Yeni Üyelik
10.
Bölüm

7. Bölüm

@zeytekin

 

 

 

 

 

 

Yeniden merhaba birtanelerim.

 

Yeni bölümümüz hakkındaki düşüncelerinizi merakla bekliyorum.

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

SAVAŞ TANRISININ KALBİ

 

7.Bölüm

 

 

Ömrümü geçirdiğim kurallar çevresinde zar zor, kıra döke eğitilmiştim.

Bana sanattan müziğe, dövüşten biniciliğe kadar her şeyi öğretmişlerdi ancak hukuku ve kanunları öğretmemişlerdi.

Onlara göre hukuk beni ilgilendirmezdi, beni yönetmeye çalışan insanların kurallarına uyduğum taktirde hiçbir kanun bana zarar veremezdi.

O kanunların yanlış çalıştığını zamanla anladım. Binlerce katil sokaklarda gezdiğinde ve hiçbiri zarar görmediğinde, aksine bir ödül olarak yüceltildiklerinde çıldıracağımı zannetmiştim.

Annemi katleden binlerce insan benim evime, yatak odama kadar girmişti. Etrafımda dolanıyorlar, devletin en önemli koltuklarında kendilerine haksızca yer buluyorlardı. Amaçları belliydi, anneni öldürdük seni de öldürürüz demenin gövde gösterini yapıyorlar ve zehirli bir ağ misali beni sarmalıyorlardı.

Bunca yıl onlara perdelerimin arkasından baktım. Annemin kanına bulaşmış ellerini sıktım, aynı sofraya oturdum, birlikte çay içtim, davetlerde dans ettim. Onları görmüyormuş gibi davrandım, öfkemin ve nefretimin beni içten içe çürüttüğünü ise hiç göremedim.

Hayatımın dönüm noktası diyebileceğim zaman Kenan'ın tutsağıyken başka katillerle yüz yüze gelmiştim ancak onlara perde ardından bakamayacak kadar tükenmiştim. Belki söz konusu annem olsa rolüme devam edebilirdim ancak binlerce insanın bir avuçluk katili benden maskelerimi almıştı. Anneme yapılanı dahi zamanı gelene dek sindirebilecekken o masumlara yapılanın öfkesiyle alev alev yanmıştım.

Kenan Karadağ'a karşı başlattığım savaşımın ilk cephesi açılıyordu, ilk kan dökülecekti ve ilk kayıplarla birlikte yenilgi ya da zaferle karşılaşacaktık. İlkler her daim korkutucu gelirdi bana. İlk kurallar, ilk yasaklar, ilk cezalar, ilk kayıplar, ilk antremanlar... her şeyin ilki temelsizdi ve kendi temellerimi inşaa edene dek derin sarsıntılarda savrulurdum. Atacağım ilk temelde beni nelerin bekleyeceğini merak ediyordum.

Kenan Karadağ'ın fuhuş ağının kalesindeydim, koca villayı ifadesiz gözlerle seyrederken saldırmak için onay gelmesini bekliyordum. Türk polisi İstanbul'a dağılmış otuz yedi eve eş zamanlı operasyon düzenliyordu. Her evi alıyorduk, insanları kurtarıyorduk ancak bir sorun vardı.

Bu, çok kolay oluyordu.

Bir yanımda Pars diğer yanımda Ares vardı. Onlar saldırıya geçeceğimiz anı kollarken Oğuz'un sesini duydum. "Efendim." diyerek bana yaklaştığında gözlerimi ona çevirdim. Elindeki telefonu bana uzattı, usulca kavrayarak aldım ve kulağıma yasladım. İfadesiz dilimle "Dinliyorum." dediğimde karşıdan kumandanın sesi gelmişti. "Gelen istihbarata göre evler temizlendi. Son saldırıyı yapabilirsin."

"Herhangi bir sorun oldu mu?" diye sorarken neyi beklediğimi ben de bilmiyordum.

"Hayır." dedi. "Polisler evleri temizliyorlar, insanları güvenli bir yere götürecekler. Sizinle görüştükten sonra ifadeleri alınacak. Fazla vaktimiz yok, emniyeti uzun süre bekletemem."

"Anlıyorum Sayın Kumandanım." diyerek yeniden eve baktım. "Ancak bir sorun olduğunu hissediyorum, ben hislerimde yanılmam. Çeyrek asırı geçmiş bu fuhuş krallığını yıkmak sizce de fazla kolay olmadı mı? Kenan Karadağ bir şeylerin peşinde ve oyun oynuyor."

Kumandan "Ne demek istiyorsunuz?" diye sorduğunda "İnanın bana, ben de bilmiyorum." diye yanıtladım. "Siz benden daha iyi bilirsiniz, hiçbir askeri harekat bu denli kusursuz olmaz. Neyse ki kalan tek ev burası ve kaleye saldırmak bizim görevimiz. Türk polisine yönelik hiçbir saldırının olmaması beni memnun eder, yardımlarınız ve desteğiniz için teşekkür ederim."

Aramayı kapatarak telefonu Oğuz'a uzattım, ona kısa bir bakış attım. "Hareketsizliğe bakacak olursak polisler henüz buraya haber vermelerine fırsat sunmadan evleri başarıyla temizlemişler. Şu an bir saldırı beklemiyorlar. Ya da öyle düşünmemizi istiyorlar." Elimdeki dürbünü gözlerime koyarak evin perdelerle örtülmüş pencerelerini ve etrafında dizilmiş korumalarını yeniden izlemeye başladım.

Gözlerim damlayan kanlarda takılı kalırken hemen kapı yanındaki korumaya baktım. Hepsinin siyah gözlükleri vardı, gözerini göremiyordum ama ifadesiz duruyorlardı. Yaslandığı duvarda arkasından damlayan kanlara yeniden bakarken keyifle gülümsedim. "Yakaladım."

Ares "Neyi yakaladın?" diye sordu. "Sorun ne?"

Dürbünü Oğuz'a uzatarak "Bu ev boş." demiştim. "Bizi oyalıyor."

Pars "Nereden anladın bunu?" diye sorduğunda tüfeğimi omzuma asarak saklandığımız yerden çıktım ve eve doğru yürümeye başladım. Ares "Mira!" diye seslenirken sallana sallana eve ilerlemiştim. Adamların ayakkabılarının altındaki kan birikintisini görürken birinin yakasından kavrayarak kendime çektim, cansız bedeni yere yığılırken peşinden sürüklenen kablonun ardından bir çıt sesi geldi.

Gözlerim eve giren kabloya kayarken bir bomba düzeneği olduğunu anlamıştım. Arkamdaki hareketliliği hissederken Ares'e baktım ve tek başıma olsam asla yapmayacağım bir şeyi yaparak onu ittim, evden uzaklaştırana dek aceleyle itmeye devam ederken birden arkamda gelen patlamayla öne savrulmuştum.

Önce soğukluk oldu sonra sıcaklık. Yere savrulan bedenim acıyla sancırken takla atarcasına bir tur döndüğümüzde Ares'in üzerine çıkmıştım. Kulaklarımı çınlatan ve müthiş bir rakım etkisi yaratan patlamaya çevirdim bulanık bakışlarımı. Ev cayır cayır yanıyordu, yanan parçalar yere düşüyordu.

Bedenimde başka eller hissederken Ares'in elleri beni bıraktı, geriye çekildim. Gözlerimi alev alev yanan evden ayıramazken "Hayır," diye fısıldamıştım çünkü yanan kapıda bir beden vardı. Bir çocuk bedeni alevlerin arasından çıkmaya çalışıyordu. Çığlıklar yükseldi ancak bunlar şeytanlarıma ait değildi.

İçeride insanlar varken patlatmışlardı.

Geleceğimi biliyordu, geldiğimi biliyordu. Kurtarmak istediğim masumları kendi elimle pimini çektiğim bombalar öldürmüştü.

Evi kapatan şey Ares'in başı olurken bana endişeyle baktığını görmüştüm. "Mira!" diyordu. "Mira! İyi misin? Beni duyuyor musun?" Sesi kulaklarımdaki çınlamaları aşıyordu.

Başımı iki yana sallarken yerimden kalkmaya çalıştım. Ares beni ayağa kaldırırken o çocuğu kurtarmak için yangına ilerlediğim esnada bedenimden yakaladı. "Hayır!" diye bağırıyordum. "Çocuklar var içeride! İnsanlar var!"

Ares başını çevirerek eve bakarken başım göğsüne yaslanmıştı.

İtfaiye sesleri duydum, siren sesleri beynimi patlatmak istercesine yükselirken koşuşturmalar oldu ve yangını söndürmeye başladılar. Karşımda Kumandan belirirken Ares gerilemişti. Ayakta kalamadım, dizlerimin üzerine çöktüm. "Başaramadım." diye fısıldarken elim yakamdaki rozete gitmişti. Başımı kaldırarak Kumandan'a baktım. "Özür dilerim. Kazanamadım."

Kumandan diz çökerek eldivenli elini yanağıma yerleştirdi. "Elimizden geleni yaptık. Onlar kadar biz de kayıp verdik. Ne yazık ki bu savaşın kazananı olmadı."

Yerinden kalkarak elini uzattı. "Ayağa kalkın, hiçbir yenilgi size diz çöktürmemeli." Elini kavradığımda beni ayağa kaldırarak etraftaki askerlere bağırdı. Herkes yangını söndürmeye çalışırken birden bir ses gelmişti.

"Süprizimi beğendin mi?"

İrkilerek etrafa bakınırken sesin her yerden geldiğini anladım. Kenan'ın sesi farklı yerlere yerleştirilmiş hoparlörlerden geliyordu. "Asrın, Asrın." diye sayıkladı. "Aptal bir adam mı sandın beni? Geleceğini öğrenmeyeceğimi mi zannettin?" Etrafımda dönerken herkese teker teker bakıyordum. "Kaybettin, Asrın." dedi. "İnsanları umursayan herkes kaybeder, sen de kaybettin. Yüzlerce kadını ve çocuğu kendi ellerinle öldürdün. Sen bir katilsin, Asrın. Masumları öldüren bir katilsin. Çok yakında yeniden görüşeceğiz, ait olduğun yere döneceksin."

Ses kaybolurken hoparlörlerden birkaç cızırtı geldi, sonra onlar da kayboldu.

Kumandan dikkatle bana bakarken korkularıma rağmen başımı dikleştirdim. Elimi ona uzattığımda kavradı, hafifçe sıktı. Mahçubiyet dolu sesimle "Göğsümdeki rozeti utandırdığım sizden için özür dilerim Sayın Kumandanım." dedim. "Düşmanı hafife aldım ve savaşı başlatmadan evvel askerlerimi kontrol etmedim. Aramızda bir hain var, sessiz savaşımızı düşmana anlatan bir hain var. Sizi temin ederim bu, ilk ve son yenilgim."

Aklıma dün gece düşerken kameranın ışığı gözlerimi aldı.

Kumandan bana yaklaşarak elimi ellerinin arasına aldı ve "Masumiyetinizin kanıtlanması için elimden geleni yapacağım." dedi. "Yargılanmayacaksınız." Bir asker geldi, Kumandan benden uzaklaştı. Asker onun kulağına yönelerek bir şeyler söyledi. Üzerinde siyah görev üniforması ve çelik yeleği vardı. Bir Türk askerinin üniformasını giyemese de en az onlar kadar kıymetliydi. Kumandan ona komut verdiğinde bizden uzaklaştı.

Yeniden odak noktasında olduğumda elini bana uzattı, "En yakın zamanda sizi ziyaret etmek için geleceğim." dedi. Elini kavradım, hafifçe sıktı. "Gelişmelerden haberdar edeceğim."

Başımı salladım, "Anlaşıldı." dedim. "Sizden haber bekliyorum."

"Kendinize dikkat edin, yeniden görüşeceğiz."

Kumandan arabasına ilerlediğinde askerleri toparlandı. Askeri transit araçlar ve kumandanın siyah makam aracı gözden kaybolduğunda bakışlarım yanmış eve kaydı, ağır adımlarla eve doğru ilerledim ve merdivenlerin başında durdum. Usulca yere oturduğumda Ares'in yanıma geldiğini hissetmiştim. Adım sesleri durdu, hemen arkamda diz çökerek elini omzuma yerleştirdi. "Eve gidelim mi?"

Başımı uysalca iki yana salladım, "Yanacaktım," diye mırıldandım. "Sen gelmesen buradaki insanlar gibi yanacaktım." Başımı çevirip Ares'in gözlerine baktım. "Benim kahramanım vardı, onların kahramanı olmadı. Kurtaramadık. Benim suçum."

Ares dudaklarını saçlarıma yerleştirip öptü, "Masumların ölmediği savaş yoktur, Mira." dedi. Belki içten içe beni suçluyordu ancak ne sesi ne de gözleri bunu yansıtmıyordu. "Belki onları kaybettik ama daha fazlasını kurtardık."

Bakışlarım evde gezinirken yutkundum, "Öldüler," diye mırıldandım. "Kadınlar, çocuklar, erkekler. Hepsi öldü. Benim kabuslarımda yaşıyordu onlar da, ben kendi cennetimi buldum onlar Tanrı'nın cennetine gitti." Boynumdaki kolyenin ucunu avcuma hapsettim. Başımı kaldırarak bulutlu gökyüzüne baktım, "Bugün gökyüzüme kaç yıldız eklendi bilmiyorum ama artık yıldızlarım kalbime sığmıyor."

Ares yanıma oturduğunda başımı omzuna yaslayarak uzunca bir süre sessiz sedasız evi seyrettim. İfadesizliğime büründüğümde parmaklarım kolyemi terk etti, başımı Ares'in omzundan kaldırdım. Ares dikkatle beni seyrederken yerimden kalktığımda hemen ayaklandı, arabalara kadar yanımda ilerledi. Bir araya toplanan adamlara bakındım, Pars'ın beni suçlayacağını bildiğimden onunla göz teması kurmadan Oğuz'a döndüm.

"Kumandanla iletişim halinde ol, başımızın belaya girip girmeyeceğini bilmiyorum. Durumu takip et, gerekirse müdahele ederiz."

Oğuz ağır bir ifadeyle başını sallayıp "Emredersiniz hanımefendi," dedi. Pars, Oğuz'la benim iletişimimizi dikkatle izliyordu. Gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum.

Kendi etrafımda yavaş yavaş dönerken ağaçlara bakındım, gözüme ilişen kamerayla gülümsedim. Ağır adımlarla kameraya yaklaşarak başımı kaldırıp uzun uzun baktım. "Biliyorsun," dedim, tehlikeli bir ifadeyle gülümserken. "Senin için geleceğimi biliyorsun. Korkuyor musun?" Başımı usulca sol omzuma doğru eğdim, "Korkmalısın."

Ares'in bedenini yanımda hissettim, kameraya göz ucuyla bakarak bedenimden kavradı. Gitmemiz gerektiğini anlarken yüzümdeki gülümseme silindi, kin dolu sesimle "Daha yeni başlıyoruz Kenan Karadağ," dedim. "Kıvılcımı sen çaktın, ateşi ben yakacağım. Andım olsun seni alev alev yakana dek durmayacağım."

Ares'e çevirdim başımı, Ares sanki Kenan buradaymış gibi gergindi. Beni korumak için çabalasa da bugün karşısına çıkan Türk polisi ve Türk Ordusu onu bozguna uğratmıştı. Artık beni nasıl koruyabileceğini bilmiyordu. Kameraya sırtımı döndüm ve Ares'in yanında yürümeye başladım. Arabasına geldiğimizde ön yolcu kapısını benim için açtı ve elimi kavrayarak arabaya binmeme yardımcı oldu. Göz göze geldiğimizde içimdeki yıkımları ve korkuları gördüğünden bana güven vermek istercesine gülümseyip kapıyı kapattı.

Önden dolaşarak sürücü koltuğuna yerleştiğinde emniyet kemerimi taktım. Emniyet kemerini takıp motoru çalıştırarak "Kenan planlarını nereden bilebilir?" diye sordu. "Bana dahi anlatmadın." Buna alınmıştı. Alındığını zaten biliyordum ama şimdiye dek dile getirmemiş, bunu yansıtmamıştı. "Anlatmadım," diye mırıldanarak gözlerimi yüzünde gezdirdim. Ondan habersiz plan kurmamdan hoşlanmadığının farkındaydım. "Sana güvenmediğim için değil, ben planlarımı adamlarım dışında kimseye anlatmam." dedim. "Sen benim adamım değilsin."

Ares bana kısa bir bakış attığında "Eve gidelim," dedim.
Sessiz kaldığında birlikte çiftliğe döndük, arkamızdan gelen koruma konvoyunun içinden Oğuz ve Sancar çıkarak yanıma geldiler. Oğuz sert bir tavırla "Kumandan güvenliğiniz sağlanana dek size eşlik etmeleri için asker yolladı efendim." dedi. "Gün içerisinde sizi korumak üzere bir birlik ayarlayacakmış."

Başımı ağır bir ifadeyle sallayarak "Bulunduğum konumu sana verdiğim listedeki isimlere bildir." dedim. "Olası bir aksilikte müdahele edebilmemiz gerekiyor." Olası aksilik Türk Hükümetinin beni suçlu bulup hakkımda soruşturma ve kovuşturma başlatmasıydı.

Oğuz "Emredersiniz hanımefendi." dediğinde arkadan gelen askerlere baktım. Dört asker kendi araçlarıyla gelmişti.

Oğuz ve Sancar iki yanıma geçtiğinde yanlarında küçücük kaldım, yaklaşan askerlere bakındım. Birbirlerimize baş selamı verdik. "Hoş geldiniz, herhangi bir ihtiyacınız dahilinde Oğuz veya Sancar'la iletişim kurabilirsiniz."

Askerler beni onayladığında ağır adımlarla eve girdim, herkes salona doluştuğunda kameraya göz ucuyla dahi bakmadan koltuğa yayıldım. Ares ve Pars iki tekli koltuğa oturduklarında Pars "Keşke bunlardan haberimiz olsaydı," dedi. "Dahil olsaydık sonu böyle olmazdı. Başınabuyruk davrandın."

Ares ona uyarırcasına bakarak "Bu konuşmanın zamanı değil Pars," dedi. "Mira yeterince kötü."

Pars onu dinlemeden bana bakmaya devam ederken "Askerler nereden çıktı?" diye sordu. "Operasyona polisler katılır, bizim yanımızda askerler vardı. Kimsin sen? O komutana nasıl ulaştın askerleri nasıl getirttin?" Bütün evlere düzenlenen operasyonu polisler gerçekleştirmişti ancak benim saldıracağım evde askerler vardı.

İfadesiz dilimle "Ben kimi istersem operasyona o katılır." dedim. "Seçtiğim birlik emrime verilir."

Söylediklerim ikisini de şaşırtırken parmaklarım oynadığında Oğuz harekete geçerek bana bir bardak çay getirdi. "Papatya çayı hanımefendi, rahatlatır." fincanı elinden alarak "Sağ ol," dedim. "Çocuklarımı kontrol edin. Görev yerlerine geçsinler."

Oğuz "Emredersiniz hanımefendi," diyerek salondan çıktığında Ares kendi adamıyla kurduğum iletişime dikkat kesilmişti. Onları bu derece kontrol altına almış olmama şaşırıyordu. Papatya çayımdan içtim, gözlerimi usulca kapatıp içimden yavaş yavaş on bire kadar saymaya başladım.

"Papatya çayı mı?" diye sordu, Pars. 3,4. "Ev patladı, insanlar öldü ve geçip papatya çayı mı içiyorsun?" 6. 7. "Mira!" 8.9.

"Pars." diye seslendi Ares. 10. 11. "Daha sonra, şimdi zamanı değil."

Pars onun uyarısıyla daha da sinirlenirken "Ne demek zamanı değil?" diye sordu. "Çocuklar öldü o evde!"

1, 2.

"Hiçkimse yaşananları yoksaymıyor, reddetmiyor." dedi, Ares. 5. "Bir evdekiler öldü, otuz altı evdekiler kurtuldu. Böyle olmasını hiçbirimiz istemezdik, yapabileceğimiz her şeyi yaptık." 8,9.

Pars öfkeyle "Yanarak öldüler!" diye bağırdı.

10, 11.

Gözlerimi araladım, "Buraya bir papatya çayı daha getirin!" diye seslendim. Pars hayretle bana döndü, ifadesiz gözlerle ona bakarken "Ses tonuna dikkat et." dedim. "Karşısında öfkelenip kudurabileceğin bir insan değilim." Elimde fincanımla yerimden usulca kalktım, ona üstten bir bakış attım. "Misafir ağırlamak için hazırlık yapmadık, umarım kusurumuza bakmazsın. Müsait olduğumuzda seni davet ederiz."

Oğuz elinde papatya çayıyla geldiğinde ona baktım. "Misafirimize ikram edebilir misin, sevgili Oğuz'cuğum." diye sordum. "Papatya çayı sinirlerini yatıştırma konusunda yeterli gelmezse kendisini papatya tarlasına gömün." Oğuz bıyık altından sırıtırken Ares ve Pars'a sırtımı döndüm, kapıya ilerlerken Oğuz'a göz kırptım. "Pars Bey'i uğurladıktan sonra yanıma gel."

"Diğer tarafa mı uğurlayayım efendim?" diye sordu, yanından geçerken "Nereye uğurlayacağın sana kalsın sevgili Oğuz." dedim. "Sen yanıma gel, yeterli." Yanından geçip kapıya yöneldim. "Emir anlaşıldı efendim." dedi. Kapı eşiğinden geçtiğim an Oğuz'un "Buyrun Pars Bey." dediğini duydum. "Umarım sinirlerinizi yatıştırmaya yardımcı olur."

Merdivenleri çıkarak kendimi odama attım. Çayımı yatağın yanındaki komodine bırakarak banyoya girdim, üzerimdeki silahları teker teker çıkartıp lavabo tezgahına dizdim. Soyundum, kendimi tenimi yakacak kadar sıcak suyun altına attığımda ateşe değmişcesine irkildim ancak suyun ayarını değiştirmedim. Küvet kaynar sayılabilecek kadar sıcak suyla dolarken bir anda su soğudu, kaşlarım çatıldı. Sıcak suyu açmak için çabalasam da hep soğuk su akıyordu. Uzanıp suyu kapattım, küvetten çıktım. Havluya sarınarak lavaboya ilerleyip oradaki suyu kontrol ettim. Sıcak tarafı da soğuk akıyordu. "Oğuz!" diye seslendim.

Ses gelmedi, fayansta ıslak ayaklarımla kaymadan ilermeye çalışıp banyo kapısını açtım. Karşımda Ares belirdi, gözleri gözlerime sabitlendi. "Umarım Oğuz'u seni yıkaması için çağırmıyorsundur."

Afallayarak başımı iki yana salladım, "Sıcak su kesildi." dedim. "Akmıyor."

Sakince "Biliyorum, ben kestim." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Anlayamadım, sebep?"

Gözleri üzerimde gezindi, sıcaktan kızaran kollarıma ve bacaklarıma bakındı. "Kendini haşlamaman için." Yeniden gözlerime döndü. "Az önce kendini cezalandırma yöntemlerin hakkında duyumlar aldım. Birkaç günde Oğuz'un bunları öğreneceği kadar ne yaşadınız bilmiyorum ancak kendine zarar verecek hiçbir şeye izin vermiyorum. Yaraların yeni iyileşti."

İfadesiz gözlerle ona baktım, "Soğuk suyla mı banyo yapayım?" diye sordum.

"Su soğuk değil." dedi. "Ilık. Derecesini bizzat kendim ayarladım."

"Soğuk." diye direttim. "Sıcak suyla yıkanmak istiyorum. Rica edersem derecesini yükseltebilir misin?"

Kollarını göğsünde birleştirdi. Üzerinde hala operasyona giderken giydikleri vardı ve kesinlikle ona çok yakışmıştı. Ağzının içinde cıkladı, başını hafifçe iki yana salladı. "Kesinlikle yükseltemem. O tuşu çevirmek çok zahmetli bir iş. Parmaklarım yorulur."

Benimle alay edişini şaşkınlıkla karşıladım, "Pekala." diyerek geriledim. "Yorulmasın parmakların. En soğuk suyla banyo yaparım." Kapıyı kapatacağım an elini kapı yüzeyine yasladı, durdurdu. "İki kötü seçenek arasında tercih yaptıramazsın kızıl. Ne yaralarını haşlamana izin veririm ne de hasta olmana." Kapıyı tamamen açtı. "O küveti boşaltalım. Suyu ben ayarlayacağım."

Gözlerimi devirirken önümden geçip küvete ilerledi, peşinden baktım. Islak ayak izlerimin üzerinden geçerek küvete ulaştığında sağ elindeki eldiveni çıkarttı ve giderin kapağını açmak için elini suya soktu, hemen geri çekti. "Mira!" diye çıkıştı. "Kaynar suya atılacak makarna mısın sen? Bu su ne? Kendine işkence mi ediyorsun?"

Havluma biraz daha sıkı sarındım. Dokunduğu su fazlasıyla soğuk suyun aktığı bir suydu, ses etmedim. Ares sabırla nefeslendi, elini yeniden suya soktu ve hızlıca kapağı açtı. Suya giren elinin anında kıpkırmızı olduğunu buradan görebiliyordum. Küvetteki su akıp giderken Ares eldivenini giydi. Küvetimi yeniden hazırladı, telefonla haber verdiği Kerim su ayarıyla oynadı. Banyo suyumun sıcaklığı Ares'in gönlüne göre ayarlandığında "Gel." diye seslendi.

Kapının yanından ayrılarak ona ilerlediğimde bir anda ayağım kaydı, tutunacak yer aramak yerine daha sağlam durabilmek adına ellerimi yere hizalarken fayanslara değmeden havada durdum ve hafifçe yukarıya çekildim. Yere yaslanmayı hazırlanan ellerim Ares'in gövdesine tutundu. Belimden yakalayan Ares beni nazikçe kaldırdı, "Dikkatli ol." dedi. Soluklanarak ayakta durdum, dengemi sağladım. "Zemin çok kayıyor." diye yakındığımda "Her yeri ıslatmışsın." dedi. Ares ellerini belimden çekmedi, beni küvete yönlendirdi. "Şimdiye kadar hiç kaymamıştın."

"Artistik patinaj yapıyordum, dengem iyidir." Belimdeki eliyle elimi kavradı. Küvete girmeme yardımcı olurken ona baktım. "Yani iyiydi, artık bedenimi yönetmekte zorlanıyorum." Havluya sarılı olmamı umursamadan beni suya oturttu, diz çöküp yüzümü kavradı. "Zamanla her şey düzelir." Yeşilleri dikkatle gözlerime odaklandı. "Kendini cezalandırman için bir sebep yok, Mira." Parmak uçlarıyla dipleri kuru olan saçlarımı geriye doğru yatırdı. "Elimizden geleni yaptık, savaştık. Orada olanlar senin suçun değildi, sen sadece onları kurtarmak istedin. Kenan'ın günahını sırtlanmanı istemiyorum." Parmaklarının tersiyle yanağımı okşadı. "Kendini kapatıyorsun, kapatma. Ben buradayım, yanındayım." Yeşilleri yalvarırcasına bakıyordu. "Her zaman yanındayım." Uzanıp parmaklarının okşadığı yeri öptü. Gözlerimi usulca kapattım, açamadım. Burnumun ucu sızladı, genzim yandı.

"Ağlayabilirsin." diye mırıldandı. Alev alev yanmaya başlayan gözlerim doldu, burnumu hafifçe çektim. Boğazıma düğümlenen canlar canımı yakıyordu. Parmakları saçlarımda gezindi, "Ağlayabilirsin." dedi, yeniden. Sesi daha güçlü çıkıyordu, sanki bana ağlamak için güç vermek istiyordu. "Kendini cezalandırmak zorunda değilsin, senin hiçbir suçun yok. Üzülebilirsin, ağlayabilirsin, yas tutabilirsin ama kendini cezalandıramazsın. Orada olacakları hiçbirimiz bilemezdik." Ağlamamak için kendimi kasıyordum ancak Ares ruhuma sızıyordu, ruhuma dokunuyordu. Kendime engel olamadan sessiz sedasız gözyaşı dökmeye başladığımda ıslak havlunun üzerinden sırtımı okşadı, eldiveninin kumaşı yer yer tenime değdi.
"Kaybettiklerimizden çok daha fazlasını kurtardık." Başımdan öptü. "Kaybetmedin, yenilmedin." Kollarımı boynuna dolayarak ağlamaya başladığımda boğazımdan bir hıçkırık kaçtı. "Benim yüzümden öldüler."

"Hayır, hayır." Elleri sırtımda, saçlarımda gezindi. "Senin hiçbir suçun yok. Kenan öldürdü onları." Sırtımı elleriyle sarmaladı, daha fazla yük yüklememe izin vermedi. "Gel bakayım." Bedenimi kucaklayarak sudan çıkarttı. Islanıp bedenime yapışan havludan ve saçlarımdan yayılan sular yere düşerken zerre umursamadan yere oturdu, beni bacaklarının arasına alıp saklamak istercesine sıkıca sarmaladı. Başım boyun girintisine gömüldü. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor, kendimi onda saklıyordum. "Yanarak öldüler." diye sayıkladığımda başımı okşayarak "Yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu." dedi.

"Onlar masumdu."

"Sen de masumsun." Çenesini eğdi, başımdan öptü. "Lütfen sadece kendini düşün, geri kalan her şeyi sil. Önemli olan tek şey sensin, hayatta kalması gereken tek kişi sensin. Senin dışında hiçbir şey umurumda değil. Dünya alev alev yansın, sen yaşa yeter." Saçlarıma ufak öpücükler kondurdu.
Burnumu çekerek kendimi durdurmak adına çabaladım, birkaç kesik nefes aldım. Kokusu ciğerlerime doldu, gevşediğimi hissettim. Başımı kaldırarak hafifçe gerileyip ona baktığımda eldiveninin ıslandığı elleri yüzüme uzandı, yanaklarımı kavradı. Avuçları arasında kaldığımda başparmaklarıyla gözyaşlarımı sildi, gözlerimin içine baktı. Gözyaşlarımın izlerinden öpmeye başladığında gözlerim usulca kapandı, iç çektim. "Güzelim benim." diye sayıkladı, ellerini başımın iki yanına kaydırıp yanaklarımdan öptü. "Hiçbir şey için üzülmeni istemiyorum. Kazandıklarımız için sevin, kayıplarımız için ben üzülürüm."

Güzellikleri bana ait kılarken geri kalan bütün kötülükleri kendisine alıyordu. Dünyanın kötülüklerini değdirmediği elleri bana uğrayan bütün kötülükleri kucaklıyordu. Ares Aladağ fedakar bir adamdı, fedakarlığın ölüm getireceğinden habersizdi. Belki de fedakarlığı uğruma ölmeyi göze alacak kadar yüceydi.

Gözlerimi aralayarak gözlerine baktığımda gülümsedi. "Mutluluklar, sevinçler yakışır sana. Gözlerin mutlulukla parıldasın, hüzünle dolmasın." Gözlerime yaklaştı, göz kapaklarım kapandığında önce sol gözümden sonra sağ gözümden öptü. "Hiçbir şey ağlatmasın seni." Uğruma ölür müydü bilmiyorum ama Ares uğruna ölünmeye değecek bir adamdı. Bana yakışacağını düşündüğü mutlulukları ve sevinçleri kendi elleriyle sunuyordu.

Kollarına tutunan ellerimi omuzlarına kaydırdım, ona yaklaştım. Ares'e yeniden sarılırken kollarımı boynuna dolamıştım. Tıpkı onun eldivenleri gibi ıslaktı eldivenlerim. Başımdan öptü, "Her şeyi halledeceğiz." dedi.

Her şey halledilirdi ancak bir mezara dahi koyamadığımız canları ne yapacaktık? Vicdanım kalbimi sarmalayıp kurutmaya başlıyordu, her can canıma batarak oluk oluk kanatıyordu.

 

 

 

 

.

 

 

 

 

Yemek masasını süsleyen beyaz güllerime sık sık bakınırken sessiz sedasız kahvaltımı yapıyordum. Karşımda oturan Ares'in de pek konuşkan olduğu söylenemezdi. Ona kaçamak bakışlar attım, kendi elleriyle doldurduğu tabağımdaki kızarmış Fransız bagetini alıp üzerine tuzsuz krem peynir ve kuşburnu marmelatı sürmeye başladım.

"Bugün Pars gelebilir mi? Gece uyuyamadım, hazırlık yaptım. Sizinle plan kurmamız gerekiyor." Ares bahsettiğim hazırlığı anlarken sıkıntıyla nefeslendi, dün yaşananlardan sonra itiraz etmeye cesaret edemediğinden "Sorarım," dedi. Ekmeğimden ısırım keyifle çiğnemeye başladım. "Müsaitse gelir ancak konu her ne olursa olsun Pars'la görüşmeni istemiyorum. Mevcut durumun ciddiyetinde değil, sana zarar verebilir. Eğer kabul edersen planı birlikte kuralım."

"Pars'a haber verirsin," diyerek teklifini reddettiğimi belirttim, orman çayımdan içtim. Tabağımdaki kahvaltılıklara dönerken çatalımı kavradım. "Pars senin aksine ikna etmesi daha kolay bir adam. Onun hakkında da planlarım var," Kısa bir an gözlerine baktım. "Endişelenme, eğer bir daha bana dokunursa onu öldürürüm." Ares'in kaşları havalanırken tehlikeli bir ifadeyle gülümsedim. Usulca gülümsedi, ardından alayla gülerek kahvaltısına döndü.

Sessiz sedasız kahvaltı yaparken sık sık beyaz güllere bakıyor, zaman zaman kendimi kalemdeki yemek salonunda hissederken Ares'in gözlerine bakıp bulunduğum ana geri dönüyordum. Selma Hanım, Ares'in isteğiyle bizi yalnız bıraktığında Ares gergince nefeslendi, ansızın "Özür dilerim." dedi. Başımı kaldırarak dikkatle ona baktım. "Yatta olanlar için," diye devam etti. "Haklısın, bazı şeylerin senin için ne kadar önemli olduğunu anlayamıyorum. Ama lütfen sen de beni anla. Karşımda korumakla mükellef olduğum henüz on altı yaşında bir kız çocuğu var. Bu yaşıma dek kendimden başka hiçkimseyi korumam gerekmedi, hiç kolay değil bunu yapmak. Seni korumak isterken kontrolümü kaybettiğimi farkettim ancak elimden hiçbir şey gelmiyor. Canının yanmasından o kadar çok korkuyorum ki, adım atacağın yere senden önce basmaya çalışıyorum. Bu esnada sana zarar veriyorum, belki de seni eziyorum. Annen değilim, baban değilim üzerinde bir söz hakkımın olmadığının farkındayım. Kendi kararlarını alabilecek bilinçte olduğunun da farkındayım. Karışmak, müdahele etmek benim haddim değildi. Affedebilir misin beni?"

Usulca nefeslenirken yerimden kalktım ve Ares'e doğru ilerledim. Ares dikkatle beni seyrederken ona yaklaştığımda başını kaldırdı. Kalçamı masanın kenarına yaslayarak bir elimi Ares'in yanağına yerleştirdim. Parmak uçlarım yanağında gezinirken gözlerini usulca kapatıp açtı, "Affederim," dediğimde yutkundu, kasılan çenesi gevşedi. "Anlıyorum seni," diye devam ettim, uysal dilimle. "Yaptıklarını görüyorum, çabanı görüyorum. Beni korumak için neler yapabileceğini ve nelerden vazgeçebileceğini biliyorum." Eğilerek diğer yanağından öptüm, "Teşekkür ederim," diye fısıldadım. "Her şey için." Ares'in bir eli belime yerleşti, diğer eliyle saçlarımı okşadı. Büyük bir masumiyetle "Sarılalım mı o zaman?" diye sorduğunda gülümsedim.

Ona sarılmaya çalıştığımda eğilmeme izin vermeden ayaklandı ve bedenimi sarmaladı. Saçlarımı öpüp koklarken bir yandan da okşuyordu, Ares'in saçlarıma olan sevgisi ömrüm boyunca bana sunulan sevgiden daha fazla olabilirdi. Birbirimize sıkıca sarılırken Ares kokumu içine çekti, "Çok korktum," diye sayıkladı, tıpkı limandaki gibi. "Bir daha gitme, bir kez daha yaşatma bana bunu. Ölsem daha az canım yanardı, ihtimaller dahi delip geçti kalbimi."
Başımı boynuna gömerek duştan yeni çıktığı için buram buram yayılan kokusunu solurken "Gitmem," dedim. "Özür dilerim, amacım seni korkutmak değildi. Affedebilir misin beni?" Saçlarıma derin bir öpücük kondurdu, gözlerim usulca kapandı. "Affettim bile." Dakikalarca birbirimizden ayrılamazken Ares saçlarımı sevmeye devam etti, ben de kendime dahi yansıtamadığım savaş korkusunu onun kollarında dindirmeye çalıştım.

Kalp atışlarını sayarken zihnimde Oğuz'un dedikleri dolanmaya başladı, Ares'in elleri saçlarımın altından sırtımı okşadığında yutkunurken ona daha sıkı sarıldım. Kulağıma yöneldi, dudakları saçlarıma temas ederken ufak bir öpücük kondurdu. "Sonsuza kadar sarılacak mıyız kızıl?"

"Hayır," diye sayıkladım. 528. "Sadece korkum geçene kadar." 529, 530, 531, 532...Ares büyük bir şefkatle saçlarımı okşarken "Neden korkuyorsun?" diye sordu.

Ona savaşmaktan korktuğumu söylesem beni asla savaş meydanına götürmezdi, korkularımı kendime dahi yansıtamazken ona açıklayamazdım. Zihnime dün gece düşerken üzerimde yattığı anı anımsadım. "Senden," diye mırıldandığımda bedeni kaskatı kesildi, elleri duraksadı. Gerilemeye çalıştığında ona daha sıkı sarıldım, kalp atışlarını saymaya devam ederken dehşet içerisinde "Ne yaptım?" diye sordu. "Özür dilerim, seni korkutacak ne yaptım?"

"Bir şey yapmadın," dedim, uysalca. "Sadece gece benimle uyudun ya, biraz korktum."

"O yüzden mi kalkıp gittin?"

Sarhoş olsa da gittiğimi anladığını farkederken sessiz kaldım, derin bir iç çektiğimde Ares bedenimi sıkıca sarmalayarak saçlarımdan öptü. "Özür dilerim," diye sayıkladı. "Söz veriyorum bir daha asla olmayacak. Çok özür dilerim."

"Sorun değil," Başımı kaldırarak ona baktığımda başını eğdi, hala ondan korkup korkmadığımı görmek istercesine gözlerime dikkatle baktı. Parmak ucumda yükselerek önce sağ sonra sol yanağından öptüm, topuklarım yeniden yere yaslandı. "Birlikte uyumamız sorun değil, sadece biraz baskı altında hissettim kendimi. Alkol kokusu, baskı derken gerildim, o kadar. Seninle ilgili bir sorun yok, benim korkularım bitmiyor."

Başını sallarken "Benimle ilgili," dedi. "Düşüncesizce davrandım," Bir elini başıma yerleştirerek önümdeki saçları geriye doğru yatırdı, alnımın kenarından öpüp bana yeniden sarıldı. "Say güzelim, geçene kadar say yeter ki benden korkma." Kalp atışlarını saydığımı anlamıştı. Geriledim, Ares'in elinden kavradım. Ares dikkatle bana bakarken sofradaki ilaçlarımı Ares'in suyuyla içtim. Ares'i odama çıkarttığımda Ares sessiz sedasız benim hareketlerimi gözlemlerken yatağa oturmasını sağladım.

Ayakkabılarını çıkartarak yatağa girdiğinde panduflarımı çıkarttım ve yorgan altına girerek Ares'in bacaklarının arasına girdim. Kıvrılıp başımı göğsüne yasladığımda bedenimi hızlıca sarmaladı, bacakları etrafımda dolandı. Yorganı düzelterek saçlarımla ilgilenmeye başladığında can kulağıyla kalbini dinliyordum. Bedeninden yayılan sıcaklık ve güzel koku benliğimi dinginleştiriyordu. Kısık sesiyle "Daha iyi misin?" diye sorduğunda başımı varla yok arası salladım, "Hı hı," diye mırıldandım. "Çok güzel kokuyorsun." Ares'in yutkunduğunu duydum, saçlarıma derin bir öpücük kondurdu. Göz kapaklarım ağırlaşırken gözlerimi usulca kapattım, yüzümü biraz daha göğsüne saklarken kendime çektiğim bacaklarımı kollarımla sarmaladım. Kolları arasında ufacık kalıyordum, Ares beni sarmaladığında sanki bütün dünyadan gizleniyordum. Hiçkimse beni burada bulamazdı, hiçkimse bana burada zarar veremezdi.

Sayılar ne kadar uzadı, hangi noktada uykuya daldım hatırlamıyorum. Gözlerimi araladığımda bulunduğum noktadaydım. Ares hala saçlarımı okşuyordu, ben hala onun kolları arasında kayboluyordum. Yalnızca bir dizini kıvırıp kendisine çekerek sırtımı ona yaslamamı sağlamıştı, yorganla üzerimi tamamen örtmüştü. Derin bir iç çektiğimde beni göremese de uyandığımı anladığından kısık sesiyle "Günaydın," dedi.

Bedenimi gevşetmek için kıpırdanırken "Nasıl uyudum ben?" diye sayıkladım. Ares kollarını usulca çekti, sırtımı Ares'e dönerek göğsüne yasladım ve ağrıyan bacaklarımı onun bacağının üzerinden uzattım. "Biraz daha uyusaydın," diyerek saçlarımdan öptü. "Rahatsız etmedim değil mi?"
Gözlerim kapanırken başımı Ares'in göğsüne yaslayıp iki yana salladım. "Rahatsız etmedin, çok güzel uyudum."
Ares bedenimi yeniden sarmalarken "Biraz daha uyu," dediğinde başımı yeniden iki yana salladım, "Bu yetti," dedim. "Savaşı planlamalıyız."

"Savaş için çok vaktimiz var, uyumalısın."

Bedenimi biraz yan çevirerek başımı kaldırıp Ares'e uykulu gözlerle baktım, "Vakit yok," dedim. "Gideceğim. Benim vaktim yok. Pars'ı çağırabilir misin?" Ares beni ikna edemeyeceğini anladığından pes edip "Pekala," dedi. Uzanıp onun yanağından öptüm, "Teşekkür ederim." Ares gülümseyerek bana bakarken kollarının arasından güçlükle sıyrıldım ve yataktan kalktım. Sıcaklığı anında kaybolurken üşüdüğümü hissederek banyoya girdim. İhtiyaçlarımı halledip elimi yüzümü yıkadım, Ares pansumanlarımı yaparak odamdan çıktı. Üzerimdeki pijama takımını çıkartarak dolaptaki kıyafetlere bakınmaya başladım.

Pars geleceği için tenimi tamamen kapatacak şekilde giyinmek isterken boyunlu bir kazak aldım. Yumuşacık olan kazağı kenarıya ayırıp altına da aynı renkte pantolon aldım. İç çamaşırlarımı değiştirerek lacivert kumaş pantolonu ve kazağı giydim, lacivert eldivenler taktım. Bukleli saçlarımın ne halde olduğunu görmesem de ellerimle düzenleyip saten bir tokayla at kuyruğu yapmıştım. Siyah, sivri burunlu kısa topukları olan botları alıp giydim, kazağımın eteklerini ayarlayarak belime bir kemer takarken Ares odaya girdi. Dikkatlice bana baktı, yalın diliyle "Güzel olmuş," dedi. "Biraz büyük geliyor kıyafetlerin. Alırken de sana bol geleceklerini tahmin ettim ama daha küçük bedenini bulamadım. Çocuk reyonu da pek sana uygun değildi. Çok rahatsız hissedersen terzide bedenine göre tadilat yaptırırız."

Ona bakarak kemeri ayarladım, "Çok kilo vermişim, Oğuz'a söylediğim bedenden ayrılalı uzun zaman olmuş." Ares bana yaklaşırken üstümü düzelttim. "Kilo almam lazım, çok zayıfım." Ares bedenimi kavrayarak alnımın kenarından öptü, "Çok güzelsin," dedi. "Sadece kendini görmüyorsun. Elbet kilo alırsın, düşünme bunları. Pars geldi, salona inelim mi?" Başımı iki yana sallayarak "Bahçeye çıkabilir miyiz?" diye sordum. "Biraz hava almak istiyorum, orada konuşuruz."

"Olur güzelim." Gerileyerek dolaptan bej tonlarında açık renk bir kaban aldı, bana dikkatlice giydirdi. Saçlarımdan öptüğünde gülümseyerek teşekkür ettim. Birlikte bahçeye indik. Pars da bir anda meydana çıkıp yanımıza geldi, onunla merhabalaştım. Ares yine siyah takım elbisesiyle dursa da Pars bir kot ve kazak giymiş, üzerine de şişme mont geçirmişti. Ellerindeki eldivenlere baktım birkaç saniye. Umarım eldivenlerini çıkartmazdı. Bahçedeki ağaçların arasında bulunan çardağa geçtiğimizde hızlıca herhangi bir kamera var mı diye bakındım, yoktu. Oğuz ve Sancar geldi. Oğuz bana hazırladığım dosyayı verdi. "Teşekkürler. Çardağa hiçkimseyi yaklaştırmayın."

"Emredersiniz efendim," dedi Sancar. Oğuz birkaç saniye bana baktı, elimi ona uzattığımda belindeki silahı çıkartıp verdi. Ares "O ne için?" diye sorduğunda silahı belime yerleştirdim. "Lazım olursa diye." Bakışlarım Pars'a kaydığında Oğuz ve Sancar çardaktan uzaklaştı. Onlar biraz mesafe koyarak beklemeye başladıklarında yardımcılardan biri geldi, Ares ve Pars kahve isterken ben de bitki çayı istedim. Yardımcı gittiğinde Pars "Daha iyi görünüyorsun," dedi. "Nasılsın?"

Mesafeli tavrımla "İyiyim." dedim. "Sen nasılsın?"

"Ben her zaman iyiyim," Arkasına yaslanarak dikkatle beni izlemeye başladı. "Silahınla beni mi vuracaksın?" Alayla gülümsedim. "Kim bilir?" Pars'ın kaşları havalanırken "Sebep?" diye sorduğunda bir bacağımı diğerinin üzerine attım. "Sana güvenmiyorum." dedim. "Ancak ne yazık ki güvenmediğim bir insanla plan yürüteceğim. Bu nedenle kendi önlemlerimi alıp en katı haliyle uygulayacağım. Şimdi bana kendi planlarınızı anlatın."

Ares'in kaşları derince çatıldı, "Kenan'ı bitireceğiz, bu kadar." dedi. Bakışlarım ona döndü. "O kadar olmadığını biliyorum Ares. Bana sebeplerinizi, amaçlarınızı, elinizdeki kozları ve silahları, aklınızaki düşünceleri anlatın." Yanımdaki dosyayı alarak hafifçe havaya kaldırdım. "Bu, Kenan. Siz bana istediğim bilgileri verirseniz ben de size Kenan'ı veririm." İkisi de elimdeki dosyaya bakarken Pars güldü, "Küçük bir kız çocuğuyla pazarlık mı yapacağız?" diye sordu.

Ares dikkatle bana bakarken "Evet," dedi. Pars afalladı, ardından Ares'e uzun uzun baktı. "O dosyaya ihtiyacımız var Pars," diyerek arkadaşına döndü. "Elimizdeki bilgiler kısıtlı." Ares, eğer beni yanında tutmazsa tek başıma savaşacağımı biliyordu, beni yanında tutmak için çabalıyor ve isteklerimi kabul ediyordu. Pars, Ares'in bana karşı tavırlarına sinirlenmeye başlıyordu. Belimdeki silahı çıkartarak Pars'a doğrulttuğumda afalladı, alayla güldü.
"Ares beni bilir," dedim, Ares henüz beni bilmese de. "O yüzden anlaşma yoluna gidiyor. Sana da tavsiye ederim. Ya benimle işbirliği yaparsın ya da benim hakkımda bildiklerin yüzünden seni öldürmek zorunda kalırım. Seçim senin."

Ares, onu Pars'la çatışmaması için kurtardığımı düşünürken rahatça arkasına yaslandı, Pars kısa bir an ona baktı ve tam tahmin ettiğimiz gibi düşünerek "Demek tehdit altındasın," dedi. Konuşmaya başladığımda bana çevrildi gözleri. "Benim hakkımda haddinden fazla şey biliyorsun, yüzümü görmen dahi bir tehdit oluşturuyor. Ares'e olan sadakatini ispatlamanı istiyorum. Şimdi, bülbül gibi ötmeyi mi tercih edersin yoksa seni öttürmemi mi?"

Ares gülmemek için kendisini zor tutarken bunun bir blöf olduğunu düşünüyordu. Çenemi usulca kaldırırken gelen yardımcı kadına baktım, elimdeki silaha korkuyla bakarken titreyen elleriyle tepsiyi ortadaki sehpaya bırakıp koşarak uzaklaştı. Ares kadının servis edemediği içeceklerimizi hepimizin önüne bırakırken "Emimim ki Pars seni anlamıştır Mira," dedi. "Silahını indirebilirsin." İfadesiz bakışlarım ona kayarken "Konuşmaya başlayana dek anladığından emin olamayacağım." dedim. "İstediklerimi alana dek silahımı bırakmayacağım, eğer beni kandırmaya çalıştığınızı hissedersem arkadaşını mezarda ziyaret edersin." Ares gözlerime bakarken blöf yapmadığımı anlayarak kaşlarını çattı. "Benim şakam yok, Aladağ." dedim. "Oyun oynamıyoruz, savaş başlatıyoruz. Bunu, beni sırtımdan vurabilecek adamlarla yapmayacağım. Bildiğin üzere sırtımda ihanet için yer kalmadı." Bakışlarımı Pars'a çevirdim. "Şimdi, konuş."

Pars birkaç saniye boyunca bana bakarken "Savaşımızın adı Duru." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Duru kim?" Pars kısa bir an Ares'e baktı, Ares sigara paketini çıkartarak bir sigara yaktı. Yeniden bana baktığında "Duru, Kenan'ın kızı." dediğinde kaşlarım havalandı. "Ne?"

"Lisedeyken tanıştık," dedi, Pars. "Duru'yu hiçkimsenin dikkatini çekmesin diye Nevra'nın yanında tutuyordu. Ne Nevra biliyor onu ne de Kenan'ın eşi Sude. Bilirsin, bir şeyi saklamanın en iyi yolu onu göz önünde tutmaktır. Kenan da öyle yapıyordu." Sertçe yutkundum, önümdeki bordo renkli çaya baktım. Demlenen bitki çayımın koyulduğu porselen fincanı alarak birkaç yudum içtim. Pars da sanki kendisine bir silah doğrultmuyormuşum gibi bir sigara yakıp arkasına rahatça yaslandı. "Ares onu bir gün pavyonda bulmuş, az da olsa darp edilmiş halde." Kısa bir an yeri izleyen Ares'e baktım. "Kim olduğunu bilmiyorduk, onu lisede kaldığı eve götürdü. Korumaya başladı, başka iş ayarladı. Zamanla bizim aramıza girdi Duru, bizim evimizde de kalmaya başladı. Arkadaş olduk. Yılbaşı partisinde Ares'le sevgili oldular. Gayet güzeldi her şey, iyilerdi ama Duru bir gün ansızın gitti. Tek telime etmeden, iz dahi bırakmadan kaçtı. Ares onu her yerde aradı, başka bir pavyonda buldu."
Silahımın kabzasını bacağıma yasladım, daha gevşek tutmaya başladım. Ares gözlerini yerden kaçırmazken sigarasından içmeye devam ediyordu. Pars kahvesini aldı, bir yudum içti. Ares kahvesine hiç dokunmadı. "Duru orada çalışıyormuş, henüz reşit dahi değilken. Ares başta gurur yaptı, yanına gitmedi ama sonra dayanamayıp Duru'yu aradı, buldu da. Onu kurtarmak isterken Kenan'ın adamları tarafından darp edildi, Duru'yu da kaçırdılar. Kenan, Ares'in dövüldüğünü öğrenince onu evine çağırdı. Senin tutulduğun eve." Bedenimden bir ürperti geçerken elimdeki silahı sımsıkı kavradım. Ares'in bana baktığını hissedebiliyordum ama gözlerim Pars'a odaklanmıştı.

"Ne Ares, Duru'nun kim olduğunu ve o pavyonun Kenan'a ait olduğunu biliyordu ne de Kenan Ares'in Duru'yu kurtardığını. Ares ona Duru'yu anlattığında Kenan durumdan haberi olmadığını, pavyonun işletmesiyle ilgileneceğini söyledi. Ares ona güvendi ancak o günden sonra Duru'ya ulaşamadık. Ne okula geldi ne de pavyonda çalışmaya devam etti. Kenan onu bizden kaçırdı."

İfadesiz gözlerle onu seyrederken "Yani sizin amacınız fuhuş değil, Duru." dediğimde Pars başını iki yana salladı. "Duru'yu ararken Kenan hakkında bilgi sahibi olduk. Fuhuş evlerini öğrendik, planımıza dahil oldular. Her türlü bilgiyi topladık, içlerine adam sızdırdık ancak ona saldırabilecek kadar yeterli gücümüz yok. Bize destek olan hiçkimse yok, ailelerimiz amaçlarımızı öğrenirse Kenan'a arka çıkarlar ve elimizdeki bütün gücü kaybederiz. Bu nedenle harekete geçmiyoruz, yeterli güce kavuşana dek bekliyoruz. Elbette önceliğimiz arkadaşımızı kurtarmak, geri kalanı bekleyebilir."

"Yeterli güç benim," diyerek çenemi kaldırdım. Silahımı usulca indirdim, belime yerleştirdim. Dosyayı alarak ayaklandığımda ikisi de bana bakmaya başladı. Ağır adımlarla Pars'a ilerleyerek dosyayı ona uzattım. "Kenan'ın fuhuş evleri, bağlantıları, adamları ve çok daha fazlası. Desteği dert etmeyin, yanımda olduğunuz sürece arkanız sağlam."

Pars bana küçümsercesine bakarken dosyayı aldı, "Bu özgüvene rağmen bize bildiklerimizi sunacağını tahmin etmemiştim." Dosyayı açarak göz ucuyla bakınırken yüzündeki ifade kayboldu, afalladı. Ares onun tepkisiyle "Ne oldu?" diye sorduğunda Pars bana baktı. "Doğru mu bunlar?"

"Benim istihbaratımda yanlış olmaz." derken aklıma Hermes geldi. "En azından artık olmaz." Pars dosyaya biraz daha bakınırken "Bizim bütün bildiklerimiz yalanmış." dediğinde Ares ayaklanarak yanımıza geldi. Pars'ın elindeki dosyayı alarak incelemeye başladığında Pars hayret dolu diliyle "Gökhan da bu işin içinde," dedi. "Cengiz Karaman da. Benim ailem de. Nasıl olabilir bu?" Ares dosyayı inceleyerek kapattı, bana baktı. "Nasıl edindin bu bilgileri?"

Yalın bir dille "Kenan anlattı," dedim. "Kendi yöntemlerimle de tasdikledim. Yanlış yok ancak ispatlarımı da size sunmayacağım. Bana güvenmekten başka çareniz yok."

Pars gergince "Ailelerimize karşı savaşamayız." dediğinde alayla gülümsedim, "Ne o, cesaretinin balonu bir anda patladı mı? Yüreğin bir kız çocuğunun cesaretini taşıyamıyor mu?" Başımı kaldırarak Ares'e baktım. "Sanırım yeni bir plan kurmalısınız. Endişelenmeyin, yanınızda durduğum sürece Meclis'e karşı her savaşınızda kazanacaksınız. Adamlarıma haber gönderdim, hayatta ve iyi olduğumu, amaçlarımı ve yapacaklarımı biliyorlar. Operasyon hazırlığına başladılar, plan kurduğumuzda ve hazırlıklar tamamlandığında kurdukları fuhuş krallığını yok edeceğiz. Ve size söz veriyorum, yanımda olduğunuz sürece Duru'yu bulacağım. Nerede olursa olsun, bulacağım." Gözlerim Ares'in gözlerine sabitlendi. "Şeref sözü." Yıldız sözü değil, Şeref sözü. Şeref sözü benim için tam olarak ne anlama geliyordu bilmiyordum ancak Ares için vereceğim savaşta Ares'in dilinde söz vermek istemiştim.

Pars yeniden lafa girerek "Ailelerimizle savaşamayız," dedi. "Plan iptal." Ona birkaç saniye boyunca baktım, belimdeki silahı çıkartarak namluyu kalbine yasladım. "O halde seni öldürmek zorundayım. Bildiklerin benim için bir tehdit, arkamda ailesi uğruna bana ihanet edecek bir adam bırakamam." Pars kaşlarını çatarak bana bakarken emniyet kilidini açtım, gözümü dahi kırpmadan ona bakmaya devam ettim. "Ailemin iffetimi kaybettiğim için beni öldüreceğini bilerek burada kalıyorum, Pars. Sizin yanınızda durup sizinle savaşmayı tercih ediyorum, size güç veriyorum. Ve sen kendi ailenden ölesiyle korktuğun için benim savaşımı baltalıyorsun. Zannediyor musun ki senin korkun o evlerde ölmek zorunda kalan çocukların korkusundan daha üstün?"

Pars'ı sözlerimle tahrik ederken silahı umursamadan üzerime doğru yürüdü, silahın namlusu göğsüne sertçe yaslanmaya devam etti. "Bana bak, küçük kız, ne yaşamış olursan ol senin yüzünden ailemin karşısına geçmeyeceğim. Duru'ymuş, çocuklarmış umurumda olmaz. Karışmayacaksın bu işe, eğer karışırsan Kenan'a gider anlatırım."

Bir adım geriledim ve namluyu aşağıya indirerek bacağına sıktım. Patlayan silahın sesi kulaklarımı çınlattı, Ares hızlıca bedenimi kavradı. Pars acıyla bağırdığında Oğuz ve Sancar'ın koşarak çardağa girmişti. Ares'ten uzaklaşarak Pars'ın yakasından sertçe kavradım, "Benim geldiğim yerde, yere sağlam basamayan korkakların topuğuna sıkarlar," dedim. "Bir bahanesi olsun, asla cesur olamayacağını hiç unutmasın, kime hizmet edeceğini iyi bilsin diye. Bir de bacağından sakatlanan atları tek kurşunla öldürürler, artık işe yaramaz diye. Şimdi kaderini sen seç, kime hizmet edeceğini öğrendin mi yoksa işime yaramaz mısın?"

Pars ayakta durmakta zorlanırken kan kaybetmeye ve acıyla kıvranmaya devam ediyordu. "Tamam," dedi, acıdan değişen sesiyle. "Tamam, seninleyim. Bırak beni." Birkaç saniye boyunca gözlerine bakarken yakasını sertçe bıraktım, anında arkasındaki koltuğa yığıldı. "Ailenden değil, benden korkmalısın Pars Tekin. Senin ailen benim okyanusumda ancak bir çakıl taşı olabilir." Arkama dönerek silahı Oğuz'a uzattım. "Plan kurduğunuzda haber verirsiniz. O ana dek savaştan anlamayan adamlarla oturup daha fazla vakit kaybetmeyeceğim." Oğuz silahı alıp hızlıca emniyetini kapattı, beline koydu. İkisini ardımda bırakarak eve ilerlerken Oğuz ve Sancar peşimden geliyordu. Sert dilimle "Pars bizim yanımızda değil," dedim. "Karargaha bildirin, gözlem altında olacak. En ufak yanlışında ihanetin bedelini ödetin."

Oğuz "Emredersiniz efendim." dedi. "Bu savaşta ihanetin bedeli ne?"

"Ölüm." dedim, keskin dilimle. "Her savaşta ihanetin bedeli ölümdür, Oğuz. Birini görevlendirin, Pars'ı yakından gözleyip kontrol etsin. Yetkilendirilmesiyle ilgilen, tam yetki veriyorum. Gerektiğinde beklemeden öldürsün. Benim için kıymetli değil."

Yeniden "Emredersiniz efendim." dedi. "İstihbarattan birini görevlendiririm."

Eve girdik, mutfağa geçtim. Yardımcıları mutfaktan çıkartarak kapıyı kapatıp dolapları kurcalamaya başladığımda hızlıca bir liste hazırladım. Oğuz istediklerimi almak için giderken eldivenlerimi çıkartıp hala yer yer yaralı olan ellerimi yıkadım, plastik eldiven taktım. Bulabildiğim malzemeleri geniş tezgaha yerleştirirken bir yandan da telefonumdan müzik bulmaya çalışıyordum. Oğuz istediklerimi getirdi, poşetleri tezgaha bırakıp çiçek buketini masaya koydu. Mutfaktan çıktığında önlük takarak malzemeleri aldım. Önce pastam için krema hazırlayıp dolaba koydum, daha sonra pandispanya hamuru hazırladım. Alınan kalıpları yıkayarak hazırlayıp hamuru döktüm, fırına koydum. Pastamın iç malzemelerini hazırlarken mutfak kapısı açıldı ve Ares geldi. "N'apıyorsun?"

Mesafeli tavrına karşın başımı kaldırıp ona bakarken kesme tahtasındaki meyveyi doğramaya devam ettim. "Pasta yapıyorum, hasta ziyaretine eli boş gidilmez."

Şaşkınca "Pasta mı?" diye sorarak çalışan fırına göz ucuyla baktı, yeniden bana döndü. "Kim hasta?" Basit bir dille "Pars," diyerek gözlerimi kesme tahtasına indirdim ve aynı boyutta doğradığım muz dilimlerini tabağa ayırarak yenisini aldım. "Vuruldu. Ayıp olur ziyaretine gitmezsem."

Ares bana deliymişim gibi bakarken yeniden ona baktığımda sertçe "Elini keseceksin!" dedi. "Önüne bak."
Alayla güldüğümde hayretle "Hem Pars'ı sen vurdun," diye devam etti. "Bir de ziyaretine mi gideceksin?"

"Elbette," gözlerimi önüme indirerek doğradığım muzları ayırdım. "Nezaket bunu gerektirir." Aslında çilekli yapacaktım ama Ares'in alerjisi vardı. Yalnızca muzlu ve çikolatalı pastamız olacaktı. "Anladığım kadarıyla Duru o sözünü ettiğin kadın, sevdiğin kadın." Başımı kaldırarak Ares'in gözlerine baktığımda duraksadı, yutkunduğunu gördüm.

"Bir zamanlar öyleydi,"

"Bunca zaman sonra bile onun için savaşıyorsan hala öyledir." Muzları kararmalaları için hazırladığım şeffaf sosa bulamaya başladım. "Onu kurtarmak isterken beni buldun, senin için trajik olmalı. Sözüm söz, Duru'yu sana getireceğim." Muzları bir kaseye ayırarak üstlerini kapattım ve buzdolabına yerleştirdim. O esnada biraz katılaşan kremamı alarak yeniden tezgaha geçmiştim. Kremayı iyice karıştırarak kıvam almasını sağladım, dolaba yerleştirdim. Ares bir bar taburesine oturmuş beni izlerken ansızın "Korkmalı mıyım senden?" diye sordu.

Göz ucuyla ona baktım, "Hayır." dedim. "Bu dünyada benden korkması gereken en son kişi sensin, benim kahramanımsın. Ne olursa olsun silahlarım sana kalkmaz." Pişen pandispanyamı alarak tezgaha koydum ve fırını kapattım. Çikolatalarımı ayırarak bir kısmını doğradım, bir kısmını rendeledim ve dolaba attım. Geri kalanını eriterek bir kısmıyla hızlıca sos hazırladım. Ares beni seyrederken hiç konuşmuyor, ses çıkartmıyordu. Oğuz mutfağa girdiğinde Ares'e kısa bir an baktı, "Gel Oğuz," dediğimde bana yaklaştı. Elindeki mektubu uzatarak "Komutandan efendim," dedi. "Hazırlıkların tamamlandığını söyledi ve size mektup gönderdi. Diğer konu hakkında da emriniz üzerine irtibat sağladım, isteğiniz en uygun şekilde yerine getirildi. Gelişmeler bana bildirilecek, her güncellemede sizi bilgilendireceğim."

İstihbaratla iletişim kurup bir ajan ayarlamıştı. Pars artık hayatına peşinde bir katille devam edecekti. "Mektubu açabilir misin?" diye sorarak ellerimi havaya kaldırıp ona gösterdim. "Eldivenlerim kirli,"

"Elbette efendim." Oğuz mührü kırarak mektubu açıp bana doğru çevirdi, gözlerimi kısarak yazanları okumaya başladım. Dudaklarımda ufak bir tebessüm oluşurken "Güzel haberler mi var?" diye sorduğunda ona baktım, göz kırparak geriledim. Oğuz mektubu katlayarak zarfa yerleştirirken pandispanyamı aldırdığım aparatla dilimlemeye başladım. "Komutan ziyaretime gelmek istiyormuş,"

"Cevap yazmanız gerekiyor," dedi, "Kabul edecek misiniz?"

"Elbette," derken keyifliydim. "Ev sahibimiz kabul ederse gelmesini çok isterim." Gözlerim Ares'e çevrildiğinde ona sorduğumu anlayarak "Senin misafirin benim de misafirimdir." dedi. "Akşam yemeğine bekliyorum, hazırlıklarla ilgilenirim." Başımı hafifçe sallarken gülümsedim ve Oğuz'a döndüm. "Pastam bittiğinde Komutana mektup yazacağım Oğuz'cum. Mektubumu iletirsin. Ondan önce asistanına haber gönder ve akşam bir planı olup olmadığını sorgula."

Oğuz "Emredersiniz hanımefendi." dedi, mektubu tezgaha bırakarak parmaklarımla verdiğim emir üzerine mutfaktan çıktı. Ares garip bir tonda "Elinle emir mi verdin sen?" diye sordu.

"Evet," Pastanın katlarını ayırarak bir taban oluşturdum. "Ellerim dilimdir benim, sözlerimden önce ellerim konuşur."
Büyük bir özenle pastamı yapmaya başladığımda Ares sandalyeden kalkıp yanıma geldi, kalçasını tezgaha yasladı. Dikkatle beni seyretmeye devam ederken "Neden pasta?" diye sordu.

"Çünkü üzgünüm," dedim, basit bir dille. "Ve ben üzgünken pasta yapmayı, pasta yemeyi çok severim." Bir iki saniye sessiz kaldı, ardından yumuşak tavrıyla "Neden üzgünsün?" diye sordu. Omuz silkerek yeni katı koydum, kremasını sıkmaya başladım. Oluşturduğum bariyer içerisine çikolata ve muz koyarken Ares "Söyleseydin aldırırdım." dedi. "Ellerin yaralı hala. Hazır sevmiyorsan ben de yapardım."

Ağzımın içinde cıkladım. "Alerjim var, sütsüz yumurtasız pasta bulamazsın. Hem pasta yapmak bir terapi gibi, hala acemi sayılsam da kendi pastalarımı yemeyi çok seviyorum. Garip bir haz veriyor." Pastanın katlarını bitirerek etrafına krema sürdüm, özenle pürüzsüz hale getirdim. Pastayı süslemeye başladığımda Ares "Baya başarılı oluyor," dedi. "Bence acemi falan değilsin, ustalaşmışsın. Başka neleri seversin? Ne iyi gelir sana?"

"Resim yapmak," diye mırıldandım. "Denize açılmak, balık tutmak, ata binmek, dans etmek, köpeklerimle oynamak, meyve ve çiçek toplamak, kitap okumak, enstürman çalmak, şarkı söylemek... Bir çok şeyi severim, hepsi iyi gelir bana. Hepsinin yeri ayrıdır. Canımın acısına göre ilacı da bellidir."

"Peki neden pasta yapıyorsun?" Ares canımın neden yandığını farklı bir yolla sorarken "Üzgünüm," dedim, yeniden. "Eğer söz konusu ailemse canımı yaktıklarında pasta yaparım. Annem öyle yapardı, alışkanlık."

"Baban yüzünden, değil mi?" Başımı uysalca sallarken sessiz kaldım. Ares uzandı, belimin yanından kavrayarak alnımın kenarından öptüğünde ellerim duraksadı, gözlerimi usulca kapatıp açtım. Ares bana alan tanıdığında pastamı bitirip fanusa koyarak buzdolabına kaldırdım ve büyük bir özenle mutfağı temizledim. Oğuz yeniden mutfağa girdiğinde lastik eldivenlerimi çıkartıyordum. "Merhabalar efendim," diyerek hem bana hem de Ares'e baş selamı verdi, gözleri yeniden bana kaydı. "Komutanın bu akşam herhangi bir planı yokmuş hanımefendi. Davetinizi kabul ettiler. Akşam yemeği için özel bir isteğiniz var mı?"

Ellerimi güzelce yıkayarak peçete aldım, yaralarıma fazla bastırmadan kurularken "Komutan et sever," dedim. "Selma Hanım'a söylersin, ana yemeğin et olacağı şekilde Türk mutfağına uygun menü sunsun. Birkaç alternatif istiyorum. Uygun olanı onaylarım. Et marinesi için de bana danışsınlar, özel olarak komutanın sevdiği şekilde marine edeceğiz. Sofra için eksiklikler var bu evde, bana yakışır bir sofra hazırlanmalı. Birazdan sana ileteceklerimi temin et, Selma Hanım'ı da bilgilendir. Alışverişe çık ya da birini gönder, yemek takımı alsınlar. Çatal bıçak, tabak bardak setleri falan. Gündelik bir sofra istemiyorum. Bana yakışır bir sofra kurulsun."

Ares söze girerek "Gümüş yemek takımı vardır." dediğinde ona döndüm. "Gümüş sevmem." dedim, düz bir ifadeyle. "Altın severim. Kusura bakma, evinin düzenine müdahele ediyorum ancak misafirlerim benim için çok kıymetlidir."

"Sorun değil." dedi. "Sofrayla bizzat ilgilenirim."

"Pekala." demekle yetinip yeniden Oğuz'a baktım, Oğuz görevlerini anladığını belirtircesine başını sallarken kendi eldivenlerimi aldım, ellerime geçirirken "Madam'ın sofraları tam olarak nasıl düzenlediğini anımsayamıyorum," dedim. "Biraz spontene gelişecek. Gardrobumda şık bir elbise yok. Kırmızı bir elbise istiyorum. Sırtı kapalı olan bütün elbiseleri getir, aralarından seçim yaparım. Aman dikkat, orta yaş üstü elbiseler getirme bana."

Oğuz gülerek "Getirmem efendim," dedi. "Endişlenmeyin, size göre alışveriş yapacağım. Saçlarınız için kuaför ister misiniz?" Ares, konuşmama fırsat vermeden "Gerek yok Oğuz. Saçlarını ben yapacağım." dedi, sert tavrıyla. "Elbiseyi de ben ayarlarım." Bakışlarım ona kayarken Oğuz'un benden onay beklediğini bildiğimden "Ares Bey ne diyorsa onu uygulayalım, elbet bir bildiği vardır. Kendisi ev sahibimiz." dedim. Oğuz beni onaylayarak mutfaktan çıktığında çiçekleri ellerimin arasına alarak kokladım, kırmızı gül dışındaki çeşitli kırmızı çiçeklerden oluşan buketi inceledim.

Ares yanıma gelirken "Sanırım çiçekler de Pars'a," dediğinde başımı sallayarak buketi masaya koydum. "Durumu nasıl?"

"Ameliyattan çıktı," dedi, Ares. "Simay ilgileniyor onunla. Son durumunu bilmiyorum, birazdan yanına gideceğim."

"Pasta biraz dinlensin, ziyaretine giderim." Geriledim, kendime su doldurarak bir bardak suyu içtim. Üzerimdeki önlüğü çıkartıp yerine koydum. "Ben gelene kadar Pars'la konuş, ciddeyetimin farkına vardığına inanıyorum. Umarım bu saatten sonra bir aptallık yapmaz." Ares gerildi, hamlelerimden hoşlanmadığını belirtircesine "Bunu yapmak zorunda değildin, kalıcı hasar bırakabilirdin. Senin için burada bekleyen doktorumuz olmasa kan kaybından ölebilirdi." dedi. Ona yaklaştım, çenemi kaldırarak gözlerine dikkatle baktım. "Korkak adamları korkutmak gerekir, Aladağ, aksi taktirde kendilerini dünyanın en cesur insanı zannederler. Sen de korkak mısın?"

Ares'in kaşları usulca havalanırken "Beni de mi vuracaksın?" diye sordu, ardından alayla güldü. "Pardon, senin silahların bana kalkmazdı. Beni nasıl korkutacaksın?"

"Seni korkutmak için bir gece vakti kaybolmam yeterli," dediğimde kaşları çatıldı, onu bırakıp yata gittiğim anı anımsadı. "Ancak sen korkak bir adam değilsin."

"Nereden biliyorsun?"

"Bir korkak, o köpekler için bir yangına girerek beni kurtarmazdı." dedim, "Pars'ın korktuğu herkes karşısındayken içlerinden birinin evine sokup beni korumazdı." Ona yaklaşarak yüzlerimizi karşı karşıya getirdim. "Cesaret kazanılabilen bir şey değildir, Aladağ. Kan gibi, soy gibi doğumla gelir. Cesareti de cesaretini kullanman gereken savaşları da Tanrı verir. Bu yüzden Pars ne olursa olsun yüreğinde korkuyla yaşayacak, senin yüreğinden ise cesaret eksik olmayacak." Elimi uzatarak yanağından kavradım, parmak uçlarım teninde gezindi. "Bunu, binlerce asker tanıyan ve o askerlerle büyüyen bir kız çocuğu olarak söylüyorum. Bugüne dek savaş meydanında korkak adamların kazandığını görmedim. İşte bu yüzden biz kazanacağız."

Ares gözlerime bakarken ona gülümsedim ve biraz geriledim. "Elbisemi bekliyorum, akşam olmadan hazırlanmalıyım." Ares beni onayladığında mutfaktan çıktım. Ares'in sık sık çalıştığı çalışma odasına girerek bir kalem ve kağıt alıp kalemin kırmızı mürekkebini akıtırken yazı yazmaya yabancılaştığımdan dikkatlice Komutana davet mektubu yazdım. Mektubu Oğuz'a teslim ettim. Banyoma geçerek zar zor duş alıp bakımlarımı özenle yapmaya başladım. Odaya girdiğimde cam pervazında duran Ares'le karşılaştım, gözlerim yataktaki kırmızı elbiseye ve farklı boyutlardaki iki kutuya kaydı. Benim için bizzat elbise seçtiğini anlarken yatağa ilerleyip elbiseyi kavradım ve havaya kaldırdım. Kısa, dekoltesiz olduğundan fazla kadınsı durmayan tatlı ama kalıbı nedeniyle şık bir elbiseydi. Ta ki arkasını çevirene kadar. Sırtının açık olduğunu farkederken kaşlarım çatıldığı an bedenimde Ares'in ellerini hissettim, "Kendinden utanmamalısın," dedi. "Sırtını gizlemene izin vermiyorum. Aynalarla bir gün barışabilirsin ancak kendi bedenine küsersen bunun geri dönüşü olmaz. Bu elbiseyi giymeni istiyorum kızıl. Ne kadar canın yanarsa yansın eğer gerçekten cesursan kumaşların ardında saklanmazsın."

Beni, benim düşüncelerimle kontrol etmeye çalışması sinirlerimi bozarken "Gazla çalışmıyorum, Ares." dedim. "Benim cesaretimi sorgulamak hiçkimsenin haddine değil. Bu elbiseyi giymeyeceğim. Sırtımdaki yaralar tıpkı diğerleri gibi utanç yaraları, eğer taşımaktan gurur duyduğum yaralarım olsaydı emin ol sergilemekten çekinmezdim."

"Bu elbiseyi giyeceksin, kızıl." Bedenimi sıkıca kavrayarak başımdan öptü, sol eli sırtımı okşamaya başladı. "Başka elbise almayacağım senin için, Oğuz'un ya da bir başkasının almasına da izin vermeyeceğim. Yaraların canını ne kadar yakarsa yaksın, hiçkimseye bunu göstermeyeceksin. Onları taşımaktan çekinmeyeceksin, utanmayacaksın. Gerçek cesaret eline silah alıp birileri vurmak değildir, zayıflıklarını dahi kendine silah yapmaktır. Eğer sen onları saklarsan, ne kadar cesur olursan ol insanların gözünde bir korkaktan öteye geçemezsin." Saçlarımdan öptü, "Kenan sana ne yapmış olursa olsun karşısında dimdik durduğun gibi bu yüzden aldığın yaralarınla insanların karşısında dimdik duracaksın. Yaraların senin utancın değil, en büyük gücün. Onlar senin cesaretinin eseri, belki gururla taşıyamazsın ama utanıp saklamamalısın da."

Başını eğerek omzumdan öptü, "Lütfen elbiseni giy ve gel, Mira. Seni o elbisenin içinde görmek için sabırsızlanıyorum."
Omzumun üzerinden ona baktığımda bana güç verircesine gülümsedi, belime ufak bir baskı uyguladı. Yutkunarak yeniden elbiseye döndüğümde adımlarım gardrobuma yönelmişti. Temiz çamaşır aldım, banyoya girdim. Sırtı açık ve göğüs pedli olduğundan yalnızca kırmızı dantelli kilodumu giyerek elbiseyi üzerime geçirmiş, belimin yanındaki gizli fermuarı çekmiştim. Önü tamamen kapalı, dökümlü kumaşıyla hareketlilik sağlayan, uzun bol kolları olan bir elbiseydi. Katlı kumaşıyla belimi sıkıca kavrıyordu. Hafif katlı etekleri kısaydı, bacaklarımda artık morluklar ya da çürükler yok denecek kadar azdı. Sırtımın nasıl göründüğünü bilmek istemiyordum. Islak saçlarımın suyunu alarak serbest bıraktım ve sırtımı örtmelerini sağladım.

Çekingen adımlarla odaya girdiğimde Ares sigarasından derin bir nefes alıp dikkatlice beni incelemeye başladı. Bütün utancıma rağmen karşısında dimdik durmam usulca gülümsemesine neden olurken sol elinin işaret parmağı hareketlenmişti. Parmağını çevirerek etrafımda dönmemi istediğinde usulca kendi eksenimde döndüm, yeniden ona baktım. Sigarasını küllüğe bastırarak zehri havaya saldı ve ayaklandı. Bana doğru attığı her adım nedensizce gerilmemi sağlarken Ares arkama geçip ıslak saçlarımı elleriyle toparladı ve tek elinde tuttu. Deri kumaşa sarılı parmak uçları sırtımda gezinirken "Çok yakışmış," dedi. Elleriyle sardığı yaralarımı yine kendi elleriyle sızlatıyordu. Somut değil, soyut bir sızıydı bu. Sanki ölüyormuşum gibi hissettiriyordu. "Şimdi yatağa otur, saçlarını kurutalım."

Sessizce yatağa oturduğumda Ares banyodan malzemelerimle geldi. Saçlarımı şekillendirip özenle kuruttu, ardından büyük bir çabayla ensemin biraz üzerinden topuz yaptı. Ansızın önümde bir kutu belirdiğinde Ares'in elindeki kadife kutuyu aldım, içini açtım. Yakutun pırlantalarla sarmalandığı küpelere şaşkınlıkla baktığımda
"Bana ilham oluyorsun," dedi. "Sen yanımdayken şiirler yazasım, çizimler yapasım geliyor. Bunu sen hastanede kalırken tasarlamıştım, senden başka hiçkimseye ait olamaz." Karşıma geçti, küpeleri alarak kulaklarımdaki ilk deliklere taktım. "Teşekkür ederim, çok güzeller."

Ares bedenime yerleşen eserlerini gururla seyrederken "İlk kez can buluyorlar," diye mırıldandığında onu anlayamadım. Yeşilleri mavilerime çevrildi, usulca geriledi. Önümde diz çökerek kutudan çıkarttığı biraz kalın topuklu kırmızı ayakkabıları giydirdi. Ayağa kalkarak bana yeni eldivenler getirdiğinde ellerimdekileri çıkartarak dantel eldivenleri taktım, usulca yataktan kalktım. Topuklularım Ares'le aramızdaki boy farkını azaltırken ona döndüm. Yüzümü ellerinin arasına alarak eğilip alnımdan öptü, bana sıkıca sarıldı. Sırtıma yaslanan elleri bedenimin gerilmesini sağlarken çıplak tenimi uysalca okşayışına odaklandım. Tenimdeki dokunuşları benliğimi sarsarken ona sıkıca tutundum, siyah gömleğinin kumaşı avuçlarımda toplandı.

"Şhh," diye fısıldadı, kulağıma doğru. "Korkma, çekinme, utanma sakın." Gözlerimi sıkıca kapatırken titrek bir nefes aldım, kokusu ciğerlerime doldu. Saçlarımdan öptü, yaralarımın varlığına alışmam için onları bana gösteremese de hissettirmeye devam etti. "Ares," diye sayıkladığımda yumuşacık diliyle "Söyle güzelim," dedi. Konuşamadım, sırtımda sızlayan yaralarım beni tüketirken ayakta duramayacağımı hissetmeye başlamıştım. Dakikalar sonra güçlükle "Yapma," diye fısıldadım. "Canım yanıyor."
Ares saçlarıma ufak bir öpücük kondurarak beni dinlemeden sırtımı okşamaya devam etti, bütün yaralarımı sevgiyle sarmaladı.

Başımı boynuna gömerek kokusunu solurken aldığım sık nefeslerle hareketlenen göğsüme yapılan darbeleri duydum, kalbim hızla çarpıyordu. Kolları arasında can vereceğimi hissederken ona daha sıkı tutundum, ellerimdeki yaralar acıyla sızladı. Ares, canımı ne kadar yakarsa yaksın ona kızamıyor, öfkelenemiyordum. Gözlerim alev alev yanarken boğazıma bir yumru oturdu, sessiz sedasız ağlamaya başladığımda gözyaşlarım gömleğinin yanasından tenine düştü. Ares, ağlamamı dahi umursamadan bana yaralarımı kabul ettirmeye çalışırken saçlarımdan öptü.

Sessizliğimin altında ezildiğim dakikalar geçerken boğazımdan kaçan hıçkırıkla Ares bedenimi harekete geçirdi, adım atmakta zorlandım. Yatağa oturarak beni kendisine çektiğinde bacaklarının arasına girdim, bedenimi sarmalayarak bir eliyle sırtımı okşamaya devam etti. Çekingen bir tavırla "Eldivenlerimi çıkartabilir miyim?" diye sorduğunda duraksadım, bana dokunmak istemesi midemin kasılmasını sağlarken ona bir taviz daha verdim. Başımı sallayarak ağlamaya devam ederken Ares eldivenlerini çıkarttı, sıcak teni yaralarıma dokundu. Daha şiddetli ağlamaya başladığımda diğer eliyle topuklularımı çıkarttı. Kollarının arasında ufalarak ona sığındım, Ares'in parmak uçları sırtımdaki çıkıntılarda büyük bir özenle gezindi.

Zamanla ağlamam duruldu, sık sık iç çekmeye başladım. İçimden Ares'in sırtımdaki dokunuşlarını takip edip kafamda belirli şekiller oluşturuyordum. İlk dokunduğu andaki kadar yanmıyordu canım, acımıyordu yaralarım. Sanki Ares yaralarımla bir oluyordu, artık hiçbir şey hissetmiyordum. Ares beni yatıştırdığını anlarken başını eğip çenemin kenarından öptü, başımı omzuna kaydırarak yüzümü meydana çıkarttığımda yanağıma ufak öpücükler kondurdu, alnımın kenarından öptü. İç çekerek hala darbeler yapan kalbime uzattım elimi. Biraz daha zaman geçti, tamamen durulduğumda Ares yumuşacık diliyle "Daha iyi hissediyor musun?" diye sordu. Başımı halsizce sallarken "Hı hı," diye fısıldadım. "Tiksinmiyor musun yaralarımdan?"

Sırtımdaki eli duraksadı, parmakları açılırken sanki bütün yaralarımı avcuna saklamak istiyormuş gibi sırtımı kavradı.
"Seviyorum onları," dediğinde anlayamadım.

"Nasıl sevebilirsin yaralarımı?"

"Belki hala kabul etmiyorsun ancak onlar senin gücün," dedi. "Ve sen benim hayatımda gördüğüm en güçlü insansın. Bu yüzden seviyorum onları, farkında bile değilsin ama yaralarınla bana güç veriyorsun. Onlara her baktığımda, her dokunduğumda kendimi eskisinden daha güçlü hissediyorum." Başımı usulca kaldırarak onunla yüz yüze geldiğimde bir eli yüzümü kavradı, parmak uçları tenimi okşarken hala nemli olan yanaklarımı kuruladı. Yeşillerindeki hayranlık, tiksinmeden çok uzaktaydı. Uzandı, yanaklarımdan sırayla öptü, gözlerim usulca kapandı. Ares diğer eliyle sırtımı okşamaya devam ederken ansızın dudaklarını sol gözümün üzerinde hissettim. Gözlerimi açamadım, nefes alamadım. Ateş gibi yanan gözlerimden sırayla öptü, "Ağlama bir daha," dedi. "Bu ilkti, son olsun. Yaraların sana zayıflık veremesin, canını yakamasın."

Gözlerimi kırpıştırarak aralarken ona baktım, "Gözlerden öpülmez," dedim, hayretle. Daha önce de öpmüştü gözlerimden, bunu yapmamalıydı.

"Neden?"

"Ayrılık getirir." diyerek yutkundum. "Öyle derdi annem, öpülmezmiş gözlerden."

Usulca gülümsedi. "Annem de ne zaman ağlasam beni hep gözlerimden öperdi." Kaşlarım usulca çatıldığında "Hayır, ayrılık getirir." dedim. "Ayrılacağız. Neden öptün ki gözlerimden?"

Huysuz tavrım Ares'in gülmesini sağlarken "Benden ayrılmak istemiyor musun?" diye sordu. Başımı hızlıca iki yana sallarken "Sen benim kahramanımsın," dedim. Uzandı, sol yanağımdan öperek bana sıkıca sarıldı.

"Korkma, ayrılmayacağız. Asla bırakmam seni."

"Duru'yu bırakmadığın gibi mi?" diye sorduğumda duraksadı, başını usulca salladı. Kasdettiğim şeyi anladığından "Ne olursa olsun bulurum seni, uğruna savaşırım." dedi.

"Neden?" diye sordum, hasarlı sesimle. "Duru'yu seviyorsun, benim için neden savaşıyorsun?"

"Çünkü senin kahramanınım." diyerek saçlarımdan öptü. "Hadi kızıl, misafirimiz gelmek üzere. Güzelce hazırlayalım seni." Ondan kopmayı istemediğimi farkettim, sanki bedenlerimiz bir bütün haline gelmiş ve Ares de benim parçam olmuştu. Ares bedenimi nazikçe bırakarak eldivenlerini giydi, önümde diz çöküp topuklularımı giydirdi. Elimden kavrayarak beni yataktan kaldırdığında sessiz sedasız ona ayak uydurdum, banyoya giderken sırtımdaki yaralardan eskisi kadar rahatsız olmadığımı hissetmiştim. Elimi yüzümü yıkayarak kendimi toparladıktan sonra Ares benim için aldığı parfümden sıktı, makyaj malzemelerini aldı. Yatağa oturduğumda "Ben makyaj yapmayı bilmiyorum." dedim. "Hiç yapmadım."

"Gizem bu elbise makyajsız olmaz dedi," Yanıma oturdu, "Bi' bakalım, halledebilecek miyiz?"

"Halledemeyiz," dedim. "Makyaj yapmasak da olur. Komutan bilir zaten beni, resmi bir yemek değil."

"Peki, sen nasıl istersen," diyerek makyaj malzemelerinin bulunduğu çantayı kapattığında "Gizem biliyor mu beni?" diye sordum. "Kısmen." diyerek ayaklandı ve beni de ayağa kaldırdı. "Kıyafetini ben seçtim ama seni nasıl hazırlayacağımızı bilmediğimden ona danıştım. Makyaj malzemelerini o seçti, saçını nasıl yapmam gerektiğini anlattı. Hakkında varlığın dışında hiçbir şey bilmiyor." Başımı uysalca sallarken Ares'in çabasına karşılık yatağa oturdum. "Belki de biraz makyaj yapabiliriz."

Ares gülerek yatağa oturdu, "Gizem anlattı ama unuttum, nasıl yapıyorduk?" Makyaj çantasını alarak açtım, içindekileri yatağa döktüm. "İnan bana, hiç makyaj yapmadım." derken malzemeleri kurcalıyordum. Kapatıcıyı bulup alarak rengini denedim, "Bu bana koyu olur." dedim. Kaşları çatılırken "En açık rengi buymuş," dedi. "N'apacağız?"

Kapatıcıyı bırakarak far paletini aldım, bir tane de fırça buldum. "Bununla göz kapağımı renklendiriyorduk, Madam hep şeftali tonları kullanırdı." Paleti açarak renklere bakındım ve birini seçtim. Ares telefonunu çıkartarak internetten makyaj videosu açtı, koca bir kahkaha attım. "Ne?" diye sordu gülerken, "Ne sen biliyorsun ne de ben. Ver bakayım onu, kendin yapamazsın." Aynaya bakmadığım için makyaj yapamayacağımı biliyordu. Elimdekileri ona verdiğimde konuşan kadını büyük bir dikkatle izledi, gözlerimi inceledi. "Gözlerini kapatma," dedi, "Önce çerçeve yapmalıymışız, kapatırsan bozulur." Kıkırdarken ona biraz daha yaklaştım, bağdaş kurdum.

Ares videoyu defalarca kez geri sarıp durdurarak göz makyajımı yaptı, maskara aramaya başladı. Maskarayı bularak ona verdiğimde büyük bir özenle, gözüme sokmaktan korka korka kirpiklerimi renklendirmişti. Hoşnutsuzca "Siyah oldu kirpiklerin," dedi. "Turuncuyken çok güzellerdi." Usulca gülümsedim, Ares kapatıcı ve fondöten uygulamadığından geri kalan ten makyajımı yaptı. "Şu ana dek baya başarılı," derken dudak nemlendiricisi arıyordu, çünkü videodaki kadın rujdan önce nemlendirici sürün demişti. Gülümseyerek onu izlerken nemlendirici buldu, dudaklarıma sürdü. O esnada dudak kalemi bularak rengine bakmıştı. "Güzelmiş bu," Bana döndü, kalemle çerçeve yapmaya çalışırken "Gülümseme," dedi. "Bozuk oluyor." Gülmeye başladığımda Ares de gülerken "Vazgeçtim sen hep gül," dedi. "Her yerine çerçeve çekiyoruz zaten, nasıl makyaj bu anlamadım."

Kıkırtılarımı durduramazken "Tamam, tamam." dedim. "Uslu duruyorum. Bitir makyajımı, geç kalacağız." Zar zor gülmeden durduğumda Ares büyük bir özenle dudaklarımla ilgilendi, kalemle çerçeve çekip biraz doldurdu hemen ardından ruj sürdü.

Biraz gerileyip dikkatle yüzüme bakınırken kaşları çatılmıştı. Anlayamazken merakla "Olmadı mı?" diye sordum. Başını iki yana sallarken "Çok güzel oldun," dedi. "Ama Mira gibi değilsin, sevmedim." Gülümseyerek ona yaklaştım, uzanıp yanağından öptüm. "Mira!" diye söylendi, "Rujun bozulacak!" Kıkırdayarak gerilerken yanağındaki ruj izine baktım, "Tekrar sürersin," dedim. "N'apayım, içimden geldi. Çok tatlı oldun makyaj yaparken." Ares birkaç saniye gözlerime bakarak usulca gülümsedi, rujumu tazeledi.

Tamamen hazırlandığımızda Ares'le yemek salonuna inecekken onu durdurup yanağındaki ruju sildim, "Umarım beni paylaçoya çevirmemişsindir Aladağ." Bana üstten bakışlar atarken "Hiçte bile," dedi. "Bir sanat eseri yaptım, hakkımı yedirtmem." Gülerek koluna girdim, merdivenleri inerken "Komutan seneler evvel ordudan ihraç edilen bir Korgeneral." diye anlatmaya başladım. "Vatanına hizmet etmek istediği için, hükümetin el altından destek verdiği kuruluşları araştığı için, onları ifşa ettiği için iftiralarla ordudan atıldı. Onu bulduğumda hem öfkeliydi hem de yıkılmıştı. Hayatını adadığı ordudan ayrılmak, ailesini kaybetmek yaşam gayesini elinden almıştı. Elimi uzattım, tuttu. O günden bu yana askeri üniforma giyemese de, sesini insanlara duyuramasa da benim bünyemde vatanı için hizmet vermeye devam ediyor."

Ares dikkatle beni dinlerken fazlasıyla şaşırmıştı. "Nasıl oldu bu?" diye sordu. "Bazı çocuklar soyları gereği çocuk sayılmaz." dedim. "Beş yaşımda bitti benim çocukluğum, o günden beri ailem dışında hiçkimse tarafından çocuk olarak görülmedim. Kendi iradem yeni yeni oluşurken insanların iradesi haline geldim, onlar adına doğru veya yanlış kararlar aldım. Komutan da bu kararlarımdan, en doğru kararlarımdan."

Hole indiğimizde Ares beni hazırlanan yemek salonuna yönlendirdi. Uzun masaya kurulan sofrayı incelerken Oğuz'un el atıp benim istediğim gibi şekillendirdiğini farkettim. Şamdanlardaki mumlara, porselen vazolardaki çiçeklere, kusursuzca dizilen servislere ve yerleştirilen soğuklara bakındım. "Gayet güzel," derken sesimden memnun olduğum anlaşılıyordu. "Sıcakları Komutan geldiğinde servis ederler." Ares benim için önemli bir yemek olduğundan sofrayla ilgilenişimi seyrederken kapı zili çaldı, hemen arkama döndüm.

Ares'le birlikte hole geçtiğimizde bir yardımcı kapıyı açtı, Komutan elinde beyaz güllerle karşımda belirdi. Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken saygıyla "Aladağ Çiftliğine hoş geldiniz sevgili kumandan." dedim. Kumandan Ares'e baktı, bana yaklaşarak elindeki buketi uzattı. Teşekkür ederek buketi aldım, sağ elimi ona uzattım. Eldivenli eliyle elimi kavrayıp eğildi, üzerinden öptü. "Sizi gördüğüme çok sevindim." Ona yaklaşarak yanaklarından öperken sessizce "Burada majesteleri değilim, sevgili kumandanım." dedim. "Lütfen bana Mira diye hitap edin."

Gerilediğimde komutan gülümseyerek beni inceledi, ardından Ares'e döndü. Ares ona baş selamı vererek elini uzattı. "Hoş geldiniz. Ares Aladağ." Komutan "Biliyorum evlat," diyerek onun elini sıktı, geriledi. "Seni son gördüğümde yedi yaşındaydın." Ares onu anlayamasa da ifadesi dağılmadı, "Tanıştığımızı bilmiyordum." dedi. "Kusuruma bakmayın. Buyrun, yemek salonuna geçelim."

Komutan bana öncelik tanıdığında çiçeklerime tutundum ve Ares'e baktım. Ares bana güç verircesine gülümsediğinde çenemi kaldırarak ikisinin de önünde yürümeye başlamış, sırtımdaki yaraları onlara sunmuştum. Zannettiğim kadar yakmadı canımı, utanmadım. Yemek salonuna girdiğimizde sıcakların masadaki yerlerini aldığını gördüm, çiçekleri yardımcı kadına teslim ettim. Başköşeye ev sahibi olarak Ares'in oturması isteyerek solundaki sandalyeye oturdum. Ares başköşeye oturduğunda Komutan onun sağına, karşıma oturmuştu. Ares'in onayıyla yemek servisi başlarken beni inceleyen komutan "Sizin için çok endişelendim," dediğinde gülümseyerek "Gayet iyiyim," dedim.

Orta yaşların sonundaki adam yüzündeki kırışıklıklar belli olacak kadar gülümsedi, ancak bu gerçek bir gülümseme değildi. Şarap servisi de yapıldıktan sonra yardımcı salondan çıktı ve Oğuz salona girdi, kapılar kapatıldı.
Komutan dikkatle beni incelerken birkaç dakika boyunca sessizce çorbalarımızı içtik. Ansızın "Büyümüşsünüz," dediğinde ona baktım. "Son görüşmemizin üzerinden bir yıl geçti. Çaya davet ettiğiniz son gün doğum gününüzden bir ay önceydi. Bir dahaki görüşmemizde benim çayımı içeceğinizi söylemiştiniz. Bekledim, gelmediniz."

Başımı uysalca sallarken "Hedeflerim o yöndeydi," dedim. "Türkiye'ye gelmeyi planlıyordum. Aslında Türkiye'ye geldim de. Planlarım dahilinde sizin çayınızı içmek vardı."

"Görüyorum," derken yüzümü inceliyordu. "Hayalinizdeki gibi olmamış."

Yutkunarak şarabımdan yudumladım, "Hermes'i hatırlıyor musunuz?" diye sordum. Komutan gülerek "Elbette," dedi. "Siz ona Hermes derdiniz o da inatla benim adım Kağan derdi. Birkaç kez antremanınıza denk gelmiştim, ona dövüşmeyi öğretiyordunuz. Türk Çocuğu'na sormuştum, kim olduğunu. Sizin için özel biriymiş, onu diğerlerinden daha farklı yetiştiriyormuşsunuz. Ne yazık ki bizzat tanışamadım."

"Türkiye'ye onunla geldim," dediğimde Ares'in beni izlediğinin farkındaydım. "Beni aileme getirecekti, katilime getirdi." Komutan ciddileşirken arkasına yaslandı ve dikkatle beni dinlemeye başladı. "21 Aralık gecesi Kenan Karadağ tarafından kaçırıldım, esir edildim. Bugün, orada geçen on ayımın izlerini sırtımda taşıyorum. Elimi tuttuğunuzda size bir söz vermiştim, vatanınız uğruna savaştığınız her an bütün gücümle yanınızda yer alacaktım. Öncelikle eğer alıkonulduğum on ay boyunca ihtiyacınız olduğunda yanınızda olamadıysam özür dilerim."

Komutan gülümseyerek "Çok incesiniz," dedi. "Endişlenmeyin, Türk Çocuğu her daim yanımda oldu. Sizin vekiliniz olarak gücünüzü bizim için kullandı."

Gülümserken "Barlas sizi çok sever," dedim. "Bunu yapacağına dair herhangi bir şüphem yoktu ancak ne yazık ki Barlas'ın da sınırları var. Tüm gücümü kullanabileceği bir konumda değil."

"Yoklunuzda durumlar fazlasıyla değişmiş," dediğinde kaşlarım çatıldı. "Henüz adadan haber alamadım, lütfen bildiklerinizi benimle paylaşın."

Komutan, bildiklerini üstü kapalı anlatmak için toparlarken bir yandan da yemeğimize devam ediyorduk. "Dedeniz yokluğunuzdan haberdar," diyerek konuşmaya başladı. "Evinize bir ekip göndermiş, Türk Çocuğu dahil maiyetinizdeki herkes denetleniyor. Adamlarınızla iletişim kurmakta zorlanıyorlar, ifşa olmamak için evinize gidip durumu bizzat gözlemleyemedim. Türk Çocuğu her ay ziyaretime gelip yerinizi dolduruyor, mevcut durumdan söz ediyor. Eli kolu bağlı, denetim altında, dostlarınızla iletişim kuramıyor ve dahası dedeniz size ulaşamasın diye sizi arayamıyor dahi. Aldığımız istihbarata göre evinize döndüğünüz an sizi ortadan kaldıracaklar, bunun için hazırlık yapıyorlar. Yokluğunuz etrafınızdaki çakallara cesaret ve güç verdi."

Tek kaşım sorgularcasına havalanırken dudaklarımla alaycı bir tebessüm oluştu. "Anlaşılan her şey tahmin ettiğim gibi. Uzun zamandır ailem beni şaşırtamıyor, sevgili kumandan. Onların atacakları her adımı biliyorum, gittikleri yolları ben kuruyorum."

"Eski gücünüzü kaybetmişsiniz," dediğinde onu anlayamadım. Gözlerime bakarken "Eskiden gözlerinizden güç fışkırırdı," dedi. "Şimdi yalnızca acı var. Henüz farkında değilsiniz belki de, eskisi gibi değilsiniz." Sertçe yutkunduğumda gülümsedi, "Üzülmeyin, bu güzel bir şey." dedi. "Acılarınız sizi büyütmüş, geri döndüğünüzde eskiden sahip olduğunuz her şeyin çok daha fazlasına sahip olacaksınız."

"Gücün bedeli buysa sonsuza dek zayıf kalmayı tercih ederim, ne yazık ki seçim şansım olmadı." Oğuz ara sıcakları servis ettiğinde ona teşekkür ettim. Komutan muhabbeti sona erdirerek "Benden tam olarak ne istiyorsunuz?" diye sordu. "Savaştan söz ettiniz, bana yalnızca operasyon detaylarını aktardınız. Planınız nedir?"

Gözlerim Ares'e kayarken "Planı ben değil, Ares Aladağ kuracak." dedim. Ares bir an beni anlayamasa da sessiz kaldı, bakışlarım komutana döndüğünde konuşmaya devam ettim. "Size ondan bahsettim, kendisi savaşı biz dahil olmadan önce başlattı ve bu yolda beni buldu, kurtardı. Yeni bir plan kurmak onu ezip geçmek olur, Ares Aladağ benim nezlimde ezip geçemeyeceğim kadar değerlidir. Onun planları doğrultusunda savaşacağız."

Komutan dikkatle gözlerime baktı, ardından Ares'e döndü. "Mira sana güveniyorsa gerçekten kaydadeğer birisin demektir. Lütfen, planlarını bizimle paylaş."

Ares elindeki çatalı bıçağı usulca bırakarak "Bu savaşı açıkça ilan etmemi engelleyen bazı önceliklerim var." dedi. "Gerçek kimliğiyle Duru Karadağ, bizim önceliğimiz. Onu bulup güvenliğini sağlayamadığım taktirde herhangi bir hamle yapamam."

Komutan bana bakarken "Duru Karadağ mı?" diye sorduğunda şarabımdan yudumlayarak ifadesiz dilimle "Kenan Karadağ'ın bir kızı daha varmış," dedim. "Ares Aladağ ve dostu Pars Tekin tarafından bulunmuş. Onun hakkında araştırma yapmanızı istiyorum." Omzumun üzerinden kısa bir an Oğuz'a baktım. "Oğuz'cum da Demir'e haber gönderdi, istihbarat kaynaklarını kullanarak Duru Karadağ hakkında bilgi edinecek. Önce, Duru Karadağ'ı kurtarmak için bir plan kuracağız. Bu aşamada sizden destek istemiyorum. Oğuz sahadaki adamlarıma mektup gönderecek, ilk adımımızda onlardan destek alarak sizi meydana çıkartmayacağız. Duru Karadağ'ı kurtarmak basit, önemli olan yaptıkları fuhuşu yok etmek."

Arkama yaslandım, sırtımdaki yaraların sandalyeye yaslanması canımı yakarken şarabımdan bir yudum daha aldım. "Zor olan bu çünkü bildiğiniz üzere karşımızda Meclis ve çok daha fazlası var." Sık sık beni dinleyen iki adamla göz teması kuruyordum. "Gerçekleştirdiğimiz operasyon Kenan Karadağ için bir göz dağıydı. Yaralarımı sardığımı, kaçmayacağımı, savaşacağımı gösterdim. Fuhuş krallığına bir darbe vurduk ancak bu darbe kolayca sarılabilir, yıkmaya yetmez. Duru Karadağ'ı kurtardıktan sonra bir müddet ara vereceğiz, o esnada ben Barlas'la ve Türkiye'deki dostlarımla iletişim kuracağım. Onların gözünde savaşan tek kişi Ares olacak ve umurunda olan tek şeyin Duru Karadağ olduğunu düşünecekler. Onlara zaman vereceğiz, bir tehlikenin olmadığını düşünecekler ve faaliyetlerine devam edecekler. Bu esnada fuhuş evlerine sızacağım, oraya kendi adamlarımı yerleştireceğim. Bu savaşı tek bir kadına, erkeğe ya da çocuğa zarar vermeden bitireceğiz. Ne yazık ki bunun için beklememiz gerekiyor."

Komutan dikkatle bana bakarken "İşin içinde devlet de var," dedi. "Öyle değil mi? İsimlerini gizlediğiniz politikacılar savaşı bekletme nedeniniz. Kendinizi koruma altına almazsanız diplomatik kriz çıkartacaksınız." Sessiz kaldığımda komutan öfkeyle nefeslendi, "Sizi anlıyor olmam size kızmadığım anlamına gelmiyor. Bekleyeceğimiz bir gün dahi onların zaferi, bizim yenilgimiz ve o evlerdeki insanların ölümü. Sizi tanıyorum, bugüne dek karşınızdaki hiçkimse masum değildi. Siz, masumiyetin ne olduğunu hiç görmediniz. Ancak sizi uyarıyorum, o evdeki kadınlar, erkekler ve çocuklar masum. Beklediğimiz her dakika orada masumları öldürüyorlar. Bu, düşmanlarınızı öldürmekle aynı kefeye konamaz. Lütfen kararınızı gözden geçirin."

"Yanılıyorsunuz," dedim, ruhsuz dilimle. "Masumiyetin ne olduğunu gördüm, bir masum tanıdım. Gözlerimin önünde can verişini seyrettim. Haklısınız da, bir masumun ölmesi düşmanlarımın ölmesine benzemiyor. Can yakıyor. Benim canım çok yandı, belki o evlerdekiler kadar yanmadı ama inanın bana canım çok yandı." Çenemi havaya kaldırarak "Bu basit bir operasyon değil, arkamızda bize destek çıkacak bir devlet bir ordu yok." dedim. "Tek başımızayız, amaçlarımız ne kadar yüce olursa olsun onları gerçekleştirmek uğruna risk alamayız. Eğer Türkiye'de yakalanırsam neler olabileceğini ya bilmiyorsunuz ya da kendi vatandaşlarınız uğruna yoksayıyorsunuz. Bu nedenle sizi anlayabiliyorum. Ancak endişelenmeyin, en kısa sürede en az hasarla bu savaşı bitireceğim."

Ana yemek servisi de yapıldı, Komutan sık sık Ares'e bakarken ansızın "Seninle tanıştığım günü hatırlıyorum." dedi. Ares merakla ona baktığında "Albaydım o zamanlar, Albaylığımın son senesiydi. Amcan geldi ziyaretime, Gökhan Aladağ. Asker arkadaşıydık onunla, zaman zaman görüşürdük. Senin elini tutuyordu, altın sarısı saçların vardı. Asker olmak istiyormuşsun, sana bir asker olmanın ne olduğunu öğretmemizi istedi."

Merakla onu dinlerken Ares'in gözlerindeki ifade o günü anımsadığını gösteriyordu. "Amcan senin için üniforma yaptırmış, onu giydirdik sana. Bütün gün askerlerin arasındaydın, onları izledin. Sonra bir anda odama geldin, o esnada amcanla konuşuyordum. Hayalkırıklığına uğramış gibiydin, asker olmaktan vazgeçtiğini söyledin ancak nedenini anlatmadın."

Ares usulca gülümserken "Bir asker görmüştüm," dedi. "Arkadaşlarıyla konuşuyordu, kız kardeşini anlatıyordu. Görevden yeni dönmüş, onu bir yıldır görememiş, gittiğindeyse kardeşi onu tanıyamamış. Çok korkmuştum, ya kardeşimi göremezsem ve o beni unutursa diye. Asker olmaktan o yüzden vazgeçmiştim." Gülümsediğimde Komutan gülerek "Eh, en azından asker olmaktan korkup vazgeçmemişsin." dedi. "Aile her şeydir evlat, bunu aileni kaybettiğinde anlıyorsun." Gülümsemem usulca silindi, gözlerimi tabağımdaki ete indirdim. Kendi ailem geldi gözlerimin önüne, annemi anımsarken kalbim buz kesti.
Gözlerimi usulca kapatıp nefeslendim, kendimi toparladım. Yeniden komutana döndüğümde bana bakarak "Mira da bir asker olacak," dedi. "Ailesi vatanı olacak ve tek gayesi onu korumak haline gelecek."

"Benim ailem annem," derken sesim netti. "Babam, Barlas, Can, Kağan, abim." Gözlerim Ares'e kaydı, ismini söyleyemesem de onu da ailemden saydım. "Bu dünyada vatanım dahil hiçbir şey ailemden daha üstün olamaz. Sözünü ettiğiniz vatan eğer hainlerden oluşuyorsa bir yalandır, sevgili kumandanım. Ne yazık ki benim sizin gibi bir vatanım yok. Elbette vazifem gereği onu koruyacağım ancak bu benim tek gayem haline dönüşmeyecek."

Komutan kendi ülkeme olan öfkemi bildiğinden karşı çıkmadı bana, "Size ihanet eden bir adamı hala ailenizden sayabiliyor musunuz?" diye sordu.

"Elbette," dedim, yalın dilimle. "Kağan'ı buldum, iyileştirdim, yetiştirdim. Ailem saydım onu, evime aldım. Bana olan ihanetinin haklı bir gerekçesi var. Belki bu yüzden onu ömrüm boyunca affetmeyeceğim ancak Kağan her daim ailem olarak kalacak ve son nefesime kadar onu korumaya devam edeceğim."

"Sizin nezlinizde ihanetin bedeli ölümdü," dedi, keskin diliyle. "Yoksa yanlış mı hatırlıyorum?"

"Ailemden biri ilk kez ihanet ediyor, komutan, ne yazık ki her ihanetin bedeli ölüm olmuyormuş. Söz konusu ailense silahların onları vurmuyormuş. Elbette Kağan'ın ihaneti karşılıksız kalmayacak ancak ölüm söz konusu dahi olamaz."

Ansızın "Silahlarınızı durduran aile mi yoksa aşk mı?" diye sorduğunda kaşlarım havalandı. Komutan lafına devam ederken "Belki bütün duygularınızı gizleyebilirsiniz ancak ona olan ilginizi gizleyemediniz." dedi. "Onun bir hain olduğunu içten içe biliyordunuz, sadakat gözlerdedir ve siz onun gözlerinde ihaneti görseniz dahi görmezden geldiniz. Size ihanet edecek bir adamı kendi bünyenizde büyüttünüz. Aşk güzeldir ancak sizin gibi biri için en tehlikeli duygudur. Sırtınızdaki yaralar aşkınızın eseri, hanımefendi."

Başımı usulca kaldırdım, ifadesiz gözlerimle ona bakarken "Sizinle olan dostluğumuz ortak amaçlarımıza ve değerlerimize dayanıyor, sevgili kumandanım." dedim. "Özel hayatım hakkında konuşmak haddinize değil, ancak bilmenizi isterim ki Kağan benim aşkıma sahip olabilecek bir adam değildi. Yüreğimin cesur olduğunu söylerdiniz, cesur bir yürek kendisini zayıf bir adama nasıl adayabilir? Sizinle paylaşamayacağım kadar özel olan bir yeminim var ve Kağan o yemin sayesinde hayatta kalacak, aşk söz konusu dahi olamaz."

Komutan büyük bir dikkatle gözlerime bakarken "O halde Kağan'ın mevcut durumu sizin için önemli değildir." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Anlayamadım?"

"Kağan, karargahınızın mahzeninde size olan ihanetinin bedelini ödüyor." dediği an duraksadım, kaşlarımı düzeltirken yutkundum. "Türk Çocuğu, sizden infaz emrini alana dek onu elinde tutacağını söyledi. Sizin evden ayrı geçirdiğiniz her gün Kağan adamlarınız tarafından işkence görüyor. Sırtınızdaki yaralar bu işkenceyi hakkettiğini gösteriyor."

Başımı çevirerek omzumun üzerinden Oğuz'a baktığımda Ares'in gözleri beni takip etti. Oğuz usulca başını sallayarak gözlerini yere indirdiğinde duyduklarımın doğru olduğunu anlayarak gözlerimi komutana çevirdim, içimdeki sızıya rağmen gülümsedim. "Türk Çocuğu neye karar verdiyse doğrudur. Sözü benim sözümdür. Kağan ile evime döndüğümde ilgileneceğim, ihanetinin bedelini ödeyecek. O ana dek misafirimiz olduysa eminim Türk Çocuğu misafirimizi layıkıyla karşılıyordur."

Komutanla yemek boyunca muhabbet ederken aklımda Kağan dolanıyordu. Yemeğin ne ara bittiğini anlayamadım, salona geçtiğimizde kahvelerimizi içerken komutan ve Ares'in muhabbetine dahil olmadım. Salonda savaştan söz etmemeleri biraz olsun içimi rahatlattı, gecenin sonunda komutan bizimle vedalaştı ve elimi öperek evden ayrıldı.

Kapanan kapının ardından dakikalarca bakakaldığımda yanımdan ayrılmayan Ares "Ona neden yalan söyledin?" diye sordu. Yutkundum, kuruyan dudaklarımı ıslatarak "Utandım," dedim. "Bana ihanet eden bir adamı sevdim demeye utandım." Arkama döndüm, Ares'i ardımda bırakarak Oğuz'u parmaklarımla verdiğim emirle peşime taktım. Odama girdiğimizde Oğuz kapıyı kapatarak "21 Aralık gecesi Kağan Bey adaya dönüp teslim olmuş, efendim." dedi.

Cam kenarına geçerek camı açtım, yüzüme çarpan soğuk havayı mutlulukla karşıladım. "İhanetini anlatmış. Barlas Bey onu karargaha götürerek hücrelerden birisine atmış. Işık yok, ses yok. Günde bir öğün yemek, bir şişe su. Her gün bir kez gardiyanlar tarafından işkence görüyormuş. Barlas Bey işkence esnasında yanlarında olup izliyormuş. Yerinizi bildiğini ancak gizlediğini düşünüyorlar."

Parmaklarım burun kemerimi kavrarken sıktım, sıkıntıyla nefeslendim. Gardiyanların acımasızlığını ve güçlerini biliyordum. Kalbim acıyla burkulurken elimin kolumun bağlı oluşu canımı daha çok yaktı. Sesimi çıkartamaz, işkenceyi durdurmaları için emir veremezdim. Kapı sesi geldi, iki adım sesi birbirine karışırken kapı kapandı ve Ares'in adım sesleri yalnız kaldı. Oğuz'u gönderdiğini anlarken bana yaklaşıp belimden kavradı. Bedenimi kendisine çevirdi, duraksamadan ona sıkıca sarıldım. Ares saçlarımdan öperek benliğimi yatıştırmak istercesine "Halledeceğiz her şeyi," dedi.

"Onu kurtaramam," diye mırıldandım, içerisine düştüğüm çukurun dibinden sesimi duyuramadığımı hissederken Ares beni duydu, "Kurtaracağız," dedi. "Duru'yu da Kağan'ı da kurtaracağız." Topuzumu usulca açtı, bir eli sırtımda gezinirken diğer eliyle saçlarımı okşadı. Sayıklarcasına "Kağan karanlıktan korkar," dediğimde geriledi, yüzümü ellerinin arasına alarak dikkatle gözlerime baktı. "Arayalım Barlas'ı, konuş onunla. Başka yolu yok, Mira. Seni evine gönderemem, onu kurtarmak için evine gidemeyiz."

Başımı iki yana sallarken "Olmaz," dedim. "Barlas öğrenirse her şey mahvolur. Öldürür Kenan'ı, bunu gizleyemeyiz. Türkiye'de yakalanırsa hapse girer, kaçırırsam asker olduğu için diplomatik kriz çıkar. Ülkem onu saklamaz. Abimi koruyamam." Ares alnımın kenarından öperek bana yeniden sarıldı, "O halde dayanman lazım," dedi. "Seni Kenan'a verdiği için çok daha fazlasını hakediyor, Mira. Onun için üzülme."

"Dostum o benim,"

"Düşmanın o senin," dedi. "Belki bir zamanlar dostundu ama sana ihanet etti." Bedenimi sıkıca sarmalayarak "Duru da bana ihanet etti." dedi. "İkimiz de bize ihanet eden insanlar için savaşmaya çalışıyoruz ancak bu uğurda sana zarar vermelerine izin vermem." Kaşlarım çatılırken Duru'nun ona nasıl ihanet ettiğini anlayamadım. Ares'e sormak istesem de kendi isteği zaman anlatmasının daha doğru olduğunu düşünerek sessiz kaldım. "Kağan sana ihanet etti, Mira." dedi. "Kenan'a verdi. Bugün ona özgürlüğünü verirsen yarın yine ihanet edecek. En doğrusu bu, Kenan hayattayken Kağan özgür kalmamalı."

İtiraz edercesine "İşkence görüyor," dediğimde eli sırtımda gezindi, sert diliyle "Sana yaptıklarının bedelini ödüyor." dedi. "Belki onu çok seviyorsun ama bazen sevgi yetmez, kızıl. İhanet, sevgiyi tüketir. Bir gün ona olan sevgin bitecek ve o gün geldiğinde artık canın yanmayacak."

"Senin sevgin bitti mi?"

Yutkunduğunu farkettim, sırtımdaki ve saçlarımdaki elleri duraksadı. "Bilmiyorum," dedi, dakikalar sonra. "Ama artık canım yanmıyor." Dudakları saçlarımda gezindi, ufak öpücükler kondurdu. "Sen iyileştiriyorsun beni." Başımı kaldırarak parıldayan yeşillerine baktığımda buruk bir ifadeyle gülümsedi, "Güzelce dinlen kızıl. Pars'ın yanına gitmem gerekiyor." Burnumun ucundan öptüğünde afallayarak kıkırdadım, içtenlikle gülümsedi. "Ağlama sakın, yoksa yine gözlerinden öperim."

Başımı hızlıca sallayarak "Ağlamam." dediğimde yanaklarımdan sırayla öptü, geriledi. Elleri bedenimden çekildiğinde sıcaklığı kaybolurken birden buz kestim, Ares odadan çıktı. Usulca topukluları çıkarttım, banyoya geçtim. Önceliğim yakut küpelerim oldu, onları çıkartarak uzun uzun inceledim ve tezgaha bıraktım. Yüzümü aynaya bakmadan yapabildiğim kadarıyla temizleyerek soyunup soğuk suyun içerisine girdim.

Gözlerim kapanırken kendimi karlarla kaplı bir ormanda, buz tutmuş göletin içerisinde hissettim. Yapayalnızdım, etrafımdaki ağaçların dahi canı yoktu. Etrafımdaki buz tabakası ve bedenimi delip geçen soğuk su yüreğimin yangınlarına ulaşamıyor, söndüremiyordu. Zihnim Kağan'ı bulduğum güne gitti, İspanya'nın sıcak yaz gününe döndüm ancak buz tutmaya devam ettim.

Adadan kaçtığım bir gün, peşimdeki askerlerden kaçmak için ara sokaklarda gezinirken bulmuştum onu. Bir grup adam tarafından dövülüyordu, birisi onu bıçakladı ve beni gördüklerinde üzerime geldiler. Askerlerim meydana çıkarak onları tutukladığında Kağan bayılmıştı bile. Onu adaya götürdüm, hastanede tedavisi yapıldıktan sonra göndermem gerekse de kalenin gizli odalarından birisine almıştım. Tedavisine orada devam ettim, her sabah akşam yemek götürdüm. Ne zaman boğulsam, ne zaman sıkılsam soluğu onun yanında aldım. Başta biraz mesafeliydi bana karşı, ardından birlikte gülüp eğlenmeye başlamıştık. Tamamen iyileştiğindeyse dünyaya dönme zamanı gelmişti, Kağan bir kraliçe olduğumu görmüştü. Bunu zaten bildiğini o zamanlar bilmiyordum. Barlas'la tanıştırdım onu. Bir gün adadan gitmek istemedi, benimle kalmak istediğini söyledi. Zaten onun gitmesinden hep korkmuştum, hiç düşünmeden askerlerimin arasına aldım. Önce dövüşmeyi öğrettim ona sonra silah kullanmayı. Bazı yetenekleri vardı, o yetenekleri Hermes'in yolunu açmıştı. Kağan yalnızca benim dünyama değil, dış dünyaya da açıldı ve Türkiye'ye geldi. Sık sık yanıma gelse se onun görevi Türkiye'yle ilgili istihbarat sağlamaktı. İlk Hermes'imdi benim, ardından gelenleri onun soyundan sayardım.

Doğum günüme geldim. Gece on ikide odama pastayla girmelerinin ardından Kağan bana hediye olarak uçak bileti uzatmıştı. Odamda yalnızca ikimiz vardık, hediyesinin Türkiye'de olduğunu söylemişti. Elini tuttum, adadan onunla kaçarak uçağa bindim. Türkiye'ye ayak bastığımda önce onun evine gittik, Kağan evinden bir şeyler alacağını söylemişti. İlk kez görüyordum evini, birlikte yemek yedik ve mezarımın olduğu uçuruma gittik. Orada anladım, gördüm gözlerinde. Bana öyle büyük bir nefretle bakıyordu ki kendimi o taht salonunda annemi katlenden askerlerin ve insanların karşısında bulmuştum. Üç tane araba gelmişti, ortadaki arabadan Kenan'ın indiğini anımsarken bedenimden bir ürperti geçti. Kağan ona dayı diyordu, kızı getirdim. Artık senin. Emri ver, annemin intikamını alayım. Kenan yanıma gelerek çenemden kavramıştı, dokunuşlarını hissettiğim çenemde tırnaklarımı gezdirdim. Kazımak istedim dokunduğu yeri.

Daha fazlasına gücüm yetmezken hızlıca sudan çıktım, durulanıp havluya sarındım. Kaçarcasına odama girerek üzerime iç çamaşırlarımı ve pijama takımımı geçirdiğimde titreyen ellerim işimi zorlaştırıyordu. Eldivenlerimi taktım, panduflarımı giydim. Saçlarımdaki havluyu yatağa atarak odadan aceleyle çıktığımda karşımda Sancar belirdi. Bana baktı, baş selamı vererek "Buyrun hanımefendi," dedi.

Titreyen sesimle "Ares nerede?" diye sorduğumda iyi olmadığımı farkederken "Çalışma odasında efendim," dedi. "Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?" Onu duymazdan gelerek aceleci adımlarla Ares'in çalışma odasına ilerledim, kapıyı tıklattım. "Gel Mira!" İçeriden gelen sesle hızlıca kapı kolunu indirip kendimi serin odaya attım. Ares elindeki dosyaları bırakarak bana baktığında gülümsemesi silindi, kaşları çatıldı. "Mira," dedi tereddütle. "Ne oldu güzelim?" Koşarak ona ilerledim, Ares'in ayağa kalkmasına fırsat vermeden kucağına oturup boynuna sıkıca sarıldım. Ares bedenimi sarmalarken saçlarımdan süzülen sular ikimizin kıyafetlerini de ıslatıyordu.

Eldivenin sarmaladığı parmaklarım çenemde gezinmeye devam ederken Ares elimden kavradı, "Şhhh," diye fısıldadı. "Kriz mi geçirecektin?" Başımı tutuk bir şekilde salladığımda saçlarımdan öptü, bedenimi kavrayarak ayağa kalktı. "Hasta olacaksın burada, saçların da ıslak. Sırılsıklamsın." Bedenimi kucakladığında ona sıkıca tutundum, beni odama geri götürdü. Sıcak oda daha da ürpermemi sağlarken Ares yatağa oturup bedenimi bacaklarının arasına bıraktı. Beni sarmaladığında korkuyla nefeslendiğimi farkettim, çenemde dokunuşlarını hissetmeye devam ederken elimi kaldırmak istedim ama Ares izin vermedi. "Çeneme dokunuyor." diye sayıkladım. "Bırak elimi, silmem lazım."

Ares kendime dokunmamı engellemeye devam etti, "Kıpkırmızı olmuş zaten çenen," diye söylendi. Dudaklarını çene hattımda hissettim, başını eğerek çenemden öpmeye başladığında nefesim kesildi. Ondan kurtarmak için çabaladığım ellerim hareketsiz kalırken Ares çeneme minik öpücükler kondurdu, onu izleyen gözlerime bakarak "Geçti mi?" diye sordu. Yutkundum, tenimdeki kirden arındığımı hissederken başımı salladım. Ares bedenimi yeniden sarmaladığında başımı boynuna gömmüştüm. Onun kolları arasında korkularımdan arınıp gevşerken halsiz dilimle "Doğum günümdü," diye mırıldandım. Doğum günümdü. Bütün hayatım doğum günlerimin lanetlerinden ibaretti. Doğumum tanrının en büyük lanetiydi.

Ares saçlarımı özenle okşarken yumuşacık diliyle "Noldu doğum gününde?" diye sordu. "Anlat güzelim."

"Saat on ikiydi," diyerek yutkundum. "Normalde yatağımda yatmam ama o gün özeldi. Yatağıma yattım, pastamı bekledim. Kapım açılırken odaya Barlas ve Kağan girdi." Yeniden yutkundum, sesli bir bir nefes aldım. "Pastamı getirmişlerdi. On altı tane kırmızı mum vardı üzerinde. Dilek tuttum, söndürdüm mumları. Barlas hediyemi verdi ama Kağan vermedi. Barlas yanımızdan ayrıldığında birlikte uçuruma geçmiştik, doğum günüm şerefine içecektik."
Ares saçlarıma ufak öpücükler kondururken uzanıp yataktaki havluyu aldı, suyunu havluyla aldırdı. Üzerimizi yorganla örttüğünde başımı biraz eğerek belirgin köprücük kemiklerinin üzerine yasladım. Gömleğinin yakalarında gezindi gözlerim, dikişlerini ve düğmelerini izledim. "İki bilet uzattı bana. Hediyem Türkiye'deydi, hediyem abimdi. Onu görecektim, bu benim için dünyanın en güzel hediyesiydi." Ares dikkatle beni dinlerken "Adadan kaçtık," diye devam ettim anlatmaya. "Adamlarım karaya çıkacağımızı zannettiğinden görmezden geldiler, doğum günümdü bir de ses çıkartmadılar. Kağan'la birlikte peşimden gizlice gelenleri de atlattık, sabah olmadan o uçağa bindim. Güneşin doğuşunu uçağın penceresinden izledim."

Burnumun ucu sızlarken boğazımdan bir hıçkırık kaçtı, haykırırcasına "Hayatımda ilk kez o kadar mutluydum." dedim. "Abime gidecektim, onu görecektim. En büyük hayalimdi benim, heyecandan öleceğimi zannetmiştim." Ares yüzümü ellerinin arasına alarak gözyaşlarımı parmaklarıyla sildi, önce nemli yanaklarımdan sonra ıslak gözlerimden öptü. İç çeke çeke ağlarken yaşlı gözlerimin ardından yeşillerine baktım, "İstanbul'a geldik," dedim. "Onun evine gittik. Yemek yaptı bana, yemek yedik. Hazırlandım ben, beyaz bir elbise giydim. Çok güzeldi elbisem, babam almıştı onu bana." Burnumu çekerek biraz daha geriledim, dizlerimi çekip Ares'in karnına ve göğsüne yasladım. Karşılıklı durmaya başladığımızda ellerimin tersiyle gözlerimi sildim, kucağıma çekerek birleştirdim.

Başımı önüme eğerek ellerime bakındığımda Ares çenemden usulca kavradı, başımı kaldırdı. Onun gözlerine bakarken "Sonra abime gideceğiz sandım, o uçuruma gittik. Benim mezarıma." Sertçe yutkundum, akan burnumu çektim yeniden. Kalbim dehşetle çarparken "Kağan bana başka bir hediyesi daha olduğunu, abime gitmeden hemen önce onu vereceğini söyledi ama ben anladım." Gözlerimden iri yaşlar süzülürken Ares parmaklarıyla sildi. "Nefret ediyordu benden, kin vardı gözlerinde. Anladım ben ama konduramadım. Arabaya gitti, birden pastayla geldi yanıma. Beş mum vardı üzerinde," Boğazımdan hıçkırık kaçarken "O gün ölmüştüm ben," dedim. "Tekrar öleceğimi anladım. Kaçamadım, kalakaldım orada. Bana ne yapacağını bilmiyordum, neden ihanet ettiğini bilmiyordum. Öğrenmek istedim, onu anlamak istedim. Ailemdendi o benim."

Boğazımdan bir hıçkırık kaçtı, yeniden ağlamaya başlarken Ares bana alan tanıyor, gözyaşlarımı silmek dışında herhangi bir şey yapmıyordu. Dakikalar boyubca ağladıktan sonra kendimi toparlayarak "Orada bir taş vardı," dedim. "Oraya oturdum. Neden, diye sordum." Başımı kaldırarak Ares'e baktım, acıyla nefeslendim. "Annesini öldürmüşüm ben onun. Ailesini parçalamışım. Öldürecekmiş beni. Her şey beni öldürmek içinmiş, her şey intikam içinmiş. Ben onu dostum bilirken o beni senelerce sırtımdan vurmuş, haberim olmamış." Dudaklarımda acı bir gülümseme belirirken iç çekip alayla güldüm, gözlerimden akan yaşları Ares sildi. Gözlerindeki hayreti kısa bir an görmüştüm, hemen gizlemişti. "Doğduğum andan beri hayatıma giren herkes beni öldürmek istedi, bir lanettim ben." derken acıyla doluydum. "Sadece ailem istemedi, ben yaşayayım diye çabaladılar. O gün ailem de ölmemi istedi, en çok bu yaktı canımı. İhaneti değil de ölmemi istemesi daha çok yaraladı beni."

Ares uzanarak yeniden gözlerimden öptü, "Senin yaşaman için her şeyi yaparım," diyerek sıkıca sarıldı, sırtımı okşadı. "Uğruna ölürüm, uğruna öldürürüm." Islak saçlarımdan öptü, "Büyük bedeller ödeyerek temiz tuttuğum ellerimi kan denizine daldıracağım kadar çok seviyorum seni," dediğinde duraksadım, yutkunamadım. "Bu dünyada hiçkimsenin sana zarar vermesine, izin vermem. Senin canını yakan herkesi o kan denizinde boğarım. Sen yaşa diye bütün dünyayı ellerimle öldürürüm, Mira. Bir daha asla bunu söyleme, bu hayatta başıma gelen en güzel şeysin." Saçlarımdan öptü yeniden, kokumu soludu. "Anlat birtanem," dedi ardından. "Sonra ne oldu anlat bana."

Geriledim, yeniden karşı karşıya geldiğimizde başımı kaldırarak gözlerine baktım, buz tutmuş sesimle "Kenan geldi," dedim. "Kağan beni ona teslim etti, öldürmek için izin istedi. Kenan ona izin vermedi, çenemden kavradı," Sertçe yutkunurken ellerim çeneme uzandı ancak Ares'in dudakları onlara engel oldu. Çeneme ufak öpücükler kondurdu, ellerimi indirerek yumruk yaptım. Titreyen sesimle "Eldivenleri yoktu." diye sayıkladım, son bir öpücük kondurdu ve yeniden yüz yüze gelmemizi sağladı. "Öldürülemeyecek kadar güzelmişim, uğruma dünyayı sunacak adamlar varmış." Titrek bir nefes aldım, kendimi toparlamaya çalıştım. "Kağan anladı bana yapacaklarını, ona engel olmak istedi ama Kenan'ın adamları dövdü onu. Silahını çıkarttı, beni öldürmeye çalıştı. Belki Kenan beni kullanamasın diye belki de öldürmek istediği için, bilmiyorum. Kenan beni korudu, öldüremedi Kağan. Ona yalvardı, beni bırakmaları için. Bana yalvardı, kaçmam için." Sertçe yutkunurken ellerime bakındım. "Kaçmaya çalıştım, savaştım ama Kağan'ın başına silah dayadıklarında her şey bitti, kaybettim. Kenan'a teslim oldum ve o taşı mezar taşım saydım."

Ares'in gözlerine döndüm, "O eve götürdü beni," dedim, bedeni kaskatı kesildi. "Birkaç gün boyunca gelmedi, belki de beni nasıl kullanabileceğini düşündü bilmiyorum. Ama bir anda geldi," Sertçe yutkundum, devam edemedim. Gözyaşlarım dahi akmaz hale geldi, gözlerimi ellerime indirdim. "Konuşmaya çalıştı benimle. Bazı dostları gelmiş
Kendisini güvence altına alabilmesi için en değerli silahını gösterecekmiş. Ona boyun eğmemi istedi," Çenemi havaya kaldırdım. "Asla boyun eğmedim." dedim. "Sonra vurdu bana. Darp edilmeye yabancı değildim, canım o kadar yanmadı ama beyaz elbisemin sırtını açtı, ona yalvaracağımı söyleyene dek kemeriyle vurdu." Ares'in elleri korumak istercesine sırtıma yerleşti. "Kanım aktı her yere, elbisem kan oldu. Çok yandı canım. Bağırmadım, başımı eğmedim. Ona meydan okudukça daha çok öfkelendi. Ben acıdan bayılana kadar devam etti."

Ares beni kendisine çekerek alnımın kenarından öpüp sıkıca sarıldı, tek kelime dahi etmeden sırtımdaki elleriyle bana güç verdi. "Sonra birkaç gün geçti," dedim, başımı omzuna yaslayarak. "Yaralarım yüzünden dostlarına sunamadı beni. Kaçmaya çalıştım, ellerime kelepçeler takıldı. Kaçmaya çalıştığım için dövdü bu kez, ona boyun eğmedikçe daha çok hırslandı." Bedenim titremeye başladığında Ares beni yatıştırmak istercesine saçlarımı okşadı, öpücükler kondurdu. "Sonra öldürdü beni," derken biraz daha can verdiğimi hissettim. "Başta zaman zaman gelirdi, sonra her gün gelmeye başladı. Bazen de günde birkaç kez geldi. Kendisine sakladı beni, her gün öldürdü."

Ares söyleyecek hiçbir şey bulamadı, daha fazla konuşamadım. Sessiz sedasız dakikalarca sarıldık. Nefret dolu, öfke dolu sesiyle "Onu öldüreceğim," dediğinde gerilemek istesem de izin vermedi, sırtımdan ayrılmadı elleri. "Sana yaptığı her şeyin bedelini ödeyecek, acı çeke çeke ölecek. Şeref sözü."

İtiraz edemedim ona, fırsat vermedi. Saçlarımı şekillendirip kuruttu ve hiçbir şey anlatmamışım gibi beni uyuttu. Sabahın aydınlattığı odada Ares'in kollarında uyanırken uyumadığını belli edercesine yorgun sesiyle "Günaydın," dedi. Sessiz kaldım, kıpırdamadan kollarının arasında yatmaya devam ettim. Ares bedenini bana doğru çevirerek saçlarımı özenle okşadı, alnımın kenarından öptü. "Gece kabus gördün sürekli. İyi misin?"

Gördüğüm kabusları anımsamıyordum, başımı uysalca sallarken uykulu, hasarlı sesimle "İyiyim," dedim. "Hatırlamıyorum." Ares kokumu solurken derin bir iç çekti, daha sıkı sarmaladı bedenimi. "Neden uyumadın?" diye sorduğumda "Kriz geçirebilirdin," dedi. "Uyuyamadım."

Kollarımı bedenine dolayarak "Uyu biraz." dedim. "Vaktimiz var, dinlenmelisin." Ares başını eğerek boynuma gömdü, parmak uçlarımla ensesini okşadığımda anında geriledi. Keskin bir tavırla "Yapma," dediğinde kalakalmıştım. "Özür dilerim," dedim, çekingen ve tutuk tavrımla. Ares yatağa oturarak nefeslendi, "Kahvaltı yapalım," Yataktan kalktığında doğrularak kapıya ilerleyen adamın arkasından baktım. Ares "Hazırlanıp gelirsin," diyerek odamdan çıktığında onu anlayamamıştım. Yorganı sıyırarak yataktan kalktım, elimi yüzümü buz gibi suyla yıkadım. Dün gece ağladığımdan başım ağrıdan çatlıyordu, alev alev yanan ve şişen gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Halsizce salona indiğimde buradaki yemek masasına yerleştim, Selma Hanım bana çay servisi yaparken endişeyle baksa da bir şey soramadı. Ares duş aldığını belli eden tertemiz kokular yayarak yanıma gelip başköşedeki yerine oturduğunda Selma Hanım ona da servis yaptı ve bizi yalnız bıraktı. Üzerimdeki gecelik ve sabahlığa zıt bir şekilde şık takım elbisesiyle oturuyordu. Aynı masada bulunmaları takım elbisesine büyük bir hakaretti.

Sessiz sedasız tabağımı doldururken Ares "Bugün evde olmayacağım," dedi. "Pars'ın halletmesi gereken işlerle ilgilenmem gerekiyor. Koruma sayısını arttırdım, Oğuz ve Sancar yanından ayrılmayacak." Uysalca başımı salladığımda bana baktı, nefeslenerek "Özür dilerim," dedi. "Ters bir tepki verdiysem. Seni korkutmak istemezdim, boşluğuma geldi."

Yalnızca "Sorun değil," dedim, bir daha ne Ares konuştu ne de ben. Tabağımdakilerle oynaya oynaya kahvaltımı bitirdiğimde beni bekleyen Ares ayaklandı, başımdan öptü. "Dikkatli ol, telefonun yanında olsun. Seni aradığım an telefonu aç ve sorun olursa beni ara."

Her gün evden giderken yaptığı uyarılarına karşın "Tamam." demekle yetindim. Gözlerime baktı birkaç saniye, ardından salondan çıktı. Sofrada yalnız kaldığımda gelen Selma Hanım'a bakarak "Dolapta pasta vardı," dedim. "Onu hazırlayabilir misiniz?"

Selma Hanım gülümsedi, "Elbette,"

Ayağa kalkarak kendi odama çıktım, Ares olmadığından duş alamazken üzerime mini elbise geçirdim. Çizmelerimi giyerek kaban geçirdim, Pars için yeni bir çiçek aldırttım. Çiçeğimle pastam hazır olduğunda Oğuz'la hastaneye geçtik. Pars'ın kaldığı odanın önünde durdum, kapıyı tıklattım.

"Gel!"

Kapıyı aralayarak bir zamanlar benim kaldığım yatakta yatan Pars'ın odasına girdiğimde kaşları çatıldı, "Ne işin var burada?" diye sordu. Elinde çiçek ve pasta tutan Oğuz peşimden geldi. "Geçmiş olsun," dedim, tatlı dilimle. "Nasılsın?"

Pars bana delirmişim gibi bakarken "Ulan sen vurdun beni!" diye yükseldi.

"Bu neyi etkiler?" diye sorarak ona ilerledim. "Sana pasta yaptım, pasta sever misin? Ben çok severim. Bir de çiçek getirdim. Hasta ziyaretinin kısası makbuldür derler ama Ares bugün yok, yalnız kalmak istemiyorum. Yani Ares gelene kadar birlikteyiz." Oğuz'un elinden çiçeği aldım, Pars'a verdim. "Çok geçmiş olsun, duyunca çok üzüldüm. Ne manyaklar var, durduk yere vurmuşlar seni." Pars alayla gülerken ona göz kırpıp geriledim, pastayı alıp komodine bıraktım. Parmaklarımı oynattığımda Oğuz odadan çıktı, Ares'in gecelerce oturup beni beklediği berjeri çektim ve kabanımı çıkartıp sırt kısmına yaslayarak oturdum.

İşaret parmağını sallayarak "Sen manyaksın." dedi, gülümsedi. "Manyak insanları severim."

"Benim sevdiğim manyaklarla tanışsaydın tanıdığın en akılı insan olurdum Pars." Arkama yaslandım, gözlerim üzerinde gezindi. "Manyak olmak güzeldir." diye devam ettim. "Senin böyle bir güzel yanın var mı?"

Kaşlarını kaldırdı. "Varsa beni sever misin?"

Dudak bükerek "Değişir." dedim. "Manyaklık seviyene bağlı. Ne kadar manyaksan sevgim o kadar artar."

Merakla "Peki ya akıllıysam?" diye sorduğunda gülümsedim.
"Sevdiğim çok manyak var ama bu hayatta sadece bir akıllıyı sevdim. Akıllı insanlara alerjim var, hoşlanmıyorum. Ama alerjim olan şeylere çekildiğim de oluyor. Yoksa bu çiftlikte ne işim var? Gökhan'ın evinde saklanmaktansa şerefimle ölmeyi tercih ederdim."

"Anladığım kadarıyla Ares akıllı adam."

"Gördüğüm en akıllı adam." dedim, keskin dilimle. "Şimdiye dek elini kana bulamayan hiçkimseyle tanışmadım, onu akıllı yapan şey temiz tuttuğu elleri."

"Ellerini kitletirse ne olur?"

"Manyak olur." Usulca sırıttım. "Manyak insanları zaten severim, hiçbir şey değişmez."

Hafifçe güldü, yeniden salladı parmağını. "Tuhaf bir şeysin ama sağlam giderin var. Mermi gibi hatunsun. Vaktin gelene kadar yuvanda bekleyip sağlam delik açıyorsun. Hiç ıskalamaz mısın sen?"

Zihnimi sorgulayarak ağzımın içinde cıkladım, "Henüz işe yaramaz bir yorgun mermi olamadım ama yıllanan çok halim var. Umarım paslanmıyorumdur." Başımı omzuma doğru eğerek ona baktım. "Orijinal bir iltifattı. Hoşuma gitti."

"İltifatlara bayılıyorsun, değil mi?" diye sordu. "Sıradan bir tarafının olması güzel."

Ağzımın içinde yeniden cıkladım. "İltifatları pek sevmem. Bana iltifat eden insanlar genelde düşmanlarım olur, gözlerimi boyayarak sırtıma silah dayayacaklarını düşünürler. Ben de gözlerimi boyarım, sırtıma silah dayamalarına izin veririm."

Kaşları alayla havalandı. "Nasıl hayatta kaldın?"

"Hayatta kaldığımı düşürdüren şey nedir?" diye sordum. "Sırtımı gördün, hayatta gibi miyim?"

"Kurşun yarası görmedim."

"Her silah mermi sıkmaz."

Kaşları çatıldı, "Kenan gözlerini nasıl boyadı?" diye sordu.

Sertçe yutkundum, başımı eğerek ellerime baktım. "Bana en güzel iltifatı etti." dedim. "Gözlerimi boyamasına izin verdim, sırtıma dayadığı silahı görmedim."

Birkaç dakika sessiz kaldı, ardından hayretle "Yani, sen ona kendi rızanla mı gittin?" diye sordu.

Ona baktım, başımı salladım. "Kendi rızamla gittim." dedim. "Ona sırtımı ben sundum." Yeniden ellerime döndüm, eldivenlerime bakındım. "O da şansını iyi kullandı."

 

 

 

 

 

 

22 Aralık

 

 

Sadece tek bir anahtarla kilitlenen ahşap çelik açıldı, bomboş odanın ortasındaki sandalyeye bağlı olan Valeria çenesini havaya dikerek gelen adama baktı.

Kenan Karadağ karşısında belirdi, ardındaki kapı gıcırtıyla kapandı.

Biraz gerisinde kalan tavan aydınlatmasıyla yetersizce aydınlanan odada karşısındaki adamı detaylıca göremiyordu, pek umurunda da sayılmazdı. "Hoş geldin," diye şakıdı, keyifli sesiyle. "Nihayet teşrif edebildiniz, Kenan Bey." Kaşları havalandı, "Ufak bir hatırlatma yapmak istiyorum, karşında İspanya'nın kraliçesi var. Ne yazık ki senin hayatın kadar boş vaktim yok, buna rağmen saatlerdir burada tutuluyorum. Evet, ya beni öldür ve bu intikam oyunu senin ölümünle bitsin ya da benimle el sıkış ve bu intikam oyunu hiç başlamadan bitsin."

Kenan Karadağ boş gözlerle onu izlerken "Anlaşılan sana yapabileceklerimden korkmuyorsun." dediğinde Valeria alayla gülümsedi, ağzının içinde cıklayarak sırıtmaya devam ederken başını iki yana salladı. "Sen, beni korkutabilecek bir adam değilsin." Çenesini yeniden kaldırdı, yüzü karanlığa düştüğünden görünmeyen gözlerine baktı. "Ben cesur adamlardan korkarım, sen ise cesur olamayacak kadar korkaksın."

Kenan Karadağ alayla gülümsedi, "Deliriyorsun, değil mi?" diye sordu. "Hangi cürretle bir kraliçeyi kaçırdım, anlayamıyorsun. Ordun seni kurtarmaya gelsin diye çaresizce bekliyorsun."

Valeria kaşlarını havalandırıp başını uysalca salladı, ardından yüzü ifadesizle büründü. "Ordum beni almaya gelecek." dedi. Sesi de tıpkı sözleri kadar keskindi. Ordusu onu almaya gelecekti ve bu kesinlik bilmekten ziyade inançtan kaynaklanıyordu. "Bir gün elbet gelecekler. O gün belki cesedimi alacaklar ama gelecekler." Başını dikleştirdi. "Eğer bana parmağının ucuyla dahi dokunursan kızına, karına dokunacak kadar manyak adamlarım var. Eğer işkence edersen seni işkenceyle öldürecekleri binlerce yol bilen ve seni öldürmeden hepsini bedeninde test edecekleri adamlarım var. Eğer akıllı davranıp beni öldürürsen bu dünyada sana selam veren herkesi öldürecek adamlarım da var. Bana ne yapacağına karar ver, ordum da seni nasıl öldüreceğine karar versin."

Kenan Karadağ iki büyük adımla ona ulaşırken elini çenesine attı, parmaklarıyla etini kıstırırken başını sertçe yukarıya kaldırdı. Valeria onun çıplak parmaklarına baktı, gözlerini yukarıya çevirdi. "Bana eldivensiz dokunduğu için elleri kesilen nice insan var, Kenan Karadağ. Çek o elini, yoksa adamlarımı beklemeye gerek duymadan ben keserim."

Kenan karşısındaki küçük kızın cürretkar tehditlerini dinlerken alayla güldü, eğilip yüzüne yaklaştı. Gözleri kızın cam gibi parıldayan cildinde gezinirken "Bir tanrıçasın değil mi?" diye sordu. "Dünyanın zirvesindeki tahtında oturuyorsun, altında ceset dağları var. Sonra bir anda düşüyorsun, kendini burada buluyorsun. Altında ezdiğin cesetlerden birinin kanıyla boğulmayı bekliyorsun."

"Ben bir devletim, Karadağ." dedi, Valeria. Çenesini sıkan ele rağmen net bir şekilde zorlanmadan konuşmuştu. "Ben kanunum, mahkemeyim, adaletim." Kenan onun çenesini bıraktı. "Benim sözlerim emirdir, yargılamam kendi kanunlarıma göredir ve uyguladığım yaptırımlar en adil cezalandırılıştır. Sen dahil hiçkimse beni yargılayamaz. Ben kanla boğulmam, kanla karnımı doyururum." Histerik bir ifadeyle güldü, arkasına yaslandı. "Senin gibi adamları da kahvaltıda yerim." Onu alaycı, aşağılayıcı gözlerle süzdü ve yeniden başını kaldırıp yüzüne baktı, dudaklarını ıslattı. Ciddileşti, ifadesizliğine büründü. "Şahsi bir intikam uğruna bir devletin sonu olmak üzeresin, Kenan Karadağ. Askerlerim senelerdir can alma arzusuyla yanıp tutuşuyorlar, ilk savaşlarını Türklerle yapmaktan çekinmezler. Bir şafak vakti gelirler. Bu ülkeyi ceset dağlarıyla doldurmadan geri dönmezler. Yaşayan tek bir Türk bırakmazlar." Bir askeri en iyi tanıyan kişi komutanı olurdu ve Valeria yüzbinlerce askerin komutanıydı. Elleriyle kurduğu ordunun neler yapabileceğini en iyi o biliyordu.

Kenan onun kendinden emin tavrını izledi, kaşları havalandı. "İnancın taktireşayan. Ancak unuttuğun bir şey var," Valeria'ın yüzüne doğru eğildi, gözlerine baktı. "İnandığın ordun annene tecavüz edip öldürdü, kendi kraliçelerini katlettiler." Sağ elini uzattı, Valeria'nın yanağını okşadı. "Bugün düşsen seni kurtaracağına inandığın bütün askerlerin seni becermek için sıraya girer, birbirleriyle kapışır. Sonra tıpkı annen gibi seni de öldürürler."

Valeria alayla gülümsedi, arkadaki ellerini serbest bırakarak Kenan ne olduğunu kavrayamadan onu yakaladı, ters çevirip boğazını kolunun arasına alarak boğazladı. Kenan ondan kurtulmaya çalışsa da Valeria'nın gücüyle yarışamıyordu. Kenan'ı boğmaya başladı, "Ben İspanya Kraliçesi Valeria de Barbòn'um." dedi, öfke dolu sesiyle. "Senin gibi soysuz, alçak bir adamın karşıma geçip annemin adını ağzına almasına izin vermem. Benden aldıkları bir kalp uğruna binlerce kalp aldım, Karadağ. Bir kalp uğruna bütün insanlığı kalpsiz bırakacak adamlar yetiştirdim." Kenan Karadağ'ın belindeki silahı almaya çalıştığını farketti, beline diz kapağını geçirip silahı aldı. Onu serbest bıraktığı an emniyeti açtı, Kenan sendeleyip toparlanmaya çalıştığında silahı alnına yasladı. Kenan arkası Valeria'ya dönükken alnındaki demirle duraksamıştı. Valeria onun etrafında dönerek karşısına geçti, başını hafifçe sola eğdi.
"O kadar aptalsın ki, senelerdir yanımda bir casusun olmasına rağmen ellerimi sıradan bir iple bağlatıp tek başına karşıma geçiyorsun. Ben bir askerim, Kenan. Ellerimi bağlamaya gücün yetmez. Gerekirse ellerimi kırar, yine de bağlı kalmam."

Kenan alnının ortasına yaslanan namluyu umursamadı, Valeria'ya bakmaya devam etti. Kendinden emin tavrından hoşlanmıştı, bulunduğu durum onu eğlendiriyordu. "Senin gibi bir kızım olsaydı Meclis'in tek lideri ben olurdum." dedi, alayla güldü. "Babanın senin gibi bir silahı saklaması ne acı."

"Benim babam kaptan." dedi, Valeria. "Ve ben onun silahı değilim, sadece kızıyım."

Kenan alay dolu bir kahkaha attı, Valeria istifini bozmadan ona bakmaya devam etti. "Sen bir silahsın." dedi, Kenan. "Herkesten saklanan nükleer bir silahsın. Sana sahip olan dünyayı avuçlarının arasında tutabilir. Baban seni yeterince iyi saklayamadı, koruyamadı." Silahı umursamadan Valeria'ya yaklaşmaya çalıştı, namlu alnına daha sert yaslandığında durdu. "Ve artık benimsin." dedi. "Seni kaybetmeye niyetim yok."

Kollarını iki yana araladı, meydan okurcasına "Öldür." dedi. "Kapıda silahlı elli adamım var. Her katta silahlı adamlarım var. Bahçede iki yüz adamım var." Alayla gülümsedi. "Artık çok geç, Valeria. Ya benimle kalıp hayatta kalacaksın ya da beni öldürüp bu evin sınırlarından çıkamadan, o beklediğin askerlerin gelemeden can vereceksin. Ne kadar savaşırsan savaş, üç yüz adamı yenemezsin. Er ya da geç yenilirsin." Valeria'nın kaşları havalandı, Kenan onun gözlerine bakarak "Seni kaybetmeye niyetimin olmadığını söylemiştim." dedi.
"Buradan tek çıkış yolun benim. Şimdi bir kez daha indir silahını, uslu bir kız ol ve benimle anlaş. Seninle işim bittiğinde gitmekte özgürsün. Düşmanımın altına yatıp piçlerini doğuran biri için intikam peşinde koşmayacağım. Benim hedefim her daim sendin."

Valeria dikkatle onu dinliyordu. Kenan doğruyu söylüyordu. Buraya getirilirken etraftaki korumaları görmüştü. Hazırlıklıydı. Ve haklıydı da. Valeria ne kadar eğitimli olursa olsun üç yüz adamla aynı anda savaşamazdı."Nasıl bir anlaşmadan söz ediyorsun?" diye sorduğunda Kenan memnuniyetle gülümsedi, gerileyip Valeria'nın oturduğu sandalyeye oturdu. "Meclis'i devirmeme yardım edeceksin." dedi. "Tek lider olacağım, baba olarak saymadığın adamı öldürmekten çekineceğini zannetmiyorum. Bir katilsin, hem de bu dünyadaki en mükemmel katilsin. Şovunu yap. Meclisin diğer liderlerini öldür, Türkiye'yi bana ver."

Valeria kaşlarını çattı, "Bu kadar mı?" diye sordu. "Sen neden öldürmüyorsun? Dünyadaki tek katil ben değilim, elbet başka katiller de bulabilirsin."

Kenan onu seyrederken "Hiçbir katil Meclis'in kalbi değil." dedi. "Meclis seni korumak için yaratıldı, onun eti kemiği sensin. Bu yüzden bir devrim yaratmak için sana ihtiyacım var. Asrın Karaman ol, yanımda ol. Bana Meclis'i ver ve gerisini kalenin burcundan seyret."

Valeria ona ilerleyerek silahı indirip yeniden alnına yasladı, "Ben aptal adamlara güvenmem, Karadağ." dedi. "Ve ben, aileme ihanet etmem."

Kenan onun gözlerine bakarken "Ailen sana ihanet etti." dediğinde Valeria anlayamadı, tek kaşını sorgularcasına kaldırdı.

"Baban seni bir mezara gömdü." dedi, Kenan. "Mezar taşını elleriyle yerleştirdi. Benim kızım öldü, dedi. Meğer gerçekten öldürmüş seni. Hayatından silmiş, yeni bir aile kurmuş. Sen yalnızca onu lider yapan bir silahtan ibaretmişsin. Sadece öksüz kalmamışsın, yetim de bırakmış seni. Sen orada bir hücrede dayak yerken o kendi çocuklarını seviyordu. Sen geceleri ilaçlarla uyurken o çocuklarını masallarla uyutuyordu. Koskoca yemek salonunda bir başına yemek yerken baban ailesiyle birlikte ziyafetler yapıyordu. Annen soğuk toprağın altında parçalanmış cesediyle yatarken baban ona benzettiği kadınla yatağını ısıtıyordu." Dedikleri Valeria'nın en zayıf karnından biriydi. Kenan, bir kız çocuğunu sarsabileceği en derin yerden vuruyordu. Önce kanattı, sonra kanına zehir bulaştırmak için "Madem bir silah olarak yetiştirdi, o halde bir silah ol." dedi. O zehir, Valeria'nın kanına karıştı. "Namlunu ona doğrult. Annen için yap bunu. Catalina kraliçe olmayı hiç istemedi, o Defne olmak istedi. Annenin hayatını çalanların hayatını almayı sunuyorum sana. Senden çalınanların, esirgenenlerin bedelini ödetmen için özgürlüğünü veriyorum. Burada bir kraliçe değilsin, Asrın Karaman'sın. Burada özgürsün, Asrın. Ne seni hapseden surlar ne de ellerini bağlayan kuralların var. Ben sana özgürlüğünü vaadediyorum."

Valeria'nın kaşları havalandı, alaycı bir ifadeye büründü. "Ellerimi bağlayarak mı özgürlüğümü vaadediyorsun?"

"Tedbir." demekle yetindi Kenan. "El sıkışana kadar silahımın elinde olmasını, namlunun alnıma doğrultulmasını engeller sanmıştım. Ancak bunların bir önemi yok, beni anladığına eminim." Ayağa kalktığında Valeria silahı yukarıya doğru kaldırdı. "Silahım sende kalabilir." dedi. "Bir karar verdiğinde odadan çık, beni koridorun sonundaki çalışma odamda bulabilirsin. İster kaçmaya çalış, ister gel beni öldür istersen el sıkışalım ve özgürlüğünü kazan. Karar senin."

Yürümeye başladı, rahatça odadan çıktığında Valeria silahı indirdi. Omzunun üzerinden Kenan'ın ardından kapanan ancak bu kez kilitlenmeyen kapıya baktı. Düşünmedi, ölçüp tartmadı. Onunla el sıkışmak üzere odadan çıktı. Koridoru kaplayan korumaların bakışlarını umursamadan sert adımlarla ilerledi, son odaya ulaştı. Kapıyı açarak odaya girdiğinde Kenan beklediği kişiyi karşısında görüp memnuniyetle gülümsemişti. Ayağa kalkıp masanın ardından çıktı, Valeria'ya doğru yaklaşmaya başladı.

O esnada Valeria silahı biraz kaldırıp tetiğe bastığında silah sesi yankılandı, Kenan bacağından yediği kurşunla sarsıldı. Korumalar odaya doluştuklarında ona doğrultulan silahları umursamadan eğilip bacağını tutan Kenan'a ilerledi. Çenesini kavrayıp başını kaldırarak gözlerine baktı. "Madem benimle el sıkışmak istiyorsun, yürüdüğün yollara dikkat et Karadağ. Her topalladığında, her tökezlediğinde atacağın bir diğer adımda bana yanlış yapmayacağından emin ol. Ben İspanya Kraliçesi Valeria de Barbòn'um, bir mezar taşında adı yazan Asrın Karaman değilim. Kiminle el sıkıştığını bil ki olası bir ihanette düşmanının kim olacağını unutma."

Kenan acıyla baş etmeye çalışırken Valeria onu bırakıp geriledi, yaralı bacağını tutan kanlı ellerine baktı. "Benimle el sıkışmak istiyorsan eldiven takmalısın." Biraz daha geriledi ve silahın emniyetini kapatarak indirdi. Kenan acısına rağmen karşısındaki kıza baktı, acıdan değişen sesiyle "Asrın Hanım'a yeni odasına kadar eşlik edin." dedi.

Valeria arkasına dönüp ona silah doğrultmaya devam eden adamlara bakındı, bezgince nefeslendi. "Tehdit sona erdiyse tedbir de sona erer. İndirin silahlarınızı, ellerinize de yakışmıyor. Eldivensiz silah mı tutulur? Derhal bu evdeki herkes eldiven taksın. Beni seyredeceğinize patronunuz kan kaybından gebermeden hastaneye götürün." Korumaların arasından geçerek odadan çıktı, Kenan adamlarının yardımıyla ayakta kalabildi.

Valeria çalışma odasının hemen yanındaki odaya yönlendirildi, odaya girdiğinde bakışları etrafta dolandı. Geniş, renksiz ve basit bir odaydı. Demir karyolalı yatağa, beyaz komodinlere, odadaki makyaj masasına, şifonyere, boş duvarlara ve halısız zemine bakındı. Bir gardrop ve bir de kapı vardı, orası banyo olmalıydı. "Beğenmedim." dedi, düz bir tavırla. Muhattabı kapı eşiğinde bekleyen korumaydı. "Benim hapishanelerim buradan daha şık, daha konforlu. Burada kalmam. Balkonu dahi yok." Camı da yoktu odanın. Sanki bir mahkum tutacaklardı.

Koruma düz bir ifadeyle ona baktı, "Bu evde misafir değilsiniz." dedi. "Esirsiniz." Geriledi, Valeria'nın kaşları derince çatıldı. Odanın ortasından kapıya doğru ilerlerken demir kapı kapatıldı ve kilit sesi yankılandı. Valeria'nın adımları duraksadı, kaşları havalandı. Kapanan kapıya baktı, etrafında bir tur dönerek odaya bakındı. Pencere yoktu, balkon yoktu. Kapalı alanlardan nefret eder, korkardı. Derin bir nefes alarak korkusunu bastırmaya çalıştı. Odadaki havalandırmaları görmüştü. Oksijensiz kalmayacaktı, en azından özgürce nefes alıp verebiliyordu.

Yatağa oturdu, elleri iki yanına yaslandı. Ne gece gündüzü kavrayabiliyordu ne de geçen saatleri. Aklından zamanı sayıyor, saatleri deviriyordu. Günler geçti, odaya hiçkimse gelmedi. Yemek verilmedi, su verilmedi. Valeria açlığa ve susuzluğa dayanıklıydı, ancak günlerce dayanamazdı. Açlık tansiyonunu etkiliyordu ve tansiyon Valeria için oldukça tehlikeli bir sağlık sorunuydu. Son raddeye dek çenesini indirmeyip dimdik durdu ancak bedenini daha fazla ayakta tutamadı.

Açlık ve susuzluktan bayıldı, ayıldığında hala aynı şekilde yatakta olduğunu gördü. Ancak bir problem vardı, ellerinde yatağa bağlı kelepçeler vardı. Valeria kollarını çekiştirmeye çalıştı ancak o kadar güçsüzleşmişti ki zincirleri sallayabilecek kadar hareket edemiyordu. Ne olduğunu kavramaya çalıştı, hızla etrafına bakındı. Odada hiçkimse yoktu.

Kenan Karadağ onu bir mahkum yapmıştı, Valeria karşılaşabileceği bütün tuzaklara hazırlıklıydı ancak işbirliği için uzanan elin ona kelepçe takmasına hiç hazır değildi. Ailesine olan öfkesi onun sonu olmuştu.

 

 

 

 

 

 

⚔️

 

 

 

 

Ve, sahne kapandı.

 

 

 

Bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın.

 

 

 

Hepinizi öpüyorummm 💋💋💋

Loading...
0%