. Sana, kime zarar vereceğini öğreteceğim çünkü bu dünyada masumlar gereğinden fazla katlediliyor." Ares ansızın "Seni kim yetiştirdi, Mira?" diye sordu. "Annen mi öğretti bunları, baban mı, Barlas mı yoksa? On altı yaşında seni bu hale getiren şey ne?" Gözlerim kapanırken derin bir iç çektim, temiz havayı soludum. "Annem vardı, babam vardı hatta Barlas bile vardı ama ben kimsesizdim. Kimsesiz kalmaya mecbur bırakılmıştım. Hayatta kalmak için bunları öğrenmek zorundaydım." Gözlerimi aralayarak yeniden kutup yıldızına baktım, gülümsedim. "Beş yaşımdayken kutup yıldızını kendi rotam olarak belirlemiştim. Sonra kaptan oldum, meğer denizlerim de gökyüzümle birmiş. Meğer kaptanların rotası da kutup yıldızıymış. Ne ay ne güneş ne de diğer yıldızlar, sadece kutup yıldızı. Tüm dünya onu izlermiş." Ares beni anlayamadı, anlayamazdı da. "Gökyüzüne dikkat et," dedim bu kez. "Tıpkı puzzle gibi bir savaştır gökyüzü de. Yıldızlar savaşın hem planı hem de kayıplarıdır. O kayıplar olmadan planlar işlemez, zafer için kaybetmek gerekir. Benim gökyüzüm hem mezarlık hem de savaş meydanıdır." Yerimden yavaşça kalkarken "Ahıra kapatmatın onları." dedim. "Hapsedilmeyi sevmiyorlar." "Nereye gidiyorsun?" diye sorduğunda ona baktım. "Eve gidiyorum, vardiyalarla ilgileneceğim." Ares ardımda kalırken sert adımlarla eve doğru ilerledim, son kez kutup yıldızına baktım. Az kaldı anne, çok az kaldı. Canımızı yakan herkesin canını yakacağım, insanlığın ilk kıyametini tanrı değil ben başlatacağım. Çiçekli bahçelerimizi çüruten bütün kötülükleri yeryüzünden silmeden göğe çıkmayacağım. Söz veriyorum.
⚔️
Ve veda vakti.
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi alalım.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.
Öpüldünüzzzz. |
0% |