Yeni Üyelik
1.
Bölüm

BÖLÜM-1

@zeyyneppece

BÖLÜM 1
“Elis haydi kızım, yemek saatini kaçırma.”
Rabia ablanın sesiyle kafamı kaldırdım ve karşımda elleri belinde, siyah elbisesi içinde bana gülümseyerek bakan kadına tatlı bir tebessümle birlikte ”Geliyorum abla.” dedim.
Bizim yetimhanedeki ablalardan biriydi Rabia abla fakat diğer ablalardan daha genç ve sevecendi. Kahverengi kıvırcık saçları ve kocaman yeşil gözleriyle çok tatlı duruyordu. Henüz yirmi beş yaşındaydı ve çocuklarla çocuk olmayı seven, çocuk ruhunu kaybetmemiş bir kadındı. Beni de bir ayrı severdi Rabia abla.
Kucağımdaki resim defterimi ve yemyeşil çimlerin üzerine koyduğum boya kalemlerimi alarak oturduğum yerden kalktım. Resim çizmeyi çok severim. Özellikle akşam yemeğinden önce ağacın önüne oturup ağacın tam karşısında bulunan kırmızı, pembe ve beyaz renkli olan güllerin resmini çizerim.
Yemek saatini kaçırmamak için biraz aceleci adımlarla yetimhanenin kapısından içeri girdim. Yemekhane bir kat yukarıda olduğu için merdivenlere yöneldim. Renkli basamakları dikkatlice çıktım. Sola döndüm ve ilerlemeye devam ettim. Birkaç odayı geçtikten sonra yemekhaneyi gördüm ve adımlarımı oraya doğru çevirdim.

Yemekhaneye girdikten sonra yemeğimi de aldım ve bakışlarımı masalara çevirdim. Oradaydı. Bir sandalyeye oturmuş ve bir eliyle de yanındaki sandalyeyi tutuyordu. Benim için… Benim için tutuyordu. Bakışları karşıdaydı ve gözleri beni arıyordu.
En sonunda gözleri gözlerimi buldu ve o ana kadar ciddi ve sert duran bakışları beni görünce yumuşadı ve dudaklarına tatlı bir tebessüm kuruldu. Ben de ona gülümsedim.
Onu tebessüm ederken görünce gülümsemem biraz daha büyüdü. Yavaş ve sakin adımlarla beraber yanına ilerledim. O da benim ona doğru geldiğimi görünce elini yavaşça sandalyeden çekti.
Yanına ulaştığımda önce elimdeki tepsiyi ve resim defteriyle boyaları masaya bıraktım. Ardından da sandalyeye yani Akay’ın yanına oturdum. Bana döndü ve “Hoş geldin Çiçek.” dedi.
Ah, Çiçek… Elis, güzel kokulu çiçek anlamına geliyordu ve Akay da böyle sesleniyordu. Onun dışında kimse bana böyle seslenmiyordu, sadece o öyle diyordu.
Akay da beyaz, dolun ve parlak ay anlamına geliyordu. Ben ona, onun bana seslendiği gibi adının anlamıyla seslenmiyorum ama onun benim adımın anlamını sevdiği kadar çok seviyordum bu adı.
“Hoş buldum.” dedim sadece.
“Yine geç kaldın biraz. Resim çiziyordun değil mi?”
Kafamı salladım. ”Evet.” dedim. Kafamı sallayınca saçım önüme geldi. Rahatsız olmuştum saçım önüme gelince. Bir “Off,” çektim.
Akay gülümsedi ve elini bana doğru uzattı. Önüme gelen saçı nazikçe kulağımın arkasına doğru itti. Ardından “Rahatsız olduysan saçını toplayayım mı?” diye sordu.
Evet anlamında kafamı tekrar sallayınca yine saçım önüme geldi. Bu kez Akay’ın dudaklarından minik bir kıkırtı kaçtı. O gülünce ben de onun gülüşünün güzelliğine güldüm.
Oturduğu yerden ayaklandı ve arkama geçti. Elleri narin bir şekilde saçlarımı topladı. Sonra da parmaklarını kullanarak saçımı tarayarak düzeltti. Düzeltmesi bitince de bileğinde her zaman hazır bulundurduğu küçük pembe lastik ile saçımı topladı.
Rahatlamıştım saçım toplanınca. İşini bitirdiği için yerine geçip oturdu. Ona döndüm ve “Sağ ol.” dedim.
Bana baktı birkaç saniye. Sonra da “Bir şey olmaz Çiçek.” dedi.
Ona başka bir şey demeden bakışlarımı önümdeki mercimek çorbasına çevirdim. Bu çorbayı çok seviyordum. Kaşığımı aldım ve çorbanın içine daldırıp karıştırdım.
İlk önce çorbamı içtim, ardından da makarnamı yedim. Hepsini bitirince kafamı önümden kaldırıp Akay’a baktığımda onun zaten bana baktığını gördüm. Yemeğini bitirmişti ve benim de bitirdiğimi görünce “Hadi,” dedi “Bahçeye çıkalım da bana neler çizdiğini göster.” Son cümleyi söylerken gözleriyle masanın üstündeki resim defterini işaret etti.
Heyecanla kafamı sallayıp “Tamam.” dedim. Saçlarımı topladığı için önüme gelmediler bu sefer.
Tam resim defterini ve boyaları almak için elimi uzatmıştım ki onun eli benden önce davranarak masadaki eşyalarımı aldı. Ona dönüp baktım, o da bana baktı.
“Ben alırım, sen yorulma.”
“Peki,” dedim sadece. Ardından da bir elinde eşyalarımı tutarken diğer elini bana uzattı. Gülümseyerek bana uzattığı elini tuttum. El ele önce yemekhaneden çıktık, ardından da merdivenleri inerek bahçeye çıktık.
Bahçedeki her zaman önüne oturduğum ağacın yanına geldik ve yere oturduk.
Yere oturunca Akay, resim defterini ve boyaları bana uzatarak “Evet,” dedi uzatarak. “Hadi şimdi göster bakalım ne çiziğini.”
Bana uzattığı resim defterimi ve boyalarımı onun elinden aldım. Sayfaları karıştırarak en son çizdiğim resmi buldum ve ona doğru çevirip gösterdim.
Kağıtta yemyeşil çimler, çimlerin arasında da renk renk çiçekler ve simsiyah gökyüzünde parlayan bir ay resmi vardı.
Resmimi görünce başını kaldırıp bana baktı ve “Çok güzel çizmişsin, Çiçek.” dedi.
“Bak,” dedim. “Ay ışığıyla çiçekleri aydınlatıyor.” Parmağımı kaldırdım ve ona doğru çevirdim. “Sen de ışığınla beni aydınlatıyorsun.”
Bana gülümseyen gözleriyle baktı. Bir insanın gözleri de gülebilir miydi? Akay’ın sözlerimden sonra gözleri de gülümsedi.
“Evet,” dedi. “Ben her zaman seni ışığımla aydınlatacağım. Eğer o an yanında yoksam bile gözlerini gökyüzüne çevir. Beni orada seni aydınlatmaya devam ederken göreceksin. Ama gece değil de gündüz ise beni yanında hayal et. Beni hisset, üstüne ışığımı verdiğimi düşün. Unutma, hayaller bir gün gerçek olur. Sen sadece buna inan.”
Söylediklerinden sonra kollarımı kocaman açarak ona sarıldım. O da beni hemen kabul ederek bana bende daha sıkı bir şekilde sarıldı. Hemen ardından da saçlarımın dibinde onun dudaklarını hissettim.
Çok da uzun sürmeyen bir sarılmanın ardından bana “Gözlerini kapat.” dedi. Neyle karşılaşacağımı merak ederek gözlerimi kapattım. Birkaç saniye sonra “Tamam ,” dedi. “Gözlerini açabilirsin.”
Gözlerimi açtığımda ilk başta gece karası saçları ve gözleriyle karşılaştım. Sonra da gözlerimi eline indirdim ve onun elinde kağıttan yapılmış, gördüğüm en güzel çiçek vardı.
Çiçeğin rengi de Akay’ın bana en çok yakıştırdığı ve benim de en sevdiğim renk olan pembeydi. Benim en sevdiğim renk olmasındaysa Akay’ın payı büyüktü.
“Yaa,” dedim uzatarak. Minik bir gülme sesi yükseldi ondan benim bu mutlu halimi görünce. Ellerimi çenemin altında birleştirip avuç içlerimi de yanaklarıma yasladım ve hipnoz olmuş bir şekilde çiçeğe bakıyordum.
“Gerçekten beğendin mi?“ diye sordu. Dudaklarında tebessümle beraber bana bakıyordu. “Hem en sevdiğin renk hem de solmayacak bu çiçek. Hep senin yanında olacak.”
“Çok beğendim, çok güzel. Sağ ol Akay.”
Doğru diyordu çünkü çiçeklerim solunca üzülüyordum. Ama dediği gibi bu çiçek hep benimle kalacaktı, solmayacaktı.
Çiçeği elinden yavaşça aldım ve tekrar ona az öncekinden daha sıkı bir şekilde sarıldım. O da bana aynı benim gibi sarıldı.
Diğerinden daha uzun bir süre birbirimize sarılı kaldık ve daha sonra da yavaşça ayrıldık. Ayrıldığımızda havanın yavaşça kararmaya başladığını fark ettik ve oturduğumuz yerden kalkıp, eşyalarımızı da yanımıza alarak kalktık. Onun elini tutarak yetimhanedeki odamıza çıktık
Burada odalarda dört adet ranza bulunuyor. Yani bir odada sekiz kişi kalıyordu.
Ben daha okula başlamamıştım çünkü altı yaşındaydım. Fakat çoğu şeyi Akay sayesinde biliyordum. O, bana okulda öğrendiği şeyleri gelince anlatıyordu her gün.
Akay benden iki yaş büyüktü yani sekiz yaşındaydı ve ikinci sınıfa gidiyordu.
Akay ile yataklarımız altlı üstlüydü. Ben üstte, o ise altta yatıyordu. Yataklarımıza yatmadan önce birbirimize iyi geceler diledik. Ardından yataklarımıza geçtik ve derin bir uykuya daldık.
*****
Yaklaşık birkaç saat sonra bir sarsıntıyla uyandım. Gözlerimi açtığımda kendimi yatağımda bulmak yerine daha önce hiç görmediğim bir arabanın içinde buldum.
Kafamı kaldırıp baktığımda yetimhaneden uzaklaştığımızı anladım çünkü yetimhanenin arkasında bulunan büyük ağaçlı ormandan geçiyorduk.
Uyandığımı gören ön koltukta araba kullanan otuzlu yaşlarındaki adamla aynadan bakışlarımız kesişti.
Arabayı kullanmaya devam eden adam rahat bir sesle “Uyandın mı küçük kız? “ diye sordu.
Bakışlarımı kaçırarak ona bakmayı kestim. Bakışlarımı çektiğimi gören adam “Bana bak küçük kız.” Dedi o çirkin sesiyle.
Korktuğum için bakışlarımı tekrar aynaya çevirdim. Ona bakınca dudaklarındaki sırıtışla beni izlediğini gördüm.
Korka korka “Sen kimsin? Akay nerede? Beni nereye götürüyorsun?” diye sorularımı sıraladım.
Telaşlandığımı görünce “Merak etme küçük.” dedi. “Artık senin ailen benim. Benim yanımda yaşayacaksın. Şimdi arkana yaslan ve yolculuğun tadını çıkar.”
Ne? Nasıl beni yetimhaneden, Akay’ın yanından alıp götürebilirdi? Annemin beni terk etmesinden sonra benim tek ailem Akay olmuştu, hala da oydu ve hep o kalacaktı. Ben onun yanında olmak istiyordum, bu adamı istemiyordum.
Kulaklarımda Akay’ın sesi çınladı. “Korkma,” diyordu bir keresinde. “Ben yanındayken asla ama asla korkma.”
Yetimhaneye yeni geldiğimde söylemişti bu sözü bana. İlk geldiğim zamanlarda bir grup çocuk benimle uğraşıp, bana zorbalık yapıyorlardı. Rahatlamak ve unutmak için yaptığım resimleri yırtıyorlardı. Beni ittirip yere düşürüyor ve ardından da karşıma geçip gülüyorlardı.
Tam o anda karşıdan koşarak bir çocuk geldi ve benimle uğraşan çocukları ittirip yere düşürdü. Ardından da karşılarında kahkaha atarak güldü.
O çocuklar arkalarına bakmadan yanımızdan giderken o çocuk bana döndü ve elini uzattı. Ben de onun bana uzattığı elini tutup kalkmıştım düştüğüm yerden.
Akay ile ilk tanışmamız böyle olmuştu. Ardından da üstümdeki toprakları silkelemişti. İçeri geçtiğimizde de bant ile yırtılan resim defterimi yapıştırmıştı.
O günden sonra ise birbirimize alışmıştık. Kendimi onun yanında güvende ve huzurlu hissettiğim için odamı değiştirip beni şuan olduğum odaya almışlardı.
Okula gittiği zamanlar dışında beni asla yanından ayırmazdı, korur kollardı. Şu an ise yanımda yoktu ve kendimi güvende değilmişim gibi hissediyordum.
Güven Akay demekti, Akay’ın olmadığı yerde güven de yoktu.
Akay, yetimhaneye beş aylıkken gelmiş. Annesi onu bir sepetin içine koymuş ve sadece Akay yani bebeğine koyduğu ismi kağıda yazıp yetimhanenin kapısına bırakıp kimseye görünmeden kaçmış.
Annesi, Akay’ı bıraktıktan sonra bir daha onu görmeye gelmemiş. Akay da yalnız kalmış. Tabii ben gelene kadar.
“Ne oldu? Düşüncelere daldın küçük kız .”
Sesiyle gözlerimi tekrardan aynaya çevirdim ve onunla göz göze geldim. O bakınca gözlerimi kaçırdım.
“Sen kimsin? Beni nereye götürüyorsun?” dedim tekrardan. Bana baktığını hissettim. Görmedim ama o rahatsız edici bakışlarını üstümde hissettim. Kollarımı kendime sardım.
“Önce adımı söyleyeyim.” dedi. “Adım Cemil Akar. Sen de bundan sonra Elis Akar’sın küçük kız. Diğer soruna geçecek olursak seni eve götürüyorum. Bizim evimize. Baba ve kızının evine.”
Eğer bu sözleri başka biri söyleseydi ona gülümser ve kocaman sarılırdım. Ama bu sözleri söyleyen o olunca ısınamamıştım, korkmuştum.
Aklıma Akay’ın bana bahçede dedikleri aklıma geldi. Kafamı yana çevirip kararan gökyüzüne baktım. Ay, gökyüzünde çok güzel, büyük ve parıl parıl bir şekilde duruyordu.
Rabia ablanın bana hediye ettiği saate çevirdim bakışlarımı. Akrep de yelkovan da tam on ikinin üstündeydi. Gece yarısıydı…
Araba yarım saatten fazla bir süre daha yol aldıktan sonra tek katlı bir evin önünde yavaşlayarak durdu. “Evet, küçük kız. Evine hoş geldin.”
Son cümlesini söylerken sesinde anlamsız bir coşku sezmiştim. Ardından arabadan indi ve kapıyı çarparak kapattı. İrkildim. O sırada benim kapımı açtı.
Birkaç saniye yanımda dikildi. Arabadan inmediğimi görünce de bir adım atarak kolumu yakaladı ve beni dışarı çıkarttı. Dengemi sağlayamadığım için yere düştüm.
Canımın acımasına rağmen sesimi çıkartamadım. O ise yine kapıyı çarparak kapattı. Kapıyı kapatınca da bagaja doğru ilerledi.
Kafamı kaldırıp tekrardan aya baktım. Gözümden bir damla yaş yanaklarıma doğru aktı. Fakat bütün bunlara rağmen aya bakarken gülümsedim. Işığı hala üstümdeydi ve beni aydınlatıyordu.
Kolumda yine elini hissettim. Beni sanki bir poşet kaldırır gibi yerden kaldırdı. Sızlayan dizlerime rağmen yerden kalkarak yürüdüm.
Bir eliyle kolumu tutuyor diğer eliyle de çantamı tutuyordu. Sanırım içinde de kıyafetlerim vardı.
Evin kapısının önüne geldiğimizde kolumu bıraktı ve elini cebine sokarak bir anahtar çıkardı. Kapıyı açtı ve beni sırtımdan iteleyerek içeriye soktu. Sonra da yine kolumu kavradı ve beni bir odaya doğru çekiştirdi. Oda çok büyük değildi. İçinde bir yatak, dolap ve bir masa vardı.
Masaya yaklaşıp bavulu üzerine koydu. Ardından bana döndü ve “Şimdi sabaha kadar dinlen küçük kız. Sabah erken kalkıp önce kahvaltı hazırla, sonra da evi temizle. Eğer sabah uyanınca bu söylediklerimle karşılaşmazsam bozuşuruz. Tatlı rüyalar.” dedi ve arkasını dönüp odadan çıktı. Çıktıktan sonra da arkasından bir anahtar sesi duyuldu. Kapıyı kilitlemişti.
O odadan çıkınca camın önüne geçtim ve perdeyi açarak aya baktım. Hala oradaydı ve beni koruyordu.
Elimi eşofman altımın cebine soktum ve Akay’ın benim için yaptığı kağıttan olan çiçeği çıkardım. İki elimin arasında sıkıca tuttum çiçeği.
Yere oturdum ve bacaklarımı kendime çekerek oturdum. Biraz öyle durduktan sonra yerden kalktım ve yatağa geçtim. Camın olduğu tarafa dönerek yattım
Çiçek ise hala elimdeydi. Bırakmaya da niyetim yoktu.
Ay, yataktan da güzel görünüyordu. Bakışlarımı aydan çekerek tekrar elimdeki çiçeğe baktım. Çiçeğe bakarken de gözlerim yavaşça kapandı ve uykuya daldım
Kağıttan çiçek bu gece solmamıştı ama adının anlamı çiçek olan ve en sevdiği kişinin ona hitabı Çiçek olan kız bu gece solmuştu.
*****
Akay sabah uyandı fakat bu sefer yanının boş olduğunu hissetti. Gözlerini yavaşça araladı ve yanının hissettiği gibi boş olduğunu gördü.
Yataktan yavaşça doğruldu ve etrafına baktı. Yoktu. Yatağın yanındaki merdivenlerden yukarı çıktı. Yine yoktu
Seslere odadaki diğer çocuklar da uyandı. Akay, bu sefer onlara döndü ve Elis’i görüp görmediklerini sordu. Aldığı cevap ile daha da panikledi, çünkü onlar da Elis’i görmemişlerdi.
Elis’in onun yanında olması gerekiyordu. Çünkü Elis, geceleri uyuyamadığında ve korktuğunda merdivenleri teker teker inerek Akay’ın yanına gelirdi
Şu an da benim yanımda olmalı, diye düşündü. Benim yanımda olmazsa korkar.
Bu esnada görevli abla geldi. Normalde o odada görevli olan kişi Rabia’ydı. Fakat o sabah çocukların yanına diğer görevlilerden biri geldi.
Çocuklar neden Rabia ablalarının gelmediğini sorduklarında da “Rabia ablanız bugün biraz hasta, kendini iyi hissetmiyor.” cevabını alarak geçiştirildiler.
Yalandı fakat bu, doğru değildi. Rabia, Elis’in gitmesini hatta Müdire Hanım’ın onu bir adama para karşılığında vermesini atlatamamıştı.
Bütün gece boyunca ağlamıştı. Çocukların karşısına da kırmızı gözlerle çıkmak istemediğinden odasında kalmıştı. Sadece bunlar yüzünden de değildi. Yanağında da bir iz vardı dün geceden kalma. Bir tokat iziydi bu.
Dün gece Müdire Hanım’ın yanına çıkıp Elis’i verdiği için ona hesap sormuştu. Haliyle de sesi biraz fazla yükselmişti. Ardından yanağında hissettiği acıyla beraber yüzü yanına düşmüştü.
“Senin ne haddine bana bağırmak! Defolup odana git! Bana muhtaçsın diye seni kovmayacağım ama bir daha bana sesini yükselttiğini duyarsam o dilini keserim, duydun mu?”
Rabia bir şey demeden odadan sessizce çıktı. Koridora çıkınca elini kaldırarak sızlayan yanağına koydu. Kendini tutmak istedi fakat gözlerinden akan birkaç yaşa engel olamadı.
Elis konusunda da yalan söylemişlerdi. Onlara anlattıklarına göre bir adam çocuk evlat edinmeye gelmiş. Adam, Elis’i gömüş ve onu çok sevmiş. Elis’i uykusundan uyandırıp onunla tanışmış. Elis de adamı çok sevmiş ve onunla gitmek için sabahı bekleyememiş ve gecenin bir yarısı çantasını hazırlayıp adamla beraber gitmişler.
Akay bu saçmalığa inanmamıştı. Elis, ondan gidemezdi, gitmezdi. Gitse bile ona haber verirdi. Akay’a bir şey demeden gitmezdi, onu uyandırıp söylerdi.
İnanmadı ama çok fazla üstelemedi Akay. Bir gün gerçeği öğreneceğine inanıyordu.
Zaten birkaç ay sonra Gurur ve Nilda Kaya adında bir karı koca evlat edinmişlerdi Akay’ı. Bir de kızları vardı bu çiftin. Kızın adı da Selen’di. Selen, Akay’dan dört yaş büyüktü yani on iki yaşındaydı.
Akay, yeni ailesini çok sevdi ama aklı hep Çiçek’inde kaldı.

 

 

 

Herkese merhaba! İlk bölümümüz bu şekildedir. Okuduğunuz için size çok teşekkür ederim. Umarım hikayemi beğenirsiniz. Bir aksilik olmazsa diğer bölümümüzü haftaya bugün paylaşacağım. Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın...

Loading...
0%