@zeytekin
|
Selamlar bebeklerim. Umarım iyisinizdir hoşsunuzdur. Yeni bölümle karşınızdayım. Yorumlarınızı bekliyorum.
Savaş Tanrısının Kalbi 9. Bölüm
Sakarya yolları uzadıkça uzarken Ares kullandığı aracın içerisinde sıkıntıdan patlıyordu. Mira gitme diye gözünün içine bakarken gözbebekleri korkuyla titrerken evden çıkıp bu arabaya nasıl bindiğini hatırlamıyordu. Aklı da almıyordu. Pars yaralı olduğundan toplantıda yoktu, Ares de bir bahaneyle gitmeyebilirdi. Mira'dan öte bahane de yoktu ancak gerçekleştirmek için can attığı tek bir arzusu vardı, Kenan Karadağ ile karşı karşıya gelmek. Mira'yı yangından çıkarttığı günden bu yana Kenan Karadağ kayıplardaydı. Adamlarını yollamış, çiftliğe casus sokmuştu. Fuhuş evlerinden birinde Mira'ya sesini duyurmuştu ancak karşısına geçip yüzüne bakamamıştı. Meclis toplantısı uzun zamandır beklediği şeydi. Amcasının bulunduğu konuma geldi, arabayı restorana ait alana park ederek kilitleyip indi. Amcasının korumalarına bakındı, ancak burada çok aşinası olmadığı yüzler vardı. Ferhat hemen dibinde bitti. "Hoş geldiniz Ares Bey." Gözleri Pamir'i buldu. Ares ona baş selamı vererek "Hoş bulduk." dedi. "Toplantı öncesi ziyafet mi?" Ferhat güldü, "Cengiz Bey de burada." dedi. Ares zaten Pamir'in sıfatından bunu anlamıştı. "Terastalar." Ares başını salladı, Ferhat etrafa bakınarak Ares'in peşinden gelen adamları kontrol etti. Aradığı yüzü göremezken "Kerim nerede?" diye sordu. Ares anahtarı cebine atarak "Aşığın çiftlik keyfinde." dedi, Ferhat'ın omzuna iki kez vurup restoran girişine yöneldi. "Orman havası alıyor. Geceyi yalnız geçireceğin için üzgünüm. Çok özlediysen çıkışta düş peşime, hasret giderirsiniz." Ares restorana girdiğinde korumaların kimisi alttan alta gülerken Ferhat aksi tavrıyla "Siktirin lan." diye çıkıştı. "Kırdırtmayın çenenizi." Ares onu karşılayan ekiple birlikte restoranın teras katına çıktı, müşteriye kapalı koca alanın ortasındaki masaya ilerledi. Gökhan Aladağ ve Cengiz Karaman karşılıklı oturmuş, kebap keyfi yapıyordu. Önlerindeki kadehlere baktı Ares, geldiğini belirtircesine ağır ağır "Selamünaleyküm." dedi. Gökhan ona bakarak kadehini kaldırdı, başıyla selam verip içkisinden içti. Cengiz güldü, yanındaki sandalyeyi çekerek keyifli diliyle "Gel oğlum." dedi. "Güzelce karnını doyur. O sıfatsızları görünce iki gün yemekten kesiliyor insan, öncesinde ziyafet çekelim." Ares, Cengiz Karaman'ın ona olan sevgisine pek yabancı sayılmazdı. Helen Aladağ ve Cengiz Karaman farklı ana babalardan olsalar da Helen daha kundaktayken Cengiz'in kucağına düşmüştü. Severdi kız kardeşini, çok severdi. Bu alemde kimsenin sözüne baş eğmez, kardeşini baş üstünde taşırdı. Ondan olanları daha çok severdi. Ares de Arya'da onun canı ciğeriydi. Cengiz Karaman dış dünyaya pek yansıtmasa da Ares onun için kıymetli olduklarını bilirdi. "Nasılsın dayı?" diyerek yanına oturdu Ares. Dayısına olan samimiyeti bir başkaydı, amcasını yok sayarsa sevdiği tek akrabasıydı. "Ne zamandır görüşemedik." Cengiz sol kolunu onun ensesine attı, hafifçe sıktı. "İspanya'ya gittiniz, bizi unuttunuz." dedi. "Ayda yılda bir gelinir mi be oğlum? Toplantı demesek yüzünüzü görmeyeceğiz. Ona da ite kaka getiriyoruz. Elinizi eteğinizi çektiniz memleketten, olmuyor böyle." Ares'e açılan servise baktı, hemen kadehini alıp rakıyla doldurdu. Ares'in önüne kebap getirildiğinde Cengiz rakısını Ares'in önüne bıraktı. "Şifa olsun." Ares başını sallayarak "Eyvallah dayı." dedi ve onda hiç iyi hatıralar bırakmayan rakıyı aldı, Mira'nın hazırladığı sofra belirdi önünde. Hafif hafif sallanan yatta kurduğu sofrayı, kendi elleriyle yaptığı mezeleri ve yemekleri anımsadı. Hafif oyuncu hafif tehditkar tavırları, bir yandan da derdini dinlemeye ve derman bulmaya hazır hali vardı. O rakı şişesine elini sürmeden evvel her şey muntazam bir ahenkte işliyordu. Hevesini anımsadı, heyecanını anımsadı. İlk kez sofra kurdum, diyordu. Hevesliydim sen söndürüyorsun hevesimi, diye de ekliyordu. Ardından, Senin için kendi heveslerimi söndürür müyüm zannediyorsun, diyordu. Mira kırgınlıklarını saldırarak saklamaya çalışmıştı. Söndürürdü heveslerini, söndürmüştü de. O günden sonra Ares'e bir daha derdini anlatması için adım atmamıştı. Ama anlatsa oturup dinleyeceğini de biliyordu. Mira'nın hevesleri elbet sönerdi ama iki gün alev alıp sönmezdi. Öylesine derin bir ateşi vardı ki, sönmüş hali dahi Ares'i için için yakar kül ederdi. Eğer seni üzmek isteseydim karşımda ağlamanı sağlardım, demişti. Belki üzmek istememişti ama Ares gecelerce başucunda ağlamıştı. Oynadım, kandın. Oyun değildi, oyun da olsa Ares bir yalana inandığını bile bile kanardı ona. Yalnız gitmek istemişti, yalnız gitmişti. Onun ardından baktı. Kadehini kaldırdı ve o geceye devam edercesine gözlerinin önünde saçları rüzgarda savrularak yürüyen minik kızılının gidişine içti. Artık içtiği her rakı Mira'nın gidişineydi. O gece aklından silinmeyecekti. Gökhan kebabını dürüm yapmakla meşgulken "Nerede ayda yılda bir?" diye yakındı. "Eşşek sıpası neredeyse iki aydır burada. Yine de yüzünü gören cennetlik." Alaycı bir dile döndü, dili süslendi. "Bunlar bizi sevmiyor Cengiiiiiz." Uzata uzata Cengiz diyişi artık Cengiz için sıradanlanmıştı, umursamadı. Cengiz şaşkınca Ares'e döndü, "Hadi lan?" diye bir tepki verdi. "Lan oğlum madem geldin niye çayımızı içmeye gelmiyorsun? Gurur da söylemedi hiç. Senin okul başlamadı mı ne işin var buralarda?" "Başladı dayı." dedi, Ares. Kebabına yöneldi, kebaba asla hayır demezdi. İçinde saklı bir Adanalı olmasından şüpheleniyordu. Daha sekiz aylık bir insan yavrusuyken yediği ilk şey adana kebaptı. Tabi kebap yedirdiği için gururlanan Cengiz ve arkada oğlumu öleceksiniz diye çığlıklar atan bir Helen vardı ama Ares bu detayı yalnızca anlatılan komik hatıralardan biliyordu. Yine de kebabın tadı içine işlemiş olacak ki dayısıyla oturdukları sofralarda keyifle yerdi. Kebap onun için dayısı demekti. Özellikle aile pikniklerinde elleriyle yapardı, en sevdiği kebap oydu. Adam işi biliyordu. Onun içinde de bir Adanalı yatıyordu, henüz kanıtlayamıyordu. Ona kebabı aşılayan dayısına döndü, ağzındaki lokmayı rakıyla yuttu. "İşlerim var buralarda. Yakında gelirim ziyaretine. İçimde okuma isteği kalmadı, biraz keyfi takılacağım." Cengiz "Kalmaz tabi." dedi,"O damat olacak döl ziyanı Görkem yaz boyu şirketi yıktı üzerine. Valla benim de içimde çalışma isteği yok. Seni anlayabiliyorum." "Dayı bana yapma bari." diye yakındı Ares. "Babama küfredip duruyorsun, adamı gördüğümde aklıma geliyor. Boş bulunup adama döl ziyanı diyeceğim diye korkuyorum." Cengiz kahkaha attı, "Arkandayım aslanım." dedi. "Tabağa tabak, döl ziyanına döl ziyanı denir." Gökhan hafif ağız yaparak "Ha bu konuda aynı düşüncedeyiz." dedi. "Kardeşim diye demiyorum, kendisi tam bir döl ziyanıdır. Korumayan süttür kendisi. Benden kalan en kalitesiz, kıyıda köşede kalan leş genlerin toplamıdır." Gökhan ve Görkem Aladağ arasında bir yaş dahi yoktu. Annesi doğumdan sonra süt korur diyerek daha Gökhan elli günlükken yeniden hamile kalmıştı. Gökhan sürekli bununla dalga geçer, ikiz gibi büyüdüğü kardeşine sataşırdı. Ares sabır çekerek güldü. "İki ay şirketlerde yatıp kalktığım için dediklerinize harfiyen katılıyorum ama kesinlikle babama küfretmiyorum." dedi. "İspanya'ya kaçarak hayırsız evlat kotamı dibine kadar doldurdum." Cengiz alayla güldü, "Biraz da bizim şirkete uğra lan." dedi. "Gurur hovarda gibi geziyor, bar bar sürtüyor. Oğlum diye demiyorum geviş getirmekte üzerine yok. Eline dosya versem gördüğü ilk hukuki kelimede baba bu yabancı dil der savurur. Tek başımayım, çok yanlızım. Kötü durumlardayım. Kocadık artık, oturamıyorum o sandalyelerde. Bel fıtığım var, boyun düzleşmem var, menisküsüm var." "Var da var." dedi, Gökhan. "Siyatiği de var. Tansiyonu da unutmayalım." Ares ufak bir kahkaha attı, "Bir de kendini mi acındırıyorsun dayı?" diye sordu. Gökhan "Harbi yaşlanmışsın ha." dedi. "Emeklilik vakti gelmiş." Dalga geçiyordu ama içten içe Cengiz'in bütün hastalıklarının Catalina öldükten sonra başladığını biliyordu. Cengiz o günü hafızasından silmek istiyordu. Ama bir yandan da intikam kolluyordu. "Emekliliğe daha var be Gökhan." dedi. "Sen de öldürdün beni." Ares içten gülüşüyle onlara bakarken "Gelirim dayı." dedi. "Biraz da babamın fıtığı tutsun." Cengiz aklına gelenle ciddileşti, "Senin bacak nasıl?" diye sordu. "Baban olacak o it niye seni tüm gün şirkette oturtuyor?" Ares'in eli sol bacağına yerleşti, "İnan bilmiyorum dayı." dedi. "İlaç içmekten karaciğer iflası vereceğim. Banyoda tuvalette esnetiyorum anca." Cengiz sabırla nefeslenerek "Harbi döl israfı." dedi. Rakısından yudumladı. "Yarın gel de bir kahve içelim. Muhabbet ederiz, senin döktürme vaktim gelmiş. Akşamına da meyhane yaparız, dertleşiriz." Ares, Mira'dan sebep itiraz edecekken Gökhan rakısından içti, keyifli diliyle "Bizimki aşık oldu dayısı." dediğinde Ares kalakaldı, kendisine hayretle bakan Cengiz'i görmezken amcasına kitlendi. Gökhan Aladağ kaç kadeh devirmişti? Devirdiği kadehler bir yerine girsindi. Ne aşkıydı? NE AŞKIYDI LAN. BUNUN YERİ BU MASA MIYDI? Cengiz "Lan oğlum." diyerek Ares'in sırtına hafifçe vurdu. "Ne aşkı?" Evet, ne aşkı? Ares sabırla nefeslendi, kadehindeki içkiyi koca yudumlarla içip bitirdi ve yeniden dolduracakken Cengiz ondan önce davrandı. "Anlat oğlum dayına." dedi, içten bir ifadeyle. "Bize anlatmayacaksın kime anlatacaksın? Halinden belli zaten, çökmüşsün. Çok mu çektiriyor? Sevmiyor mu yoksa seni?" Ares bu kez sıkıntıyla nefeslendi, Cengiz ona söz hakkı tanımadan "Bu hayatta bir sevmeyene bir de ölüme çare yok, evlat." dedi. Kendi kadehini alıp altını Ares'in kadehinin üst kısmına vurdu. "Çaren yoksa bilelim." Kadehini iki kez masaya vurdu, ardından tekledi. Kadehi masaya vurmanın pek çok anlamı olurdu. Rakıyı içerken göz rakının buzlu beyazını görür, burun anasonu koklar, el kadehe değer, dil tat alırdı. İnsanın dört duyusu rakıyla kuşatılırdı, geriye kulak kalırdı. Kulak duysun diye kadeh masaya vurulurdu. Ya rakıya özgü olan sebebi onun için pek de anlamlı sayılmazdı ya da Cengiz Karaman rakıya bu kadar saygı gösterecek bir adam değildi. Bir diğeri rakı sofrasında konuşulan rakı masasında kalır demekti. Rakı içtiğin adamla aranda sır olmazdı, dayısı ona böyle öğretmişti. Bütün sırlar dökülür, izleri kadeh dibinde kalırdı. Kimse anlayamadan, duyamadan yıkanıp silinirdi. Ancak bir sebep daha vardı, Cengiz'in Ares'e asla söylemediği o sebep eksiklikti. Rakı masasında olmayan dostlar için de kadeh vurulurdu, artık hayatta olmayan dostlar için de. Ama Cengiz için kalbindeki yaralara vurulurdu, o yaralar artık toprağa karışan Defne'si ve gözünden sakındığı biricik kızı, Asrın'ıydı. Onun eksiklikleri büyüktü, ağırdı. Herkesin taş bildiği kalbi içinde sevdasından ruhunu yitirdiği karısının lahidini ve adını boş mezarın mermerine işlediği biricik kızını barındırıyordu. Ölene çare yoktu, orası muhakkaktı. Yuvasını yitirmişti, yuvasız kalmıştı. Peki evlada çare var mıydı, bilmiyordu. En kıymetli hazinesini gönülde taşımak zordu. Göz görmeyince gönül katlanır derlerdi. Doğruydu. Gözünden sakındığı canı her geçen gün yüreğine kat ve kat acı yüklüyordu. Onun minik kızı zihnindeki tek andan ibaretti. Kalenin burcunda, kırmızı cibinlikli yatağın içinde kaybolan minik kızı. Perdeler kırmızıydı, yatak örtüleri kırmızıydı, yastıklar kırmızıydı, çarşaf kırmızıydı. Kızının ateşten tutamlar kaptığı saçları kırmızıydı. Bukle bukle yatağa yayılmıştı. Gözleri kapalı, turuncu kirlikleri uzundu. Fındık burnu kalkıktı, turuncuya çalan dudakları minicikti. Çilleri ömründe gördüğü en güzel lekelerdi. Kulaklarında minik küpeler vardı, minik yakut küpeler. Cengiz Karaman kızını ilk kez orada görmüş, orada öpüp koklamış, orada sarılmıştı. Saatlerce izlemişti minik kızını, saçlarını okşayıp bebek kokusunu solumuştu. Burnundan akan kan kırmızıydı. Koyu kırmızıydı. Cengiz Karaman o gün güneşi doğduramamıştı, artık dünyası kan kırmızısıydı. Cengiz Karaman kızını son kez bir hastane yatağında görmüştü. Yalnızca kollarında uyuduğu an vardı aklında, yıllardır bu ana tutunarak yaşıyordu. Uzaktan seviyordu, uzaktan sevmek zordu. Göz görmeyince gönül katlanır diyorlardı, göz görmedikçe gönül soluyordu. Ares dayısından öğrendiği gibi sır tutmadı, "Çare bulunur mu bilmem." dedi. "Ne yok ne var." Gökhan Aladağ ona babadan daha yakındı, hatta babaydı. Hayatı Gökhan'ın gölgesinin altında güvenle geçmişti. Her şeyi ondan öğrenmiş, onun ellerinde büyümüştü. Amcası kıymetliydi ama dayısının kıymeti de az değildi. Cengiz Karaman, Ares'in ruhuna dokunabilen bir adamdı. Ona mücevher yapmayı öğreten kişi Cengiz'di. Günlerce gecelerce, aylarca Ares'i yanıbaşına oturup taşlarla konuşması gereken dili öğretmişti. Ona aşkı anlatan, sevdayı öğreten Cengiz'di. Şiirleri sevdiren de. Rakı masasına oturtmuş, içmeyi öğretmişti. Ona doğum gününde at almış, ata binmeyi öğretmişti. Eline silah veren de dayısıydı, o silahı masumlara doğrultmayacağını öğreten de. Altına ilk arabasını çekip ona anahtar veren de, yanına oturup öğreten de. Hayallerini destekleyen kişi hep dayısı olurdu, amcası karşısında bir dağ gibi dururken Cengiz Ares'i o dağa yanaştırmadan Gökhan'ı rakı masasına oturtur ve ikna etmeye çalışırdı. İngiltere'ye gidecekti, hukuk okuyacaktı. Akademisyen olma hayalleri vardı. Amcası bunu keskin bir dille reddederken Cengiz elini Ares'in sırtına koymuş, 'O sikik amcan ne anlayacak haktan hukuktan, ben okuturum oğlum seni.' demişti. 'Evin hazır, altına oraya yakışır arabanı da çekeriz. Eyvallahın olmasın bu göt lalesine. Hep yüz verdiğinden götü kalktı, Mart kedisi gibi sürtünüp kaşınıyor. Kaşıttırma bana, dayı sözü dinle.' Ares ilk kez amcasının fikrini önemsemeden dayısından aldığı destekle İngiltere'ye gidecekti. Evde arabada gözü yoktu, artık hayatında hiçkimsenin eline ihtiyacı yoktu ama ailesinin onu bir başına bıraktığı anlarda Cengiz elini sırtına yaslamıştı. Eğer o kazayı yapmasa İngiltere'ye gidecekti. Bacağını kaybetme noktasına gelmese gidecekti. Tekerlekli sandalyeye düşmese gidecekti. Sol eli sol bacağına yaslandı, diz kapağının üzerini kavradı. Platin vardı bacağında, o sandalyeye düştüğünden beri kendisiyle yaşamaya başlamıştı. Ağrırdı, çok ağırdı. Ares bir saat oturamaz, bir saat ayakta kalamazdı. Sürekli spor yapar, acısını sporla azaltırdı. Uzun zamandır hayatında spor yoktu, sürekli oturuyordu sürekli yatıyordu. Bütün benliğiyle odaklandığı minik kız platinini de unutturuyordu. Artık ağrıları yok denecek seviyedeydi. Yani kutu kutu içtiği ilaçların etkisi vardı. Artık bilinçsizce ilaç tüketmeye başlıyordu. Mira'nın yanında kalabilmenin tek yolu buydu. Karaciğeri iflas ederce sebebi bir minik ateş parçasıydı. Cengiz iştahsızca kebabından yiyen Ares'e baktı, alaycı diliyle "Mecnun etmiş seni." dedi. "E biz de az Mecnun olmadık. Halden anlarız evelallah." Ares rakı masasında herkesin erkeklik denilen o duvarları aştığını bildiğinden içli içli nefeslendi, "Ben de hal mal kalmadı be dayı." dedi. Gökhan ona erkeklik adamlık der dururdu, sınırlar çizerdi ama Cengiz ikisini de şu masaya oturtup ellerine rakı verdiğinde Gökhan'ın da şirazesi kayardı. Ares zaten kaymaya meyilliydi, içten sohbetleri severdi. "O kadar mı kötü be?" diye sordu Cengiz. "Hiç mi gönlü yok kızın?" "Dili var diyor, gözleri var diyor." diye sayıkladı Ares. Mira'nın ona yanaşan hallerini, kalbini kıpırdatan sözlerini, berrak bir okyanus gibi içi aka aka bakan gözlerini anımsadı. Cengiz karşısında keyifle yeni dürüme salata koyan Gökhan'a baktı. Gökhan Aladağ fazla pervasız bir şekilde bütün keyfiyle adana dürüm yapıyordu. Cengiz onun keyfini de zürriyetini de sıfatını da sikmek istiyordu. Buz kalıbı gibi gezen herifi masaya oturtmaya gelmiyordu, eşşek ağızlı anason kokusunu soluduğu an sırıta sırıta geviş getiriyordu. Derdini anlatan yeğenine döndü, anlamsızca"Kalbi nasıl yok diyor lan?" diye sordu, yüzü buruşmuştu. "O nasıl oluyor? Sevdiği mi var?" Ares sessiz kaldı, rakısını bitirdi. Cengiz onun sırtına iki kez vurdu, "Şu işi anlat düzgünce." dedi. "Buluruz bir hal çaresini. Benim yeğenim kırk yılın başında bir kızı sevmiş, öyle ya da böyle alırız. O orospu çocuğu Kenan piçinin kızı olmasın yeter, valla gelinim diye almam o kızı. Diğerine gelecek olursak dili gözü var diyorsa gönlü de vardır onun. Göz gönlü anlatır. Bakmasını bilene ayrı gayrı konuşmaz." Ares amcası zaten her boku bildiğinden dayısının da öğrenmesini pek umursamadı, hatta Kenan'a karşı bir destek daha alacağından "Dayı." dedi. Cengiz onaylar bir mırıltı çıkartarak rakısından içti. Ares cebinden sigarasını çıkarttı, dayısından amcasından gözle onay alıp bir sigara yaktı. Önündeki kebaba için için baktı. Valla da yiyesi yoktu. "Mira." dedi, Ares. Cengiz'e kendi kızını anlattığını bilmeden kendi Mira'sını anlatmaya başladı. Gökhan ise bir sinema izlercesine keyifliydi. Hayatı siklemediği bir anda, keyifle karnını doyuruyordu. Mira, dedi ve kaldı Ares. Sanki bütün kelimeleri Mira'dan ibaret gibiydi. İçlı bir nefes döküldü dudaklarından, sigarasından içti. Derdi Mira'ydı, başka dert yoktu. Dert de Mira'ydı derman da Mira'ydı. "Mira." diye tekrarladı Cengiz. "Güzelmiş ismi." Ares başını sallayarak "Güzel." dedi. "Çok güzel. Güzel de çok küçük be dayı." dedi, kederle Cengiz'e baktı. "Minicik bir şey." Önüne döndü, rakısından içti. "Kutu bebek gibi." Cengiz Ares'in sırtını sıvazlayarak anlatması için destek olurken "Kenan'ın evinde buldum." dediğinde Cengiz'in kaşları çatıldı. "Yine mi o ibne lan?" diye çıkıştı. "Oğlum sizin analarınız göbek bağınızı Kenan Karadağ'ın evine mi gömdü? Herifin yamacından kurtaramadık sizi. Gurur da gitti onun o soğuk nevale kızına. Ne oluyor lan? İlla bacanak mı olacaksınız? Başka kızı varsa onu da Pars alsın. Bir alana iki de bedava damat verelim piçe. Sülalemizi siksin atsın mı istiyorsunuz?" Ares keyifsizce güldü, başını iki yana salladı. Ardından gülüşü solarken ciddileşti. "Mira'nın Kenan'la alakası yok, olamaz da." Sigarasından içti, masadaki temiz küllüğü kendisine çekerek biriken külü döktü. "Doğru düzgün anlat." dedi, Cengiz. "O ibne kızı kaçırmış." dedi, Ares. Amcasıyla küfürlü konuşmazdı ama dayısıyla arasındaki samimiyet küfre dayalıydı. Cengiz Karaman sevmediği insanlara sövmeden duramaz, Gökhan'a saygısından da en minimal şekliyle söverdi. Cengiz'in kaşları çatılırken etraftaki personele bakış attı, baş işaretiyle hepsini yolladı. Terasta yalnızca üçü kaldığında Gökhan'ın keyfi de son bulmuştu. Cengiz'e hiçkimsenin anlatamayacağı gerçekleri vaktinden önce belki de en kötü yolla öğrenmesini izliyordu. Olması gereken buydu. Cengiz olan biteni en büyük şahitlerin birinden dinlemeli, yaşananları kendi kulaklarıyla duymalıydı. Kontrol altında tutulmalı, bu toplantıda bir olup Kenan'ın defterini dürmelilerdi. Aslında doğru olan ona kızını vermekti ama Gökhan eski dostunu iyi tanırdı, Cengiz bunları kızından duymaya dayanamazdı. Onu bir kez namlunun ucundan almıştı, bir daha alamazdı. En doğru yol buydu. Kenan Karadağ'ın defteri dürülmeliydi. En yakın dostunun emanetini korumanın tek yolu buydu. Mira savaşa başlamadan savaşı bitirmelilerdi. Ares sigarasından içti, "Kapatmış depo gibi bir odaya, ellerini zincirlemiş. Bulduğumda yangındaydı." dedi. "Götelek herif kızın ailesi gelirse diye sistem kurmuş, yakarak öldürecekmiş." Rakısına uzandı, kederle içti. O yangının alevleri gözlerinin önünde dans etti, içinde Mira'yı buldu. Cengiz onu dinlemeye devam ederken hoşnutsuz diliyle "Kenan bu oğlum." dedi. "Eline düşene Allah merhamet etsin." "Ya etmedi." dedi, Ares. "Ya da etti de beni gönderdi. Şansına buldum." Rakısından bir yudum daha aldı. "Yara bere içinde kız." dedi. "Morarmadık yeri yok. Sırtı paramparça. Uyuşturucu deneği yapmış kızı. Hastane olmaz dedi, polis olmaz dedi. Götürdüğüm çiftliğe." Cengiz sabırla nefeslenerek "Oğlum o herifin psikopat olduğunu bilmeyen mi kaldı?" diye sordu. "Gurur'u nasıl kurtaracağım diye düşünüyorum, kızı seviyor diye ses edemiyorum. Hasta o piç, hasta. Oğlu öldükten sonra bir haller oldu ona. Kafayı yedi. Allah'tan kız hayatta kalmış. Irzına da geçmiştir piç kurusu." Küfürleri en minimalize haldeydi, çizgiyi aşmamaya dikkat ediyordu. Ares başını sallayarak onu onayladı, "Hayatta mı orası tartışılır." dedi. "Ruhunu kaybetmiş. Herkesten her şeyden korkuyor. Elimi attığım yer paramparça, toparlayamıyorum. Fırsat vermiyor Allah'ın belası. Düşmüyor yakasından. Tam iyileştirdim diyorum, yüzünü güldürüyorum. Bir yerden çıkıyor. Koruyamıyorum dayı. Nereye kadar engel olurum bilmiyorum. Daha küçücük, kaldıramıyor." Rakısının dibini gördü, Cengiz yenisini doldurdu. "On altı yaşında." dedi, Ares. Cengiz hayretle doldu. "Çocuk lan daha." dedi. Aklına kendi kızı düştü, içi sızladı. Rakısını masaya bir kez vurdu ve koca bir yudum aldı. Onun biriciği de on altı yaşındaydı, yakında on yedi olacaktı. Az kalmıştı, mesafeleri aşmaya çok az kalmıştı. "Çocuklara da mı göz dikmeye başlamış?" Ares başını salladı, sigarasının son nefesini derince soluyup küllüğe sertçe bastırdı ve izmaritin yanan ucunu ezdirdi. Sarılaşan süngerine baktı, izmariti bıraktı. Eldivenleri yoktu, arabadaydı. "Hamile bir de." dedi, acıyla. "Haberi yok. Daha kendisi çocuk, karnında o itin çocuğunu taşıyor." Cengiz kalakaldı, Ares'in paketine uzandı ve bir sigara alıp onun zipposuyla yaktı. Pek sigara içmezdi, Gurur hastalandığında ve annesiz kaldığında bırakmıştı. Oğlu kendi bedenindeki zehirle savaşırken başka zehrin kokusunu dahi solutmamıştı. Ara sıra, dert kalbine dokunduğunda içerdi. Ares'in derdi kalbinin en derinlerine dokunmuştu. Kızı yaşında bir kız çocuğu kaçırılmış, işkence görmüş, tecavüze uğramıştı. Ve hamileydi. Bunlar Cengiz'in yabancı olduğu şeyler değildi, gördüğü sapkınlıkların haddi hesabı yoktu. Ama buna alışılmazdı, herkes duyduklarına zamanla alışıyordu ama Cengiz alışamazdı. Onun taştan yüreğinin altı pamuktu, kanlı ellerinin altı çiçekler tutardı. Ailesini korumak için girdiği dünyada şahit olduğu hiçbir şeye hala alışamamıştı. Zannedilenin aksine karanlık bir adam değildi. Elbet karası vardı ama bu alemdeki en temiz adamlardan biriydi. Ares'e de aşıladığı şey buydu, onu Gökhan'ın karalığından korumak istiyordu. Evlatlarını içerisine attıkları çukurdan çıkartamasa da çıkabilecekleri basamaklar kuruyordu. "Ailesi?" "O konular karışık." dedi, Ares. Bir sigara daha yaktı, dayısıyla içmeye başladı. "Ailesini tam kavrayamadım. Annesi babası muamma, annesi ortalıkta yok babası hiç yok. Annesini çok araştırdım, ölüm kaydı yok ama hayatta olduğuna dair iz de yok. Kayıp. Bir anda ortadan kaybolmuş. Cengiz rakısından bir yudum daha aldı, tabağında yarım kalan kebaba baktı. İştahı kesilmişti, ilk kez bir kebap tabağında kalıyordu. Sigarasının zehrini soludu, "O itin derdi neymiş?" diye sordu. "Niye kızın peşinde? Bebeğin peşinde mi?" "Bebeği bilmiyor." dedi, Ares. "Kıza takık." "Sen de gittin kıza mı sevdalandın?" diye sordu Cengiz. "Götünüz durmuyor ki be oğlum. İlla o Kenan piçini bana düşman edeceksiniz. Ne bokuma takık kızcağıza?" Ares durdu, rakısından içti. Rakı masasında sır olmazdı ama bu sır çok derindi. Ağzından dökülmemeliydi. Cengiz onun haline bakarken sırtına iki kez vurdu, destak olurcasına. "Anlat oğlum." dedi, babacan tavrıyla. "Bu masada sır olmaz." "Dayı." dedi, Ares. Sesi zar zor çıkıyordu, söylemesi güçtü. "Kız kraliçe." dediğinde Cengiz duyduğunu kavramaya çalışırken Ares ona baktı, "İspanya Kraliçesi." dedi. "Kenan kızın değil, devletinin peşinde. Ne planlıyor bilmiyorum ama gözünü devlete dikmiş, çok büyük planları var." Cengiz'in elindeki kadeh sertçe masaya düştü ama devrilmedi, kulakları uğuldadı. "Nasıl?" diye sordu, tutuk diliyle. Ares bu masada oturup dinleyici olsa bir kraliçeden söz ettiklerine dahi inanamazdı, Cengiz de inanamadı sandı. "Kız İspanya Kraliçesi Valeria." diye yeniledi. Rakısından içti, "Mevzu büyük anlayacağın." dedi. "Dert de büyük, mevzu da büyük. Derman bulunur mu, sanmam." Cengiz kalbine giren sızıyla nefes alamadı, elindeki sigara yere düştü. Ares görmedi. "Valeria." dedi, sır verircesine kısık çıkan sesiyle. "Başındaki tacın, altındaki tahtın peşinde. Tam olarak ne istiyor, kızı nasıl kullanıyordu bilmiyorum. Bir şekilde kaçırmış, on aydır elinde tutmuş. Yapmadığı kalmamış kıza. Canını almadan öldürmüş. Bu herif on aydır Meclis'in tozunu attırıyor, gücüne güç katıyor. O orospu çocuğu bir şekilde kızı elinde tuttukça güçleniyordu, bu işin arkasında başka bir iş var dayı. Konu sadece kız değil, aynı zamanda Meclis. Kenan örgütü çok büyük bir işe bulaştırdı, hiçkimsenin ruhu duymuyor." Mira On altı yaşında Kız Kraliçe İspanya Kraliçesi Valeria Bir babanın yüreği yandı, bir baba oturduğu rakı masasında canlı canlı gömüldü. Çok küçük be dayı Minicik bir şey. Kenan'ın evinde buldum. O ibne kızı kaçırmış Kapatmış depo gibi bir odaya, ellerini zincirlemiş. Bulduğumda yangındaydı Kızın ailesi gelirse diye sistem kurmuş, yakarak öldürecekti. Yara bere içinde kız. Morarmadık yeri yok. Sırtı paramparça. Uyuşturucu deneği yapmış kızı. Herkesten her şeyden korkuyor. Elimi attığım yer paramparça, toparlayamıyorum. Daha küçücük, kaldıramıyor On altı yaşında. Hamile bir de. Haberi yok. Daha kendisi çocuk, karnında o itin çocuğunu taşıyor. Annesi ortalıkta yok babası hiç yok. Babası hiç yok. Babası hiç yok. Kız evine gitmekten korkuyor. Ailem beni yaşatmaz diyor. Kız kraliçe. İspanya Kraliçesi. Valeria. Yapmadığı kalmamış kıza. Canını almadan öldürmüş. Babası hiç yok. Cengiz Karaman rakı kadehini kavradı, kafasına dikti. Gökhan büyük bir dikkatle eski dostuna bakıyordu, ne tepki vereceğini kestiremiyordu ama omuzlarındaki yükü Ares'e boşalttırmak biraz olsun rahatlamasına neden olmuştu. Bunları dile getiremezdi, kendisi anlatamazdı. Dili varmazdı. "Gözlerine baktım." dedi, Ares. "Hayatım silindi. Bir çift mavi göze tutuklu kaldım, sanırım artık hayatım silinmekle kalmadı sikildi de." Haklıydı, hayatı şu andan itibaren resmi olarak sikilmiş durumdaydı. Her şeyden habersizce içkisinden içti, sigarasına yöneldi. "Ne dersin dayı?" diye sorarak Cengiz'e döndü. Cengiz'in donuk gözleri masadaydı. "Derdimin dermanı olur mu?" Nazlana nazlana Cengiz diyen ses yankılandı kulaklarında. Bizim kızımız çok güzel Cengiz. Bizim kızımız çok küçük. Bana benziyor, tıpkı hayal ettiğin gibi. Saçları turuncu, teni pamuk. Ağzı minicik, burnu minicik, parmakları ayakları minicik. Cengiz bizim kızımız, diye başlayıp onlarca güzel şeyle uzayıp giden cümleler geçip gitti. Cengiz'in bu hayatta bir sevdiği olmuştu, bir de sevdiğinden olan çocukları. Beş çocuk gömmüştü toprağa, altı bebek mezarını kendi elleriyle kazmıştı. İkisi boştu, bir bebeği başka topraklara gömülü diğer bebeği başka topraklara kök salmıştı. Oğlu vardı, Gurur'um dediği bir oğlu vardı. Onun kalbi atsın diye beş çocuk gömmüştü Cengiz. Bir de kızı vardı, Asrın'ı vardı. Adı Asrın'dı ama onun biriciğiydi, kalbinin en derin sızısıydı, en büyük pişmanlığıydı. Kızı onun için tek bir andan ve eline gelen fotoğraflardan, telefonundaki görüntülerden, bilgisayarındaki kamera kayıtlarından ibaretti. Bir kızı vardı, uğruna ruhunu öldürdüğü. Ellerini kana buladığı, Allah'ın verdiği canların Azrail'i olduğu bir kızı vardı. Dokunmaya kıyamadığı, sevmek için bile dokunamadığı kızına el sürülmüştü. Ona işkence etmişlerdi, ona tecavüz etmişlerdi. Gözünden sakındığı, bakmaya kıyamadığı kızını ondan almışlardı. Bir zamanlar dostum dediği, aile olmaya hazırlandıkları adam onu sırtından hançerlemiş, kalbini söküp çıkartmıştı. Onun kalbi kızıydı. Onun kalbi kızı için atıyordu. Darbe. Kraliyet Darbesi. Barlas'ın ruhsuz sesi yankılandı kulaklarında. 'Kraliçe Catalina öldü, Valeria artık İspanya Kraliçesi.' 'Taht salonuna girdiler, Kraliçe Catalina'yı aldılar. Dövdüler, tecavüz ettiler. Kalbini kılıçla parçaladılar. Valeria'ya her şeyi izlettiler. Sonra onu kraliçe yaptılar.' Cengiz'in sağ eli kalbine uzandı, çenesi kasıldı. Ares'in gözü kendi derdinden başka kimseyi görmüyordu ama Gökhan onun kalbindeki eline bakıyordu. Masa altından ayağına vurdu, Cengiz gözlerini usulca Ares'e çevirdi. Yanındaki çocuğa baktı. Kalbini döküyordu, kalbinde atanı anlatıyordu. Seviyorum diyordu, sevdalandım diyordu. Yaralarını sardım diyordu, onu kurtardım diyordu. Benim derdim senin kızın diyordu, bana derman bul diyordu. Saftı, masumdu, kalbi temizdi. Kalbinde onun kızını taşıyordu. Başını ağır ağır salladı. "Olur." dedi, ruhunu kaybetmiş sesiyle. "Derdinin dermanı elbet vardır evlat." İtinayla kendisine bakan eski dostuna dönmedi gözleri. "Madem sevdalanmışsın, tutmuşsun kızın elinden üzerimize düşeni yaparız." Uzandı, rakısını doldurdu. Hareketleri yavaş ama fazla keskindi. "Kenan'ın defterini dürme zamanı gelmiş." Cengiz Karaman'dı o, kızı uğruna bir örgüt kuran adamdı. Gözünü karartmış, kalbini taşlaştırmış, elini kana bulamış bir adamdı. Şeytanla kumar masasına oturan, el sıkışan adamdı. Kenan Karadağ bir hiçti, o hiçi sike sike hiçliğine karıştıracaktı. Ares, Mira'sını korumak için bir destek bulduğunu düşünüyordu. Biraz olsun yükü hafiflemiş, içi ferahlamıştı. Gülümsedi, içtenlikle "Eyvallah dayı." dedi. Yine amcası karşısında dururken dayısı onun sırtını kavramıştı. O gece Ares, Mira'sının Asrın Karaman olduğunu öğrenecekti. Meclis masasında karşısında oturan Cengiz'in gözlerine bakacaktı. Rakı masasında konuşulanlar yankılanacaktı aklında, ortadan kalkan her sır rakı kadehinin dibinde kalmayacaktı. "Seviyorum." dedi, yüreğinin sesini dile getirirken. Saftı ama cahilliğinin verdiği bu saflığı Ares ve Mira için en sağlam desteği kuracaktı. "Benim derdim Mira yanımda olsun, benimle olsun değil. O benim imkansızım." Rakısından içti. "İyileşsin." dedi. "Korkmasın artık, gözleri acıyla bakmasın, kabuslar görmesin, kendinden iğrenmesin, güvende olsun. Benim derdim bunlar, dayı. Başkasını sevse de, çekip gitse de o iyi oldukça çözülür benim derdim." Sigarasından içti, "Kız daha küçük." dedi. "Gözlerine tutuklu kaldım kalmasına da kızda gözüm yok. Hayatta kalsın, yeter. Gönlümü tutarım ben." Kızın korkuyor diyordu. Kızının canı yanıyor, kabus görüyor, kendinden iğreniyor diyordu. Senin kızını öldürdüler diyordu. Cengiz yanındaki delikanlıya baktı, "Gönül tutulmaz, evlat." dedi. "Gönlün sesi susmaz." Elini bir kez daha sırtına attı, iki kez vurdu. "Sen kıza sahip çık." dedi. Ares bunun ne anlama geldiğini yalnızca birkaç saat sonra anlayacaktı. Cengiz Karaman rakısından koca bir yudum daha aldı, alev alev yanan gözleri ilk kez karşısındaki adama kaydı. Gökhan zaten biliyordu bunları, tek bakışıyla anlamıştı. Gözlerini ağırca kapatıp açtı, Gökhan arkasına yaslandı ve başını hafifçe eğip kaldırdı. Cengiz Karaman ve Gökhan Aladağ sessiz bir anlaşma yaptı. İki eski dost yıllardır oturdukları masalarda değil, Cengiz'in mezarı olan rakı masasında tekrar dost oldular. Artık Kenan Karadağ'a karşı açılan savaşta yeni bir cephe vardı. .. Meclis üyeleri gösterişli salonu kaplayan masanın etrafındaki koltuklara yerleşmişti. Üç taht ve o üç tahtın sağındaki koltuklar boştu. Herkes kendi arasında muhabbete dalmıştı. Kimisi düşmandı kimisi dost kimisi yandaş. Dillerinden dökülen her kelime kötülük saçıyordu. Türkiye'nin en karanlık yüzleri bir masaya oturmuş birbirlerine bakıyordu. Salondan içeriye Kenan Karadağ girdi, yanında Meclis'teki tek kadın duruyordu. Varisi Nevra Karadağ. Kenan Karadağ siyah takım elbisesinin içerisindeydi. Elinde bir baston tutuyordu, artık topaldı. Attığı her adımda bastonundan destek alıyordu. Eski haşmeti uzun zamandır yoktu. Öfkeliydi, nefretle doluydu, gözleri eskisinden de karaydı. Yüzü çökmüş, gözlerinin altı koyulaşmıştı. Kenan Karadağ kısa bir süre önce en büyük gücünü, en tehlikeli silahını yitirmişti. O günden bu yana delirmenin eşiğindeydi. Nevra üzerindeki siyah pantolonu ve siyah gömleğiyle kadınsal hatlarını olabildiğince gizlemeye çalışmıştı. Ne zaman toplantıya gelse rahatsız edici gözler ona dönerdi. Bedenini saklamaya çalışsa da ince topuklu deri botları her adımında onun varlığını haykırıyordu. Omzunda küçük kol çantası vardı. Gece kadar kara saçlarını sıkı at kuyruğu yapmıştı. Makyajı koyu tonlardaydı. Herkes susup onları selamlarken masadaki tahtına ilerledi ve koltuğuna kuruldu. Nevra yanındaki koltuğuna otururken Kenan'ın kara bakışları diğer boş koltuklarda gezindi, Ares Aladağ'ın koltuğunda durdu. Saf nefret vardı gözlerinde. Liderlerden birinin gelmesi herkesin sesini soluğunu kesti, diğer liderleri beklemeye başladılar. Ares ve Gurur, Ares'in arabasının önünde sigara içerken gelişigüzel muhabbet ediyorlardı ancak Ares'in aklı ikiye parçalanmış durumdaydı. Çiftlikte yalnız kalan Mira ve Meclis'teki yerini alan Kenan Karadağ. Gurur hala kebapçıdan çıkmayan babasıyla Gökhan Karadağ'ı gözlerken "Ne oldu bunlara?" diye sordu. "Bir dertleri var gibi görünüyor. Ne boklar dönüyor Meclis'te haberin var mı?" Ares restoranın terasına baktı, amcası ve dayısı hala yukarıdaydı. Gurur geldiğinde ikisini de yanlarından postalamışlardı. "Bir boklar dönüyor, orası belli." dedi, Ares. Sigarasından derin bir nefes aldı. "Bi anlayabilsem." Gurur göz ucuyla Ares'e baktı, "Özlettin ha kendini." dedi. "Evi terk ettin de haberimiz mi yok?" Ares alayla gülümsedi, "Üzülür müsün?" diye sordu. "Yoo göbek atarım." dedi, Gurur. Fazlasıyla ciddiydi. "Ev dingonun ahırına döndü, siktirin gidin yani. Siz gitmezseniz alıp başımı ayrı eve çıkacağım." Ares güldü, başını hafifçe sallayıp "Sikseler o evden çıkmazsın." dedi. "Bir süre buralardayım, doyamadım memleketime. Yakında gelirim, yokluğuma fazla alışma." Gurur ters ters "Oğlum senin varlığın ne ki yokluğun olsun?" diye sordu. "Allah aşkına son bir yılda o salonda kaç saat oturdun? Ha? Söyle." Ares dudak büktü, "İki mi?" Hayretle "Harbi bildin!" dedi, Gurur. "Pars hususi kronometre tutmuş. Bir yılda evinin salonunda iki saat oturmak ne lan? Bir de yokluğuma alışma diyor." Ares gülmeye devam etti, "Beni çok özlüyorsan gece geleyim." dedi. "Ninni söylerim." Gurur hızla ona yöneldi, etrafa tedirgin bir bakış atarken "Lan." dedi. "Sen ninniyi nereden biliyorsun?" Sesi temkinli, kısık ve hayret doluydu. Gurur Karaman her gece Gizem'in ona söylediği ninninin kaydını açar, sabaha kadar dinleyerek uyurdu. Ninni sesi olmadan gözüne uyku girmez, kabuslarla uyanırdı. "Boşuna mı kardeşiz dedik, Karaman?" diye sordu Ares. Ardından omuz silkti. "Odalarımız yan yana, İspanyolların harika yalıtımlı evleri var. Sabaha kadar ninni dinliyorum." Göz ucuyla ona baktı. "Sen ninni dinletmeye devam et, aksi taktirde anne babası sevişirken şahit olan çocuk travmamı tetikliyorsun." Gurur onun esnesine bir şamar çaktı, "Götelek." diye söylendi. "Travmanı siktirtme bana." Ares'in keyfi fazla yerindeydi. Rakı, yüreğine ağır gelen yüklerden kurtulmak, destek toplamak ve birazdan Kenan'ı göreceğini bilmek keyfini yerine getiriyordu. İçini huzursuz eden bir detay da vardı. Yüreğinin taşıyamadığı derdi paylaşmak. Bi Gizem biliyordu, yaşananları. Bir ona söylemişti, ona anlatmıştı. Yardım istemişti, Mira'yı toparlayabilmek için en yakınından destek almaya ihtiyacı vardı. Ares bir kadına nasıl yaklaşacağını pek bilmezdi, Mira'yı ürkütmeden korkutmadan iyileştirmek için çaba harcamıştı. Pars tamamen şans eseriydi, ona söylemeyi planlamıyordu ama bu işte ortaklardı. Ares ona hiçbir detay vermemişti, kendi gördükleri yeter de artardı. Amcası öğrenmişti, evindeki kameradan. Mira yaşadıklarını açık açık dile getirirken onu dinlemişti. Tabi salonda tam olarak konuşulan şeyleri pek anımsamıyordu, bilgi boyutundan emin olamıyordu. Bunda bir etkisi katkısı yoktu. Ama dayısı, dayısı en büyük meseleydi. Ares'in dayısına karşı çok yumuşak bir yanı vardı. Düşman askeri olsa eline bir rakı önüne bir kebap koyarak bülbül gibi şakıtırdı. Öyle de yapmıştı. Her şeyi en yalın haliyle masaya sermişti. Kenan Karadağ bir şeylerin peşindeydi. Büyük oyunlar döndürüyordu. Ares destek alacağı kadar anlatmak isterken birden ipin ucu kopmuştu. Taşıyamıyordu, kaldıramıyordu. Kendi yüreği şahit olduklarının altından kalkamazken Mira'nın minik kalbi yaşadıklarına nasıl dayanıyordu? Mahalle berberi kalmış bilmeyen, dedi içindeki ses. Tıraş olurken ona da anlatırsın. Ares boynunu esnetti, Mira'nın mahremiyetini son derecede ihlal etmiş olmak onun huzursuzluğunu arttırsa da başka yol bulamıyordu. Gökhan Aladağ ve Cengiz Karaman ona lazımdı, Pars Tekin ve onunla birlikte gelmek zorunda kalacak Ata Tekin de öyle. Kenan Karadağ'ın kafasına sıkmak onu öldürmezdi, Ares elbet bunun farkındaydı ve Mira'nın savaş isteğini anlıyordu. O da bunun için çabalıyordu. Gurur, dalıp giden Ares'e bakarken ciddiyetle "Ne derdin var senin?" diye sordu. "Bir haller var sende, dökül." Babasının oğluydu, etkisi ondan da beterdi ama Ares az önce yeterince dökülmüştü. Kaç kadehin dibini gördüğünü anımsamıyordu. Ares her zaman ayarını bilir, çakırkeyif olacak hale dahi gelmezdi. Bu gece de pek farksız geçmemişti. Sarhoş olmayı zerre sevmiyordu, eve bir daha alkollü dönmeyi hiç istemiyordu. Etkisini hissetmese de Türk kahvesini içmeyi ihmal etmemişti. Ve karanfil, dişlerinin arasında gezinen karanfilin üzerinde garip bir etkisi olurdu. Alkolü savuşturur gibiydi. Bunu bir deney haline getirerek evdeki herkesin üzerinde denemişti ama olumlu sonuç aldığı tek kişi kendisiydi. "Dert değil de," diyerek restoranın terasına bakmaya devam etti. Camekan terasın sarı ışıkları etrafa yayılıyordu. "Ortalık karışacak." "Ben gelene kadar ne döndü burada?" Ares göz ucuyla Gurur'a baktı, "Bir şeyler döndü, dönmeye devam ediyor ama tam anlayamadım." dedi. "Bildiğim bir şey varsa o da şu an yukarıda ateşkes yapıyorlar." Gurur'un kaşları çatıldı, "Sebep?" diye sordu. "Lan ben bunların aşkına düşmanlarken katlanamıyorum, bir de dost mu olacaklar?" Öğürdü. "Korkunç günler bizi bekliyor." Ares tepkisiz kaldı. Gurur haklıydı, korkunç günler onları bekliyordu. Gurur bir sigara daha yakan Ares'i izlemeye devam ederken "Duru mu?" diye sordu. Ares anında ona baktı. "Efendim?" "Konu hala Duru mu?" diye sordu Gurur. Ares'e bezgin gözlerle bakıyordu ama bir yandan da üzgündü. "Bu kadar çok mu seviyorsun lan? Kaç yıl oldu. Hala onun peşindesin." Ares'in kaşları çatıldı, "Duru ne alaka?" diye sordu. Duru vardı, değil mi? Kıyıya köşeye ittiği, bir kenarıda Kenan'ın ellerinde bıraktığı Duru vardı. En son ne zaman Duru'yu düşünmüştü? Beyni resetlenmiş gibiydi, Mira geldiğinden beri Duru namına hiçbir şey kalmamıştı. Onu aramıyordu dahi. İçten içe suçlulukla doldu, buna rağmen ifadesini bozmadan yalın diliyle "Sevmiyorum." dedi. "Aslında hiç sevmemişim." Sigarasının turuncu ucuna baktı, parmaklarının arasında tuttuğu köz dahi Mira gibiydi. Gurur hayretle ona bakarken "Lan madem sevmiyordun niye tırın altından aldık seni?" diye çıkıştı. 14 Şubat, doğum günü. 34 plakalı olduğunu hatırladığı siyah bir tır, açılan beyaz hava yastığı, parçalanan ön cam ve bacaklarını sıkıştıran araba. Korna sesi, takılıp aralıksız şekilde çalan korna. İnsan sesleri, bağırışlar, ışıklar. Arabadan çıkartılıyor, bacaklarını kesmemek için arabayı kesiyorlar. Gökyüzü karanlık, hiç yıldız yok. Ares sigarasından içti, platinli bacağına bakarken "Konu Duru değildi." dedi. Ailesinden uzaklaşmak ona bir nebze de iyi gelmişti, konuyu sürekli kazaya ya da platine getirmeleri artık canını sıkıyordu. Artık o geceyi yaşamaya devam etmek istemiyordu. Geleceğini vermişti, bugünü ona kalmalıydı. "Hiçbir zaman olmadı." Başını kaldırdı, Gurur'a baktı. "O sadece nereden vuracağını iyi biliyordu." Gurur, Ares'i anlamaya çalışırken "Eee." dedi. "Ne sikime Pars'la pavyonlarda sürtüyorsunuz? İnstagramda pavyon hesabı var şerefsizin, boş geçtiği gün yok. Bütün mekanlar takipte, pavyonları tanıtmaya husisi davet ediyorlarmış sizi. Reklamcılık sektörü size kapılarını açmış!" Ares alayla güldü, göğüs kabartarak "Kuranıma iki aydır pavyona gitmedim." dedi. "Işığı gözüme değmedi, götüm koltuğuna oturmadı. Ara verdim o işlere. Kulağım paslandı, pasıyla mutlu mesut yaşıyorum. Atmaya niyetim yok." "Lan sanki sikinin zevkine sürtüyorsun pavyonlarda." diye çıkıştı Gurur. "Valla zevkine gitsen seninle geleceğim, senin derdin başka." "Abi pavyonlar çok yavan be." dedi, Ares. Canından bezmiş gibi bir hali vardı. "Aynı şarkı türkü, aynı ışık. Alkolü de kalitesiz piç kurusunun, içtiğim bile zevk vermiyor." "Kayınpederime piç kurusu deme." dedi, Gurur. "Yakında babam olacak lan." Ares fazla rahattı. "E ben senin babana da piç kurusu diyorum." Sigarasından içti, Gurur göz devirdi. "Giden de şarkı türküye, renkli ışıklara gidiyordu zaten. Pavyona gitmeden pavyonlarda gezen değişik dallamanın tekisin. Sen böyle zor kız bulursun, kim napsın pavyonlarda sürten bir pezevenki?" "Bıraktık ya işte!" dedi, Ares. Gurur duraksadı, "Kız mı var?" diye sordu. Ardından imayla gülümsedi. "Duru'yu hiç sevmemişim demeler, Türkiye'de kalmalar, pavyonu bırakmalar. Sen hayırdır? Gelin mi getireceksin bize?" Ares birkaç saniye boyunca onun yüzüne boş boş baktı, Gurur'un gülüşü solarken "İhtimal bile mi yok?" diye sordu. "O kadar mı diptesin be kardeşim?" Ares ağzının içinde cıkladı, "Gelin ata binmiş, nasibim Ares'te olamaz demiş kıçını dönüp gitmiş abicim." dedi. "Yine iyisin, düğünde altın takmaktan kurtuldun." "Ne altını?" diye sordu Gurur. "Senin evlendiğini göreyim, kızı altın suyuna batırır çıkarırım." Ares alayla gülümsedi, sigarasından biraz daha içti. Gökhan Aladağ sıkı sıkıya kalbini tutan Cengiz Karaman'ın yanındayken aralarında derin bir sessizlik vardı. Kahvelerini içeli uzun zaman olmuştu ama Cengiz hala kendisine gelemiyordu. "Kolunda uyuşma yok, di mi?" diye sordu. "Kalp krizi geçirmiyorsun?" Cengiz aksi diliyle "Siktir git." dedi. "Rakı içelim demenden anlamalıydım. Sen ne zaman bana rakı içip dertleşelim dedin ki?" Gökhan elini kasılan omzuna attı, "Çirkin bir yol olduğunu kabul ediyorum ama hiçbir yolun güzel olmayacağını da biliyorum. Ayağa kalkman lazım Cengiz, toplantıya geç kalıyoruz. Sonra geberirsin." Cengiz sağ elini kalbini sökmek istercesine göğsüne bastırırken "Bir yıl oldu neredeyse." dedi. "Ben en son kızımı bir yıl önce gördüm. Neden demedin?" "Sen de ne diye aramadın kızı?" diye sordu Gökhan. Aksileşmişti. "Neredeyse bir yıldır evde yok, sen nasıl anlamadın lan?" "Barlas kamera sistemini kaldırdığını söyledi." dedi, Cengiz. "Kameralarla bağlantımı kestiler. Kesin emir var dedi, fotoğraf göndermem yasaklandı dedi. Öfkeli sandım, doğum gününde hediyesini gönderemedim diye yapıyor sandım. Kaybolduğunu duymadım." Gökhan sıkıntıyla nefeslendi, "Herifler asker, ne olduğunu anlamadan götünden don alırlar. Kendini suçlama, anlayabilmen mümkün değildi. Bir kraliçenin kaybolduğunu da duyuramayacaklarına göre, herkese sağlam oynadılar. Kralın bile ruhu duymamış." "Bana söyleseler ben kızımı bulmaz mıydım?" diye sordu Cengiz. Donuktu, tutuktu. "Ben onu güvende zannederken, başımı yastığa rahat koyarken o Kenan piçinin elindeymiş. Dokunmuş lan kızıma. Daha bebek benim kızım." Gökhan onun dağılması için çok yanlış bir zamanda olduklarını belirtirken "Sonra dibine kadar içeceğiz." dedi. "Şimdi kalk, toplantıya gidelim." "Canım yanıyor." dedi, Cengiz. Oturduğu yerden kalkamadı. "Canım çok yanıyor." Kalbini daha sıkı kavradı. "Cengiz!" diye yükseldi Gökhan. "Oğlum bir dur. Zorla kalp krizi geçirteceksin kendine. Valla hastaneye yetiştirmem. Pastam çikolatam da hazır değil bu saatte açık çiçekçi bulamam. Sonra kalp krizi geçirirsin, acele işe şeytan karışır. Bekle." Cengiz ona ters ters bakarken "Şamarı bir koyarım, kafanı kebaba sarar yerim." dedi. "Sal lan beni, sal da bir acımı yaşayayım. Ares gittiğinden beri sik sik konuşuyorsun. Sen nereden öğrendin? Asrın'la mı görüştün?" "Kameradan." dedi, Gökhan. Fazla rahattı. "Kameralara alıştırdın beni de sapık gibi ekran başında geziyorum. Çiftliği kontrol ediyordum, bizim kızı buldum. Zaten toplasan iki saat oturmuyorlar salonda, bilgilerim fazla kısıtlıydı. Doğru bilgi sunamazdım. Ares'in anlattığı çoğu şeyi az önce öğrendim." Cengiz'in omzunu kavradı, sıktı. "O toplantıya gidip Kenan'ı gömeceğiz, hiçkimse bizim kızımıza el uzatamaz." "Benim kızım nereden senin kızın oluyor?" "Benim oğlum senin oğlun oluyor ya?" "Senin oğlun mu var lan?" "Ares ne? Benim oğlum değil mi?" "Lan o senin yeğenin, YEĞENİN! Senin oğlun yok!" "E senin de yeğenin. Oğlum diyorsun ya." "O laf gelişi." "E benimki de laf gelişi." "Kızıma kızım deme, ebeni sikerim senin." "Lan az önce kızını oğluma verdin ya! Bizim kız oldu." "Nereye verdim lan?" diye çıkıştı Cengiz. "Benim kızım daha bebek." "Küçülsün de cebime girsin, bebek dediğin kız hamile lan. Bebeği olacak. Nereye bebek?" "Hamileyse hamile! Sana mı kaldı benim torunum?" Aydınlanmayla "Dede oldun lan." dedi, Gökhan. Alayla kahkaha attı. "Hepimiz önce dede oldun ha. Cengiz Dedeee." Cengiz ona bir şamar geçirdi, "Allah'ın belası." dedi. "Size verecek kızım yok benim." "Lan az önce madem sevdin tut elinden demedin mi?" "Ben onu git kızımı al diye demedim!" dedi, Cengiz. "Karıma göz diktin, sıra kızıma mı geldi?" "Ares gözüm yok dedi ya." "Gözü olmayan hali mi sevdalı?" "Sanki Ares'i bilmiyorsun. Saf oğlum bizim çocuk. Sözde Kenan'ın kızı da seviyordu, kaç yıldır götü pavyondan çıkmıyor. Mira diye tutturuyorsa unutmuştur. Mira'yı da unutur herhalde." "Doğru." dedi, Cengiz. "Pavyonlarda geziyordu di mi o? Benim pavyoncuya verecek kızım yok." "Ulan Cengiz. Kız elden gitmiş derdin Ares mi?" "Elden bir kez gitti diye bir daha mı gitsin?" "Benim oğlum ne yapacak lan senin kızını? Psikopat senin kızın. Asıl ben sana damat vermem." Cengiz alayla güldü. "Canıma minnet. Bir de dünür mü olacağım seninle?" "Senin kızın da seviyorsa ne yapacaksın?" Cengiz zerre duraksamadan "Gönlü yokmuş." dedi. "Duydun Ares'i, gönlü yok dedi." "Dili gözü var diyormuş ama." dedi, Gökhan. "Gönlü de vardır, o anlamıyordur. Benim izlediklerimde de pek gönüllü gibiydi. Gönlündekini anladığında ne yapacaksın?" "Siktir git Gökhan. Benim kızım krallara layık." "Hepsi yaşlı bunak." Cengiz umursamazca "Öldürürüz birini oğlu kral olur." dedi. "Hangi veliaht prensi severse onu kral yaparız." "Benim oğlanı isterse?" "Benim kızım sizin oğlanı istemez." dedi, Cengiz. "Bir tanecik kızım var, onu da sana mı vereceğim. Ares de öyle havalarda uçmasın, kraliçe lan benim kızım." "Sen kraliçeyle evlendin ya dalyaprak." "Bilmiyordum." "Bilsen?" "Yine evlenirdim. Kırk yılın başı birini sevmişim, ülkesi var diye evlenmeyecek miydim?" "E benim oğlumun senden ne eksiği var?" "Kızımın gönlü yok." "Vardır vardır." dedi, Gökhan. "Ben hissediyorum, dünür olacağız." "Siktir git oradan." Gökhan alayla güldü. Derdi Cengiz'in aklını dağıtmaktı ve Cengiz artık kalbini tutmadığına göre başarıyordu. Kalp krizi geçirmesini ya da bir katliam yapmasını pek istemezdi. "Lan kızına sahip çıkan birini buldun, burun mu kıvırıyorsun?" "Kızım kendisine sahip çıkar." "Ares de sahip çıksın ne olacak?" "Ben sahip çıkarım, Ares'e ne lüzum var?" "Gördük nasıl sahip çıktığını." dedi, Gökhan. "Kız kalede bir başına büyüdü. Sal artık sal, rapunzel ettin kızı. Eninde sonunda kaleye birini alacaktı zaten. Ares olsun işte. Sen büyüttün damadını, kaç baba bunu ister haberin var mı?" Cengiz uyarıcı bir ifadeyle "Gökhan." dedi. Gözleri onu öldürmek ister gibi bakıyordu. "Dellendirme beni, oğlunun pekmezini akıtmayayım." "Akıt." dedi, Gökhan. "Akıt da Helen de senin pekmezini akıtsın. Dokundurur mu oğluna, şişe geçirir ateşe atar seni." Cengiz keyifsizce nefeslendi, etrafa bakındı. Gökhan anında "Plan nedir?" diye sordu. "Kafasına sıkmak deme, şimdiye kadar kafasına sıkmak için beklemedim. Meclis dağılır, Asrın'ı korumak zorlaşır. Güç kaybedemeyiz." "Kafasına sıkmak değil." dedi, Cengiz. "Beynini parçalasam ne fayda, içimin yangınına bir damla su dökmez." "Ee, ne yapıyoruz?" "En iyi bildiğimiz şeyi." Gökhan'a nefretten kararan gözleriyle baktı. "Kenan'ı indiriyoruz." "Nasıl indiriyoruz lan?" diye sordu Gökhan. "Bana planla gel." "Sen Kenan'a yakın dur." dedi, Cengiz. "Ben dıştan oynayacağım sen içten. Sinsiliğini konuşturman gereken yerdeyiz, gerçi ne zaman sustu orasını bilmiyorum." "Ben sinsi değilim." "Sinsisin." dedi, Cengiz. "Gördüğüm en sinsi yılansın. Karıma göz koyduğunu unutmadım." Gökhan sabırla nefeslendi, "Sen göz koydun." dedi. "İlk ben gördüm." "Senin gözünün arpacığını sikeyim Gökhan." "Eyvallah." "Ares'in de gözünün arpacığını sikeyim, Gökhan." "Eyvallah." "Sülaleme göz dikti orospu evlatları." "Anamın ne suçu var lan? Sen severdin anamı." "Seni doğurmuş, yeter de artar." "Ona da eyvallah be. Ona da eyvallah. Bir anama küfretmediğin kalmıştı. Eyvallah." "Dilini de sikeyim Aladağ." "Eyvallah." "Eyvallahını," derken durdu, küfretmedi. Gökhan güldü.
.
Tek koltuğun boş kaldığı Meclis toplantısı henüz başlamak üzereyken Cengiz "Pars Tekin nerede?" diye sordu. Ares gerildi, Gökhan bıyık altından gülümserken Ata Tekin lidere döndü, "Yaralı." dedi. "Biri bacağına sıkmış, gelemiyor." Cengiz kaşlarını çatarak "Kim?" diye sordu. "Meclis in varislerinden birisine saldırılıyor ve bunu şimdi mi söylüyorsunuz?" Gökhan fazla rahat tavrıyla "Olur öyle şeyler." dedi. "Ölmemiş ya." Ata ona baktı, kaşları çatıldı. "Ben de birkaç saat önce öğrendim." diyerek Cengiz'e döndü. "Meclis'ten bağımsız gerçekleşen bir olay. Arkadaşı yanlışlıkla vurmuş." Kenan söze girerek "Silah mı temizliyormuş, nasıl yanlışlık?" dediğinde Cengiz'in ifadesiz bakışları ona döndü, Ata "Detaylara hakim değilim Karadağ." dedi. "Konumuz oğlum mu? Ölmemiş işte, mevzu yok." Gökhan kendisine atılan taşı umursamadı, aralarında ergen gibi atıştıkları bilinen bir gerçekti. Meclis liderleri ve üye olan Ata Tekin arasında farklı bir ilişki vardı. Cengiz arkasına yaslanarak Kenan'a bakmaya devam ederken "Sende ne haberler var Karadağ?" diye sordu. "Ne zamandır meydanda yoksun." Kenan kara bakışlarını ona döndürüp aksi tavrıyla "Muhabbet etmeye mi geldik Karaman?" diye sordu. "Toplantıyı başlatalım." "İnanır mısın hiç içimden gelmiyor." dedi, Cengiz. "Kısır gününe mi geldik Cengiz?" Cengiz üzerinde cam şişe sular ve dosyalar olan masaya bakındı, "Tüh, kısır yok." dedi. "Çok severim. Canım çekti bak." Yeniden Kenan'a baktı. "Kısır salçalı mı olur salçasız mı?" Herkesin bakışları ikisi arasında gidip gelirken Kenan fazla kayıtsız bir ifadeyle "Salçalı." dedi. Cengiz karanlık ifadesiyle gülümsedi. "Ağzının tadını biliyorsun vesselam. Hep böyle miydin sen ya? Biz mi yanlış tanımışız. Zevklerin konusunda fazla kalitesiz bilirdim seni." Gökhan ve Ares dışında hiçkimse cümlelerin alt metnini anlayamıyordu, buna Kenan da dahildi. "Zevklerimi mi tartışacağız Cengiz?" diye sordu. "Haklısın tartışmaya değmez, alem biliyor senin zevklerini." Kenan ve Cengiz arasında düşmanca bakışlar yeşerdi, "Zevklerimle ilgilendiğini bilmiyordum Karaman." "Zevklerin benim dünyama uzanırsa ilgilenirim Karadağ." Kenan'ın bakışları değişti, Cengiz tehlikeli bir ifadeyle gülümsediğinde arkasına yaslandı ve başını dikleştirdi. "Toplantıya başlayalım." Bir cızırtı duyuldu, herkes etrafına bakılırken salonda bir kadının sesi yankılanmaya başladı. "Merhaba sevgili Meclis üyeleri, ben Asrın Karaman." Ares duraksadı, kaşları derince çatıldı. Ses Mira'nın sesiydi, Asrın onun ismiydi peki Karaman ne oluyordu? Cengiz kızının sesini duyarak yerinde dikleşti, herkesin gözü önünde ayağa kalkıp sanki kızı karşısındaymış gibi saygıyla ceketinin önünü ilikledi. Ares birkaç saniye boş boş ona baktı, ardından zihnine düşen yıldırımla irkildi. Asrın Karaman. Cengiz Karaman'ın kızı. Onun Mira'sı. Kenan Karadağ bariz bir şekilde kaskatı kesilmiş, nereden geldiğini kavrayamadığı sesi dinliyordu. Bir eli beline uzandı ama silahı yoktu, toplantıya hiçkimse silahla giremezdi. Arabasındaydı. "Karşınıza geçip kendimi bizzat tanıtmak isterdim ancak bir ayna görevi görerek sizlere korkak liderlerinizin hamleleriyle karşılık vereceğimi duyurmak istiyorum." Gözler liderler arasında gezindi. Cengiz ayakta dimdik durmaya devam ediyordu. "Sevgili babacığım Cengiz Karaman, Gökhan Aladağ ve Kenan Karadağ'a ilk duyurumdur. Bu geceden itibaren yaptığınız her toplantıda çiğnen emrime karşın bir can alacağım. Örgütünüzün devamlılığını sağlamak istiyorsanız ikinci bir emre kadar herkes kendi alanını korusun, kendi canı için uzattığım barış dalına tutunsun. Emrime itaatsizlik eden her üye, her lider infaz edilecektir. Bu, Meclis'e karşı alenen yapılan bir darbedir." Cengiz yalnızca sevgili babacığım hitabına takılmış, çenesini dikleştirmişti. Kızı ona ilk kez baba diyordu. Ares ise o hitabete karşı gözlerini kapatmış, restoranda dilinden dökülenleri düşünüyordu. Diğer üyeler ise duydukları şeyi kavramaya çalışıyordu. Aynı ses en karanlık tonunda "Peşindeyim Kenan Karadağ." dediğinde herkesin bakışları Kenan Karadağ'a sabitlendi. "Sana ulaşana dek bütün Meclis koltuklarını başsız bedenlerle doldurmaktan çekinmeyeceğim. Karşıma çıktığın her an sana misliyle karşılık vereceğim. Gölgen misali etrafında dolaşacağım, etrafındaki her şeyi yok edene kadar durmayacağım. Savaşmaktan vazgeçmeyeceğim." Ve Mira, savaşını alenen ilan etti. Cengiz gülümsedi, kızının hala hayatta olduğunu bilmek kalbindeki acıya biraz olsun şifa oldu. Biricik kızı hayattaydı, bir darbe ilanı yapıyordu ve savaşacağını söylüyordu. Asrın hala güçlüydü. Yıkılmamıştı. "Sizleri bir masada toplayan güç Asrın Karaman'ın doğumuydu. Temelinizi çürütmeye cürret ederseniz sizleri yok edecek şey Asrın Karaman'ın ta kendisi olacaktır. Mahşerin dört atlısına değil, mahşerin sahibine kulak verin. Yaratacağım cehennemde hayatta kalmabilmenizin tek yolu sizi yaratan güce biat etmek. Çok yakında tekrar görüşeceğiz." Ses cızırtılar eşliğinde kayboldu, herkes Cengiz'e baktığında Cengiz keyifli diliyle "Ve toplantı bitti beyler." dedi, sandalyesini geriletti. "Meclis'in sahibi geldi. Bir sonraki toplantımız onun öncülüğünde yapılacak, Asrın Karaman'dan haber bekleyin." Arkasına döndü, büyük bir keyifle toplantı salonundan çıktı. Herkes onun ardından bakarken konuşmalar başlamış, Ares kendi hayretini dindirmeye çalışırken solundaki amcasına sessizce "Sen biliyordun." demişti. "Niye susturmadın beni? Alemi sikip atacak." "Tam olarak bu yüzden susturmadım." dedi, Gökhan. "Gurur'u buradan çıkart, Kenan'la sakın muhattap olma. İş bizden çıktı." Ares gözlerini Gurur'a çevirdi. Gurur boş gözlerle masaya bakıyordu. Duyduklarını kavrayamadığı, anlam veremediği belliydi. Yerine pusan Kenan'a baktı, Nevra korkulu gözlerle babasına bakıyordu. Neyde korktuğunu merak etti Ares. Onun Mira'dan haberi var mıydı yoksa darbe ilanı mı korkutmuştu? Nefeslendi. Silahı belindeydi, ibreti alem tarifesinden Kenan'ı burada öldürmeyi istiyordu ama amcası haklıydı. İş ondan çıkmıştı, Mira'yı ezip geçemezdi. Savaş onun savaşıydı. Mira ellerine bulaştıracağı kanı ondan almıştı. Yoğun bir gürültü vardı, kalkıp Gurur'un omzuna hafifçe vurdu, onu kaldırarak salondan çıktı. Kenan ve Gökhan dışında hiçkimse gittiklerini fark etmedi. Ares ve Gurur, Ares'in arabasına binerek malikaneden uzaklaşırken Gurur hala anlam veremiyordu. Şu an Ares'in arabasında olduğunun bilincinde dahi değildi. Tek duası dayısının çiftliğe gitmemesiydi. Oğuz'a mesaj attı, Mira kesinlikle evden dışarıya çıkmayacaktı. İstanbul'a girdiklerinde ara yola girdi, orman yolunda durdu. Ares'in korumaları arkada konvoy oluşturmuştu, dört araç vardı. En öndeki Gurur'un arabasıydı. Onlar da araçları yolu kapatmayacak şekilde park ettiler. Gurur'un zaten koruması yoktu. Yanındaki adama baktı, "Gurur." diye seslendi. Gurur başını kaldırıp ön camdan görünen yola ve ormana bakındı, "Kardeşim." diye mırıldandı. "Kardeşim hayattaymış." Ares aracından indi ve arabaların etrafındaki adamlarına bakınıp en öndeki Sancar'la göz göze geldi. Kaputa yaslanarak bir sigara yaktı. Gurur sırtı dönük sigara içen Ares'e bakarken arabadan indi, hemen yanına yerleşti ve ondan sigara alıp yaktı. Birkaç saniye derin bir sessizlik oldu, Ares karşısındaki karanlık yolu seyrederken "Gurur." dedi. "Kardeşin hayatta ve ben sanırım senin kardeşine aşık oldum." Gurur kalakaldı, yanındaki adama baktı. Boş gözlerle ona bakarken dediği şeyi sorgulayamadı dahi. "Darbe ilanından mı?" Ares sigarasından sıkıntıyla içti, "Keşke." diye sayıkladı. "Lan hangi ara aşık oldun!" diye çıkıştı Gurur. Beyni çalışmaya başlamıştı.."Kız meydana çıktı, asarım keserim dedi. Neye aşık oldun?" Ares battı balık yan gider mi dese, göte giren şemsiye açılmaz mı dese bilemedi, ikisi de toplansa şu noktadan sonra toparlayamazdı. "Ya ben aslında senin kardeşine aşık olmadım." dedi, Gurur mal mal baktı. "Ne anlatıyorsun oğlum sen? Rakıyı çok mu kaçırdın?" "Bir dur be." dedi, Ares. "Ben Mira diye bir kızla tanıştım abicim, az önce asarım keserim derken kim olduğunu öğrendim. Dahası toplantıya gelmeden önce rakı masasında babana anlattım kızı. Sıçtım şimdi de sıvıyorum." Gurur birkaç saniye boyunca mal mal bakmaya devam etti. "Beynimi sikip attınız." diye söylenerek önüne döndü. "Doğru düzgün anlat. Mira kim? Ne dolaplar döndüyor bu siktiğimin örgütünde?" Ares sıkıntıyla nefeslendi, sigarasından içip "Bir kızla tanıştım." dedi. "Mira. Daha sonra Asrın ismini duydum ama hiç aklıma gelmedi Asrın Karaman olabileceği. Mezarı olan birini karşımda bulacağımı hiç düşünmedim." Gurur'a baktı. "Mira'yı sevdim ben, Gurur. Asrın'ı değil." Elbet Asrın'ı da severdi, Valeria'yı da, bilmediği diğer isimlerini de. Konu bu değildi, Gurur bunu anlıyordu. Ares'in gözlerindeki çekingenliği, mahçubiyeti görüyordu. Bilmiyordum, diyordu. Senin kardeşin olduğunu bilmiyordum. "Milyonlarca insan içinden gidip benim kardeşimi nasıl buldun lan?" Kardeşi vardı değil mi? Annesinin mezarının yanındaki bebek mezarı boştu, onun kardeşi hayattaydı. Yıllarca boş mezara oyuncaklar götürmüştü, çiçekler ekmişti. Mezar taşının başına dikilen renkli rüzgar gülü canlandı gözlerinin önünde. Hiç dönmezdi. Diğer mezarlardaki güller dönerdi ama ne annesinin gülü ne de kardeşinin gülü dönmezdi. "Dünya küçük." dedi, Ares. "Bizim dünyamız daha da küçük." Gurur nefeslendi, kızamadı Ares'e. Ağzının ortasına çakmak dahi istemedi, kafası allak bullaktı. Sadece kardeşinin ismi vardı, varlığı hala yoktu. Neye kızacağını bilemedi, neye sinirleneceğini bilemedi. Ne düşüneceğini ne hissedeceğini bilemedi. "O da sana aşık mı?" "Rivayetlere göre evet." dedi, Ares. "Ama bana göre hayır." Gurur yüzünü ekşitti, "O ne demek lan?" diye sordu. "Babanla amcama anlattım dedim ya, baban da onun beni sevdiğini düşünüyor. Dedim ya, rivayet." "Babam ne tepki verdi buna?" Ares duraksadı, "Elinden tut dedi." Gurur'un kaşları çatıldı. "Babam izin verdi mi yani?" "O konu muallak. Bir şeye izin verdi ama neye izin verdi anlamadım." "Kardeşim nerede şimdi?" diye sordu Gurur. "Biliyor musun? Yanına götür beni. Görmem lazım." Ares daha da sıçmak istemediğinden "Şu an değil." dedi. "Mira bu gece biraz tehlikeli, şu an ne durumda olduğunu tahmin edemiyorum." Gurur'a baktı, "Ama seni seviyor." dedi. "Bunu bil, olur mu? Seni çok seviyor." Gurur yutkundu, önüne döndü. Birkaç saniye sessiz sedasız sigara içtiler. "Neye benziyor?" diye sordu. "Fotoğrafı var mı?" Ares telefonunu çıkarttı, galerisine girip Mira'nın en normal fotoğraflarından birini bulmaya uğraştı. Neredeyse hepsinde Ares'in kollarının arasında uyuyordu ya da habersiz ve absürt hallerdeydi. Gecelikli fotoğraflarını Gurur'a gösteremezdi. Aynalara bakamadığından fotoğrafını çekmek istese de rahatsız olmasın diye o uyanıkken çekemiyordu. Çiftlikteki koltukta uyuyan halini buldu, Kara da hemen yanına kıvrılmıştı. Birlikte uyuyorlardı. En normal fotoğraf buydu. Üzerindeki kırmızı battaniye gecelikli oluşunu da saklıyordu. "Fotoğrafı pek yok, hatta neredeyse hiç yok." diyerek telefonu ona uzattı. "Habersiz çektiğim var." Gurur telefona baktı, titreyen eliyle aldı. Siyah, bedeni kadar olan köpeğe sarılıp onun boynuna başını yaslayarak uyuyan kıza baktı. Kırmızı battaniyeye sarılmıştı, kızık saçları kıvır kıvır etrafa yayılıyordu. Yüzüne baktı uzun uzun, "Anneme benziyor." diye sayıkladı. "Neden çiftlikte? Bu köpek onun mu?" "Çiftliğe gitmiştik." dedi, Ares. Mira'nın çiftlikte kaldığını söylemedi. "Kara ismi, aynı cinste dört köpeği daha var ama onların ismi yok." Gurur ekrana bakmaya devam ederken gözleri doldu, tek damla yaş süzüldü. "Bu benim kardeşim mi şimdi? Asrın mı?" Ares sessiz sedasız yeni bir sigara yaktı, "Konuşurum onunla." dedi. "Bir süre İstanbul'da kal, görüşmek isterse çiftlikte buluşuruz. Sen de eve git bir kafanı dinle, babanla konuş. Ortalık durulsun." Gurur zar zor başını salladı, şüpheyle "Sevgili değilsiniz di mi?" diye sordu. "Hayır." dedi, Ares. "Dedim ya oğlum, kız sevmiyor beni." "O işler sevmekle olmuyor kardeşim." "Ya neyle oluyor?" "Ağzımı açtırma benim." diye söylendi Gurur. Büyük bir aydınlanmayla Ares'e döndü. "Lan benim kardeşim on altı yaşında!" Ares başını salladı, "Biliyorum abi." dedi. "İçin rahat etsin, benden ona zarar gelmez." Gurur, Ares'i en iyi tanıyan insanlardan biri olduğu için zaten içi rahattı. Ona dokunmayacağını biliyordu, hele ki reşit olmayan bir kıza elini sürmezdi. Yine de konu kardeşiydi, yanındaki herif ben senin kardeşine aşığım diyordu. "Bilmez miyim oğlum." diye sayıklayarak elindeki fotoğrafa döndü. "Allah'ıma şükür senden yana içim rahat." "Mavi." dedi, Ares. "Koyu mavi." Gurur buruk bir ifadeyle gülümsedi, "Tamamen anneme benziyor." dedi. Ares, Gurur'un annesine ait hiçbir şey bilmiyordu. Gurur bir gün rakı masasında benim annem öldü demişti. Ares onu anlayamamıştı. Defne Karaman hayattaydı, ama hayatta olan Defne Karaman onun annesi değildi. Annem öldü, babam tekrar evlendi demişti. Uzun zamandır yurtdışındaydı, annemi de pek insan tanımazdı. Unuttular. Babam yıllar sonra ona benzeyen birini aldı getirdi, annen geldi dedi. Anneme benziyordu ama annem değildi, ben annemi tanırdım demişti. Benim annem her gece bir bardak ballı süt ve çikolata soslu kek getirirdi. Bana ninni söylerdi, uyuyana kadar saçlarımı okşardı. Öpe öpe uyuturdu. Bu kadın iyi geceler bile demiyor, demişti. Defne Karaman hiçkimsenin ruhu duymadan ölmüştü ancak Ares bu konuda farklı düşünmeye başlıyordu. Asrın Karaman'ın mezarı boştu, Defne Karaman'ın mezarı da boş olmalıydı. Bir kraliçe farklı kimlikle Türkiye'de gömülemezdi. Mira net olarak annem öldü demiyordu, zaman zaman annesi yaşıyormuş gibi davranıyordu. Küçük bir çocukken de annesi hayattaymış gibi davranıyordu. Annesi ölmeden kraliçe oluşu ancak tahttan çekilmesiyle ya da tahttan indirilmesiyle açıklanabilirdi ancak İspanya tarihinde hiçbir bilgi yoktu. Mira'nın tahta çıkış yılları koca bir bilinmezlikti. Belki Defne Karaman da yaşıyordu, henüz haberleri yoktu. Ancak öyle bir durumda hangi kadın kocasının kendi adını alan biriyle evlenmesine izin verirdi ki? Ares duraksadı, yanındaki adama baktı. Gurur, İspanya Kraliçesinin oğluydu. Prensti. Vay be, diye geçirdi içinden. Yıllardır prens olduğunu bilmeyen bir prensle aynı evde yaşıyordu. Trajikti, komikti de. Yeniden duraksadı. Aşık olduğu kadın kraliçeydi! Ülkesi vardı. Bir kraliçeyle aynı evde yaşıyordu, aynı yatakta yatıyordu. Ares kendi aydınlanmalarıyla meşgulken Gurur Ares'in özeli demeden galeriyi gezmeye başlamıştı ancak gördükleri hiç iç açıcı şeyler değildi. Mira'nın yüzlerce fotoğrafı vardı. Hatta galerisinin son zamanları Mira'dan ibaretti. Bir çoğu gecelikli, uyurken ve Ares'in kolları arasında göğsünde yatarken. Hepsinde çiftlikteydiler, Mira orada yaşıyor gibiydi. Bir gün dahi çiftikte olmayan fotoğrafı yoktu. Daha aşağıya inmedi, inmek istemedi. Mira'ya ait ilk fotoğraflar olan yaralarını görmedi. Ares o yaraların fotoğrafını polise gitmek isterse diye çekmişti, ardından eli silmeye gitmemişti. Mira'nın yaralarını dahi silip atamıyordu. Yanında dalgın dalgın yolu izleyen Ares'e baktı, ne işler çevirdiğini anlayamazken sabırla nefeslenip galeriden çıktı ve telefonu ona uzattı. Ares telefona bakmadan alıp cebine atacakken Oğuz'dan arama geldiğinde açtı, kulağına yasladı. "Bir sorun mu var Oğuz?" Onun endişesini öylesine somut gördü ki Gurur, şaşırdı. Ares gergin olurdu umursamaz olurdu ama hiç endişeli olmazdı. Oğuz "Mira Hanım iyi değil abi." dediğinde Gurur onun sesini duyabilmişti. Kaşları derince çatıldı. "Banyoya kapandı, kaçtır kusuyor. Endişelenmeye başladım, ne zaman geliyorsun?" Ares sıkıntıyla nefeslenirken sigarasını savurup arabaya yöneldi. "Geliyorum. Gözünü üzerinden ayırma. Yalnız kalmasın." Ares telefonu kapatarak kapı koluna uzandı, "Abi Sancar'dan arabanı al." dedi. "Acil işim çıktı." Gurur kaputtan ayrıldı, "Haber et." demekle yetindi ve kenarıya kaydı. Ares hızlıca arabasına binip çalıştırarak diğer şeride döndü, hızla gözden uzaklaşırken iki koruma aracı peşine takılmıştı. Sancar ona anahtarlarını getirdi, alıp başıyle teşekkür etti. Sancar da burada kalan diğer arabaya binip peşlerinden gittiğinde kendi aracına yöneldi. Ares bir işler çeviriyordu, ondan önce yapması gerekenler vardı.
"Merhaba sevgili Meclis üyeleri, ben Asrın Karaman." Sesimin o salonda yankılandığını bilmek içimdeki dürtüleri silip attı. Oğuz başıyla onay verdiğinde konuşmaya devam ettim. "Karşınıza geçip kendimi bizzat tanıtmak isterdim ancak bir ayna görevi görerek sizlere korkak liderlerinizin hamleleriyle karşılık vereceğimi duyurmak istiyorum. Sevgili babacığım Cengiz Karaman, Gökhan Aladağ ve Kenan Karadağ'a ilk duyurumdur. Bu geceden itibaren yaptığınız her toplantıda çiğnenen emrime karşın bir can alacağım. Örgütünüzün devamlılığını sağlamak istiyorsanız ikinci bir emre kadar herkes kendi alanını korusun, kendi canı için uzattığım barış dalına tutunsun. Emrime itaatsizlik eden her üye, her lider infaz edilecektir. Bu, Meclis'e karşı alenen yapılan bir darbedir." Yutkundum, kısa bir duraksayıp ruhsuz dilimle "Peşindeyim Kenan Karadağ." dedim. "Sana ulaşana dek bütün Meclis koltuklarını başsız bedenlerle doldurmaktan çekinmeyeceğim. Karşıma çıktığın her an sana misliyle karşılık vereceğim. Gölgen misali etrafında dolaşacağım, etrafındaki her şeyi yok edene kadar durmayacağım. Savaşmaktan vazgeçmeyeceğim." Çenemi dikleştirdim, daha güçlü çıkan sesimle "Sizleri bir masada toplayan güç Asrın Karaman'ın doğumuydu. Temelinizi çürütmeye cürret ederseniz sizleri yok edecek şey Asrın Karaman'ın ta kendisi olacaktır. Mahşerin dört atlısına değil, mahşerin sahibine kulak verin. Yaratacağım cehennemde hayatta kalmabilmenizin tek yolu sizi yaratan güce biat etmek. Çok yakında tekrar görüşeceğiz." Sesini kapatarak derin bir nefes aldığımda Oğuz "Eve dönelim, majesteleri." dedi. "Kenan Karadağ'ın adamları ele geçirildi. Ares Bey'e saldırabilecek gücü kalmadı. Güvende." Başımı onaylarcasına sallayarak "Dönelim." dedim. "Bir araba kalsın, uzaktan Ares'i takip etsinler. Kenan'a belli olmaz." "Emredersiniz." Oğuz sistemleri kapatarak toparladı ve Ares için bir ekip hazırladı. Bilrikte eve dönmeye başladığımızda stresle bir sigara daha içtim. Eve girer girmez odama çıktım, elimi yüzümü soğuk suyla yıkadım. Gerginliğimin verdiği mide bulantısı baş edemeyeceğim bir seviyedeydi. İçim dışıma çıkarcasına defalarca kez kustuktan sonra sessiz sedasız dişlerimi fırçaladım, soyundum. Üzerime kırmızı bir gecelik ve uzun bir sabahlık geçirdim. Panduflarımı giyer giymez temiz eldivenler de giyip mutfağa indim. Kendime meyve doğramaya başladığımda Oğuz mutfağa girdi. "Hanımefendi." Gözlerimi ona çevirerek konuşma izni verdiğimde başıyla beni selamladı, "Adamlar getirildi." dedi. "Bahçedeler." "Güzel." demekle yetinip meyvelerime geri döndüm. "Evine gidebilirsin, Oğuz. Yarın gelme, dinlen." "Sancar'ın nöbeti sekizde bitecek, gün boyu yalnız mı kalacaksınız?" "Ares bu geceki hamlemden sonra yanımdan ayrılmaz." dedim. "Mesai dışı çalıştın, dinlenmek hakkın. Hadi, git." "Ares Bey gelene kadar size eşlik edeyim. Kenan Karadağ'ın adamları ne olacak?" Elimdeki bıçakla portakalı bıraktım, hızlıca ellerimi yıkayıp eldivenlerimi giydim. Baş işareti verdiğimizde birlikte bahçeye çıktık. Yan yana dizilip diz çöktürülen, elleri bağlı adamlara bakındım. Otoriter bir tavırla "Yüzlerinizi gösterin." diye seslendiğimde yere bakanların da odak noktası oldum. Hepsini teker teker incelerken o evde olup olmadıklarını anımsıyordum. Hepsi o evdeydi, Kenan en sağlam adamlarını meydana çıkartmaya başlıyordu. Elimi yana uzattığımda Oğuz hızlıca silahını verdi. "Ruhsatsız silah verin. Otopsiye gidecek leşlerini temizleyemem." diye uyardım. Silahı benden aldı ve dakikalar içerisinde başka bir silah getirtti. Karşımdaki adamlara dikkatle bakarken tek kelime dahi etmeden silahı kaldırıp emniyetini açtım ve ikisi hariç geri kalan sekiz adamı sırayla hiç duraksamadan öldürdüm. Yankılanan her silah sesinin ardından bir can hayattan kopuyordu. Cesetlerin arasında iki kişi kaldığında silahımı indirdim. "İkisini güvenli bir alanda saklayın, geri kalanını Kenan Karadağ'a postalayın." Oğuz emrimi onaylasa da "Neden ikisi hayatta kaldı efendim?" diye sordu. Silahı ona verdim, gözlerine bakarken ifadesiz dilimle "Onlarla şahsi meselem var." demekle yetindim. "Bir kısmı benden kolay bir ölümle kurtulamayacak. Bu nedenle kendi canınız söz konusu olmadıkça Kenan Karadağ'ın adamlarını öldürmeyeceksiniz." "Mira!" diye bir ses duyduğumda irkilerek arkama döndüm, Ares verandadan inerek yanıma yaklaştı. Gözleri etrafımızdaki hiçbir şeyi görmezken ona yöneldiğim an bana ulaştı ve bedenimi kollarının arasına aldı. Kokumu soluduğunu hissettim, hızla çarpan kalbi göğsümde yankı buluyordu. Saçlarıma küçük öpücükler kondururken beni gevşedi. Rahat bir nefes aldı. O ensada arkamdaki cesetleri görmüş olacak ki kalakaldı, usulca geriledi. Gözleri arkamdaki cesetlerden ayrılmazken "Ne oldu?" diye sordu. Endişeyle bana döndü. "Eve mi saldırdılar?" Başımı usulca iki yana sallayarak ona yaklaştım, "Biz onların evine saldırdık." Elimi havaya kaldırdım, yanağını kavradım. "O evde üç yüz adam vardı. Üç yüz adam benim gardiyanım oldu, ellerimi bağladı. Bir yeminim var, Aladağ. Üç yüz adamını alacağım ondan." Usulca yükselerek sağ yanağından öptüm ve sol yanağındaki elimi indirerek elini kavradım. Cesetlerden koparak bana baktı. "Oğuz gerisiyle ilgilenir. Mutfağa gidelim mi? Çok acıktım." Ares etraftaki korumalara bakınıp yeniden cesetlere döndü. Diğer iki adama baktı. "Onlar neden hayatta?" "Hayatta kalmaları ölmelerinden daha çok acı çektireceği için." Gözlerime baktı, beni anlamak istiyordu ama kafası o kadar karışıktı ki hiçbir şeyi anlayamıyordu. Göz ucuyla Oğuz'a baktı, elimi daha sıkı kavrayıp geriledi. "Evin güvenliğini sağlayın, bu gece herkes tetikte olsun." "Emriniz olur Ares Bey." "Oğuz izinli." diyerek lafa girdim. Ares yeniden bana baktı, "Mühim bir meselesi yoksa iznini sonra kullanır. Kenan Karadağ her an saldırabilir. Herkese ihtiyacımız var." "Mühim bir meselesi var." dediğimde kaşları havalandı. "Evi var, ailesi var. Çocukları var. Mesaisi dışında saatlerdir görevde. Evine gidecek." Kaşlarını çatarak "Buradaki adamların yarısının ailesi, çocukları var Mira." dedi. "Ne kadar eksilirsek o kadar kayıp veririz. Eminim hiçbirinin çocuğunun babasız büyümesini istemezsin. Herkes nöbette kalacak. Özellikle senin adamların." Oğuz söze girdi, "Ares Bey haklı, hanımefendi." dedi. Başımı ona çevirdim. "Gidersem aklım sizde kalır. Güvenliğinizle ilgilenip Sancar'la birlikte nöbet yerimde olacağım." Gözlerine bakarken "Pekala." dedim. "Ama eve gitmediğin için ölürsen seni mezardan çıkartıp tekrar öldürürüm. Senin canın bana emanet, Oğuz. Emanetime sahip çık." "Emriniz olur hanımefendi. Siz mutfağa geçin, kargonuzu yollayıp geleceğim." Yerdeki cesetlere bakındım, diğer iki adam ölümü kabullenmişçesine pusup oturuyordu. Ares'in elini bırakarak onlara ilerledim ve ikisinin arasında durup dizlerimin üzerine çöktüm. Ezberimdeki yüzlerini izlerken "Bana bir mezar açtırdınız." dedim. "Sizi mezarsız bırakacağım. O gece ant içtim, size bu dünyada ölüm yok." Usulca ayaklandım. "Sizinle 1 Haziran gecesi hesaplaşacağız beyler. Onlara sırtımı dönerek beni izleyen Ares'e yöneldim. Uysalca elimi kavrayıp bedenimi kendisine çekti ve eve yönlendirdi. Verandadan mutfağa girdiğimiz an beni kollarının arasına aldı, sıkı sıkı sarıldı. "Lütfen bana evden çıkmadığını söyle." Sanki su gibi nefes gibi bir ihtiyaçtan bahsediyormuş gibiydi. Onu susuz, nefessiz bırakmak istemesem de "Sakarya'daydım." diye sayıkladım. "Eve yaklaşmadım, arabamdan inmedim. Korumalarım etrafımdaydı, silahlarım vardı. Hiçbir sorun olmadı. Gayet iyiyim." Ares kokumu içine çekerek öpücükler kondurdu. Bir an duraksayıp yeniden saçlarımı kokladı, "Sigara kokuyorsun." dedi. "Sigara içtim." dediğim an geriledi, çatık kaşlarının altından bana baktı. "Sebep?" "Stresliydim." Kaşları daha derin çatıldı. "Stresini geçirdi mi?" Dudak büküp olumsuz bir mırıltı çıkarttım. Ares sabırla nefeslendi, "Kim verdi sigarayı?" "Oğuz dışında herhangi biri." dedim, sorgularcasına baktım. "Ona yasaklamışsın." En normal şeyi söylüyormuş gibi rahatça "Yasakladım." dedi. Yüzümü tek eliyle kavrayarak çenemi kaldırıp gözlerime baktı. "Bir daha sigara içmeyeceksin, beni duyuyor musun?" "Vasi altındayım, senin vesayetin altında değilim." "Benim çatımın altındaysan benim vesayetimdesin." diye diretti. "Bir daha sigara içmeyeceksin. Hiçbir koruma sana sigara vermeyecek." Onu anlamakta zorlanırken "Sebep?" diye sordum. Geriledi, "Ben öyle istiyorum." Kaçamak bir cevabın ardından tezgaha yönelip doğradığım meyvelere bakındı. "Karnını meyveyle mi doyuracaktın?" "Yemek yapmayı bilmiyorum." Ares meyveleri kenarıya ayırıp buzdolabına ilerledi. "Uyumadan önce meyve tüketilmez. Fazla şeker ve asit yüklemesi yaparsın. Zararlı." "Yemek mi yapacaksın?" Ares başını sallayarak dolaptan malzeme çıkartmaya başladı. "Sen mi öldürdün o adamları?" "Evet." Kısa bir an omzunun üzerinden bana baktı, yeniden içerisinden sarı ışık gelen buzdolabına döndü. "Ne yemek istersin?" "Sebze olabilir." Sebze bölümünü açarak mevcut sebzelere bakındı. "Sebzeyi nasıl istersin?" Hiç düşünmeden "Fırında." dedim. Ares fırında pişireceği sabzeleri ayırırken "Neyse ki kızartma kültürün yok." dedi. "Yağ sevmem." dedim. "Sadece zeytinyağı ve tereyağı. Gerisi yasak. Ama Barlas kızartmalara bayılır. Favorisi kabak kızartması. Bana da yedirmek istemişti, Madam izin vermedi. Tadını bilmiyorum." "Kabak kızartması güzeldir." dedi. "Ama en güzel hali domatesli ve sarımsaklısıdır. Yemekten sonra uyumayacağımız bir gün yaparım. Şimdi midene dokunur, alışkın değilsin." Sebzeleri tezgaha yerleştirdi, fırını çalıştırmaya başladı. Fırın tepsisini alarak sebzeleri hızlıca dilimleyip soslayarak tepsiye dizdi. Dikkatle onu seyrederken ağzıma birkaç dilim meyve atıp hızlı hızlı yiyordum. Ares tepsiyi fırına koyarak bana döndüğünde ağzım attığım portakalla ona bakakaldım, fazla çiğneyemeden yutkunup gülümsedim. Hafifçe gülerek başını iki yana salladı, bana yaklaştı. "Canın meyve çekmiş belli ki, ne kadar yemek istiyorsan ye." Elleri iki yanıma yerleşti, beni kaldırarak tezgaha oturtup meyve kasesini kucağıma koydu. Hemen karşımda durdu, ellerini iki yanıma uzatıp tezgaha yasladı ve gözlerime baktı. "Yaptıklarını anlat bakalım." dediğinde ağzımdaki lokmayı çiğneyip yuttum, masumca "Hiçbir şey yapmadım." diyip ona elma uzattım. Ares uzattığım elmayı ısırdı, yarısını ağzına atıp elimdeki diğer yarısını da aldı. Çiğnemeye başlarken bana alaycı gözlerle bakıyordu. Ofladım, "Belki biraz tehdit ettim." diyerek omuz silktim. Elmayı yutarak "Biraz mı?" diye sordu. "Meclis'in içinden geçtin." Elini kaldırıp burnuma bir fiske vurdu, irkilerek kıkırdadım. "Asrın Karaman, ha?" Duraksadım, gözlerine bakarak başımı hafifçe salladım. "Cengiz Karaman'ın kızıyım." Gözlerimi etrafta gezdirdim, meyvelerime dönerek nefeslendim. "Ama ne kadar kızıyım onu bilmiyorum. Sadece soyadım var." Çenemi kavradı, nazikçe başımı kaldırıp gözlerine bakmamı sağladı. "Bunu neden en başta söylemedin?" "Söylesem bir şey değişecek miydi?" Yeşillerindeki parıltılar oynadı, o kadar çok ifade geçti ki gözlerinden ruhunun karmaşasını gördüm. "O kadar çok şey değişirdi ki Mira." diye sayıkladı, parmak uçları çenemi okşadı. Derin bir iç geçirdi, alnı alnıma yaslandı. "Ne yapacağım ben seninle?" "Saklayabilirsin." diye mırıldandım. "Sen saklanması imkansız bir şeysin." "Unutabilirsin." "Unutmak mı?" diye sorarak keyifsizce güldü. "Seni unutmamak için canımı verebilirim." Usulca yutkundum, "Görmezden gelebilirsin?" "Işığını görmemek için kör olmam gerekir." Gözlerini kapattı, hafifçe güldü. "Kör olsam da bir anlamı yokmuş, varlığın görülmeyecek kadar saydam değil." İstemsizce kıkırdadım. Gözlerini araladı, gülüşüme baktı. "Hiçbiri çözüm değil." "Ne yapacağız o halde?" diye sordum, merakla. "Beni babama vermeyeceksin, değil mi?" Tedirginliğimden şahsımın dahi haberi yoktu, Ares'le birlikte hissediyordum. Yüzümü ellerinin arasına aldı, keskin bir dille "Seni hiçkimseye vermem." dedi. Ruhuma işlemek istercesine bakan yeşillerine kapıldım, istemsizce iç çektim. "Seni benden almak isteyen herkesi kendi ellerimle öldürürüm. Seni asla bırakmam." Gözlerimi kırpıştırarak büyüsünden sıyrıldım, nefeslendim. "Ne yapacağız o zaman? Babam beni arayacak, bulacak da." "Bulsun, ne fark eder?" diye sordu, rahat bir tavırla. "Seni benden alamaz." "Reşit değilim, o benim vasim. Devletle gelirse?" "Devleti kendi tarafımıza çekeriz." Bana güven vermek istercesine gülümsedi. "Hiçkimse seni bu evden çıkartamaz, benim yanımdan alamaz." Alnımın kenarından öpüp geriledi. "Hiçbir şey için endişelenme, korkma. Her şeyi halledeceğim." Yanaklarımı sıkıp öpücükler kondurdu. "Meyvelerini ye hadi." İçten gülüşlerimle onu seyrederken Ares geriledi ve kendisine yemek hazırlamaya başladı. Gözlerim bedeninden kopmazken her hamlesini izliyor, adeta sanat icra edercesine yemek hazırlayışını hayranlıkla karşılıyordum. Yaptığı her şey belli bir düzen ve ahenk içerisindeydi. Her şeyin bir sırası, bir usulü vardı. Önce sebzeli pilav yaptı, ardından tavuk göğüslerini kızarttı. Benim sebzelerim de hazır olduğunda iki servis tabağına mükemmel bir sunum hazırladı. Mutfak masasını kurarak yanıma gelirken tezgahtaki eldivenlerimi alıp sırayla ellerine geçirdi. Kucağımdaki meyve kasesini alıp tezgaha koydu, elleri iki yanıma yerleşti. Beni kaldırarak yere indirdiğinde meyve yediğimden kirlenen eldivenlerimi çıkartıp ellerimi yıkadım ve masaya geçtim. "Ne içersin?" "Ne var?" "Her şey var." "Şarap var mı?" "Sana yok." Kaşlarım derince çatıldı. "Sebep?" "On sekiz yaş altına alkol vermek yasalara aykırı, hapse girmek için çok gencim." Önüme bırakılan cam bardağa baktım. "Ayran, milli içeceğimizdir. Keyifle içebilirsin. Beni hapse sokmaz." Gözlerimi devirerek güldüm, "Yoğurt tüketemem. Şarapta ısrarcıyım." "Manda yoğurduyla yaptım, tüketebilirsin." dedi. "Israrların bu noktadan itibaren geçersiz." Afalladım, merakla "Manda yoğurdunu da sen mi yaptın?" diye sordum. "Hayır." dedi. "Deneme sürümü bu, komşu çiftlikten aldım. Manda yoğurdunu beğenirsen çiftliğimize birkaç manda eklenecek." "Manda yoğurdunu severim." Ayrana uzandım, koklayarak birkaç yudum içtim. "Ama hiç ayranını içmemiştim." Ares kendi ayran bardağını da masaya koyup yerine oturdu ve bana bakar bakmaz güldü. Onu anlayamadım, meselenin dudağımın üstündeki ıslaklıkla bir alakası olup olmadığını sorguladığım an elini uzattı ve parmaklarıyla dudaklarımın üstünü sildi. "Anlaşılan beğendin. Yarın manda aldırırım. Süt ürünlerini tüketmen gerekiyor, daha büyüme çağındasın." Kıkırdayarak bardağımı bırakıp çatalımı kavradım. Ares eldivenlerini çıkartarak masaya bıraktı ve benimle birlikte yemeğe başladı. Sık sık bana baktığından bir tepki vermemi beklediğini fark ederek gülümsedim, içtenlikle "Yemekler çok güzel." dedim. "Ellerine sağlık." Rahatladı, gülümseyip "Afiyet olsun." dedi. "Damak tadın hassas, beğenmediğini direkt söyle. Alınmam. Hiçbir şeyi yemek zorunda değilsin." Hafifçe gülerek başımı salladım, keyifle yemeğime devam ettim. Sebzeli pilav en sevdiğim yemeklerden biriydi ve Ares bunu muazzam yapmıştı. Tavuğumu ve sebzelerimi de yerken ayranımı içtim, tabağımdaki her şeyi keyifle bitirdim. "Kustuktan sonra yemek yemeye bayılıyorum. Yeni bir hayata başlamak gibi." Tabakları toplayan ve bulaşık yıkamak üzere hazırlanan Ares duraksadı, "Kustun mu?" diye sordu. "Ne zaman?" Ayaklanarak bardakları aldım. "Eve geldikten sonra. Daha önce arabayla bu kadar uzun yolculuk yapmamıştım, fazla sarsıntı yaşadım. Ondan oldu sanırım." "Otobanda sarsıntı yaşayamazsın Mira." dedi. "Gerçek sebebini söyler misin?" Oflayarak tezgaha yöneldim, ayranlı bardakları lavabonun yanına bıraktım. "Gerildim biraz, ondan oldu herhalde. Ben de bilmiyorum." Elindeki tabakları bırakıp bedenimi kavradı, beni kendisine çekerek parmaklarının tersiyle elmacık kemiğimi okşadı. "Ölesiye korkmana rağmen cesur görünmek için çabalıyorsun." Teninin sıcaklığını hissederken sertçe yutkundum. Eldivenleri yoktu ve bana dokunuyordu. Eldivenlerim yoktu. Ellerimi havada tutarak ona dokunmaktan sakındım. "Savaş bu kadar önemli mi, Mira?" diye sordu. "İyileşmeden katıldığın bir savaşta nasıl kazanabilirsin?" Yeniden yutkundum, "Eldivenlerin yok." diye sayıkladığım an kalakaldı, yanağımdaki eline bakarak hemen ellerini bedenimden çekti ve geriledi. "Özür dilerim." dedi, mahçubiyetle. "Farkında değildim. Hemen eldivenlerimi giyiyorum." Gözlerime dikkatle baktı, korkmadığımı görmek istercesine. Masadan eldivenlerini alıp ellerine geçirdi ve usulca bana yaklaştı. "Odaya çık, mutfağı toplayıp geleceğim." Başımı sallayarak hızlıca mutfaktan çıktım, odama girdim. Ellerimi yıkayarak temiz eldivenler giyip yatağıma girdiğimde sıkıntıyla dolmuştum. Ares saçlarımı yaparken, pansuman yaparken eldivenlerini çıkartıyordu. Bu, bana ilk dokunuşu değildi. Sakin olmalıydım, Ares benim için bir tehdit değildi. Oldukça uzun bir süre gelmedi, ardından uysalca kapıyı tıklattı. "Gelebilirsin." dediğim an kapıyı açtı, tereddütle bana bakıp odaya girdi. "İyi misin?" Yutkundum, kollarımı ona uzattım. Ares mutfakta gözlerimde ne görmüştü bilmiyordum ancak tedirginliğini iliklerime kadar hissediyordum. "Sarılırsak iyi olabilirim." Kapıyı kapattı, ağır adımlarla yanıma geldi ve eğilip kollarımın arasına girdi. Kollarımı boynuna doladığım an çekingen elleri belime yaslandı ama bedenimi kavramadı. "Sarılmıyoruz." diyerek onu yatağa doğru çektim. "Hiç iyi değilim." Ares gülerek kollarını belime doladı, beni sıkıca sarmaladı. Coşkuyla "İşte şimdi doya doya sarılıyoruz!" diye şakıdım. "Daha sıkı sarıl!" Ares bana daha sıkı sarılarak saçlarımdan öptü, kokumu soluduğunu hissettim. İç çekerek saçlarıma öpücükler kondurmaya devam etti, mahçubiyetle "Özür dilerim." dedi. "Artık yanında eldivenlerimi çıkartmayacağım, bir daha tekrarlanmayacak." Ensesinin kenarından öptüm, "Sorun değil." diye sayıkladım. "Korkmadım, sadece garip hissettirdi. Daha önce de dokundun bana, sorun yok." "Aynı şey değil." "Aynı şey." Yeniden öptüm tenini. "Aynı şey." diye tekrarladım. Ona mı kabul ettirmeye çalışıyordum yoksa kendime mi bilemiyordum. "Korkmadım." dedim, yeniden. "Korkmadım. Gerçekten." Ares sessiz kaldı, her teline öpücükler kondurduğu saçlarımı usul usul okşadı. Üzerime eğilmek onu yormaya başladığında elleriyle bedenimi kavrayıp havaya kaldırdı. Bacaklarımı beline dolayarak boynuna sıkıca tutundum. Kendimi panda gibi hissederken Ares ayakkabılarını çıkartıp yatağa girdi, beni bacaklarının arasına oturtup sarılmaya devam etti. "Say kalbimi." Yutkundum, "Korkmadım." dedim. "Say." diye diretti. "Korkmasan da say." Bedeninin oluşturduğu duvarların içerisinde ufalabildiğim kadar ufaldım ve başımı kalbine yasladım. Her kalp atışı bana huzuru sunarken usul usul dinginleştim, uykuya kapılmak üzereyken "Meditasyon derslerinde dinletilmesi gereken bir kalp atışın var, Aladağ." diye sayıkladım. "Ömrümün geri kalanında katılmak istediğim tek dersi buldum." Gülme sesi geldi, başımın tepesinde silik bir baskı hissettim. "Kaç oldu?" "Saymadım." diye fısıldadım, uykuyla iç geçirdim. "Senden korkmam." "Uyu benim minik bebeğim." dediğinde güçlükle güldüm, ona biraz daha sokuldum. "Gitme yanımdan." "Asla gitmem." dedi. "Şunu çıkartalım, rahat uyuyamazsın." Elleri sabahlığımı kavradı ve kuşağını çözerek nazikçe çıkartmaya başladı. Diziyle sırtıma destek oluyordu. Yavaş yavaş, dikkatlice çıkartıp bir kenarıya savurdu ve geceliğimin askılarını düzeltip beni yeniden sarmaladı. Kucağında yayıldım, yeniden iç geçirdim. "Böyle uyumayı çok seviyorum. Kendi kozama sarılmışım gibi hissettiriyor." Yorganla üzerimizi örterek "Böyle uyumanı çok seviyorum." dedi, başımdan öptü. "Seni benden başka kimse göremezmiş gibi hissettiriyor." Minik bir tebessümle gülümsedim, başımı hafifçe göğsüne sürttüm. Uykuya tam olarak dalamazken Ares'in elini alıp başıma yerleştirdim. Ufak bir kahkaha attı, kendime engel olamazken ben de güldüm. Başımdan öpüp saçlarımı okşamaya başladığında iç geçirdim, kolayca uykuya daldım.
⚔️
Ve burada ara veriyoruz. Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum. Yeni bölümümüzde görüşmek üzere. Öpüldünüzzzz |
0% |