Yeni Üyelik
2.
Bölüm

BAŞLANGIÇ | KRALİYET DARBESİ

@zeytekin

 

 

 

 

Merhabalar,

Hepiniz yeniden hoş geldiniz.

Kan, vahşet, cinayet, cinsellik, küfür gibi olumsuz ögeler içermektedir. Yaşı küçük ve olumsuz etkilenebilecek okuyucularıma ne yazık ki burada veda etmek zorundayım.

Tüm kişiler, kurumlar ve olaylar bir kurgudan ibarettir.

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın,

İyi okumalar dilerim.

 

 

⚔️

 

SAVAŞ TANRISININ KALBİ

BAŞLANGIÇ BÖLÜMÜ | KRALİYET DARBESİ

 

20 Aralık 2003

Madrid Kraliyet Sarayı, İspanya

 

Soğuk bir kış gecesinde, kara bulutların göğün ışıltılarını gizlediği anlarda mumlarla aydınlatılan balo salonunda onlarca insan oturuyordu.

Kurulan altın varaklı sahnenin bordo perdeleri açılalı uzun zaman oluyordu.

Annesinin geniş ve gösterişli sandalyesinin yanındaki minik, altın varaklı tahtında oturan küçük prenses hayran gözlerle sahneye bakarken deniz gözlerinde mumların alevleri can buluyordu.

Sahnedeki adamın tok sesi tüm salonu kaplıyor, kulaklarında yankılanıyordu.

"Ah bu katı, kaskatı beden bir dağılsa,

Eriyip gitse bir çiy tanesinde sabahın!

Ya da Tanrı yasak etmemiş olsa

Kendi kendini öldürmesini insanın!"

Prenses, sahnedeki adamın ızdırabını seyrederken heyecanla yutkundu, başını çevirerek yanındaki annesine baktı. Kraliçe Catalina tüm asaletiyle seyircilerin en önünde oturarak gösteriyi seyrederken zümrüt mücevherleri ve tacı parıldıyordu.

"O yüce kralı bir düşün,

bir de buna bak!

Biri Güneş Tanrısı, öteki bir orman şeytanı!

Nasıl da severdi annemi!

Esen yellerden sakınırdı yüzünü.

Yerler, gökler; unutsam olmaz mı bunları?

O da nasıl düşerdi babamın üstüne?

Sevgiyle beslendikce artar gibiydi sevgisi,

Öyleyken, bir ay içinde... Düşünmesem daha iyi.

Kadın zaaf demekmiş meğer!

Kısacık bir ay...

Daha eskimedi o gün giydiği pabuçlar

Babamın tabutu ardında yürürken,

Niobe gibi, iki gözü iki çeşme..."

Prenses kırmızı eldivenlerle dünyadan sakınılmış ellerini birleştirirken "Mamá." Anne diye fısıldadı. Kraliçe gözlerini en sevdiği oyundan alarak küçük kızına çevirdiğinde giydiği kıyafetin etkisiyle yeşil yansımaların can bulduğu gözleri parıldadı, dudaklarında eşsiz bir tebessüm oluştu. Kızının kulağına doğru, onun anadilini kullanarak fısıltıyla konuşurken bebek kokusunu soluyordu."Tiyatroda konuşulmaz bebeğim," dedi, yumuşak ifadesiyle. "Konuşmuştuk bunu, anladığını söylemiştin. Bu gece gelmek için çok ısrar ettin, sessiz ol ve oyunu izle. Tiyatro kutsal bir sanattır, saygı duymalıyız."

Prenses dudak bükerek sahneye döndüğünde kraliçe hafifçe gülerek bakışlarını oyuna çevirdi. Kısa bir süre sonra gecenin ilerleyişiyle uykuya yenik düşen prenses, başını annesinin koluna yaslayarak uyurken Kraliçe onun bukleli saçlarını okşayarak eğilip bir öpücük kondurdu ve sahneye döndü.

"Tek başına bir tek insan bile

Ruhunun bütün gücü, bütün direnciyle

Korur kendini belaya karşı.

Bunca insanın dayanağı olan varlık

Elbet daha da çok korumalı kendini.

Bir kral ölürken tek başına ölmez;

Bu ölüm bir girdap gibi çeker götürür

Ne varsa çevresinde.

Koca bir çarktır o.

En yüksek dağın başında dönen,

Binlerce eklenti takıntı vardır

Bu çarkın büyük kollarında.

Bu çark bir devrildi mi, o büyük ayrıntılar,

O zavallı varlıklar da gürültüye gider.

Kral ah çekti mi bütün bir halk da çeker."

Yerinde rahat edemeyen ve kıpırdanarak huysuzca sayıklamaya başlayan kızına baktı, oyun devam ederken yerinden kalkarak arkasındaki sandalyelere dizilmiş oyunu izleyen aile üyelerine ve İspanya'nın önemli şahsiyetlerine göz ucuyla bakındı. Kraliçe kalktığı an oyuncular dururken salondaki herkes ayağa kalktı. Kraliçe sandalyesinde uyuyakalan kızını kırmızı renkli kısa elbisesine dikkat ederek kucakladığında prensesin başı omzuna yaslanırken bacaklarını iki yanından sarkıttı.

Kraliçenin en sevdiği oyunu yarıda bırakarak gitmesi dikkatleri çekerken peşinden ilerleyen nedimeleriyle muhafızlarının önünde salondan çıkana dek herkes onu izlemişti. Kraliçenin ardından kapılar kapanırken oyuncular oyuna döndü ve kraliyet ailesinin üyeleri yerlerine oturdu.

Kraliçe, değerli tablolar ve nesnelerle süslenmiş altın varaklı geniş ve yüksek koridorda ilerlerken ince topuklularının sesini bordo renkli halılar yutuyordu. Gösterişli kraliyet sarayı olağandışı bir sessizliğe sahipti, onu gören bütün saray hizmetlileri durup saygıyla selam veriyordu.

İki ayrı koldan birleşen merdivenlerin solundan çıkarak kraliyet üyelerinin odalarının bulunduğu bölüme geldiğinde adımları prensesin odasına yöneldi. Prensesin kapısında görevli olan askerler iki kanatlı kapıyı açtıklarında Catalina mumlarla aydınlanan odaya girdi. Mumların bazılarından yayılan portakal kokusunu soludu, kısa bir an kendisini ait olduğu yerde hissetti.

İşlemeli tabandan sarkan tül cibinliklerle süslenmiş yatağa ilerleyerek prensesini nazikçe yatağına yatırdı, nedimelerden birisi gecelik getirdiğinde kızının kırmızı babetlerini, beyaz tüllü çoraplarını ve kırmızı kadife elbisesini çıkarttı. Beyaz, uzun kollu geceliği giydirerek maşalanmış saçlarını süsleyen örgüleri de büyük bir özenle açtı. Alev saçlarının dalgaları krem renkli yastığa yayılırken bebek şampuanının kokusu ciğerlerine işliyordu.

Prensesin üzerini yorganla örttü, eğilip burnunun ucuna minik bir öpücük kondurdu. Bu minik buse Valeria'nın kıpırdanarak burnunu kırıştırmasına sebep oldu.

Valeria sessizliğe, kendi yatağına ve rahat bir kıyafete kavuşmanın huzuruyla mırıltılar çıkartarak ellerini hareket ettirdi, yatakta uyku arkadaşını bulup gövdesi kadar olan gri file sarılırken uykuya gömüldüğünde her uykusunda olduğu gibi dudaklarında silik bir tebessüm vardı.

Kraliçe kızını seyrederken gözleri nemlendi, uzun zamandır yüreğini sızlatan ve ruhunu daraltan düşünceleriyle başa çıkmaya çalışırken yerinden yavaşça kalktı. Odadaki saat on ikiye vurduğunda Catalina ahşap masanın başına geçerek bir kağıt ve kalem aldı.

Yatakta uyuyan kızına bakarak bembeyaz sayfaya siyah mürekkebi akıttı, 21 Aralık, yazdı.

"Bugün, benim minik prensesimin, minik yıldızımın beşinci yaş günü. Bugün bebeğimiz beşinci yaşına girdi, sevgilim.

Haftalar evvel bir oyun esnasında gelip huysuzluklarıyla ve kendince oyunlarıyla tüm oyunu bozduğunda ona hiçkimse bir şey diyememişti ama ertesi sabah ona bir tiyatroda nasıl davranması gerektiğini anlatmıştım. Bugün kızımız ilk kez bir oyun seyretti, uykusu gelip sandalyede sızana dek heyecanla izledi. Ne anladı bilmiyorum sevgilim ama gözlerindeki heyecanın parıltısı uğruna en sevdiğim oyunu dahi izleyemedim ve sürekli kızımızın tepkilerini seyrettim. Zaaf olan şeyin kadın değil, evlat olduğunu ilk kez bugün gördüm. Kalbimi bölüp verdiğim evlatlarım benim zaafım, zaten zaaflarım yüzden mahkumum ya bu koca dünyada.

Her geçen gün kızımız biraz daha büyüyor ve her geçen gün onun güzelliğine daha fazla hayran kalıyorum. Saatlerce izleyebileceğim kadar güzel, Tanrı'nın en nadide eseri diyorum ona.

Neden bilmiyorum, artık seni sormuyor. Tüm günlerini bahçede koşuşturarak, askerlerle oynayarak geçiriyor. Onları taklit ediyor. Resimlerinde yoksun artık, masallarında yoksun. Hiçkimseye senden bahsetmiyor. Sanki yokmuşsun gibi davranıyor, zaten sen hiç olmadın ki. O minik kalbine sığamadın, dünyasında yer edinemedin.

Birazdan onu uyandıracağım, doğum gününü kutlayacağız ve hediyesini vereceğim. Neden bilmiyorum balık istedi benden. Her yaşı için bir balık aldım. Kırmızı, beyaz, turuncu, pembe ve siyah balıkları var.

İçimde kötü bir his var, sevgilim. Kızımız büyüyor ve bu beni çok korkutuyor. Annesinin onun uğruna hapsedildiğini anlayacağı gün yaklaşıyor. Dünyanın çicekli bahçelerden oluşmadığını artık biliyor. Kızımız gerçek dünyaya adım attı sevgilim, adım attığı günden bu yana seni anmıyor. Anlıyor sanırım, bu onu çok üzüyor.

Sana yalvarırım gel, her şey için geç olmadan gel. Tamamen kaybetmeden, geri dönüşü varken gel.

Güzel karın, en değerlin, kraliçen."

Hasretin yaşı mektuba düşerek kendi izini oluşturduğunda sayfayı üçe katladı ve bir zarfa yerleştirdi. Yaşlarla parlayan gözleri duvardaki altın saate kaydı.

Valeria'nın doğduğu saate on dakika vardı.

Kapılar açıldığında ve prensesin Türk Çocuğu diye seslendiği koruması Barlas odaya girerek kraliçeyi selamladığında kraliçe merakla ona bakmıştı. "Gecenin bu saatinde seni buraya getiren nedir Türk Çocuğu?" Kraliçe, bildiği bütün dilleri kusursuzca konuşan bir kadındı. Üniversitede sevgilisinden öğrendiği Türkçe kızının ana dillerinin biriydi ve onunla tüm yasaklara rağmen Türkçe konuşa konuşa dilini iyice oturtmuştu. Zaten eğer o Türkçe konuşmasa Valeria asla bir ana dilini daha doğrusu baba dilini öğrenemeyecekti. Eksik kalacaktı.

Barlas kraliçeye bakarak kısık sesiyle "Bugün prensesin doğum günü majesteleri," dedi. "Sabah söz verdirdi, gece siz onun doğum günü kutlamadan uyandırmamı istedi. Bu gece sizi beklemek istiyor, çok heyecanlıydı."

Kraliçe gülümseyerek yerinden kalkarken kendisinden koparak ailesine uçacak mektubunu da aldı. Ağlayışının engel olamadığı tok sesiyle "O halde prensesi uyandır Türk Çocuğu." dedi. "Sözünü tut ki sözlerin önemini şimdiden bilsin. Pastasını alıp geleceğim. Uyandırırken dikkatli ol, korkmasın."

Barlas başını eğerek "Emredersiniz majesteleri," dediğinde kraliçe odadan çıktı. Barlas kapılar kapandığında yatağa ilerleyip "Prenses," diye seslenmişti. Bir eli Valeria'nın başına yerleşirken yalnız oldukları için onunla temas kurmaktan çekinmemişti. Kraliyet Sarayına bir yıl önce getirilen yirmi Türk korumadan biriydi Barlas. Yaş olarak en küçükleri ama en irileriydi. Geçmişin günahlarıydı onu buraya getiren. Bir günahın bedeli olarak seçilmiş, vicdan yükünü temizlemek amacıyla hayattan kopartılmış ve ona sunulan yolu yürümek zorunda kalmıştı. Yer yer çukurlarla, tümseklerle dolu bu yolda etrafına çiçek bahçeleri eken iste küçük prensesiydi. Aralarında özel bir bağ vardı ve bu bağ onu geri kalan herkesten ayrı bir noktaya yerleştiriyordu. Kutsal olarak görünen, yasaklı olan prensese bir tek kendisi yaklaşabiliyordu. "Valeria," dedi, bu kez. "Hadi uyan küçük prensesim, bugün doğum günün. Birazdan annen gelecek, sana hediyeni verecek. Pastanın mumlarını üfleyeceksin, artık bir yaş daha büyüdün."

Valeria uykusu bölündüğü için huysuzca mırıldanırken önce tek gözünü açtı ve uykulu diliyle "Pastamı mı getirecek?" diye sordu. Hiç şüphesiz bu dünyada en çok sevdiği şey annesiyken en çok sevdiği ikinci şey pastaydı. Özellikle annesinin yaptığı pastalara aşıktı.

Barlas hafifçe başını sallayarak onu onaylarken uysal bir tonda "Evet." dedi. "Söz vermiştim sana, annen gelmeden önce uyandırdım. Hadi kalk, bugün senin doğum günün! Daha dilek tutacaksın."

Valeria diğer gözünü de açtığında Barlas onun kalkmasına yardım ederek yatağın ortasında oturttu. Valeria filini kolları arasında tutarken elini ağzına kapatarak esnedi, uykuya tutuklu kalmış yorgun ve hislerinin verdiği hüzünlü sesiyle "Büyümek istemiyorum ben Türk Çocuğu," dedi. Tutamadığı başına destek ararken çenesini koca filinin başına yasladı ama fil yumuşacık olduğundan hafifçe içeriye göçtü.

Barlas onu anlayamazken bir derdi olduğunu farketti, merakla "Neden?" diye sordu. "Sanki en son bir an önce büyümek istiyordun."

"Tiyatro izledim ben." dedi, Valeria boncuk boncuk gözleriyle Barlas'a bakarken. Kirpikleri sürekli kapanıp duruyor, göz kapaklarını açık tutmakta zorlanıyordu. "Kötü Kral vardı," Sözlerini düşündü. "Akla en uygun şeydir babaların ölmesi, dedi."

Barlas hala anlam veremezken "Bunun büyümek istememenle ne alakası var onu anlayamadım." demişti.

Valeria hoşnutsuzca nefeslenirken "Büyürsem annem ve babam ölür." dedi. "Öyle oluyormuş, anne babalar çocukları büyüyünce ölüyormuş. Benim annem hiç ölmesin. Babamı da göremedim ki daha, yakında gelecekmiş. O da ölmesin. Akla neden uygun ki babaların ölmesi? Benim aklıma uymuyor."

Barlas duyduğu şeylerle afallarken eldivenli elini prensesin başına yerleştirerek ipek saçlarını özenle okşadı. "Sadece büyüyünce ölmez anne babalar." dedi. "Yaşlanınca ölürler. Sen daha çocuksun, büyürsen yaşlanmazsın ki!"

Valeria kaşlarını çatarak sorgularken "Ama benim annem yaşlı değil ki!" dedi. "Onun annesi ölmüş."

Barlas buruk bir ifadeyle gülümseyerek "Benim annem de ben bebekken ölmüş." dedi. Zihni kendi geçmişinin yolcusu olmuştu. Kendisini annen çalışıyor, işleri bitince gelecek diyen babasının yalanlarında buldu. İnanırdı bu yalanlara, ölümü bilmezdi. Babası ölene dek ölümü öğrenememişti, Valeria ise doğduğundan beri biliyordu ölümü. Onu kandıramazdı, Valeria yaşamın da ölümün de ne demek olduğunu çocuk aklıyla biliyordu. "Anne ve babalar her zaman ölür." dedi. "Çocukları da hayata devam etmek zorunda kalır." Prensesin burnuna acıtmayacak bir fiske vurduğu an Valeria irkilerek kıkırdadı. "Ama senin annenin bir ordusu var." dedi. "Annen bir başkomutan. Diğer komutanlar, görüp görebileceğin bütün askerler, babanın gönderdiği korumalar onu korurlar. Yani, kolay kolay ölmez. Baban da sana kavuşmadan ölmeyecektir. Bir kaptan bana denizlerde ölüm yok demişti, baban denizlerde oldukça ölüm onu senden alamaz."

Valeria onun dediklerini düşünürken kapı açıldığı an Barlas ayağa kalkarak yatağın kenarında hazır olda durdu. Kraliçesi diğerlerinin aksine ona kızmazdı ama artık saray kurallarına adapte olmuştu. Kraliçenin ellerindeki ayaklı sunum tabağında bulunan iki katı da yıldız şeklindeki kırmızı kremalı pastaya saplanmış beş mumun alevi yükselerek odayı aydınlatmaya başladığında neşeyle "İyi ki doğdun Mira." diyordu. Onun en neşeli günleri kızının doğum günleriydi. Seneleri deviren karanlık dünyasını aydınlatan beşinci gündü bugün. Mucizesi doğmuştu ve o bu mucizeyi her zerresiyle yaşamaya, ömrünün sonuna dek yaşatmaya kararlıydı. "İyi ki doğdun, İyi ki doğdun, iyi ki doğdun Miraaaa,"

Valeria heyecanla annesinin gelişini seyrederken ellerini çırptı ve çocuksu hevesiyle "İyi ki doğdum," dediğinde Barlas kendisine engel olamadan gülümsedi.

Catalina yatağa ulaşarak kızının önüne oturup ona elleriyle yaptığı pastayı sunduğunda Valeria hayretin verdiği coşkuyla "Yıldız!" diye şakıdı, ardından gözleri anlamsızlıkla irileşirken "Ama kırmızı yıldız olmaz ki anne!" dedi.

Kraliçe gülerek "Sen istersen her şey olur." dedi. "Benim biricik prensesim için kırmızı yıldız bile olur. Dilek tut hadi. Mumların eriyor."

Valeria hızlıca gözlerini kapatarak ellerini dua edercesine birbirine yaslayıp 'Lütfen babam gelsin,' dedi ve gözlerini açtıktan sonra kırmızıya boyalı uzun beş mumu da ayrı ayrı nefeslerle söndürdü. Barlas alkışladığında Valeria gülümserken ona kısa bir bakış attı ve kendisi de alkışladı. Zaten, dünyayı yeni öğrenen ve keşfeden bir bebek gibi çevresindeki herkesi taklit ediyordu. Onun dünyasında kendine ait hiçbir şey yoktu, o kadar çok ötekileştirilmişti ki hareketleri dahi kendisine ait değildi.

Catalina merakla "Ne diledin?" diye sorduğunda daha önceki senelerde olduğu gibi babasını dilediğini biliyordu ama Valeria ilk kez annesine yalan söyleyerek "Parka gitmek istedim." dedi. Ne zaman babasından bahsetse annesinin üzüldüğünü artık görebiliyordu, daha sonra odasına gidip ağladığını da biliyordu. Bu yüzden uzun zamandır babasından söz etmemeye başlamıştı ama hala tüm kalbiyle onun gelmesi için Tanrı'ya dua ediyordu. "Hani geçen gün senin toplantına giderken yolda görmüştüm ya, ona gitmek istedim."

Catalina buruk bir ifadeyle gülümserken onun artık babasını istemediğini zannederek nefes alamadı. Mektubunda aşkına yazdıkları gerçekleşiyordu, her şey için çok geç kalıyorlardı. Mira büyüyordu ve babasızlığı iliklerine kadar hissederek büyüyordu. Artık babasızlığa da razıydı.

Acısını yansıtmadan neşeyle "O zaman kesinlikle o parka gideceğiz." dedi. "Söz veriyorum, sabah olduğunda sana kırmızı elbiseni giydireceğim ve birlikte o parka gideceğiz. Sen sallanmayı çok seversin, oradaki salıncaklarda sallayacağım seni." Bakışları yatağın yanındaki adama kaydı. "Barlas, prensesin hediyesini getirebilir misin?" Elindeki pastayı yatağın başucundaki komodinin üzerine yerleştirdi. Kendi elleriyle hazırlamıştı biricik kızının yaş günü pastasını.

Barlas onu onaylayarak odadan çıktığında Mira sabırsızlıkla "Ne aldın bana?" diye sordu. Bu dünyada en çok sevdiği şeylerden biri hediyelerdi çünkü yalnızca hediyeler etrafına çizdikleri kuralları aşabiliyordu. En azından birkaç dakika ya da birkaç saat boyunca asla sahip olamayacağı şeylerin sahibi oluyordu. Bunlar çoğunlukla oyuncaklar olurdu, Mira en çok oyuncakları severdi.

"Biraz sabırlı ol bebeğim, şimdi göreceksin."

Barlas elinde mavi ışıklar saçan koca bir akvaryumla girdiğinde Valeria ayağa kalkarken ellerini çırparak yatağında zıpladı, "Balıklar!" diye çığlık attı. "Benim balıklarım. Renkli balıklarım!" Annesinin kucağına atladığında Catalina onun bu heyecanına gülerek başından öptü, "İyi ki doğdun bebeğim." dedi, içli içli. "Sen benim her şeyimsin. Yaşam sebebimsin. Tanrının en büyük armağanı, bana verdiği mucizesisin. Seni çok seviyorum."

Valeria heyecandan annesinin dediklerini duymazken gerileyerek Barlas'ın elindeki akvaryuma bakmak için yataktan atladı. Beyaz geceliğinin uzun eteklerini savurarak koşuşturduğunda Barlas akvaryumu sehpa üzerine koydu. Valeria meraklı gözlerle balıklara bakarken coşkuyla"Kırmızı." dedi. "Siyah, beyaz, turuncu ve pembe! Rengarenk balıklarım var!"

Catalina yerinden kalkarak ona ilerledi ve dizlerinin üzerine çöktü. Elbisesinin geniş eteği yere yayılırken eldivenli elini kızının saçlarının altından sırtına koydu. "Her yaşın için bir tane. Bundan sonra her doğum gününde bir balık daha alacağım. Büyüdüğünde onlarca balığın olacak."

Valeria bu düşünceyle gülerek "Ama hepsine isim bulamam ki!" dediğinde Catalina gülümsedi. "Şimdi pasta yiyelim, sen de bu esnada balıklarına isim düşün."

Valeria başını onaylarcasına sallayarak yeniden kendi akvaryumuna döndü. Meraklı gözlerle balıkları seyrederken odaya hizmetlilerden biri girdi, kraliçenin onayıyla pastayı alarak götürdü. Dakikalar sonra bir servis arabasıyla geri dönerek pastayı servis ettiğinde Catalina heyecanla "Hadi babana yeni fotoğraf çekelim." diyerek kızını hazırlamaya başladı.

Valeria sabırsızca beklerken Catalina ona kırmızı bir elbise ve beyaz çoraplarıyla kırmızı ayakkabılarını giydirdi. Dalgalı saçlarını elleriyle düzenleyerek şifonyerdeki fotoğraf makinesini aldı, Valeria'nın fotoğraflarını çekerken verdiği pozlara gülüyordu. En son Barlas makineyi alarak ikisinin fotoğraflarını çektiğinde Catalina kızına yeniden geceliğini giydirerek uyku için hazırladı ve bildiği tek ninniyi söyleyerek uyuttu. Yunanca bir ninniydi bu, en yakın dostundan öğrenmişti. Ona çocukken ninni söyleyen olmamıştı, kendi çocuklarına söylemek için ninni öğrenmişti.

İçindeki karartı artarken Barlas'a bakarak "Yanında kal." dedi. "Son günlerde geceleri uyanmaya başladı, yalnızken korkuyor. Saray koridorlarına çıkmasın, babam onu görmesin." Barlas onu onayladığında Catalina fotoğrafları çıkartmak için odadan ayrıldı.

Barlas sehpadaki balıklara şifonyer üzerinde yer ayarlayarak iki taraflı, tavandan zemine uzanan perdelerin arasından bahçeye baktı. Uzun uzun aylarını geçirdiği bahçeyi seyrederken zihni burada geçirdiği zamanlardaydı. Valeria'dan ses geldiğinde gözlerini ona çevirdi, Valeria kendi kendine mırıldanarak dönüp uyumaya devam ettiğinde bakışlarını mum yansımalarının can bulduğu pencereye çevirdi.

Biraz uzaktan mum yansımalarınına benzemeyen yüksek alevlerin ilerlediğini görerek kaşlarını çattığında sarayda çan sesleri yankılanmaya başlandı.

Neler olduğunu anlayamazken çan sesinin ardından odaya prensesin muhafızları girdiğinde Barlas yatakta uyumaya devam eden kıza ilerledi. "Prenses! Prenses Valeria, uyanın lütfen." Bedenini hafifçe sarstığında Valeria irkilerek uyanırken gözleri doldu, huysuzca "Uyandırma artık beni," diye sayıklayarak Barlas'a sırt döndü. "Uykum var." Çan sesleri kulağını tırmalarken yüzünü buruşturdu. "Sussun şunlar."

O esnada odaya beyaz geceliğinin üzerinde giydiği uzun beyaz sabahlığıyla ve omuzlarını örten yeşil şalıyla giren Catalina hemen yatağa ilerleyerek endişeli diliyle "Valeria." diye seslendi. "Kalk birtanem." Valeria huysuzca mırıltılar çıkartarak yorganı başının üzerine çektiğinde Catalina onu yorgan altından çıkartarak kucakladı. Valeria huysuzlanarak ağlamaya başladığında Catalina uyarırcasına "Valeria!" diye çıkıştı. "Evimize saldırıyorlar, ağlamanın zamanı değil. Hemen seni hazırlamamız gerekiyor."

Silah sesleri yükselmeye başladığında Valeria irkilerek susarken Catalina onu hazırlayacağı esnada ayaklarının altındaki yer sallandığı an dehşet verici bir patlama sesi duydular. Valeria korkudan titremeye başlarken annesinin boynuna sıkıca tutunuyordu. Uyku sersemliğiyle ne olduğunu kavrayamazken korkunun verdiği ağlama dahi dehşetine tutuklu kalmıştı.

"Vakit yok," dedi, korkuyla dolan Catalina. Tek başına olsa zerre korkmazdı ancak biricik kızına zarar vereceklerini biliyordu. Can havliyle en güvendiği insanlardan biri olan gence baktı. "Barlas! Valeria'nın nedimeleri nerede? Hemen bir çanta hazırlayın."

Barlas harekete geçerek Valeria için üç elbise, üç eldiven ve üçer adet ayakkabı çorap koymuş bir de kaban almıştı. Catalina kendisini düşünmeden odadan çıkarken Barlas ve muhafızlar peşlerinden ilerliyordu. Sarayda yaşayan herkes büyük bir kargaşa ve korku içerisinde etrafta koşuştururken herkes kraliçeye ve prensese selam veriyordu. Catalina, bu karmaşada dahi soylu kadınların geceliğiyle çıkmış olduğunu yargıladıklarını duyabiliyordu. Öyleydi ya, bir kraliçe ölürken dahi güzel giyinmeliydi. Mücevherleri olmalıydı, başı kesilecekse tacı yere düşmeliydi.

Merdivenleri inerken bir patlama sesi daha duyulduğunda askerler koşuşturarak kendilerine doğru geldiler. "Salón de baile en la torre y el ala derecha fue detonado majestad. Kule ve sağ kanattaki balo salonu patlatıldı majesteleri!" dediler. "La bomba está amueblada. El ataque está planeado de antemano. Entraron en el jardín delantero. Bomba döşenmiş. Saldırı önceden planlanmış. Ön bahçeye girdiler."

Catalina saatler evvel oturdukları salonun bombayla döşendiğini anlayarak dehşete düşerken "¿Dónde está papá? Babam nerede?" diye sordu.

Askerler bu soruya cevap veremezken Catalina iki yanından yürüyen askerlerinin arasında ilerleyerek merdivenlerden iniyordu. "Valeria," dedi yalvarırcasına. "N'olur ağlama bebeğim. Annenin sakin kalması gerekiyor, ağlarsan sakin kalamam ben. Korkma bebeğim, korkma birtanem. Hiçbir şey olmayacak."

Valeria uyku halinin, patlamaların ve bu kaosun verdiği korkuyla ağlamaya devam ederken "Saklanalım anne," dedi. "Bulamasınlar bizi." Catalina son katı inerken aşağıdan çığlık sesleri ve silah sesleri geldiğinde askerler onları çember altına alarak silahlarını çıkarttılar. Saray çok kolay düşmüştü, Catalina ne yapacağını bilemiyordu.

Kendilerine doğru geldiklerini anlayarak taht salonuna yöneldiklerinde Valeria arkaya bakarak öldürülen insanları ve erkeklerin ellerindeki saray hizmetlilerini gördü, gözlerini sıkıca kapattı. Taht salonuna girdiklerinde Catalina geçiti açtı, karşısında örülü duvarla duraksarken bedeni dehşetle sarsıldı.

Bu, planlı bir saldırıydı. Bombalar döşenmiş, savunma aşılmış ve kaçış yolları kapatılmıştı. Tarihi boyunca onlarca saldırıyı başarıyla savuran saray dakikalar içerisinde düşmüştü. Bu, saraydan birinin planlayabileceği kadar kusursuz bir plandı.

Kilitlenen kapılar zorlanmaya başlarken askerler kapıların önlerinde toplanmış kapalı kapılara silah doğrultuyordı. O kapılar açıldığı an kendilerini kraliçeleri ve prensesleri uğruna feda edecekler ve canları pahasına onları koruyacaklardı.

Catalina dehşetin verdiği bilinçsizlikle duvarı eliyle zorladı ancak yıkılamayacak kadar sağlamdı. Yetmedi, Barlas'tan silahını aldı ve silahın kabzasıyla zorladı ama olmadı. Emniyeti açarak tek eliyle ateş ettiğinde Valeria irkilerek daha şiddetli ağlamaya başladı. Kurşun da duvarı delemediğinde Catalina çığlık atma isteğini bastırarak silahı Barlas'a geri verdi.

Kucağındaki kızını sarmalayarak tahtına ilerledi, merdivenleri çıkarak tahtına oturup kızını dizlerine oturttu.

Barlas'ın gözlerine baktığında Barlas'ın her daim dik duran omuzları çöktü. Kraliçesi ona güvendiği an emanet ettiği şişe tüm dünyayı sırtına yüklüyordu. Onlara yaklaşarak her daim cebinde taşıdığı şişeyi verdi. "Emin misiniz majesteleri?" diye sorduğunda Catalina şişeyi açarak göğsüne sığınan ve korkuyla ağlarken fısıltıyla kalp atışlarını sayan kızına baktı. "Ben ölürsem babam onu yaşatmaz. Saçının teline zarar vermelerine izin vermem."

Barlas yutkunarak başını sallarken geriledi. Catalina kızının başını kaldırdı, "Valeria." Valeria annesinin seslenişiyle yutkunup susmuştu. Kraliçe kızının yaşlarla parlayan gözlerine son kez baktı. "Senden bunu içmeni istiyorum, içeceksin ve sonra tüm bunlardan kurtulacaksın. Sana zarar veremeyecekler."

Valeria titreyen sesiyle "Bu ne ki?" diyerek şişeye bakarken Catalina biricik kızını kendi elleriyle öldüreceğini bile bile "İlaç bebeğim," dedi ve acıyla gülümsedi. "Senin için bir ilaç. Tadı kötü değil ama, çok güzel. Şeker gibi. Hadi iç bebeğim. İlacı içtiğinde bütün acımız sona erecek."

Valeria onaylarcasına başını salladığında zehri içereceği an kapılar gürültüyle açıldı. Catalina duraksadı, arkasında ordunun askerleriyle gelen babasını görerek rahat bir nefes aldı ve zehri hemen yere fırlattı. Parçalanan cam şişedeki zehir etrafa yayılırken binbir parçaya ayrılan cam parçaları en sivri kenarlarını kalbine yasladı ve kanattı.

Eski Kralın onu kurtarmaya geldiğini zannederek "¿Qué está pasando, papá? Neler oluyor baba?" diye sorduğu an ordunun askerleri kurtuluş rehavetiyle silahlarını indiren kraliyet muhafızlarını vurduklarında Valeria çığlık atarak yerdeki cesetlere baktı. Yüreği dehşetle çarpıyordu, oyun oynadığı askerlerin cansız bedenlerine bakarken midesi bulanıyordu. Barlas'ı öldürecekleri sırada izin vermedi Eski Kral. Türkiye'yle diplomatik sorunlar yaşamak istemiyordu, bir şehit çocuğunun cesedini göndererek Türk İstihbaratını başına bela edemeyecekti.

Eski Kral üzerindeki üniformayla tahta ilerlerken zafere bulanmış diliyle "El golpe está sucediendo, Su Majestad. Darbe oluyor, majesteleri." dedi. "Tu locura ha agotado la paciencia de la gente. El pueblo ha venido esta noche para destronarte.Senin deliliğin insanların sabrını tüketti. Halk bu gece seni tahttan indirmeye geldi."

Catalina başını kaldırırken bu darbeyi planlayanın babası olduğunu anladı, kanayan yüreğinin en derinlerindeki hayalkırıklığını iliklerine kadar hissederken yutkundu. "Soy tu hija. Ben senin kızınım." Diyebileceği tek şey buydu. Zaten o babasına hep onun kızı olduğunu hatırlatmak istemişti ama hayır, bu hayatta evlat denen şey hiçti. Önemli olan taht ve güçtü. Değil evladı, kraliçe olsa dahi babası onu görmüyordu. Kaderinin sonu olacağını hiç düşünmemişti, onu babasının öldüreceğini hiç düşünmemişti. Gözleri yerdeki parçalanmış camlara kaydı, zemine yayılan zehre acıyla baktı.

Adam merdivenleri çıkarak onlara ulaşırken çığlık sesleri ve silah sesleri eksik olmuyordu. Büyük bir katilam yapılıyordu. "Y Valeria es mi nieta. Ve Valeria benim torunum." dedi, adam. Aklındaki planlar gözünü kör ediyordu, kendisinden alınan tahta kavuşmak için evladını öldürdüğünün farkında dahi değildi. "Ella será una reina mucho mejor que tú. Nunca tomará la palabra de su abuelo. Senden çok daha uslu bir kraliçe olacak. Dedesinin sözünden hiç çıkmayacak." Ellerini uzatarak Valeria'yı almaya yeltendiğinde Valeria annesine sıkıca sarıldı. Catalina kızını sarmalarken onu göğüs kafesine sokmak istiyordu, başını göğsüne bastırıp onu kendince saklamaya çalıştı. "¿Vas a usarlo ahora? Artık onu mu kullanacaksın?" diye sordu. "Su padre vendrá a buscarlo. Si me matas, nunca dejará a Valeria aquí. Babası onu almak için gelecek. Eğer beni öldürürsen Valeria'yı asla burada bırakmaz."

Eski Kral alayla gülümseyerek "Valeria." dedi. "Vamos, que hoy saldrá el sol para ti. Hadi, bugün güneş senin için doğacak."

Taht salonuna ellerinde silahlarla giren insanlar tahta yaklaşırken adam Catalina'nın engellemesine izin vermeden Valeria'yı çekip ondan aldı. Valeria çığlıklar atarak minik elleriyle adama vururken Kraliçe Catalina silahlı adamlar tarafından tahtından indirildi.

Eski Kral tahta oturarak Valeria'yı kucağına oturttu, kendi kızının öldürüşünü seyrederken "¿Ves, Valeria? Görüyor musun, Valeria?" dedi. Valeria annesine yapılanları korkudan titreyerek seyrederken gözlerinden yaşlar akıyordu. "Tu madre no me escuchó, cometió errores y España la mató. Tú eres la reina ahora, Dios bendiga a la reina. Annen beni dinlemedi, hatalar yaptı ve İspanya onu öldürdü. Artık kraliçe sensin, Tanrı Kraliçeyi korusun."

Valeria'nın başını okşadı, Valeria o esnada canı için savaşan annesini seyrederken adamlardan birinin sergilenen kılıçlardan birini aldığını görmedi.

Ona dokunan ve yaralayan insanlarla savaşmaya çalışan Catalina kalbine giren kılıçla inledi, Valeria'nın boğazından bir hıçkırık koparken kraliçe kılıcın çekilmesiyle dizlerinin üzerine düştü. Yırtılan geceliği kanına bulanıyordu, biricik aşkının armağanı olan şalını omuzlarında tutmaya devam ediyordu. Dimdik tuttu omuzlarını, şalı düşmesin diye. Sırtındaki yaraya rağmen yıkılmadı ve çenesini kaldırdı. O bir kraliçeydi, tecavüze uğrayıp öldürülse de bir kraliçeydi. Saltanatı boyunca boyun eğmişti, ölürken boyun eğmeyecekti.

"Si no te conviertes en una buena reina, si no me escuchas, un día te matarán así. Eğer iyi bir kraliçe olmazsan, beni dinlemezsen, bir gün böyle öldürüleceksin." dedi, adam. Valeria dehşetle dolmuş gözleriyle annesini izliyordu. Minik elleri dedesine vurmayı bıraktı ve kalbine yerleşti. Annenin kanayan kalbine baktı, acı dolu yaşlar akıtmaya devam etti. Kraliçe ellerini kanlar akan göğsüne yaslarken "Mira," diye sayıkladı. Bakışları korkuyla ağlayan kızına döndü, ona son kez gülümsedi. Dudakları hareket ederken 'Seni seviyorum.' dediğinde Valeria bir kez daha hıçkırdı. "Anne," diye sayıkladı.

Catalina yere düşerken bakışları kızındaydı. Onun kalbine kılıcı saplayan adam öfkeyle kılıcı bir kez daha indirdiğinde Valeria çığlık atarken Eski Kral onun ağzını büyük eliyle kapattı.

Katil kraliçenin sırtını deşen kılıcı çıkartarak havaya kaldırırken etrafa kanlar fıçradı. Ayağını Kraliçenin cesedinin üzerine koyarak onu ezerken "Maldita Reina Catalina! Kahrolsun Kraliçe Catalina!" diye bağırdı. "Larga vida a la reina Valeria! Çok yaşa Kraliçe Valeria!"

Taht salonundaki elleri silahlı adamlar silahlarını havaya kaldırarak "Larga vida a la reina Valeria!" diye bağırdıklarında Valeria dehşetle onlara bakıyordu.

En uzun gecede bir kraliçe daha can verdi ve kana bulanan güneş yeni bir kraliçe için doğdu.

"Larga vida a la reina Valeria!"

Çok yaşa Kraliçe Valeria!

Tanrı kraliçeyi korusun.

 

 

⚔️

 

Kestik,

Umarım zevk alarak okuduğunuz bir başlangıç olmuştur.

Tanıtım bölümümüzdeki sahnelerden biriyle başlangıç yapmış bulunmaktayız.

Geçmişin sahnelerini sık sık bölüm başlarında ve içlerinde okuyacağız.

İlk bölümde görüşmek üzere, sevgilerle.

Loading...
0%